REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te BUĞU ifadesini içeren 128 kelime bulundu...

akabe

  • Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire.
  • Tehlike.
  • Tehlikeli geçit.
  • Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.

akılcılık

  • (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş

akis

  • Yere gömüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu.
  • Üzerine yağ koyup içtikleri taze süt.
  • Sütlü çorba.

aktüalite

  • Bugünkü hâdise veya mevzu. Günlük hâdiseler. (Fransızca)

aktüel

  • Bugünkü, şimdiki. (Fransızca)

aydın

  • Aydınlık.
  • Açık, âşikâr, açıkça görünen.
  • Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile

ba'del yevm

  • (Ba'de-l yevm) Bugünden sonra.

bagşe

  • (Çoğulu: Buguş) Çisenti yağmurdan biraz fazlaca olan yağmur.

balon

  • Hava veya hafif gazlarla doldurulan küre. Bugünkü uçaklar balonculuğun geliştirilmesiyle elde edilmiştir. Zeplin adı verilen güdümlü balonlar hava ulaşımında ve savaşta kullanılmıştır. (Fransızca)

bergamot

  • Turunçgillerden bir ağaç ve bu ağacın meyvesi. Meyvenin kabuğundan güzel kokulu bir esans da çıkarılır.

beşme

  • Her çubuğu ayrı ayrı beş renkte olan yollu kumaş. (Farsça)
  • İşlenmemiş ham deri. (Farsça)
  • Göz ilâcı. (Farsça)

bezbaz

  • Hindistan cevizinin kabuğu. (Farsça)

bozok

  • Bugünkü Yozgat vilâyetimizin Osmanlılar devrindeki adı.

buhar / buhâr / بخار

  • Suyun buğu haline gelmiş şekli.
  • Seyyal, lâtif cisim.
  • Buğu.
  • Buğu, buhar. (Arapça)

caka

  • (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki

cefn

  • Göz kapağı.
  • Asma çubuğu.
  • Bıçak ve kılıç kını.

cerş

  • Bir şeyin kabuğunu soyma, bir şeyi kazıma.

cifne

  • (Çoğulu: Cifnân) On kişi doyabilecek kadar büyük çanak ve büyük tas.
  • Bağ çubuğu.

cilm

  • Üzüm çubuğundan kestikleri değnek.

cüff

  • İçi boş olan şey. Kof.
  • Dimağa işlemiş olan baş yarığı.
  • Hurma çiçeğinin kabuğu.
  • Cemaat, topluluk.
  • Yarısı kesilip kova olmuş olan çürük ve eski kırba.

di

  • Dün, dünkü gün, bugünden bir evvelki gün. (Farsça)

düma'

  • Hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle gözden akan yaş.
  • Bahar günlerinde üzüm çubuğundan akan su.

ebhire

  • (Tekili: Buhâr) Dumanlar, buğular.

ebhur

  • (Tekili: Bahur) Buharlar. Buğular.

el-yevm

  • Bugün.

elcezire

  • Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.

elyevm / اليوم

  • Bugün. Hâlâ.
  • Bugün.
  • Bugün. (Arapça)

embriyoloji

  • yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne

esdaf-ı ayat / esdâf-ı âyât

  • Ayetlerin sadefleri; inci kabuğu gibi değerli olan mahfazaları.

ezmine-i selase / ezmine-i selâse

  • Üç dönem; geçmiş, bugün ve gelecek zaman.

fas'

  • Hurmanın kabuğunu soymak.

ferda

  • Yarın. Bugünden sonraki gün. (Farsça)
  • Arabçada: Bir olarak. Tek olarak. (Farsça)

fers

  • Dağıtmak. Saçmak.
  • Ciğer parçalamak.
  • Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak.
  • Atın pisliği. Fışkı.

gabit sahrası / gabît sahrâsı

  • Gabît çölü; Arap Yarımadasında, Benî Yerbû' kabilesinin yaşadığı ve bugün Yemen sınırları içerisinde yer alan bir çölün adı.

galat-ı basar

  • Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)

gımd

  • (Çoğulu: Agmâd) Kılıf, kın, mahfaza.
  • Bakla, bezelye, fasulya ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu.

girift

  • Yakalama, tutma. (Farsça)
  • Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. (Farsça)
  • Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. (Farsça)
  • Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç (Farsça)

gırki / gırkî

  • Yumurta kabuğu.

habele

  • Üzüm çubuğu.

halezon

  • Sümüklü böcek kabuğu. Kabuklu sümüklü böcek.

halık

  • (Çoğulu: Huluk-Havâlık) Büyük dağ.
  • Ağaca dolaşmış olan üzüm çubuğu.
  • Süt ile dolu olan koyun memesi.
  • Tıraş eden. Berber.

halz

  • Kabuğunu çıkarmak, derisini soymak.

har'abe

  • İnce kemikli, genç ve güzel kadın.
  • Uzun.
  • Yeşil üzüm çubuğu.

haratin-i hassa / haratîn-i hassa

  • Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.

harbiye nezareti

  • Osmanlı Devletinde Harb Bakanlığı, bugünkü Millî Savunma Bakanlığına verilen ad.

hart

  • El ile ağacın yaprağını sağmak.
  • Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak.
  • Nikâh.

hazd

  • Ağaçtan diken koparmak.
  • Ağacın kabuğunu soymak.
  • Çok hızlı ve şiddetle yemek yemek.

hazeme

  • (Çoğulu: Huzem) Kabuğundan ip ve urgan yapılan bir ağaç cinsi.

hazırlöp

  • Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta.
  • Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç.

helezon

  • Saat zenbereği gibi gittikçe daralan daire şekli. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan.

helezoni / helezonî

  • Helezon şeklinde olan. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan, gittikçe darlaşır daire biçiminde olan.

hindi / hindî

  • Hind'e ait.
  • Hind ahalisinden olan, Hindli.
  • Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı.
  • Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.

hırşa'

  • Yılan derisi.
  • Yumurtanın üst kabuğu.

hufale

  • Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan.
  • Her kabuklunun arınıp pâk olanı.
  • Her nesnenin kemi ve yaramazı.
  • Yağ tortusu.
  • Şıra sıkıntısı ve kepeği.

husare

  • Arpa, buğday ve pirinç gibi hububâtın kabuğundan düşen parçalar.
  • Her kabuklu nesnenin, kabuğundan ayrılıp temizlenmesi.
  • Şirâ sıkıntısı.
  • Her nesnenin fenâsı.

hutam / hutâm

  • Kuru cisim kırıntısı.
  • Yumurta kabuğu.
  • Çerçöp.

igriz

  • Kabuğundan henüz çıkan çiçek.

ilham / ilhâm

  • Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
  • Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
  • Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.

imame / imâme

  • Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
  • Tesbîhin ucundaki uzun tâne.

imruz

  • Bugün. (Farsça)

inkışar

  • Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması.

insihal

  • Düzgün söz söyleme.
  • Kabuğu soyulma.

istim

  • Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.

kaf'a

  • Yağcılar tokmağı.
  • Hurma kabuğundan yapılan, zenbile benzer kulpsuz bir nesne.

kalif / kalîf

  • Hurma kabuğu.

kaşkaşa

  • Bir şeyin kabuğunu soymak.
  • Hasta iyi olmak.
  • Halâs etmek, kurtarmak.
  • Uyandırmak.

kaşr

  • Bir şeyin kabuğunu soyma.

kaşv

  • Kabuğu soyulmuş olan.

kavkaa

  • Salyangoz, midye gibi hayvanların sert kabuğu.

kemkam / kemkâm

  • Katı yüzlü, kaba ve tıknaz kimse.
  • Pelit ağacına benzer bir ağacın zamkı veya kabuğu.

kerm

  • (Çoğulu: Kürum) Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu.

keşk

  • Kavi, kuvvetli, sağlam.
  • Kabuğu çıkmış arpa.
  • Arpa suyu.
  • Yoğurt keşi.

kırfe

  • Töhmet.
  • Ağaç kabuğu.
  • Darçın.

kirfi / kirfî

  • Bazısı bazısının üstüne yağılmış olan yüksek bulutlar.
  • Yumurtanın dış kabuğu.

kışr-ı arz

  • Yer kabuğu.

kışr-ı şecer

  • Ağaç kabuğu.

lahv

  • Kabuğunu soymak.

latince

  • Eski Roma'da konuşulan ve bugünkü Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi dilleri doğurmuş olan ana dil ki, Hint-Avrupa dil âilesinin önemli bir kolu olan İtalik grubundandır.

lebh

  • Bir büyük ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa filhâl o kişiye uyuşukluk gelir; o ağaçtan tahtalar biçip gemi yaparlar. Rivâyet olunur ki, iki tahtasını birbirine bitiştirip bir yıl su içinde dursa ikisi bir olup yekpâre olur, Mısır'da yetişir. Ahter-i Kebir'den)

liha

  • Ağaç kabuğu, kışr.
  • Çekişmek, niza edişmek, kavga etmek.

lita / lîta

  • (Çoğulu: Lit) Kamış kabuğu.
  • Karnın dışarısındaki derisi.

lut aleyhisselam / lût aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden. Bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti.

makşur

  • Soyulmuş, kabuğu çıkarılmış.

maz'

  • Gön yağlamak.
  • Ağaç kabuğunu soymayıp üstünde bırakmak.

megad

  • Bir ot cinsidir, ağaca sarmaşır çıkar; üzüm çubuğundan ince olur ve yaprağı uzun olur.

meşihat / meşîhat

  • Osmanlı Devletinde bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Şeyhülislam makamı.

mıknatıs

  • yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
  • Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne

mikşat

  • Hattatların, kamış kalemlerinin kabuğunu soymakta kullandıkları âlet.

milhab

  • (Çoğulu: Melâhib) Kesecek âlet.
  • Ber nesnenin kabuğunu soyacak âlet.

mincede

  • Küçük asâ, küçük sopa.
  • Yorgancı çubuğu.

mirza

  • Reis. Bey.
  • Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde.
  • Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.

mirzah

  • Üzüm çubuğunu yerden kaldırıp bağlayıp sardıkları ağaç.

miskin / miskîn

  • Bir günlük nafakasından (yiyeceğinden, giyeceğinden) fazla bir şeyi olmayan müslüman.
  • Dervîş. Miskîn Yûnus var yârına, Koma bugünü yârına, Yârın Hakk'ın dîvânına, Varam Allah deyü deyü!..

mişzeb

  • Dişli orak.
  • Bağcıların asma çubuğu kesecek âletleri.

mızfar

  • Zafer kazanan. Galib. olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz.

moğol

  • Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bazı taraflarında bulunurlar.Cengiz Hanla beraber Asyanın batı tarafla

mühre

  • Cilâ için kullanılan küçük yuvarlak cisim. Deniz böceği kabuğu. (Farsça)
  • Her nevi yuvarlak cisim. (Farsça)
  • Billurdan yapılı küçük kap. (Farsça)
  • Çekiç. (Farsça)
  • Cam boncuk. (Farsça)
  • Omurga kemiği. (Farsça)

mukaşşer

  • (Kışr. dan) Kabuğu soyulmuş.

mukşa

  • Kabuğu çıkarılmış.
  • Derisi soyulmuş.

münkaşır

  • (Kışr. dan) Kabuğu soyulan. İnkışar eden.

müsevvif

  • Hayırlı işleri sonraya bırakan, sonra yaparım diyen, iyi işleri geciktiren, bugünün işini yarına bırakan kimse.

muzalla'

  • Kabuğu üzerinde beş dilim olan kavun.

necb

  • Ağaç kabuğunu soymak.

neceb

  • Ağaç kabuğu.

nibz

  • Hurma ağacının dış kabuğu.

sadef

  • Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
  • Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
  • İnci kabuğu, içinde inci bulunan kabuk ambalaj.

sadef-i kefh-misal / sadef-i kefh-misâl

  • Mağara benzeri inci kabuğu.

sadefe

  • (Çoğulu: Suduf-Esdâf) İnci kabuğu.
  • Kulak içi.

sech

  • Tırmalama.
  • Bir şeyin kabuğunu veya derisini soyup sıyırma.

seha

  • (Çoğulu: Sihâ) Ev içi. Her nesnenin kabuğu.
  • Yarasa kuşu.

seleb

  • Yemen vilâyetinde yetişen bir ağacın kabuğudur. Ondan ipler ve urganlar yaparlar.
  • Kişinin malı mülkü ve metâı.

ser'

  • Üzüm çubuğu.
  • Yaş ve taze çubuk.
  • Yumuşak bedenli yiğit.
  • Uzun boylu adam.

sifal

  • (Sifâle) Topraktan yapılmış (çanak, çömlek, testi gibi) şey. (Farsça)
  • Orak. (Farsça)
  • Fıstık, ceviz, bâdem kabuğu. (Farsça)

surencan

  • Şekil ve kabuğu kestaneye benzeyen bir ot kökü.

sütre

  • Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.

ta'riş

  • Üzüm çubuğuna çardak yapmak.
  • Temel yapmak.

taarruk

  • (Arak. dan) Terleme.
  • Kemikten et kazımak.
  • Ağaç kabuğunu soymak.

takavvüb

  • Bir şeyin kabuğu soyulmak.

takşir

  • (Kışr. dan) Kabuğunu soyma.

tarz-ı hazır

  • Bugünkü şekil, işleyiş.

tebahhur

  • (Buhar. dan) Buharlaşmak. Tütsülenmek. Buğulanmak.
  • Kokmak.

tebahhurat / tebahhurât

  • Buharlaşmalar. Buğu haline geçmeler.

tevezzüf

  • Kabuğunu soymak.

türkistan

  • Türklerin anayurdu olan ve Hive, Fergana, Taşkent, Buhara, Semerkant ve Kırgız şehirlerini içine alan büyük bölge.Doğu Türkistan bugün Çin'de, Güney Türkistan ise Afganistan'da, büyük parçası olan Batı Türkistan ise Rusya'da kalmaktadır. (Farsça)

urrak

  • Kabuğu soyulmuş ağaç.
  • Eti gitmiş kemik.

veli'

  • Kabuğunda olan hurma çiçeği.

zevat

  • (Tekili: Zât) Zatlar, şahıslar, kimseler.
  • Üzüm, buğday gibi şeylerin kabuğu.

zeyd bin sabit

  • Sahabe-i Güzinden ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Henüz on bir yaşında iken isteği ile İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i kemiklerde yazılı ve hâfızların ezberinde iken bugünkü şeklinde ilk olarak yazan, bu hizmette en büyük hizmet kendisine nasib olandır. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) kâtipliğini

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın