Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
DURMAK
ifadesini içeren
152
kelime bulundu...
andem
Tıb: Kanı durdurmak için kullanılan bir çeşit reçine.
berheme
Gözünü kıpırdatmadan bir şeye bakıp durmak.
berkaa
Dört ayak üstüne durmak.
betv
Durmak, ikamet.
bila-tevakkuf / bilâ-tevakkuf
Duraksamadan, durmaksızın.
ce'cee
Geri durdurmak.
Deveyi suya çağırmak.
Eşek boncuğu denilen bir boncuk.
celh
Doldurmak, dolu olmak.
cemed
Dondurmak.
Buz, kar.
cim secavendi / cim secâvendi
Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.
cüşu'
Durmak, kıyam.
Huruç etmek, çıkmak.
Hafif yay.
da'daa
Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek.
Sallamak.
Bir kimseye "güzel dur" demek.
Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak.
dad
Doldurmak.
de'z
Boğmak.
Bir şeyi doldurmak.
derpiş / derpîş / درپيش
Göz önünde.
(Farsça)
Derpîş edilmek:
Göz önünde bulundurulmak.
(Farsça)
Derpîş etmek:
Göz önünde bulundurmak.
(Farsça)
elhan / elhân
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp yükselterek, çeneyi oynatarak okumak. Lahn'in çokluk şeklidir.
elibab
Durdurmak. Lâzım olmak.
galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi
garz
Doldurmak.
Noksan etmek, noksanlaştırmak.
haiz / hâiz / حائز
Sahip, bulunduran.
(Arapça)
Hâiz olmak:
Bulundurmak, sahip olmak.
(Arapça)
hali / hâlî / خالى
Boş.
(Arapça)
Hâlî kalmak:
Geri durmak.
(Arapça)
halvethane
Yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapanılan yer.
hatd
Durdurmak. İkâmet.
hatemkari / hatemkârî
Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.
hayse-beyse
İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak.
Karışıklık.
Şiddet ve darlık.
hid'
Koyunlar ürküp dağıldıklarında, onları durdurmak için söylenen bir kelimedir.
hıdane / hıdâne
Çocuğu kucağa almak, besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak. İslâm nikâhının bozulmasından sonra (ayrılıkta), çocuğu, selâhiyetli (yetkili) olan kimsenin yâni başkası ile evli olmayan annenin belirli bir yaşa gelinceye (oğlan çocuğu yedi, kız ye tişkin oluncaya) kadar yanında alıkoyması ve terb
hiza / hizâ / حذا
Sıra.
(Arapça)
Hizâya gelmek:
(Arapça)
Boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek.
(Arapça)
Sırayı bozmadan durmak.
(Arapça)
Hizâya girmek:
Sıra olmak.
(Arapça)
iba' / ibâ' / اباء
Çekinme, uzak durma, kaçınma.
(Arapça)
İbâ' etmek:
Çekinmek, uzak durmak, kaçınmak.
(Arapça)
ictinab / ictinâb / اجتناب
Kaçınma, uzak durma, çekinme.
(Arapça)
İctinâb etmek:
Kaçınmak, uzak durmak, çekinmek.
(Arapça)
idrac
Dercetmek. Dürmek.
Bir yazıyı bir yere koydurmak.
ifhak
Doldurmak.
iflah / iflâh / افلاح
Rahata erme, kurtulma.
(Arapça)
İflâh etmek:
Ondurmak, dertten kurtarmak.
(Arapça)
İflâh olmak:
İyileşmek, kurtulmak.
(Arapça)
igrak
Suya batırmak, boğmak.
Kabı doldurmak.
Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.
igraz
Doldurmak.
Taze hamurdan ekmek yapıp misafire yedirme.
ihdaf
Gelip çatmak. Karşısına dikilip durmak. Hedef olmak.
ıhdar
Kendini gözlemek.
Bir yerde durmak, ikâmet.
ihsar
(Hasr. dan) Birisini işinden alıkoymak.
Fık: Hac için ihrama girmiş bir zâtın, Arafat'ta durmakla ziyaret tavafından; ve umre için ihrama girmiş bir kimsenin de tavaftan men edilmesi. Böyle men edilen zâta "muhsar" denir.
Kısaltma, kısalma.
Sıkıştırma.
ihtiraz / ihtirâz / احتراز
Kaçınma, çekinme, uzak durma, geri durma.
(Arapça)
İhtirâz etmek:
Kaçınmak, çekinmek, uzak durmak, geri durmak.
(Arapça)
ihtiva
İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.
ika'
(Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.
ikame
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
ikna'
Kanaat vermek. Râzı etmek. Râzı edilmek. İnandırmak. İnandırılmak.
Ayakta iki tarafa bakmadan durmak.
imale / imâle
Bir tarafa meylettirmek. Bir tarafa eğmek.
Benzetmek.
Mal vermek.
Edb: Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
Bir tarafa meylettirmek, bir tarafa eğmek.
Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
imtina / imtinâ / امتناع
Kaçınma.
(Arapça)
İmtinâ etmek:
Kaçınmak, geri durmak.
(Arapça)
intisab
(Nasb. dan) Dikilip durmak.
Yükseğe kaldırmak.
Bir mansaba tayin olunmak.
Gr: Kelimenin mansub olması
iraz etmek
Yüz çevirmek, uzak durmak.
isabet
Ecir, mükâfât, karşılık vermek.
Doldurmak.
ıslihmam
Ayak üstüne durmak.
ıstıham
Ayak üstüne dikili durmak.
istihdaf
Hedef edinmek, hedef saymak.
Hedef gibi karşıda durmak.
Erişilmek istenilen netice ve gaye.
ıtla'
Tulu ettirmek, zuhur ettirmek, doğdurmak.
ıtrak
Sükût etmek, susmak. Gözünü yere dikip bakıp durmak.
kamer
Gökteki ay. Hilâl.
Ay ışığında uyumayıp uyanık durmak.
kamet / kâmet
Kalkmak, ayakta durmak; farz namazlardan önce okunması sünnet olan ve ezana benzeyen sözler.
katb
(Katub) Daim çatık çehreli, ekşi yüz.
Bir kimseyi darıltmak, gücendirmek.
Birikmek, biriktirmek, doldurmak.
Dolu çuval taşımak, götürmek için hazırlamak.
Arslan.
kaveme
(Kavme) Namazda, rükudan kıyama kalkıp, bir kere "Sübhâne Rabbiyel Azim" diyecek kadar durmak.
kavme
Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak.
kebc
Davarı durdurmak için dizginini çekmek.
kemc
Atı dizgini ile durdurmak.
kesm
Doldurmak.
Ağzına alıp kırmak.
kıyam / kıyâm
Ayakta durmak. Ayağa kalkmak.
Ayaklanmak. İsyan.
Ölümden sonra tekrar dirilmek.
Bir işe başlamak, devam etmek.
Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma.
Canlanmak.
Kıyâmet günü (mânâsına da gelir).
Namazın iftitah tekbiri
Ayakta durmak. Namazın içindeki farzlardan birisi.
küfr
Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür.
Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık.
Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak.
laalik
Doğrulukla kalkıp durmak.
lahn
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir.
Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mâ
magna
Durmak.
mantıki kıraet / mantıkî kırâet
Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır.
mayıh
(Çoğulu: Mâha) Kova doldurmak için kuyu içine inen kişi.
Bahşiş veren, atâ eden.
medn
Durmak, ikamet.
mela'a / mela'â
Meşveret.
Cemaat. Güruh.
Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları.
Huy, ahlâk.
Doldurmak.
men'
Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
men-i muhakeme
Muhakemeyi durdurmak, muhakemeye lüzum görmeyip menetmek.
mezr
(Mezra) Zarif adam.
Bir kimseye düşmanlık etmek.
Parmakla çimdiklemek.
Su kırbasını tamamen doldurmak.
Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek.
müdafaa
Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
Düşman hücumunu men'etmek.
Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
muhazat
Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.
mükabese / mükâbese
Çukur doldurmak.
mukam
Durduracak mekân. İkamet mevzii.
Durmak, ikamet.
mukavemet
Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
mükud
Durmak veya durdurmak.
mümaşat
Birlikte hoş geçinmek.
Bir maslahat yolunu takib etmek.
Meslek işlerinde tesviye, tervic ve idare etmek.
Karışmamak.
Başkalarının zarar vermeyen fikirlerine uyarcasına hareket etmek ve sulh u salâh üzere durmak. Uygunluk.
nağme
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak. Tegannî.
nazar-ı dikkate almak
Dikkate almak, göz önünde bulundurmak.
nehz
Durmak, kıyam.
Def'etmek, kovmak.
Yakın olmak.
Berkitmek için devenin memesine eliyle vurmak.
Dolması için kovayı suya vurmak.
piş-i nazara getirmek
Göz önünde bulundurmak.
ra'b
Doldurmak.
Efsun, (sihir yapanlar okurlar.)
remk
Durmak, ikâmet.
Boz renk.
renevna
Dâim sâkin olmak, devamlı durmak.
rübud
Dâim.
Yüreğin oynaması.
Durdurmak.
Hapsetmek.
rücun
Mahbus olmak, hapsolunmak.
Bir yere durmak.
rümuk
Durmak.
İkamet etmek, oturmak, mukim olmak.
şahn
Doldurmak.
Sürüp reddetmek.
sarat
Suyun çok durmaktan dolayı renginin ve kokusunun değişmesi.
sebat
Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
secr
Kızdırmak.
Doldurmak.
İnleyerek çağırmak.
sedh
Döşemek.
Uçuk hastalığı.
Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
Deve çökertmek.
Kırba doldurmak.
sektedar / sektedâr
Sektedâr etmek:
Durdurmak, sekteye uğratmak.
sübut
Sâbit, berkarar ve pâyidar olup durmak. Oynak ve müteharrik olmamak. Kat'i olarak meydana çıkmak. Sâbit oluş.
şühus
Yüksek olmak.
Bir yerden bir yere gitmek.
Gözünü bir yere dikip hareket ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak.
Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı acı çekip kararsız olmak.
sükun / sükûn
Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.
ta'dil-i erkan / ta'dîl-i erkân
Namazda rükûda, secdelerde, kavmede (rükûdan kalktıktan sonra ayakta durmada) ve celsede (iki secde arasında oturmada) her âzâ hareketsiz olduktan sonra bir miktar durmak.
ta'miye
(Amâ. dan) Körletme. Kör etme.
Kapalı şekilde anlatmak.
Edb: Ebced hesabiyle düşürülen bir tarihin, hesabı doldurmak için çıkartılacak veya eklenecek sayılarını işaret etme.
ta'ric
Meyletmek, eğilmek.
Bir nesne üzerinde durmak.
Çıkıntı. Tümsek peyda etme.
ta'rik
Şaraba biraz su katmak.
Kovayı doldurmak.
Terletmek.
Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.
ta'til
Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
Kesmek.
Muattal bırakmak.
Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.
tagmiz
Sıkmak.
Gövdesini sıktırıp ovdurmak.
tahavvüs
Bahadırlık, kahramanlık.
Sefer niyyetiyle bir yerde durmak.
tahl
Durmakla değişen su.
tahmer
Sıçramak.
Doldurmak.
takaus
Durdurmak. Sonraya bırakmak.
takavüm
Dövüşmek, vuruşmak. Birbiriyle cenge durmak.
takris
Soğutmak.
Dondurmak.
tardiye
Red olundurmak.
tarf
Göz, bakış, nazar. Göz ucu.
Soyu temiz kimse.
Her şeyin nihayeti, sonu.
Göz kapaklarını yummak veya oynatmak.
Göze bir şey dokundurmakla yaşartmak.
Koz: Menazil-i Kamer'den bir menzil adı. (Kamer menzillerinden birisinde aslanın alnını teşkil eden dört
tasavvuf
Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
tasmid
Hükmetmek. İçini doldurmak.
tatbi'
Doldurmak.
tatfih
Doldurmak.
tazammun / تضمن
İçinde bulundurma.
(Arapça)
Kefil olma.
(Arapça)
Tazammun etmek:
(Arapça)
İçinde bulundurmak.
(Arapça)
Kefil olmak.
(Arapça)
te'lis
Durdurmak, ikâmet.
Yağmurun devamlı yağması.
te'ye
Eğlenmek, durmak, oyalanmak.
teberri / teberrî
Uzaklaşmak, uzak durmak.
tecbiye
Rüku eder gibi eğilip durmak.
tefrik
Ovdurmak.
teganni / tegannî
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, hareke, harf ve med (uzatma) ilâve etme ve çıkarma yapmak sûretiyle, kelimelerin asıllarını dolayısıyle mânâyı bozarak okuma.
teka'ku'
Yaramaz gönüllü olmak.
Geri durmak.
tekessül
Durmak.
Üşenmek. Gevşek davranmak.
telafi
Eksik olan bir şeyin yerini doldurmak. Tamamlamak.
Ziyanı karşılamak. Zararı ödemek.
telekkü'
Tevakkuf etmek, durmak, duraklamak.
Bir işe dolaşmak.
tenahi
Son bulma, bitme, tükenme.
Yasağı kabul ile geri durmak.
teravuh
Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak.
terettüb
Sıralanmak.
Gerekmek. Lâzım gelmek. Netice olarak çıkmak.
Bir yerde aslâ kımıldamak, bir vecih üzere sâbit ve pâyidar olup durmak.
Zuhura gelmek.
Muayen sebeblerin, muayyen ve mukannen olan neticeler vermesi.
terfik / terfîk / ترفيق
Ayak uydurma.
(Arapça)
Arkadaş etme.
(Arapça)
Terfîk etmek ayak:
Uydurmak.
(Arapça)
ternik
Bir nesneye bakıp durmak.
Gözün zayıflaması.
tescir
Tennur yakmak.
Denizi kurutmak.
Boşaltmak ve doldurmak.
Ağlayarak çağırmak.
tevakkuf / توقف
Durma.
(Arapça)
Tevakkuf etmek:
Durmak.
(Arapça)
tevkif / tevkîf / توقيف
Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme.
Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak.
Bir kimsenin koluna bilezik takmak.
Durdurma.
(Arapça)
Kapatma.
(Arapça)
Tutuklama.
(Arapça)
Tevkîf edilmek:
(Arapça)
Durdurulmak.
(Arapça)
Kapatılmak.
(Arapça)
Tutuklanmak.
(Arapça)
Tevkîf etmek:
(Arapça)
Durdurmak.
(Arapça)
Kapatmak.
(Arapça)
Tutuklamak.
(Arapça)
<
(Arapça)
tezkit
Doldurmak.
tıhmar
Doldurmak.
tilhah
Devamlı olarak bir yerde durmak.
tinae
Mukimlik, ikamet etmeklik. Ayakta durmak.
tugyan
Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
Kan galebe etmesi hali.
Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
Su baskını.
tumaninet / tumânînet
Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması. Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır.
tumur
Aşağı sıçramak.
Doldurmak.
Seyahat edip gitmek.
Defnetmek, gömmek.
urca
Bir nesnenin üzerine durmak veya üstüne çıkmak.
vakf
Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak.
Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek. Menfaatı hayır nevilerinden birisine âit olmak üzere bir mülkü ilelebed vermek.
vakfe
Durma; haccın farzlarından olup, Arefe günü Arafat'ta öğle ve ikindi namazından sonra bir miktar durmak.
vefa / vefâ / وفا
Sözünde durmak.
Sözünde durma.
(Arapça)
Dostluğu sürdürme.
(Arapça)
Vefâ etmek:
Sözünde durmak, vefa göstermek.
(Arapça)
vikaf
Tevakkuf etmek, vâkıf olmak, durmak.
za'b
Def'etmek, kovmak.
Doldurmak.
za'zaa
Doldurmak.
Ayırmak.
Rüzgâra savurmak.
ze'c
şiddetle emme, yutma.
Doldurmak.
zemec
Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
Doldurmak.
zenen
Burundan sümük akıp durmak.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
fermanferma
arşu'r-rahman
mest-i elest
muhibban
Inzıbat
gerd-alûd
merdüm
TAVaf
tevkî'
be's
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
DURMAK
özerklik
HerGün
meşer
silahlı
Şuk
Rudur
tecvid
Onur
Musalli