Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Benzer
ifadesini içeren
486
kelime bulundu...
abide
Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.
abkame
Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi.
(Farsça)
Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi.
(Farsça)
acib / acîb
Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib. Taaccüb olunan şey.
Benzeri görülmeyen, şaşırtıcı.
acibe / acîbe
Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip.
adil / adîl
Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.
Benzer, eş, akran.
adim-ün nazir / adîm-ün nazîr
Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.
ahavat
(Tekili: Uht) Kızkardeşler.
Benzer şeyler.
ahkam-ı bi-nazir / ahkâm-ı bî-nazîr
Benzersiz hükümler, esaslar.
ahlaf / ahlâf
Halefler; meslek, san'at, ilim gibi benzer şeylerde, sonra gelenler.
akran / akrân
Eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.
alamat
Uzun ince bir cins balık. (Hint denizinde çok olur ve yılana benzer.)
allame-i biadil / allâme-i bîadîl
Eşşiz, benzersiz büyük âlim.
analoji
Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil
areng
Dirsek.
(Farsça)
Dert, keder.
(Farsça)
Hile, dubârâ.
(Farsça)
Tarz, tavır, üslüb.
(Farsça)
Vali, hakim.
(Farsça)
Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.
(Farsça)
artal
Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan.
asa / âsâ
"Benzer, gibi" mânâsında son ek.
asir
Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için sıkan.
ayine-misal / âyine-misal
Ayna gibi, aynaya benzer.
ayn-ı zat-ı akdes / ayn-ı zât-ı akdes
Bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın bizzat kendisi.
aziz / azîz
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
Kıymetli, şerefli, üstün.
bargam
Levreğe benzer bir cins balık.
basal
Bot: Soğan ve benzeri gibi kökler.
bazoka
(Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.
be'sa
Fakirlik, muhtaçlık ve benzerleri.
bebr
Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır.
(Farsça)
bedaat / bedâat
Benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik.
bedayi / bedâyi
Eşi benzeri olmayan güzellikler.
bedayi-i san'at
San'atın harikaları, eşsiz ve benzersiz ürünleri.
bedi / bedî
Eşsiz derecede güzel, benzersiz.
Benzersiz güzel, üstün, özgün.
bedi' / bedî' / بَد۪يعْ
(Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan.
Garib. Acib.
Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan.
Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan.
Beğenilen.
Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan.
Edb: Sözün
Eşsiz güzel, benzersiz.
Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiş, işitilmemiş, bilinmeyen şeyleri yoktan var eden, yaratan.
Benzersiz olan ve öyle yaratan (Allah).
bedia / bedîa
Eşsiz, benzersiz güzellik, beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey.
Benzersiz güzel olan.
bekre
Kuyu ve benzerlerinde kullanılan makara, çıkrık, çark.
Mafsallarda bulunan makara şeklindeki kemik.
beles
İncire benzer bir yemiştir ve Yemen'de çok olur.
besfayic
Bir ot kökü ki, içinde fıstığa benzer bir yemişi olur.
beva'
Benzer, beraber, eş, denk.
Hazır etmek.
Doğrulanmak.
Nüzul etmek, inmek.
beyan-ı mu'ciz / beyân-ı mu'ciz
Mu'cizevî açıklama; açıklamaları mu'cize olan ve bir benzer açıklamayı yapmaktan başkalarını âciz bırakan Kur'ân'ın beyanı.
beyzavi / beyzavî
(Beyzî) Yumurta gibi. Yumurtaya benzer şekil.
bi-çun / bî-çûn
Emsalsiz, eşsiz, ortaksız, benzersiz.
(Farsça)
Sebep sorulmaz. (Allah C.C.)
(Farsça)
bi-enbaz / bî-enbaz
Şeriki ve benzeri ve eşi olmayan, eşsiz. Allah (C.C.)
bi-hemal / bî-hemal
Benzersiz, eşsiz.
(Farsça)
bi-hemta / bî-hemta
Eşsiz. Dengi olmayan. Benzersiz.
(Farsça)
bi-idad / bî-idad
Sayısız.
Eşsiz, benzersiz.
Denksiz.
bi-misal / bî-misal
Eşsiz, benzersiz.
bi-nazir / bî-nazir
Benzeri olmayan. Nasirsiz.
(Farsça)
bibedel / bîbedel / بى بدل
Eşsiz, benzersiz.
(Farsça - Arapça)
bid'at
Sonradan ortaya çıkan şey, ilk defâ benzersiz bir şey ortaya koymak.
bihemta / bîhemta / bîhemtâ / بى همتا
Benzersiz.
Eşsiz, benzersiz.
Benzersiz.
(Farsça)
bikr
(Bikir) Bozulmamış. Temiz.
Bekâr. El sürülmemiş.
Her şeyin evveli.
Eşi benzeri görülmemiş, misli sebkat etmemiş her amel ve vaziyet.
bimisal / bîmisâl / بى مثال
Benzersiz.
(Farsça - Arapça)
bimüdani / bimüdânî
Eşsiz, benzersiz.
binazir / bînazîr / بى نظير
Eşsiz, benzersiz.
Benzersiz.
Benzersiz.
(Farsça - Arapça)
birkaş
(Çoğulu: Berâkış) Serçeye benzer bir küçük kuşun adı.
biruz
Değersiz, zümrüte benzer yeşil renkte bir taş.
(Farsça)
biyonik
Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.
büh
Baykuşa benzer bir kuştur, ondan küçüktür. Dişisine büvâhâ derler; ahmak, akılsız kimseyi ona benzetirler.
Puhu.
bumbar
Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı.
(Farsça)
İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek.
(Farsça)
büru'
Fazilet, ilim ve iyilikte benzerlerine olan üstünlük.
(Hasta) iyiliğe yüz tutma.
çağrışım
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de
cebhane
Barut, kurşun, gülle, top, tüfek ve benzerleri gibi levazımat-ı harbiye ve bunların bulunduğu yer.
(Farsça)
cedvar
Nebâtattan zerâvende benzer bir ottur ve mâcun yapılır.
celbu / celbû
Nâneye benzer bir ot, sebze.
(Farsça)
cemal-i bi-misal / cemal-i bî-misal
Misâli, benzeri olmayan güzellik.
cemal-i bimisal / cemâl-i bîmisâl
Benzersiz güzellik.
cemal-i rahimiyet / cemâl-i rahîmiyet
Allah'ın sonsuz merhamet ediciliğindeki benzersiz güzellik.
cemal-i vahdet / cemâl-i vahdet
Birliğin güzelliği, Cenâb-ı Allah'ın eşi, benzeri ve ortağı olmamasının güzelliği.
cemil-i bimisal / cemîl-i bîmisâl
Benzersiz güzellik sahibi Allah.
cevher-i ferid
Benzeri bulunmayan, tek olan cevher.
cilve-i bedayi / cilve-i bedâyi
Benzersiz san'atların tecellîleri, görüntüleri.
cilve-i ehadiyet / جِلْوَۀِ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.
cilve-i ferdiyet
Bir ve benzersiz oluşun görüntüsü.
cilve-i kudret-i fatır / cilve-i kudret-i fâtır
Benzersiz şeyler yaratan Allah'ın kudretinin cilvesi, yansıması.
cüfte
Benzer, eş, denk, müsavi.
(Farsça)
İnsan veya hayvan sağrıs.
(Farsça)
Hayvan çiftesi.
(Farsça)
cülüban
Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap.
cümmeyz
İncire benzer bir yemişin adı.
cünbüş
Zevk, eğlence.
Hareket, kımıldanma.
Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir).
cürce
(Çoğulu: Cürâc) Heybeye benzer bir kap.
çuvaldız
Çuval ve ona benzer çul vs. dikmeye mahsus büyük iğne.
dafr
Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak.
Vakarla yürümek.
Def'etmek, kovmak.
dağvari
Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette.
(Farsça)
damar
t. İstidad. Huy, tabiat, inat.
İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan.
Irk.
Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası.
Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar.
Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler.
damping
ing. Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma.
darb
(Çoğulu: Durub-Edrub) Vurmak, vuruş, çarpmak.
Beyan etmek.
Seyretmek.
Nev, cins.
Benzer, nazir.
Eti hafif olan.
dehane
Küp, testi, fırın ve bunlara benzer şeylerin ağzı.
(Farsça)
des
Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk.
(Farsça)
dest-var
Çoban değneği. Baston.
(Farsça)
El bileziği.
(Farsça)
Ele benzer, el gibi, el kadar.
(Farsça)
deyn
Borç, hazır ve mevcûd olmayan mal.
Hazır olmayıp, ayrı olarak bulunduğu yeri bildirilmeyen her türlü mal ile hazır ise de ayrı olarak gösterilmeyen kıyemî (çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan) mal.
Zekât verecek kimsenin elinde, yanında olmayıp başkasında bul
dıdd
(Çoğulu: Ezdad) Mugâyir, aykırı.
Düşman.
Nazir, misil, benzer.
din-i ferid
Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.
dırv
Av öğrenmiş olan köpek yavrusu.
Dağ ağaçlarından pelit ağacına benzer bir ağaç.
dramatik
yun. Drama benzer. Heyecan verici, acıklı.
Temsil yapılmak üzere yazılan heyecan verici veya acıklı tiyatro eseri. Acıklı olanına Trajedi, gülünç olanına da Komedi denir.
du'mus
(Çoğulu: Deâmis) Rengi siyaha benzer bir küçük su canavarı.
dübsiyy
Kumruya benzer bir kuş.
dükne
Siyâha benzer bir renk.
dürr-i yegane / dürr-i yegâne
Eşi ve benzeri bulunmayan tek inci.
dürr-i yekta / dürr-i yektâ
Benzeri olmayan, tek inci.
(Farsça)
Mc: Hz. Peygamber (A.S.M.)
(Farsça)
Benzeri olmayan, tek inci.
edat
Tek başına bir anlam ifade etmeyen, kullanıldığı kelimelerle sebep, sonuç, vasıta benzerlik vb. bakımlardan ilişkisi olan kelime (dahi, gibi, için vs.).
efarit
(Tekili: İfrit) İfrit gibi, ifrite benzer adamlar. Hilekârlar, kurnazlar, cüretliler.
Pek hain cinler.
Şeytanlar, iblisler.
efatih
Mantar ve ona benzer bitkiler.
ehad
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiç bir yönden benzeri olmayan, tek olan, ikilik tasavvur edilmeyen, hiç bir şeye muhtaç olmayan.
"Bir, tek, benzersiz" olan Allah.
ehadis-i müteşabihe / ehâdîs-i müteşabihe
Çok mânâlara gelebilen ve bu mânâların arasında benzerlik olduğu için mânâları birbirine karıştırılan hadisler.
ehadiyet / اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.
ehavat
Kardeşler; benzer şeyler.
ehevat
(Tekili: Uht) Kız kardeşler.
Kadın arkadaşlar.
Benzer şeyler.
ekfa'
(Tekili: Küfv) Eşler, benzerler, denkler, eşitler, uygunlar, müsaviler, muadiller.
emasil
(Tekili: Emsel) Benzerler, eşler, akranlar, müsaviler.
İtibarlı kimseler.
emr-i tacizi / emr-i tâcizî
İnsanı âciz bırakan emir; Allah'ın, iman etmeyenlerden Kur'ân'ın benzerini ortaya koymalarını istemesi böyle bir emirdir.
emsal / emsâl / امثال / اَمْثَالْ
(Tekili: Misâl) Denk. Benzer. Yaşları birbiriyle aynı olanlar.
Mat: Kat sayı.
(Mesel) Kıssalar, hikâyeler, romanlar, masallar, destanlar.
Benzer.
Misaller, eşler, benzerler.
Benzerler.
Örnekler.
(Arapça)
Benzerler.
(Arapça)
Benzerler.
Denkler, benzerler.
emsal-i kesire / emsâl-i kesire
Pek çok benzerler.
emsal-i saire / emsâl-i saire
Diğer benzerler.
emsali / emsalî
Benzeri.
emsalsiz / emsâlsiz
Benzersiz.
emsel
(Tekili: Misil) İmtisale şayan olan. Tam benzer. Efdal, ekrem ve eşref olan.
endad
(Tekili: Nidd) Benzerler. Emsâller.
Misiller. şerikler, eşler.
Eşler, benzerler.
Benzerler, misiller.
endad ü ezdad
Benzerler ve zıtlar.
eşbah / eşbâh
Benzerler.
eser-i bedia / eser-i bedîa
Benzersiz, harika eser.
eslaf / eslâf
Selefler; meslek, san'at, ilim gibi benzer şeylerde önce gelenler.
ev kema kàl / ev kemâ kàl
Veya buna benzer şekilde buyurmuşlar.
fakleyun
Semizotuna benzer bir ot.
fal
Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.
familya
Aile. Soy. Zevce. Kadın. Eş.
(Fransızca)
Aynı cinsten olan nebat grubu. Aynı soydan veya cinsten olan. Aralarında benzerlik bulunan grup.
(Fransızca)
faşiye
(Çoğulu: Fevâşi) Koyun, deve ve benzeri hayvanat gibi doğurup çoğalan mal cinsi.
fatır / fâtır
Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. Hârika üstün san'atiyle yaratan. Halkedici Allah (C.C.)
Benzeri bulunmayan eserleri yaratan Allah.
fatır-ı akdes / fâtır-ı akdes
Varlıkları hiç yoktan benzersiz olarak yaratan ve bütün noksanlıklardan yüce olan Allah.
fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal
Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı hakim / fâtır-ı hâkîm
Her şeyi hikmetle ve benzersiz olarak yaratan Allah.
fatır-ı hakim-i zülcelal / fâtır-ı hakîm-i zülcelâl
Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde benzersiz yaratan Allah.
fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı zülcelal / fâtır-ı zülcelâl
Sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı zülcemal / fâtır-ı zülcemâl
Sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi benzersiz yaratan Allah.
ferd
Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan. Bîhemta olan.
Fert, birey, tek, benzersiz.
ferd ve ehad
Tek ve benzersiz olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd
Eşi-benzeri olmayan kişi.
Benzeri daha hiç gelmemiş.
Hz. Muhammed (A.S.M.)
Asrın en yüksek ve en değerli Zâtı. Asırda bir gelen büyük veli.
ferd-i ferid-i deveran / ferd-i ferîd-i deveran
Bütün zamanların benzeri olmayan tek ferdi.
ferd-i yekta / ferd-i yektâ
Eşsiz, benzersiz; tek ve rakipsiz.
ferdaniyet
Teklik, birlik, benzersizlik.
ferdiferid / ferdiferîd
Benzeri görülmemiş, eşsiz.
ferdiyet
Birlik, teklik, eşsiz ve benzersiz oluş.
Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan
ferdiyet-i rabbaniye / ferdiyet-i rabbâniye
Rab olan Allah'ın bir ve benzersiz oluşu.
ferid / ferîd
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
Eşi ve benzeri bulunmayan, yekta.
ferid-i asru'z-zaman / ferîd-i asru'z-zamân
Asrın ve zamanın biricik, benzersiz insanı, doğrudan Kur'ân'a dayanan büyük kişisi.
feş'
Böğürtlen ağacına benzer bir ağaç.
fuhul-u ulema / fuhûl-u ulemâ
İlim ve faziletçe benzerlerinden üstün olan âlimler.
füsafis
Keneye benzer murdar kokulu bir böcek.
Tahta kurusu.
gaddare
Arapların cenbiyesine benzer pala nev'inden bir silâh.
gafa
Her şeyin kemi ve yaramazı.
Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)
garibe
Benzersiz, garip şey.
garrende
Kükreyerek vahşileşen arslan ve benzeri yırtıcı hayvan.
(Farsça)
gıbta
İmrenmek. Kişinin, başkasında bulunan iyi bir şeyin ondan gitmesini istemeyip, benzerinin kendisinde de bulunmasını istemesi.
gımd
(Çoğulu: Agmâd) Kılıf, kın, mahfaza.
Bakla, bezelye, fasulya ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu.
girift
Yakalama, tutma.
(Farsça)
Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık.
(Farsça)
Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir.
(Farsça)
Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç
(Farsça)
gölgevari / gölgevâri
Gölge gibi, gölgeye benzer.
grev
İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da mill
(Fransızca)
güneş-misal / güneş-misâl
Güneş gibi, güneşe benzer.
gusre
Yeşile benzer bozrak renk.
habb
Tane, çekirdek.
Yuvarlak olarak hazırlanmış ilâç.
Buğday tanesi veya buna benzer tohum.
hakim-i bimisal / hâkim-i bîmisâl
Hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve yerli yerinde yaratan ve eşi, benzeri olmayan Allah.
halas
Üzüm ağacına benzer bir ağaç (yanındaki ağaca sarılır gider; hoş kokusu vardır; akik gibi taneleri olur.)
halık-ı ferd / hâlık-ı ferd
Bir ve benzersiz olan, herşeyi yaratan Allah.
halk
İnsan topluluğu. İnsanlar.
Yaratmak. İcad. Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmak, ibdâ' eylemek.
Bir şeyi yumuşatıp düzleştirmek.
hallak-ı bimisal / hallâk-ı bîmisal
Eşi ve benzeri olmayan yaratıcı, Allah.
hamze
Baklaya benzer bir bitki.
hane-i avarız
Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre ta
harika-i şecaat
Yiğitlik ve yüreklilikte benzersiz olma.
hasudane
Kıskançlıkla, hasetçilikle, hasud olan kimseye benzer surette.
(Farsça)
hav
Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.
hayal-i fener
Sihirbaz feneri denilen ve resimli camları olan ve bu resimleri duvara aksettiren fenere benzer bir âlet.
Mc: Son derece vücutça zayıf olan kimseler için kullanılır.
hemal
Şerik, ortak, eş, benzer, nazir.
(Farsça)
hemanend
Benzer, gibi.
(Farsça)
hemta / hemtâ / همتا
Eş denk. Benzer.
(Farsça)
Eş, benzer.
Eş, benzer, denk.
(Farsça)
hissiyat-ı aşıkane / hissiyât-ı âşıkane
Aşıkça, âşka benzer duygular.
hişt
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
hıtar
Misli, benzer, denk, eş.
Bir çevreyi ihâta edip çevresini dolaşan nesne.
hıyata
Terzilik, dikiş dikme işi.
Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.
hıyere
Beğenme, seçme. Benzerlerinden ayırma.
Seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, ayrılmış.
hoca-vari / hoca-vâri
Hocaya benzer surette.
hubat
Cinnete benzer bir sefahet.
hurafe-vari / hurafe-varî / hurâfe-vâri
Hurafeye benzer. Hurafe gibi uydurulmuş.
(Farsça)
Hurafeye benzer, hurafe gibi.
hurafevari / hurafevâri
Hurafeye benzer, hurafe gibi.
i'caz / i'câz
Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
Mu'cizelik olan şey.
Âciz bırakma, benzerini ortaya koymada herkesi acze düşürme.
i'caz-ı kur'ani / i'câz-ı kur'ânî
Kur'ân'ın mu'cize olan özellikleri; Kur'ân'ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü özellikleri.
i'caz-ı san'at / i'câz-ı san'at
San'attaki olağanüstülük; burada bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan Kur'ân san'atının olağanüstülüğü kastedilmektedir.
i'cazlı / i'câzlı
Bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli.
i'cazvari / i'câzvâri
Mu'cizeli; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü olan.
i'tikaf / i'tikâf
Bir şeye devam etmek.
Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
ibda / ibdâ
Benzersiz güzellikte yaratma.
ibda'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
ibda' ve ihtira' / ibdâ' ve ihtirâ'
Varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme.
ibda-ı san'at
Benzeri olmayan mükemmellikte san'at eseri. İbda' yapabilene mübdi', eserlerine bedi'a denir.
ibda-i san'at / ibdâ-i san'at
Benzersiz güzellikte sanat eseri meydana getirme.
ibda-ı semavat ve arz eden / ibdâ-ı semavat ve arz eden
Gökleri ve yeri eşsiz, benzersiz ve mükemmel yaratan.
ibtida'
Benzeri olmayan bir şey yaratmak.
icaz / îcâz
Benzerini yapmakta insanı âciz bırakan.
icazkarane / îcâzkârâne
Benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.
iğde
Kızılcığa benzer bir meyve ve bu meyveyi veren ağaç ve çiçeği.
ihtira' / ihtirâ' / اِخْتِرَاعْ
Benzersiz yaratma.
ihtira' ve ibda' / ihtirâ' ve ibdâ'
Varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme.
ikamet / ikâmet
Kâmet. Erkeklerin farz namaza başlamadan önce okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi. Ezândan farkı fazla olarak "Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına olan "kad kâmet-issalâtü denir.
Oturmak, bir yerde kalmak.
ikraz / ikrâz
Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi.
iktiyas
Benzerini bulma.
Ölçme, kıyas tutma.
ilah / ilâh / الخ
Ve benzerleri, ve diğerleri.
(Arapça)
iltibas / iltibâs / التباس
Benzerlik.
(Arapça)
imkan-ı örfi / imkân-ı örfî / اِمْكَانِ عُرْف۪ي
Benzeri olabilen ihtimâl.
imtiyaz
Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak.
Resmi veya hususi izin.
Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.
infirad
Teklik, benzersizlik.
infirad eden
Benzeri bulunmayan, özellikleriyle tek ve ender olan.
inkılapvari / inkılâpvâri
İnkılâba benzer değişim, dönüşüm.
ırsi / ırsî
Gelincik dedikleri hayvanın rengine benzer bir renk.
irsiyet
Verâset. Aile ve soydan geçen benzerlik.
isfence
(İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi.
ism-i bedi
Allah'ın varlıkları eşsiz ve benzersiz olarak yarattığını ifade eden ismi.
ism-i bedi' / ism-i bedî'
Allah'ın varlıkları eşsiz ve benzersiz olarak yoktan var eden ismi.
ism-i ferd
Allah'ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliği herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismi.
istiarat / istiârât
İstiareler; hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı.
istiare / istiâre
Hakiki mânâ ile mecâzi mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı; "arslan" kelimesini "cesur adam" için kullanmak gibi.
istiare-i bedia / istiâre-i bedia
Güzel istiâre; istiârenin en mükemmel şekli, eşsiz, benzersiz olanı.
iştibah / iştibâh
Şüphelenme, benzerlik.
istihlal
Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.
istisna' / istisnâ'
Ismarlama. Bir san'at sâhibinden belirli bir işin, belirli özelliklerde yapılmasını istemek. Meselâ bir terzi ile kumaşı ve benzeri malzemeleri ondan olmak üzere bir kat elbise dikmesi için sözleşme yapmak.
kabil / kabîl / قبيل
Gibi, benzeri.
(Arapça)
Kâbil olmak:
Mümkün olmak, elvermek.
(Arapça)
kabilinden
Benzerinden, türünden.
kadd-i müstesna
Müstesna boy. Güzellikte emsalsiz ve benzeri olmayan endam.
kadir-i bimisal / kadîr-i bîmisâl
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, eşi ve benzeri olmayan Allah.
kaf'a
Yağcılar tokmağı.
Hurma kabuğundan yapılan, zenbile benzer kulpsuz bir nesne.
kahinane / kâhinane
Kâhin gibi ve ona benzer şeklide haberler veren. Bir nevi zan ile gaibden haber verir gibi.
(Farsça)
kamervari
Ay gibi, kamere benzercesine.
(Farsça)
karakter
yun. Huy. Mizac. Seciye. Bir şeyi benzerlerinden ayırdetmeğe yarayan temel hususiyet.
karem
Et arzu etmek.
Deniz içinde biten çınar ağacına benzer bir ağaç.
kariye
(Çoğulu: Kavâri) Uzun burunlu, kısa ayaklı, arkası yeşil bir kuş.
Süngü demirinin keskin yeri.
Kılıcın ve ona benzer şeylerin keskin yeri.
karz-ı hasen
Ödünç verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme.
kategori
Aralarında herhangi bir bakımdan alâka veya benzerlik bulunan şeylerin hepsi.
Zümre, grup.
kazak
Her kavmin askerliğe, akın ve çapula ayrılmış efradı.
Çarlık Rusyasında ayrıca bir sınıf teşkil eden sipahiye benzer süvari askeri.
kefi
Nazir, misil, benzer, denk, eş.
kehf-misal
Mağaraya benzer şekilde, mağara gibi sesi aksettiren.
kelam-ı mecazi / kelâm-ı mecazî
Gerçek anlamında kullanılmayıp, aralarındaki ilgi, bağ ve benzerlikten dolayı başka anlamda kullanılan söz.
kelh
Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)
kemalat-ı insaniye / kemâlât-ı insaniye
İnsana ait mükemmel ve benzersiz özellikler.
kemençe
Çiftçilerin tarlalara kimyevi gübre atmak için kullandıkları bir nevi âlet.
(Farsça)
Tırnağı tellerine değdirmekle ses çıkaran kemana benzer küçük bir çalgı âleti.
(Farsça)
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kemkam / kemkâm
Katı yüzlü, kaba ve tıknaz kimse.
Pelit ağacına benzer bir ağacın zamkı veya kabuğu.
kifat
Cem'olmuş, toplanmış, biriktirilmiş.
İçinde birşey toplanıp biriktirilen yer.
Hızlı uçmak, gitmek.
(Tekili: Küfv) Küfüvler, benzerler, eşler, denkler.
kifl
Nazir, benzer.
Nasib, ecir.
Oturma yeri.
kift
(Çoğulu: Kifât) Küçük çömlek.
Çuval ve buna benzer kap.
kıllet
Titremeğe benzer bir hâlet ki hiddet vaktinde ârız olur.
Azlık. Nâdirlik. Kıtlık.
kitab-ı isbat-ı vahdaniyet
Allah'ın birliğini, ortağının ve benzerinin olmayışının ispat eden kitap.
kıtl
(Çoğulu: Aktâl) Düşman, adüvv.
Misil, benzer, eş.
kıyas
Bir şeyi bir şeye benzeterek veya ona göre tutarak hüküm verme.
Benzetme, genel kurala uydurma.
Hakkında âyet ve hadis olan benzerlerine göre hükmetme.
kıyemi / kıyemî
Çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan mal.
koy
Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.
kudret-i harika / kudret-i hârika
Benzersiz kudret, güç.
küfüv
Şerik. Nazir, akran, denk, eş, benzer, misil. Hemtâ.
kulkulani
Üveyik kuşuna benzer bir kuş.
kullam
Çöğene benzer bir otun adı.
kur'an'ın i'cazı / kur'ân'ın i'câzı
Kur'ân'ın mu'cizeliği, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olması.
kur'an-ı azimü'l-beyan / kur'ân-ı azîmü'l-beyan
Açıklamaları pek yüce ve benzersiz olan Kur'ân.
kur'an-ı mu'cizi'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizi'l-beyân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur'ân-ı Kerim.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân / قُرْاٰنِ مُعْجِزُ الْبَيَانْ
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan Kurân.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan-ı azimüşşan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân-ı azîmüşşân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan Kur'ân.
kur'an-ı mucizü'l-beyan / kur'ân-ı mucizü'l-beyân
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
kutb-i medar / kutb-i medâr
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât. Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir.
kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.
kütüm
Bir otun yaprağı. (Mersin yaprağına benzer; kına ile karıştırıp boya yaparlar.)
lahik / lâhik
Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Kavuşan, ulaşan, yetişen.
lahiz / lahîz
Benzer, misil, nazir.
lanazir / lânazîr
Eşsiz, nazirsiz, benzersiz. Eşi ve benzeri olmıyan.
lebsan
Hardala benzer bir ot.
Yabani hardal.
lükk
Nar ağacına benzer bir hindi ağacının zamkı.
Kılıç ve bıçak saplarını berkitmekte kullanılan meşhur bir nesne.
mahluk / mahlûk
Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.
mahşer-nümun
Mahşere benzer, mahşer örneği.
mail / mâil
Eğik. Bir tarafa eğilmiş. Eğri.
Meyilli. Hevesli. İstekli.
Düşkün.
Benzer.
makhurane
Kahr ve gazaba uğramış hâlde. Gazaba uğramış olanlara benzer şekilde.
makine-i dakika-i bedia-i ilahiye / makine-i dakika-i bedîa-i ilâhiye
Benzersiz ve çok ince özelliklerle donanmış İlâhî makine.
makis / makîs
Benzer, denk.
manend / mânend
Benzer. Denk. Eş. Gibi.
(Farsça)
Benzer, eş.
manend-i bimisal / manend-i bîmisal
Misilsiz, benzersiz olan.
marid
Azgın, sapkın. İnad ve isyanda benzerlerinden çok ileri gitmiş olan. Kibir, inad ve dinsizlikle tanınmış olan. Mütemerrid.
matbaa-misal
Matbaaya benzer, matbaa gibi.
mecaz
Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak.
(Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol.
Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
mecaz-ı mürsel
Edb: Kelimenin asıl mânâsıyla mecazî mânâsı arasında benzerlik bulunmasından başka bir alâka bulunmasıyla olan mecazdır.
mecleb
Beyaz çiçekli bir otun adı. (Adam boyu uzar ve yaprağı zerdaliye benzer.)
mehdi-misal
Mehdiye benzer surette. Mehdi gibi hidayete vesile olan.
meka
(Çoğulu: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar.
Canavarların inleri ve yatakları.
menend
Eş, benzer.
(Mânende-Mânend) Nazir. Eş. Benzer. şebih. Müşabih.
(Farsça)
Eş, benzer.
meş'ale-i adimü'l-misal / meş'ale-i adîmü'l-misâl
Benzersiz meş'ale.
meşahir-i mu'cizat / meşâhir-i mu'cizat
Meşhur mu'cizeler; Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallerin, mucizelerin meşhurları.
mesbuk-ul emsal / mesbuk-ul emsâl
Benzerleri ve emsali önceleri de görülmüş ve geçmiş.
mesel
Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye.
Dokunaklı ve mânalı söz.
Benzer. Misil.
Delil. Hüccet.
Benzer, örnek.
Örnek, benzer, nümune.
Dokunaklı ve mânâlı söz.
Yararlı hikâye.
Delil, hüccet.
mesil / mesîl
Benzer. Misil. Gibi. Şibih. Eş. Nazir.
Misil, benzer, eş.
Kanal, benzer.
metali'
Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler.
Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzeri
mevtai / mevtaî
Ölü gibi, ölüye benzer.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
mınkari / mınkarî
Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan.
Gaga ile alâkalı.
mirzah
(Çoğulu: Merâzıh) Çekirdek ve ona benzer şeyleri dövüp ezdikleri taş.
misal / misâl
Örnek, benzer.
Masal.
Rüya, düş.
Bir şeyin benzer hali. Benzer. Örnek.
Düş. Rüya.
Ahlâk ve âdâbla ilgili kıssa ve hikâye.
Bir şeyin örneği ve sıfatı. Kısas.
Gr: İlk harfi harf-i illet olan (yani; elif, vav veyahut da yâ olan) fiil veya kelime.
Benzer, örnek.
misal-i haşir
Haşrin benzeri.
misalsiz
Benzersiz.
misil / مِثِلْ
(Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı.
Benzer.
Eş, benzer.
Benzer, denk.
misilli
Benzeri.
(Misillü) Benzeri. Gibi. Aynısı.
misillu / misillû
Gibi, benzer.
Gibi, benzer, eş değer.
misillü
Gibi, benzeri.
Benzeri, gibi.
misilsiz
Benzersiz.
misl
Benzer.
Benzer.
Misilleme.
Miktar.
Kat.
misl-i idris / misl-i idrîs
Hz. İdrîs'e benzer.
mislen
Benzer olarak.
Benzer olarak.
misli / mislî
Benzeri.
Çarşıda, pazarda aynı evsâfta, özellikte benzeri bulunan, fiyatları farklı olmayan mal.
misliyet / مِثْلِيَتْ
Benzerlik, misliyet.
Benzeri ve misli olmak. Benzerlik.
Benzerlik, eşlik.
Denklik, benzerlik.
mu'cizat / mu'cizât
Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler.
mu'cize
Bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey.
mu'cizeli
Bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü bir şekilde olan.
mu'cizevi / mu'cizevî
Bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz ve hayrette bırakır şekilde.
mu'cizü'l-beyan / mu'cizü'l-beyân / مُعْجِزُ الْبَيَانْ
İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan.
mü'te
Cinnet, delilik.
Sar'aya benzer baygınlık.
mübahat
Güzellik ve buna benzer hususlarda tefâhür etmek, öğünmek.
mübdi / mübdî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Benzeri, nümûnesi olmayan, varlıkları yoktan var eden.
mübdi'
Nümune ve benzeri yokken bir şeyi yeni olarak keşfeden. Benzeri görülmemiş bir iş veya eser ortaya koyan.
Edb: Kimsenin söylemediği yeni bir şiir veya nesir söyleyen.
mucize / mûcize
İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü iş.
İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü şey.
müdani / müdanî
Yakın. Eş. Benzer.
(Farsça)
mugalata
(Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
mühakat
Benzerini yapma, taklit.
muhaki / muhakî / muhâkî
Benzeyen, benzer olan.
Benzer.
Benzer.
mukabele-i bilmisl
Benzeriyle, aynıyla karşılıkta bulunma.
mülabese / mülâbese
Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek birbirine karıştırılması.
Münasebet, yakınlık.
mültebis
İltibas etmiş, birini öteki zannetmiş, karıştırmış olan.
Karışık, şüpheli ve benzer olan.
mümaselet / mümâselet / مماثلت
Misil olma, benzerlik.
Benzerlik.
Benzerlik.
(Arapça)
mümasil / mümâsil / مماثل / مُمَاسِلْ
Benzeyen, benzer. Gibi.
Benzeri, misli, dengi.
Benzer.
Benzer, andıran.
(Arapça)
Mümasil olmak:
Berbirine benzemek.
(Arapça)
Benzer.
mümtaz bulunmak
Benzerlerinden ayrılmış, seçilmiş bulunmak.
münasib
Benzer, uygun, lâyık, yakışır, yaraşır.
münasip / münâsip
Benzer, uygun.
mürea
(Çoğulu: Müru) Turaca benzer bir kuşun adı.
müşabehet / müşâbehet / مشابهت
Benzerlik.
Benzerlik.
(Arapça)
müşabih / müşâbih / مشابه / مُشَابِهْ
Benzeyen, benzer.
Benzer.
Benzer, benzeyen.
Benzer.
(Arapça)
Benzer.
müşakil / müşâkil
Şeklen benzer.
müşrik
Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde put veya benzeri şeyleri de ilâh, tanrı edinen.
müstebdi'
Eşi emsâli benzeri pek az bulunur sanan.
müştebih
Birbirine benzer, benzeyen; şüpheli.
müstesna / müstesnâ
Seçkin, benzeri olmayan.
mutasavvıfane
Tasavvuf ehline benzer şekilde.
müteferrid
(Çoğulu: Müteferridîn) (Ferd. den) Tek ve yalnız olan. Eşi benzeri olmıyan.
Kendi başına idare olan.
müteferridin / müteferridîn
(Tekili: Müteferrid) Tek ve yalnız olanlar. Eşi, benzeri ve emsâli bulunmıyanlar.
Kendi başına idare olanlar.
mütemasil / mütemâsil
Birbirine benzer, eş.
Birbirinin benzeri, naziri olan.
Benzer, eş.
Birbirine benzer.
mütenasib
Münasib, birbirine uygun, benzer, denk.
müteşabih / müteşâbih
Birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs.
müteşabihat / müteşabihât
Müteşabih olan âyetler.
Birbirine benzer olanlar.
müteşakil / müteşâkil
Şakelce benzer.
müteşecciane / müteşecciâne
Yiğit gibi, yürekli olana benzer surette.
(Farsça)
muzari'
Ortak. Arkadaş.Benzer, müşabih.
Gr: Geniş zamanı ifade eden fiil hali. "Yazar, okur, görür, gelir" gibi.
Edb: Aruz kalıplarından birisinin ismi.
na-mesbuk
Benzeri hiç olmamış, geçmemiş.
(Farsça)
na-yab
Bulunmaz.
(Farsça)
Benzeri olmaz. Nâdir. Ender.
(Farsça)
nadire / nâdire
Ender bulunan, benzersiz olan.
nadire-i cihan / nâdire-i cihan
Dünyada ender bulunan, benzersiz.
nadire-i hilkat / nâdire-i hilkat
Yaratılış olarak benzersiz olan.
nagfa
Ceviz ağacına benzer bir ağacın adıdır ve Beyrut dağlarında olur; dut gibi yemiş verir.
nakiş
Parça parça ve dağınık olan eşyaların bir yerde veya bir çuval içinde toplanması.
Benzer, misil.
namesbuk / nâmesbuk
Daha önceden benzeri olmamış.
nazair / nazâir
Nazire. Nazireler. Benzerler, örnekler.
Benzerler.
nazir / nazîr / نظير / نَظ۪يرْ
Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen.
Edb: Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer.
Benzer.
Eş, benzer.
Benzer.
(Arapça)
Benzer.
nazır-ı binazir / nâzır-ı bînazîr
Benzersiz bakıcı, dikkatle bakan.
nazire / nazîre / نَظ۪يرَه
Benzeri, misli.
Eşi, benzeri.
Benzerini yapma maksadlı örnek.
naziresi
Benzeri, misli.
nazirsiz / nazîrsiz
Benzersiz, eşsiz.
nebr
(Nibr) : (Çoğulu: Enbâr - Nibâr) Keneye benzer bir küçük böcek.
Yukarı kaldırmak, yükseltmek.
nehizet
Tabiat.
At kulağına benzer dokunmuş nesne.
nev'i şahsına münhasır
Sadece şahsına benzer çeşit, başka benzeri olmayan. Eşi bulunmaz olan.
nev'un münhasırun fiş-şahs
Nev'i şahsına münhasır. Başka bir benzeri olmayan.
nevah
Kül renkli beyaza benzer kumru gibi bir kuş cinsidir ve sesi gayet lâtiftir.
nezair / nezâir
(Tekili: Nazire) Nazireler, benzerler, emsâl olanlar.
Benzerler.
Benzerler.
nidd
Denk, benzer.
Aynı, eş. Benzer, denk.
nizam-ı bedii / nizam-ı bedîi
Eşsiz derecede güzel, benzersiz düzen, kanun.
nızar
(Çoğulu: Nuzarâ-Nizâr) Her nesnenin misli ve benzeri. Nazir.
nücum-misal / nücûm-misâl
Yıldızlar gibi, yıldızlara benzer.
nukuş-u bedayikarane / nukuş-u bedayikârâne
Eşsiz ve benzersiz şekildeki harika nakışlar.
nümun
Gösteren, benzer, müşabih olan.
(Farsça)
ödünç vermek
Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere verme.
orijinal
Bir şeyin aslı. Tuhaf, garib hâli olan.
(Fransızca)
Değişik.
(Fransızca)
Nev'i şahsına mahsus, kendine mahsus.
(Fransızca)
Vasıf ve keyfiyetleri cihetinden benzerlerinden ayrı ve üstün.
(Fransızca)
Bir nümuneye göre olan.
(Fransızca)
padişah-ı bimisal / pâdişâh-ı bîmisâl
Eşsiz ve benzeriz Padişah Allah.
peçe
Kadınların tesettür için yüzlerine örttükleri tüle benzer örtü.
pervane-misal / pervâne-misâl
Pervâne gibi, pervâneye benzer.
pota
Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
(Farsça)
rebah
Faide, menfaat.
Kediye benzer bir canavarın adı.
rekabet
Başkalarını geçmeye çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
Gözleme, gözetleme.
Kendi işini yürütmeye çalışma.
Benzerleriyle yarışa çıkma.
Kıskanmak.
Hıfzetmek.
Gözetmek.
Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
Kendi işini yürütmeğe çalışmak.
rende
Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet.
(Farsça)
Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet.
(Farsça)
rüya-misal
Rüya gibi, rüyaya benzer.
sadef-i kefh-misal / sadef-i kefh-misâl
Mağara benzeri inci kabuğu.
şahin
(Çoğulu: Şevâhin) Doğan'a benzer bir kuş ki, av avlamak için terbiye olunur.
şairane / şairâne
Şairce. şaire benzer surette konuşmakla. Mevzuu şiir sayılabilecek kadar hoş, lâtif olan şey.
(Farsça)
salat / salât
Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ
salvele
Allahümme salli alâ Muhammed ve benzeri salât u selâm denilen ve Peygamber efendimize okunan hayır duâ.
san / sân
"Benzer, andırır" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
"Benzer, andırır" mânâsında son ek.
san'at-ı bedia / san'at-ı bedîa
Eşsiz ve benzersiz san'at.
san'at-ı bedii / san'at-ı bedîi
Eşi benzeri olmayan san'at.
sanayi-i garibe
Benzersiz ve hayranlık verici san'atlar.
sanem-misal / sanem-misâl / صَنَمْ مِثَالْ
Puta benzer.
şap
Tuza benzer bir madde.
savre
Uyuza benzer bir hastalık.
saz
Kamış.
(Farsça)
Bir çalgı âleti.
(Farsça)
Takım, silâh, edevat.
(Farsça)
Ustalık.
(Farsça)
At takımı.
(Farsça)
Düzen, tertip, sıra.
(Farsça)
Öğrenme.
(Farsça)
Kuvvet, kudret.
(Farsça)
Menfaat.
(Farsça)
Benzer, misil, eş.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
şebahet / şebâhet / شباهت
Benzerlik.
(Arapça)
şebeh
(Şibih) Benzer, nazir, benzeyen şey.
Bakır ile çinkodan karıştırılıp yapılan pirinç madeni.
şebih / şebîh / شبيه
(Şibh. den) Benzer, benzeyen, mümasil, nazir.
Benzer.
Benzer.
Benzer, benzeyen.
(Arapça)
şeddadane
Şeddad gibi, ona benzer surette, zâlimce.
(Farsça)
şekil
(Şekl) Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarz. Formül.
Şebih ve misil.
Hey'et.
Suret. Surette benzerlik.
Bir adamın tab' ve hevasına muvafık olan şey.
Muhtelif, müşkil işlerin her biri.
Birşeyin gerek hissedilen ve gerek mevhum sureti.
Geo: Bi
şekl
Şekil, biçim, benzer, taslak.
Tür, çeşit.
Beniz, çehre.
selik
Arpa, buğday ve bunlara benzer hububatın yarması.
ser-efraz
Başını yükselten, yukarı kaldıran.
(Farsça)
Benzerlerinden üstün olan.
(Farsça)
Baş kaldıran.
(Farsça)
Başı dik, alnı açık.
(Farsça)
Haklı ve galib.
(Farsça)
serfiraz
Başını yukarı kaldıran, yükselten. Benzerlerinden üstün olan.
(Farsça)
şevk-i taklidi
Benzerini yapma arzusu ve isteği.
sevs
Arpaya, buğdaya ve ona benzer hububata bit düşmesi.
şeytani pişe / şeytanî pîşe
Şeytana benzer, şeytanca iş, huy, alışkanlık.
şibh / شبه
Benzer. Benzeyen şey.
Benzeme.
(Arapça)
Benzer.
(Arapça)
şibh-i akd
Akid benzeri. Sözleşme, sözle anlaşma benzeri.
şibh-i beşere
Üst deriye benzer olan.
sikke-i ehadiyet / سِكَّۀِ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.
sikke-i vahdaniyet / sikke-i vahdâniyet
Allah'ın bir ve benzersiz oluşunu gösteren damga.
silsile-i emsal
Benzer unsurların oluşturdukları silsile.
simin
Gümüşten.
(Farsça)
Gümüş gibi, gümüşe benzer.
(Farsça)
sınn
Berd-i acûz günlerinden bir gün.
Seleye benzer bir nesnedir, içine ekmek koyarlar.
Deve sidiği.
sınv
Dal, budak. Bir kökten çatallanan dallar.
İki kardeş.
Misil. Şebih, benzer.
Amca.
Oğul.
sırr-ı ehadiyet / سِرِّ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi sırrı.
sırsır
Çekirgeye benzer bir hayvan.
siyy
Arz-ı Arabdan bir yer.
Çöl, sahra.
Benzer, misil.
subh-misal
Sabahın aydınlığı gibi, sabaha benzer.
süheyl
Kolay, uygun ve yumuşak.
Semânın güney tarafında ve Yemenden daha iyi görülen bir yıldız adı. (Bunun için buna Süheyl-i Yemâni denir. Kuzey kutup yıldızının naziri, benzeridir.)
suhre
(Çoğulu: Suhar) Geniş ve düz olan iki dağ aralığı.
Kırmızıya benzer renk.
şükuf-misal / şükûf-misal
Goncaya, çiçeklere benzer.
sült
Hububattan buğdaya benzer bir tanenin adı.
tahliye
(Haly. den) Süslemek. Donatmak. Donatılmak.
Tatlılandırmak.
Kim: Bir madde içine hassasını veya kokusunu değiştirmek için şeker, baharat ve benzeri gibi şeyleri katmak.
tahmid / tahmîd
"Elhamdülillah" demek. "Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur" mânâsına "Elhamdülillah" sözü ve benzerleri.
taklid
Takma, asma, kuşatma.
Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
talh
Muza benzer meyve. Akasya ağacı.
tanzir / tanzîr / تَنْظ۪يرْ
Benzetme. Benzetilme. Nazire yapma.
Bir yazının şekil ve mâna bakımından benzerini yazma.
Benzerini yapma.
Benzerini yapma.
tanzir etmek
Benzerini yapmak.
taravet-i bimisal / tarâvet-i bîmisâl
Benzersiz tazelik.
tasalsul
Demir ve ona benzer madenlerin birbirine değmelerinde ses çıkarmaları.
taşaş
Nezleye benzer bir hastalık.
tasnif
Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.
teceddüd-ü emsal
Benzerlerinin yenilenmesi.
tecelli-i sırr-ı ehadiyet / tecellî-i sırr-ı ehadiyet / تَجَلِّئِ سِرِّاَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesinin sırrı.
tecnis
İki şeyi birbirine benzer şekle sokma.
Edb: Cinas yapma. İki mânalı söz söyleme.
tederrüc
(Derece. den) Derece derece, adım adım ilerleme.
Dürrâce benzer bir kuş.
tefciye
Yemeğin içine nohut, buğday, pirinç, maydanoz ve bunlara benzer şeyler koymak. (Bu konulan şeylere "ebazir" derler.)
teferrüd / تفرد
(Ferd. den) Tek ve yalnız kalma. Herkesten ayrılma.
Eşsiz, emsâlsiz ve benzersiz olma.
Kendi başına olma.
Yalnızlık.
(Arapça)
Benzersizlik.
(Arapça)
tekrarat-ı kur'aniye
Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması.
temessül / تَمَثُّلْ
Benzer şekil ve sûrete girme, sûretlenme.
temeyyüz
Benzerlerinden farklı ve üstün olma. Diğerleri arasından kendini gösterme.
Benzerlerinden farklı, üstün olan.
tenasüh-vari / tenasüh-vâri
Tenasühe benzer bir surette.
(Farsça)
tenkih-ül menat
Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bu
teşabüh / teşâbüh
Birbirine benzeme, benzerlik.
teşabüh-ü asar / teşabüh-ü âsâr
Eserlerin birbirine benzemesi; varlıklardaki benzerlik.
tesbih
Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
Namaz kılmak.
Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö
teselsül
Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.
tev'em
İkiz. Çift doğan çocuklar.
Mc: Benzer, eş, mümasil.
teveccüh-ü ehadiyet / تَوَجُّهُ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılıp görünerek yönelmesi.
tevhid / tevhîd
Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek.
Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.
tevris
Zaferana benzer bir ot.
tip
Benzerlerinin ana vasıfları kendinde görülen ideal örnek, misal.
(Türkçe)
tipik
Nümune, örnek olarak. Benzer.
(Türkçe)
turan
Eski İranlılar tarafından Türkistan ve Tataristan taraflarına verilen isimdir. Turan, eskidenberi Türklerin oturduğu yerlere denirdi. "Türk" ile "Tur" kelimeleri arasındaki benzerlik de bu iki ismin bir asıldan ibaret olduğunu gösteriyor.
turgul
Çil kuşuna benzer bir kuş.
turra-i ehadiyet / طُرَّۀِ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.
ul'ul
Göğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik.
Çekik kuşunun erkeği.
ulum-u bedia / ulûm-u bedia
Eşsiz derecede güzel ve benzersiz ilimler.
ümluc
Yaprak.
Selvi yaprağına benzer uzun, karışık bir ot.
ürd
Gibi, benzer.
(Farsça)
vahdaniyet / vahdâniyet
Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
Allah'ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının bulunmayışı.
vahdaniyet fermanı / vahdâniyet fermanı
Allah'ın bir ve benzersiz olduğunu ve ortağının bulunmadığını ilân eden buyruk.
vahid / vahîd / vâhid
Yalnız, tek.
Hz. Peygamber'in de (A.S.M.) bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir).
Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan Allah (C.C.) Ferid.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Zâtında benzeri olmamakta tek olan.
vahid-i hakiki / vahid-i hakikî
Eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allah.
var / vâr / وار
Gibi, benzer.
(Farsça)
vari / vârî
Benzer, gibi.
(Farsça)
"Gibi, benzer" mânâsında son ek.
verel
(Çoğulu: Vürelân - Evrâl) Kelere benzer bir canavardır. Kuyruğu keler kuyruğundan uzun olur.
vesair
Bunun gibileri, benzerleri ve diğerleri.
visl
(Çoğulu: Evsâl) Benzer. Misil.
Uzuv, âzâ, organ.
vücud ve vahdaniyet-i ilahiye / vücud ve vahdâniyet-i ilâhiye
Allah'ın varlığı, bir ve benzersiz oluşu.
vücud-u müteşabihat ve müşkilat / vücud-u müteşabihat ve müşkilât
Kur'ân'da müteşâbih ve müşkillerin bulunması (birbirleriyle benzerlik içinde birden fazla mânâya gelen ve anlaşılması zor olan kapalı ifadelerin bulunması).
yahte
Benzer, misil, eş, nazir.
(Farsça)
Oda.
(Farsça)
Küçük küp.
(Farsça)
yekdane
Eşi, benzeri olmayan. Tek.
(Farsça)
yıldırım-misal / yıldırım-misâl
Yıldırım gibi, yıldırıma benzer.
yıldızvari / yıldızvâri
Yıldıza benzer, yıldız gibi.
zamyan
Palamut ağacına benzer bir ağaç. (Necid bölgesinde olur.)
zat-ı ferd / zât-ı ferd
Tek ve benzersiz olan Zât, Allah.
zat-ı ferd ve ehad / zât-ı ferd ve ehad
Benzeri olmayan ve herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah.
zat-ı ferd-i ehad-i samed / zât-ı ferd-i ehad-i samed
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah.
zat-ı ferd-i zülcelal / zât-ı ferd-i zülcelâl
Bir ve benzersiz olan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah.
zemin-kub
İkide bir ayağını yere vuran çengi, rakkase.
(Farsça)
Yer tepici olan at, deve, katır ve benzeri hayvanlar.
(Farsça)
zerafe
(Çoğulu: Zürâfât) Deveye benzer, boynu uzun ve art ayakları kısa bir hayvan. Zürafa.
zırba'
Maymuna benzer bir hayvan.
zırban
(Çoğulu: Zerâbin) Kokarca denilen küçük, kediye benzer, çirkin kokulu bir hayvan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
müçrim
gavail
izarın
mev'ud
tevekkü'
BUY
nefrin
Habıs
saadet-i sermediye
nahun
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Benzer
Başi
sağlamlık
hasmın
Gubar
Şevik
oymacı
Takı
ihtiyar
Mütalâ