Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
DEVE
ifadesini içeren
720
kelime bulundu...
a'yes
(Çoğulu: İys) Beyaz deve.
abal / âbal / âbâl / آبال
Develer.
Develer.
(Arapça)
abil
Koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan.
Çayırda otlayarak suya muhtaç olmayan hayvan.
abt
Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak.
Kazılmamış yeri kazmak.
Yarmak.
acasa
Deve sürüsü.
acc
Yüksek sesle haykırma,
Gürültü çıkarma. Deveyi döğme.
acemceme
(Çoğulu: Acemcemât) Kuvvetli, muhkem deve.
acm
(Çoğulu: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve.
Kuyruk dibi.
Isırmak.
adin / âdin
Otlakta bulunan dişi deve.
adiyat / âdiyât
(Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.)
Mc: Düşmanlık, zulüm.
Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat.
Uzaklık. (Kamus)
adm
(Çoğulu: İdâm) Yay tutamağı.
Deve kuyruğu.
Saban eğiği ki, ucunda demiri vardır.
Harman savurdukları yaba.
adya'
Boynuzu ufak koyun.
Nebiyyi Zişân Aleyhisselam Efendimizin devesinin adı.
af'af
Devedikeni ağacının yemişi.
aferna'
Arslan.
Kuvvetli deve.
afs
Hapsetmek.
Deve sürmek.
Arkasına ayağıyla vurmak.
ahseb
Çok iyi hesab edilmiş, münâsib.
Çok fazla cimri, hasis.
Miskin.
Saçının rengi kırmızıya yakın.
Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.
aiz
Yeni doğmuş deve yavrusu.
akan
Deve ayağını bağladıkları ip.
akise
Çok fazla deve.
Karanlık gece.
akkam / akkâm
Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
Çadır mehteri.
akkub
Devenin çok yediği yassı yapraklı bir dikenli ot.
akres
Bir çeşit tuzlu veya ekşi ottur ve "devenin yemişidir."
akret
Deve sürüsü. (50 ile 100 arası)
Dil dibi.
aks
(Çoğulu: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters.
Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi.
Döndürmek.
Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak.
Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.
<
alcün
Ahmak kadın.
Semiz dişi deve.
alendat
Kuvvetli deve.
alhan
Deve kuşunun erkeği.
Karnı çok aç kişi.
alic / âlic
İki hörgüçlü büyük deve. Yumuşak nesne.
Kırda bir kumlu yer.
Alcân dedikleri otu yiyen deve.
alih / âlih
Deve kuşunun dişisi.
Hafif mizaçlı.
alpaka
Güney Amerika'da yaşayan ve büyüklüğü keçi ile deve arasında olan bir hayvan.
Bu hayvanın kılından mamul bir cins ince yünlü kumaş.
aluk
Arzu.
Kendi yavrusundan başka yavruyu emzirmek isteyip yine burnuyla koklayıp emzirmeyen deve.
Devenin otladığı ot.
Süt.
amariyye
Deveye konulan mıhfe.
ameysel
Arslan.
Şişman, büyük deve.
Kaftanını yere sürüyerek gezen tembel kimse.
Uzun kuyruklu geyik.
Enli nesne.
Kerim, şerif nesne.
andel
Yaşı büyük deve.
Uzun, tavil.
Avazla çağırmak.
anet
Cimâdan âciz olmak.
Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.
anik
Çok nesne.
Devenin ancak dizini çekip yürüyebildiği kumlu yer.
anis
Şişman ve iri deve.
İhtiyar bekâr.
İhtiyar kız.
ans
Sağlam, kuvvetli deve.
Yemen tâifesinden bir kabile.
Kız bâliğa olduktan sonra, ailesinin evinde çok durması.
arak
Ter, rutubet.
Dağdaki yol.
Çukur.
Deve izleri.
Sıra sıra olan şey.
Zenbil.
Menfaat, sevab, karşılık.
Süt.
arc
Mekke ile Medine arasında bir mevzi.
Deve sürücüsü.
arekrek
Aceleci, acul.
Kuvvetli büyük deve.
arvana
Boz dişi deve.
asellak
Deve kuşunun erkeği.
asemsem
Kuvvetli, büyük deve.
aşevsec
Büyük karınlı iri deve.
asheb
Tüyünün üstü kızıl, içi beyaz olan deve.
asid
Başında bir zahmet olup boynunu döndüremeyen ve eğilemeyen, burnundan sümüğü akan deve.
asire
Üzerine bir yıl geçtiği hâlde hâmile olmayan dişi deve.
aşra'
Muharrem ayının onuncu günü.
On aylık vazife.
On aylık hâmile deve.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
aşva'
Geceleyin gözü görmeyen kadın veya kız.
Önüne bakmayıp her ne olursa basan deve.
aşvez
(Çoğulu: Aşâviz) Sağlam yer.
Sağlam ve geçirimsiz yerlerde oluşan göl.
Sağlam, kuvvetli deve.
Çok et.
atan
(Çoğulu: Atân) Kovası el ile çekilen kuyu.
Kuyunun ve havuzun etrafında deve çekip duracak yer.
Su kenarı.
Kokmak.
Dibâgat etmek.
atele
(Çoğulu: Utül) Rende.
Kalın ve büyük asâ.
Fârisi yayı.
Doğurmamış dişi deve.
atle
(C. Utül) Rende.
Yoğun büyük asâ.
Büyük iğne demiri. Farisî yayı.
Doğurmamış dişi deve.
atum / atûm
Akşam vaktinin dışında sütünü vermeyen deve.
avca
(Müe.) Eğri. Şaşı.
Yay. Kavs.
Arık, zayıf deve.
avemen
Deve veya at gidişi.
Yüzme.
avhak
Uzun nesne.
Kara karga.
Büyük kara deve.
avhec
Yılan.
Uzun boyunlu.
Dişi deve.
aysum
Filin dişisi.
Sırtlan.
Büyük deve.
Süsen çiçeği.
ayta'
Uzun boyunlu kadın.
Uzun boyunlu dişi deve.
ayzemur / ayzemûr
Yük taşıyamıyan büyük ve yaşlı deve.
azuz / azûz
Memelerinin delikleri dar olan deve ve koyun.
bagar
Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.
bahas
Deve tırnağı.
Ayak eti.
Parmak diplerinin ayak tarafındaki etleri.
Gözün üstünde veya altında beliren yumruca et.
bahbaha
Devenin kükreyip ses çıkarması.
Çıtırdama. Mışıldama.
Deve çağırmak.
bahil / bâhil
Avâre, başıboş, serseri.
Yularsız deve. Deyneği olmayan çoban.
İşsiz, avare, başı boş.
Yularsız deve.
bahire / bâhire
Kulağı kesik deve.
Dikenli ağaç.
Çok koşan cins bir deve.
Çok koşan cins deve.
Dikenli ağaç.
bahıyre
Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
bahr
(Çoğulu: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz.
Âlim. Çok bilen.
Büyük göl veya nehir.
Yarmak, yırtmak.
Çok yürüyen at.
İyi kimse.
Deve hastalığı.
Aruzda aslî bir vezinle ondan tevellüd eden vezinler mecmuası.
bair
Erkek deve.
bakir / bakîr
Yensiz gömlek.
Sığır sürüsü.
Karnı yavrusundan dolayı yarılan deve.
bazil
(Çoğulu: Büzül-Bevâzil) Sekiz dokuz yaşında olan deve.
Devenin, önce biten dişi.
Şey.
Kan akan baş yarığına "şecce-i bâzile" denir.
bedene
(Çoğulu: Büdün) Kurbanlık deve.
behime-i en'am
Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
bekr
Genç erkek deve. (Müe: Bekre)
bel'as
Büyük karınlı dişi deve.
belzi
Muhkem, güçlü, sağlam deve.
bercis
Müşteri denilen gezegen.
Bol sütü olan deve.
berk
(Çoğulu: Bürük) Göğüs, sadr.
Çok çöken deve.
beşk
Yalan söylemek.
İşleri yaramaz olmak.
Deve, sür'atle gitmek.
Elbise dikmek.
besrik
(Bisrik) Hafif ve hızlı yürüyüşlü bir cins hecin devesi.
besus / besûs
Okşadıkça süt veren deve.
bev
Deve yavrusunun derisi. (Bunu samanla doldurup anasına gösterirler. tâ ki sağılmaktan kaçmasın diye.)
bevani
Kaburga kemikleri.
Deve ayakları.
beyzat-ül beled
Devekuşu yumurtası.
Mc: Aciz, zelil kimse.
bint-i lebun
Üç yaşına girmiş dişi deve.
bint-i mehad
İki yaşına girmiş olan dişi deve.
bir'is
Sütlü deve.
bircis
Sütlü Deve. Müşteri yıldızı.
bist
(Çoğulu: Ebsât-Büsât) Yavrusu yanında olan dişi deve.
Salıverilmiş, bırakılmış olan şey.
bitan
Deve kolanı. Karnı tok kimse.
büdün
(Tekili: Bedene) Kurbanlık develer.
buht
Arabî ile Acemîden doğmuş develer.
buhtiyye
Melez dişi develer.
büre
(Çoğulu: Bürât-Bürâ-Bürin) Deve burnuna takılan halkalar.
Bilezik gibi olan halkaların her birisi.
bürsün
(Çoğulu: Berâsin) İnsan eli.
Vahşi hayvanların pençesi.
Develere vurulan bir nevi damga.
büruk
Un helvası, undan yapılan bir nevi helva.
Büyük oğlu varken evlenen kadın.
Deve çökmek (mânâsına mastardır.)
ca'caa
Değirmen sesi.
İsteklerde zorluk vermek.
Devenin çökermesi.
Çökmüş deveyi kaldırmak.
ca'ma
Yaşlı deve.
ca'v
Deve ve koyun tersini toplamak.
camil
Çobanla olan deve sürüsü.
çarpa
Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.
(Farsça)
carre
Komşu kadını.
Yularından çekilen deve.
ce'cee
Geri durdurmak.
Deveyi suya çağırmak.
Eşek boncuğu denilen bir boncuk.
cebb
Bir kimsenin zekerini ve hayasını kesip hadım etmek.
Devenin hörgücünü kesmek.
Kökünden kesmek.
cebceb
Çok hasta deve yavrusu.
cedil
Devenin boynuna taktıkları ip.
ceey
Su içmesi için deveyi çağırmak.
cel'abe
Çok kuvvetli dişi deve.
celah
Başın iki tarafından saçın dökülmesi.
Devenin ağaç yemesi.
celed
Sütü ve yavrusu olmayan büyük deve.
Muhkem yer.
Samanla doldurulup anası önüne koyulan buzağı derisi.
celenfea
Şişman karınlı büyük deve.
celle
Deve ve koyun tersi.
Az olarak insan pisliğinden kinâye olur.
cemad
Cansız ve kurumuş olmak.
Yağmur yağmayan yer.
Sütü olmayan deve.
Donmuş, katı cisim.
cemel / جمل
Erkek deve. İbil.
Deve.
Deve.
Deve
Deve.
(Arapça)
cemmal
Deveci, deve süren, deve sürücüsü.
cemra
Kuvvetli dişi deve.
cercere
Deve sesi.
cerdahl
Büyük gövdeli deve.
İnsanların her işine itiraz eden.
cerir
(Çoğulu: Cürür) Devenin boynuna taktıkları ip.
cesr
Büyük deve.
cezea
(Çoğulu: Cezaât-Cizâ) Beş yaşına girmiş deve.
İki yaşına girmiş koyun.
Üç yaşına girmiş sığır ve at.
cezur
(Çoğulu: Cüzür) Boğazlanacak deve. Hem erkeğe hem dişiye denir. (Boğazlanacak yere meczer derler. Boğazlayan kimseye cezzar derler.)
cezzar
Zâlim. Gaddar. Kanlı.
Deve kasabı.
cilvah
Geniş ve dolu olan deve.
cimal
(Tekili: Cemel) Erkek develer.
ciran
(Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.
cirre
Devenin karnından çıkarıp çiğnediği geviş.
Yapağı denilen yün.
civelek
Tar: Yeniçeri Ocağı'nda bulunan ve aşçıbaşı maiyetinde yaver gibi kullanılan gençler.
Canlı, hareketli ve neş'eli deve yavrusu veya genç.
cizaret
Deve kasaplığı.
cizme
Deve sürüsü.
Koyun sürüsü.
cübab
Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü.
cülale
Büyük dişi deve.
cülza
Sağlam deve.
cürcur
Deve başı.
cürd
Tüysüz, kılsız.
Cilt hastası (deve).
Tüyleri kısa olan (at).
Bitki örtüsü olmayan (arazi).
Piyâdesiz (süvâri).
cürşu'
Büyük karınlı deve.
cüsacis
Büyük deve.
Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması.
cüşem
Deve göğsü.
cüvar
(Civâr) Yakınlık. Komşuluk.
Himâyet, korumak.
Riâyet.
Süt emen deve yavrusu.
Karga sesi.
Öküz avazı.
cüzare
Devenin etrafı (ayakları ve başı gibi.)
da'bel
Kurbağa yumurtası.
Güçlü, kuvvetli deve.
da'ke
Deve sürüsü.
dacc
Hacıların hizmetkârı ve devecileri.
Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.
dacir
Gamkin ve gönlü dar kimse.
Bağırgan dişi deve.
Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.
dacuc
Çağıran.
İnleyen.
Sağarken incinen ve inleyen dişi deve.
daffat
Devesini kiraya veren deveci.
daffata
Metâ ve kumaş götüren deve.
Çokluk, cemaat.
dahy
(Dahv) Yayıp döşemek.
Deve kuşu yumurtası.
damzer
(Çoğulu: Damazir) Sütü az olan deve.
Sağlam ve sert yer.
Şişman kadın.
darib
(Darb. dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve.
Ağaçlı yer.
Karanlık gece.
Vurucu, vuran. Darbeden, çarpan. Döven.
darzem
Sütü az deve.
Çok ısırıcı olan yılan.
davat
Devenin başında olan verem.
davban
Güçlü, büyük deve.
debub
Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve.
decl
Örtmek.
Devenin katranlanması.
Karıştırmak, yalan söylemek. Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek. Anarşi çıkarmak.
Bâtılı hak gösteren.
Mübâlâgalı fâili; Deccaldır.
decucat
Ayakları kısacık dişi deve.
dehdan
Develerin bir yere toplanması.
deka'
(Çoğulu: Dükk-Dükük-Dekâvât) Hörgücü arkasına düşmüş dişi deve.
Kaygan yer.
del'as
Büyük, kuvvetli deve.
deluk
Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve.
Kınından çıkması kolay olan kılıç.
demeşk
Şam şehri.
Yürüğen kuvvetli, seri deve.
deveran / deverân / دوران
Dönme, dolaşma, dolaşım.
(Arapça)
Deverân etmek:
Dönmek, dolanmak.
(Arapça)
deveran-ı dem
Kan dolaşımı, kan deveranı.
devran
Devir, felek, zaman, deveran, dünya.
devrani / devranî
Deverana âit ve müteallik.
devsere
Büyük, semiz, kuvvetli deve.
di'dan
Devenin çok yelmesi.
Bir şeyi örtmek.
dı'il / dı'îl
Ölüme yakın olan hasta deve.
Kurbağa yumurtası.
dı'liye
Deve kuşunun dişisi.
dida'
Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması.
Ay sonu.
dif
(Çoğulu: Edfâ) Çok hararet.
Derin duvar.
Deveden gelen fayda, menfaat.
dimmet
Deve ve koyun tersi.
dimn
Deve ve koyun tersi.
Selin getirdiği çörçöp.
dirase
Kitab okumak.
Elbiseyi eskitmek.
Gizli yol.
Harmanda buğday döğmek.
Uyuz olan deveyi katranlamak.
dirdim
Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve.
dırefs
İpek.
Katı, sağlam nesne.
Büyük iri yapılı adam.
Büyük deve.
dirvas
Büyük deve.
Boynu kalın olan adam.
Arslan.
Köpek ve devenin sütü.
div-beçe
Deve yavrusu.
(Farsça)
duhruce
(Çoğulu: Dehâric) Yellengen böceğinin yuvarladığı ters.
Deve kuşunun yavrusu.
duhuk
Doğurduktan sonra rahmi çıkan dişi deve.
düka'
Deve öksürüğü.
dümasir
(Demser) İnişi yumuşak olan yer.
Etli, büyük deve.
earr
Hörgücü küçük deve.
ebbal
Deve çobanı.
ebcel
Cüssesi büyük olan iri yapılı adam.
Atta ve devede bulunan bir damar. (İnsanda o damara, "ırk-ı ekhal" derler.)
ebil
Devenin hâllerinden anlıyan kimse.
ebu eyyub
Deve, cemel.
ecc
(Çoğulu: İcâc) Devekuşu seğirtmek.
eclah
Devenin veya üstü düz olan arabaların üzerlerine yapılan ufak kulübe.
Başı kel olan adam.
ecmal
(Tekili: Cemel) Develer.
Cümleler.
Yekünler.
edvek
Devenin, misvak ağacını yemesi.
Bir yerde sâkin olmak.
Yaranın veremi sakin olmak.
efil
(Çoğulu: Afâl-Efâil) Genç küçük deve.
elha
Malâyâni ve boş konuşan.
Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
emun
Kuvvetli, dayanıklı deve.
en'am / en'âm
Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Kur'ân-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur'ân âyetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı.
Davar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar.
enis
(Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
Yaban horozu.
ercen
Dübüründe zahmeti olan deve.
erek
Misvak ağacını çok yediğinden dolayı devenin karnı incinmek.
erkeb
Büyük dizli. Dizleri büyük olan kimse.
Bir dizi diğerinden büyük olan deve.
evrak
(Çoğulu: Vuruk) Sivri ve uzun dişli.
Yüzü renkli güvercin.
Siyahı beyazına galip olan at ve deve. (Müe: Vürka)
fahir
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen.
Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı.
Büyük ve iyi nesne.
Koruğu büyük çekirdeksiz hurma.
Memeleri büyük deve.
fasic / fâsic
Semiz.
Yüklü olmayan kısır deve.
fasil / fasîl
(Çoğulu: Fisâl-Fuslân)
Hâkim.
Kale duvarından kısa duvar.
Deve yavrusu.
faşiye
(Çoğulu: Fevâşi) Koyun, deve ve benzeri hayvanat gibi doğurup çoğalan mal cinsi.
fehur
Fahirlenen, övünen.
Nazlanan.
Büyük nesne.
Büyük deve.
felil / felîl
Bir yere toplanmış kıl.
Devenin azısı.
fenin / fenîn
Erkek deve.
fera'
Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)
ferş
Yer. Yeryüzü.
Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
Küçük develer.
fetel
Devenin iki kollarının, yanlarından uzak olması.
fevak
İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi.
Rahat.
Rücu.
Uzun boyunlu bir nevi su kuşu.
galil
(Çoğulu: Gılâl) Güneşin harareti.
Susuzluk harareti.
Kin, hased.
Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.
gamc
Suyu sora sora içmek.
Deve yavrusunun anasının karnı ve ayaklarının altına gelmesi.
gamus
Şiddetli emir.
Süngü ile vurup, ucunu diğer taraftan çıkarmak.
Karnındaki yavrusu belli olmayan deve.
gamuz
İtham olunan, töhmet altında bırakılan.
İçinden kan giden dişi deve.
garib
(A, uzun okunur) Batan. Gurub eden.
İki omuz arası.
Devenin hörgücüyle boynu arası.
gazub
(Gazab. dan) Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş.
Büyük yılan.
Abus deve.
gırar
Devenin sütünün azalması.
Az uyku.
Miktar.
Cihet, Misâl.
Yol.
Birbiri ardınca olmak.
Her nesnenin kenarı.
Büyük kıl çuval.
guzr
Çokluk, kesret.
Devenin sütünün çok olması.
habc
Devenin ot yemekten dolayı karnının şişmesi.
Vurmak.
haberkas
Küçük deve.
Küçük adam.
habz
Ekmek pişirmek.
Ekmek vermek.
Sözü birbiri ardınca söyleyip yürümek.
Devenin ayağını yere vurması.
hac
(Tekili: Hâcet) İhtiyaçlar.
Devedikenleri.
hacl
(Çoğulu: Ahcâl-Hucul) Köstek.
Bukağı.
Küçük deve yavruları.
hadaic
(Tekili: Hidâce) Deveye yüklenen yükler.
hadba'
(Çoğulu: Hudeb) Kalçaları sıyrılıp çıkan zayıf dişi deve.
hadc
Deve palanı.
hadda
Deve çobanı.
hademe
Hizmetçiler, hâdimler.
(Çoğulu: Hıdâm) Halhal.
Devenin ayağını bağladıkları kayış.
hadi / hadî
Birinci.
Mazluma yardım eden.
Deveyi şarkı söyleyerek süren.
hadil / hâdil
(Hadl. den) Aşağıya sarkıtılmış.
Gözlerinde ve ağzında çıban olan deve yavrusu.
haffane
(Çoğulu: Haffân) Deve kuşu yavrusu.
Hizmet.
Maiyyet.
hafud
Karnındaki yavrusunu âzası belirmeden düşüren deve.
hafz
Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.
hakb
Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip.
Tutulmak.
hala' / halâ'
Boş, hâli.
Ayak yolu, abdesthane.
Devenin çökmesi.
halic / halîc
Liman. Boğaz. Kanal. Körfez. Koy. Denizin kara içine nehir gibi uzanmış kısmı.
Irmak.
Büyük çanak.
İp.
Deve ağzı.
halife
(Çoğulu: Hülef-Hulefât) Gebe deve.
haliyye
Bağından boşanmış deve.
Yabancı bir yavru emziren deve.
Büyük gemi.
Arı kovanı.
Ahlâktan kinâyedir.
(Çoğulu: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız.
hara
Deve kuşu yumurtasının yeri.
Ev ortası.
harce
(Çoğulu: Hurc-Haracât) Deve sürüsü.
Sık bitmiş ağaç.
hariset / harîset
(Çoğulu: Harâyis) Zayıf deve.
haşef
Hurmanın yaramazı.
Eski elbise diken.
Devenin sütünün çok olması.
hasur
Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
Oğlu ve kızı olmayan.
Avrete cimâ edemeyen.
İhlili dar olan deve.
hatr
Devenin kuyruğunu kâh yukarı kaldırıp ve kâh aşağı vurması.
havıt
Deve semeri. Devenin hörgücüne takılan küçük semer.
haviyye
(Çoğulu: Havâyâ) Yağlı bağırsak.
Bağırsak.
Deve palanı.
havm
Deve sürüsü.
Devretmek.
hayic
Âşık, hayran.
Mest olmuş deve.
hayta'
Deve kuşlarının uzun boyunlu olanı.
he'he'
Deveyi yulafa çağırmak.
Gülegen adam.
he'hee
Deveyi yulafına çağırıp hey hey demek.
hebec
Devenin memesinde olan verem.
hebit
Zayıf, ince deve.
hebul
Yavrusu kalmayan deve.
hecef
Yaşlı devekuşu.
Ağır ve boş kimse.
hecenna'
Uzun ve şişman gövdeli kimse.
Başı dazlak, yaşlı kimse.
Başı dazlak olan devekuşu.
hecin / hecîn / هجين
Pek hızlı yürüyen bir cins deve.
Arap atı ile diğer cins attan doğmuş melez at.
İki hörgüçlü deve.
(Arapça)
hedel
Devenin dudağının sarkık olması.
Bir şeyi aşağı indirmek.
hedhede
Bağırma, ötme.
Devenin bağırması, kuşun ötmesi.
hemel
Çobanı olmayan deve.
hemheme
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Aslan bağırması.
Deve sesi.
hen'a
Devenin boynunun altına konan işaret.
Menazil-i Kamer'den bir menzil.
herd
Deve kuşunun dişisi.
Yarmak.
Kat'etmek, kesmek.
herec
Sıcaklığın fazlalığından devenin gözünün kararması.
heşile / heşîle
Sahibinin izni olmayarak bir adamın bindiği deve.
hevadic
(Tekili: Hevdec) Kadınların binip oturmaları için devenin üzerine konulan küçük mahfeler.
hevcele
Hiçbir işaret ve alâmet olmayan ev veya sahrâ.
Yürügen deve.
Uzun boylu, ahmak erkek.
hevda'
Deve kuşunun erkeği.
hevdec
(Çoğulu: Hevâdic) Kadınların binmesi için devenin sırtına konulan ufak mahfel.
Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.
hevzeb
Yaşlı deve.
heyha
Deveyi yulafa çağırmak.
heyzale
İnsan sesleri.
Cemaat, topluluk.
Çok asker.
Büyük deve.
Belinden aşağısı şişman olan kadın.
hezf
Yaşlı devekuşu.
hibl
Yaşlı, ihtiyar.
Uzun boylu kimse.
Büyük deve.
hic / hîc
Deveyi azarlama ve zecir sesi.
hicame
Deve ağzına ısırmasın diye takılan ağızlık.
hican
İyi, kerim kimse.
Güzel ve beyaz deve.
hicar
Aygır atın ön ayağını arka ayağının birisine sağlamak.
Devenin ayağını bileğinden semer ağacına bağladıkları ip.
hidace
(Çoğulu: Hadâic) Devenin sırtına yüklenen yük.
hidam
(Tekili: Hizmet) Hizmetler. Vazifeler.
(Hademe) Devenin ayaklarına bağlanan halkalar, kayışlar. Ayak bilezikleri, ayak köstekleri.
hidbar
(Çoğulu: Hadâbir) Zayıflığından arkasında eti kurumuş deve.
hidc
(Çoğulu: Ahdac-Huduc) Yük.
Deveye konulan mahfel.
hik
Devekuşunun erkeği.
İnce uzun.
hıkk
(Çoğulu: Hukuk - Hıkâk) Üç yaşını tamamlayıp dördüne girmiş deve.
hikka
Dört yaşına basan dişi deve.
hılbid
Küçük deve.
hıls
(Çoğulu: Ahlâs) Yünden veya kıldan yapılan ve palas denilen döşek.
Büyük ve kuvvetli olan dişi deve.
him
Deveye ârız olan susuzluk hastalığı.
Kürtçede: Temel, esas.
hıms
Üç gün deveyi susuz bırakıp, dördüncü günü su vermek.
Alaca yemeni bez.
hınaf
Devenin yulardan burnunu çözmesi.
Deve bileğinde olan yumuşaklık.
hındelis
Ağır yürüyüşlü deve.
hırabe
Deve hırsızlığı yapmak.
hışaş
Başı küçük adam.
Küçük başlı yılan.
Devenin burnuna geçirdikleri burunduruk.
Kuşlardan, dimağı olmayan.
Çuval.
Cânip, taraf.
Sinir.
hit / hît
Devekuşu sürüsü.
hitl
Yorgun deve.
Yağmurun aralıksız olarak yağması.
Sürekli olarak gözyaşı akmak.
hıtr
(Çoğulu: Ahtâr) Boya otu.
Çok miktar deve.
Suyu çok olan süt.
hiza
Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
Nalin.
Taraf.
hızc
(Çoğulu: Ehzâc) Devenin içtiği havuzun dibinde kalan su.
Ateş yakmak.
hörgüç
Devenin sırtındaki tümsek.
hübu'
(Çoğulu: Hebât) Doğum vaktinin sonunda doğmuş deve yavrusu.
Devenin boynunu uzatarak yürümesi.
hücre
(Çoğulu: Hucer-Hucerât) Deve ağılı.
Duvar çevrilmiş yer.
huff
Abdest alınırken üzerine meshedilebilen mest vs. gibi ayakkabı.
Deve tabanı isimli bir nebat.
huluc
Ayrılmak.
Çekilmek.
Yavrusu ayrıldığında sütü az olan deve.
humul
Mahfe taşıyan deve.
(Tekili: Haml) Yükler.
huncur
(Çoğulu: Hanâcir) Sütlü deve.
hura'
Devenin delirmesi.
hürar
Devede olan bir zahmet.
hurc
Uzun dişi deve.
huşuf
(Çoğulu: Huşef) Seri, eli çabuk, hızlı.
Geceleyin yola giden deve.
huvar
(Çoğulu: Ahvire-Hırân-Hurân) Anasından ayrılmayan deve yavrusu. (Anasından ayrılsa "fasil" derler.)
hüzahiz
Bağırgan deve.
Keskin kılıç.
Çok su.
Fitne.
i'tikal
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma.
Devenin dizini büküp bağlama.
Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.
ibad
Devenin ayağını bağladıkları ip.
ibale
Kuyu bileziği.
Hayvanları muhafaza etme.
Küçük çocuklara def-i hacet ettirme.
Devenin hallerini ve huylarını iyi bilmek.
ibl / ابل
(İbil) Dişi deve.
Deve sürüsü.
Deve.
(Arapça)
iblan
İki sürü deve.
ibli / iblî
Deveci.
ibrak
Deveyi çökertmek.
icfal
Gidermek.
Devekuşu seğirtmek.
ictiraz
Devenin geviş getirmesi.
iczal
Semerin, devenin boynunu yara etmesi.
ıfa'
Devekuşunun yeleği.
Devenin yükünün çok olması.
ıh
Deveyi çökertmek için kullanılır sestir.
Yorgunluk ve heyecanla hızlı nefes vermeği tasvir eder.
ıhdı
Deve çöktü.
ıhlamak
Ih diyerek deveyi çökertmek.
Ih diyerek yorgunluk ve heyecanla hızlı nefes vermek.
iktidab
Bir şeyi kendisi için kesmek.
Henüz öğretilmemiş deveye binmek.
İrticâlen söz söylemek.
Edb: Şâir, kasidesinden teşbihi keserek maksadına, yani medhettiğinin medhine geçmek.
iktinaf
Bir şeyin etrafını kuşatmak.
Deve için ağıl edinmek.
ılat
(Çoğulu: Alât) Devenin boynuna takılan ip.
inaha
(Deve) Çökerme.
ıras
Devenin başını ayağına bağladıkları ip.
ırmis
Büyük taş.
Kuvvetli ve dayanıklı deve.
ışar
(Tekili: Aşerâ) On aylık hamile develer.
ısdar
(Sudur. dan) Çıkarma, çıkarılma, sudur ettirme.
Deveyi sudan geri döndürmek.
Rücu ettirmek, geri döndürmek, vazgeçirmek.
ıtrih / ıtrîh
Devenin hörgücü.
ıtris / ıtrîs
Hiddetli, cebbar kimse.
Kuvvetli, dayanıklı deve.
ittiza'
Alçak gönüllülük, tevazu, mütevazilik.
Devenin, boynuna basarak üstüne binebilmek için, başını aşağı eğme.
ka'm
(Çoğulu: Kiâm) Devenin ağzını bağladıkları şey.
İçinde silah saklanan kap.
Bağlamak.
Öpmek.
kaba'ser
(Çoğulu: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu.
Deniz canavarlarından bir canavar.
kabkaba
Haykırma, kükreme. (Deve ve arslan hakkında kullanılan bir tâbirdir.)
kabkaba-i ibil
Devenin bağırması.
kahde
(Çoğulu: Kıhâd) Devenin hörgücü dibi.
kahr
Yaşlı, ihtiyar kişi.
Yaşlı at.
Yaşlı deve.
kalus
(Çoğulu: Kulus-Kalâyıs) Ayakları uzun genç deve.
Yüksek.
Murdarlıklar akan çay. Kirli ırmak.
kar
(Çoğulu: Kur-Kirân) Zift, kara boya.
Deve. Dağ keçisi.
Ses çıkmasın diye ayağın kenarıyla yürümek.
Küçük tepe.
Kara taşlı yer.
Kara büyük taş.
kar'uş
İki hörgüçlü deve.
Arslan eniği.
kara'
Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık.
Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.
karabin
(Tekili: Kurban) Kurbanlar. Allah için kesilen koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar.
karen
(Çoğulu: Akrân) Ok mahfazası.
Kılıç.
Ok.
İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve.
Çatık kaşlı olmak.
"Yakınlık" mânâsına mastar.
Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.
karsa'
Deve kuşunun erkeği.
karun
İki şeyi bir araya getiren.
Tez terleyen hayvan.
Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.
karva
Uzun hörgüçlü deve.
karvah
Uzun ağaç.
Uzun deve.
kasf
Kırmak.
Oyun, eğlence.
Devenin diş gıcırdatması.
kasfe
(Çoğulu: Kasf-Kasefât) Deve sesi.
Merdiven ayağı.
Bir parça kum yığını.
kasıf
Deve avazı.
Ağacın ince ve kuru olması.
Kırılması kolay olan şey.
kasisa
(Çoğulu: Kasis) Devecilerin, azıklarını ve elbiselerini yüklettikleri deve.
Bir ot.
kaskas
Açlık.
Sür'at yapan, hızla giden.
Yol gösterici.
Devenin yediği bir ot.
kasta'
Ayaklarının siniri büzülüp kurumuş olan deve.
kasus
Yalnız otlayan deve.
kasv
Deve kulağının kenarı.
kasva
Kulağının dörtte biri kesik olan koyun veya deve.
kateb
(Çoğulu: Aktâb) Deve palanı.
kati'
(Çoğulu: Ekâti-Aktâ-Kutân) Kamçı.
Deve ve koyun sürüleri.
katm
Kesmek. Isırmak.
Tatmak, zevk.
Devenin kükremesi.
katr
Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
Develeri katarlamak.
Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
Yağmur.
katube
Arkasında semeri olan deve.
kaud
Binilmeğe kabil deve (en az iki yaşında olur.)
kaydahr
Halkın her işine karşı gelen.
İri gövdeli deve.
kaynan
At ve deve ayaklarının ip bağlanacak ve bukağı vuracak yeri.
kayseri / kayserî
(Çoğulu: Kayâsir, Kayâsire) Büyük şeyh.
Büyük deve.
kebit
Deve avazı. Sığır avazı.
kecabe
Devenin üstüne konan oturulacak bir çeşit tahtırevan.
(Farsça)
kecave
Deve üstüne konulan bir cins tahtlrevan.
(Farsça)
kefir
İnek ve deve sütlerinin mayalanmasından elde edilen tadı keskin alkollü bir içki.
kehat
Büyük, semiz dişi deve.
kemişe
Küçük emzikli deve.
kenif
(Çoğulu: Künüf) Hıfzedici, koruyan.
Örtücü.
Kalkan.
Deve ağılı.
Ayakyolu, tuvalet.
keşiş
Ayı avazı.
Deve avazı.
ketit
Deve avazı.
Sığır avazı.
kevma
Büyük ökçeli dişi deve.
kevr
Devretmek, dönmek.
Sarık sarmak. Tülbend sarmak.
Bir yerde toplanmış olan develer.
Çokluk, bolluk, ziyadelik.
Mukül dedikleri darı cinsi.
kın'as
Büyük deve.
kindare
Arkasında deve hörgücü gibi, hörgücü olan bir cins balık.
kirkire
(Çoğulu: Kerâkir) Şecaat.
Deve göğsü.
kırmil
(Çoğulu: Karâmil) Azgın devenin yavrusu.
İki hörgüçlü deve.
kişaf
Bir kaç yıl üstüne yük vurulmayan deve yavrusu.
Dişi deve hâmile iken erkek devenin ona cimâ etmesi.
kıt'
(Çoğulu: Aktâ-Aktu) Deve palası.
Yük üstüne örttükleri palas.
Gecenin bir miktarı.
Yassı ve büyük olan ok temreni.
kıtar
(Çoğulu: Kutur-Kuturât) Deve katarı.
kitr
Her nesnenin ortası.
Deve hörgücü.
kudar
Büyük yılan.
Aşçı, tabbah. Deve boğazlayıcı, deve kasabı.
kuhab
At ve deve öksürüğü.
kuhan
Kambur.
(Farsça)
Eyer, at eyeri.
(Farsça)
Sığır veya deve hörgücü.
(Farsça)
kuhe
Dağ.
(Farsça)
Hücum, saldırma.
(Farsça)
Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey.
(Farsça)
Deve hörgücü.
(Farsça)
At eyeri.
(Farsça)
kül'a
Devenin arkasında olur bir hastalık.
Koyun sürüsü.
kulab
Bir çeşit deve hastalığı.
kunfuz
(Çoğulu: Kanâfiz) Kirpi.
Fare.
Devenin, kulakları ardında terleyen ve teri akan yerleri.
Otları dolaşık yer.
kurban
Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
Bir maksad uğrunda feda olma.
Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.
kurme
İşaret için devenin burnundan bir miktar deri kesip tam ayrılmadan yine burnu üstüne yapıştırmak.
kürre
Deve ve koyun terslerinin parçası.
kürük
Deve yavrusu.
(Farsça)
kus / kûs
Kös. Eskiden muharebelerde deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul.
(Farsça)
kusva / kusvâ
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem devesinin adı.
kutbiye
Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
küvm
Bir yere toplanmış olan bir miktar deve.
Yükseklik, yücelik.
küvr
(Çoğulu: Ekvâr-Ekvür-Kirân) Deve palanı.
İz.
Ateş yakacak yer.
Arı kovanı.
kuza'mel
Büyük şişman deve.
küzum
Ağzında dişi olmayan yaşlı deve.
lagv
Faydasız çirkin söz.
Köpeğin ürkmesi.
Deve avazı.
Rağbet olunmayan nesne.
Hükümsüz.
Kaldırmak.
Hata etmek.
İbtâl etmek.
lakıh / lâkıh
(Çoğulu: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr.
Yağmur yağdıran rüzgâr.
Karnında yavrusu olan hamile deve.
latime / latîme
(Çoğulu: Letâyim) Misk.
Güzel kokular konulan kap.
Attarlar pazarı.
Güzel kokulu nesneleri götüren deve.
lebbe
Göğsün gerdanlık takılan yeri.
Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri.
Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
lebeb
(Çoğulu: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer.
Atın göğsüne yapılan sinebend.
Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne.
Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.
lecn
Yalamak.
Deve için yem yapmak.
lehib / lehîb
Eti az deve, zayıf deve.
lehid / lehîd
Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve.
lekalik
Büyük, etli, şişman kadın.
Büyük deve.
likah
(Tekili: Lükuh) Süt veren dişi develer.
likha
Yeni doğurmuş ve sağılır deve.
lıkve
Cimanın evvelinde gebe olan kadın.
Tez yüklü olan deve.
Kova.
lühmum
(Çoğulu: Lehâmim) İnsanlardan ve atlardan iyi ve cevvâd olanlar.
Sütü çok olan deve.
luk
Kısa tüylü yük devesi.
(Farsça)
macc
Ağzından sular akan yaşlı deve.
magas
(Çoğulu: Emgâs) Kıymetli iyi deve.
mahaffe
Mahfe. Deve veya katır üzerine konan ve içinde iki kişi oturabilecek yeri olan kapalı mahmil.
mahamil
Deve üzerine konan oturulacak sepetler. Mahmiller.
Kılınç bağ askıları.
İhtimâller.
mahmil
Harameyne hacı kafilesi ile birlikte gönderilen hediyeler.
Deve üzerine konulan sepet. Mahfe. Sürre.
Bir ibareye hamledilen mâna ihtimâllerinden her birisi.
Deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ.
mahzum
Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve.
Her delinmiş nesne.
maksuv
Kulağının ucu kesilmiş deve veya koyun.
mal-i natık / mal-i nâtık
Canlı mal. (At, deve, koyun gibi)
masver
Sütsüz keçi.
Sütü zor çıkan deve.
maye / mâye
Damızlık.
Esas. Temel.
Bir şeyin mayalanması ve ekşimesi (tahammürü) için konulan madde.
Para, mal. İktidar. Güç.
İlim.
Dişi deve.
Maya, asıl, esas.
Para, mal.
İktidar, güç,
Bilgi.
Dişi deve.
me'bele
Deve duracak yer.
Devesi çok olan yer.
meb'at
Yaban sığırının yatağı.
Davar ve deve yatağı.
Mekân, menzil.
mecr
Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek.
Çokluk asker.
Akıl.
meczir
(Çoğulu: Mecâzir) Deve boğazlayacak yer.
medfee
Deve sürüsü. Çok miktar deve.
medha
Deve kuşunun yumurtladığı yer.
mehar
Dizgin, yular.
(Farsça)
Devenin burnuna takılan burunluk.
(Farsça)
mehaz
Su akacak yer, su mecrası.
Gebe kadının ağrısının tutması.
Gebe deve.
mek'um
Ağzı bağlı deve.
mekare / mekâre
Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı.
Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli
menhus
Kuyruğunun yanları uyuz olan deve.
mensim
(Çoğulu: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser.
Yol, tarik.
Deve tırnağı.
menuc
Sütü diğer develerden sonra çekilen deve.
mera
(Çoğulu: Merâyâ) Sütü çok olan dişi deve.
mesbere
Kadının veled getirdiği yer.
Devenin yavruladığı yer.
mesed
Hurma lifi.
Liften yapılan ip.
Deve kılından ve yününden yapılan urgan.
Yemen diyarında biten bir ağacın adı.
Bağ.
mesrebe
(Çoğulu: Mesârib) Deve ve koyun sürülerinin çayırlık, mer'a, otlakları.
Vücudda karından göğüse kadar olan kıllı yer.
mest
Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması.
Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
mevahıf
Zayıf deve.
mezak
Sür'atli yürüyen deve.
mihaffe
Mahfe. Katır veya develerin sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükte olan sepet.
mıklat
Evlâdı yaşamayan kadın.
Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.
miremme
Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı.
mü'hare
(Mü'hire) Deve semerinin ağaç kısmıdır ve binen kimse ona dayanır.
mu'tekil
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
Devenin dizini büküp bağlıyan.
Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.
müblenda
Kuvvetli, sağlam ve dayanıklı deve.
mücalih
Kışın da sağılan ve süt veren deve.
mücenneb
Devesi doğurmayan kişi.
mücerrese
Defalarca binilmeye alışmış ve sınanmış olan deve.
müdfee
Yünü ve yağı çok olan deve.
müftac
Bevletmek için iki ayağını ayırıp duran deve.
mugaylan
Çölde yetişen bir nevi dikenli çalı. Deve dikeni.
mugaylanzar
Dünya.
(Farsça)
Deve dikeni biten yer, dikenlik.
(Farsça)
mugilan / mugîlân / مغيلان
Deve dikeni.
(Arapça > Farsça)
mühat
(Çoğulu: Mühâ) Deve rahminde olan zeker suyu.
mukrif
Babası köle, anası hürre olan kimse.
Anası arabi, babası arabi olmayan deve.
mümhat
İnce sütlü dişi deve.
müsafir / müsâfir
Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.
müşfir
(Çoğulu: Meşâfir) Deve dudağı.
mutfil
(Çoğulu: Metâfil) Yanında genç buzağısı olan geyik.
Yavrulu deve.
na'f
Sütü çok olan deve.
nab
(Çoğulu: Enyâb) Azı dişi.
Yaşlı deve.
naciye
(Çoğulu: Nâciyât) Sür'atli deve.
nagz
Devekuşunun erkeği.
Başını sallayıp depretmek.
Bulutun koyu ve kesif olması.
nahh
Davar sürmek.
İplik.
Zeyli denilen döşek.
Güç seyr.
Deve çökertmek için söylenen söz.
nahis
Vuran, vurucu.
Devenin kuyruğunda veya göğsünde olan uyuz.
nahnaha
Deveyi çökertmek.
nahr
Kurbanlık deveyi göğsü üstünden (evdâcını yâni iki büyük damarını) kesmek.
nak'
(Çoğulu: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer.
Kuyu içinde olan su.
Deve kuşu avazı.
Feryâd etmek, bağırıp çağırmak.
Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek.
Sıcak suda haşlama.
İlâç olarak çıkarılan su.
Suda ıslanma.
Toz.
naka / nâka / ناقه
Dişi deve.
Bir yıldızın ismi.
Sivilce.
Dişi deve.
Dişi deve.
(Arapça)
naka-i salih / nâka-i salih / nâka-i sâlih
Hz. Salih'in devesi.
Salih Peygamber'in (A.S.) bir mu'cizesi olarak kayadan çıkan devesi.
nakal
Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar.
Devenin tabanına ârız olur bir hastalık.
nakba
Tabanı aşınmış deve.
nakia
(Çoğulu: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek.
Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun.
Damat için hazırlanan yemek.
Ziyafet.
nasnaa
Depretmek.
Devenin, kalkarken dizi üstünde çok eğlenmesi.
nazıh
(Çoğulu: Nevâzıh) Deve ile su çekilen kuyu.
ne'b
(Çoğulu: Niyeb) Sâfi nesne.
Yaşlı dişi deve.
neaim
(Tekili: Neâme) Deve kuşları.
neam
"Evet, olur" mânâsında cevap edâtıdır.
Pek iyi, âferin mânâlarında tasdik ve tahsin kelimesidir.
At, deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvana da denir.
neamat
(Tekili: Neâme) Deve kuşları.
neame
(Çoğulu: Neâm-Neamât) Deve kuşu.
Cemaat.
Gölgelik, gölgelenecek yer.
necer
Koyun ve devenin suyu içip kanmaması.
nefuh
Sütü sağılmadan çıkıp akan deve.
nehel
Susuz olmak.
İçmenin evveli.
Yaşlı, ihtiyar.
Semiz etli deve.
nehur
Burnuna vurmayınca veya burnuna parmak sokmayınca sütünü salıvermeyen deve.
nehz
Durmak, kıyam.
Def'etmek, kovmak.
Yakın olmak.
Berkitmek için devenin memesine eliyle vurmak.
Dolması için kovayı suya vurmak.
nekab
Devenin tabanı aşınmak.
nekda'
Sütü olmayan deve.
nekeb
Hastanın iyileşmesi.
Devenin omuzlarında olan bir hastalık.
nekib
Deve, at ve eşek ayaklarının dâiresi.
nesuc
Üstünde yük doğru durmayan deve.
netl
Önüne çekmek.
Deve kuşu yumurtasının içini su ile doldurup bir yere gömmek.
nevaye
Devenin semiz olması.
neyy
Pişmemiş çiğ et vs.
Devenin semiz olması.
Semiz ve besili deve.
neze
Hafif deve.
nikal
Devenin suyu içip gittikten sonra gelip yine içmesi.
nis'a
(Çoğulu: Nüsu'-Ensu'-Ensâ') Devenin göğsü için yapılan enli kolan.
nisab
Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
Bir m
niva
Düşmanlık.
Besili, semiz deve.
nızv
(Çoğulu: Nuzuv, Enzâ') Gitmek.
Sebkat etmek.
Kesmek, kat'etmek.
Çekip çıkarmak.
Bırakmak.
Zayıf deve.
Eski elbise.
nu'nua
Devenin boyun eti.
Horozun boyun tüyü.
nühab
Deve öksürüğü.
nühaz
Deve öksürüğü.
Devenin göğsünde olan bir hastalık.
nühza
Devenin göğsünde olan bir hastalık.
nuk
(Tekili: Naka) Dişi develer.
nükaf
Deveyi öldüren bir verem.
nükas
Devenin dudağında olan bir hastalık.
nükke
Zayıflıktan dolayı sesi çıkmayan deve.
nüşuta
Devenin ayağındaki ilmikli düğüm. (İcabına göre çekip uzatılarak çözülür.)
nütac
Doğurmak.
Gebe devenin karnındaki yükü.
nüzu'
Çekilmiş.
Su çeken deve.
rabea
Devenin katı katı yelmesi.
ragıye
Dişi deve.
rahile
Yük hayvanı.
Yük getiren deve.
Topluluk, kafile.
Üzerine binilen deve.
rahin
Rehin veren, malını rehine koyan.
Sâbit, dâim, devamlı.
Devenin ve adamın zayıfı.
rahla' / rahlâ'
Arkası beyaz, diğer yerleri siyah olan dişi koyun.
Yalnız arkası kara olan deve.
rahum
Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.
ral
(Çoğulu: Rilâl-Ri'lân-Er'ül- Reele) Deve kuşunun yavrusu.
ratrat
Bir nevi pelte.
Deve su içtiğinde havuz içinde artıp kalan su.
re'l
(Çoğulu: Riâl-Ri'lân-Er'ul) Deve kuşu yavrusunun erkeği.
rebeze
(Çoğulu: Rebez-Rebezât) Devenin boyun yünü.
recaze
Mahfeden küçüktür ve deve arkasına vurup üzerine binerler.
recca'
Hörgücü büyük dişi deve.
recin
Devecilerin ini.
rekub
Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın.
Evlâdı durmayan avret.
Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.
resag
Devenin ayaklarında olan gevşeklik.
resalet
Saçı salıverme.
Deveyi eşkin yürütme.
resel
(Çoğulu: Ersâl) Deve ve koyun sürüsü. Topluluk, cemaat.
resim
Bir çeşit deve yürüyüşü.
retk
Adımların birbirine yakın olması.
Deve kuşunun sür'atle gitmesi.
reum
Yavrusunu seven deve.
Yanından geçen kimsenin elbisesini yalayan koyun.
reym
Alçak yer.
Kabir.
Derece.
Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik.
Ziyâde çok, fazla.
rezeme
(Çoğulu: Ruzum) Devenin ağzını açmadan boğazından çıkan ses.
rezm
Deve avazı.
Gök gürlemesi.
Cem'etmek, toplamak.
ribze
Deveye katran sürmede kullanılan yün parçası.
rihal
(Tekili: Rahl) Deve palanları.
rims
Devenin yediği otlardan ekşi cins bir ot.
Islah etmek, düzeltmek.
riva'
(Çoğulu: Erviye) Deve üstünde yük bağlanılan ip.
rüavi
Köy yakınında ve halk yöresinde güdülen deve.
rubh
Deve yavrusu.
Bir kuşun adı.
İç yağı.
rücz
Devenin mak'adında olan bir hastalık.
Pis, necis.
Azap.
Put, sanem.
ruga'
Sada, ses.
Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.
rühşuş
Sütlü deve.
ruhul
Binmek için kullanılan deve.
sa'dane
(Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
Devenin göğsü.
Tırnak dibinin siniri.
Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
Kadın memesinin etrafı.
sa'l
Başı küçük olan kimse.
Başı küçük deve kuşu.
Tüyü gitmiş eşek.
sa'le
Eğri hurma ağacı.
Küçük başlı dişi devekuşu.
sa'sa
Dağılmış develer.
saan
Suya yakın yerde develerin yattığı yer.
sad
Bakır.
Toprağa ağnayan horoz.
Devenin başında olan bir hastalık.
sadef
Yüksek büyük dağ.
Her yüksek nesne.
Devenin her dört ayağı.
Bir yöne ğilmek.
sadi'
Sabah vakti.
Koyun ve deve bölüğü.
Yedi günlük oğlan.
sahe
İnce ve zayıf deve.
sahime
Zayıf dişi deve.
sahmem
Hâlis (hayırda ve şerde kullanılır.)
Yaramaz huylu deve.
şaile
(Çoğulu: Şüvül-Şevâil) Sütü çekilmiş deve.
saime / sâime
Senenin yarısından fazla, meralarda, kırlarda sırf sütleri alınmak veya üreme ve beslenmeleri için otlatılan (koyun, keçi, sığır, manda, at ve deve cinsinden olan), ehlî hayvanlar.
şair
(Çoğulu: Şairât) Arpa.
Kurban devesi.
sakb
(Çoğulu: Sukub) Delinme, delme.
Bir taraftan diğer tarafa kadar açık olan delik.
Sütü çok olan deve.
Çok kırmızı, koyu kırmızı.
salehba
Dayanıklı ve kuvvetli deve. (Müe: Salehebât)
sandal
(Çoğulu: Sanâdil) Büyük başlı deve.
Güzel kokulu bir ağaç.
saniye
(Çoğulu: Sevâni) Su taşıyan deve. Su yükledikleri ve su çektirdikleri deve.
sarban
Deve sürücüsü. Deveci.
(Farsça)
şarif
(Çoğulu: Şürüf) Yaşlı deve.
sarsarani
(Çoğulu: Sarsaraniyyât) Bir deve cinsi.
Bir cins balık.
sayibe
(Çoğulu: Siyeb) Adak için ayrılıp üstüne binilmeyen ve sütü içilmeyen dişi deve.
"Ümm-ül bahire" adı verilen ve peşpeşe üç dişi deve doğuran deve. Bu deveye de binilmez, sütü sağılmaz. Yabana salarlar, ölünceye kadar gezer.
şe'v
Geçmek, takaddüm eylemek.
Son, nihayet.
Devenin yuları.
Zembil.
Kuyudan kazıp toprak çıkarmak. Kuyudan çıkan toprak.
Kaygan.
seaf
Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.
seam
Bir çeşit deve yürüyüşü.
sebt
(Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
Boyun vurmak.
Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
Cumartesi günü.
Şaşırmak, hayrette kalmak.
Çok zeki, dâhiye.
Başı tıraş etmek.
secla'
Emziği uzun dişi deve.
sedh
Döşemek.
Uçuk hastalığı.
Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
Deve çökertmek.
Kırba doldurmak.
sedif
Deve hörgücü.
Her canlının sırtı.
sefer
Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak.
Harbe gitme, savaş.
seferi / seferî
Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.
seferilik / seferîlik
Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak.
sefif
Deve beline çekilen kolan.
sefne
(Çoğulu: Sifen-Sifnât) Devenin çöktüğünde yere değen yerleri.
sefr
Arslan.
Deve ferci.
Eyer kuskunu.
Yavaş yürüyen deve.
sehbel
Büyük, iri vücutlu, şişman deve.
Büyük ve geniş tuluk.
Büyük keler.
sehve
Ev önünde yapılan sofa.
Gevşek yürüyüşlü deve.
selak
(Çoğulu: Selekân) Yüksek, düz yer. Deve yanırının onulmuş ve yeri ağarmış olan izi.
Çuval kulpunun birisini birisine koymak.
selfa'
Bahadır. Kahraman ve cesâretli kimse.
Yüzsüz, utanmaz, hayâsız, kötü kadın.
Kuvvetli deve.
selika
Üstüne binen kişinin, ayaklarını sallamasından dolalyı, devenin yanlarında meydana gelen ayak izleri.
Tabiat.
şelil
(Çoğulu: Eşille) Deve ve at ardına yapılan palas.
Çok sulu dere ortası.
Kısa gömlek.
selub
(Çoğulu: Süleb) Müddeti tamam olmadan yavrusunu düşüren deve.
seluf
Suya gelen develerin dâima önlerinde gelen deve.
semame
(Çoğulu: Semâm) Bir nevi kuş.
Sür'atle yürüyen dişi deve.
şemire
Hızlı yürüyen deve.
şemizer
Hızlı yürüyen deve.
senaf
Deve bağlanan ip.
Deve göğüsü.
şenak
Devenin yularını çekmek.
Çok yemekten mide dolmak.
Yaralamaktan dolayı alınan az diyet.
senam
(Çoğulu: Esnâm-Esnime) Deve hörgücü.
Her nesnenin yücesi, yükseği.
şenun
Aç. Ne zayıf, ne semiz olan deve.
sere
Suyun çok olması.
Devenin meme deliğinin geniş olması.
şerh
Her nesnenin evveli.
Her sene yeni doğan deve yavruları.
Yiğitlik.
Yarmak.
şesus
(Çoğulu: Şesâyıs) Sütü az olan deve.
şetut
Büyük hörgüçlü dişi deve.
şetuti / şetutî
Büyük hörgüçlü deve.
sevaim
(Tekili: Sâime) Otlak hayvanları. Çayıra başı boş salınan hayvanlar.
Zekâtı icab eden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırnaklı hayvanlar.
şevşat
Tez yürüyüşlü dişi deve.
şı'şa'
Uzun, yeynicek kimse.
Uzun boyunlu deve.
sı'venn
Deve kuşunun erkeği.
şib
Üzerine kar düşen dağ.
Su içerken devenin dudağından çıkan ses.
sıbhal
Şişman, büyük keler.
Deve.
Kırba.
Câriye.
şicar
Kapı ardına koyup sürgü olarak kullanılan ağaç.
Kiremit tahtası altına konulup çakılan ağaç.
Kapı ağacı.
Deve alâmetlerinden bir alâmet.
sıdar
Küçük gömlek.
Başa örttükleri bez, baş örtüsü.
Devenin göğsünde olan nişan ve alâmet.
sifar
Deveye burunduruk yapılan demir.
Sefer. Islâh, düzeltme.
Misafirlik.
sika'
Devenin burnuna bağladıkları nesne.
Kadınların örtündükleri peçe.
şikal
Devenin palanını bağlıyan ip.
Devenin ayağının bağlandığı ip, köstek.
El ve ayak zinciri.
Üç ayağı beyaz olan at.
şıkşaka
(Çoğulu: Şekâşık) Devenin ağzında olan dağarcığı. (Ağzından çıkarıp kükretir.)
Zayıf, yaşlı kimse.
Uzun ince çubuk.
Ağzın çevresi.
silb
(Çoğulu: Silebe) Dişleri kütelmiş ve kuyruğu dökülmüş yaşlı deve.
sin / sîn
Çin.
Kirli olan ve kokan deve yünü.
sina'
Deve ayağına bağladıkları ip.
sinad
Muhkem, dayanıklı, kuvvetli dişi deve.
Yüce.
Yüce yer, yüksek yer.
sınn
Berd-i acûz günlerinden bir gün.
Seleye benzer bir nesnedir, içine ekmek koyarlar.
Deve sidiği.
sintah
Büyük karınlı kuvvetli deve.
sırar
Devenin sütü çok olsun ve yavrusu emmesin diye emziğinin dibine bağladıkları ip.
sırme
(Çoğulu: Sırm) Bulut parçası.
Deve ve koyun sürüsü.
sita'
Deve boynunda uzunluğuna olan alâmet.
Ev direği.
su'l
(Çoğulu: Süul) Devede sonradan çıkan küçük meme.
Koyunda küçük meme.
Asıl dişin yanında çıkan fazlalık diş.
sud'a
Deve ve koyun bölüğü.
süfal
Yavaş giden deve. Geç yürüyüşlü deve.
şükara
Sütlü deve.
Sütlü koyun.
sürdah
(Çoğulu: Serâdih) Semiz etli dişi deve.
Ufak otlar yetişen yumuşak yer.
sursur
Büyük kuvvetli deve.
şutur
Irak, uzak, baid.
Bir memesi birisinden uzun olan koyun.
İki emziği kurumuş olan deve.
şütür / شتر
Deve.
(Farsça)
Deve.
(Farsça)
şütür gürbe
"Deve ile kedi" : İyilik fenalık; münasebetsiz, karışık; iyi ile kötü.
(Farsça)
şütürban / şütürbân / شتربان
Deveci. Deve çobanı.
(Farsça)
Deveci.
(Farsça)
şütürbar / şütürbâr
Bir deve yükü kadar olan ağırlık.
(Farsça)
şütürdil
Deve huylu, kinci, inatçı.
(Farsça)
şütürhar / şütürhâr / شترخوار
Deve dikeni.
(Farsça)
şütürleb
Deve dudaklı. Dudağı deve dudağı gibi sarkık olan kimse.
(Farsça)
şütürmürg / شترمرغ
Devekuşu.
(Farsça)
Devekuşu.
(Farsça)
şütürpa / şütürpâ
Deve ayaklı.
(Farsça)
Kekik otu.
(Farsça)
ta'kil
Devenin ayağına ip takıp bağlamak.
ta'lit
Devenin yularını başından indirmek.
Deve boynuna nişan etmek.
ta'vid
(Deve) çok yaşamak.
Âdet edinmek. Alıştırmak, âdet ettirmek.
tahhane
Çokluk deve. Deve sürüsü.
Çok asker.
tahtırevan
Deve, fil, at vb. hayvanlara yüklenerek veya omuzlarda taşınan üstü örtülü taşıma aracı.
takrid
Devenin gövdesinde olan keneyi yolup gidermek.
Hor ve zelil etmek.
tark
Vurmak.
Dövmek.
Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak.
Bulanık su.
İçine deve bevlettiğinden dolayı pislenmiş olan yağmur suyu.
Vücuttaki gevşeklik.
te'bil
Deveyi katarıyla getirmek.
tedvim
Teskin etmek, sâkinleştirmek.
Kuşun, uçarken dönüp deverân etmesi.
Dili ağızda döndürmek.
Tatmak.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
tenvik
(Deve) Zayıflamak.
terhim
Atmak.
Kolaylaştırmak, âsân etmek.
Deveyi sebepsiz kesmek.
Yumuşak ve ince etmek.
Bir ismi kısaltma.
terike
(Çoğulu: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız.
Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta.
tesrib
(Sürub. dan) (Asker) gönderme, yollama.
Atı ve deveyi bölük bölük edip yollamak.
tıbale
Deve boynuna asılan büyük çan.
Davulculuk.
tıls
(Çoğulu: Atlâs) Sahife.
Mahvolmuş nesne.
Tüyü dökülmüş olan deve uyluğunun derisi.
Elbisenin eskimesi.
tım
Deniz.
Deve kuşunun erkeği.
Çok mal.
tir'abe
Deve hörgücünün bir miktarı.
Deve hörgücü.
ubsur
Seri. Çok yürüyen deve.
ucacet
(Çoğulu: İcâc) Dişi deve sürüsü.
Toz.
Yüce avazlı, yüksek sesli.
udhiy
Deve kuşu yumurtası.
udme
Buğday renklilik.
Beyazı çok olan deve.
uklum
Kuvvetli deve.
ulcum
(Çoğulu: Alâcim) Erkek kurbağa.
Dağ keçisinin erkeği.
Deve kuşu.
Sağlam ve dayanıklı deve.
Çok su.
Gece karanlığı.
ulkum
(Çoğulu: Alâkım) Çok karanlık gece.
Pek sağlam deve.
ümm-üt tarık / ümm-üt târık
Deve kuşu.
ura'ır
(Çoğulu: Arâır) Semiz etli deve.
Şerefli adam.
Kavmin reisi.
urret
(Çoğulu: Urr) Devenin dudaklarında ve ayaklarında çıkan bir çıban.
Ulaşmak, varmak.
Kuş tersi.
usnun
(Çoğulu: Asânin) Sakal ucu.
Her nesnenin evveli.
Devenin çenesi altında olan uzun kıllar.
üştür / اشتر
Deve.
(Farsça)
Deve.
(Farsça)
üştürban / üştürbân / اشتربان
Deveci.
(Farsça)
Deveci.
(Farsça)
üştürhar / üştürhâr / اشترخار
Deve dikeni.
(Farsça)
üştürhu
Deve huylu. Kinci, hased eden.
(Farsça)
üştürmurg
Deve kuşu.
(Farsça)
uzhul
(Çoğulu: Azâhil) Yeyni, hafif.
Yük vurulmayan deve.
vasut
Gölgelik.
Sütü sağdıkları kabı dolduran deve.
veber
Bedevi, göçer.
Deve yünü.
Davar tırnağı.
vegab
(Çoğulu: Evgab) Korkak kimse.
İri gövdeli büyük deve.
vekif
Sütü çok olan deve.
vekra
Hızlı yürüyen deve.
Ayağını yere kuvvetli basan kadın.
Bir nevi sıçramak.
vesic
Şiddetli seyir. Hızlı gitme.
Hızlı yürüyen deve.
vesk
Bir deve yükü miktârında bir hacim ölçeği.
ya'lul
(Çoğulu: Yeâlil) Beyaz bulut.
Su üzerinde peydâ olan kabarcık.
Çift hörgüçlü deve.
ya'mele
İşe dayanıklı cins dişi deve.
yealil
(Tekili: Ya'lul) Suları berrak ve saf akan göller.
Beyaz bulutlar.
Su üzerinde meydana gelen kabarcıklar.
Çift hörgüçlü develer.
yeleb
Beyaz deve.
Polat demir.
Toplamak, cem'etmek.
Deriden yapılmış cübbe, zırh ve gömlek.
Kalkan.
yesteur
Medine yakınında bir yer.
Deve sağrısına yapılan palas.
Belâ.
Bâtıl.
Misvak ağacı.
zaan
Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.
zabazıb
Devenin çok acıktığında karnının ötmesi.
zahir
(Zahr. dan) Kuvvetli deve.
Yardımcı, arka çıkan.
Geriden gelen kuvvet.
zahire
Dışarı fırlamış olan göz.
Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
zahr
(Çoğulu: Zuhur-Ezhâr) Binek devesi.
Kuş yeleklerinin kısa tarafı.
Kara yolu.
Sırt, arka.
Yüksek yer.
Kur'an'ın lâfz-ı şerifi.
Haber.
zalim
(Çoğulu: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği.
Kaymağı alınmadan içilen süt.
Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.
zaun
Yük devesi.
zebn
Şiddetle def'etmek.
Devenin çifte vurması.
zecc
Süngünün arkasıyla vurmak.
Atmak.
Deve kuşunun yelmesi.
zefif
Çabuk davranan. Çevik.
Deve kuşunun yelmesi.
Gelini kocasına göndermek.
Hızla gitmek.
zefirr
Uzun boylu yiğit.
Kuvvetli deve.
zelul
Yumuşak huylu. Sert başlı olmayan. İtaatlı ve râm olan.
Hecin devesi.
İnsanların emrindeki yeryüzünün hâli.
zemel
Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak.
Devenin ayağına ârız olan aksaklık.
Su tulumunun sarkması.
zemil
Tez, hızlı, seri.
Deve yürüyüşünden bir çeşit.
zemin-kub
İkide bir ayağını yere vuran çengi, rakkase.
(Farsça)
Yer tepici olan at, deve, katır ve benzeri hayvanlar.
(Farsça)
zenabi
Kuş kuyruğu.
Deve burnundan akan sümük.
zenme
Keçinin kulağı ucunda küpe gibi sarkan kıllar.
Devenin kulağından kesip ilişik koydukları parça.
zerafe
(Çoğulu: Zürâfât) Deveye benzer, boynu uzun ve art ayakları kısa bir hayvan. Zürafa.
zeria
(Çoğulu: Zerâi) Vesile.
Yol.
Geçit.
Avcının, arkasında gizlendiği deve.
zevh
Develeri dağıtıp toplamak.
zıar
Devenin ağzını bağlamak.
zıhrıt
Koyun ve deve burunlarından akan sümük.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Muttasıl
intihab
evvel-i dünya
Ruz u şeb
işba
Gıdâ
Sened_i hakani
جهات
Gussa
كم
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
DEVE
iyi
Aralıksız
Gayretli
Sağlam
onceki
İsar etmek
Titreme
yıldırım
kaddü