Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Delale
ifadesini içeren
72
kelime bulundu...
ah
Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır.
Nedamet, pişmanlık ve teessüf beyan eder.
Birine acındığına, keder ve esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi.
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
amm lafızlar / âmm lâfızlar
Aynı cinsin birçok fertlerine birden delâlet eden lâfızdır. "Kavil, cemaat, nisa" lâfızları gibi.
asa / asâ
(Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. Şek ve yakin manalarına delalet eder; (ola ki, şayet ki, meğer ki, olur, gerektir) manalarına gelir. Ekseri, (lâkin) (leyte) mânasına temenni için kullanılır. Hitab-ı İlahî kısmında yakîn ve vücubu ifade eder.
çal
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
cem'
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
dall / dâll / دال
Delil olan, delâlet eden. Yol gösterici.
Bildiren.
Delalet eden.
(Arapça)
dall bi'l-işare / dâll bi'l-işâre
İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
dall-bi'l-iktiza / dâll-bi'l-iktizâ
İktiza ile delalet etme, sözün gereklilik yolu ile delâlet etmesi.
dall-i bi-l ibare / dâll-i bi-l ibare
(Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması. Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir. Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğ
dall-i bi-l iktiza / dâll-i bi-l iktiza
(Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden.
Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır. Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
dalliyet / dâlliyet
Delâlet ediş, delil oluş.
delalat / delâlat
(Tekili: Delâlet) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar.
Delâletler, delil olmalar.
delalet / delâlet / دلالت
Delillik, yol gösterme.
(Arapça)
Delâlet etmek:
(Arapça)
Yol göstermek.
(Arapça)
Anlamına gelmek.
(Arapça)
delalet-i nass / delâlet-i nass
Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir.
delalet-i selase / delalet-i selâse
Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas
delalet-i vaz'iye / delâlet-i vaz'iye
Konulan lâfzın delâleti.
delalet-i zatiye / delalet-i zâtiye
Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik.
delil-i imkani / delil-i imkânî
İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.
delil-i zanni / delîl-i zannî
Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf.
elif
Birinci harf-i hecânın adı.
(Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.
eser
Yapı, birinin meydana getirdiği şey.
Bir hususa dâir Peygamberimizden (A.S.M.) rivâyet bulunması. Sünen-i Resul.
Bir şeyin varlığına delâlet eden te'sir.
Meydana getirilen kitap. Kitap te'lifi.
fiil
(Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş.
Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)
hala / halâ
(Harf-i cerrdir) İstisnaya delâlet eder.
hass / hâss
Özel; bir ferde delâlet eden söz.
hüsn-ü delalet / hüsn-ü delâlet
Hayırlı. İyi bir başlangıca delâlet.
ibaret-inass / ibâret-inass
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi.
icaz-ı hazf
Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
icazet-i fiiliye
Bir kimseden izin ve ruhsata delalet eden bir fiil ve hareketin sudûr etmesi.
icraat-ı celiliye
Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
ihtida
Hidayete ermek. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola girmek. Allah'a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek.
Başkasına tekaddüm etmek.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
ism-i tafdil
Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdil
ism-i tasgir
Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.
istihlal
Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.
ıtlak / ıtlâk
Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
kat'iyy-üd delale
Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.
kavl
Anlaşma. Sözleşme.
Konuşulan söz. Söz cümlesi.
İtikad, delâlet.
Tarif.
İlham.
laalle
Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder.
lafz-ı am / lafz-ı âm
Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.
lafz-ı mürekkeb
Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.
lugavi / lugavî
Lügata mensup. Lügata, kelimeye âit. Lügattan anlayan. Mecazî olmayıp hakiki bir mânaya delâlet eden kelimeye âit olan.
ma'na
(Mânâ) İç, içyüz. Bir sözden veya birşeyden anlaşılan. Lâfzın delâlet ettiği şey.
Rüya, düş.
Dilemek, irade.
mantuk
Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır.
Söz, nukut, mânâ, mefhum.
medlul / medlûl
Delâlet olunan. Gösterilen.
Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan.
Delil getirilmiş şey.
Delalet olunan, gösterilen.
Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
Delîlin (alâmet ve işâretin) delâlet ettiği, gösterdiği şey.
men
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
mesel
Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye.
Dokunaklı ve mânalı söz.
Benzer. Misil.
Delil. Hüccet.
müfesser
Açıklanan. Usûl-i fıkıhta, nass denilen lafzdan daha açık olan lafızdır. Nass, sevkedildiği mânâya açıkça delâlet eden lafızdır.
mukattaat
(Tekili: Mukattaa) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler.
Kısaltmalar.
Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler.
Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.
münekker
Tenkir edilmiş, bilinmeyen, nekre kılınmış.
Belirli olmayan şeye delâlet eden.
müsenna
Kat kat olan.
İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki kat olan, iki noktalı olan, iki defa nâzil olan Sure-i Fâtiha. Gr: İki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime.
müstedell
(Delâlet. ten) İstidlâl olunmuş. Bir delil ile isbat edilmiş. (Müstedlel, yanlıştır.)
müstedill
(Delâlet. den) Delil ve hüccet gösterilerek isbat edilen.
mutabakat
Uygunluk. Muhalif ve mugayir olmayıp, uygun ve muvafık olmak.
Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânânın tamamına delâleti.
mutlak
Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
Kayıtsız, şartsız. Teklik, çokluk veya herhangi bir vasıf ile kayıtlı olmayan, delâlet ettiği (gösterdiği) fertlerden (şeylerden) her hangi birini ifâde eden lafız (söz).
nass-ı hadis
Hadisin açık, gerçek ifadesi. Muhtemeli olmayan sağlam mânaya delâlet eden lâfız. Delil mânâsına olan "Nass-ül fukaha" bundan alınmıştır.
nekre
Belirsiz olan.
Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin.
Garip ve gülünç fıkralar.
Hoş sohbet ve hazır cevap kimse.
Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.
reşid
Doğru yolda giden, hak yolunda olan.
Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun.
Büluğ çağına girmiş kimse.
Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden.
Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.
ric'i talak / ric'î talâk
Geri dönülebilen talâk (boşanma). Zevceye yaklaştıktan sonra sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivâza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh ed ilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık) lafız
şahadet
(Şehâdet) Şâhidlik.
Bir şeyin doğruluğuna inanmak.
Delâlet. Alâmet, işaret, iz.
Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik.
salibe-i külliye
Man: Bir şeyin nefyine delâlet eden kaziye. Bir şeyin bütün bütün olmadığını veya mevcudattan hiç birisine hâkim ve müessir olmadığını iddia ve isbat eden hüküm.
sanayi-i maneviye
Mâna delâletiyle olan san'at. (Teşbih ve istiâre gibi.)
şart
Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Bir şeyin olması ona bağlı olan şey.
Kayıt. Bir iş için mutlaka lüzumlu olan husus.
Yemin.
Hal, vaziyet.
Gr: Biri diğerine bağlı olan iki cümle hakkında delâlet edilen; yâni mütevakkıf aleyhe delâlet eden diğer cümley
ta'zim
Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
talak-ı ric'i / talâk-ı ric'î
Geri dönülebilen talâk. Zevceye yaklaştıktan sonra, sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivaza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh edilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık), gerekse talâk-
tarih-i mu'cem
Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih.
Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.
tazammun
İhtiva etmek. İçine almak. İçinde başka şeyleri havi olmak. Muhit olmak.
Tazmini kabul etmek. Kefil olmak.
Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânanın cüz'üne delâlet etmesi.
terkib-i mezci / terkib-i mezcî
İki veya daha fazla kelimeden meydana gelen ve bir isme delâlet eden isim. " Baalbek, Kırıkkale, Tahtakurusu" kelimelerinde olduğu gibi.
(Ar. gr.) İki kelimeden oluşan ve bir isme delalet eden lâfız, Çanakkale gibi.
tesniye
Vasıflandırma.
Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir.
vech-i delalet / vech-i delâlet
Delâlet etme yönü, işaret edilen yön, mânâ.
zamir
Bir şeyi gizlemek.
İç.
Huk: Bir şeyin iç yüzü.
Niyet.
Vicdan. Kalb.
Gaye.
Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin ye
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
ram olmak
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Melu
nevan
موقع
vesilesiyle
Çerâg
iltifatperver
ŞEKAVET
nafi
tard etm
Şayi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Delale
Cimri
yargı
Tek inci
Kötü
Üzüntüyle beraber
hara
Cana yakınlık.
mavi
Oturma