REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te DEĞER ifadesini içeren 497 kelime bulundu...

abd-i mükerrem / عَبْدِ مُكَرَّمْ

  • İkrâm olunmuş, değer verilmiş kul.

abide

  • Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
  • Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
  • Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
  • Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

adi / âdi / عادی

  • Sıradan, âdi, değersiz. (Arapça)

adiyat-ı umur / âdiyât-ı umûr

  • Günlük işler, her zamanki değersiz işler.

ahkar

  • En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında söylenir.)

akdar

  • Değerler. Kudretler.

akik / akîk

  • Çoğunlukla kırmızı renkte olan değerli bir süs taşı.
  • Değerli bir taş cinsi.

akl-ı mead / akl-ı meâd

  • Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

alamet-i kıymet / alâmet-i kıymet

  • Kıymetin belirtisi, verilen değerin işareti.

ali-kadr / âli-kadr

  • Çok takdir edilen. Yüksek değer sahibi. Kadr ü kıymeti yüksek.
  • Meşhur bir çeşit lale.

alikadr / âlikadr / âlîkadr / عالى قدر

  • Yüksek değer sahibi; çok takdir edilen.
  • Saygıdeğer. (Arapça)

amit

  • (Çoğulu: Amâmit) Zarif, çeri, değerli kimse.

apsis

  • Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri. (Fransızca)
  • Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı. (Fransızca)

aruz

  • Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
  • Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
  • Bir beytin birinci

asabiyet-i kavmiye

  • Kavminin ve milletinin örf, âdet ve değerlerine körükörüne bağlılık, ırkçılık.

asar-ı bergüzide / âsâr-ı bergüzîde

  • Yüksek değerdeki eserler.

asar-ı edebiyye / âsâr-ı edebiyye

  • Edebî değeri olan eserler.

asar-ı giran-baha / âsâr-ı giran-bahâ

  • Çok kıymetli, değeri yüksek olan eserler.

ashab-ı suffa / ashâb-ı suffa

  • Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yükse

atik

  • Berrak, saf, temiz, karışmamış, değerli.

ayar-dan

  • Ölçüden anlar, değerbilir. (Farsça)

ayat-ı mübareke / âyât-ı mübareke

  • Mübarek, değerli âyetler.

ayın

  • Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70'dir.

ayniyye / عينيه

  • Taşınabilir değerli eşya. (Arapça)
  • Göz hastalıkları bölümü. (Arapça)

aziz / azîz / عزیز

  • Çok değerli, izzetli.
  • Allah'ın isimlerinden biri. Değerli.
  • Ermiş, velî.
  • Değerli, saygın. (Arapça)

azizan / azîzan / عزیزان

  • Değerliler. (Arapça - Farsça)

baha / bahâ / بها

  • Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ. (Farsça)
  • Değer, kıymet, fiyat.
  • Değer, kıymet. (Farsça)

baha-dar

  • Pahalı değerli, kıymetli. (Farsça)

bayram-ı şerif

  • Şerefli, değerli bayram.

bedel

  • Değer, kıymet.
  • Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.

bedel-i nakdiye

  • Parasal değer.

bedestan

  • Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı. (Farsça)

bedia

  • Yaratma.
  • Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.

beha / behâ / بها

  • Değer, kıymet. (Farsça)

beha-baha

  • Güzellik, süs, pırıltı.
  • Kıymet, değer, bedel.

beyt-i kıymettari / beyt-i kıymettârî

  • Değerli beyit; şiirde iki mısradan oluşan bölüm.

bezadi / bezadî

  • Mavimsi bir cins değerli taş. Küçük yakut.

bezesten

  • Değerli eşyanın satıldığı kapalıçarşı. (Farsça)

bi't-tarikı'l-evla / bi't-tarikı'l-evlâ

  • En doğru ve tercihe değer yol ile.

bi-baha / bî-baha

  • Bahasız, Çok değerli.

bibaha / bîbahâ / بى بها

  • Değer biçilmez.
  • Çok değerli, paha biçilmez. (Farsça)

bicad

  • Yakuttan daha az değerli kırmızı bir taş. (Farsça)
  • Kırmızı dudak. (Farsça)

biçiz

  • Pek küçük ve değersiz şey. (Farsça)

biruz

  • Değersiz, zümrüte benzer yeşil renkte bir taş. (Farsça)

biş-baha

  • Pahalı, fiatı yüksek, değerli, kıymetli. (Farsça)

bişkuh

  • İktidarlı. Kuvvet sahibi. Muhterem ve saygıdeğer kimse. (Farsça)

bitarafane muhakeme / bîtarafâne muhakeme

  • Tarafsız bir şekilde değerlendirme.

bittarikı'l-evla / bittarîkı'l-evlâ

  • En doğru ve tercihe değer yol ile.

boylam

  • Yer yüzünde bir yerin başlangıç dairesine olan uzaklığının açı cinsinden değeri. (Türkçe)

bü'bü'

  • Her nesnenin aslı.
  • İzzet, kerem.
  • Zeyrek akıllı, zarif kişi.
  • Hâkim, seyyid.
  • Gözbebeği.
  • Mc: Çok kıymetli ve değerli olan şey.

büzürg-var

  • Büyük, saygıdeğer, ulu (kimse). (Farsça)

büzürgmeniş

  • Yüksek fikirli, fikirleri değerli olan. (Farsça)

cay / cây

  • Değer, layık.

cehir

  • (Cehr. den) (Çoğulu: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen.
  • Güzel, dikkate değer.

cevahir / cevâhir

  • Cevherler, çok değerli olan şeyler.
  • Değerli taşlar.

cevahir-i nüfus

  • Nefisler cevherleri, değerli cevherler olan insanlar.

cevher

  • Değerli taş; değerli mesele.

cevherbaha / cevherbahâ

  • Mücevher gibi değerli.

cihad etmek

  • Allah için, kutsal değerleri korumak için savaşmak.

cihad-ı dini / cihad-ı dinî

  • Dinî değerler için mücadele etme, gayret ve çaba harcama.

cihad-ı islamiye / cihad-ı islâmiye

  • İslâmî değerler uğrunda çaba ve gayret harcama, mücadele etme.

cihan-değer

  • Dünya, âlem değerinde, çok değerli.

cihan-kıymet

  • Cihan kıymetinde, çok değerli.

cihanbaha / cihânbahâ

  • Cihan değerinde.

cihandeğer

  • Dünyalara değer.

cihankıymet / cihânkıymet

  • Dünya kadar değerli.

dal

  • Ağacın ilk verdiği kol.
  • Kur'ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür.) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir.

define

  • Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
  • Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.

dellal-ı muhterem / dellâl-ı muhterem

  • Saygıdeğer ilan edici, duyurucu.

dest-i damen-i kerimane / dest-i dâmen-i kerîmâne

  • Değerli, yüce el ve etek.

devalüasyon

  • Paranın değerinin düşürülmesi. (Fransızca)

din-i hakkın cevheri

  • Hak din olan İslâmın en değerli cevheri ve özü; iman.

dinar / dînâr

  • Yaklaşık olarak altın liranın dörtte biri değerinde olan eski bir para.
  • Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.

direm

  • (Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. (Farsça)
  • Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça. (Farsça)

diyet

  • Kan bedeli. Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal. Can pahası.
  • Para, değer. Kıymet.

dünya-yı deniyye

  • Alçak, değersiz dünya.

dürer-i ahkam / dürer-i ahkâm

  • İnci tanesi gibi çok değerli hükümler, esaslar.

dürr-i yetim

  • Yetim inci, inci gibi değerli yetim.

eazz / اعز

  • Çok değerli. (Arapça)

ebced / ابجد / اَبْجَدْ

  • Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen),
  • Arap harflerinin herbirisine rakam değeri verilerek yapılan yorum.
  • Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap.
  • Sayısal değer verilmiş arap alfabesi. (Arapça)
  • Harflerin aritmetik değerleriyle ma'nâ ifade etmesi.

ebced hesabı

  • Arapça harflerin sayı değerlerine göre tarih düşürme işlemi.
  • Ebced harf tertibinde görüldüğü gibi, Kur'ân-ı Kerim daha nâzil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih yazılır ve hâdiseler kaydedilirdi. Bundan böyle Arab, Fars ve Türk Ebediyatında hâdiselerin tarihleri Ebced hesâbı ile yazılırdı. Birçok muharebe, zafer, büyüklerin doğum ve ölümü, yüksek me

ebcedi / ebcedî / اَبْجَدِي

  • Harflerin aritmetik değerleriyle ma'nâ ifade eden ebced hesabına ait.

ehemmiyet

  • Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.
  • Değer, önem.

ehl-i gayret ve hamiyet

  • Din, aile, millet, vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayretinde olanlar.

ekrem / اكرم

  • En değerli.

elif

  • Birinci harf-i hecânın adı.
  • (Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.

elmas

  • Değerli bir taş.

elmas-ı akide

  • Elmas gibi değerli olan itikad, inanç.

emtia

  • Değerli mallar.

enfal-i ganimet / enfâl-i ganimet

  • Ganimet malları; ele geçen değerli şeyler.

enfes-i asar / enfes-i âsâr

  • Eserlerin en nefisi, eserler içinde en değerli olanı.

enflasyon

  • Piyasaya gerektiğinden fazla kâğıt para çıkartmaktan dolayı paranın değeri düşüp fiyatların yükselmesi. (Fransızca)

enlem

  • (Arz dairesi) t. Yer yüzünde herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeri. Dünyanın büyüklüğü X. yy. başlarında Sincar sahrasında ve Kûfe civarında bir meridyenin uzunluğunu ölçmek suretiyle bulan Musa Oğulları nâmıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimlerindeki üç kardeş

erc / ارج

  • Kıymet, kadr, değer. (Farsça)
  • Gergedan. (Farsça)
  • Değer. (Farsça)

ercmend / ارجمند

  • Değerli, saygın. (Farsça)

ercümend / ارجمند

  • Değerli, saygın. (Farsça)

erz / ارز

  • Kıymet, baha, değer. Kadir ve itibar. (Farsça)
  • Değer, kıymet. (Farsça)

erzan

  • Ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan. (Farsça)
  • Lâyık, münâsib, muvafık, elyâk, şâyân, müstehak, uygun, yerinde. (Farsça)

erzide

  • Pahası kesilmiş, kıymeti kararlaştırılmış, değeri belli edilmiş olan şey. (Farsça)

erziş / ارزش

  • Değer, kıymet, itibar. (Farsça)

esbab-perest

  • Sebeplere taparcasına değer veren.

esbabperest

  • Allah'ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren.
  • Allah'ı unutarak sebeblere haddinden ziyade değer veren. Her şeyi bir sebebe bağlayıp, Allah'ın fâil ve her şeyin hâkimi olduğunu inkâr eden veya ona kıymet vermek istemeyen.

esdaf-ı ayat / esdâf-ı âyât

  • Ayetlerin sadefleri; inci kabuğu gibi değerli olan mahfazaları.

eser-i cihan-kıymet

  • Dünya değerindeki eser.

eser-i san'at

  • San'at eseri. San'at değeri olan eser.

esman / esmân / اثمان

  • Değerler, kıymetler, bedeller. (Arapça)

evsāf-ı mükerreme / اَوْصَافِ مُكَرَّمَه

  • İkram olunmuş, değer verilmiş vasıflar.

eyyühe'l-üstadü'l-muhterem

  • Ey saygıdeğer Üstad.

fa

  • Osmanlıca alfabenin 23'üncü harfi olup ebcedî değeri 80'dir.

fahir / fâhir / فاخر

  • Değerli. (Arapça)
  • Şerefli, onurlu. (Arapça)

faik / fâik

  • Üstün, üstünde. Diğerinden daha değerli ve üstün. Her şeyin güzide ve a'lâsı. Âli.
  • Başın boyun ile bitiştiği yer.

fazıl / fâzıl

  • Faziletli, üstün, değerli.

fazilet / fazîlet / فَض۪يلَتْ

  • Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
  • Değer, üstünlük.

fazilet-i külliye / فَضِيلَتِ كُلِّيَه

  • Umumi olan değer ve üstünlük.

fazl-ı azim / fazl-ı azîm

  • Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet.

feda / fedâ

  • Değerli nesi varsa verme.

ferd-i ferid / ferd-i ferîd

  • Benzeri daha hiç gelmemiş.
  • Hz. Muhammed (A.S.M.)
  • Asrın en yüksek ve en değerli Zâtı. Asırda bir gelen büyük veli.

ferid-i kevn ü zaman / ferîd-i kevn ü zaman

  • Bütün varlıkların en değerlisi ve bütün zamanlarda biricik ve tek olan.

fevt-i fursat

  • Fırsat kaçırma. Fırsatı değerlendirememe. Ele geçen bir imkânı kullanamama.

fi / fî / فى

  • Fiyat, değer, kıymet, eder. (Arapça)

fi-i cari / fî-i cârî

  • Geçer değer, muteber fiat.

fi-i maktu' / fî-i maktu'

  • Biçilmiş kıymet, kararlaştırılmış değer.

fiat

  • (Tekili: Fî) Kıymetler, değerler, bahalar.

fiyat

  • Değer, kıymet. Bir malın piyasa değeri. Satan ile alan arasında uyuşulan, anlaşılan kıymet.

gaiza

  • Yere batan sular, eksilen su.
  • Bir malın değerinin eksilmesi, azalması.

galiye

  • Galeyan eden.
  • Değerinden çok pahalı.
  • Misk ve amberden yapılmış meşhur koku.
  • Hoş kokulu kıymetli madde.

ganimet

  • Savaşta düşmandan ele geçirilen değerli şeyler; büyük nimet.

gaza / gazâ

  • Din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğruna yapılan cihat ve mücadele.

girami / giramî / girâmî / گرامى

  • Muhterem, aziz, hürmete değer. (Farsça)
  • Ulu, büyük. (Farsça)
  • Değerli, kıymetli, saygın, sayın. (Farsça)

giran-maye

  • Kıymetli ve değerli olan şey. (Farsça)

giranbeha / giranbehâ / گران بها

  • Değerli, kıymetli. (Farsça)

girankıymet / گران قيمت

  • Kıymetli, değerli, pahalı. (Farsça - Arapça)

giranmaye / girânmâye / گران مایه

  • Değerli. (Farsça)

h / ه ح خ

  • Osmanlı alfabesinin sekizinci harfi.
  • Ebced alfabesine göre sayısal değeri: 8.

habbeyi kubbe yapmak

  • Değeri olmayan bir şeye çok fazla ehemmiyet vermek. Zihinde büyütmek.

habıt

  • Susturucu.
  • Batıl kılan. İptal ettiren.
  • Değersizleşen.

hadd

  • Sınır.
  • Gerçek değer.
  • Şeriatçe verilen ceza.

hak-i pa-yi ekremi / hâk-i pâ-yi ekremî

  • Mübarek, değerli ayağın tozu.

hakaret

  • Küçüklük, değersizlik.

hakir / hakîr / حقير / حَق۪يرْ

  • İtibarsız, değersiz, önemsiz.
  • Değersiz. (Arapça)
  • Küçük. (Arapça)
  • Bendeniz, ben. (Arapça)
  • Değersiz.

halim-i alihimmet / halîm-i âlihimmet

  • Yumuşak huylu olmasının yanı sıra kutsal değerler uğruna gayret gösteren.

hamiyet

  • Din ve vatan gibi kutsal değerleri ve kendi yakınlarını koruma duygusu ve gayreti.
  • Din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu.

hamiyet-i aliye / hamiyet-i âliye

  • Din, millet gibi mukaddes değerleri en üst düzeyde koruma duygusu ve gayreti; millî onur ve haysiyet.

hamiyet-i islamiye / hamiyet-i islâmiye

  • İslâmın değerlerini koruma ve sahip çıkma gayreti.

hamiyetçilik

  • Din gibi mukaddes değerleri ve kendi vatan, aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti içinde oluş.

hamiyetli

  • Din gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti olan.

hamiyetperver

  • Din, millet gibi üstün değerleri koruma gayretinde olan.

hamiyetsizlik

  • Hamiyetsiz olma, mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti içinde olmama.

hamiyyet

  • Din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti.

has kardeş

  • Özel kardeş; Üstadın çok değer verdiği, ilk saftaki talebelerinden biri.

has kardeşler

  • Özel kardeşler; Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.

has şakirt

  • Üstadın çok değer verdiği ilk sıradaki talebesi.

has şakirtler

  • Özel talebeler; Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.

haşerat

  • Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar.
  • Değersiz ve zararlı adamlar.

hasib / hasîb / حسيب

  • Muhterem, itibarlı, değerli ve soyu temiz kimse. şahsi meziyet sâhibi insan.
  • Muhâsebeci.
  • Değerli. (Arapça)
  • Muhasebeci. (Arapça)

hasis / hasîs / خَس۪يسْ

  • (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat.
  • Ufak, değersiz.
  • Tamahkâr, cimri.
  • Âdi, basit, değersiz.
  • Nekes, cimri.
  • Alçak, değersiz.
  • Değersiz.

haslar

  • Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.

haşur

  • Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir.

hatır / hâtır

  • Akıl, zihin, hâl, gönül, değer.

hatita

  • Bir malın değerinden indirilen tenzilât, iskonto.

hatt-ı fazılane / hatt-ı fâzılâne

  • Faziletli, değerli yazınız.

havan

  • İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap.
  • Tütün kesmekte kullanılan makine.
  • Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık eden kimse.
  • Elektrikî bir boşalmanın ısı değerini gösteren âlet.
  • İçine çuku

hayide-gu / hayide-gû

  • Değersiz sözler söyleyen kimse. (Farsça)
  • Değersiz şiirler yazan kimse. (Farsça)

haysiyet

  • İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe.
  • Değer, saygınlık.

haysiyet-i islamiye / haysiyet-i islâmiye

  • İslâmiyetin değeri, şerefi.

haysiyyet

  • Şeref, onur, itibar, değer.

hazefat-ı safile / hazefât-ı sâfile

  • Kıymetsiz şeyler; çamurdan, topraktan yapılmış kiremit, tuğla, çanak, çömlek gibi değersiz şeyler.

hazerat / hazerât

  • Hazretler; saygıdeğer olanlar (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir).

hazine-i cevahir

  • Cevherlerden, değerli taşlardan oluşan hazine.

hazine-i hümayun

  • Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)

hazine-i mektubat

  • Hazine değerinde mektupların bulunduğu eser; Mektubat.

haziyy

  • Mertebeli, değerli kişi.
  • Yarış atlarının sekizincisi.

hazret

  • Saygıdeğer; saygı, hürmet maksadıyla büyüklere verilen ünvan.

hazret-i resul-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

hazret-i resul-ü ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

hektar

  • Yüz ar değerinde ölçü birimi. (Fransızca)

hemec

  • Kıymetsiz, değersiz.
  • Şaşkın.
  • Övez (denen at sineği).

hemt

  • Karıştırmak. Değerini anlamadan almak.

heyula

  • Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
  • Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
  • Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.

hiç

  • Boş, değersiz.
  • Değersiz, kıymetsiz. Yok olan, yok denecek kadar az olan. (Farsça)

hiç-ender-hiç

  • Hiçlik içinde bir hiç, değersiz.

hil'at-i fahire / hil'at-i fâhire

  • Çok kıymetli ve değerli olan kaftan.

hil'at-i hass-ül has

  • Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.

hisse senedi

  • Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.

hısset

  • Bayağılık, çirkinlik, değersizlik.

hisset

  • Önemsizlik, değersizlik.

hor

  • Değersiz, adi.

hüceyre-i kübra / hüceyre-i kübrâ

  • En büyük hücre; maddî yapısı çok küçük olmasına rağmen, değeri çok büyük olan insan.

hükmen

  • Hüküm yoluyla, hükmünde ve değerinde olarak.

hulle

  • Değerli elbise.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

hurde

  • Değersiz şey, kırıntı.

hürmetli

  • Saygıdeğer.

huzur-u resul-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bizzat huzuru.

i'lem eyyühe'l-aziz" notekey

  • 'Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!' mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade.

i'tibar

  • (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
  • Taaccüb etmek.
  • Şeref, haysiyet.
  • Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
  • Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
  • <

i'tibar-ı suret

  • Surete itibar etme, görünüşe değer verme.

i'zaz / i'zâz / اعزاز

  • Değer verme. (Arapça)
  • Ağırlama. (Arapça)

ibtizal / ibtizâl

  • Çokluktan dolayı değer kaybı.

idrak ettirmek

  • Yaşatmak, değer ve yüceliğini göstermek.

ifate-i fırsat

  • Fırsatı kaçırma. Fırsatı değerlendirememe.

ilm-i cifir

  • Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim.

ilm-i cifr

  • Harflerin sayı değerlerinden anlam çıkarmak üzerine kurulu ilim.

ilmin ulüvv-ü kadri

  • İlmin değer ve kıymetinin yüksekliği.

insan-ı mükerrem

  • Şeref ve değeri çok yüksek olan, kendisine paha biçilmez ikram ve ihsanlarda bulunulan insan.

ipotek

  • Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin. (Fransızca)

irtidad-ı mutlak

  • Tam dinsizlik, dinin bütün değerlerini red ve terk etme.

ıskarta

  • Herhangi bir sebepten dolayı değerini kaybetmiş mal.

isna

  • Yukarı kaldırmak, yükseltmek.
  • Değerini yükseltme.
  • Ateş alevinin yükselmesi.
  • Bir sene bir yerde kalmak.

istidrac

  • Derece derece yükselmeyi isteyiş.
  • Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.

istihfaf etme

  • Hafife alma, değer vermeme.

istimare

  • ing. Gümrük'e ticarî mallara değer takdiri.
  • Baha biçme.

istiskal etme

  • Ağır bulup hoşlanmama, değer vermeme.

itibar / itibâr / اعتبار

  • Saygınlık. (Arapça)
  • İtibar etmek: Değerlendirmek, dikkate almak. (Arapça)

ittihaz / ittihâz / اتخاذ

  • Alma. (Arapça)
  • Kabul etme. (Arapça)
  • Kullanma. (Arapça)
  • Değerlendirme. (Arapça)
  • İttihâz edilmek: (Arapça)
  • Alınmak. (Arapça)
  • Kabul edilmek. (Arapça)
  • Kullanılmak. (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • İttihâz etmek: (Arapça)
  • Almak. (Arapça)

izhar-ı fazl

  • Değerini, üstünlüğünü ortaya koyma.

izz / عز

  • Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim.
  • Değer. (Arapça)
  • Yücelik. (Arapça)

izzet / عزت / عِزَّتْ

  • Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
  • Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
  • Bulunmaz derecede az olan şey.
  • Değer, şeref, saygınlık.
  • Değer. (Arapça)
  • Yücelik. (Arapça)
  • Saygı. (Arapça)
  • Değeri yüce olma, şeref.

izzet-i celal / izzet-i celâl / عِزَّتِ جَلَالْ

  • Haşmet ve büyüklüğün şerefi, değerinin yüceliği.

izzet-i iman / izzet-i îmân / عِزَّتِ اِيمَانْ

  • Îmandan gelen yüksek değer, şeref.

izzü-d-devle

  • Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan.

kabr-i şerif

  • Şerefli, değerli kabir, mezar.

kadir-aşina

  • Değer ve kadir bilen.

kadir-şinas

  • Kıymet ve değerden anlayan. Değerli kimseleri tanıyabilen. (Farsça)

kadirdan / kadirdân / قدردان

  • Kadirbilir. Değerbilir. (Farsça)
  • Değerbilir. (Arapça - Farsça)

kadirdanlık

  • Değerbilirlik.

kadirşinas / kadirşinâs / قدرشناس

  • Değerbilir.
  • Değerbilir. (Arapça - Farsça)

kadirşinaslık

  • Değerbilirlik. (Arapça - Farsça - Türkçe)

kadr / قدر

  • İtibar. Değer, kıymet. Haysiyet. Derece miktarı. Miktar. Meblağ. Takat. Takdir, rızkı taksim eylemek. Gına.
  • Değer, itibar, onur, haysiyet, meziyet.
  • Rütbe, derece.
  • Kıymet, değer.
  • Kadir, kıymet, değer.
  • Değer. (Arapça)
  • Şeref. (Arapça)
  • Derece. (Arapça)

kadrdan / kadrdân / قدردان

  • Değerbilir. (Arapça - Farsça)

kadrşinas / kadrşinâs / قدرشناس

  • Değerbilir. (Arapça - Farsça)

kafir-i mutlak / kâfir-i mutlak

  • Hiçbir dinî değere inanmayan inkârcı.

kaht-ı recul

  • (Kaht-ı rical) Adam kıtlığı. Değerli devlet ve siyaset adamlarının yokluğu.

kalori

  • Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
  • Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.
  • Gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri.

kamet-i kıymet

  • Kıymet ve değerinin mertebesi. Manevî büyüklük.

karm

  • (Çoğulu: Kurum) Değerli insan. Kıymetli insan.

kaside-i mübarek

  • Mübarek, değerli kaside, şiir.

kaside-i mübareke

  • Mübarek, değerli kaside, şiir.

kayyime

  • Müstakim, âdil. Çok değerli.

kehribar / kehribâr / كَهْرِبَارْ

  • Birşeye hızlı bir şekilde sürüldüğü zaman hafif şeyleri kendine çeken değerli bir taş.
  • Elektriklenme kuvvetine sahip olan değerli bir taş.

kelime-i beyza

  • Parlak, değerli söz.

kem-baha

  • Kıymetsiz, değersiz, âdi. (Farsça)

kemal

  • Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet.
  • Değer, baha.
  • Fazlalık.
  • Sıdk ile yapılan güzel iş.
  • Olgunluk, olma.
  • Eksiksizlik, tamlık.
  • Değer, baha.
  • Bilgi, fazilet.

kemkıymet

  • Değersiz, kıymetsiz. (Farsça)

kemter / كمتر / كَمْتَرْ

  • Daha az. (Farsça)
  • Değersiz. (Farsça)
  • Değersiz.

kerem

  • İyilik, lütuf, ikram, değer.

kırat / kırât

  • Değerli metallerin ölçülmesinde kullanılan ağırlık birimi.

kıstas

  • Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
  • Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
  • En doğru tartan.
  • Taksit. Taksit ile ödenen şey.

kıyem

  • (Tekili: Kıymet) Kıymetler, değerler.

kıyemiyyat

  • (Tekili: Kıyemî) Değerli nesneler, az bulunan pahalı şeyler.

kıymet / قيمت

  • Değer.
  • Değer, tutar, bedel, itibar, onur.
  • Değer, îtibâr, üstünlük.
  • Değer, baha, semen, bedel.
  • Değer.
  • Değer. (Arapça)
  • Kıymet vermek: Değer vermek. (Arapça)

kıymet-agah / kıymet-agâh

  • Kıymetten anlar, değer bilir. (Farsça)

kıymet-dar / kıymet-dâr

  • Değerli, kıymetli, pahalı. (Farsça)

kıymet-i aliye / kıymet-i âliye

  • Yüksek, yüce değer.

kıymet-i asliye

  • Aslındaki değer, önem.

kıymet-i binihaye / kıymet-i bînihaye

  • Sınırsız değer.

kıymet-i diniye

  • Dinî değer.

kıymet-i hakikiye

  • Hakiki ve gerçek değer.

kıymet-i manevi / kıymet-i mânevi

  • Mânevî kıymet, değer.

kıymet-i maneviye / kıymet-i mâneviye

  • Mânevî kıymet, değer.

kıymet-i natıkıyet / kıymet-i nâtıkıyet

  • Konuşma ve düşünme özelliğinin taşıdığı değer.

kıymet-i ruhiyece

  • Ruhsal özelliklerin değeri, zenginliği açısından.

kıymet-i şahsiye

  • Şahsî kıymet ve değer.

kıymet-i san'at

  • San'attaki kıymet, değer.

kıymet-i zatiye / kıymet-i zâtiye

  • Bir şeyin veya bir kişinin bizzat kendisinde bulunan değer.

kıymet-na-şinas / kıymet-nâ-şinâs

  • Değer takdir edemiyen, kıymet bilemiyen. (Farsça)

kıymet-şinas

  • Kıymet bilir. İnsaniyetli, değer bilir. (Farsça)

kıymetbilmez

  • Değer bilmeyen. (Arapça - Türkçe)

kıymetdar / kıymetdâr / قيمتدار

  • Kıymetli, değerli.
  • Kıymetli, değerli.
  • Değerli. (Arapça - Farsça)

kıymetli

  • Değerli.

kıymetli olmak

  • Değerli olmak.

kıymetşinas / kıymetşinâs

  • Değerbilir.

kıymetsizlik

  • Değersizlik.

kıymettar / kıymettâr

  • Kıymetli, değerli.

kıymettarlık

  • Kıymetlilik, değerlilik.

klasik / klâsik

  • Çok eskiden yazıldığı hâlde değerini kaybetmeyen eser veya san'at eseri. (Fransızca)
  • Âdet hâline gelmiş usul. (Fransızca)
  • Zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.

küfr-ü mutlak

  • Tam bir küfür ve inkâr, hiçbir dinî değere inanmamak.

kürsi-i mualla / kürsî-i muallâ

  • Yüce taht, saygı değer makam.

kurum

  • (Tekili: Karm) Değerli insanlar. Kıymetli ve değeri büyük kişiler.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

laceverd

  • Lacivert.
  • Koyu mavi renkte değerli bir süs taşı.

laik

  • Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm (Fransızca)

laki / lakî

  • (Lâkıy) İtibarsız ve değersiz, zelil kimse.
  • Önemsiz ve kıymetsiz şey.

lam / lâm

  • Kur'ân alfabesinde yirmialtıncı harf olup, ebcedi değeri otuzdur.

laşey / lâşey

  • Bir şey değil. Değersiz.

layık-ı hürmet / lâyık-ı hürmet

  • Saygıya değer.

levha-i mübareke

  • Mübarek, değerli levha.

liyakatmend

  • (Çoğulu: Liyâkatmendân) Değerli, liyâkatli. (Farsça)
  • Faziletli. (Farsça)

liyakatmendan / liyakatmendân

  • (Tekili: Liyâkatmend) Değerli, liyâkatli kimseler, faziletli kişiler. (Farsça)

lükata-çin

  • Değersiz ve artık şeyleri toplıyan. (Farsça)

ma'nevi bağ / ma'nevî bağ

  • Herhangi bir şekilde, iki şey arasında zihinde kurulan irtibat, ilgi. Buna mânevî râbıta da denir.
  • Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, dînine bağlılık gibi mânevî değerler.

maarifperverlik

  • Eğitim ve öğretime değer verme.

maddi felsefe / maddî felsefe

  • Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.

mahamid

  • (Tekili: Mahmedet) İyi ve güzel huylar. İyi hasletler.
  • Şükürler, senâlar, medihler. Şükür edilmeğe değer davranışlar.

mahmudiye

  • Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi.
  • Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın.
  • Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.

mahra

  • Değerli ve itibarlı insan.
  • Uygun, münâsib ve elverişli şey.

mahzeniyet

  • Hazine değerinde oluş, kıymetlilik, stok değeri.

makam-ı cifri / makam-ı cifrî

  • Harflere sayı değerleri yüklenerek ulaşılan netice, sayısal değer.
  • Cifir hesabına göre olan netice, sayı değeri.

makam-ı cifri ve ebcedi / makam-ı cifrî ve ebcedî

  • Ebced ve cifir ilmine göre verilen sayısal değer.

makam-ı ebcedi / makam-ı ebcedî / مَقَامِ اَبْجَد۪ي

  • Bir cümlenin ebced hesabı açısından konumu, sayısal değeri.
  • Bir metnin ebced hesabıyla çıkan sayı değeri.

maktu'

  • (Maktua) (Çoğulu: Makati') Kesilmiş, kat olunmuş.
  • Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş.
  • Götürü.

mal / mâl

  • Bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey.

mal-ı müşterek

  • Ortak mal, değer.

maliyet

  • Kıymet. Mâlolma değeri.

malzeme-i mübareke

  • Bereketli, değerli malzeme.

mana-yı şerif / mânâ-yı şerif

  • Değerli ve şerefli anlam.

maneviyat / معنویات

  • Manaya dayalı şeyler. (Arapça)
  • Moral değerler. (Arapça)

maneviyat adamı / mâneviyat adamı

  • Fazilet ve ahlâk gibi mânevî değerlerin korunması için gayret gösteren ve yaşayan kişi.

masnuiyet

  • San'atlılık, sa'at değeri olma.

mebruk

  • Tebrike şâyeste kimse. Tebrike değer nesne.

mecidiye

  • Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.

mefahir-i hakikiye-i milliye / mefâhir-i hakikiye-i milliye

  • Gerçek övünülecek millî değerler, şerefler.

mehir

  • Nikâh bedeli; nikâh esnasında belirlenen ve erkek tarafından kadına verilmesi gereken mal, değerli eşya veya para.

mehn

  • Hizmet.
  • Mübtezellik, değersizlik.

memduhat

  • (Tekili: Memduh ve Memduha) Medhedilecek ve övülecek şeyler. Övülmeğe değer şeyler.

menakıb / menâkıb / مناقب

  • Menkıbeler, övgüye değer özellikler. (Arapça)

menfaat-i hasise

  • Âdi, değersiz çıkar.

merdane

  • Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. (Farsça)
  • Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. (Farsça)
  • Yufka açmağa yarıyan oklava. (Farsça)
  • Erkek ayakkabısı. (Farsça)

mesabe / mesâbe

  • Yerinde, değerinde.

mesag

  • Açlık.
  • Geçmesi kolay olan.
  • İtibar, değer.
  • İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz.

meta / metâ

  • Ticarî değer, değerli mal.

meta-ı ali / metâ-ı âlî

  • Değeri çok yüce ve yüksek olan şey, şey.

mevki'

  • Yer.
  • Sınıflandırılmış yerlerden her biri.
  • Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer.
  • Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer.

meydan-ı hamiyet

  • Din, vatan, millet gibi değerleri savunma alanı, sahası.

meziyet-i zatiye / meziyet-i zâtiye

  • Bir şeyin veya bir kişinin bizzat kendisinde bulunan meziyet ve değerli özellik.

mide-i insaniyet

  • İnsanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide.

mihenk

  • Mihenk taşı, denek taşı; birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.

mikdar / مقدار

  • Parça. Kısım. Bölük.
  • Kıymet. Değer. Derece.
  • Miktar. (Arapça)
  • Değer. (Arapça)
  • Derece. (Arapça)

mirac-ı şerif

  • Değerli Miraç gecesi.

mısdak

  • (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti.
  • Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur.
  • Değer ölçüsü.

misillu / misillû

  • Gibi, benzer, eş değer.

mü'min-i gayr-ı müslim

  • Müslüman olmadığı halde mü'min gibi bazı imanî değerlere sahip olanlar.

muadil / muâdil / معادل

  • Eşit, denk, eşdeğer.
  • Müsâvi, eşit, denk.
  • Fiz: Eş değer.
  • Denk, eşdeğer. (Arapça)

muazzez / معزز

  • Değerli, aziz. (Arapça)

mübareze-i hamiyet

  • Din, millet, vatan gibi değerleri korumak için gayretle verilen mücadele.

mübayaa

  • Satın almak. Pazarlıkla bir şeyin değerini verip almak.

mübtezel

  • (Bezl. den) Pek bol ve ucuz. Değersiz.
  • Hor kullanılan. Ortaya düşmüş olan.
  • Bol, ucuz, değersiz.

müellif-i muhterem

  • Muhterem, saygıdeğer yazar.

muhakemat / muhâkemat

  • Akıl yürütmeler, değerlendirmeler.

muhammen

  • (Hamn. den) Tahmin edilen. Ortalama olarak bir değer kabul edilen. Sanılan.

muhammin

  • Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper.

muhasebe-i a'mal / muhasebe-i a'mâl

  • Amellerin değerlendirilmesi.

mühimm

  • Düşündürücü.
  • Değeri çok fazla. Kıymetli.
  • Lâzım ve muktezi olan.

muhterem / محترم

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer.
  • Saygın, saygıdeğer. (Arapça)

muhtereme

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer anlamında, hanımlar için kullanılan ifade.

mukaddem

  • Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan.
  • Askerin ön tarafına sevkedilen karakol.
  • Değerli, üstün.
  • Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.

mukadder

  • Kıymeti biçilmiş, kadri, değeri bilinmiş.
  • Alın yazısı.

mukaddesat / mukaddesât / مقدسات

  • Mukaddes olan şeyler, kutsal değerler.
  • Kutsal değerler. (Arapça)

mukaddesat-ı beşeriye / mukaddesât-ı beşeriye

  • İnsanların kutsal değerleri.

mukaddesat-ı diniye / mukaddesât-ı diniye

  • Dine ait kutsal değerler.

mukaddesatçılık

  • Din, vatan, millet gibi mânevî değerlere sahip çıkmak.

mükerrem / مُكَرَّمْ

  • Muhterem, azîz, saygı değer.
  • Kerîm olan, kendisine değer verilen, saygıdeğer.
  • İkram olunmuş, değer verilmiş.

münekkid

  • Tenkid eden, eleştiren, değerlendiren.

münfis

  • Ağır, pahalı, değerli.

münhasif

  • (Husuf. dan) İnhisaf eden, sönükleşen, daha mükemmel bir şeyin yanında sönük kalan. Değersiz. Gölgelenmiş.

müptezel

  • çokluğu dolayısıyla değerini yitiren, değersiz.

murassa / murassâ / مرصع

  • Değerli mücevherlerle süslenmiş şey.
  • Değerli taşlarla süslenmiş. (Arapça)

murassaatlı

  • Değerli taşlarla süslenmiş.

mürevvic

  • Geçerli kılan, değer veren.

müşerref

  • Şerefli, değerli.

müstehan

  • Değersiz, alçak, âdi, hakir sayılan.
  • Değersiz.

mütesaviyen

  • Birbirine eş değerde.

na-çizi / na-çizî

  • Naçizlik, ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, değersizlik. (Farsça)

na-dide

  • Az bulunur, çok değerli. Az görülen, görülmemiş. (Farsça)

na-sencide

  • Ölçülmemiş, tartılmamış. (Farsça)
  • İyi düşünülmemiş. (Farsça)
  • Değerlenmemiş. (Farsça)

naçiz / nâçiz / nâçîz / ناچيز

  • (Nâ-çiz) Çok küçük, ehemmiyetsiz şey, değersiz, hükümsüz. (Farsça)
  • Değersiz, önemsiz.
  • Değersiz.
  • Değersiz, önemsiz. (Farsça)

nadide / nâdide

  • Az bulunur, değerli.

nafis

  • (Nefs. den) Gözü nazar değer olan kimse.
  • Açan ve ferahlandıran.

nakdine

  • Hazır ve peşin para.
  • Kıymetli ve değerli mal.

nazar ve teveccüh-ü fazılane / nazar ve teveccüh-ü fâzılâne

  • Faziletli, değerli teveccüh ve bakış.

nazar-ı adalet ve insaf

  • Hadiselere adaletli ve insaflı bir açıdan bakma, değerlendirme.

nazar-ı maddi / nazar-ı maddî

  • Olayları ve varlıkları sadece dış görünüşüne göre değerlendirme.

nazar-ı rağbet

  • İstekli ve değer veren bakış.

nazar-ı takdir

  • Kıymet veren, değer bilen bakış.

nazardan düşürme

  • Birşeyin insanların gözündeki değerini düşürme.

neceş

  • Değeri artırmak için almak.
  • Bir kumaşın pahasını artırmak.
  • Dağılmış şeyleri bir yere toplamak.
  • Örtmek, setretmek.

nef'

  • Fayda, yararlılık.
  • Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.

nefais / nefâis / نفائس

  • (Tekili: Nefise) Değerli, güzel ve beğenilir şeyler.
  • Değerli ve nefis eserler. (Arapça)

nefaset

  • Beğenilir olmak, kıymetlilik, değerlilik, çok güzellik, pek iyilik. Nefis ve mergub olmak.

nevadir / nevâdir / نوادر

  • Nadir olan değerli eşyalar. (Arapça)

nüktesenc

  • (Çoğulu: Nüktesencân) Nükteyi değerlendiren. Nükteden anlayan. Nükteyi yerinde kullanan. (Farsça)

nun

  • Kur'an alfabesinde yirmibeşinci harf. Ebced hesabına göre değeri ellidir.
  • Divid, kalem.
  • Kılıcın ağzı. Kılıç.
  • Çene çukuru.
  • Balık, semek.

ömr-ü makbul

  • Makbul, değerli ömür.

paha / بها

  • Değer, fiyat.
  • Değer, kıymet. (Farsça)

para

  • Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.

perh

  • Hisse, pay. (Farsça)
  • Değersiz mal. (Farsça)

racih-raciha

  • Değerlerinden üstün, daha önce, tercihli.

rad

  • Cömert, eli açık, faziletli, üstün, değerli. (Farsça)

raic-i mal

  • Malın değeri.

raic-i vakt

  • Bir şeyin şimdiki değeri.

refi'-ül kadr

  • Şanı, kadri, değeri yüce olan.

reis-i muhterem

  • Muhterem, saygıdeğer başkan.

resul-i ekrem / resûl-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-i kerim / resul-i kerîm

  • Allah'ın çok şerefli ve değerli elçisi Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-u ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-ü ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-ü ekrem (a.s.m.)

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

revac

  • Kıymet, değer.
  • Sürüm. Kıymet, değer, geçerlik, makbuliyet.
  • Geçerlik, değer, sürüm.

revaç

  • Kıymet, değer.

revaçlı

  • Çok değer verilen, tercih edilen.

revani

  • Değerli, rağbetli revaçlı. (Farsça)
  • Tepside pişirilen irmik veya undan bir tatlı çeşidi. (Farsça)

  • Kur'an alfabesinin onuncu harfi olup, ebcedî değeri 200'dür.

rütbeten

  • Rütbe ve değer açısından.

şaban-ı şerif / şâbân-ı şerif

  • Hicri ayların sekizincisi ve mübarek üç ayların ikincisi olan değerli ve şerefli Şâban ayı.

sad

  • Kur'an alfabesinin onyedinci harfi olup, ebcedî değeri 90'dır. Noktası olmadığından sâd-ı mühmele adı da verilir.

şaheser

  • Üstün ve büyük eser. Eserin şâhı. (Farsça)
  • Yüksek değerde olan. (Farsça)

sahife-i itibar-i alem / sahife-i itibar-i âlem

  • Âlemin itibar sayfası; dünyanın şeref, kıymet, değer sayfası.

sarraf

  • Anlayan, değerini bilen.

şayan-ı dikkat / şâyân-ı dikkat

  • Dikkate değer, ilginç.

şayan-ı esef / şayân-ı esef / شَايَانِ اَسَفْ

  • Üzülmeye değer.

şayan-ı hayret / şâyân-ı hayret / شَايَانِ حَيْرَتْ

  • Şaşmağa değer. Hayret edip şaşılacak şey.
  • Hayrete değer, hayret verici.
  • Hayrete değer.

şayan-ı hayret ve teemmül / şâyân-ı hayret ve teemmül

  • Hayret verici ve üzerinde etraflıca düşünmeye değer.

şayan-ı hürmet / şâyân-ı hürmet

  • Saygı duymaya değer, saygıya layık.

şayan-ı şükran / şâyân-ı şükran

  • Teşekküre değer, lâyık.

şayan-ı takdir ve hayret / şâyân-ı takdir ve hayret

  • Takdir ve hayret etmeye değer.

şayan-ı takdir ve tebrik / şâyân-ı takdir ve tebrik

  • Takdire ve tebrike değer.

şayan-ı temaşa / şâyân-ı temâşâ

  • Görülmeğe değer olan. (Farsça)
  • Seyretmeye değer.

sebeb-i izzet ve kemal

  • Değer, itibar ve olgunluk sebebi.

sebeb-i kıymet

  • Değerli oluş sebebi.

sebeb-i sukut

  • Değer kaybetme, düşünme nedeni.

sebükmaye / sebükmâye

  • İtibarsız, değersiz, kıymetsiz. (Farsça)

seciye-i hamiyet

  • Din, vatan, aile gibi değerleri koruma duygusu, karakteri, tabiatı.

sehale

  • Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kırıntıları.

şekaz

  • Gitmek.
  • Uzaklık.
  • Bir adamın gözünün çok değer olması.

semen / ثمن

  • Baha, kıymet. Değer. Tutar. Satılan şeyin fiatı.
  • Kıymet, değer; para, fiyat.
  • Yağ, değer.
  • Para, kıymet, değer, bedel.
  • Değer, kıymet. (Arapça)

semen-i müsemma

  • İki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

semen-i rayic / semen-i râyic

  • Bir malın o günkü değeri.
  • Geçer değer, o zamanki kıymeti, fiyatı.

semeni

  • Paha, değer.

semin / semîn / ثمين

  • (Semine) Çok değerli, pahalı, kıymetli.
  • Değerli. (Arapça)

senc

  • Ölçen, tartan, değerlendiren. (Farsça)

sencide

  • Ölçülmüş, tartılmış, değerli. (Farsça)
  • Tam yerinde söylenmiş söz. (Farsça)

şeref

  • Yücelik, büyüklük, değer.

si'r

  • Fiyat, mala biçilen değer.

sıhhat-ı muhakeme

  • Sağlıklı değerlendirme, hüküm verme.

şikar

  • Mc: Değerli, kıymetli.

şın

  • Kur'an alfabesinin onüçüncü harfi olup, ebcedî değeri 300'dür.

sırr-ı adediyet

  • Sayısal değer.

siyonist

  • (Kudüs'ün eski adı olan Sion. dan) Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurmak isteyen. Yahudi fikrinin taraftarı. Bir şeyi Yahudilerin gaye ve menfaatına göre değerlendiren. Yahudilik.
  • Yahudi dinine giren.

şüf'a

  • Başkasına satılmış olan bir mülkü, satış değeri ile satın almak hakkı. Bu hakka mâlik olan kimseye şefî' denir.

sühan-fehm

  • Sözün, kelâmın değerini takdir eden. (Farsça)

sukut

  • Düşme. Yukardan aşağıya birden iniverme.
  • Değerini kaybetme. Bozulma.
  • Devrilme.
  • Mahvolma.
  • Ahlâk bakımından alçalma.
  • Büyük bir vazifeden ayrılma.
  • Sarkma.
  • Çocuğun eksik veya ölü olarak doğması.

summaki

  • Gayet sert, değerli ve parlak olan bir taş.

suretperestlik

  • Surete tapmak, görünüşe çok değer vermek, fotoğrafa tapmak.

sütude

  • (Çoğulu: Sütudegân) Övülmüş, medhedilmiş. (Farsça)
  • Övülüp medhedilmeğe değer. (Farsça)

ta

  • Kur'anın alfabesinde üçüncü harfin adıdır. Ebcedî değeri 400'dür.

ta'dad / ta'dâd / تعداد

  • Sayma. (Arapça)
  • Sayım. (Arapça)
  • Sayı. (Arapça)
  • Ta'dâd etmek: (Arapça)
  • Saymak. (Arapça)
  • Değerlendirmek, kabul etmek. (Arapça)

ta'ziz / ta'zîz / تعزیز

  • Aziz tutma, değer verme. (Arapça)

tac

  • Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek.

tafralık

  • Kendini olduğundan değerli gösterme, yüksekten atma.

tagşiş

  • (Gışş. dan) Karıştırmak saflığını gidermek. Değerli bir şeyi değeri olmayan şeylerle karıştırmak.
  • Aklı gidermek.
  • Hayran etmek.

tahlil / tahlîl / تحليل

  • Ayrıştırma, çözümleme, analiz. (Arapça)
  • Tahlil etmek: Değerlendirme yapmak, analiz yapmak. (Arapça)

takdir / takdîr / تقدیر

  • Kıymet vermek. Değerini, kıymetini, lüzumunu anlamak.
  • Kader.
  • Düşünmek.
  • Öyle saymak.
  • Ölçme, değer biçme, değer verme, tâyin etme. Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilmi) ile bilip tâyin etmesi.
  • Değerlendirme. (Arapça)
  • Beğenme. (Arapça)
  • Tanrı'nın isteği. (Arapça)
  • Takdîr edilmek: (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • Beğenilmek. (Arapça)
  • Değer biçilmek. (Arapça)
  • Takdîr etmek: (Arapça)
  • Değerlendirmek. (Arapça)
  • Beğenmek.< (Arapça)

takdir edilme

  • Değer biçilme.

takdir etme

  • Birşeyin değerini ve mahiyetini tam olarak bilme ve anlama.

takdir etmek

  • Bir şeyin değerini anlama.

takdir-i kelam / takdir-i kelâm

  • Söze değer vermek.
  • Sözün kıymeti. Sözden anlaşılan husus.

takdiren

  • Değer ve kıymetini anlıyarak. Takdir ederek.

tefsir-i şerif

  • Şerefli ve değerli tefsir.

telakki / telakkî / تلقى

  • Anlayış, görüş, değerlendirme. (Arapça)
  • Telakkî etmek: Anlamak, değerlendirmek. (Arapça)

telakkiyat / telakkiyât / تلقيات

  • Görüşler, anlayışlar, değerlendirmeler. (Arapça)

tenkid

  • Eleştiri, değerlendirme.

tenkis / tenkîs

  • Noksan gösterme, değerini düşürme.

tenkis etme

  • Değerini indirme.

tenkis etmek

  • Eksiltmek, değerini indirmek.

tervic

  • Revaç vermek. Değerini arttırmak.
  • Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak.
  • Revaç verme, değerini artırma, geçerli kılma.

terviç

  • Revaç kazandırma, değerini artırma.

tervic / tervîc / ترویج

  • Yaygınlaştırma, rayiç kılma. (Arapça)
  • Değerini artırma. (Arapça)

terviç etmek

  • Kıymet ve değerini arttırmak.

tes'ir

  • (Sa'r. dan) Ateşi yakıp alevlendirme.
  • Kıymet ve değer koyma. Narh koyma.

tevafuk-u cifri / tevafuk-u cifrî

  • Cifir ilmine göre kelime veya cümlelerin rakamsal değeri ile anlamı arasındaki uyum.

tevliyet

  • Bir vakfın işlerine bakma vazifesi. Mütevellilik.
  • Yüz çevirme, yüz döndürme.
  • Fık: Sâhib olunan malı peşin değeri ile başkasına tevcih etme.

tezehhüd / تَزَهُّدْ

  • Dünyaya değer vermeme.

tuhfe

  • Hediye, armağan, değerli şey.

ulema-i zahir / ulema-i zâhir / ulemâ-i zâhir

  • Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
  • Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.

ulum-u mühimme / ulûm-u mühimme

  • Önemli ve değerli ilimler.

ulviye / ulvîye

  • Değeri yüce.

umur-u hasise / umur-u hasîse / umûr-u hasîse / اُمُورُ حَادِثَه

  • Alçak ve değersiz işler.
  • Değersiz işler.

uruk-u insaniyetkarane / uruk-u insaniyetkârâne

  • İnsanlık değerlerini harekete geçiren damarlar, insanlık damarı, insanî duygular.

üstad-ı aziz / üstad-ı azîz

  • Çok değerli Üstad.

üstad-ı muhterem

  • Saygıdeğer Üstad.

valakadr / vâlâkadr / والاقدر

  • Değeri yüksek, kadri yüce. (Farsça)
  • Saygıdeğer. (Farsça - Arapça)

varak-pare-i fazılane / varak-pâre-i fâzılâne

  • Sizin çok değerli yaprak parçanız, kağıt parçanız.

vefk-i müselles

  • Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.

vicdan / vicdân / وجدان

  • İyi ile kötüyü ayırt edip değerlendirme duygusu. (Arapça)

vücud-u kıymetdar

  • Değerli vücut, kıymetli varlık.

vücud-u muhterem

  • Saygıdeğer ve hürmete lâyık varlık; değerli şahsiyet.

ya

  • Kur'ân alfabesindeki son harfin ismidir. Ebcedî değeri 10'dur. Hecâ harflerinin mahmuse kısmındandır. Şedide ile rihve arasında, ortadadır.

yaver-i ekrem / yâver-i ekrem

  • Çok değerli, yüksek rütbeli memur.

zahirperestlik

  • Dış görünüşe değer verme.

zaman

  • Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti.

zat

  • Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi.

zat-ı muhterem / zât-ı muhterem

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer kişi.

zelil etme

  • Değerini düşürme.

zevat-ı kiram

  • Muhterem ve değerli zâtlar, büyük şahsiyetler.

zevat-ı muhterem / zevât-ı muhterem

  • Saygıdeğer zâtlar, kişiler.

  • Kur'an-ı Kerim alfabesinde onyedinci harftir. Ebcedî değeri: 900'dur.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın