Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Dayı
ifadesini içeren
38
kelime bulundu...
ahval
(Tekili: Hâl) Dayılar. Annenin erkek kardeşleri.
ard
Buğday ve diğer tahıllardan öğütülen un.
(Farsça)
Buğdayı değirmen taşına akıtan oluk.
(Farsça)
balotaj
Bir seçimde herhangi bir adayın, oyların ekseriyetini alamaması hali.
(Fransızca)
bar-ver
Yemiş veren, meyvedar, verimli, meyve verici.
(Farsça)
Mc: Faydalı, faydayı mucib, iyi netice veren. Yararlı.
(Farsça)
berk-endaz
Parlayıcı, parıldayıcı.
(Farsça)
cedud / cedûd
(Çoğulu: Cedâyid-Cüdüd) Sütü çekilmiş koyun.
celvetiyye
Evliyânın büyüklerinden Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
dain
(Dâyin) Ödünç veren, borca veren.
Alacaklı. İkraz eden.
eşbeh
Mert, yiğit, kabadayı, cesur kimse. (Bu tâbir bilhassa yeniçeriler hakkında kullanılırdı.)
eyvan-ı kisra
Dicle Nehri kenarında sol tarafta Medâyin şehrinde yıkıntıları bulunan eski İran (Acem) Padişahına mahsus bir saray. Bu saray, Peygamberimizin (A.S.M.) doğduğu gece çatlamıştır.
fega
Buğdayın çürümesi.
Hurma koruğunun çürümesi ve çürüğü.
hadia / hadîa
(Çoğulu: Hadâyi') Ustalıklı bir şekilde aldatma, oyun yapma.
hal / hâl / خال
Dayı.
Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
Dayı.
(Arapça)
hale
Annenin kız kardeşi. Teyze. Türkçede babanın kız kardeşine hala denir. Arabçada dayıya "Hâl" denir.
harhara
Uykuda horlamak.
Kedinin mırıldayışı.
İki dere arasındaki düzlük.
huule
Dayılık.
ifcac-ı tuyur
Kuşların cıvıldayışı.
ikmah
Buğdayı un yapma. Buğday yetiştirme.
Kafa tutmak, kibir ve azametle karşı gelmek.
kabadayı
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
karkara
Karın gurultusu.
Kumru kuşunun ötmesi.
Kahkaha ile gülmek.
Su içerken bardağın guruldayıp ötmesi.
kataif
(Tekili: Katife) Saçaklı, tüylü havlular; ehramlar.
Kadayıf tatlısı.
kunabe
Toplu yapraklar (Buğdayın başı onun içinde olur.)
levend / لوند
Osmanlı deniz eri.
(Farsça)
Ayyaş.
(Farsça)
Zampara.
(Farsça)
Kabadayı.
(Farsça)
mahrem
Gizli.
Dince ve şer'an müsaade olunmayan.
Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır
medain
(Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm
midyan
(Çoğulu: Medâyin) Daima borç eden kimse.
müfid / müfîd
İfâde eden, meramı güzel anlatan.
Mânalı, mânidâr.
Faydalı, faydayı mucib olan.
Mütâlâsından istifade olunan.
nahl-bend
Ağaçları budayıp tanzim eden kişi.
(Farsça)
Balmumundan taklid süs ağacı yapan, balmumcu.
(Farsça)
palikarya
Mc: Kabadayı, yiğit, cesur.
Rum gençleri.
rahşende
Parıldıyan, parıldayıcı.
(Farsça)
riba-i fazl
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.
sa'd bin ebi vakkas
Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş
şedaid
(Şedâyid) Afât. Meşakkatli haller. Şiddetli musibetler.
suddad
(Çoğulu: Sadâyid) "Sâm-ı ebras" denilen kertenkele.
Suya varacak yol.
ta'vim
Arpayı ve buğdayı tutam tutam biçip yığmak.
tabiş
Parlayış, parıldayış.
(Farsça)
vasiyyet
Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak). Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâ
veliahd / velîahd
Padişah adayı.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Müşabe
Siya
lugat
körhane
Alem-i ruh
lemaat
müştak
Tefsir
Terkip
Akraba
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Dayı
Dürüst
Çeviri
hayal kırıklığı
bid'a
Siya
hoşa gitmek
Gavs-ı ekber
Halis
AMEDA