REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te kelimesini içeren 1305 kelime bulundu...

"icl" meselesi

  • Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.

a'neb

  • Büyük burunlu adam, burnu iri olan adam.

ab-ı yah

  • Buzlu, soğuk su.

abd-i külli / abd-i küllî

  • Bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında temsil eden kul.

abhiz / âbhîz / آبخيز

  • Büyük dalga. (Farsça)

adalet-i kübra / adâlet-i kübra

  • Bütün hak sahiplerine haklarının verildiği ve bütün haksızlardan hesap sorulduğu büyük adâlet.

adihe

  • Bühtan, yalan.

afes

  • Burun eğriliği.

afsun / افسون

  • Büyü, efsun. (Farsça)

agaşte

  • Bulaşmış. (Farsça)

ağişte / âğişte / آغشته

  • Bulaşmış, bulanık. (Farsça)

agleb-i ihtimal

  • Büyük bir ihtimal.

ağleb-i ihtimal / ağleb-i ihtimâl / اغلب احتمال

  • Büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.

agrandisman

  • Büyütme (Fotoğrafçılıkta kullanılır.) (Fransızca)

ahcen

  • Burnu eğri kimse.

ahiret / âhiret

  • Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama

ahkam-ı ezeli / ahkâm-ı ezelî

  • Bütün zamanlarda geçerli olan ezelî hükümler, esaslar.

ahmak / احمق

  • Budala, aptal, ahmak. (Arapça)

ahnes

  • Burnu basık ve sivri olan adam.

ajeng / âjeng / آژنگ

  • Buruşuk, cilt kırışığı. (Farsça)

ak'am

  • Burnu eğri.

akik

  • Bunaltıcı sıcaklık.

aktab-ı mehdiyyin / aktâb-ı mehdiyyîn

  • Büyük Mehdînin bazı vasıflarını taşıyan büyük velîler.

aktüalite

  • Bugünkü hâdise veya mevzu. Günlük hâdiseler. (Fransızca)

aktüel

  • Bugünkü, şimdiki. (Fransızca)

akverin

  • Büyük belâlar, musibetler, âfetler.

alem-i esir / âlem-i esir

  • Bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlem.

alem-i islam camii / âlem-i islâm camii

  • Büyük bir cami hükmünde olan İslâm âlemi.

alem-i islam mescid-i kebiri / âlem-i islâm mescid-i kebiri

  • Büyük mescit hükmünde olan İslâm dünyası.

alem-i islamın cami-i kebiri / âlem-i islâmın cami-i kebiri

  • Büyük bir cami hükmünde olan İslâm dünyası.

alem-i islamın şahs-ı manevisi / âlem-i islâmın şahs-ı mânevîsi

  • Bütün İslâm âleminden meydana gelen mânevî şahıs; tüzel kişilik.

alem-i kebir / âlem-i kebîr / عَالَمِ كَبِيرْ

  • Büyük âlem, evren.
  • Büyük âlem.

alem-i kübra / âlem-i kübrâ

  • Büyük âlem.

alem-i misaliye / âlem-i misaliye

  • Bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem.

alemgir / âlemgir

  • Bütün âleme yayılan, cihanı kaplayan, dünyayı zapteden. (Farsça)

alemlerin rabbi / âlemlerin rabbi

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah.

alempesend / âlempesend

  • Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey. (Farsça)

alemşümul / âlemşümul / âlemşümûl

  • Bütün dünyayı alâkadar eden, dünyayı kaplayan ve her yerde tanınmış olan.
  • Bütün âlemi kaplayan, evrensel.

alet-i mükebbir / âlet-i mükebbir

  • Büyütme âleti, büyüteç, mikroskop.

ali / âli

  • Büyük, yüksek, şerif, celil, aziz olan.

alicenabane / âlicenâbâne

  • Büyüklere yakışır, yüksek bir tarzda.

allah

  • Bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi.

allahü zülcelal hazretleri / allahü zülcelâl hazretleri

  • Büyüklük ve haşmet sahibi olan yüce Allah.

allahü zülcelal tebareke ve teala ve tekaddes hazretleri / allahü zülcelâl tebareke ve teâlâ ve tekaddes hazretleri

  • Büyüklük, haşmet ve yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.

allame / allâme / علامه / عَلَّامَه

  • Büyük âlim.
  • Büyük bilgin. (Arapça)
  • Büyük âlim.

alud / âlûd / آلود

  • Bulaşık, karışık.
  • Bulanmış, bulaşmış. (Farsça)

alude / âlûde / آلوده

  • Bulaşmış, karışmış.
  • Bulanmış, bulaşmış. (Farsça)

aludegi / âlûdegî / آلودگى

  • Bulaşma, bulaşıklık. (Farsça)

anasır-ı külliye / anâsır-ı külliye

  • Büyük unsurlar; toprak, hava, su, ateş.

andelib / andelîb / عندليب

  • Bülbül.
  • Bülbül.
  • Bülbül. (Arapça)

ardhale

  • Bulamaç adı verilen yemek. (Farsça)

ardtule / ardtûle

  • Bulamaç denilen yemek. (Farsça)

arız / ârız / عارض

  • Bulaşan.

ariza

  • Büyük bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye.

arş-ı rahman / arş-ı rahmân

  • Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Allah'ın tasarruf dairesi, makamı.

arşu'r-rahman / arşu'r-râhmân

  • Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı.

artebe

  • Burun ucu.

arteziyen

  • Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu. (Fransızca)

arzu-yu taazzum

  • Büyüklük taslama arzusu.

asar-ı azamet / âsâr-ı azamet / آثَارِ عَظَمَتْ

  • Büyüklük eserleri.

asar-ı azime / âsâr-ı azîme

  • Büyük eserler.

asar-ı haşmet / âsâr-ı haşmet / آثَارِ حَشْمَتْ

  • Büyüklük eserleri.

aşevsec

  • Büyük karınlı iri deve.

aside

  • Bulamaç adı verilen yemek.

asife

  • Buğday ve arpa başağını örten yapraklar.

aşk-ı ihlas / aşk-ı ihlâs

  • Büyük bir samimiyet, çalışma, iş ve davranışlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetme gayret ve aşkı.

aşk-ı şedid / aşk-ı şedîd

  • Büyük aşk, şiddetli aşk.

ateh / عته

  • Bunama, bunaklık. (Ateh getirmiş bir ihtiyar)
  • Bunama, bunaklık.
  • Bunama. (Arapça)
  • Ateh getirmek: Bunamak. (Arapça)

atih / âtih

  • Bunak.

ayat-ı azam / âyât-ı âzam

  • Büyük âyetler, deliller.

ayat-ı azime / âyât-ı azîme

  • Büyük mânâlar ihtiva eden âyetler.

ayat-ı kübra / âyât-ı kübra

  • Büyük, yüce âyetler.

ayet-i azime / âyet-i azîme

  • Büyük ve yüce âyet.

ayet-i ekber / âyet-i ekber

  • Büyük âyet.

ayine-i esma-i rabbaniye / âyine-i esmâ-i rabbâniye

  • Bütün varlıkları idare, tedbir ve terbiye eden Allah'ın isimlerinin aynası.

ayn-ı zat-ı akdes / ayn-ı zât-ı akdes

  • Bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın bizzat kendisi.

azamet / عَظَمَتْ

  • Büyüklük, yücelik.
  • Büyüklük, kibirlilik.
  • Büyüklük.
  • Büyüklük.

azamet-i şevket-i rububiyet

  • Büyük ve haşmetli bir idare ve terbiye edicilik.

azametli

  • Büyük.

azamiyet / âzamiyet

  • Büyüklük.

azamüşşer / âzamüşşer

  • Büyük zarar.
  • Büyük kötülük.

azim / azîm / عظيم / عَظ۪يمْ

  • Büyük.
  • Büyük. Yüce. Çok ileri.
  • Büyük.
  • Büyük. (Arapça)
  • Büyük.

azime / azîme

  • Büyük.

ba'deha, ba'dehu / ba'dehâ, ba'dehû

  • Bundan sonra. Ondan sonra.

ba'dema / ba'demâ / بعدما / بَعْدَمَا

  • Bundan böyle. (Arapça)
  • Bundan sonra.

ba'dezin / بعدازاین

  • Bundan sonra, bundan böyle. (Arapça - Farsça)

ba-vücud ki / bâ-vücud ki

  • Bununla beraber, böyle iken. (Farsça)

badehu / bâdehû

  • Bundan sonra.

badema / bâdema / bâdemâ

  • Bundan sonra.
  • Bundan sonra.

bahr-i muhit-i kebir / bahr-i muhît-i kebîr / بحر محيط كبير

  • Büyük Okyanus.
  • Büyük Okyanus.

bahr-i muhit-i kur'ani / bahr-i muhit-i kur'ânî

  • Büyük Kur'ân denizi.

bahr-i muhit-i şarki / bahr-i muhît-i şarkî / بَحْرِ مُح۪يطِ شَرْق۪ي

  • Büyük Okyanus.

baliğ / bâliğ

  • Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Cünüp olup, gusül (boy) abdesti almağa başlayan, evlenecek yaşa gelen erkek.

baliğa / bâliğa

  • Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Hayız (regl) görmeye başlayan, evlenecek yaşa gelen kız.

banyol

  • Bu kelime; zindan, hapishâne mânâlarında kullanılırdı. Buraya katiller, hırsızlar ve beylik esirlerin satışa yaramıyanları konurdu.

baru / bârû / بارو

  • Burç, hisar burcu. (Farsça)

baskül

  • Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet. (Fransızca)

batın / bâtın

  • Bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah.
  • Bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratan ve işleten Allah.

batiye

  • Büyük çanak.

bazih

  • Büyük. Âli. Yüce.

be-şart-ı anki

  • Bu şartla ki. Şu şartla ki. (Farsça)

bedeviyet-i sırf

  • Bütün yönleriyle bedevîlik ve köylülük, medenî olmama özelliği.

bedg

  • Bulaşmak.

bedid

  • Büyük sahra, geniş çöl.

behreme

  • Burgu, matkab. (Farsça)

bel'as

  • Büyük karınlı dişi deve.

belabil / belâbil

  • Bülbüller.

belah

  • Büyüklenmek, kibir.

belva-yı azime / belvâ-yı azîme

  • Büyük belâ;.

berahin / berâhin

  • Bürhanlar, kuvvetli deliller.

berahin-i uzma / berâhin-i uzmâ

  • Büyük deliller.

berf-dan / berf-dân

  • Buzhane, buzluk, karlık.

bermah

  • Burgu, matkab. (Farsça)

betane

  • Büyük karınlı olmak.

beyzare

  • Büyük ve uzun sopa.

bezah

  • Büyüklenmek. Kibir, gurur.

bical

  • Büyük gövdeli şey. Azîm. Cesîm.

bidayet mahkemesi

  • Bu tâbir eskiden Asliye Mahkemeleri için kullanılırdı.

bihazelemr / bihâzelemr / بهذا الامر

  • Buna göre, bu durumda, böylelikle. (Arapça)

bil'umum / bil'umûm / بِالْعُمُومْ

  • Bütün, genel olarak.
  • Bütünüyle, tamamıyla.

bil-umum

  • Bütün, tamamı, hep.

bilad-ı cesime / bilâd-ı cesime

  • Büyük ülkeler.

bilcümle / بِالْجُمْلَه

  • Bütün, toptan.
  • Bütün, hepsi. Umumiyetle.
  • Bütün olarak.

bilkülliye

  • Büsbütün.
  • Bütünüyle.

bilumum

  • Bütün.

bilvesile

  • Bu vesileyle.

binaberin / binâberin / بنابرین

  • Bunun üzerine, bu sebebe binâen, bundan dolayı. (Farsça)
  • Bundan dolayı, buna dayanarak. (Arapça - Farsça)

binaen ala zalik / binaen ala zâlik

  • Bunun üzerine, bundan dolayı.

binaenalahaza / binâenalâhaza / binâenalâhâzâ

  • Bundan dolayı. Buna binaen.
  • Bundan dolayı, bunun üzerine.
  • Bunun üzerine, bundan dolayı.

binaenaleyh / binâenaleyh / بناء عليه / بِنَاءً عَلَيْهْ

  • Bundan dolayı, bunun üzerine.
  • Bundan dolayı.
  • Bunun üzerine, ondan dolayı.
  • Bu yüzden, bundan dolayı. (Arapça)
  • Bunun üzerine.

bini / bînî / بينى

  • Burun. (Farsça)

biraste

  • Budanmış ağaç. Fazla dalları kesilmiş ağaç. (Farsça)

bitamam / bitamâm

  • Büsbütün.

bön

  • Budala, ahmak, saf.

bozok

  • Bugünkü Yozgat vilâyetimizin Osmanlılar devrindeki adı.

bu itibarla

  • Bu açıdan.

bu meyanda

  • Bu arada.

bu zaman ehli

  • Bu zamanda yaşayanlar; çağdaşlar.

buda

  • Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır.
  • Budizmin kurucusu.

budei / budeî

  • Budistler.
  • Buda dininden olan.

budist

  • Budizm adlı bozuk dîne mensûb olan.

buhar / buhâr / بخار

  • Buğu.
  • Buğu, buhar. (Arapça)

buhar-misal

  • Buhar gibi.

bühat

  • Bühtan edici, iftiracı.

buhran / buhrân / بحران / بُحْرَانْ

  • Bunalım.
  • Bunalım.
  • Bunalım, kriz. (Arapça)
  • Bunalım.

bühur

  • Büyük emir.

bukalemun

  • Bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.

bülbülveş

  • Bülbül gibi.

bundan maada / bundan mâada

  • Bundan başka, bunun yanısıra. (Türkçe - Arapça)

bünyeviyat / بنيویات

  • Bünye ile ilgili bilim dalı, morfoloji. (Arapça)

bürbur

  • Bulgur. (Buğdaydan yapılır.)

bürgur

  • Buzağı.

burhan-ı azim / burhan-ı azîm

  • Büyük, güçlü delil.

burhan-ı inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.

bürhan-ı muazzam

  • Büyük delil.

burjuvazi

  • Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e (Fransızca)

bürr

  • Buğday.

buruc / burûc

  • Burçlar.

büruc / bürûc

  • Burçlar.

buruc / burûc / بروج

  • Burçlar. (Arapça)

büyük doğucular

  • Büyük Doğu dergisini çıkaranlar.

büzürg-var

  • Büyük, saygıdeğer, ulu (kimse). (Farsça)

büzürgane / büzürgâne

  • Büyük, ulu bir kimseye yakışacak sûrette. (Farsça)

cadde-i kübra / cadde-i kübrâ

  • Büyük cadde.

cadu-fenn

  • Büyücü, sihirbaz. (Farsça)

cadu-ger

  • Büyücü, sihirbaz. (Farsça)

caduger / câdûger / جادوگر

  • Büyücü. (Farsça)

cami / câmî

  • Büyük bir âlim ve yazarı.

cami-i ekber

  • Büyük cami.

cami-i kebir / câmi-i kebir

  • Büyük cami.
  • Büyük cami.

cavers

  • Buğdaylar arasında biten bir cins sarı darı.

cazibe-i azime / cazibe-i azîme

  • Büyük çekim.

cebha'

  • Büyük alınlı kadın.

cefne

  • Büyük su kabı.

cehennem-i kübra / cehennem-i kübrâ

  • Büyük cehennem.

cehennem-i maneviye / cehennem-i mâneviye

  • Bu dünyadayken hissedilen manevî cehennem azabı.

cehl-i azim / cehl-i azîm / جَهْلِ عَظِيمْ

  • Büyük cehalet.
  • Büyük cahillik.

celal / celâl / جَلَالْ

  • Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah.
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olma.

celalet / celâlet

  • Büyüklük, ululuk.

celali / celâlî / جَلَال۪ي

  • Büyüklükle ilgili.
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olmaya âit.

celil / celîl / جَلِيلْ

  • Büyüklük sahibi.
  • Büyük, ulu.
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olan (Allah).

cellad-ı sehhar / cellâd-ı sehhar

  • Büyüleyici cellat.

cem'i mahlukat / cem'i mahlukât

  • Bütün yaratıklar.

cemaat-i ali / cemaat-i âli

  • Büyük, yüce cemaat.

cemaat-i azime / cemâat-i azîme / جَمَاعَتِ عَظ۪يمَه

  • Büyük topluluk.

cemaat-i azime-i islamiye / cemaat-i azîme-i islâmiye

  • Büyük İslâm topluluğu.

cemaat-i kesire

  • Büyük bir topluluk.

cemaat-ı uzma / cemaat-ı uzmâ

  • Büyük topluluk.

cemaat-i uzma / cemâat-i uzmâ

  • Büyük cemaat, topluluk.

cemed

  • Buz.

cemi / cemî

  • Bütün.
  • Bütün, hepsi.

cemi'

  • Bütün.

cemi-i ahlak-ı aliye / cemi-i ahlâk-ı âliye

  • Bütün yüksek ve üstün ahlâklar.

cemi-i enbiya

  • Bütün peygamberler.

cemi-i fünun / cemî-i fünun

  • Bütün fenler, ilimler.

cemian

  • Bütün, hep.

cemil / cemîl

  • Bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah.

cemiyet-i azime / cemiyet-i azîme

  • Büyük topluluk.

cemm-i gafir / cemm-i gafîr

  • Büyük cemaat, insan kalabalığı.

cenab

  • Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.

çendin / چندین

  • Bu kadar, bunca. (Farsça)

cercis / cercîs

  • Büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber.

cereyan-ı azim / cereyan-ı azîm

  • Büyük fikir ve düşünce akımı.

cereyan-ı azime / cereyan-ı azîme

  • Büyük akım.

cesamet / cesâmet / جَسَامَتْ

  • Büyüklük.
  • Büyüklük.

cesim / cesîm / جَس۪يمْ

  • Büyük, heybetli.
  • Büyük.

ceşiş

  • Bulgur.

ceşişe

  • Bulgur yemeği.

cesr

  • Büyük deve.

cevşen-i kebir / cevşen-i kebîr

  • Büyük zırh. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) vahiyle gelen en azîm ve en mühim bir münâcâtın ismidir. Bu harika münâcât, mârifetullahda terakki eden bütün âriflerin münâcâtının fevkindedir. Bin hâsiyeti olan ve bin Esmâ-i Hüsnâ'yı içine alan emsalsiz bir münâcât-ı Peygamberiyedir.

ceyş-ül azim / ceyş-ül azîm

  • Büyük ordu. Binikiyüz kişilik askeri kuvvet.

cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber

  • Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.

cihandar / جهاندار

  • Büyük hükümdar, imparator. (Farsça)

cihangir / cihangîr / جهانگير

  • Büyük hükümdar, imparator. (Farsça)

cihangiri / cihangîrî / جهانگيری

  • Büyük hükümdarlık, imparatorluk. (Farsça)

cihanpesendane

  • Bütün dünyanın beğenip hayran kaldığı gibi.

cilbend

  • Büyük cüzdan. Evrak koymaya mahsus birçok gözlere ayrılmış cüzdan şeklinde çanta ki, koltuk altına alınır.

cilhabe

  • Büyük olan şey, kebîr.

cille

  • Büyük, ulu nesne. Kebîr ve azîm.

çin / çîn

  • Buruşukluk.

cinayat / cinâyât

  • Büyük cezaları gerektiren suçlar, cinayetler.

cinayet-i azim / cinayet-i azîm

  • Büyük cinayet.

cinayet-i sariye / cinayet-i sâriye

  • Bulaşıcı, salgın cinayet.

cirf

  • Büyük nesne.

cirim

  • Büyük cisim.

cirm / جرم

  • Büyüklük.
  • Büyüklük.

cirm-i azim / cirm-i azîm

  • Büyük cisim.

cülale

  • Büyük dişi deve.

cülban

  • Burçak dedikleri hububat cinsi.

cümle / جُمْلَه

  • Bütün, hüküm bildiren söz.
  • Bütün.

cümle alem / cümle âlem

  • Bütün dünya.

cümle hali

  • Bütün hali.

cümle ihvan / cümle ihvân

  • Bütün kardeşler.

cümleten

  • Bütün, hep, kâffeten, cemian, hep birden.

cümudiye / cümûdiye

  • Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg.
  • Buzul.

cümudiyye / cümûdiyye / جمودیه

  • Buzul. (Arapça)

cünduh

  • Büyük çekirge.

cürşu'

  • Büyük karınlı deve.

cüsam

  • Büyük, geniş. Eni fazla olan.

cüz' / جُزْؤْ

  • Bütünü oluşturan parçalardan herbiri.

cüz-ü tamm

  • Bütün. Bir şeyin, temel vasıflarının tamamını toplayan parçası. Parçalandığı vakit ana vasfını ve asliyetini kaybeden şey.

daire-i azam-ı alem / daire-i âzam-ı âlem

  • Büyük kâinat dairesi.

daire-i azamet

  • Büyüklük dairesi.

daire-i azim / daire-i azîm

  • Büyük daire.

daire-i azime / daire-i azîme

  • Büyük daire.

daire-i külliye

  • Büyük ve geniş kapsamlı daire.

Dalyarak

  • budalalığı yüzünden her zaman densizlik yapan (kimse). Bön, salak, budala.

dar-ı dünya / dâr-ı dünya

  • Bu dünya memleketi. Dünya. (Dâr-ı fenâ da denir.) (Farsça)

dava-yı azime / dâvâ-yı azîme

  • Büyük dava.

davud / dâvûd

  • Büyük bir peygamber.

def-i tabii / def-i tabiî

  • Bünyede ve içte olan şeyi, fıtrî ve normal şekilde dışarı atmak.

defter-i kebir / defter-i kebîr / دَفْتَرِ كَبِيرْ

  • Büyük defter.
  • Büyük defter.

deha-yı azam / dehâ-yı âzam

  • Büyük dehâ.

del'as

  • Büyük, kuvvetli deve.

delil-i inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.

dellal-ı kitab-ı mübin / dellâl-ı kitab-ı mübîn

  • Bütün hakikatleri açıklayan Kur'ân-ı Kerimdeki gizil sırları insanlara duyuran.

derece-i azamet

  • Büyüklük derecesi.

dergah-ı kàdiyü'l-hacat / dergâh-ı kàdiyü'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah'ın yüce katı.

ders-i azam / ders-i âzam

  • Büyük bir ders.

derya-yı azim / derya-yı azîm

  • Büyük deniz.

deşişe

  • Bulgur.

dest-alay

  • Bulaşık el, bulaşmış el. (Farsça)

devahi / devâhi / devâhî

  • Büyük belâlar, afetler.
  • Büyük belâlar, üstün zekâlılar.

devam

  • Burada imansızlığın devamı kastediliyor.

devlet-i azime-i islamiye / devlet-i azime-i islâmiye

  • Büyük İslâm Devleti.

devlet-i cesime / devlet-i cesîme

  • Büyük ve heybetli devlet.

devlet-medar

  • Büyüklük merkezi olan (hükümdar)

devsere

  • Büyük, semiz, kuvvetli deve.

din-i azim / din-i azîm

  • Büyük din.

diritnot

  • Büyük harp gemisi.
  • Büyük savaş gemisi.

dua-yı aciziye / dua-yı âciziye

  • Bu âcizin duası, kendi duam.

dua-yı ihlasiye / dua-yı ihlâsiye

  • Büyük bir samimiyet, iş ve ibadette yalnız Allah rızasını gözeterek yapılan dua.

dübb-i ekber

  • Büyük ayı (yedili yıldız grubu).

dübb-ü ekber

  • Büyük ayı tâbir edilen, kutup yıldızı ile beraber etrafındaki yedi yıldız.

dücun

  • Bulutun göğü bürüyüp örtmesi.

düffa'

  • Büyük sel.

dumur

  • Büyüyüp gelişememek. Zayıflıktan, hayvanların karnının içeri çökmesi.

dünya saltanatı

  • Bütün dünya egemenliği.

dünyevi haşir / dünyevî haşir

  • Büyük haşre örnek olarak bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi.

düstur-u azim / düstur-u azîm

  • Büyük ve önemli düstur, prensip.

düstur-u külli / düstur-u küllî

  • Büyük ve genel prensip.

düvel-i muazzama

  • Büyük devletler. Düvel-i muazzama-i İslâmiyye gibi. (Farsça)

eazım / eâzım / اعاظم

  • Büyükler, ulu kişiler.
  • Büyükler.
  • Büyükler, ileri gelenler. (Arapça)

ebr / ابر

  • Bulut. (Farsça)
  • Bulut. (Farsça)

ebrac

  • Burçlar, kaleler.

ebralud / ebrâlûd / ابرآلود

  • Bulutlu. (Farsça)

ecdad-ı izam / ecdâd-ı izâm

  • Büyük ecdat; geçmiş büyüklerimiz.

ecebe

  • Büyük alınlı. Alnı geniş olan kimse.

ecsam-ı namiye / ecsam-ı nâmiye / ecsâm-ı nâmiye

  • Büyüyüp yetişen cisimler. Nebat gibi büyüyenler.
  • Büyüyen cisimler, gelişen varlıklar.

eczahane-i kübra-yı alem / eczahane-i kübrâ-yı âlem

  • Büyük bir eczane olan âlem, kâinat.

eczem

  • Burnu kesilmiş.

ednef

  • Burnu kısa olan adam.

ef'al-i umumiye-i ilahiye / ef'âl-i umumiye-i ilâhiye

  • Bütün varlıklar âleminde varlıkları ortaya çıkaran İlâhî fiiller.

efazıl-ı vükela-yı fiham / efâzıl-ı vükelâ-yı fihâm

  • Büyük vekillerin bilgilileri.

efşe

  • Bulgur. (Farsça)

efsunger

  • Büyücü, sihir yapan. Efsun yapan kimse. (Farsça)

ehl-i salah / ehl-i salâh / اَهْلِ صَلَاحْ

  • Bütün güzel sıfatları üzerinde toplayanlar.

ehre

  • Büyük ağızlı.

ejder

  • Büyük canavar, büyük yılan.
  • Büyük yılan.

ejderha

  • Büyük yılan.

ekabir / ekâbir / اكابر

  • Büyükler.
  • Büyükler, ileri gelenler. (Arapça)

ekmel-i küll

  • Bütün fertlerin en mükemmeli; bütün niteliklerde en mükemmel.

eksem

  • Büyük karınlı, şişman adam.

ekser-i mutlak / اَكْثَرِ مُطْلَقْ

  • Büyük çoğunluk.

ekseriyet-i azime / ekseriyet-i azîme

  • Büyük çoğunluk.

ekseriyet-i mutlaka / اَكْثَرِيَتِ مُطْلَقَه

  • Büyük çoğunluk.
  • Büyük çoğunluk.

ekzeb

  • Büyük iftira, büyük yalan, uydurma.

el-azametü lillah ve'l-kudretü lillah / el-azametü lillâh ve'l-kudretü lillâh

  • Büyüklük ve kudret Allah'ındır.

el-yevm

  • Bugün.

elcevap

  • Bu sorunun cevabı.

elhamdü lillahi ala nuri'l-iman ve hidayeti'r-rahman / elhamdü lillâhi alâ nûri'l-iman ve hidâyeti'r-rahmân

  • Bütün övgüler ve şükürler iman nurunu ve doğru yolu nasip eden Allah'a mahsustur.

elyevm / اليوم

  • Bu gün.
  • Bugün. Hâlâ.
  • Bugün.
  • Bugün. (Arapça)

emir / امر

  • Buyruk, emir. (Arapça)

emir, emr

  • Buyruk.

emma ba'd / emmâ ba'd

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında; söz başı, besmele, hamdele ve duadan sonra söylenen söz, fasl-ı hitâb (söze başlama).

emma ba'dü / emmâ ba'dü

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında olup, söze başlarken kullanılan ve gelecek ifadenin büyük önemini bildiren söz.

emmabadü / emmâbâdü

  • Bundan sonra.

emr / امر

  • Buyurma,iş.

emr-i ali / emr-i âlî

  • Büyük zâtınızın emri.

emr-i azim / emr-i azîm

  • Büyük emir, iş.

emr-i hayr-i azim / emr-i hayr-i azîm

  • Büyük ve hayırlı iş.

emr-i rabbani / emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emri.

enbiya-i izam

  • Büyük peygamberler.

enbiya-yı izam / enbiya-yı izâm

  • Büyük pemgamberler; Âdem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.),Îsâ (a.s.), ve Hz. Muhammed (a.s.m.).

enf / انف

  • Burun. (Arapça)

enfi / enfî

  • Burunla ilgili.

enfiye

  • Buruna çekilen çürütülmüş tütün tozu.

enva-ı hakaik / envâ-ı hakaik

  • Bütün hakikatler.

enva-ı mahlukat / envâ-ı mahlûkat

  • Bütün yaratılmış varlık türleri.

envar-ı azime / envâr-ı azîme

  • Büyük, nurlar, aydınlıklar.

enzar-ı alem / enzâr-ı âlem

  • Bütün varlık âleminin bakışları.

enzar-ı mahlukat önünde / enzâr-ı mahlûkat önünde

  • Bütün varlıkların gözleri önünde.

er-rahmanü'r-rahim / er-rahmânü'r-rahîm

  • Bütün varlıklara olduğu gibi tek tek her bir varlığa şefkat gösteren sonsuz rahmet sahibi Allah.

erkan-ı azime / erkân-ı azîme

  • Büyük ve önemli esaslar.

erm

  • Bükmek.

errahmanirrahim / errahmânirrahîm

  • Bütün varlıklara genel olarak ve her bir varlığa özel olarak rahmet tecellîleri olan Allah.

errezzak

  • Bütün rızıkları ve faydalanacak şeyleri yaratan ve ihsan eden Allah (C.C.)

esbab-ı alem / esbab-ı âlem

  • Bu âlemdeki sebepler.

eşemm

  • Burnu kuvvetli koku duyan.

eser-i azim / eser-i azîm

  • Büyük eser.

esir

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.

esma-i külliye / esmâ-i külliye

  • Bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah'ın isimleri.

esna'

  • Bülent, yüksek, yüce, ulvi.

eşüdd

  • Büluğa gelmek mertebesi.

et-tahiyyatü

  • Bütün mahlukatın hayatları, kal ve hâl dilleri ile Hâlıkları olan Allah'a (C.C.) karşı yaptıkları hamdler, şükürler, mânevi hayat hediyeleri.

evliya-ı azime / evliya-ı azîme

  • Büyük veliler.

evliya-i azime / evliyâ-i azîme

  • Büyük veliler.

evliya-i izam / evliya-i izâm

  • Büyük evliya.

evliya-yı azime / evliya-yı azîme

  • Büyük velîler.

evrad-ı şah-ı nakşibendi / evrâd-ı şah-ı nakşibendî

  • Büyük İslâm mutasavvıfı Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin okuduğu virdler, dualar.

ez-cümle

  • Bu cümleden, meselâ, bunun gibi. (Farsça)

eziyet

  • Büyük sıkıntı, incinme.

fahişe / fâhişe

  • Büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın.

fahm

  • Büyük, kebir, ulu.

fahr-i alem / fahr-i âlem

  • Bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.).

fahr-i rusul

  • Bütün peygamberlerin övünç kaynağı Hz. Muhammed.

fahru'l-alemin / fahru'l-âlemîn

  • Bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.).

fahşa / fahşâ

  • Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
  • Büyük günahlar.

fahz

  • Büyüklenmek, kibirlenmek.

fakd

  • Bulunmayış.

fakıra

  • Büyük musibet, zahmet, meşakkat. Dâhiye. Belleri kırıp parçalayan şiddet.

falık / fâlık

  • Büyümesi için tohumu çatlatan Allah.

fazl-ı azim / fazl-ı azîm

  • Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet.

fazl-ı kebir / fazl-ı kebîr / فَضْلِ كَب۪يْر

  • Büyük iyilik.

fe-emma

  • Buna gelince, kaldı ki. Ammâ... (mânasına asıl söze başlama edâtıdır.)

febinaen ala zalik / febinaen alâ zâlik

  • Buna binaen, bundan dolayı.

fecs

  • Büyüklenmek, ululanmak, kibirlenmek.

felaket / felâket / فلاكت

  • Büyük zararlar veren olay.
  • Büyük bela, musibet. (Arapça)

fena fi'l-ihvan / fenâ fi'l-ihvân

  • Bütün varlığını kardeşlerinin mânevî şahsiyetinde yok etme.

fena fi'r-resul / fenâ fi'r-resul

  • Bütün varlığını Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mânevî şahsiyetinde yok etme.

fena fi'ş-şeyh / fenâ fi'ş-şeyh

  • Bütün varlığını şeyhinin mânevî şahsiyetinde yok etme.

fend

  • Büyük dağ.

fenhar

  • Büyük taş.

ferace / ferâce

  • Bütün vücudu kaplayan bir cins elbise.

ferd-i ferid-i deveran / ferd-i ferîd-i deveran

  • Bütün zamanların benzeri olmayan tek ferdi.

ferhest

  • Büyü, sihir, sihirbazlık. (Farsça)

ferid-i devran / ferîd-i devrân

  • Bütün dönemlerin en seçkin kişisi.

ferid-i kevn ü zaman / ferîd-i kevn ü zaman

  • Bütün varlıkların en değerlisi ve bütün zamanlarda biricik ve tek olan.

ferik / ferîk

  • Buğday tanesinin olgunu, öğütülecek hâle gelmiş buğday tânesi.

ferma / fermâ

  • Buyurucu. Emredici. Âmir. (Farsça)
  • Buyurucu.

ferman / fermân / فرمان / فَرْمَانْ

  • Buyruk, emir.
  • Buyruk. (Farsça)
  • Buyruk.
  • Buyruk.

ferman etmek

  • Buyurmak.

ferman-ı celil / ferman-ı celîl / فَرْمَانِ جَلِيلْ

  • Büyüklük ve kahır sâhibi olan (Allah)'ın buyruğu, Kur'ân.

ferman-ı rabbani / fermân-ı rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emir ve buyruklarının yazılı olduğu Hizbü'l-Ekber.

fermayiş / fermâyiş / فرمایش

  • Buyruk. (Farsça)

fermude

  • Buyruk. Emir. Kumanda. (Farsça)

fertut / fertût / فرتوت

  • Bunamış ihtiyar. (Farsça)

fetis / fetîs

  • Büyük çekiç.

fevres

  • Buğday, hınta.

fevz-i azim / fevz-i azîm

  • Büyük kurtuluş, büyük selamet, büyük başarı.

fi-maba'd

  • Bundan böyle, bundan sonra, bundan itibaren, bir daha.

fikr-i icad

  • Buluş yapma ve yeni şeyler icat etme düşüncesi.

fimaba'd / fîmâba'd / فى ما بعد

  • Bundan sonra mânâsına gelen konuya giriş ifadesi.
  • Bundan böyle. (Arapça)

fırışka

  • Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.

firkateyn

  • Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.

fitne-i azime / fitne-i azîme / فِتْنَۀِ عَظ۪يمَه

  • Büyük karışıklık, azgınlık.

forsa

  • Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba

fuhul / fuhûl

  • Büyükler, ileri gelenler.

fum

  • Buğday.

füsun / füsûn

  • Büyüleyici güzellik.

füsunkar / füsunkâr / füsûnkâr

  • Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici. (Farsça)
  • Büyüleyici.

füsunperver

  • Büyüleyici, hayranlık verici, cezbedici, celbedici. (Farsça)

füsunsaz / füsunsâz

  • Büyüleyici, câzibedâr. (Farsça)

fütuhat-ı azim / fütuhat-ı azîm

  • Büyük fetihler, zaferler.

futur

  • Büyük ve beyaz mantar.

füvm

  • Buğday. Hınta.

fuzuli / fuzûlî

  • Büyük bir divan şairi.

gabavet-i mücesseme

  • Büyük ahmaklık.

gaber

  • Büyük meşakkat.

gabye

  • Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.

gaib / gâib / غائب

  • Bulunmayan, ortada görünmeyen, kayıp. (Arapça)

gamze-i cadu / gamze-i câdu

  • Büyüleyen gamze. Süzgün bakış.

gangren

  • Bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.

ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî

  • Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.

gatrafe

  • Büyüklenmek, ululanmak, kibirlenmek.

gavs

  • Büyük evliya.

gavs-ı a'zam

  • Büyük gavs (yardımcı). Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin lakabı.

gavsiyet

  • Büyük evliyalık.

gaybubet / gaybûbet / غيبوبت

  • Bulunmama, yokluk. (Arapça)

gazali / gazâlî

  • Büyük bir islâm âlimi.

gazl

  • Budaklanmak.

gemi-i cebbar

  • Büyük ve azametli gemi.

gendüm / گندم

  • Buğday. (Farsça)
  • Buğday. (Farsça)

gendüm-gun

  • Buğday renkli. (Farsça)

gendumgun / gendûmgûn / گندمگون

  • Buğday rengi. (Farsça)

gergedan

  • Burnu üzerinde boynuzu bulunan ve file benzeyen vahşi bir hayvan.

gıyab / gıyâb / غياب

  • Bulunmama, yokluk. (Arapça)

günah-ı kebair / günâh-ı kebâir

  • Büyük günahlar.

günah-ı kebire / günah-ı kebîre / günâh-ı kebîre

  • Büyük günah.
  • Büyük günah.

guraf

  • Büyük ölçek.

gurve

  • Burnun ucundaki kıkırdaktan yapılmış yumuşak kısım.

gusale / gûsâle / گوساله

  • Buzağı. (Farsça)

gusn-u azam

  • Büyük dal.

hacmen

  • Büyüklükçe. Hacim bakımından.

hadd-i büluğ

  • Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.

hader-i umumi / hader-i umumî

  • Bütün vücudu kaplayan uyuşukluk.

hadisat-ı azime / hâdisât-ı azîme

  • Büyük olaylar.

hadise-i azime / hâdise-i azîme

  • Büyük olay.

hakaik-i azime / hakaik-i azîme

  • Büyük hakikatler, gerçekler.

hakaik-i uzma

  • Büyük hakikatler, gerçekler.

hakeza / hâkezâ / هٰكَذَا

  • Bunun gibi.
  • Bunun gibi.

hakikat-i azime / hakikat-i azîme

  • Büyük gerçek.

hakikat-i azime-i hakimane-i amirane / hakikat-i azîme-i hâkimâne-i âmirâne

  • Büyük bir âmire ve hâkime yakışan büyük hakikat.

hakikat-ı ekber-i haşriye

  • Büyük, haşir hakikati.

hakikat-ı kübra / hakikat-ı kübrâ

  • Büyük hakikat.

hakikat-i mahz

  • Bütün yönleriyle hakikat ve gerçek olan.

hakikat-i umumiye-i uzma / hakikat-i umumiye-i uzmâ

  • Büyük ve umumî hakikat.

hakim-i zülcelal / hâkim-i zülcelâl / حَاكِمِ ذُوالْجَلَالْ / hakîm-i zülcelâl / حَك۪يمِ ذُوالْجَلَالْ

  • Büyüklük ve kahır sâhibi olup hükmeden (Allah).
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olup her işi hikmetli olan (Allah).

halet-i azime / hâlet-i azîme

  • Büyük bir hâl, durum.

halık-ı azim / hâlık-ı azîm

  • Büyük Yaratıcı, Yüce Yaratıcı.

halık-ı hakiki / hâlık-ı hakikî

  • Bütün varlıkların gerçek yaratıcısı olan Allah.

halık-ı kadir / hâlık-ı kadîr

  • Bütün varlıkların yaratıcısı olan ve her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah.

halık-ı mutlak / hâlık-ı mutlak

  • Bütün kâinatın sınırsız güç ve kudretiyle mutlak yaratıcısı olan Allah.

halik-ı zülcelal / hâlik-ı zülcelâl

  • Büyüklük sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah.

halit / halît

  • Buz. Kırağı. Dolu.

halka-i kübra / halka-i kübrâ

  • Büyük halka.

halka-i kübra-yı zikir / halka-i kübrâ-yı zikir

  • Büyük zikir halkası.

hallakıyet-i umumiye / hallâkıyet-i umumîye

  • Bütün varlıklar âleminde gözlemlenen Allah'ın yaratıcılık özelliği.

ham

  • Bükülmüş, kıvrılmış, eğrilmiş. (Farsça)

hamlec

  • Bükmek.

hamşüde

  • Bükülmüş, eğrilmiş. (Farsça)

hangah / hangâh

  • Büyük tekke.

harik-ı kebir / harîk-ı kebîr

  • Büyük yangın.

harim-i hass / harîm-i hâss

  • Büyük bir kimsenin kendi dairesi.

hasak

  • Büyük bir kuşun adı. (Çin'de, Babil'de ve Türk vilâyetlerinde olur.)

hasarat-ı azime / hasârât-ı azime

  • Büyük zararlar.

hasem

  • Burnun yassı ve geniş olması.

haşmet / حَشْمَتْ

  • Büyüklük, ihtişam.
  • Büyüklük, ihtişam, görkem.
  • Büyüklük.

hasr-ı evkat

  • Bütün vakitlerini o işe verme.

hasr-ı iştigal

  • Bütün çalışmaları bir şeye hasretme.

haşr-i kıyamet

  • Bütün varlıkların bedenlerinin kıyametten sonra ahiret âleminde tekrar inşa edilip diriltilmesi.

hasr-ı vücut

  • Bütün varlığını bir şeye odaklama.

hata-yı azime / hatâ-yı azîme

  • Büyük hata.

hatar-ı azim / hatar-ı azîm

  • Büyük tehlike.

hatib-i devr-i zaman / hatib-i devr-i zamân

  • Bulunduğu dönemin hatibi.

hatme-i kübra

  • Büyük ve geniş bir topluluğun belirli zikir ve duaları okuyup bitirdikleri oturum veya zikir halkası.

haveme

  • Büyük, ulu, yüce.

havreme

  • Burun ucu.

havz-ı ekber

  • Büyük havuz.

havz-ı kebir / havz-ı kebîr

  • Büyük havuz.

hayr-ı azim / hayr-ı azîm

  • Büyük iyilik, fayda.

hayr-i azim / hayr-i azîm

  • Büyük bir hayır.

haza / hâzâ

  • Bu, şu, o.

haza kafirün / hâzâ kâfirün

  • Bu kâfirdir.

hazaminfadlırabbi / hâzâminfadlırabbî

  • Bu Rabbimin fazlındandır.

hazerat

  • Büyükler.

hazine-i azime / hazine-i azîme

  • Büyük hazine.

hazır ve nazır / hâzır ve nâzır

  • Bulunucu, mevcut olucu ve gören.

hazırun / hâzırûn / حاضرون

  • Bulunanlar, hazır olanlar. (Arapça)

hediye-i azime / hediye-i azîme

  • Büyük hediye.

helime / helîme

  • Buğday ve pirinç gibi bazı hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkanlı su.

hem-ginan

  • Bütün insanlar, bütün nev'-i beşer. (Farsça)

hemin / همين

  • Bu, işte bu. (Farsça)

hepten

  • Bütünüyle, tamamıyla.

her

  • Bütün, hep, tamamen. (Farsça)

heycemane

  • Büyük inci.

hezaran / hezârân / هزاران

  • Bülbül. (Farsça)

hezardestan / hezârdestân / هزاردستان

  • Bülbül. (Farsça)

hica

  • Bulmaca, bilmece.

hicab-ı ebr

  • Bulut perdesi.

hidayet güneşi

  • Bütün hak ve hakikatleri güneş gibi ortaya çıkaran, insanlara iman yolunu gösteren Kur'ân.

hikem-i cesime / hikem-i cesîme

  • Büyük ve esaslı hikmetler, faydalar.

hikmet-i amme-i kainat / hikmet-i âmme-i kâinat

  • Bütün kâinatta geçerli olan hikmet.

hikmet-i azime / hikmet-i azîme

  • Büyük hikmet.

hikmet-i san'at-ı rabbaniye

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın san'atındaki hikmet, gaye, fayda, sır.

hilafet-i seniyye

  • Büyük, yüce hilafet. Osmanlı Devleti hilafeti.

hilcab

  • Büyük çömlek.

hımbıl

  • Budala ve miskin.

himmet-i azime

  • Büyük gayret.

hınata

  • Buğday satmak.

hınaye

  • Burun ucu.

hınta

  • Buğday.

hisse-i azime / hisse-i azîme

  • Büyük pay.

hitabet-i umumiye

  • Bütün toplumu muhatap alarak seslenme; kamuoyuna hitap etme.

hıtta-i cesime

  • Büyük ülke.

hızac

  • Büyük tuluk.

hizmet-i külliye

  • Büyük ve kapsamlı hizmet.

hokeç

  • Burulmuş erkek kuzu.

hububat / حُبُوبَاتْ

  • Buğday mısır gibi taneli bitkiler.

hubz-i hınta

  • Buğday ekmeği.

hüccet-i kübra / hüccet-i kübrâ

  • Büyük delil.

hüccetü'l-kübra / hüccetü'l-kübrâ

  • Büyük delil.

hudaygan / hudaygân

  • Büyük hükümdar, yüce sultan, ulu pâdişah. (Farsça)

hudud-u kibriya / hudud-u kibriyâ

  • Büyüklüğün hududu.

hufreteyn-i enf

  • Burun delikleri.

hula'

  • Büyük emir (iş).

huruf-u kebire / huruf-u kebîre

  • Büyük harfler.

huruf-u mevcudat

  • Büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar.

hüsn-ü külli / hüsn-ü küllî

  • Bütün fertleri içine alan kapsamlı, şümullü güzellik.

hut / hût

  • Büyük balık; Balık burcu.

hutam-ı dünya / hutâm-ı dünya

  • Bu fani dünyanın muvakkat ve boş malı mülkü.

huzur-u mehabetinde

  • Büyüklük ve ihtişamın karşısında.

huzvane

  • Büyüklenmek, kibirlenmek.

i'nan

  • Büyü ile bağlanma.

i'tiva

  • Bükme veya bükülme.

i'zam / i'zâm / اِعْظَامْ

  • Büyük görmek, büyük bilmek. Bir hâdiseyi büyük göstermek, büyütmek.
  • Büyütme.
  • Büyütme.

i'zam edilme

  • Büyütme, büyük görme.

iaşe-i umumiye / iâşe-i umumiye

  • Bütün yaratıkları kapsayan besleme, rızıklandırma.

ibadat-ı umumiye / ibâdât-ı umumiye

  • Bütün varlıkların yaptığı ibadetler.

ibcal

  • Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)

ibrahim desuki / ibrahim desukî

  • Büyük âlim ve mutasavvıflardan olup büyük makam sâhibi bir zâtdır. Pek meşhur ve çok güzel sözleri ve mev'izaları vardır. 676 tarihinde 43 yaşında Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)

ibret-i alem için / ibret-i âlem için

  • Bütün âleme ibret olsun diye. Herkese ibret olsun için.

ibrişim

  • Bükülmüş ipek, ipekten yapılmış iplik.

iclalen

  • Büyük sayarak, saygı ve hürmet göstererek.

icma-ı azim / icmâ-ı azîm

  • Büyük fikir birliği.

icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet

  • Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları.

içtinab-ı kebair / içtinab-ı kebâir

  • Büyük günahlardan kaçınmak, sakınmak.

idrak-i maali / idrak-i maâlî

  • Büyük mes'eleleri ve sırları kavramak, akıl erdirmek.

ifk

  • Bühtan. Bir suçu birisine yüklemek. İftira.

ifraz / ifrâz

  • Bütünden parça ayırma. Bölme.

ifsadat-ı azime / ifsâdât-ı azîme

  • Büyük bozgunculuklar, düzensizlikler.

iğdiş

  • Burulmuş, enenmiş hayvan. Erkeklik bezleri (hayaları) çıkarılmış at. Melez. (Farsça)
  • Burulmuş.

ihsan-ı azim / ihsân-ı azim

  • Büyük ikram, lütuf.

ihsan-ı rahmani / ihsan-ı rahmânî

  • Bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah'ın ikramı, bağışı.

ihtiraat / ihtirâat / اختراعات

  • Buluşlar. (Arapça)

ikdirar

  • Bulanma, bulanık olma.

ikmal-i nüsah

  • Bütün sahifeleri tamam etmek, okuyup bitirmek.

ılhiz

  • Büyük kene.

iltifat-ı merhamet-i rahman / iltifat-ı merhamet-i rahmân

  • Bütün varlıklara merhamet eden Cenâb-ı Hakkın iltifatı, teveccühü.

imam-ı kübra / imam-ı kübrâ

  • Büyük imam.

imruz

  • Bugün. (Farsça)

imşeb

  • Bu gece. (Farsça)

in / în / این

  • Bu. (Farsça)

in'amat-ı külliye

  • Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.

inan

  • Bu kimseler, bunlar. (İşaret zamiridir). (Farsça)

inayat-ı gàliye / inâyât-ı gàliye

  • Büyük yardımlar, ikramlar.

inayat-ı rabbaniye / inâyât-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın özel yardımları.

inayet-i azim / inâyet-i azîm

  • Büyük yardım.

inayet-i tamme / inâyet-i tamme

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu.

infiraz

  • Bulunmama, kalmama, münferiz olma.

inha

  • Bu şeyler. (İşaret zamiridir.) (Farsça)

inhina / inhinâ

  • Bükülme, eğrilme.

inkıhal

  • Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.

inkılab-ı azim / inkılâb-ı azîm

  • Büyük çaplı değişim.

inkılab-ı cesim / inkılâb-ı cesîm

  • Büyük inkılâp, köklü dönüşüm.

inkılabat-ı azime / inkılâbât-ı azîme

  • Büyük köklü değişimler.

insan-ı kebir

  • Büyük insan, kâinat.

insaniyet-i kübra

  • Büyük ve en makbul olan insânlık, yâni, İslâmiyet.

insina

  • Bükülme, burkulma, burulma.

inşinac

  • Buruşma. Derinin buruşması.

inticas

  • Bulaşma, murdar olma.

intişak

  • Burna bir şey çekmek.

irade-i rabbani / irade-i rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın iradesi, dilemesi.

ırmak

  • Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir.

irmik

  • Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un.

işarat-ı celile / işârât-ı celîle

  • Büyük işaretler.

isbatiyecilik

  • Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.

ism-i cami' / ism-i câmi'

  • Bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim.

ism-i külli / ism-i küllî

  • Büyük ve kapsamlı isim.

ism-i nur

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamına gelen Allah'ın Nur ismi.

istah

  • Budak, taze filiz. (Farsça)

isti'zam / isti'zâm

  • Büyük gösterme, büyütme, yüceltme.

istigşa'

  • Bürünme, örtünme.

istihdam-ı rabbani / istihdam-ı rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın çalıştırması, hizmet ettirmesi.

istikbar / istikbâr / استكبار

  • Büyüklenme. (Arapça)

istikra-ı tam / istikrâ-ı tam

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istikra-i tamme / istikrâ-i tâmme

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istim

  • Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.

istincas

  • Bulaşma veya bulaştırma.

istinşak / istinşâk / استنشاق

  • Buruna su çekme. (Arapça)

istizam / istizâm

  • Büyütme, olduğundan daha büyük gösterme.
  • Büyütme.

itkan-ı muhkem

  • Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.

ittihad-ı islam cemiyet-i kudsiyesi / ittihad-ı islâm cemiyet-i kudsiyesi

  • Bütün Müslümanların birliğini sağlama gibi mukaddes bir hedef için faaliyet gösteren bir topluluk.

izam / izâm / îzâm / عظام

  • Büyükler.
  • Büyütme.
  • Büyükler, ulular. (Arapça)

izem

  • Büyüklük.

izhar-ı azamet

  • Büyüklüğü, yüceliği ortaya çıkarma, gösterme.

izzet-i azamet

  • Büyüklüğün izzeti, şânı.

ka'seb

  • Büyük karınlı, kalın.

kabban

  • Büyük terazi, baskül.

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Büyük ve kutsal Kâbe.

kabir

  • Büyük, ulu.

kabl-el büluğ

  • Büluğdan evvel.

kabl-et telaki

  • Buluşmazdan önce.

kablelbüluğ / kablelbülûğ

  • Büluğdan önce.

kabul-ü ümmet

  • Bütün Müslümanların kabul etmesi.

kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)

kadırga

  • Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan harp gemilerinden biri. Kürek ve yelkenle kullanılırdı. Kadırgalar 25 oturaklı idi ve her küreği dörder adam tarafından çekilirdi.

kàdıu'l-hacat / kàdıu'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah.

kaffan

  • Büyük terazi.

kaffe / kâffe / كَافَّه

  • Bütün, tamamı.
  • Bütün.
  • Bütün.

kaffe-i ahval / kâffe-i ahvâl

  • Bütün hâller, durumlar ve özellikler.

kaffe-i ef'al / kâffe-i ef'al

  • Bütün işler.

kaffe-i efrad / kâffe-i efrâd

  • Bütün fertler.

kaffe-i kelimat / kâffe-i kelimat

  • Bütün kelimeler.

kaffeten / kâffeten

  • Bütünü. Hepsi birden.

kàfile-i kübra / kàfile-i kübrâ

  • Büyük grup, büyük kervan.

kahraman

  • Büyük işler başarmış kişi.

kahya / kâhya

  • Büyük konaklarda ev işlerini idare eden kimselerle san'at ve ticaret sahiplerinin işlerine bakmak üzere hükümet tarafından seçilen kimselere eskiden verilen addır.

kain / kâin / كائن

  • Bulunan, yer alan. (Arapça)

kainat kitab-ı kebiri / kâinat kitab-ı kebîri

  • Büyük bir kitap gibi varlıklarla yazılmış kâinat.

kainat-ı azime / kâinat-ı azîme

  • Büyük kâinat.

kala

  • Buğz, adâvet.

kalar

  • Büyük sel yarıntısı. (Farsça)

kalb-i acizi / kalb-i âcizî

  • Bu âcizin kalbi anlamında, tevazu için kullanılan ifade.

kalyon

  • Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan yelkenli ve kürekli harp gemilerinden biri.

kamus / kamûs

  • Büyük sözlük.

kan'ar

  • Büyük, kaba budaklı ağaç.

kandal

  • Büyük başlı.

kankal

  • Büyük kile.

kanun-u azim / kanun-u azîm

  • Büyük kanun.

kanva'

  • Büyük burunlu kadın.

karavana

  • Büyük yemek kabı.

kasab-ül enf

  • Burun kemiği.

kasal

  • Buğday içinde olan siyah taneler.

kaşane / kâşâne

  • Büyük, süslü ve gösterişli ev. Saray. Kışlık, rahat ve mükemmel ev, oda. (Farsça)

kasem-i cami-i muazzama / kasem-i câmi-i muazzama

  • Büyük ve kapsamlı kasemler, yeminler.

katib-i hususi / kâtib-i hususî

  • Büyük bir kimsenin kullandığı özel kâtip, hususi kâtib.

katib-i zülkemal / kâtib-i zülkemâl

  • Bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel ve kusursuz bir şekilde yaratan Allah.

kavaid-i külliye / kavâid-i külliye

  • Bütün fertleri içine alan kapsamlı, genel kurallar, prensipler.

kaviyy-ül bünye

  • Bünyesi sağlam olan. Sağlam vücutlu.

kayd-ı haysiyet / قَيْدِ حَيْثِيَتْ

  • Bulunduğu yere göre.

kazaa

  • Bulut parçası.

kazi-yül hacat / kazi-yül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Allah (C.C.)

kebair / kebâir / كبائر

  • Büyük günahlar.
  • Büyük günahlar.
  • Büyük günâhlar. Müfredi (tekili) kebîredir.
  • Büyük günahlar.
  • Büyük günahlar.

kebair-i azim / kebair-i azîm

  • Büyük günahlar.

kebair-i azime / kebair-i azîme

  • Büyük günahlar.

kebban

  • Büyük terâzi. Kantar.

kebir / kebîr / كبير / كَب۪يرْ

  • Büyük, âli, yüce.
  • Büyük.
  • Büyük.
  • Büyük.
  • Büyük. (Arapça)
  • Büyük.

kebire / kebîre

  • Büyük günah.
  • Büyük günah.
  • Büyük günahlar.

keddere

  • Bulandırdı (meâlinde fiil).

kehat

  • Büyük, semiz dişi deve.

kelam-ı kibar / kelâm-ı kibâr / كلام كبار

  • Büyük, akıllı, veli ve meşhur zâtların güzel, veciz ve çok kıymetdâr olan sözleri ve kelâmı.
  • Büyük insanların özlü sözleri.

kemal-i aşk ve ihlas / kemâl-i aşk ve ihlâs

  • Büyük bir aşk ve tam bir ihlâs.

kemal-i dikkatle

  • Büyük bir dikkatle. (Arapça - Farsça - Türkçe)

kemal-i ihtimam ile / kemâl-i ihtimâm ile

  • büyük bir özenle.

kemal-i inayet / kemâl-i inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin mükemmelliği.

kemal-i kibriya / kemâl-i kibriyâ

  • Büyüklük, yücelik ve haşmetin kemâli, mükemmelliği, kusursuzluğu.

kemal-i mehabet / kemâl-i mehabet

  • Büyük bir heybet, haşmet ve azamet.

kemalat-ı sübhaniye / kemâlât-ı sübhâniye

  • Bütün eksikliklerden yüce olan Allah'ın sonsuz mükemmellikteki sıfatları, nitelikleri.

kendüm

  • Buğday. (Farsça)

kenehver

  • Büyük beyaz bulut.

kepan

  • Büyük terazi. (Farsça)

keramat-ı azime / keramat-ı azîme

  • Büyük kerametler.

kerem-i sübhaniye

  • Bütün noksanlıklardan uzak olan Allah'ın cömertliği, ikramı.

kerrubi / kerrûbî

  • Büyük melek.

kerrubiyyun / kerrûbiyyûn

  • Büyük melekler.

kerrus

  • Büyük başlı.

kerubi / kerûbî / كروبى

  • Büyük melek. (Arapça)

kervansaray

  • Büyük yollarda kervanların konaklamaları için yapılmış büyük hanlar.
  • Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)

keşfetme

  • Bulma, ortaya, açığa çıkartma.

kesret-i ihtiyac

  • Büyük ihtiyaç, ihtiyacının çokluğu.

kevma

  • Büyük ökçeli dişi deve.

keza / kezâ

  • Bunun gibi.
  • Bunun gibi.

kezalik / kezâlik

  • Bunun gibi. Böylece. Bu da böyle.
  • Bu da öyle.
  • Bunun gibi.

kibar / kibâr / كبار

  • Büyükler.
  • Büyükler. (Arapça)

kibarane

  • Büyük adamlara, nâzik ve görgülü kimselere yakışır şekil ve surette. (Farsça)

kibase

  • Bütün olan hurma salkımı.

kibir

  • Büyüklenme.
  • Büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama.

kıble-i kainat / kıble-i kâinat

  • Bütün evrenin yöneldiği kıble.

kibr / كبر

  • Büyüklük, büyük olma, büyüklük taslama, yüksekten bakma.
  • Büyüklük taslama, şişinme. (Arapça)

kibriya / kibriyâ

  • Büyüklük.

kibriyalı / kibriyâlı

  • Büyük.

kifr

  • Büyük dağ.

kıl-ı zulmettar

  • Büyük bir hakikatin önünü kapatan bir kıl.

kın'as

  • Büyük deve.

kınaf

  • Büyük burunlu kişi.

kincer

  • Büyük fil. (Farsça)
  • Büyük fil. (Farsça)

kinfire

  • Burun ucu.

kış'a

  • Bulut açılıp dağıldıktan sonra havada geri kalan parça.

kısm-ı a'zam / قِسْمِ اَعْظَمْ

  • Büyük çoğunluk.

kısm-ı azim / kısm-ı azîm

  • Büyük bir kısım.

kısm-ı ekser

  • Büyük kısım.

kısm-ı ekserisi

  • Büyük bir kısmı.

kıt'a-i cesime

  • Büyük parça.

kitab-ı kebir / kitab-ı kebîr / kitâb-ı kebîr / كِتَابِ كَبِيرْ

  • Büyük kitap, kâinat.
  • Büyük kitap.

kitab-ı kebir-i alem / kitab-ı kebîr-i âlem / kitâb-ı kebîr-i âlem / كِتَاب كَبِيرِ عَالَمْ

  • Büyük âlem kitabı, kâinat.
  • Büyük âlem kitabı.

kitab-ı kebir-i kainat / kitab-ı kebîr-i kâinat

  • Büyük kâinat kitabı.

kitab-ı kebirin hurufatı

  • Büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar.

kıyamet-i kübra / kıyamet-i kübrâ / kıyâmet-i kübrâ / قِيَامَتِ كُبْرَا

  • Büyük kıyâmet, bütün varlığın bozulup dağılması, ölümü.
  • Büyük kıyâmet. Canlıların öldükten sonra tekrâr diriltildikleri gün, zaman. Kıyâmet günü.
  • Büyük kıyâmet.

köle

  • Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek. (Türkçe)

kubbeleri habbe gösterme

  • Büyük şeyleri hafife alma, küçük gösterme.

kübra / kübrâ

  • Büyük önerme, hükmün yüklemi.

kudret ve irade-i rabbaniye / kudret ve irade-i rabbâniye

  • Bütün varlıkların idaresi ve terbiyesi elinde olan Cenâb-ı Hakk'ın güç, iktidar ve iradesi.

küduret

  • Bulanıklık.

küduretli / küdûretli

  • Bulanık, yoğun.
  • Bulanık.

kufahir

  • Büyük ve iri cüsseli kimse.

kufai / kufaî

  • Burnu sıcaktan kavlar kızıl kimse.

külhan / külhân / كُلْخَانْ

  • Büyük hamam ocağı.

küll

  • Bütün, genel.
  • Bütün.

külli / küllî

  • Bütün fertleri içine alan, kapsamlı.
  • Bütün fertleri ihtiva eden genel kavram, genel, kapsamlı.

külliyat

  • Bütün hepsi, bir yazarın bütün eserleri.

külliyat-ı kainat / külliyat-ı kâinat

  • Bütün evren.

külliye

  • Bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı.

külliyen

  • Bütünüyle.
  • Bütünüyle.

külliyet

  • Bütünlük, genellik, kapsamlılık.
  • Bütün ferdleri içine alan, kapsamlılık, genellik.

külliyetiyle

  • Bütün fertleriyle, bireyleriyle.

küllü dain

  • Bütün hastalıklar. Bütün dertler.

kumandan-ı akdes

  • Bütün varlıkları emri altında tutan ve her türlü eksiklikten ve âcizlikten yüce olan Allah.

kumandan-ı ferd

  • Bütün varlık âleminin tek kumandanı.

kunefhar

  • Büyük cüsseli, iri vücutlu.

kur'an-ı azamet / kur'ân-ı azamet / قُرْاٰنِ عَظَمَتْ

  • Büyüklük ve yüceliğin Kur'ân'ı.
  • Büyüklük kitabı.

kur'an-ı azim / kur'ân-ı azîm

  • Büyük, yüce Kur'ân.

kur'an-ı azim-i kainat / kur'ân-ı azîm-i kâinat

  • Büyük bir Kur'ân gibi ince ve derin mânâlar ifade eden kâinat.

kur'an-ı ekber / kur'ân-ı ekber

  • Büyük Kur'ân; kâinat kitabı.

kur'an-ı kebir / kur'ân-ı kebîr

  • Büyük Kur'an.

kürdabe

  • Büyük su içinde olan çürüntü.

kurkur

  • Büyük gemi.

kurşum

  • Büyük kene.

kuş'aman

  • Büyük erkek akbaba.

kusale

  • Buğday ve arpa kesmiği.

kustas

  • Büyük terazi.

kuşuta

  • Burnun çökük ve yassı olması.

kutb

  • Büyük evliya.

kutb-u azim / kutb-u azîm

  • Büyük kutup, büyük yol gösterici.

kutbiyet

  • Büyük evliyalık.

kutbü'l-irşad

  • Büyük irşad edici, doğru yolu gösteren.

kütle-i azim / kütle-i azîm

  • Büyük kütle (yani, büyük halk kitlelerinden meydana gelen topluluk).

kutub

  • Büyük evliya.

kütük

  • Bütün adların yazıldığı büyük defter.

kuvve-i namiye / kuvve-i nâmiye

  • Büyüme, gelişme kuvveti.

kuvvet-i azime / kuvvet-i azîme

  • Büyük kuvvet.

kuza'mel

  • Büyük şişman deve.

la ilahe illa hu beraber mizened alem / lâ ilâhe illâ hû beraber mîzened âlem

  • Bütün âlem hep beraber "Allah'tan başka ilâh yoktur" der.

la nazime illa hu / lâ nâzime illâ hû

  • Bütün kâinat ve varlık âlemini bir fayda ve gayeye göre düzenleyen Allah'tan başka ilâh yoktur.

lahayre fih / lâhayre fih

  • Bu işte hayır ve uğur yok.

lakita / lâkita / lâkîta

  • Buluntu.
  • Buluntu.

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...

lebbeyk

  • Buyurunuz.
  • Buyurunuz, emrediniz.

lebbeyk-zen

  • Buyurun diyen.

lengeri / lengerî

  • Büyük bakır sahan, lenger. (Farsça)

leteyya

  • Büyük emir.

letta

  • Büyük emir.

leva

  • Bulgar parası.

li-zalik

  • Bundan dolayı. Bundan ötürü.

lihaza

  • Bundan dolayı, buna binaen, bunun için.

lücci / lüccî

  • Büyük deniz.

ma'dele-i ulya / ma'dele-i ulyâ

  • Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen yer. Huzur-u İlâhiyedeki adâlet.

ma'mafih / ma'mâfîh / مَعَ مَاف۪يهْ

  • Bununla beraber.

ma'tuhane

  • Bunakçasına, bunamışçasına.

ma-i mevsule / mâ-i mevsule

  • Buna ism-i mevsul de denir. Kendinden sonra gelecek küçük cümleyi daha önce geçen cümleye bağlar. (Ketebtu mâ kultü: Söylediğimi yazdım, ne söyledimse yazdım) cümlesinde olduğu gibi.

ma-i mükedder / mâ-i mükedder

  • Bulanık su.

maa-haza / maa-hâza

  • Bununla beraber. Bununla birlikte.
  • Bununla beraber, bununla birlikte

maahaza / maahazâ / maahâza

  • Bununla beraber.
  • Bununla beraber, böyle olmakla birlikte.

maamafih / maamâfih

  • Bununla beraber, böyle iken.
  • Bununla beraber.

maaşir-i mevcudat

  • Bütün varlıklardan meydana gelen topluluk.

maazalik / maazâlik / مع ذلك

  • Bununla birlikte. (Arapça)

mabud / mâbud

  • Bütün varlıkların kendisine ibadet ettiği Allah.

madde-i buhariye

  • Buhar, gaz halindeki madde.

mahaza

  • Bununla beraber, bununla birlikte.

mahaza kelam-ül-beşer / mâhâzâ kelâm-ül-beşer

  • Bu, insan sözü, beşer kelâmı değildir.

mahbub-u can

  • Bütün insanların ve derece olarak yüksek makamlarda olan zâtların sevgilisi.

mahfuz liman

  • Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.

mahkeme-i uzma

  • Büyük mahkeme. Mahkeme-i Kübra.

mahluta

  • Bulgurla karışık mercimek çorbası.

mahmud

  • Bütün varlıklar tarafından hamd edilen Allah.

mahrusa

  • Büyük şehir.

mahşer-i azim / mahşer-i azîm

  • Bütün varlıkların yeniden diriltilip hesaba çekileceği büyük toplanma yeri; mahşer meydanı.

mahşer-i mev'ud

  • Büyük kalabalık, topluluk.

majüskül

  • Büyüklük bakımından diğerlerinden biraz daha farklı olan harfler.

makam-ı kübra / makam-ı kübrâ

  • Büyük makam.

makàsıd-ı azime / makàsıd-ı azîme

  • Büyük maksatlar, gayeler.

makàsıd-ı külliye

  • Büyük ve kapsamlı maksatlar, gayeler.

makit / makît

  • Buğz edilmiş. Mebğuz. Nefret edilmiş, sevilmemiş, menfur.

maksad-ı ala / maksad-ı âlâ

  • Büyük maksat.

maksad-ı azim / maksad-ı azîm

  • Büyük gaye.

maksad-ı külli / maksad-ı küllî

  • Bütünündeki maksat.

mal-i gaybi / mal-i gaybî

  • Bulunmuş ve sahibi çıkmamış mal.

malik-i mülk / mâlik-i mülk

  • Bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah.

malik-ül mülk

  • Bütün mülkün hakiki mâliki olan Allah (C.C.)

malikane / mâlikâne

  • Büyük ev, sahip gibi.

malikü'l-mülk / mâlikü'l-mülk

  • Bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah.

malikü'l-mülk-i zü'l-celali ve'l-cemali ve'l-ikram / mâlikü'l-mülk-i zü'l-celâli ve'l-cemâli ve'l-ikram

  • Bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet, güzellik ve ikram sahibi Allah.

malikü'l-mülk-i zülcelal / mâlikü'l-mülk-i zülcelâl

  • Bütün mülkün gerçek sahibi, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.

malikü'l-mülki zü'l-celali ve'l-ikram / mâlikü'l-mülki zü'l-celâli ve'l-ikram

  • Bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah.

mamafih / mamâfih / mâmafih / مع مافيه

  • Bununla beraber.
  • Bununla birlikte. (Arapça)

manend-i belabil / manend-i belâbil

  • Bülbüller gibi.

marin

  • Burun ucunda olan yumuşak kemiksiz yer.

matmah-ı cihani / matmah-ı cihanî

  • Bütün herkese ait tamah olunan ve büyük istekle üzerine bakılan şey.

matuh / matûh / معتوه

  • Bunak, bunamış. (Arapça)

matuhe / matûhe / معتوهه

  • Bunak, bunamış (bayan). (Arapça)

matvi / matvî

  • Bükülü, dürülmüş, kıvrılmış şey.

mazarrat-ı azime / mazarrat-ı azîme

  • Büyük zararlar, ziyanlar.

mazhariyet-i azime / mazhariyet-i azîme

  • Büyük mazhariyet, nailiyet.

me'nuf

  • Burunda hastalığı olup koku alamayan.

meb'us-u alem / meb'us-u âlem

  • Bu âleme gönderilen, âlemin vekili Peygamber Efendimiz.

mebde-i kübra

  • Büyük başlangıç.

meclis-i azim / meclis-i azîm

  • Büyük meclis.

mecma-ı azim / mecma-ı azîm

  • Büyük, kalabalık topluluk.

mecma-i kebir

  • Büyük toplanma yeri; haşir meydanı.

mecmede

  • Buzluk, karlık.

mecmu

  • Bütün, bir şeyin tamamı.

mecmu'

  • Bütün.
  • Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.

mecmu-u kavanin / mecmu-u kavânîn

  • Bütün kanunlar.

mecmua-yı azime / mecmua-yı azîme

  • Büyük kitap.

mecmuu / mecmûu

  • Bütünü, tamamı.

medar-ı fahr-i cihan / medâr-ı fahr-i cihan

  • Bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.).

medcen

  • Bulutlu gün.

medh

  • Büyük bahşiş.

medrese-i kübra / medrese-i kübrâ

  • Büyük medrese.

mefkud

  • Bulunmayan.

mehalik-i azime / mehâlik-i azîme

  • Büyük tehlikeler.

mehanne

  • Burun.

mekreme-i uzma / mekreme-i uzmâ

  • Büyük ikrâm, izzet yeri.

mektub-u azimü'l-mefhum / mektub-u azîmü'l-mefhum

  • Büyük mânâları ve kavramları içine alan mektup; Yirminci Mektup.

mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî

  • Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.

melaike-i izam / melâike-i izâm

  • Büyük melekler.

melaike-i kiram

  • Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.)

mele'-i a'la / mele'-i a'lâ

  • Büyük meleklerin toplandığı yer.

meleiala / meleiâlâ

  • Büyük meleklerin âlemi.

melhame-i kübra / melhame-i kübrâ

  • Büyük ve kanlı savaş, harp.

menfaat-ı azime / menfaat-ı azîme

  • Büyük yarar.

menh

  • Burun deliği.

meratib-i külliye / merâtib-i külliye

  • Büyük ve kalabalık mertebeler.

meratib-i külliyet

  • Büyük mertebeler.

merci'-i küll

  • Bütün işler için müracaat edilen makam.

merira

  • Buğday arasında olan acı bir tohum.

merkez-i alem / merkez-i âlem

  • Bütün varlıklar âleminin merkezi.

merkun

  • Büyük havuz.

mersen

  • Burun.

mertebe-i külliye

  • Büyük ve kapsamlı mertebe.

mesafe-i azime / mesafe-i azîme

  • Büyük mesafe.

mesail-i azime / mesâil-i azîme

  • Büyük meseleler.

meşamm / meşâmm / مشام

  • Burun. (Arapça)

meşayıh-ı kiram / meşâyıh-ı kirâm

  • Büyük velîler, büyük zâtlar.

mescid-i kebir / mescid-i kebîr / مَسْجِدِ كَب۪يرْ

  • Büyük mescit.
  • Büyük mescid.

mescid-i kebir-i alem / mescid-i kebîr-i âlem / مَسْجِدِ كَبِيرِ عَالَمْ

  • Büyük âlem mescidi.
  • Büyük âlem mescidi.

mesele-i azime / mesele-i azîme

  • Büyük mesele.

meşher-i a'zam

  • Büyük teşhir yeri. Ahiret meydanı. Haşir meydanı.

meşher-i azam-ı kainat / meşher-i âzam-ı kâinat

  • Büyük kâinat sergisi.

meshur / meshûr / مسحور

  • Büyülenmiş. (Arapça)
  • Meshûr etmek: Büyülemek. (Arapça)
  • Meshûr olmak: Büyülenmek. (Arapça)

mette

  • Burgu. (Farsça)

mev'id-i mülakat / mev'id-i mülâkat

  • Buluşma yeri.

meydan-ı haşr-i ekber

  • Büyük haşir meydanı.

meyelan-ı nümüvv / meyelân-ı nümüvv

  • Büyüme, gelişme meyli, eğilimi.

mezahim-i hazıra / mezahim-i hâzıra

  • Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.

mi'rac-ı ekber

  • Büyük mirac.

miad / miâd / ميعاد

  • Buluşma yeri. (Arapça)

micmer / مجمر

  • Buhurdan. (Arapça)

mide-i kübra / mide-i kübrâ

  • Büyük mide.

midhane

  • Buhurdan.

mıgtas

  • Burun, göz çanağı.

mıh / م۪يخْ

  • Büyükçe çivi.

mihteri / mihterî

  • Büyüklük, ululuk, azimlik. (Farsça)

mikyas-ı azamet

  • Büyüklük ölçüsü.

milhafe

  • Bürünecek şey. Yorgan.

millet-i beyza

  • Bütün Müslümanlar.

min-ba'd

  • Bundan sonra, bundan böyle.

minba'd / من بعد

  • Bundan sonra. (Arapça)

mıntıkat-ül büruc

  • Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi.

mirfed

  • Büyük kâse.

mirtal

  • Bulaşmak.

misred

  • Büyük taş, çanak.

mizan-ı azam-ı adalet / mizan-ı âzam-ı adalet

  • Büyük adalet terazisi.

mızreb

  • Büyük çadır, oba.

molla

  • Büyük âlim, medrese talabesi.

mu'cize-i garra / mu'cize-i garrâ

  • Büyük ve parlak mu'cize.

muazzam

  • Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.

muazzamat / muazzamât

  • Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler.

mübarekat / mübarekât

  • Bütün tebrike sebeb olacak ve mâşâallah dediren ve bârekâllah söyleten bütün hâletler ve san'atlar. Mübarekiyet ifade eden bolluk ve İlâhî lütuflar.

mücahede-i azime / mücahede-i azîme

  • Büyük mücadele.

mücib / mücîb

  • Bütün dualara, isteklere cevap veren Allah.

mucid-i küll-i mevcud / mûcid-i küll-i mevcud / mûcid-i küll-i mevcûd / مُوجِدِ كُلِّ مَوْجُودْ

  • Bütün varlıkları yoktan var eden Allah.
  • Bütün varlıkları îcâd eden (Allah).

muciddane / muciddâne

  • Büyük bir çalışkanlıkla. Gayret sahibi bir kimseye yakışır suret ve şekilde. (Farsça)

müçtehidin-i izam / müçtehidîn-i izâm

  • Büyük müçtehidler.

müdemmag

  • Budala, ahmak, salak.

mudil / mûdil

  • Büyük, çetin, zor.

müdün-i cesime

  • Büyük şehirler.

müessese-i celile

  • Büyük ve muhteşem müessese, kurum.

mufahham

  • Büyüklük kazanmış, kerem sahibi, itibarlı, azim, büyük.

müfessir-i azam / müfessir-i âzam

  • Büyük müfessir; Kur'ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan kimse.

mugre

  • Bulanıklık.

muhasebe-i kübra / muhasebe-i kübrâ

  • Büyük muhasebe, hesaba çekilme; Allah'ın bütün insanları öldükten sonra dirilttiğinde hayatlarının tamamından hesaba çekmesi.

muhdis

  • Bütün varlıkları yok iken var eden, meydana getiren, yaratan Allah.

muhyi / muhyî

  • Bütün canlılara hayat veren Allah.

mükabere / mükâbere

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme.

mükabere etme / mükâbere etme

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme; göz göre göre inkâr etme.

mükabir / mükâbir

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeyen; göz göre göre yalanlayan.

mukaddema / mukaddemâ

  • Bundan daha önce.

mukadderat-ı hayatiye

  • Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri tavır, hareket, şekil ve amelleri gibi hususiyetleri.

mukaddime-i kübra / mukaddime-i kübrâ

  • Büyük başlangıç.

mukaddiru'n-nur

  • Bütün nurların miktarlarını takdir eden Nurların Mukaddiri, Allah.

mukavves / مُقَوَّسْ

  • Bükülen, kavis şekline gelen.

mükebbire

  • Büyük camilerde müezzinlerin, son cemaat yerlerinde namaz kılan halka, imamın tekbirlerini tekrar etmek üzere bulundukları çıkıntılı balkonlara verilen addır.

mülaki / mülakî / mülâki / mülâkî

  • Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
  • Buluşan, kavuşan.
  • Buluşan, görüşen, konuşan.

mülteka

  • Buluşma yeri; kavşak.

mülük

  • Burçak. (Hububattandır)

mün'im-i hakiki / mün'im-i hakikî

  • Bütün nimetleri yaratan ve veren Allah (C.C.)

münevviru'n-nur

  • Bütün nurlar ve nurlu varlıklar Kendisinden feyiz alan Nurların Nurlandırıcısı, Allah.

münhasıran

  • Buna has olarak.

münteşık

  • Burna çekilmiş olan.

mürahaka

  • Büluğ çağına, oniki yaşına yaklaşmak.

mürahik

  • Büluğ yaşına yaklaşmış erkek çocuk. Büluğ yaşına, yani oniki yaşına girip de baliğ olmayan erkek çocuğa denir. On beş yaşına kadar baliğ olmasa yine bu isim verilir. Kız çocuğuna ise: Mürâhika denir.

müreyra

  • Buğday arasındaki "delice" dedikleri nesne.

mürg-i bag / mürg-i bâg

  • Bülbül.

mürg-i çemen

  • Bülbül.

mürg-i subh

  • Bülbül.

mürşid-i azam / mürşid-i âzam

  • Büyük mürşid, yol gösterici.

musaara

  • Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek.

musademat-ı azime / musademat-ı azîme

  • Büyük çarpışmalar, çalkantılar.

müsademat-ı azime / müsademat-ı azîme

  • Büyük çarpışmalar.

müsebbib-i hakiki / müsebbib-i hakîkî

  • Bütün sebepleri yaratan Allahü teâlâ.

müsebbib-ül esbab

  • Bütün sebeplere sâhip olan, hakiki müsebbib (Cenab-ı Hak). Bütün sebepleri meydana getiren, Allah (C.C.)

musibet-i azime / musibet-i azîme

  • Büyük musibet.

musika-i kübra / musika-i kübrâ

  • Bütün kâinatta cereyan eden İlâhi musikî.

müşkilat-ı azime / müşkilât-ı azîme

  • Büyük zorluklar, sıkıntılar.

müşkülat-ı azime / müşkülât-ı azîme

  • Büyük zorluklar, sıkıntılar.

müsta'cele

  • Büziydan otu.

müstekbir

  • Büyüklenen.

müstekbirane

  • Büyüklenerek, kibirlenerek. (Farsça)

mütekebbir

  • Büyüklenen, büyüklük taslayan.

mütekebbirane / mütekebbirâne

  • Büyüklenerek, kibirlenerek, büyüklük taslayarak. (Farsça)

mütekellim-i azam / mütekellim-i âzam

  • Büyük bir kelâmcı.

mütelattıh

  • Bulaşan, bulaşık olan (yağ, çamur v.s.)

mütemehhil

  • Büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey.

müteşa'ib

  • Budaklanmış ve perâkende olmuş. Dağılmış.

muvazene-i maslahatkarane / muvazene-i maslahatkârâne

  • Büyük faydalarla dolu denge hali.

nacud

  • Büyük kadeh. (Farsça)

nafi' / nâfi'

  • Bütün yararlı şeyleri ihsan eden, Allah.

nahir

  • Burundan hırıltı çıkarma.

nahiye

  • Bucak.

nakş-ı azam / nakş-ı âzam

  • Büyük nakış.

nami / nâmi

  • Büyüyüp gelişen.

namiye / nâmiye

  • Büyüyen.

nass-ı azim / nass-ı azîm

  • Büyük mânâlar taşıyan âyet-i kerime.

nazar-ı dikkat-i ammeyi celb etme / nazar-ı dikkat-i âmmeyi celb etme

  • Bütün kamuoyunun dikkatini çekme.

nazh

  • Bulaşmak.

nazzam-ı vahid / nazzâm-ı vâhid

  • Bütün varlık âlemini yaratılış gayelerine uygun olarak en güzel şekilde düzenleyen Kendisi bir olan Allah.

nebile

  • Büyük, iri.

nebiyyü-r rahmet

  • Bütün âlemler için Rahmete vesile olduğundan peygamber Efendimiz için söylenmiş bir isimdir.

necefe

  • Büyük askı kandil.

necel

  • Büyük gözlülük. İri gözü olmak.

nehir

  • Burun içinden çıkan ses, hırıltı.

nehr-i azim / nehr-i azîm

  • Büyük nehir.

nehur

  • Burnuna vurmayınca veya burnuna parmak sokmayınca sütünü salıvermeyen deve.

neşak

  • Burna su ve sâire çekme. Burunla çekme.

neşk

  • Burna çekme.

neşv ü nema / neşv ü nemâ

  • Büyümek ve gelişmek.
  • Büyüme ve gelişme.

neşvünema / neşvünemâ

  • Büyüme ve gelişme.
  • Büyüyüp gelişme.

neşvünema vermek / neşvünemâ vermek

  • Büyütüp geliştirmek.

netb

  • Büyük olmak, gövdeli olmak.

netice-i azime / netice-i azîme

  • Büyük netice.

netice-i külliye

  • Büyük netice.

netice-i uzma / netice-i uzmâ

  • Büyük netice.

nev-i azim / nev-i azîm

  • Büyük kısmı, bölümü.

nida-yı aşıkane ve müştakane / nidâ-yı âşıkane ve müştâkane

  • Büyük bir aşk ve iştiyakla seslenme.

nimet-i azime / nimet-i azîme

  • Büyük nimet.

nizam-ı rabbaniye / nizam-ı rabbânîye

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah'ın kanunu, nizamı.

nuhre

  • Burun deliği.

nükte-i azam / nükte-i âzam

  • Büyük nükte; ince ve derin anlamlı söz.

nümüvv

  • Büyüme, gelişme.
  • Büyüyüp gelişme.

nur ism-i azimi / nur ism-i azîmi

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın büyük ismi.

nur ism-i celili / nur ism-i celîli

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın yüce ismi.

nur-u muhammedi / nur-u muhammedî

  • Bütün varlıkların yaratılışının mayası, aslı, esası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) nuru.

nuru'l-envar / nuru'l-envâr

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.

nüsafe

  • Buğdaydan ayrılan saman.

nüsha-i kübra

  • Büyük sahife. Kâinat, dünya, çok manayı ifade eden âlem.

ofis

  • Büro.

okyanus / okyânus

  • Büyük deniz.

otağ / اُوتَاغْ

  • Büyük çadır.

palikane

  • Büyük han kapılarının ortasındaki küçük kapı. (Farsça)

pan-islamizm

  • Bütün müslümanların birleşmesi siyaseti. İttihad-ı İslâm. İslâm birliği siyaseti.

papa

  • Büyük papaz.

pere-i bini / pere-i binî

  • Burun ucu.

pertavsız

  • Büyüteç. (Farsça)

pertevsuz / پرتوسوز

  • Büyüteç. (Farsça)

perveri / perverî

  • Büyütücülük, besleyicilik. Terbiye. (Farsça)

peygamber-i alişan / peygamber-i âlîşan

  • Büyük şan ve şeref sahibi olan peygamber.

peygamberan-ı izam / peygamberân-ı izam

  • Büyük peygamberler.

piçan

  • Büklüm büklüm, kıvrım kıvrım olan. (Farsça)

piçiş

  • Büklüm, kıvrım. (Farsça)

pir-i muazzam / pîr-i muazzam

  • Büyük öncü, mânevî lider.

rabb-ül alemin / rabb-ül âlemîn

  • Bütün âlemlerin Rabbi. Her âlemi doğrudan doğruya Rububiyyeti ile tâlim, terbiye, tedbir ve idâre eden Cenab-ı Hak.

rabb-ül erbab

  • Bütün sâhiblerin, terbiyecilerin Rabbi, Allah. (C.C.)

rabbü'l-alemin teala ve tekaddes hazretleri / rabbü'l-âlemîn teâlâ ve tekaddes hazretleri

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden, yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.

racih-i mercuh

  • Bürhan ve delillerin tercih ve üstünlük esasları.

radm

  • Büyük set.

radme

  • Büyük taş.

rahimiyet-i rabbaniye / rahîmiyet-i rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın herbir varlığa şefkat ve merhameti.

rahman

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)

rahmanü'r-rahim / rahmânü'r-rahîm

  • Bütün varlıklara rahmet ve şefkat gösteren ve herbir varlığa özel rahmet tecellîsi olan Allah.

rahmanürrahim / rahmânürrahîm

  • Bütün her şeye ve herbir varlığa, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah.

rahmet-i alem / rahmet-i âlem

  • Bütün âlemleri kuşatan İlâhî rahmet.

rahmeten lil'alemin / rahmeten lil'âlemîn

  • Bütün âlemlere rahmet olan; Hz. Muhammed (a.s.m.).

rahmeten-li-l-alemin / rahmeten-li-l-âlemin

  • Bütün âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

rakam

  • Bütün satıcı, bütün satan.

raum

  • Burnundan sümükleri akan zayıf hasta koyun.

razık / râzık

  • Bütün varlıkların rızkını veren Allah.

rebuz

  • Büyük.

reis-i alem / reis-i âlem

  • Bütün dünyanın reisi.

renk

  • Bulanık su.

resul-i kibriya

  • Büyüklük ve yücelik sahibi olan peygamber.

resul-i zişan / resul-i zîşân

  • Büyük şan sahibi olan Allah'ın Resulü; Hz. Muhammed (a.s.m.).

reteh

  • Bündük-i Hindî denilen yuvarlak taş.

rezzak / rezzâk

  • Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
  • Bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
  • Bütün yaratıkların rızkını veren, Allah.
  • Bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.

rezzak-ı kerim / rezzâk-ı kerîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah.

rezzak-ı rahim / rezzâk-ı rahîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını devamlı veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.

ricam

  • Büyük taş.

rıhal

  • Büyük halı.

rızam

  • Büyük kaya parçası.

rızk-ı umumi-i iaşe / rızk-ı umumî-i iâşe

  • Bütün canlıların yaşaması için verilmiş olan umumî rızık.

ruaf

  • Burun kanaması.

rükn-ü azim / rükn-ü azîm

  • Büyük esas, şart.

saadet-hane / saâdet-hane

  • Büyük bir kimsenin evi. (Farsça)

saadet-i azime / saadet-i azîme

  • Büyük mutluluk.

saadet-i ebediye / saâdet-i ebediye

  • Büyük ve ebedî saâdet. Âhiret saâdeti.

saadet-i uzma / saâdet-i uzma

  • Büyük saâdet. Âhiret saâdeti, saâdet-i ebediye.

saat-ı uzma / saat-ı uzmâ

  • Büyük saat.

saat-i uzma / saat-i uzmâ

  • Büyük saat.

sabi / sabî

  • Bülûğ (ergenlik) çağına gelmemiş oğlan çocuğu. Kıza sabiyye denir.

sabıkan / sâbıkan / سَابِقًا

  • Bundan önce, evvelce.
  • Bundan evvel.

sabiyye

  • Büluğa ermemiş veya memeden kesilmemiş kız çocuk.

sadaka-i azime / sadaka-i azîme

  • Büyük sadaka.

sadat-ı azime / sâdât-ı azîme

  • Büyük seyyidler, Hz. Peygamberin neslinden gelenlerin büyükleri.

sadiha

  • Bulutun kat kat olması.

safa-yı kebir

  • Büyük zevk, keyif.

şah-ı evliya / شَاهِ اَوْلِيَا

  • Bütün velilerin piri (Hz Ali Efendimiz).

şah-ı velayet / şâh-ı velâyet / شَاهِ وَلَايَتْ

  • Bütün velilerin pîri olan Hz. Ali Efendimiz (r.a).

sahib-i alem / sahib-i âlem

  • Bütün âlemin, yaratılmış herşeyin sahibi Allah.

sahib-i zülcelal / sahib-i zülcelâl

  • Büyüklük ve haşmet sahibi ve herşeyin sahibi Allah.

şahid / şâhid

  • Bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.

sahir / sâhir

  • Büyücü, büyü yapan, sihir yapan.
  • Büyü ve sihir yapan.
  • Büyücü.
  • Büyücü, büyü eden, sihirbaz.

sahirane / sahirâne

  • Büyülercesine olan. Büyüleyici gibi. (Farsça)

sahire

  • Büyücü kadın.

şahis

  • Büyük cüsseli, iri yapılı kimse.

şahna'

  • Buğz, düşmanlık, adâvet.

sahra-i azime / sahrâ-i azîme

  • Büyük ova, meydan.

sahra-yı azim / sahrâ-yı azîm

  • Büyük çöl.

sahra-yı azime / sahrâ-yı azîme

  • Büyük çöl.

sahra-yı kebir / sahrâ-yı kebir

  • Büyük çöl. Cezayir, Tunus ve Libya'nın güneyinden Çat Çölü hizasına kadar uzanan Afrika'nın en büyük çölü.
  • Büyük çöl.

şahrah

  • Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol. (Farsça)

sahret

  • Büyük ve sert taş.

şair-i sahir / şâir-i sâhir

  • Büyüleyici söz söyleyen şair.

salih

  • Büyük peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi Âd kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma'muriyet bulup küfür ve dalâlete meyl ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden

saltanat-ı azime / saltanat-ı azîme

  • Büyük saltanat, egemenlik.

saltanat-ı haşmet / سَلْطَنَتِ حَشْمَتْ

  • Büyüklüğün saltanatı.

şan ve şeref

  • Büyüklük, yücelik.

sani-i alem / sâni-i âlem

  • Bütün varlık âlemini san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i mevcudat / sâni-i mevcudat

  • Bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

saray

  • Büyük ve güzel bina.

sari / sârî / ساری / سَار۪ي

  • Bulaşan, bulaşıcı.
  • Bulaşıcı.
  • Bulaşıcı. (Arapça)
  • Bulaşıcı.

sari illet / sârî illet / سَار۪ي عِلَّتْ

  • Bulaşıcı hastalık.

sariye / sârîye / سَارِيَه

  • Bulaşıcı.

şart-ı vücud-u küll

  • Bütünün varlığının şartı.

şecere-i aliye / şecere-i âliye

  • Büyük, yüce ağaç.

şecere-i azam / şecere-i âzam

  • Büyük ağaç.

şecere-i kübra / şecere-i kübrâ

  • Büyük ağaç.

sedya'

  • Büyük memeli kadın.

şefaat-i kübra

  • Büyük şefaat; günahlarımızın bağışlanması için Peygamber Efendimizin aracılık etmesi.

sefir-i kebir

  • Büyük elçi.

sefirikebir / سفيركبير

  • Büyükelçi. (Arapça - Farsça)

şefkat-i mukaddese

  • Bütün çirkinliklerden uzak bir şefkat.

seha

  • Büyük cüsseli. Azim-ül cüsse.

sehab / sehâb / سحاب

  • Bulut.
  • Bulut.
  • Bulut. (Arapça)

sehab-alud

  • Bulutlu. (Farsça)

sehabalud / sehâbâlûd / سحاب آلود

  • Bulutlu. (Arapça - Farsça)

sehabi / sehabî

  • Bulut ile alâkalı.

şehenşah / şehenşâh / شهنشاه

  • Büyük şah, şahlar şahı. (Farsça)

sehhar / sehhâr / سحار / سَحَّارْ

  • Büyüleyen.
  • Büyüleyici. (Arapça)
  • Büyüleyici, sihirli.

sehine

  • Bulamaç aşı.

şehir

  • Büyük yerleşim birimi, kent.

şehristan

  • Büyük şehir. (Farsça)

şehrud

  • Büyük ırmak. Nehir. (Farsça)

sekf

  • Bulmak.

sekkaki / sekkakî

  • Büyük bir edebiyat âlimi.

şelale

  • Büyük çağlayan. Akarsuyun yüksekten çoklukla akması.

sellac

  • Buzcu, buz satan adam.

şemhar

  • Büyümek. Uzamak.

şen'

  • Buğz ve adâvet etmek. Kin bağlamak. Düşmanlık yapmak.

şenan

  • Buğz, adâvet, kin, düşmanlık.

şenar

  • Büyük utanç, ayıp.

şeref-i uzma / şeref-i uzmâ

  • Büyük şeref.

sergi-i rabbaniye ve muhammediye / sergi-i rabbâniye ve muhammediye

  • Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ın ve Peygamber Efendimizin tanıtıldığı sergi.

şerhu'l-makàsıd

  • Büyük kelâm âlimi Sadettin Taftazanî'nin meşhur eseri.

şeriat-ı garra / şeriat-ı garrâ

  • Büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet.

şeriat-i garra / şeriat-i garrâ

  • Büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler.

şeriat-i kübra / şeriat-i kübrâ

  • Büyük şeriat, İslâmiyet.

şetut

  • Büyük hörgüçlü dişi deve.

şetuti / şetutî

  • Büyük hörgüçlü deve.

sevabit / sevâbit

  • Bulunduğu yerde hep sâbit olarak görülen yıldızlar.

seyf-i burhan

  • Burhanın, delilin kılıcı.

şeyh-i ekber

  • Büyük âlim, velî, rehber. Evliyânın büyüklerinden Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin v. 638 (m.1240) lakabı.

seyyid-ül enam

  • Bütün mahlukatın efendisi. Muhammed (A.S.M.)

seyyidü'l-beşer

  • Bütün insanlığın büyüğü, efendisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

seyyidü'l-enam / seyyidü'l-enâm

  • Bütün varlıkların efendisi.

seyyidü'r-rusül

  • Bütün peygamberlerin efendisi, Hz Muhammed (a.s.m.).

şiddet-i hacalet / şiddet-i hacâlet

  • Büyük utanç, şiddetli utangaçlık.

şiddet-i tehalüf

  • Büyük farklılık, aşırı değişiklik.

şiddet-i tenasüp / şiddet-i tenâsüp

  • Büyük uyum, tam bir uygunluk.

şiddet-i zeka / şiddet-i zekâ

  • Büyük zekâ, anlayış.

sıfat-ı azime / sıfat-ı azîme

  • Büyük sıfat.

sihir / سحر

  • Büyü.
  • Büyü. (Arapça)

sihirbaz / sihirbâz

  • Büyücü.
  • Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir.
  • Büyü yapan, büyücü. Sâhir, neffase.

sihr

  • Büyü.

sihramiz / sihrâmîz / سحر آميز

  • Büyüleyici. (Arapça - Farsça)

sikke-i azam / sikke-i âzam

  • Büyük mühür.

silsile-i azam

  • Büyük silsile, ard arda gelen şeylerin oluşturduğu büyük sıra.

silsile-i azime / silsile-i azîme

  • Büyük silsile, büyük sıra.

simurga

  • Büyük bir kuş, anka kuşu.

sini

  • Büyük tepsi, sini. (Farsça)

sinn-i büluğ / sinn-i bülûğ

  • Büluğ yaşı, ergenlik (evlilik) çağı.

sintah

  • Büyük karınlı kuvvetli deve.

sirayet / sirâyet / سرایت / سِرَايَتْ

  • Bulaşma, yayılma.
  • Bulaşma, geçme. (Arapça)
  • Sirâyet etmek: Geçmek, bulaşmak. (Arapça)
  • Bulaşma.

sirayet eden

  • Bulaşan, yayılan.

şirdah

  • Büyük ayaklı.

şirk-i azim / şirk-i azîm

  • Büyük şirk, Allah'a ortak koşma.

sırr-ı azim / sırr-ı âzîm

  • Büyük sır, güç.

sırr-ı ferdiyet

  • Bütün varlıkları yaratanın tek olması sırrı.

siyaset-i aliye-i islamiye / siyaset-i âliye-i islâmiye

  • Büyük İslâmî siyaset.

sual-i azim / sual-i azîm

  • Büyük soru.

süha

  • Büyükayı yıldız kümesindeki en küçük yıldız; eskiden gözün keskinliği bu yıldızla denenirdi.

şühud-i ilahi / şühûd-i ilâhî

  • Bu âlem (mahlûklar âlemi) ile hiçbir münâsebeti olmadan Allahü teâlâyı müşâhede, görme.

sultan-ı azim / sultan-ı azîm

  • Büyük sultan.

sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk

  • Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).

sultanü'l-evliya

  • Bütün velilerin sultanı olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

sultanü'l-ulema

  • Bütün âlimlerin sultanı.

sure-i azime / sûre-i azîme

  • Büyük sûre.

sursur

  • Büyük kuvvetli deve.

sürud-i hezar

  • Bülbül nağmesi.

sütürg

  • Büyük, iri, muazzam. (Farsça)

şuunat-ı azime / şuûnat-ı azîme

  • Büyük işler, fiiller, haller, icraatlar.

şuunat-ı rabbaniye / şuûnât-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât'a ait nitelikler.

süyuti / süyûtî

  • Büyük bir fıkıh ve hadîs âlimi.

ta'nis

  • Büluğdan sonra kızın kendi evlerinde çok durması.

ta'zim / ta'zîm

  • Büyük gösterme, büyütme.

taazzum

  • Büyüklenme, kibirlenme.
  • Büyüklenme.

tabaka-i azime / tabaka-i azîme

  • Büyük tabaka.

tabık

  • Büyük kiremit.

tabl-hane

  • Büyük davul. (Farsça)

tadammuh

  • Bulaşmak.

tafsilatıyla / tafsilâtıyla

  • Bütün ayrıntılarıyla. (Arapça - Türkçe)

taftazani / taftazanî

  • Büyük bir kelâm âlimi.

taha

  • Bulut.

tahammus

  • Büzülme. Büzülüp buruşma.

tahavvül-ü azim / tahavvül-ü azîm

  • Büyük değişim.

tahavvülat-ı külliye / tahavvülât-ı külliye

  • Büyük değişiklikler.

tahir-i mutlak / tâhir-i mutlak

  • Bütün yönleriyle temiz olan, temizliğine en küçük halel getirecek bir pislik olmayan.

tahkir-i azim / tahkir-i azîm

  • Büyük hakaret.

tahlee

  • Bulut.

tahmire

  • Bulut.

tahribat-ı azime / tahribat-ı azîme

  • Büyük tahribatlar, büyük yıkımlar.

tahye

  • Bulut parçası.

taife-i azim / taife-i azîm

  • Büyük topluluk, grup.

taife-i azime / taife-i azîme

  • Büyük topluluk, grup.

taklis

  • Büzme.

takva

  • Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.

talimat-ı rabbaniye / talimat-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın emirleri.

taltih

  • Bulaştırma, bulaşık etme.

tamam-ı ıttırad-ı ahval

  • Bütün işlerin birbiriyle sürekli şekilde düzenli olması.

tamamen

  • Büsbütün, eksiksiz ve tam olarak, mükemmel biçimde.

tamamiyet

  • Bütünlük, tamamlık, tamlık.

tamme

  • Bütün, noksansız, eksiksiz, tam.

tarik-i nakşibendi / tarîk-i nakşibendî

  • Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.

tarik-i vahdaniyet / tarik-i vahdâniyet

  • Bütün varlıkların sadece Allah tarafından yaratıldığını kabul etme yolu.

tarz-ı hazır

  • Bugünkü şekil, işleyiş.

tasarruf-u azim / tasarruf-u azîm

  • Büyük tasarruf; herşeyi kendi emri altında tutarak dilediğini dilediği şekilde yapmak.

tasarrufat-ı azime / tasarrufât-ı azîme

  • Büyük tasarruflar, kullanımlar.

taşt

  • Büyük leğen.

tatavvül

  • Büyüklenmek, kibirlenmek.

tatviş

  • Burma, iğdiş etme.

tazim / tâzim

  • Büyük tanıma.
  • Büyüklüğünü dile getirme.

tazimat / tâzimat

  • Büyüklüğünü dile getirmeler.

tazimkarane / tâzimkârane

  • Büyük tanıyarak.

tebahhur / تبخر

  • Buharlaşma.
  • Buharlaşma.
  • Buharlanma. (Arapça)

tebahhurat / tebahhurât

  • Buharlaşmalar. Buğu haline geçmeler.

tebcil / tebcîl / تَبْج۪يلْ

  • Büyükleme, yüceltme.

tebeddülat-ı cesime / tebeddülât-ı cesime

  • Büyük değişiklikler.

tebernüs

  • Bürnüs giymek.

tebhir / tebhîr / تبخير

  • Buharlaştırma. (Arapça)

tebşirat-ı azime / tebşirat-ı azîme

  • Büyük müjdeler.

tecebbür

  • Büyüklenme, zalim ve gaddar olmak.

tecelli-i celali / tecellî-i celâli

  • Büyüklük ve haşmetin yansıması.

tecelli-yi kübra / tecellî-yi kübra

  • Büyük yansıma, muazzam tecellî.

tefarik

  • Büyük yapraklı ve beyaz çiçekli bir bitki; bir koku ismi.

tefsir-i ekber

  • Büyük tefsir.

tegayyüt

  • Büyük def-i hâcet.

tehdid-i azim / tehdid-i azîm

  • Büyük tehdit.

tehlike-i azim / tehlike-i azîm

  • Büyük tehlike.

tekebbür / تكبر

  • Büyüklenme.
  • Büyüklenme.
  • Büyüklük taslama. (Arapça)

tekebbür etme

  • Büyüklenme, üstün görünmeye çalışma.

tekeddür

  • Bulanma.
  • Bulanıklık, kederlenme.

tekerrüş

  • Buruşma.

tekvini emr-i rabbani / tekvînî emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

telaki / telâkî / تلاقى

  • Buluşma, görüşme. (Arapça)

telakigah / telakigâh

  • Buluşma yeri. Kavuşma yeri. (Farsça)

telattuh

  • Bulaşma, bulaşık olma.

telfif

  • Bürünme, sarma, örtme.

telviye

  • Bükme, burma, çevirme, kıvırma.

tenazzuh

  • Bulaşmak.

tenebbüt

  • Büyümek. Yerden çıkıp biten nebat gibi yetişmek.
  • Büyüme, yetişme.

tenmiye

  • Büyütme, geliştirme.
  • Büyütme, yetiştirme.

ter'if

  • Burnundan kan almak.

teratir

  • Büyük işler.

tergim-i enf

  • Burnunu yere sürtme.

terk-i kebair / terk-i kebâir

  • Büyük günahları terketmek.

teşanü'

  • Buğz edişmek, kin gütmek.

tesbih-i külli / tesbih-i küllî

  • Büyük ve kapsamlı tesbih.

tesbihat-ı hayatiye

  • Bütün canlı varlıkların halleriyle yaptıkları tesbihler.

tesbihat-ı uzma / tesbihât-ı uzmâ

  • Büyük, azim tesbihât bütün varlıkların Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmaları.

teşebbüsat-ı azime / teşebbüsat-ı azîme

  • Büyük çaplı girişimler.

tesehhub

  • Bulutlanma.

teselsül

  • Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.

teşevvüşat / teşevvüşât

  • Bulanıklıklar.

teshir / teshîr / تسحير

  • Büyüleme, esir etme, emir altına alma.
  • Büyüleme. (Arapça)

teshir-i sehab / teshir-i sehâb / تَسْخِيرِ سَحَابْ

  • Bulutların emre boyun eğdirilmesi.
  • Bulutu itaat ettirme.

tesirat-ı azime / tesirât-ı azîme

  • Büyük etkiler.

teşkil-i cümle enva / teşkil-i cümle envâ

  • Bütün türleri meydana getirme.

teşt

  • Büyük su kabı.

tesvis

  • Buğdaya bit düşmek.

tevatür-ü mevcudat

  • Bütün varlıkların aynı hakikatte birleşmeleri ve aynı noktaya parmak basmaları.

tevfikat-ı sübhaniye / tevfikat-ı sübhâniye

  • Bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh ve uzak olan Allah'ın verdiği yardım ve başarılar.

tevhid-i ceberut

  • Bütün varlıklara boyun eğdiren kudret ve otoritenin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve kudret ve otorite hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i muazzam

  • Büyük tevhid; birleme, herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bilme ve inanma.

tezemmül

  • Bürünmek. Sarılmak. Örtünmek.
  • Bürünme, örtünme.

tezgah-ı azam / tezgâh-ı âzam

  • Büyük tezgâh.

ticaret-i azime / ticaret-i azîme / ticâret-i azîme / تِجَارَتِ عَظ۪يمَه

  • Büyük ticaret.
  • Büyük ticaret.

tinnin / tinnîn

  • Büyük yılan; astronomide yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlık.
  • Büyük yılan.

tiregun

  • Bulanık renkli, kara renkli. Rengi bulanık. (Farsça)

tufan

  • Büyük su baskını.

türbe

  • Büyük bir zât için yapılan mezar.

ubudiyet-i külliye / ubûdiyet-i külliye

  • Büyük ve umumî kulluk.
  • Büyük ve umumî kulluk.

ubye

  • Büyüklenmek, kibirlenmek.

uhcüvve

  • Bulmaca, yanıltmaca, bilmece.

ulü'l-azmane / ulü'l-azmâne

  • Büyük sabır ve metanet sahibi olan büyük insanlara yakışır şekilde.

ulülazm / ûlülazm / اولو العظم

  • Büyük peygamber. (Arapça)

ulüvv

  • Büyüklük, yücelik.

ulüvvücenab / ulüvvücenâb

  • Büyüklük ve yücelik.

ulüvvücenaplık

  • Büyüklük.

ümm-üt taam / ümm-üt taâm

  • Buğday.

ümmet-i azime / ümmet-i azîme

  • Büyük millet, topluluk.

umum / umûm / عموم / عُمُومْ

  • Bütün.
  • Bütün, herkes.
  • Bütün, genel, herkes.
  • Bütün.
  • Bütün.

umum islamın / umum islâmın

  • Bütün İslâmın, bütün Müslümanların.

umumen

  • Bütün, hep.
  • Bütünüyle.

umumi harpler / umumî harpler

  • Bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları.

ünafi

  • Büyük burunlu kimse.

usafe

  • Buğday sapından düşen parça.

üstad-ı ekber

  • Büyük üstad.

üstad-ı kebir

  • Büyük Üstad

üstad-ı muazzam

  • Büyük üstad.

üstadü'l-beşer

  • Bütün insanlığın üstadı, hocası; Hazret-i Muhammed (a.s.m.).

uzma / uzmâ / عظمى

  • Büyük.
  • Büyük, çok büyük. (Arapça)

vahdet-i mevcud

  • Bütün varlıkların bir elden tedbir ve idare edilmesi ve sahiplerinin bir olması.

vazife-i külliye

  • Büyük ve kapsamlı görev.

veba

  • Bulaşıcı hastalık.

vekıs'alahaza / vekıs'alâhâzâ / وقس على هذا

  • Bununla kıyasla. (Arapça)

velayet-i kübra

  • Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)

velehu

  • Bu da onun.

veliyy-i azim / veliyy-i azîm

  • Büyük velî.

vemiz

  • Bulut arasından görünen ışık.

vesair

  • Bunun gibileri, benzerleri ve diğerleri.

vezaif-i azime / vezaif-i azîme

  • Büyük vazifeler.

vicdan-ı umumi / vicdan-ı umumî

  • Bütün toplumun vicdanı, kamu vicdanı.

vücud-u akdes

  • Bütün eksik ve kusurlardan pâk olan Allah'ın kendi zâtına ait varlığı.

vücud-u sehab / vücud-u sehâb

  • Bulutların varlığı.

yab / yâb / یاب

  • Bulan. (Farsça)

yabnak

  • Bulan, bulucu. (Farsça)

yah / یخ

  • Buz. (Farsça)
  • Buz. (Farsça)

yah-aver

  • Buzlu şerbet, buzlu su. (Farsça)

yahbeste / یخ بسته

  • Buz tutmuş, donmuş, buz bağlamış.
  • Buzlanmış, donmuş. (Farsça)

yahpare

  • Buz parçası. (Farsça)

yefen

  • Bunak adam.

yekun / yekûn

  • Bütün, toplam.

zalik / zâlik

  • Bu, şu, o. Kezâlik. Böylece.
  • Bu, şu, o, böylece.

zalim-i ale'l-küll / zâlim-i ale'l-küll

  • Bütün varlıklara ve herşeye zulmeden.

zat-ı azamet-i kibriya / zât-ı azamet-i kibriyâ

  • Büyüklüğü haşmetli ve yüce olan Zât; Allah.

zat-ı fahr-i alem / zât-ı fahr-i âlem

  • Bütün âlemin kendisiyle övündüğü Zât, Peygamberimiz.

zat-ı nuru'l-envar / zât-ı nuru'l-envâr

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.

zat-ı rezzak-ı şafi / zât-ı rezzâk-ı şâfî

  • Bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allah.

zelef

  • Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine "ezlef" derler) (Müe: Zülefâ)

zelzele-i azime / zelzele-i azîme

  • Büyük deprem.

zelzele-i kübra / zelzele-i kübrâ

  • Büyük deprem, kıyamet.

zembil

  • Büyük sepet.

zenen

  • Burundan sümük akıp durmak.

zevat-ı alişan / zevât-ı âlîşan

  • Büyük, yüce zâtlar.

zevk ve lezzet-i azime / zevk ve lezzet-i azîme

  • Büyük zevk ve lezzet.

zımnen / ضمنا

  • Bu arada, dolayısıyla. (Arapça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın