REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Dal kelimesini içeren 81 kelime bulundu...

ağsan / ağsân / اغصان

  • Dallar.
  • Dallar.
  • Dallar. (Arapça)

agva

  • Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık.

ale-l-gafle

  • Dalgınlığa getirerek. Dalgınlığa gelerek, boş bulunarak.

alude-gi / alude-gî

  • Dalmış, garkolmuş. Bulaşıklık. (Farsça)

asl-ı teşaub

  • Dallanmanın kaynağı, aslı.

ayet-i zulümat / âyet-i zulümat

  • Dalâlet ve inkâr karanlıklarında bulunan kâfirlerin durumunu açıklayan Nur Sûresinin 39. ve 40. âyetleri.

cablusi / cablusî

  • Dalkavukluk, yaltaklanıcılık. (Farsça)

çalbus

  • Dalkavuk, yaltakçı. (Farsça)

çaplus / çâplûs / چاپلوس

  • Dalkavuk, yaltakçı. (Farsça)
  • Dalkavuk. (Farsça)

ehl-i dalalet / ehl-i dalâlet

  • Dalâlette olanlar.

elviye-i mütemevvice

  • Dalgalanan bayraklar.

emvac / emvâc / امواج

  • Dalgalar.
  • Dalgalar.
  • Dalgalar. (Arapça)

entrika

  • Dalavere, dolap çevirme.

entrikacı

  • Dalavere yapan, dolap çeviren.

fevc fevc

  • Dalga dalga, grup grup.
  • Dalga dalga, kısım kısım, takım takım, akın akın, cemaat cemaat.

fırak-ı dalle / fırak-ı dâlle

  • Dalâlete gitmiş fırkalar. Dalâlette kalmış cemaatler.

füru / fürû

  • Dallar, kollar.
  • Dallar, kollar, çocuklar, torunlar.

füru' / fürû'

  • Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
  • Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
  • Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.
  • Dallar, budaklar, ayrıntılar.

gafleten / غفلة

  • Dalgınlıkla, gaflet eseri olarak.
  • Dalgınlıkla. (Arapça)

gavta-baz

  • Dalgıç. (Farsça)

gavta-bazi / gavta-bazî

  • Dalgıçlık. (Farsça)

gavta-gah / gavta-gâh

  • Dalma yeri. (Farsça)

gavta-har

  • Dalan, batan. (Farsça)

gavvas / gavvâs / غواص

  • Dalgıç.
  • Dalgıç. (Arapça)

gusn / غصن

  • Dal.
  • Dal, budak.
  • Dal. (Arapça)

gusun

  • Dallar, budaklar.

hayyal

  • Dalavereci, hileci, hilekâr.

hizab / hizâb / خيزاب

  • Dalga. (Farsça)

hizab-engiz / hîzab-engiz

  • Dalga kaldıran. (Farsça)

idlal / idlâl

  • Dalâlete sokma, sapıtma.

iltitam

  • Dalgalanma, temevvüc.

ingıva

  • Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.

inhidaş

  • Dalaşma, hırlaşma (köpek).

kas'a-lis

  • Dalkavuk. Çanak yalayıcı.

maic

  • Dalgalı deniz.

mellah

  • Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen.

meslek-i dalalet / meslek-i dalâlet

  • Dalâlet yolu, sapıklık mesleği.

mest-i müstağrak

  • Dalarak kendinden geçme.

mevc / موج

  • Dalga.
  • Dalga.
  • Dalga. (Arapça)

mevc-hiz / mevc-hîz

  • Dalga kaldıran. (Farsça)

mevc-i mekfuf / mevc-i mekfûf

  • Dalgaları karar kılmış, sabitleşmiş, durgunlaşmış.
  • Dalgaları karar kılmış, sabitleşmiş, durgunlaşmış.

mevc-zen

  • Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran. (Farsça)

mevce / موجه

  • Dalga.
  • Dalga.
  • Dalga. (Arapça)

mevcedar

  • Dalgalı. (Farsça)

mevcenümud

  • Dalga gibi. (Farsça)

mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice

  • Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.

müdahene / müdâhene

  • Dalkavukluk. Menfaat beklediği bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek. Koltuklamak. Bir kimsenin yüzüne karşı iyi görünmek. Münâfıklık.
  • Dalkavukluk.
  • Dalkavukluk, içindekinin aksiyle muamele etme, aldatma.

müdaheneci / müdâheneci

  • Dalkavuk, yaltakçı.

müdahin / müdâhin

  • Dalkavuk. Yüze gülen. Birisini yalandan yüzüne karşı medheden. Menfaat koparmak için dostluk eden.
  • Dalkavuk.

mudıll

  • Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.

mürefref

  • Dalları sallanan nazik, lâtif ağaç gibi.

müstağrak

  • Dalmış, batmış.

mutasallıf

  • Dalkavuk, şarlatan; seviyesinin üstünde fazilet ve zerafet iddiasında bulunan.

mütemellik / متملك

  • Dalkavuk, yardakçı. (Arapça)

mütemevvic / متموج

  • Dalgalanan, dalgalı.
  • Dalgalı. (Arapça)

nağamat-ı emvac / nağamât-ı emvac

  • Dalgaların nağmeleri, hoş sesleri.

perişanhatır / perişanhâtır

  • Dalgın, düşünceli. (Farsça)

reng-aver

  • Dalavereci, hilekâr. (Farsça)

şahsar

  • Dallı budaklı ağaçlar. Ağaçlık yer. Koruluk. (Farsça)

serv-i naz / serv-i nâz

  • Dalları yana sarkan selvi.

şücun

  • Dallar.

tabasbusat

  • Dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar.

taife-i dalle / taife-i dâlle

  • Dalâlete ve inkârcılığa düşenler topluluğu.

teferru

  • Dallanma, ayrılma.

tefri

  • Dallandırma.

telale

  • Dalâlet.

telatumgah / telatumgâh

  • Dalgalı yer. Dalgası çok olan yer. (Farsça)

temelluk

  • Dalkavukluk.

temellukkarane / temellukkârâne

  • Dalkavukluk göstererek, yaltaklanarak.

temellükkarane / temellükkârâne

  • Dalkavukluk göstererek, yaltaklanarak.

temevvüc / تموج / تَمَوُّجْ

  • Dalgalanma.
  • Dalgalanma.
  • Dalgalanma. (Arapça)
  • Temevvüc etmek: Dalgalanmak. (Arapça)
  • Dalgalanma.

temevvüc eden

  • Dalgalanan.

temevvüc ettirme

  • Dalgalandırma.

temevvüc-saz / temevvüc-sâz

  • Dalgalandıran.

temevvücat / temevvücât

  • Dalgalanmalar, titreşimler.
  • Dalgalanmalar.

temevvücsaz / temevvücsâz

  • Dalgalandıran.

tıhal

  • Dalak.

tuhal

  • Dalak ağrısı.

üştürek

  • Dalga. Mevc. (Farsça)

uvvam

  • Dalgıç adam.

vakt-i gaflet

  • Dalgınlık vakti, uyku anı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın