REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Bâd ifadesini içeren 469 kelime bulundu...

a'mal-i mükellefin / a'mâl-i mükellefîn / اَعْمَالِ مُكَلَّف۪ينْ

  • İbâdetle yükümlü olanların amelleri.

a'mal-i şer'iyye / a'mâl-i şer'iyye

  • İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler.

a'mal-i uhreviye / a'mâl-i uhreviye

  • Ahirete ait iş, hareket ve ibadetler.

ab-dest

  • Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir. (Farsça)
  • Azarlama, paylama. (Farsça)

abad / âbâd / آباد

  • Bayındır, mamûr. (Farsça)
  • Âbâd etmek/eylemek: (Farsça)
  • Mamûr etmek. (Farsça)
  • Zenginleştirmek. (Farsça)
  • Huzur vermek. (Farsça)
  • Âbâd olmak: (Farsça)
  • Mamûrlaşmak. (Farsça)
  • Zenginleşmek. (Farsça)
  • Huzura kavuşmak. (Farsça)

abadi / abadî

  • Bayındırlık, mâmurluk, şenlik.
  • İmar edilmiş olan.
  • Hindistan'ın Devlet-âbad şehrinde ipekden yapılmış bir yazı kağıdı.

abadile / abâdile

  • Abdullahlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler. Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı arasında Abdullah isimli üç yüz kadar sahâbi bulunmaktaydı.

abd-i külli / abd-i küllî / عَبْدِ كُلِّي

  • Bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında temsil eden kul.
  • Umum kâinatın ibadetlerini temsil eden kul.

abdest

  • Su ile temizlik ibadeti.
  • Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.

abdiyet

  • Kulluk.
  • Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve itaatte bulunmak.

abdullah

  • Allah'ın kulu.
  • Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek ve şerefli isimlerindendir. Çünkü, Allah'a itaat ve ibadette, kulluk yapmada devamlı ve en ileride olup bütün ömürlerinde Cenab-ı Hakka maddi manevi bütün hâlâtında itaatttan ayrılmamıştır (A.S.M.). Hem muhterem ba

abdullah ibn-i zübeyr

  • Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı Esma'nın oğludur. Muhacirlerden ilk doğan çocuk olup cesaret, şecaat, ibadet ve takvası ile meşhurdur. Zübeyr ibn-i Avvam'ın oğludur. Yezid'in saltanatını kabul etmedi ve Mekke'de dokuz sene halifelik yaptı. 73 yaşında şehid edildi. (R.A.)

abede

  • (Tekili: Âbid) İbadet edenler. Âbidler. Tapanlar.

abid / âbid / عابد

  • İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden.
  • Köle.
  • İbadet eden.
  • Allah'a ibadet eden, kul.
  • İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd'dır.
  • İbadet eden. (Arapça)
  • Erkek adı. (Arapça)
  • İbadet eden.

abid-i muhsin / âbid-i muhsin

  • Allah'ı görür gibi Ona ibadet eden.

abidane / âbidane

  • Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette. (Farsça)
  • İbadet eden gibi.

abide / âbide

  • İbâdet eden kadın. (Abide-i zâhide gibi)
  • Tapınak, ibadet edilecek yer.

abş

  • Salâh.
  • Hüsn. İbâdet.
  • Gaflet.

adak

  • Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.

adette bid'at / âdette bid'at

  • Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.

afaki / âfâkî

  • İnsanın dışındaki şeyler.
  • Uzak memleketlerden hac ibâdetini yapmak için gelenler.

ahbes

  • Pek çok pis, daha murdar. En habis, berbad.

ahiret alimi / âhiret âlimi

  • Dünyâlığa, mala, mevkiye kıymet vermeyen, ilim ile dünyâlık elde etmeye çalışmayan, âhireti dünyâya tercih eden, ilmiyle amel eden, işi sözüne uyan, ibâdet ve tâate teşvik eden, ilmi âhiretine faydalı olan tevâzu sâhibi âlim.

ahiret kardeşi / âhiret kardeşi

  • İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan kişilere verilen ad.

akabe

  • (Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
  • Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
  • Muhatara, tehlike.
  • Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
  • Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
  • Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire.
  • Tehlike.
  • Tehlikeli geçit.
  • Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.

akif / âkif

  • Devamlı ibadetle meşgul olan.
  • Bir şeyde sebat eden.
  • Teveccüh, yönelme.
  • İbadette devamlı olan kimse.
  • Sebat eden.
  • Devamlı ibadet eden.

alem-i şahadet / âlem-i şahadet

  • Şahâdet âlemi. Bu dünya. Cenâb-ı Hakkın âyetlerine ve emirlerine imân edenlerin, hakka, hakikate şahadette bulundukları ve Allah'a itaat ve ibadetle mükellef oldukları dünya âlemi.

alih / âlih

  • (Çoğulu: Alihât) Mabud; tapınılan, ibadet edilen şey.

allah

  • Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.

amel / عَمَلْ

  • İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
  • Kâr, iş işleme.
  • Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
  • İş, ibâdet.
  • İş, ibadet.

amel-i salih / amel-i sâlih

  • İyi amel, yararlı iş. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iş, ibâdet.
  • Allah rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdı ifâ etmek.

amel-i uhrevi / amel-i uhrevî / عَمَلِ اُخْرَوِي

  • Ahirete ait iş, ibâdet.

amelde mezheb

  • Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi.

ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn

  • Görerek bilme.
  • Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.

bab

  • Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat. (Farsça)
  • Gemi halatlarının bağlandığı yer. (Farsça)
  • İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk. (Farsça)
  • Mânevi rehber, şeyh. (Farsça)
  • Bektaşi şeyhi. (Farsça)
  • Hayırhah ve muhterem. (Farsça)
  • Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt (Farsça)

bad / bâd

  • "Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd : Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd : Afiyet olsun. (Farsça)

badam / bâdâm / بادام

  • Badem. (Farsça)
  • Badem. (Farsça)

bademcik

  • Tıb: Boğazın iki tarafında, badem biçimindeki bezler.

badi / bâdî / بادی

  • Sebep olan, yol açan. (Arapça)
  • Bâdî olmak: Sebep olmak, yol açmak. (Arapça)

badih

  • (Bâdihe) Beklenmedik ziyaret.
  • Erkek ziyaretçi.
  • Birden bire gelen ilham.
  • Ansızın, âniden.

badile

  • (Çoğulu: Bâdil) Koltukla meme arasında olan et.

bakar-perest

  • Öküzü mâbut yapan. Öküz ve emsalini put yapıp ona ibâdet eden sapkınlar. Ehl-i dalâlet. (Farsça)

batıl

  • Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.

bedal

  • Değişme, değiştirme, mübadele. Trampa.

bedeni ibadet / bedenî ibadet

  • Bedene ait, bedenle yapılan ibadet—namaz gibi.

behreme

  • Saç ve sakalın kınayla boyanması.
  • Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
  • Hindlilerin ibadeti.

benul-a'yan / benûl-a'yân

  • İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri.

berahin-i mabudiyet / berâhîn-i mâbûdiyet

  • İbadet edilmeye lâyık olmanın delilleri.

bevadi

  • (Tekili: Bâdiye) Bâdiyeler, sahralar, çöller.

bevadir

  • (Tekili: Bâdire) Bâdireler, olagelen hâdiseler.

beytullah

  • Kâbe, câmi, mescid gibi ibadet edilen yer.

bid'at

  • (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler.
  • Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmaya

bid'at ehli

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.

bid'at-ı seyyie

  • Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.

birr

  • İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat.
  • Dininde ibadetinde kuvvetli olan.
  • Bağışta bulunma.

bütperest

  • Putu mâbut ittihaz eden. Heykellere ibâdet eden. (Farsça)

çağla

  • (Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.

cami / câmi

  • İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina.
  • Cem'edici, toplayıcı, içine alan.
  • Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan.
  • Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
  • Ehl-
  • Toplayan, derleyen.
  • İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.

cami' / câmi'

  • Toplayan.
  • Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı

car-ül cünüb / câr-ül cünüb

  • Yabancı kimse. Akrabadan olmayan.

cemaat / cemâat / جماعت

  • Topluluk.
  • İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
  • Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
  • Topluluk. (Arapça)
  • Camide ibadet edenler. (Arapça)

cennet

  • Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mes

cessas

  • Kireç ile bina yapan. Badanacı.

çile / چله

  • Eziyet. Sıkıntı. (Farsça)
  • İplik. (Farsça)
  • Yay kirişi. (Farsça)
  • Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün. (Farsça)
  • Dervişlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kırk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediği şeyler) ve ibâdetle meşgul olmaları.
  • Dervişlerin bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün.
  • Nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek.
  • Kırk günlük ibadet. (Farsça)
  • Sıkıntı, azap. (Farsça)
  • İplik demeti. (Farsça)

çilehane / çilehâne

  • Çile yeri; yalnız başına kalınan ve çile içinde ibadet edilen yer; hapishane.

çilehane-i uzlet / çilehâne-i uzlet

  • Yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer.
  • Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.

cinare

  • Esterâbâd ile Cürcân arasına derler.

cürcani / cürcanî

  • (Seyyid Şerif Ali Bin Muhammed) : (Hi: 760-830) Astarabad (Cürcan) civarında Tacu'da doğmuştur. Mısır'a giderek orada çeşitli âlimlerden ders okumuştur. Şiraz'da müderrislik yapmıştır. Sa'duddin-i Taftazanî ile kapanan Mütekaddimîn devrinden sonra açılan Müteahhirîn-i Ulemâ devrinin birincisi bu Sey

dergah / dergâh

  • (Der-geh) Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. (Farsça)
  • Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı. (Farsça)
  • Şeyhlerin tekkesi. (Farsça)

devlet-abadi / devlet-abadî

  • Hindistan'ın Devlet-âbâd şehrinde imal edilen ve güzel san'atlarda kullanılan bir çeşit kâğıt. (Farsça)

dinde bid'at

  • Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.

diyanat / diyânât

  • Allahü teâlâ ile kul arasında olan işler, ibâdetler. Teklik şekli, diyânettir.

diyanet / diyânet

  • Allahü teâlâ ile kul arasındaki dînî iş, ibâdet.

dua-yı ihlasiye / dua-yı ihlâsiye

  • Büyük bir samimiyet, iş ve ibadette yalnız Allah rızasını gözeterek yapılan dua.

eben an-cedd

  • Babadan, dededen.

eda / edâ

  • Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.

eda şartları / edâ şartları

  • Bir işin, ibâdetin sahîh ve mûteber olması için lâzım olan şartlar.

eda-yı ibadet

  • İbadeti yerine getirme.

edyar

  • (Tekili: Deyr) Manastırlar, kilisler. Hıristiyanların ibadethâneleri.

ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak

  • Tarikat ve tasavvuf ehlinden olup zikir ve ibadetle kendinden geçip dünyayı unutanlar.

ehl-i ibadet

  • Allah'a ibadet edenler.

ehl-i riyazat / ehl-i riyâzât

  • Az gıda ile nefsin heveslerini kırıp, ilim ve ibâdetle meşgul olanlar.

ehl-i taat ve ibadet

  • Allah'ın emirlerini yerine getirenler ve ibadete düşkün olanlar.

ehl-i tevhid

  • Cenab-ı Hakk'ın birliğini bilip inanan ve sadece bir Allah'a bağlanıp ibadet eden kimse.

el-hak

  • Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten.
  • Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden.
  • Varlığı hiç değişmeyen, ibadete lâyık ve her hakkın sahibi, Allah (C.C.) Âdil-i Mutlak ve Vacib-i lizâtihi.

el-mikyas

  • Firuzâbâdi'nin bir eseri.

elh

  • İbadet.

elvan-ı ibadet / elvân-ı ibadet

  • İbadet renkleri.
  • Mc: İbadet çeşitleri.
  • Renk renk, çeşit çeşit ibadet.

emel

  • Arzû, hırs, tamah.Çalış ibâdet et bırak emeli, Son nefese kadar bırakma ameli.

enva-i ibadat / enva-i ibâdât

  • İbadet çeşitleri.

erba'in / erba'în

  • Kırk günlük riyâzet. Maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek ve kalb aynasını parlatmak için, tasavvuf büyükleri tarafından konan usûllerden biri; kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, çok ibâdet etmek. Buna çile de denir.

eşbeh

  • Mert, yiğit, kabadayı, cesur kimse. (Bu tâbir bilhassa yeniçeriler hakkında kullanılırdı.)

eshab-ı suffa / eshâb-ı suffa

  • Suffe ehli. Peygamber efendimizin Mekke'den hicretinden sonra, Medîne-i münevverede yaptırdığı câminin (Mescid-i Nebevî'nin) örtülü bölümünde ilim ve ibâdetle meşgul olan fakir ve kimsesiz müslümanlar.

evliya

  • (Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.

evrad / evrâd

  • Îtiyâd ve vazîfe olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Vird kelimesinin çoğuludur.

fasid / fâsid

  • Bozguncu.
  • Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
  • Yanlış olan.
  • Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat
  • Bozan, bozuk.
  • Bir ibâdetin, bâtıl olması, geçersiz olması. Bâtıl.
  • Aslı İslâmiyet'e uygun olup, sıfatı uygun olmayan muâmele, akid.

fazilet / fazîlet

  • Üstünlük. İyi ahlâklılık.
  • Farz ve vâciblerin hâricindeki nâfile ibâdetler yâni müstehâb ve sünnetler.

fedail / fedâil

  • Farz ve vâcib olmayan nâfile ibâdetler.

feraiz / ferâiz

  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

feyhec

  • İçki ölçülen bardak. Şarab. Hamr. Bâde.

fina / finâ

  • Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler.

firuz abadi / firuz abadî

  • (Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri

füru' / fürû'

  • Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
  • Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
  • Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.

gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş

  • Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.

gaye-i ibadet

  • İbadetin gayesi.

geckar / geckâr

  • (Gecger) Kireçle badana yapan. Kireç sıvacısı. (Farsça)

gıda

  • Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
  • Kuşluk vakti yenen yemek.
  • Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.

girdibad

  • (Gird-bâd) Kasırga. Yel çevrintisi. Tehlike. Girdap. (Farsça)

habt-i a'mal / habt-i a'mâl

  • İrtidad eden, yâni dinden çıkan bir kimsenin, dindar iken yapmış olduğu ibadetlerinin ibtâl olup sevapsız kalması.

hacc

  • Kâbeyi ziyaret ibadeti.

hacc-ı şerif

  • Şerefli hac ibadeti.

haciz

  • Ayıran. Bölen.
  • Vücudun içindeki bazı uzuvları ayıran karın zarı gibi zarların adı.
  • Haczeden. Borcunu ödeyemeyenin diğer mallarına el koyan.
  • Tıb: Bâdemin içindeki bazı oyukları ayıran bölme zarlarına denir.

hades

  • Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek.
  • Taze. Yiğit. Genç.
  • Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal.
  • Pislik.

hakiki ihlas / hakikî ihlâs

  • Gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet.

halec

  • Çalışmaktan, yürümekten veya ibadetten kemiklerin ağrıması.

halef

  • Birinin yerine sonradan geçen kimse. Babadan sonra kalan oğul.

halef an-selef

  • Seleften halefe geçme. Geçen ve gidenden, gelene kalma. Babadan evlâda geçme.

halk-ı cedid

  • Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre.

halvet

  • Yalnız kalma, tenhaya çekilme.
  • Tenha yer, ibadet için tenha hücre.

halvetgah / halvetgâh

  • Tek başına oturup ibadetle vakit geçirilen yer. (Farsça)
  • Halvet yeri. Gizli olarak görüşülecek yer. (Farsça)

halvethane / halvethâne

  • Gizli ibadet yeri. (Farsça)
  • Gizli konuşup görüşmeye mahsus yer. (Farsça)
  • Yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapanılan yer.
  • Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer.

halveti / halvetî

  • Halvete müteallik, halvetle alakalı.
  • İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı.
  • Halvetiye Tarikatından olan kimse.

halvetnişin

  • Yalnız başına bir yere çekilip ibadetle meşgul olanlar.

hamr

  • Ekşi. Şarap. İçki olup sarhoşluk veren şey.
  • Birine bâde içirmek.
  • Bir hususu söylemeyip setreylemek. Ketmeylemek.

harekat-ı ubudiyet / harekât-ı ubudiyet

  • İbadet hareketleri.

hasene

  • İyilik, sevâb.
  • İlim, ibâdet, Cennet.

hatır-ı melekani / hâtır-ı melekânî

  • İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine melek tarafından getirilen düşünce. Buna ilhâm da denir.

havass / havâss

  • (Tekili: Hâss - Hâssa) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
  • Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar.
  • Zenginler sınıfı.
  • Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat

havk

  • Bâdruç otu.
  • Bez dokumak.

hayber

  • Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efen

hayr

  • Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet.

hazl

  • Badruç adı verilen ot.

hazret-i muhammed-i arabi / hazret-i muhammed-i arabî

  • Arap olan anne ve babadan dünyaya gelmiş Hz. Muhammed (a.s.m.).

helal-zade

  • Helâl doğmuş, meşru ve nikâhlı ana-babadan dünyaya gelmiş çocuk.
  • İyi adam, fenalık yapmaktan çekinen. Sâlih, afif, nâmuskâr.

hiba

  • (Çoğulu: Ahbiye) Abadan veya keçeden yapılmış göçebe çadırı, oba.

hidac

  • Yapılan ibadette kusur, noksan, eksiklik.

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hırka

  • Bez parçası. Bezden mâmul elbise.
  • Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.

hudaperest / hudâperest

  • Allah'a ibadet eden. Dindar.
  • Allah'a ibadet eden.

hüdaperest / hüdâperest

  • Allah'a ibadet eden.

hükm-i müleffak

  • Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm.

hukukullah

  • Fık: İbadetler ve İlâhî cezalar, ukubetlerle alâkalı haklar.
  • Hukukullah umuma taalluk edip, yalnız bir şahsa âid olmayan ahkâm demektir. Bunlar hukuk-u umumiyeden ibarettir. Cenab-ı Hakk'a izafesi, tazim ve ehemmiyetine işaret içindir.

hülasa-ı ubudiyet / hülâsa-ı ubûdiyet

  • İbadetin, kulluğun özü.

hulus / hulûs

  • Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği.

hutbe

  • Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.

huzur

  • Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
  • Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
  • İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.

i'tikaf / i'tikâf

  • Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak.
  • İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.
  • Bir şeye devam etmek.
  • Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.

ibadat / ibâdât / عبادات

  • (Tekili: İbâdet) İbâdetler.
  • İbadetler.
  • İbadetler.
  • İbadetler.
  • İbadetler. (Arapça)

ibadat-ı fıtriye / ibâdât-ı fıtrîye

  • Doğal, yaratılıştan gelen ibadetler.

ibadat-ı mahsusa / ibâdât-ı mahsusa

  • Kendilerine özgü ibadetler.

ibadat-ı maruza / ibâdât-ı mâruza

  • Arz olunan, takdim edilen ibadetler.

ibadat-ı umumiye / ibâdât-ı umumiye

  • Bütün varlıkların yaptığı ibadetler.

ibadet / ibâdet / عبادت

  • Klluk, tapınma. (Arapça)
  • İbâdet etmek: Kulluk etmek, tapınmak. (Arapça)

ibadet-i bedeniyye / ibâdet-i bedeniyye

  • Beden ile yapılan ibâdetler.

ibadet-i duaiye

  • Dua ibadeti.

ibadet-i fikriye / عِبَادَتِ فِكْرِيَه

  • Düşünme ibadeti.
  • Fikre ait ibadet, tefekkür.

ibadet-i fıtriye

  • Yaratılıştan gelen ibadet.

ibadet-i halisa / ibadet-i hâlisa

  • Samimiyetle, içtenlikle yapılan ibadet.

ibadet-i imaniye

  • İman ibadeti.

ibadet-i ins ü cann / ibadet-i ins ü cânn

  • İnsanların ve cinlerin ibadeti.

ibadet-i kamile / ibadet-i kâmile

  • Tam ve mükemmel ibadet.

ibadet-i mahsusa

  • Kendine özgü ibadet.

ibadet-i makbule

  • Makbul olan ibadet.

ibadet-i maliyye / ibâdet-i mâliyye

  • Zekat, sadaka-i fıtr gibi mal ile yapılan ibâdetler.

ibadet-i nafile / ibadet-i nâfile

  • Farz ve vâcib olmayan ibadet.

ibadet-i tefekkür

  • Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme ibadeti.

ibadet-i tefekküri / ibadet-i tefekkürî

  • Tefekkür ibadeti.

ibadet-i tefekküriye

  • Tefekkür ibadeti.

ibadet-i ulya / ibadet-i ulyâ

  • En yüce ibadet.

ibadetgah / ibadetgâh / ibâdetgâh / عبادتگاه

  • İbadet edilen yer.
  • Kanunlarla tanınmış bir dine, bir mezhebe ait ibadetlerin icrasına tahsis olunan yerler. Mabet, ibadethane. (Farsça)
  • İbadet yeri.
  • İbadet yeri, mabet. (Arapça - Farsça)

ibadethane / ibadethâne / ibâdethâne / عبادت خانه

  • İbadetgâh. Allah'a ibadet edilen yer. (Farsça)
  • İbadet edilen yer.
  • İbâdet yapmak için toplanılan yer.
  • İbadet evi.
  • İbadet edilecek yer. (Arapça - Farsça)

ibadetkar / ibadetkâr / ibâdetkâr

  • İbâdet eden.
  • İbadet yapan. İbadete düşkün. (Farsça)
  • İbadetli, ibadet eden.

ibadetullah

  • Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.

ibrahim bin edhem

  • Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.

iftitah tekbiri

  • Namaza başlarken alınan tekbir. Namaz, her nevi dünya meşguliyetinden alâkayı keserek kılındığı için, Allahü Ekber diye iftitah tekbirini alarak namaza başladıktan sonra ibadet esnasında dünya işi haram olup namazı bozar. Bu mâna için bu tekbire, tahrime adı da verilir.

ihlas / ihlâs

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
  • Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.

ihlas-ı etem / ihlâs-ı etem

  • En mükemmel bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı etemm / ihlâs-ı etemm

  • Mükemmel bir ihlas, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı hakiki / ihlâs-ı hakikî

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; gerçek samimiyet.

ihlas-ı tamm / ihlâs-ı tâmm

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı tamme / ihlâs-ı tâmme

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlaslı / ihlâslı

  • İbadet ve davranışlarında sadece Allah'ın rızasını gözeten.

ihsan / ihsân

  • İyilik, lütuf, bağışlamak.
  • Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
  • Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
  • Güzel bilmek. Güzel eylemek.
  • İyilik etmek.
  • Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek.

ihsan erbabı

  • Allah'ı görür gibi ibadet edenler.

ihtilaf-ı ibadat / ihtilâf-ı ibâdât

  • İbadetlerin farklı farklı olması.

ihya / ihyâ / احيا

  • Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak.
  • Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.
  • Vaktini ibâdet ve iyi işler yaparak geçirmek, kıymetlendirmek.
  • Ölüleri diriltmek.
  • Diriltme, yaşatma. (Arapça)
  • Canlılık kazandırma. (Arapça)
  • Geceyi ibadet ederek geçirme. (Arapça)
  • İhyâ olunmak: Yaşatılmak, canlandırılmak. (Arapça)

ihya-yi leyl

  • Geceyi ibadetle geçirmek.

ilah / ilâh

  • Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.
  • Her şeyin kendisine ibadet ettiği ve her şeyin kendisine ait olduğu Allah.

ilahe / ilâhe

  • İbadet edilen bâtıl şey.

ilm-i hal / ilm-i hâl

  • Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.
  • İbadet usullerini, din kaidelerini bildiren kitap.

iman-ı istidlali / îmân-ı istidlâlî

  • İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak.

iman-ı kamil / îmân-ı kâmil

  • Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.

inziva

  • Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.

irs

  • Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak.
  • Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk.
  • Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.

irşad

  • Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması.

irsen

  • Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile.

ıslah-ı nefs / ıslâh-ı nefs

  • Kötü huyları, fenâ alışkanlıkları ve yaramaz işleri bırakıp, iyi huyları, güzel işleri, kulluğa yakışan tâat ve ibâdetleri yapma.

islami şeair / islâmî şeâir

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler; ezan gibi.

islamın şeairi / islâmın şeâiri

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

istibdal

  • (Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek.
  • Bir vakfı mülk ile mübadele etmek.
  • Birşey verip yerine başka şey istemek.
  • Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.

istihare / istihâre / استخاره

  • Bir işin nasıl sonuçlanacağını anlamak için ibadetten sonra uykuya yatma. (Arapça)

istilam / istîlâm

  • Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e

itikaf / îtikaf

  • Bir yere çekilip ibadet etmek.

iztiba / iztibâ

  • Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kabadayı

  • Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
  • Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.

kaim

  • Ayakta duran. Mevcut. Baki.
  • Vaktini ibadetle geçiren.

kalender

  • İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.

kanitin / kanitîn

  • Kunut ve duâ edenler. Allah'a itaat ve ibadet edenler.

kaza etmek / kazâ etmek

  • Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak.

kefaret / kefâret

  • Bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı.

keffaret / keffâret

  • Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), zıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş

kelh

  • Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)

kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet

  • "Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallalla

kemal-i uluhiyet / kemâl-i ulûhiyet

  • İbadete ve itaat edilmeye layık olmanın, ilâhlığın mükemmelliği.

kemal-i zühd / kemâl-i zühd

  • Allah korkusuyla tam olarak günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme.

kerremallahu-vechehu

  • Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.

kerrubiyyun

  • (Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.

kilise

  • Hıristiyanların ibadet ettikleri yer.
  • Kenîse; hıristiyanlara mahsûs ibâdet yeri. Hıristiyanlıktaki mezheblere de kilise denilmektedir.

kıyas-ı fukaha

  • Hakkında açıkça âyet ve hadis bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibadet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyazetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.

kötü din adamı

  • İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.

küfr alametleri / küfr alâmetleri

  • Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıkları ve kâfirlik alâmeti olan şeyler.

kul

  • De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.
  • İbâdet eden, itâat eden, hizmet eden, canlı mahlûk (insan, melek ve cin).
  • Köle.

kunut

  • Yatsı veya sabah namazlarında ayakta okunan duâ. İbadet. Duâ. Taat. Şükür eylemek.
  • Namazda dünya kelâmından imsak eylemek, yani kendini tutup konuşmamak.

kunut duası / kunût duâsı

  • İtâat etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir namazının üç üncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan d

kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm

  • Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi

kura'

  • İbâdet eden.

kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.

lebade

  • (Bak: LEBAD)

ledem

  • Akrabadan nikâhı haram olan.

levend / لوند

  • Osmanlı deniz eri. (Farsça)
  • Ayyaş. (Farsça)
  • Zampara. (Farsça)
  • Kabadayı. (Farsça)

levz

  • Bâdem.

levze / لوزه

  • Bir tek bâdem.
  • Tıb: Bâdemcik.
  • Badem. (Arapça)
  • Bademcik. (Arapça)

levzetan / levzetân

  • İki bâdemcik, bâdemcikler.

levzeteyn

  • Bâdemcikler, iki bâdemcik.

levzine / levzîne

  • Bâdemli helva. (Farsça)
  • Bâdem helvası. (Farsça)

levzinec / levzînec

  • Bâdemli helva.

levziyyat

  • Bademle yapılmış tatlılar.

ma'bed

  • (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
  • İbâdet edilen yer.

ma'bud / ma'bûd

  • Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
  • (Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)
  • Kendisine ibâdet olunan, tapınılan.

ma'bud-u baki / ma'bûd-u bâkî / مَعْبُودُ بَاقِي

  • Sonsuza kadar ibâdete layık olan (Allah).

ma'bud-u bi-l hak

  • Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)

ma'bud-u bilhak / ma'bûd-u bilhak / مَعْبُودِ بِالْحَقْ

  • Hakkıyla ibâdete lâyık olan.

ma'bud-u cemil-i zülcelal / ma'bûd-u cemîl-i zülcelâl / مَعْبُودُ جَمِيلِ ذُوالْجَلَالْ

  • İbâdete yegane lâyık, nihâyetsiz güzellik ve haşmet sâhibi olan (Allah).

ma'bud-u ezeli / ma'bûd-u ezelî / مَعْبُودِ اَزَل۪ي

  • İbâdete yegane lâyık olup başlangıcı olmayan (Allah).

ma'bud-u hakiki / ma'bûd-u hakîkî / مَعْبُودُ حَق۪يق۪ي

  • Hakîkî olarak yegane ibadete layık olan (Allah).

ma'bud-u mutlak / ma'bûd-u mutlak / مَعْبُودِ مُطْلَقْ

  • Her cihetle ibâdete lâyık olan (Allah).

ma'bud-u zişan / ma'bûd-u zîşan

  • Yüce şân sahibi mabut; ancak kendisine ibadet edilen yüce şân sahibi Zât, Allah.

ma'bud-u zülcelal / ma'bûd-u zülcelal / مَعْبُودُ ذُوالْجَلَالْ / ma'bûd-u zülcelâl

  • Kendisine ibâdet edilen haşmet sahibi(Allah).
  • Kendisine ibâdet edilen haşmet sahibi(Allah).

ma'budiyyet

  • Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.

maabid / maâbid / معابد

  • (Tekili: Meâbid - Mabed) İbadet edilen yerler. Mâbetler.
  • (Abd) Hizmetçiler. Kullar.
  • Mabetler, ibadet edilen yerler.
  • Mabetler, ibadet yerleri. (Arapça)

maba'di

  • (Mâbadi) Sonrası. Bundan sonrası.

mabed / mâbed / معبد

  • İbadet edilen yer.
  • Mabet, ibadet yeri.
  • Tapınak. (Arapça)
  • İbadethane. (Arapça)

mabud / mâbud / mâbûd / معبود

  • Bütün varlıkların kendisine ibadet ettiği Allah.
  • Kendisine ibadet edilen.
  • Kendisine ibadet edilen Allah.
  • İbadet edilen, ilah.
  • İbadet edilen, (Arapça)

mabud-u baki / mâbûd-u bâkî

  • İbadete lâyık olan ve varlığı hiçbir zaman son bulmayan Allah.

mabud-u bilhak / mâbud-u bilhak / mâbûd-u bilhak

  • Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah.
  • Hakkıyla ibadete layık olan Allah.

mabud-u cemil-i zülcelal / mâbûd-u cemîl-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah.

mabud-u ezeli / mabûd-u ezelî / mâbud-u ezelî / mâbûd-u ezelî

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve asıl ibadet edilmeye lâyık olan Allah.
  • Varlığının başlangıcı olmayan ve ibadete lâyık olan Allah.
  • Varlığının başlangıcı olmayan ve sadece kendisine ibadet edilmesi gereken Allah.

mabud-u hakiki / mâbud-u hakikî

  • Gerçek ibadet edilmeye layık olan Allah.

mabud-u layezal / mâbud-u lâyezâl

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mabud-u lemyezel / mâbud-u lemyezel / mâbûd-u lemyezel

  • Varlığı asla son bulmayan ve ibadete lâyık tek ilâh olan Allah.
  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mabud-u mahmud / mâbud-u mahmud

  • Övülmeye, medhe lâyık tek ibadet edilecek olan Allah.

mabud-u mukaddes / mâbud-u mukaddes

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce ve ibadet edilmeye lâyık olan Allah.

mabud-u mutlak / mâbud-u mutlak / mâbûd-u mutlak

  • İbadete lâyık tek varlık olan Allah.
  • İbadete layık tek varlık olan Allah.

mabud-u zülcelal / mâbud-u zülcelâl / mâbûd-u zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah.
  • Sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah.

mabud-u zülcemal / mâbud-u zülcemâl

  • Herşeyin kendisine ibadet ettiği sonsuz güzellik sahibi Allah.

mabudiyet / mâbudiyet / mâbûdiyet

  • İbadet edilmeye lâyık olma.
  • İbadet edilmeye lâyık olma.

mabudiyet-i amme / mâbudiyet-i âmme

  • Yaratılan tüm varlıkların Allah'a ibadet etmesi.

mahlukatın hukuku / mahlûkatın hukuku

  • Hukuk-u ibâd; kul hakları; toplum bireyleri arasında birlikte yaşamaktan doğan, yükümlünün irade ve tercih hakkının bulunduğu haklar; mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi.

mana-yı ibadet / mânâ-yı ibadet

  • İbadet mânâsı, özü, asıl maksadı.

manastır

  • Hıristiyanlıkta ibâdet edilen ve din adamlarından bir râhib veya râhibenin idâre edip, barındığı binâ.

mebad

  • (Mebâdâ) Sakın, olmaya ki... (Farsça)

mehasin-i ubudiyet / mehâsin-i ubudiyet

  • İbadetin kazandırdığı iyilik ve güzellikler.

mekruh / mekrûh

  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

melaze

  • Badem ağaçları olan yer.

menasık / menâsık

  • İbadet yerleri.

menasik / menâsik

  • (Tekili: Mensek) İbâdet edecek yerler. İbâdet ederken lüzum eden usul, yol ve tarz.
  • İbadet yerleri, görevleri.
  • Nüsükler. Hacda belli yerlerde ve belli zamanlarda yapılan belli ibâdetler, vazifeler. Nüsük kelimesinin çoğuludur.

menasik-i hacc / menâsik-i hacc

  • Hac ibadeti için ziyaret edilecek yerler, görevler.

menasik-ül hac

  • Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri.

mensek

  • (Çoğulu: Menâsik) İbâdet yeri. İbâdetgâh.
  • İbâdet yapma usulü.
  • Kurban kesecek yer.

mensik

  • (Çoğulu: Menâsik) İbadet edecek yer.
  • Kurban kesilecek yer.
  • Kesilmiş kurban.

merve

  • Kâbe-i muazzamanın yakınında bulunan ve hacda, aralarında sa'y denilen ibâdetin yapıldığı iki tepeden biri.

meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm

  • Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.

mescid

  • Müslümanların ibâdet yaptıkları yer.

mescid-i haram

  • Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri.

meşrık

  • Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti.
  • Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer.
  • Tövbe kapısının adı.

mevat arazi / mevât arâzi

  • Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o

mihail

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid

mihrab / mihrâb

  • Mescid, câmi vb. ibâdet yerlerinin kıble tarafında imâmın namaz kıldığı yer.

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

misket

  • Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. (Fransızca)
  • Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.) (Fransızca)

mu'tekif

  • İ'tikâf eden. Bir yere çekilip ibâdetle meşgûl olan.
  • İtikâfa çekilmiş olan. İtikâf için bir camiye veya bir odaya kapanıp ibâdete çalışan. Devamlı olan.

mubadil

  • (Bak: Mübâdil)

mübadil

  • Mübâdele olunmuş. Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş.

mücavir / mücâvir

  • Komşu.
  • Bir mâbed veya tekke yakınında çekilip oturan.
  • Yurdunu terkederek zamanını Haremeyn-i Şerifeyn'de ibadetle geçiren.
  • Komşu. Memleketini ve yurdunu terk ederek, zamânını Haremeyn-i şerîfeynde yâni Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Harâm'da ve Medîne-i münevverede ise Mescid-i Nebî'de (Peygamber efendimizin mescidinde) ibâdetle geçiren kimse.

müfsid

  • İfsad eden, fenalaştıran. Bozan.
  • Başlanmış ibadeti bozan.
  • Nifak koyan, fesad ilka eden. (Hiç bir müfsid, ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet kimse demez "ayranım ekşidir." Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz tic
  • Başlanılan ibâdeti bozan şeyler.
  • Karışıklık çıkaran ve bozgunculuk yapan.

mug-kede

  • Meyhane. (Farsça)
  • Ateşe tapanların ibadethanesi. (Farsça)

muhlis

  • Samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözeten.

muhsin

  • Yaptığı işi en güzel yapan, Allahı görür gibi ibadet eden.
  • İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert.
  • Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden.

muhsinin / muhsinîn

  • Güzel işler yapanlar; Allah'ı görür gibi ibadet edenler.
  • İşini güzel yapanlar, Allahı görür gibi ibadet edenler.

muhtell

  • Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş.
  • İntizamsız. Nizamsız olmuş.
  • Fakir kimse.
  • Çok susuz kalmış olan.

mukayaza

  • Trampa etme, değişme. Mübadele.

münciyyat / münciyyât

  • Felâketlerden kurtarıcı bilgiler; ibâdetler, iyi ameller.

münevver

  • (Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı.
  • Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş.
  • Parlatılmış.

münevvir

  • Mc: Hakaik-ı Kur'âniye, hakaik-ı imâniye, ibâdet ve tâat gibi nurlarla nurlandıran.
  • Nur veren, aydınlatan.

münzevi / münzevî

  • Yalnız başına çekilip kimse ile görüşmeyen, çekilip tek başına bir tarafta duran.
  • Yalnızlık içinde ibadet eden.
  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan kişi.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.

münzeviyane

  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşarak, vaktini ibadetle geçirerek.

murakabe

  • Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek.
  • Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek.
  • Hıfz etmek.
  • Beklemek. İntizar.
  • Dalarak kendinden geçmek.
  • Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.

müsareat / müsâreat

  • İbâdetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmek.

müşrik

  • Allah'a ortak kabul eden, şirk işleyen. Allah'tan başkasına ibadet eden.

müsta'bid

  • (Abd. dan) Kul veya köle edinen.
  • Kendine ibadet ettiren.

müteabbid

  • Taabbüd eden. Kulluk eden. İbadet eden.

müteabbidin / müteabbidîn

  • (Tekili: Müteabbid) Taabbüd edenler, ibadet edenler. Kulluk edenler.

mütebadil

  • (Bedel. den) Birbirinin yerine geçen, tebâdül eden.
  • Nöbetle değişen.

mütebadire

  • (Bak: MÜTEBADİR)

mutekif / mûtekif

  • İbadet için bir köşeye çekilen.

mütevaris

  • (Veraset. den) Birinden diğerine vâris olup kalan. Babadan oğlu geçen, tevarüs eden.

müzekkir

  • Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
  • Zikreden, ibâdet eden.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril

na'büdü

  • "Biz ibadet ederiz" mânâsında fiil. ( Bak: Nun-u na'büdü)

nabüdü / nâbüdü

  • Biz ibadet ederiz.

nafile / nâfile / نَافِلَه

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
  • Farz ve vacip ibadetinin dışında kalan ibadetler.
  • Yapılması farz ve vacip olmayan ibadetler.
  • Farz ve vâcib olmayan ibâdetler.
  • İsteğe bağlı ibadet, boş.
  • Mecburiyet altında olmayarak yapılan ibadet.

naib / nâib

  • Hac ibâdetinde birine vekâlet eden. Vekil.
  • Kâdı vekîli.

namaz

  • En mühim ibadet.

namazgah / namazgâh

  • Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır.
  • Bir kasabanın bütün halkını bir arada bulunduran geniş sahaya da bu ad verilirdi. Bayramlarda ve fevkalâde günlerde kasaba ve civar köy

nasik

  • Allah yolunda ibâdet eden, dine bağlı, zâhid.

nefl

  • Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile.
  • Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek.
  • Yemin etmek.

nefs-i ibadet

  • İbâdetin kendisi.

nev-i müteselsil

  • Varlığı (ana babadan evlâda) zincirleme devam eden tür.

nevafil / nevâfil

  • (Tekili: Nâfile) Farz ve vâcib olandan başka ibadetler. Nâfile (yani sevab için kılınan) namaz veya tutulan oruçlar.
  • İsteğe bağlı ibadetler, nafileler.
  • Nafile ibâdetler.

nevafil-i hususiye / nevâfil-i hususiye

  • Hususi nafile ibadetler.

nevakis

  • (Tekili: Nakus) Çanlar. İbadet vakitlerinde kiliselerde çalınan çanlar.

nezr

  • Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.

nikah-ı dahili / nikâh-ı dâhilî

  • İçerden evlenme, akrabadan kız alma.

niyyet

  • Kasd etme, kalbin bir şeye yönelmesi. İbâdetleri, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek.

nun-u na'büdü

  • "Biz ibadet ederiz" ifadesindeki "biz" anlamına gelen nun harfi.

nüsük

  • (Nüsk) Allah için ibadet etmek.
  • İbâdet. Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri.

orta yol

  • Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol.

oruç

  • Mühim bir ibadet.

otuz üç farz

  • Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.

pakend

  • Yakut. (Farsça)
  • şarap, bâde. (Farsça)

palikarya

  • Mc: Kabadayı, yiğit, cesur.
  • Rum gençleri.

perestiş

  • Pek çok sevmek. Bendelik etmek. İbâdet etmek. (Farsça)
  • Aşırı derece sevmek, ibadet etmek.

perestişkar / perestişkâr

  • Tapan, ibadet eden.
  • İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.

put-perest

  • Allah'tan başka şeyleri ilâh kabul eden, puta inanıp ona ibâdet eden. Puta tapan. (Bak:Büt-Perest) (Farsça)

rahib / râhib

  • Hiç evlenmeyen, bekâr ve yalnız yaşayan, yalnız ibâdetle meşgûl olan ve kilisede vazîfeli olan hıristiyan din adamı.

rahibe / râhibe

  • Kadın râhib. Hiç evlenmeyen, yalnız ve bekâr olarak yaşayan, kilisede ibâdetle meşgûl olan görevli kadın.

reml

  • Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.

remy-i cimar / remy-i cimâr

  • Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da denilmektedir.

riyazet / riyâzet

  • Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
  • Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
  • İdman.
  • Gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma.

ruhban / ruhbân

  • Evlenmeden bekâr yaşamayı tercih eden, dünyâdan yüz çevirip, insanlardan uzak yaşayan kimseler, râhibler. Hıristiyanlıkta sâdece ibâdetle meşgûl olan din adamları sınıfına verilen ad. Hıristiyan din adamları evlenmedikleri ve insanlardan uzak yaşadık ları için bu ad verilmiştir.

ruhsat

  • İslâmiyet'in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı.

sa'di-i şirazi / sa'di-i şirazî

  • (Hicrî: 587-691) Şiraz'da doğdu. 30 yıl ilme, 30 yıl seyahate, 30 yıl da inzivada ibadetle çalıştı. En meşhur eserleri Bostan ve Gülistan adındaki ahlâkî ve imanî kitaplarıdır.

sa'y

  • Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
  • Çalışmak, iş görm

sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

  • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

sahih / sahîh

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y
  • Şartlarına uygun olan iş veya ibâdet.

saih

  • Seyahat eden.
  • Çok zaman oruçla veya ibadetle meşgul olan.

salat / salât

  • Namaz. Belirli vakitlerde Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet.
  • Tebrik, tezkiye.
  • Dua. Peygamberimize (A.S.M.) yapılan dua.
  • İstiğfar.
  • Rahmet.
  • Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.

salavat

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.

salavat-ı tayyibe / salâvât-ı tayyibe

  • Varlıkların ibadet ve duaları, Allah'ı tesbih ve takdis eden güzel sözleri.

salih

  • Büyük peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi Âd kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma'muriyet bulup küfür ve dalâlete meyl ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden

salih amel / sâlih amel

  • İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş.

sanem

  • Kâfirlerin, önünde ibadet ettikleri heykel, put.
  • Mc: Çok güzel olan.
  • Putperestlerin İlâhı.
  • Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.

sapık

  • Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.

şarab

  • İçilecek şey. İçki.
  • Mey. Bâde. Hamr. İçilmesi haram olan bir içki.

savm

  • Oruç. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.

savmaa

  • (Savmea) (Çoğulu: Savâmi') İbadet yeri, hususan Yahudilerin ibadet ettikleri yer.
  • Hücre.

savmea

  • Hıristiyanların ibâdet yeri. Kilise, bîa.

şe'n-i uluhiyet / şe'n-i ulûhiyet

  • İbadete ve itaat edilmeye layık olan ilâhlık şanı.

şeair / şeâir

  • İşaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.

şeair-i diniye / şeâir-i diniye

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.

şeair-i islam / şeâir-i islâm

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

şeair-i islamiye / şeâir-i islâmiye

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

şeair-i islamiyet / şeair-i islâmiyet

  • İslâma sembol olmuş işaret, iş ve ibadetler.

seb'a-i meşhure

  • Altı iman rüknü ile beraber İslâmiyetin esası olan ibadet hakikati.

sebat

  • Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
  • Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
  • Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.

şebistan

  • Yatak odası. (Farsça)
  • Harem dairesi. (Farsça)
  • Gece ibadetine mahsus oda. (Farsça)

şebzindedar / şebzindedâr / شب زنده دار

  • (Şeb-zindedâr) Geceleri çalışan, gece vakti işle meşgul olan. (Farsça)
  • Gece bekçisi. (Farsça)
  • Geceleri uyumayıp ibadet eden. (Farsça)
  • Geceleri ibadet eden. (Farsça)

secde

  • Allah'ın (C.C.) huzurunda yere kapanış. İbadet ve Allah'a (C.C.) memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yere kapanarak alın, burun ucu, eller, dizler ve ayak uçları yere gelecek şekilde yapılan en büyük tazim ifade eden hareket. Namazın bir rüknü.

secdegah / secdegâh

  • Namaz kılınıp secde edilecek yer. İbadet yapılacak yer. (Farsça)
  • Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.

secdegah-ı ubudiyet / secdegâh-ı ubudiyet

  • İbadet edilen yer.

şekur / şekûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

semave

  • Örtü.
  • Şam yolunda bir bâdiyenin adı.

sereb

  • (Çoğulu: Esrâb) Yer altında olan ev.
  • Kırbadan akan su.
  • Ot.

sevab / sevâb

  • İyilik ve ibâdet yapana âhirette Allahü teâlâ tarafından verilecek mükâfât, iyi karşılık. Ecir.

şiar-ı islam / şiar-ı islâm

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.

şiare

  • (Çoğulu: Şeâyir) Hac amelleri.
  • Hac nişanları. İbadet için alem kılınan her nesne.

sibd

  • (Çoğulu: Esbâd) Belâ, zahmet, meşakkat, dahiye.

şibdi'

  • (Çoğulu: Şebâdi) Akrep.
  • Dil, lisan.
  • Belâ.
  • Şiddet.

sifal

  • (Sifâle) Topraktan yapılmış (çanak, çömlek, testi gibi) şey. (Farsça)
  • Orak. (Farsça)
  • Fıstık, ceviz, bâdem kabuğu. (Farsça)

şirk-i hafi / şirk-i hafî

  • İhlâssızlık, riyakârlık. Allah rızası için değil de başkalarının rızâsı için ibâdet etmek.

sırr-ı ihlas / sırr-ı ihlâs

  • Samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı.

sırr-ı ihlas-ı hakiki / sırr-ı ihlâs-ı hakikî

  • Gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme esprisi, mânevî gücü.

siyahat

  • (Seyyehân - Siyâh - Süyuh) İbret, terehhüb ve ibadet için yer yüzünde gezip yürümek. (Dervişlerin seyahatı bundandır.)

suleha

  • (Tekili: Sâlih) Salihler. Salâhiyetli, günah işlemeyen iyi insanlar. İlim ve amelde, ibâdet, taat ve takvâda terakki ve teâli eden büyük zâtlar.

sünnet-i gayr-ı müekkede

  • Peygamber'in (A.S.M.) ibadet maksadıyla ara-sıra yapmış olduğu ameldir.

sünnet-i gayri müekkede

  • (Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, müstehâb da denir.

sünnet-i müekkede

  • Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, Sünnet-i hüdâ da denir.

sünnet-i seyyie

  • İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.

sünnet-i zevaid / sünnet-i zevâid

  • Peygamber efendimizin, ibâdet olarak değil de, âdet olarak devâmlı yaptığı işler. Bunlara edeb de denir.

ta'at / tâ'at

  • İbâdet. Allahü teâlânın beğendiği, râzı olduğu şeyler. Hasene.

taabbüd / تعبد / تَعَبُّدْ

  • İbadet etmek. Kulluk etmek.
  • İbadet etmek.
  • İbadet etmek.
  • İbadet, kulluk etmek.
  • Kulluk, ibadet, tapınma. (Arapça)
  • Taabbüd etmek: Kulluk etmek, tapınmak. (Arapça)
  • İbâdet etme.

taabbüdi / taabbüdî

  • İbadet etmekle ilgili.
  • Sırf emrolunduğu için yapılan şeyler, ibadetler.
  • İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.

taat / tâat / طاعت

  • Söz dinleme, ibadet.
  • İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek.
  • İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
  • İbadet. (Arapça)
  • İtaat. (Arapça)
  • Tâat kılmak: İbadet etmek. (Arapça)

taatgah / taatgâh

  • İbadet yeri. İbadetgâh. (Farsça)

tağut / tâğut / tâğût

  • Kendisine ibadet edilen bâtıl şeyler, putlar.
  • İbadet edilen bâtıl şey, put; azgın idareci.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına karşı gelen ve ibâdetten alıkoyan şeytânî varlık ve güçler.

tahannüs

  • İbadet etmek.
  • Andını bozmak.

tahe

  • Helâk oldu, berbad oldu (meâlinde fiil).

tahiyye / تَحِيَّه

  • Her mahlûkun kendine has ibâdetini selâm ma'nasıyla Allah'a sunması.
  • Mahlûkātın kendince ibâdeti.

tahsis-i taabbüd

  • İbadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma.

tarikat / tarîkât

  • İbadet ve zikirlerle kalben ilerleme yolları.

tasavvuf

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ

tatavvu'

  • Müstehab ve mendub olan namazlar.
  • İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak.
  • Nafile namaz kılmak.
  • Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.

tayyibat

  • İyi ve güzel işler, hareketler, ibadetler.

te'liye

  • İbadet ettirmek.

tebadülat / tebadülât

  • (Tekili: Tebadül) Değişmeler. Tebadüller.

tecelliyat-ı uluhiyet / tecelliyat-ı ulûhiyet

  • İbadete ve itaat edilmeye lâyık olan Cenâb-ı Hakkın isimlerinin varlıklarda eserini göstermesi.

tecerrüd

  • Soyunma, çıplak olma.
  • Evli olmama.
  • Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma.
  • İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme.
  • Herşeyden boş olma.

teellüh

  • Kulluk ve ibadet etmek.
  • Tazarru' etmek, yalvarmak.

tefrid

  • Dünya alâka ve meşguliyetlerinden ayrılıp, ibâdet ve tâatle meşgul olma.

tekalif / tekâlîf / تكاليف

  • Öneriler, teklifler. (Arapça)
  • Vergiler. (Arapça)
  • İbadetler. (Arapça)

tekbir / tekbîr

  • Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
  • "Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
  • Ramazan ve Kurban

tekke

  • Tarikat ehlinin zikir ve ibadet ettiği yer, dergâh.

telfik

  • Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma.

tenessük

  • İbadet etmek.

terk-i ibadet

  • İbadet etmeyi terk etme.

terk-i şeair

  • İslâmiyete sembol olmuş iş ve ibadetleri terk etme.

tesmia

  • Halka ibadetini ve amelini işittirme, duyurma.

tetavvu'

  • Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet.

tevhid / tevhîd

  • Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek.
  • Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.

tevhid-i uluhiyet / tevhid-i ulûhiyet

  • İlâh olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve ibadetleri takdim hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet / tevhid-i ulûhiyet ve mâbudiyet

  • İlâhlığın ve kendisine ibadet edilecek olan varlığın birlenmesi ve yalnız bir olan Allah'ın kabul edilmesi.

tevkil / tevkîl

  • Vekîl tâyin etme. Kadına, kendini boşamak için seni vekil ettim demek.
  • Bir ibâdetin, bir işin yapılması husûsunda birini kendine vekîl tâyin etme.

tezehhüd

  • Kendini dindar göstermek. Sun'i surette dindar olmak.
  • Dünyevî ve nefsanî şeylerden elini çekmek, ibadet etmek.

tuh

  • Helâk olmak.
  • Berbad olmak. (Hakaret için söylenilen bir kelimedir)

tul-i emel / tûl-i emel

  • Uzun emel; zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu. İbâdet yapmak için çok yaşamağı istemek tûl-i emel olmaz.

u'büd

  • İbadet et (meâlinde emir.)

ubudiyet / ubûdiyet

  • İbadet, kulluk etme.

ubudiyet-i beşeriye / ubûdiyet-i beşeriye

  • İnsanlığın ibadeti, kulluğu.
  • İnsanlığın ibâdet ve kulluğu.

ubudiyet-i evliya / ubûdiyet-i evliya

  • Velilerin ibadeti, kulluğu.

ubudiyet-i fiiliye / ubûdiyet-i fiiliye

  • Fiilî ibadetler.

ubudiyet-i fikriye

  • Fikren yapılan ibadetler.

ubudiyet-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'in mükemmel kulluk ve ibadeti.

ucb

  • Kendini başkasından üstün bilmek, ayıplarını görmeyip kendini beğenmek, yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek, bunlarla övünmek.
  • İbadetiyle gururlanma.

uluhiyet / ulûhiyet

  • İlâhlık.
  • Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
  • İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.

uluhiyyet / ulûhiyyet

  • İlâhlık, ibâdet olunmaya hakkı olmak.

umre

  • Ziyâret etmek. Hac zamânı olan beş günü yâni Arefe ve Kurban bayramının dört günü dışında, istenildiği zaman ihrâma girip Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek ve Safâ ile Merve arasında sa'y etmek (yürümek), saçı kazımak veya kesmekten ibâret olan ibâdet. Umreye Hacc-ı asgar (küçük hac) da denir.

usul-i fıkıh / usûl-i fıkıh

  • Fıkıh (ibâdet ve amel) bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

vakahet

  • İbadet.
  • (Vakhe) İbadet, taat.
  • Bir adamın sözünü dinleyip itaat ve imtisal etmek, ona uymak.
  • Bir şeyi bırakıp feragat etmek.
  • Büyük papaz olmak.

vakh

  • Taat, ibadet.

vav

  • Emrin cemaate olduğunu gösterir. "ibadet ediniz"deki "-iz" gibi.

vazife-i ibadet

  • İbadet görevi.

vazife-i ubudiyet

  • İbadet vazifesi, kulluk görevi.

velehan

  • Akıl gidip tembel olmak.
  • İbadet ederken vesvese veren şeytan.

veli

  • Sahib, mâlik.
  • Evliya.
  • Muin. Muhafaza eden.
  • Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse.
  • Sıddık.
  • Baba. Babanın babası, cedde de denir.
  • Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden All

vesen

  • Put. Müşriklerin taptıkları suret. Karşısında ibadet edilen heykel.

vilayet-i hassa / vilâyet-i hâssa

  • Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.

vird

  • Nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Çoğulu evrâddır.

vücub şartları / vücûb şartları

  • Bir ibâdetin bir kimseye farz olmasının şartları.

vücuh-u ibadat / vücuh-u ibâdât

  • Allah'a ibadet ve kulluk tarzları.

ya mabud / yâ mâbud

  • Ey ancak kendine ibadet edilen Allah.

yetim-üt tarafeyn

  • Anası ve babası ölmüş çocuk. Anadan babadan yetim kalmış çocuk.

yezidiler / yezîdîler

  • Hazret-i Ali'ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka. İbâdiyye fırkasının kurucusu Abdullah bin İbâd'ın adamlarından Yezîd bin Enîse'ye uydukları için bu adı almışlardır. Emevî halîfelerinden Yezîd'in bunlarla hiçbir ilgi si yoktur.

zad-ı ahiret / zâd-ı âhiret

  • Âhiret için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.

zahid

  • (Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.

zahire-i ahiret / zahire-i âhiret

  • Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.

zaviye / zâviye

  • Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
  • Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.

zebed

  • (Çoğulu: Ezbâd-Zübed) Köpük.
  • Kir ve pas, tüfl.

zevaid sünnet / zevâid sünnet

  • Farzla birlikte kılınması bildirilmeyen nâfile namazlar.
  • Peygamber efendimizin ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yaptığı şeyler.

zeyn-ül abidin

  • (Zeynel âbidîn) Lügat mânası: İbadet edenlerin zineti.
  • (Hi: 38-94) Oniki İmamın dördüncüsü olan zât (R.A.). Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın torunu olan Hazret-i Hüseyin'in ortanca oğlu. Asıl adı: Ali'dir. Tâbiînin büyüklerindendir. Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (Rahmetull

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın