Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Boş
ifadesini içeren
502
kelime bulundu...
bain talak / bâin talak
Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama.
la'b
Oyun, boş şey. Oyun ile boş yere vakit geçirme.
abes
Oyuncak kabilinden faydasız ve boş amel. Lüzumsuz ve gayesiz iş. Tesadüfi.
Anlamsız, boş.
Boş, faydasız şey.
Boş, saçma.
abesiyat
(Tekili: Abes) Faydasız ve boş şeyler.
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
adem-i abesiyet
Boş ve anlamsız olmama.
adem-i abesiyyet
Abes olmayış. Faydasız ve boş olmamak.
adem-i hulüv
Boş olmama, tenha ve ıssız olmama.
adem-i tahayyüz
Boşlukta yer kaplamamak. Mekândan münezzeh oluş. Yer ile bağlı olmamak. Hacmi olmayış.
ahliya
(Tekili: Hali) Boş şeyler.
ahtal
Çabuk yürüyen.
Boşboğaz, çok konuşan kimse. Çenesi düşük.
ahval-i şahsiye
Huk: Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle alâkalı olan hukuki durumlar. (Doğum, evlenme, boşanma, evlat edinme, ölüm hadiseleri gibi)
akciğer
Göğüs boşluğunu dolduran ve solunmağa yarayan bir organ. Ree.
akim / akîm
Beyhude, boş yere.
Kısır erkek veya kadın.
alamet-i ihmal / alâmet-i ihmal
İhmal belirtisi, başı boş bırakılmışlık işareti.
alayiş / âlâyiş
Boş süs ve debdebe, lüks yaşam.
ale-l-gafle
Dalgınlığa getirerek. Dalgınlığa gelerek, boş bulunarak.
ampul
İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe.
(Fransızca)
İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe.
(Fransızca)
anakat
Muvaffakiyetsizlik. Ümidi boşa çıkma.
anarşi / اٰنَارْش۪ي
yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.
Başıboşluk, kargaşa.
ar'ar
Dikenli ardıç ağacı, dağ selvisi.
Mc: Güzelin boyu bosu.
arazi-i haliye / arâzi-i hâliye
Boş, sahipsiz bırakılmış topraklar.
arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka
Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.
areometre
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
ark
Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark.
arsa
(Çoğulu: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.
asfar
Sıfırlar. Boş şeyler.
asfer
Sarı, uçuk benizli. Soluk.
Kızıl.
Islık çalan.
Bomboş şey.
atalet / atâlet / عَطَالَتْ
(Utlet) Boş durma. Tembellik. İşsizlik. Hurma salkımı.
Boş durma, hareketsizlik.
atıl / âtıl / عَاطِلْ
(Âtıla) İşlemez. Boş. Tenbel.
Bozulmuş.
Yazı yazmayı bırakan, faaliyet göstermeyip boş duran.
Boş duran.
atım
t. Ateşli silahların boşaltılması, atılması.
Kurşun menzili, kurşunun gidebildiği, yetiştiği mesâfe.
Silahın bir defa atılması için lâzım gelen barut vesaire.
avare / avâre / âvâre / آوَارَه
Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz.
(Farsça)
İşsiz, şaşkın, başıboş.
Başı boş.
avareser
Başıboş.
(Farsça)
ayn
Birşeyin kendisi.
Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal
ayn-ı heva / ayn-ı hevâ
Boş istek ve arzunun tâ kendisi.
azade-ser
Başı boş. Hür.
bad-ı heva / bâd-ı hevâ
Hevâ ve heves. Eğlence. Bedava. Boş.
Boşu boşuna, faydasız.
bad-peyma
Başıboş, boş gezen, âvâre, serseri.
(Farsça)
badbedest / bâdbedest / بادبدست
Eli boş, züğürt.
(Farsça)
badıheva / bâdıhevâ
Boşu boşuna, bedava.
bağ
Büyük bahçe. Bostan.
(Farsça)
Üzüm asmaları bulunan yer.
(Farsça)
Üzüm asması.
(Farsça)
bag-zar
Bağlık yer, bağ, bostan.
(Farsça)
bagan
Bahçeler. Bostanlar.
(Farsça)
bahil / bâhil
Avâre, başıboş, serseri.
Yularsız deve. Deyneği olmayan çoban.
İşsiz, avare, başı boş.
Yularsız deve.
bain / bâin
Dibi geniş olan bostan kuyusu. Geniş dipli kuyu.
Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
bal / bâl
Kanat.
(Farsça)
Kol, pazu.
(Farsça)
Kol, cenah.
(Farsça)
Üst, yukarı.
(Farsça)
Boybos, endam.
(Farsça)
batalet
Avarelik. İşsizlik.
Boş şeyler söylemek.
Bahadırlık. Cesurluk. Cesâret.
batıl / bâtıl / باطل
Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Şirk, putlara tapmak.
Boş, yalan, çürük.
Hükümsüz.
(Arapça)
Boş.
(Arapça)
batıl itikad / bâtıl itikad
Gerçek dışı, boş inanç.
battal
Boş. Hükümsüz.
İşsiz.
Metrûk. Kullanılmaz. olan.
Bâtıl. Mensuh ve mefsuh.
Faydasız.
Pek büyük. Hantal.
bazende-zeban
Boş boğaz, geveze, çok konuşan.
(Farsça)
behlel
Abes, boş boşuna. Batıl, beyhude.
behr
Nasip.
Galip olmak.
Nefesi tutulmak.
Ümidin boşa çıkması.
Felâket, musibet.
Uzaklık, mesafe.
belka'
Tenha çöl. Harap ve boş yer.
Yazı.
Yalan yere yemin etmek.
Su, süt gibi boğaz ıslatan şeyler.
Bir hurma cinsi.
bend-rug / bend-rûg
Tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi için yapılan setli çukur.
(Farsça)
berbar
Evin dam kısmında bulunan oda.
(Farsça)
Çardak.
(Farsça)
Kemeriye.
(Farsça)
Tahtaboş. Damın düz bir kısmı ki, en çok çamaşır sermeye yarar ve çinko ile döşelidir.
(Farsça)
berhava
(Berhevâ) Boş, faydasız.
(Farsça)
Havaya uçurulmuş. Havaya gitmiş.
(Farsça)
Havaya savrulma, boşa gitme.
Boşa gitme.
berhun / berhûn
Çember, daire, ortası boş olan yuvarlak nesne.
(Farsça)
Hisar, varoş, duvar veya bostan kenarlarına ve tarla aralarına çalıçırpı ve diken ile yapılan çit.
(Farsça)
Küçük ev, oda, hücre.
(Farsça)
beşanika
Boşnaklar.
besatin / besâtin / besâtîn
(Tekili: Bostan) Bostanlar.
Bostanlar.
Bostanlar, bağlar, bahçeler.
besatin-i cinan
Cennet bostanları. Cennet bahçeleri.
bevk
Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
Musibet, felâket.
İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
Çalıp çırpma.
Yalan söz.
Boşboğaz (adam).
Şiddetli yağmur.
beyhan
Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.
beyhuc / beyhûc
Höyük. (Tarlada ve bostanda dikerler.)
beyhude / beyhûde / بيهوده / بَيْهُودَه
Boşu boşuna.
Boşuna, faydasız.
Boşuna. Boş yere. Faydasız.
(Farsça)
Boşuna, faydasız.
Boş, boşuna.
(Farsça)
Boşuna.
beyun / beyûn
Dip tarafı geniş olan kuyu, bostan kuyusu.
bezer
Gevezelik, boşboğazlık, çok konuşmaklık.
bi-hude / bî-hude
Boşuna, beyhude, boşu boşuna.
(Farsça)
bi-sebeb / bî-sebeb
Sebepsiz, boşuna, yok yere.
(Farsça)
bi-sud / bî-sud
Faydasız, boş, neticesiz.
(Farsça)
bi-tail / bî-tail
Menfaatsiz, faydasız. İşe yaramaz, boşuna.
(Farsça)
bihude / bîhude / بيهده
Boşuna, beyhude.
(Farsça)
bisud / bîsud
Faydasız, boş, neticesiz.
bıtr
Bir şeyin boş yere zâyi olması.
İnkâr etmek.
biza'
Birisine kaba muamelede bulunma.
Faydasız, boş yaramaz söz.
bizlah
Geveze, boşboğaz, çenesi düşük.
bızr
Beyhûde, boşu boşuna.
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
bostan-ı hilkat
Yaratılış bostanı, bahçesi.
bostan-ı huda / bostan-ı hudâ
Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir.
(Farsça)
bostan-ı kemalat / bostan-ı kemâlât
Olgunluklar bostanı, mükemmellikler bahçesi; yani mükemmelliklerin yetişip olgunlaşmasına vesile olan ortam.
buk'a
Yer parçası, ülke.
Boş ve ıssız yer.
Sağlam ve büyük bina.
Benek leke.
bülkut
(Çoğulu: Belâki) Bir hurma cinsi.
Ot ve su olmayan harap ve boş yer.
Yalan yere yemin etmek.
butlan / butlân / بطلان
Haksızlık. Bâtıl olma. Boş ve abes olmak. Hak olmamak.
Boşluk, anlamsızlık.
(Arapça)
Yalan.
(Arapça)
butul
Çürüklük, boşluk, beyhudelik.
cadis
Viran, harap, yıkık.
Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi.
caliz
Sebze bahçesi, bostan. Kavun karpuz tarlası.
(Farsça)
cam-ı tehi / cam-ı tehî
Boş kadeh.
cev'an
(Cu'. dan) Acıkmış, aç, midesi boş.
cevf / جوف
Boşluk. Oyuk. Çukur. İç boşluğu.
Orta, yarı.
Kof.
Boşluk, oyuk, çukur.
Orta yarı.
Boşluk.
Boşluk.
(Arapça)
cevv / جو
Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ.
Ev veya odanın içi.
Hava boşluğu, gök.
Gök boşluğu.
Hava.
(Arapça)
Boşluk.
(Arapça)
cevv-i feza
Uzay boşluğu.
cevv-i hava
Hava boşluğu, atmosfer.
cevv-i heva / cevv-i hevâ
Hava boşluğu.
cevv-i sema / cevv-i semâ
Gökyüzü. Gök boşluğu. Fezâ. (Cevv-i âsuman da denir.)
cevvi / cevvî
Gök boşluğuna âit. Cevve dâir.
cilf
Boş küp.
Kırılmış, ufanmış köpek esfeli. Arı kovanı.
Kuru ekmek parçası. Kuru ekmek kenarı.
Yüzülüp karnı çıkmış ve başı ile ayağı kesilmiş koyun.
Her nesnenin parçası.
Hoyrat, kaba. Ayak takımından.
cism
Boşlukta yer kaplayan şekil almış veya başka bir şekle giren madde.
Beden, vücûd.
cüfaen
Beyhude, boşuboşuna, faydasız yere.
cüff
İçi boş olan şey. Kof.
Dimağa işlemiş olan baş yarığı.
Hurma çiçeğinin kabuğu.
Cemaat, topluluk.
Yarısı kesilip kova olmuş olan çürük ve eski kırba.
cüfre
Bir şeyin ortası. Mezar.
Boşluk. Çukur.
Göğsün içerisi. Sadır.
cümhure
İçi boş kemik.
çürütme
Bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koyma.
dağdağa
Gürültü. Iztırab. Boş yere telâş ve zorluklar.
Tereddüt etmek, karar verememek.
Gıcıklamak.
dahül
Bostan korkuluğu.
(Farsça)
dayic
Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse.
delh
Heder olmak, boşa ve faydasız olarak gitmek.
ebatıl / ebâtıl
Bâtıl ve boş şeyler.
Boş inanışlar.
ebtal
(Çoğulu: Ebâtil) İnsanın böğrü.
En boş. Boşuboşuna. Çok bâtıl.
ecvef
Ortası boş. Kof.
Mc: Boş kafalı. Çok cahil.
Gr: Ortasında harf-i illet sayılan elif, vav, yâ harfleri bulunan fiil kökü.
efhas
(Tekili: Fahs) Her şeyin içleri, boşlukları.
efkar-ı batıla / efkâr-ı batıla
Asılsız, boş düşünceler.
efra'
İşi gücü olmayan adam. Boş dolaşan kişi.
Kuruntulu, vesveseli adam.
Başının saçı tamam olan kimse. (Müe: Für'â)
egzost
ing. İçten yanmalı motorlarda yanmış akaryakıt gazı. Bu gazın boşaltılması tertibatı.
ehva
Nefis arzuları, boş istekler.
elha
Malâyâni ve boş konuşan.
Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
emr-i batıl / emr-i bâtıl / اَمرِ بَاطِلْ
Boş iş.
enabib
(Tekili: Ünbube) Kamış gibi boğum, boğum olan şeyler. İçi boş olan fen âletleri, borular.
endaht
(Endâhten. den) Atmak. İlka etmek.
(Farsça)
Silâh boşaltmak.
(Farsça)
Atmak, silâh boşaltmak.
endaht edilen
Atılan, silâh boşaltılan.
endam / endâm / اندام
Boy bos.
(Farsça)
enisan
Boş ve mânasız yalan söz.
(Farsça)
eramil
(Tekili: Ermele) Bekârlar. Dul kadınlar. Kocaları ölmüş veya boşanmış kadınlar.
esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn
En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.
etraf-ı feza
Uzay boşluğu.
evagi
(Tekili: Agıye) Bahçe, tarla ve bostanları sulamak için açılan arklar, su akıtılacak yerler.
evham-ı faside / evhâm-ı fâside
Asılsız, boş kuruntular.
eytal
(Çoğulu: Eyatil) Boş böğürlü.
fa'aliyet
İş görmek, çalışmak. Boş durmayış.
faliz / falîz
(Çoğulu: Fevâliz) Bostan.
fantaziye / fantâziye
yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.
Yalandan gösteriş, boş debdebe.
farfara
Hafif meşreplik, boş gürültü.
farig
İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.
fariğ / fâriğ / فارغ
Vazgeçmiş, çekilmiş.
Rahat, âsûde.
Boş, işini bitirmiş, işsiz.
Boş.
(Arapça)
Rahat, huzurlu.
(Arapça)
Vazgeçen.
(Arapça)
fellaz
Bostancı.
ferag
Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek.
Boşaltma.
ferağ / ferâğ / فراغ
Bırakma, terk etme, vazgeçme.
(Arapça)
Boş durma.
(Arapça)
Ferâğ etmek:
Bırakmak.
(Arapça)
feragat
Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek.
Boşalmak, hâlî olmak.
ferah-dehen
Geveze, boşboğaz.
(Farsça)
Geniş ağızlı, ağzı büyük.
(Farsça)
ferisa / ferîsa
(Çoğulu: Feris-Ferâyis) Boş böğür ile kürek arasındaki et.
fesc
Her nesnenin boşu.
fetret / فَتْرَتْ
İki dönem arasındaki boşluk zamanı.
feyayih
(Tekili: Feyhâ) Genişlikler, enginlikler, boşluklar.
feza / fezâ
Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü.
Yer geniş olmak.
Açık sahra.
Saha.
Yerde akan su.
Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği.
feza-neverd
Fezâda dolaşan, boşlukta giden.
(Farsça)
feza-yı gayr-ı mahdude
Sınırsız uzay boşluğu.
feza-yı gayr-ı mütenahi / fezâ-yı gayr-ı mütenâhî
Sonsuz uzay boşluğu, uçsuz bucaksız gök.
feza-yı kainat / feza-yı kâinât / فَضايِ كَائِنَاتْ
Kâinattaki uzay boşluğu.
feza-yı namütenahi / feza-yı nâmütenâhi
Sonsuz uzay boşluğu.
feza-yı ulvi / feza-yı ulvî / فَضايِ عُلْوِي
Yüksek uzay boşluğu.
firdevs
Cennet. Cennette altıncı kat.
Bostan.
fudul / fudûl
İhtiyâçtan fazla, lüzumsuz ve boş şeyler.
fürce
Medhal, girecek yer, boşluk, açıklık, çatlaklık.
füru' / fürû'
Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.
füruc
Çatlaklık, yarık.
Geçit, kapı.
Boşluk.
Ayıp, kusur.
fuzuli / fuzulî / fuzûlî / فضولى
Boş, boşuna, lüzumsuz.
Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna.
Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden.
Haksız olarak fiile çıkarılan iş.
Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse.
Büyük bir şâi
Zevzek, boşboğaz.
(Arapça)
Gereksiz, boşuna, fazladan.
(Arapça)
gaflet
Gafillik, boş bulunma, dalgınlık, ihtiyatsızlık.
gasase
(Gasis-Gususe) Davarın zayıf olması.
Sözün boş ve faydasız olması.
Yaradan irinin akması.
gayret-i batıla / gayret-i bâtıla
Faydasız ve boşu boşuna uğraşma.
gırre
Gaflet. Boş bir şeye aldanan.
Tevbeyi sonraya bırakıp, aldanan. Övünen, gururlu. Gâfil. İşe yaramaz.
gul
Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak.
Ölüm.
Belâ.
gurur
Kibir, boş yere güvenmek.
Kibir. Boş yere güvenmek.
Kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak.
güşadname
Padişah fermanı.
(Farsça)
Boşanma vesikası.
(Farsça)
güsiste-mehar
(Güsisteinan) Yuları kopmuş.
Mc: Kayıtsız, mes'uliyetsiz, başıboş.
güzaf / güzâf / گزاف
Boş, bîhude. Lüzumsuz.
(Farsça)
Boş söz.
Saçma sapan, ipe sapa gelmez, boş, beyhude.
(Farsça)
habhabi / habhabî
İşsiz güçsüz boş olarak dolaşan adamlar.
hacim
Oylum, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk.
hadaik-ı hassa / hadaik-ı hâssa
Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut P
hafs
Her nesnenin boşu.
haib
Bir işte emeği boşa giden, istediğini elde edemeyen.
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
hal' edilme
Hükümdarın tahttan indirilmesi.
Boşanmış olmak.
Kovulmuş olmak.
hala / halâ / خلا
Tuvalet.
(Arapça)
Boş.
(Arapça)
hala' / halâ'
Boş, hâli.
Ayak yolu, abdesthane.
Devenin çökmesi.
halel
Bozukluk. Eksiklik.
Başkası tarafından verilen zarar.
İki şeyin aralığı. Boşluk. Açıklık.
halevat
(Tekili: Halâ) Halvetler, boşluklar.
Yalnız bulunulacak yerler.
hali / hâlî / خالى / خَال۪ي
Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama.
Bir şeyden uzak, boş, ıssız.
Boş, tenha.
Boş.
(Arapça)
Hâlî kalmak:
Geri durmak.
(Arapça)
Boş.
hali kalma / hâli kalma
Boş kalma, onsuz olma.
hali kalmayan / hâli kalmayan
Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).
hali'
Boşanmış erkek, zevcesini şer'an terketmiş adam. (Müennesi: Hâlia'dır.)
İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız.
Kovulmuş.
Soyulmuş.
haliyen
(Hâli. den) Boş olarak, boş olduğu hâlde.
haliyye
Bağından boşanmış deve.
Yabancı bir yavru emziren deve.
Büyük gemi.
Arı kovanı.
Ahlâktan kinâyedir.
(Çoğulu: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız.
halka
Ortası boş yuvarlak şekil.
Dâire şeklinde olan şey.
ham
Olmamış, pişmemiş, çiğ.
(Farsça)
Nâfile, beyhude, boşuboşuna.
(Farsça)
İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış.
(Farsça)
Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi.
(Farsça)
hana
Yaramaz ve boş sözler konuşmak.
hani'
Karısını boşamış koca veya kocasından boşanmış kadın.
hansir
(Çoğulu: Hanâsir) Yaramaz, boş, faydasız.
Bir yerden taşınan veya göçen kimseler, eşya ve elbiselerini yükletip gittiklerinde yerde kalan kıymetsiz şeyler.
harbele
Kuyulardan su çekmeğe mahsus dolap. Bostan dolabı.
(Farsça)
harbüze-zar
Karpuz kavun bostanı.
hasir / hasîr
Hüsranda olan. Sapıtan, dalâlete giden. Azgın.
Eli boş. Müdafaasız. Çaresiz.
hasirun / hâsirun
Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar.
hatal
Boş ve yaramaz söz.
hatemkari / hatemkârî
Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.
hava'
Hâli olmak, boş olmak.
Düşmek, sâkıt olmak.
havai / havaî / havâî
(Çoğulu: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı.
Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler.
Boş; delilsiz.
havan
İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap.
Tütün kesmekte kullanılan makine.
Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık eden kimse.
Elektrikî bir boşalmanın ısı değerini gösteren âlet.
İçine çuku
haviye
Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer.
Sâkıt. Göçük, çökük.
havsala
Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl.
Tıb: Kuş kursağı. Karın boşluğu. Cevf.
Mide.
haymana
Başıboş hayvanları haylayıp salıverdikleri çayırlık yer.
Ankara'nın bir kazası.
heba / hebâ / هبا / هَبَا
İnce toz.
Boş. Beyhude. Nâfile. Faydasız. İsraf. Ziyan.
Aklı az olan.
Toz, zerre.
Boş, nafile.
Faydasız, boş.
Boşa gitme.
Boş.
(Arapça)
Hebâ etmek:
Yitirmek, yazık etmek, elden kaçırmak.
(Arapça)
Hebâ olmak:
Yitmek, yazık olmak, yok olmak.
(Arapça)
Hebâya gitmek:
Boşa gitmek, yazık olmak.
(Arapça)
Boşa gitme.
heba-ender / hebâ-ender
Boşluk ve hiçlik içinde.
hebaen / hebâen
Boşu boşuna.
hebaen mensur / hebâen mensur
Boşu boşuna.
hebaen mensura / hebâen mensûra
Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış.
Boşuna harcanarak.
hebaenmensura / hebâenmensûrâ
Boşuboşuna.
hecef
Yaşlı devekuşu.
Ağır ve boş kimse.
heder / هدر / هَدَرْ
Boşa gitme. Yok yere faydasız giden.
Ölüme giden.
Boş yere, faydasız.
Boşa gitme, yok yere giden şey.
Boşa gitme.
Yazık olma, boşa gitme.
(Arapça)
Heder etmek:
Yazık etmek, yitirmek, boşa harcamak.
(Arapça)
Heder olmak:
Yazık olmak, yitmek, kaybolmak.
(Arapça)
Boşa gitme, telef olma.
heder etmek
Boş yere faydasız olarak kullanmak.
heder olan
Boşa giden.
heder olma
Boşa gitme, ziyan olup gitme.
heder saymak
Boş saymak, boşu boşuna gitmiş saymak.
herze
Boş söz. Saçmasapan söz. Boş lâkırdı.
(Farsça)
Boş, saçma sapan söz.
Boş söz.
herzekarane / herzekârane
Saçma sapan konuşarak. Boş ve lüzumsuzca uydurmalarla, abuk sabukça.
(Farsça)
herzevat
(Tekili: Herze) Herzeler, mânâsız ve boş sözler.
herzevekil
Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan.
(Farsça)
heva
(Çoğulu: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı.
Yer ile gök arası.
Yukarıdan aşağıya inmek.
Her bir boş, ıssız yer.
heva vü heves
Zevk ve şehvetler. Boş ve geçici şeyler.
hevacir
(Tekili: Hâcire) Günlerin en sıcak olan anları.
Göçenler, göç yapanlar, hicret edenler.
(Hücr) Hezeler, hezeyanlar, boş ve mânasız sözler.
hevesat
Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler.
(Farsça)
hezr
Saçmasapan, boş ve mânâsız söz.
hiç
Boş, değersiz.
hicab-ı kalb
Kalbin boşlukları arasındaki zarların her biri.
hiçahiç / hiçâhiç
Hiç. Yok. Bomboş.
(Farsça)
Bomboş.
hikmet-i muzahrefe
Görünüşte güzel ve süslü, gerçekte içi boş ve çürük felsefe.
hillet
Bir yere konup istirahat eden cemaat.
Yorgunluk. Kırgınlık.
Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.
hilv
Boş oluş. Boşluk.
hirase
Bostan korkuluğu. Korkutacak şey.
(Farsça)
hitr
Faydasız ve mânâsız söz, boş lâf, yalan.
hoşendam
Boyu bosu güzel ve düzgün olan.
(Farsça)
hul'
Zevceyi mal karşılığında boşamak.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.
huluvv
Boş olmak, hâlî oluş. Boşluk. Boşta olmak.
Huk: Tarafların anlaşarak evlilik hayatlarına son vermeleri.
Huk: Bir gayr-i menkulün, muayyen bir bedel ile kiralanmış olmasından doğan kiracılık hakkı ve menfaati.
Hava parası adıyla verilen meblağ.
humbara
Küçük küp.
(Farsça)
Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi.
(Farsça)
Para biriktirmek için kullanılan topr
(Farsça)
humsa
Boş böğürlü ve ince karınlı olmak.
hunzub
Şişman gövdeli, boş konuşan kadın.
huşkmağz
Boşkafalı, câhil.
(Farsça)
hutam-ı dünya / hutâm-ı dünya
Bu fani dünyanın muvakkat ve boş malı mülkü.
huy
Boş ve hâli olmak.
huza'bil / huza'bîl
(Çoğulu: Huz'a) Batıl şeyler. Halkı güldürecek boş şeyler, nesneler.
ibtal / ibtâl
Bozma, boşa çıkarma, uyuşturma.
ibtale
Bâtıl ve boş şey.
ibtaliyyat
İşe yaramıyan, boş sözler.
idaa / idâa
Zâyi etmek. Boşuna harcamak.
idaa-i vakt / idâa-i vakt
Vaktini boşa geçirmek. Vaktini zâyi etmek.
iddet
Bekleme müddeti.
Sayılmış. Madud.
Cemaat.
Hıfz.
Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
iddet-i eşhür
Ay hesabıyla iddet beklemek. Boşanma tarihinden itibaren hür ise üç ay, cariye ise birbuçuk ay bekler.
iddet-i haml
Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.
iddiai / iddiaî
İddia ile alâkalı. Şahitsiz, delilsiz ve boş söz.
ifrag
Bir halden başka bir hale sokma. Kalıba dökmek. Şekil vermek.
Boşaltmak. Akıtmak. Dökmek. Câri kılmak.
ifrağ / ifrâğ / افراغ
Bir şeyi kalıba dökme, boşaltma.
Dökme, boşaltma.
(Arapça)
ihdar
(Heder. den) İptal etme, battal etme, hükümsüz bırakma.
Boşa harcama.
ihla / ihlâ / اخلا
Boş bırakma. Boşaltmak, hâli kılmak.
Boşaltma.
(Arapça)
ıhla'
Hâli etmek, boşaltmak.
ihmal / ihmâl
Boş verme, önem vermeme.
Boşlama, savsaklama.
ihtila'
(Kadın) Nikâhı bozdurma. Kadın mehrinden vazgeçip veya çok para vererek kocasından boşanması.
ıkva'
Ev boşalmak.
Azık tamam olmak. Şâirin şiirin kafiyesini çeşitli yapması.
ılgamak
At başıboş olarak dörtnala koşması.
ılgar
Düşman topraklarına ansızın yapılan hücum, akın.
Başıboş hayvanın dörtnala koşması.
ilha'
Boş şeylerle meşgul etmek. Gaflet.
imate-i vakt
Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.
imsal
Boşuboşuna sarfetme, lüzumsuz yere harcama. Har vurup harman savurma.
infirag
Boşalma.
infirag-ı cüz'i / infirag-ı cüz'î
Bir sıvının kısmen boşaltılması.
infitah
Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya
insan-ı boşboğaz
Boşboğaz insan.
ishab
Çok söylemek.
Türlü şeylerden renk değiştirmek.
Bir şeye fazla tama' etmek.
Kuyu kazıp suyu bulamamak.
Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
Kuzu, anasını emmek.
Duvarı başı boş salıvermek.
israf
Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.
israfsız
Boş yere harcamadan yapılan.
istifrağ
Kusma; içindekini dökme, boşaltma.
istihlak / istihlâk
Boş yere harcamak.
Yeyip bitirmek.
Müstahsilin yaptığı istihsali alıp kullanmak.
istıtlak
İç sürgünü olma. Amel olma, ishal olma.
Boşanmayı isteme.
ıtlak / ıtlâk
Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan kurtarmak.
Boşama. Boşanma. Afvetmek.
Salıverme.
Boşama.
Soyutlama, söyleme, kullanma.
ıtlak-ı inan
Dizginini salıverme. Başıboş bırakma.
ıtlal
Havâle olma, birşey üzerine yüklenme.
Boşu boşuna zaman geçirme, vakit öldürme.
izaa-i vakt / izâa-i vakt
Zamanını boş yere harcama, vakit kaybetme.
jajha
Saçma sapan söyliyen. Mânâsız ve boş konuşan.
(Farsça)
jajhay / jâjhây / ژاژخای
Boşboğaz, zevzek.
(Farsça)
jajhayan
Saçma sapan söz söyleyenler. Mânâsız ve boş konuşanlar.
(Farsça)
kadd
Boy, bos.
kadd ü kamet
Boy bos.
kadı
Tanzimat'a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanları.
kafh
Başa vurmak.
İçi boş olan şeyi vurmak.
kakuze
(Çoğulu: Kavâkiz) Boş maşrapa.
kamet
(A, uzun okunur) Namaza başlama işâreti, namaz kılmak için okunan ezan.
Boy. Boy-bos. Endam.
Boy bos, endam.
kamet-i himmet
Himmetin endamı; gayretin boyu bosu, derecesi.
kara
(Çoğulu: Ekrây-Karvât) Bahçe ve bostan içindeki su arkı.
Su ile karışmış süt.
katne
Kırkbayır.
Boş.
kavakiz
(Tekili: Kakuze) Boş maşrapalar.
kavliyyat
Kaviller, kuru lâflar, boş sözler.
kelh
Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)
keyfemayeşa / keyfemâyeşâ
Kendi keyfince, keyfi nasıl isterse, başıboş.
kinaye lafızlar / kinâye lafızlar
Birkaç mânâda kullanılan kelimeler. Hem boşamada hem de başka yerde kullanılan sözler.
klüp
ing. Eğlenerek boş olarak vakit geçirmek yahut okumak, konuşmak üzere üyelere mahsus toplantı veya eğlence yeri.
kof / قُوفْ
İçi boş. Kovuk.
Aklı ve ilmi olmayan. Câhil.
Boş.
İçi boş.
İçi boş.
kürtaj
Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.
la-ya'ni / lâ-ya'ni
Mânasız, boş.
laf-ı güzaf
Boş yere söz. Boş lâkırdı.
(Farsça)
lafıgüzaf / lâfıgüzâf
Boş söz.
lafügüzaf / lâfügüzâf / لاف و گزاف
Beyhude, faydası olmayan söz. Boş laf, lakırtı.
(Farsça)
Boş söz, zırva.
(Farsça)
lağv / lâğv / لغو
Faydasız, boş şey.
İptal etmek.
Hata etmek.
Hükümsüz kılmak.
Geçersiz, boş.
Faydasız, boş.
Kaldırma.
(Arapça)
Boşuna.
(Arapça)
Lağvedilmek:
(Arapça)
Kaldırılmak.
(Arapça)
Hükümsüz kılınmak.
(Arapça)
Lağvetmek:
(Arapça)
Kaldırmak.
(Arapça)
Hükümsüz kılmak.
(Arapça)
Lağvolmak:<
(Arapça)
lağv yemini
Geçmiş birşey için zan ile boş yere yapılan yemîn.
lagviyyat
(Tekili: Lagv) Lağvlar. Boş sözler.
laha
Boş ve faydasız sözler konuşmak.
Ekmeği ıslatıp yemek.
Gıda.
Aldatıp kandırmak.
Karnın sarkık ve sülpük olması.
lahi / lahî
Oyuncu.
Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.
lahva
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
laklaka / لقلقه
Leylek sesi.
Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses.
Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak.
Boş ve mânasız söz.
Boş laf.
(Arapça)
laklakıyyat
(Tekili: Laklaka) Faydasız, boş lâkırdılar; mânâsız sözler.
latail / lâtail
Boş, faydasız, abes, mânâsız.
layülhihi / lâyülhîhi
(İlhâ. dan) Ona gaflet vermez. Onu boş şeyler meşgul etmez. Boşuna iş yapmaz.
lehvel-hadis / lehvel-hadîs
Müzik, her türlü boş oyun, eğlence.
levend
(Levent) Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir isim. Asker.
(Farsça)
Mc: Boylu boslu, yakışıklı, çevik kimse.
(Farsça)
liin / liîn
Bostanlarda dikilen ve höyük denilen suret.
lütre
Ancak konuşanların anlıyabileceği, başkalarının anlıyamıyacağı şekilde görüşülen uydurma dil, kuşdili.
(Farsça)
Boşboğaz.
(Farsça)
maani-i muallak / maâni-i muallâk
Boşlukta kalmış mânâlar.
madde
Ağırlığı olan ve boşlukta yer kaplıyan varlık.
maglata
Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.
magrur
(Mağrur) Gururlu. Boş bir şeye güvenen. Fâni ve faydasız şeylere güvenip kendini aldatan. Mütekebbir. Kibirli kimse. Müteazzım.
magrurane
Gururlanarak. Kendini beğenircesine. Kibirlenerek. Güvenilmesi boş olan şeye güvenip kendini aldatırcasına.
(Farsça)
mahref
Bostan. Hurmalık.
Yemiş sepeti.
mahrub
Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış.
mal-i hulya
Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller.
(Farsça)
malaya'ni / mâlâya'nî / مَالَا يَعْن۪ي
(Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.
Dünyâ ve âhirete faydası olmayan iş, boş söz, lüzumsuz şey.
Ma'nâsız boş şey.
malaya'niyyat / mâlâya'niyyât
Faydasız boş sözler, boş konuşmalar, faydasızlık.
malayani / mâlâyanî
Faydasız, boş, saçma.
malayaniyat / mâlâyâniyât
Kişiyi ilgilendirmeyen şeyler; boş, anlamsız şeyler.
malayaniyat-ı rezile / mâlâyâniyât-ı rezile
Anlamsız, boş, kötü ve çirkin şeyler (mâ-lâ).
malihülya / mâlihülyâ
Boş hayâller, kara sevda.
matbaha-i kudret
Cenab-ı Hakk'ın âşikâr kuvvet ve kudreti ile bahçe, bağ, tarla ve bostan gibi yerlerde pişmiş gibi hazır gıda maddelerinin yetiştiği yer. Kudret mutbahı.
mavna
Limanlarda, şamandıralara bağlı olarak yükleme ve boşaltma yapan gemilerden, kıyılara römorkör yedeğinde yük götürüp getiren tekne.
mebtute
Fık: Üç talak ile boşanmış olan kadın.
mehdur
(Hedr. den) Yazık edilmiş, ziyan edilmiş. Boş yere gitmiş.
mehr-i müeccel
Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.
mele'
(Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
Hırs, tama'.
Zan.
Güzellik.
Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
Dolu mekân.
Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
mera
Boş yer.
Otsuz yer.
merc
(Merec) Katıştırmak.
Kararsızlık.
Iztırab.
Bozulmak.
Boşa gitmek.
Serbest bırakmak, salıvermek.
Hayvanların salındığı otlak.
meşare
Bostan. Tarla.
Çiftçiler arasında meşhur olan tahta yer.
mescur
Sulu süt.
Dizilmiş salkım olmuş inci.
Yanmış.
Kızdırılmış.
Doldurulmuş. Taşkın su.
Alevli ateş, kızgın fırın.
Deniz.
Boş.
Muhtelit.
Mc: Firavun'un battığı deniz.
meşgale
İş. Meşguliyyet. Boş durmayış.
metruk
Terk olunmuş. Bırakılmış.
Boşanmış olmak.
Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
metruke
(Terk. den) (Erkekten) boşanmış.
Kocası tarafından bırakılmış kadın.
metrukiyyet
(Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma.
Bırakılmışlık, kullanılmazlık.
Bir işten çekilip uğraşmama.
meunet
Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği.
Külfet.
Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.
mevadd
(Tekili: Madde) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler.
Kısımlar.
Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar.
Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.
mevadd-ı vahiye / mevadd-ı vâhiye
Boş, saçma şeyler, anlamsız maddeler.
meydan-ı feza
Uzay boşluğu.
mezari'
(Tekili: Mezraa) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.
micdar
Bostan korkuluğu. Korkuluk.
mişya'
Boşboğaz. Çok konuşan.
mıtlak
Sık sık kadın boşayan erkek.
muallak / مُعَلَّقْ
Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış.
Havada boşta duran.
Sürüncemede kalmış iş.
Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece.
Boşlukta, askıda.
Boşlukta asılı duran.
muallakta / muallâkta
Boşlukta, havada.
muallekiyyet
Muallak olma, askıda oluş, boşta durma.
muarra
Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak.
muattal / مُعَطَّلْ
Kullanılmış, bırakılmış.
Boş, işsiz.
Kullanılmaz, boş.
muattıla
Boş bırakılmış. Atâlete atılmış.
Hâlık'a itikat etmeyen.
mübrim
(Mübrime) Zorlıyan, zorlayıcı.
Mânâsız ve boş sözlerle can sıkan kimse.
İki katlı yapan.
Cür'et eden.
mubtıl
İptal eden, bozup yanlışa düşüren, batıl ve boş şey ortaya çıkaran.
mücebbee
İçi boş nesne.
müceff
İçi boş, kof.
mücevvef
(Cevf. den) Kovuk, içi boş şey. İçi oyuk.
müferrig
Dolu kabı boşaltan.
muhal
İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz.
Hurâfe olan nazariye.
muhalaa / muhâlaa
Kadının mal karşılığı kocasına kendini boşattırması.
muhalla
Tahliye olunmuş. Boşaltılmış.
Serbest bırakılmış.
muhalli / muhallî
Boşaltan. Tahliye eden.
muhallil
(Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.
mühmel
İhmâl edilmiş. Bırakılmış. Kıymet verilmemiş. Bakılmamış.
Mânasız ve boş söz, cümle. Sonraya atılmış.
Boşlanmış.
Edb: Noktasız harf, noktasız harflerle yazılmış olan.
Ebcedde: Noktasız harflerin hesabı ile çıkan tarih.
Başıboş, ihmal edilmiş.
mühmelat
(Tekili: Mühmel) Anlamsız ve mânâsız boş sözler.
mühmil
İhmâl eden, boşlayan.
muhteli'
Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.
muktesid
İktisadlı, tutumlu. Malını, ömrünü, vaktini boşuna geçirmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan.
muktesidan
(Tekili: Muktesid) Muktesidler. Lüzumsuz masrafda bulunmayan ve vaktini boşa geçirmeyenler. İktisadlılar, tutumlular.
münakehat / münâkehât
Fıkıh ilminin dört büyük kısmından biri. Evlenme, boşanma, nafaka gibi hususlar.
münhal / منحل
Boş, açık.
Boş, işsiz.
Boş, açık.
(Arapça)
Çölülmüş.
(Arapça)
münhall
Boş, meşguliyetsiz, işsiz.
Çözülmüş, çözülen.
Memuru bulunmayan.
Kim: Erimiş.
musaffer
Boşalmış, hâli.
Sararmış.
müsakat şirketi / müsâkât şirketi
Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık.
musammet
(Sammet. den) Kof olmayan. İçi boş olmıyan şey.
Gr: Arap alfabesine "b, f, l, m, n, r" nin haricindeki bütün harfler.
müserrah
Bırakılmış, boşanmış.
musfir
Eli boş fakir kimse.
müsrif
Boş yere malını harcayan, tutumsuz, Allah'ın (C.C.) razı olmayacağı şeylere parasını, malını ve zamanını harcayan.
müsrifane / müsrifâne
İsraf ederek, boş yere harcayarak.
(Farsça)
müstahil
İmkânsız, olmayacak şey. Boş.
müstahilat
(Tekili: Müstahil) İmkânsız şeyler.
Mânâsız, boş ve saçma şeyler.
müstehil / müstehîl
(Çoğulu: Müstehilât) (Havl. den) Mânâsız ve boş şey.
Mümkün olmayan, imkânsız şey.
mutallaka
(Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.
müteceffif
İçi boşalan, kuruyan, koflaşan (kabuklu meyve).
mütecevvif
İçi boşalan, koflaşan, kovuk olan, tecevvüf eden.
mütehalli
Bırakılmış, boşaltılmış.
Boş kalan, boşalan.
mutlık
Serbest bırakan. Boşayan. Salıveren. Köle veya esiri serbest bırakan, azad eden.
muvakkat nikah / muvakkat nikâh
Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.
na-hak
Haksız, beyhude, boş.
(Farsça)
nafaka-i iddet
Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.
nafile / nâfile / نافله
İsteğe bağlı ibadet, boş.
Boşuna.
(Arapça)
Nafile namazı, farz dışında kılınan namaz.
(Arapça)
natır
(Nâtur) Bekçi. Bağ ve bostan bekçisi.
naure
(Çoğulu: Nevâir) Bostan dolabı.
neşr
Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak.
Başıboş cemaat.
Bulutlu günde yel esmek.
İzhar etmek.
Katetmek.
Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.
nevair
(Tekili: Naure) Bostan dolapları.
nevatir
(Tekili: Nâtur) Hamam hademeleri.
Bostan bekçileri.
ney
Kamıştan yapılan içi boş bir çalgı âleti.
İnsan-ı kâmil, İslâm dîninde yetişen kâmil yüksek insan.
nezf
Kuyunun suyunu tamamen boşaltma.
Aklı gitme, sarhoş olma. Zevâle gitme.
niza-i lafzi / niza-i lafzî
Boşuna çene yarıştırma. Sözle yapılan kavga.
pergem
İşsiz güçsüz, boşta dolaşan adam.
(Farsça)
peşşegir
Sinek avlıyan.
(Farsça)
Mc: İşsiz güçsüz, boş gezen kimse.
(Farsça)
puç
Kaba, çirkin.
(Farsça)
Boş ve faydasız şey.
(Farsça)
İçi boş.
(Farsça)
puç-magz
Boş kafalı.
(Farsça)
ratbüyabis / ratbüyâbis / رطب و یابس
Yaş ve kuru.
(Arapça)
Düşünmeden konuşan, boşboğaz.
(Arapça)
ravza
Sulu yer, bahçe, bostan, çimenlik yer.
revzat
(Çoğulu: Ravz-Ravzât-Riyaz-Rizât) Çayırlı, çimenli ve sulu yer.
Bostan.
revzat-ı inşirahiye / revzat-ı inşirâhiye
Ferahlık veren bostanlar, bahçeler.
ric'at
Geri dönme, vazgeçme.
Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması.
ric'i / ric'î
Geri dönmeye ait ve mensub.
Üç talakla boşanmamış kadın. Tekrar kocasına dönmesi mümkün olan. Buna talak-ı ric'î denir.
ric'i talak / ric'î talâk
Geri dönülebilen talâk (boşanma). Zevceye yaklaştıktan sonra sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivâza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh ed ilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık) lafız
rüşd
Hak, doğru yol. Allahü teâlânın birliği (tevhid) inancı.
Aklın kuvvetli ve tamam olması. Malını dînin ve aklın beğendiği yere sarf etmek, boş yere harcamamak, telef etmemek.
sa'di-i şirazi / sa'di-i şirazî
(Hicrî: 587-691) Şiraz'da doğdu. 30 yıl ilme, 30 yıl seyahate, 30 yıl da inzivada ibadetle çalıştı. En meşhur eserleri Bostan ve Gülistan adındaki ahlâkî ve imanî kitaplarıdır.
sabb
Dökmek, akıtmak, boşaltmak. Dökülmek.
Aşık, tutkun.
safer
(Çoğulu: Esfâr) Boş ve hâli olmak.
Arabi aylardan ikincisi.
Karın içinde durabilen bir yılanın adı.
sahif
(Sahâfet. den) Zayıf akıllı. Az fikirli kimse.
Gevşek dokunmuş. Boş.
sahife-i haliye / sahife-i hâliye
Boş sahife.
sahn / صحن
Evin ortasındaki açıklık, avlu, oyuk.
Boşluk. Boş yer. Orta, meydan, aralık.
Sahne.
Cami ve medreselerdeki umumun toplanmasına âit üstü kubbeli ve örtülü yer.
Büyük kâse. Sahan.
Zil.
Sıcaklık, boşluk.
Avlu.
(Arapça)
Boşluk.
(Arapça)
Sahne.
(Arapça)
Üstü kubbeli alan.
(Arapça)
saibe
Başı boş bırakılmış hayvan. Sâime.
saime
Çayıra başı boş olarak salıverilen hayvan.
sakb
(Çoğulu: Sukub) İnce, uzun.
Ev ortasında olan direk.
İçi boş olmayan kuru cisme vurmak.
Yakınlık.
saysa
Ham hurma çekirdeği.
İçi boş olan hanzal tanesi.
sebehlel
Bâtıl, boş, abes.
sebzezar
Çayırlık, çimenlik, yeşillik.
(Farsça)
Bostan, sebze tarlası.
(Farsça)
segar
(Çoğulu: Süğür) Ön dişler.
Ağız. (Dar geçit ağızlarına ve diğer yerlerin boş olan korku yerlerine de denir.)
Yaş hıyar.
şehlevend
Boylu boslu, güzel genç.
(Farsça)
ser-azad
Hür, serbest. Başı boş.
(Farsça)
Dertsiz, rahat.
(Farsça)
serah
Kıl taramak.
Halâs etmek.
Davar gütmek.
Eşini boşamak.
serbest
Kayıtsız. Başıboş. İstediği gibi hareket edebilen.
(Farsça)
Sıkılmayan.
(Farsça)
Engelsiz.
(Farsça)
seref
Boş yere ve lüzumsuz harcamak, israf etmek.
Hatâ etmek.
Âdet, haslet iyi huy.
sergerdan / sergerdân
Şaşkın, başıboş.
serseri
Ötede beride gezen, başı boş. İşi gücü olmayıp boşta dolaşan, haylaz, derbeder, avare.
(Farsça)
Boş söz.
(Farsça)
Başı boş.
Başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.
servakt
Kimse bulunmayan boş oda veya daire.
(Farsça)
Yalnız görüşülecek yer.
(Farsça)
sevaim
(Tekili: Sâime) Otlak hayvanları. Çayıra başı boş salınan hayvanlar.
Zekâtı icab eden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırnaklı hayvanlar.
sıfır-ül yed
(Sıfr-ül yed) Mahrum, eli boş.
sıfrü'l-yed
Mahrum, eli boş.
sihan
Kalınlık.
İçi boş zarf.
Soba borusu gibi bir şeyin kalınlığı.
Sımsıkı madde.
su-i istimal / su-i istimâl
Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.
süftece
(Çoğulu: Süfâtic) İçi kovuk boş cisim.
Bir yerden bir yere armağan olarak gönderilen şey.
Yol korkusundan emin olmak için tâcirlere borç olarak verilen para.
şügur
Yükseltmek.
Hâli etmek, boşaltmak.
sülama
Parmak kemiği.
Küçük içi boş kemik.
süllem
Merdiven, basamak.
Derece.
Tıb: Kulağın içindeki içiçe daireler şeklinde olan boşluğun adı.
sultan reşad
(Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi.
taattul
(Atalet. den) İşsiz kalma. İşlemez ve boşta olma.
tahalli
(Halâ. dan) Boşalmak. Boş kalmak. Tenhaya çekilmek. Yalnız kalmak.
tahayyüz
(Hayz. den) Yer tutmak, yer almak.
Ehemmiyet kazanmak.
Fiz: Herhangi bir cismin boşlukta yer alması.
tahliye / تخليه
Boşaltma, bırakma.
(Halâ veya halvet. den) Boşaltmak. Boş bırakmak. Serbest bırakmak.
Tathir etmek. Temizlemek.
Süslemek.
Boşaltmak.
Boşaltma.
(Arapça)
Salıverme.
(Arapça)
Tahliye edilmek:
(Arapça)
Boşaltılmak.
(Arapça)
Salıverilmek.
(Arapça)
Tahliye etmek:
(Arapça)
Boşaltmak.
(Arapça)
Salıvermek.
(Arapça)
tahyib
(Haybet. den) Eli boş, kederli ve mahrum kılma.
talak / talâk / طلاق / طَلَاقْ
Nikâh bağını çözmek; nikâh akdini (sözleşmesini), belli sözlerle derhal veya geleceğe bağlı olarak sona erdirmek. Şer'î (dînî) nikâhta, boşama hakkı olanın, nikâhlı olduğu kişiyi boşaması.
Boşanma.
Boşamak. Boşanmak.
Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak.
Nikâhlı karısını bırakmak.
Boşama.
Boşamak, boşanmak.
Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak.
Nikâhlı karısını bırakmak.
Boşama.
(Arapça)
Boşanma.
(Arapça)
Boşama.
talak-ı bain / talâk-ı bâin
Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya
talak-ı ric'i / talâk-ı ric'î
Erkeğin karısını boşadıktan sonra tekrar karısına dönmesini mümkün kılan boşanma şekli.
talak-ı selase / talâk-ı selâse
Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.
talak-name
Boşama kâğıdı.
(Farsça)
talakname / talâknâme / طلاق نامه
Boşanma belgesi.
(Arapça - Farsça)
tatlik / tatlîk / تطليق
Boşamak. Karısını terk edip nikâhını feshetmek.
Boşama.
Boşamak, nikahı fesh etmek.
Boşama, talak verme.
Boşama.
(Arapça)
tatvilat / tatvilât
(Tekili: Tatvil) Boş, beyhude ve fazla sözler.
tayhan
Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse.
tazyi'
(Çoğulu: Tazyiât) (Ziyâ. dan) Kaybına sebeb olma, bırakıp kaybetme. Boşuna harcama.
tazyi-i evkat
Boş yere vakit geçirme. Zaman harcama. Vakit kaybetme.
tebvie
Bir kadını boş bir evde oturtma.
tebzir
Boş yere malını sarf etmek.
Serpmek. Dağıtmak.
İsraf etmek, lâyık olmayan yere malını sarfetmek.
tecerrüd
Soyunma, çıplak olma.
Evli olmama.
Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma.
İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme.
Herşeyden boş olma.
tecevvüf / تَجَوُّفْ
İçi boş olma, kovuk olma.
İçine işleme. Nüfuz eyleme.
İçi boş sözler.
İçi boş olma.
İçi boş olma.
tefellüt
Halâs olmak, kurtulmak.
Aniden bağından boşanmak.
tefrig
(Feragat. dan) Boşaltma.
Azade etme.
Dökme.
Kurtarma.
Zâil ve hâlî eyleme.
Vazgeçirme.
tefrigat / tefrigât
Yer açma, boşaltma.
Kısım kısım boşaltıp yer açma.
Boşaltmalar.
tefviz / tefvîz
Ismarlama, havâle etme.
Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.
tehatih
Bâtıl, boş ve abes sözler.
Tamamlanmamış söz.
tehemten
İri vücutlu, boylu boslu yiğit.
(Farsça)
tehi / tehî / تهى
Boş, avare kalmak, hâlî. Eli boş.
Boş.
Boş.
(Farsça)
Anlamsız, yararsız.
(Farsça)
tehidest / tehîdest / تهى دست
Eli boş. Züğürt.
Yoksul.
(Farsça)
Eli boş.
(Farsça)
tehidesti / tehîdestî / تهيدستى
Yoksulluk.
(Farsça)
Eli boşluk.
(Farsça)
tehimağz / tehîmağz / تهى مغز
Samankafalı, boşkafalı.
(Farsça)
tehimiyan / tehîmiyân / تهى ميان
İçi boş.
(Farsça)
İçi boş.
(Farsça)
Kof.
(Farsça)
telcin
Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak.
Kalınlaştırmak.
telef / تلف / تَلَفْ
Yok olmak. Ölmek. Zâyi olmak.
Boş yere harcamak.
Ölme.
(Arapça)
Boşa gitme.
(Arapça)
Telef etmek:
Harcamak, tüketmek, yok etmek.
(Arapça)
Telef olmak:
(Arapça)
Ölmek.
(Arapça)
Boşa gitmek.
(Arapça)
Boşa gitme.
temlik / temlîk
Mülk olarak vermek.
Erkeğin, talak (boşama) hakkını zevcesine (hanımına) vermesi.
teneffuh
Boş lâflarla gururlanma.
tenha / tenhâ / تنها
Boş yer. Kimsesiz yer.
(Farsça)
Yalnız, tek.
(Farsça)
Tek başına, yalnız.
(Farsça)
Boş yer, yssız yer.
(Farsça)
tenkis
Başaşağı etme. Sernigun etme.
Boşaltma.
terk
Bırakma, salıverme, vazgeçme.
Boşama. Bakmama. İhmal etme.
tesaüb
Esneme.
Gaflette bulunma. Boş bulunma.
tescir
Tennur yakmak.
Denizi kurutmak.
Boşaltmak ve doldurmak.
Ağlayarak çağırmak.
tesrih
Talâk. Boşanma, ayrılma.
Halâs etme, kurtarma.
Bırakma, salıverme.
Kıl tarama.
Asan etme, kolaylaştırma.
teveccüs
Karnını boşaltmak.
tevkil / tevkîl
Vekîl tâyin etme. Kadına, kendini boşamak için seni vekil ettim demek.
Bir ibâdetin, bir işin yapılması husûsunda birini kendine vekîl tâyin etme.
tür'a
(Çoğulu: Türa') Kapı. Derece.
Bağ ve bostan.
Kanal.
Suyun taştığı yer. Su arkının ağzı.
üfçe
Bostan korkuluğu.
(Farsça)
üstüvane
Geo: Silindir. Direk şeklindeki sütun. İçi boş direk şekli.
utle
Boş ve muattal olmak.
Hurma salkımı.
Şahıs.
vahi / vâhî
Boş, anlamsız.
vakt
(Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim.
Boş zaman.
Geçim.
Fırsat.
Muayyen, belli bir zaman.
varakkerdan
Boş ve faydasız işlerle uğraşan kimse.
(Farsça)
vekef
Günah.
Abes ve boş.
Ayıp.
Eksiklik.
veşi'
(Çoğulu: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca.
Sümâme otundan yapılan hasır.
Ağaçlardan kuruyup düşen nesne.
Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken.
Az nesne.
vüs'
Genişlik. Bolluk.
Fırsat.
Boş meydan.
Kuvvet, güç, tâkat.
Varlık, zenginlik.
Fls: Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer.
yal ü bal / yâl ü bâl
Boybos düzgünlüğü.
yemin-i lağv / yemîn-i lağv
Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda günah ve keffâret yoktur.
zehuk
(Zehak) Boş, beyhude. Bâtıl. Zâil, yok olan.
zevk
Lezzet alma, hoşa gitme, tatma.
Hoş, hoşa giden. Mânevi haz.
Boş vakit geçirmek. Eğlenmek.
Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mübeyyin
şam
AVAZ
fatır-ı kadir
Tezyid
meşbu
müma-ileyh
icaret
Bab
avdet
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Boş
sergüzest
Dereli
yardım gör
zare
Kaviy
muatta
daktilo
muaz
Kusun