Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
BELA
ifadesini içeren
333
kelime bulundu...
abide
Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.
adak
Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.
admer
Arslan.
Şedit, şiddetli.
Belâ.
Çirkin yüzlü şişman kadın.
afat / âfât / آفات / اٰفَاتْ
Afetler, belâlar.
Afetler, belalar.
(Arapça)
Âfetler, belâlar.
afat-ı maneviye ve maddiye / âfât-ı mâneviye ve maddiye
Maddî ve mânevî âfetler, belâlar.
afat-ı semavi / âfât-ı semavî
Gökten gelen belâlar, musibetler.
afat-ı semaviye
Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için verilen belâ ve musibetler.
afat-ı semaviye ve arziye / âfât-ı semaviye ve arziye
Gökten ve yerden gelen belâlar, musibetler.
afet / âfet / آفت
Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye.
Mc: Son derece güzel.
Afet, bela, felaket.
(Arapça)
Güzel sevgili.
(Arapça)
afet-i can / âfet-i cân / آفت جان
Can belası.
Güzel.
afetli / âfetli
Belâlı, felâketli.
afetresan / âfetresân / آفت رسان
Bela getiren.
(Arapça - Farsça)
afetzede / âfetzede / آفت زده
(Çoğulu: Afetzedegân) Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın, zelzele gibi bir felâkete uğramış.
(Farsça)
Belaya uğramış, afet görmüş.
(Arapça - Farsça)
afetzedegan / afetzedegân
(Tekili: Afetzede) Afete, belâya, felâkete uğramışlar.
(Farsça)
afur
Belâ kasırgası.
akverin
Büyük belâlar, musibetler, âfetler.
ammered
Her şeyin uzunu.
Yaramaz huylu.
Belâ ve meşakkat.
amr ibn-ül-as
Sahabe olup kumandanlıklarda ve valilikte bulunmuştur. Çok zeki ve belâgatlı bir zât olduğu söylenir. Vefatı (Hi: 43) tür.
arıza / ârıza
Sonradan olan, noksanlık.
İsabet eden belâ ve keder.
Bozulma.
Gelip geçici.
Hariçten gelen te'sirle olan.
Bir şeyin olmasına veya görülmesine mâni olan birşey.
asib / âsib / âsîb / آسيب
Musibet, belâ, âfet, felâket.
(Farsça)
Çarpışma.
(Farsça)
Felaket, bela, zarar.
(Farsça)
asib-i rüzgar
Zamanın belâsı.
asib-resan
Zarar veren, musibete atan, belâya düşüren, felâkete sevkeden.
(Farsça)
atebat / atebât / عتبات
Eşikler.
(Arapça)
Şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.
(Arapça)
avarız / avârız / عوارض
Belalar.
(Arapça)
Engeller.
(Arapça)
Geçici vergi.
(Arapça)
ayn-ı belagat / ayn-ı belâgat
Belâgatın ta kendisi.
azaim
Büyük iş.
Büyük belâlar. Büyük günahlar.
bahiza / bâhiza
Musibet. Belâ.
bahr-i belağat / bahr-i belâğat
Belâğat denizi.
baika
(Çoğulu: Bevâik) Belâ, felâket, musibet.
bakıa
Dert, belâ, musibet.
bayice
(Çoğulu: Bevâyic) Belâ, mihnet, zahmet, âfet, dâhiye.
bayika / bâyika
(Çoğulu: Bevâyık) Belâ ve şer olan şey, dâhiye.
becrem
(Çoğulu: Becârim) Belâ ve zahmet, dâhiye.
bela / belâ
(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye.
Yaramaz nesne.
bela-cu / belâ-cû
Belâ arayan. Belâsını istiyen.
bela-dide / belâ-dide
Belâ görmüş, belâya çatmış.
(Farsça)
bela-ender / belâ-ender
Belâ içinde.
bela-ender-bela / belâ-ender-belâ
Belâ üstüne belâ. Zahmet içinde zahmet.
(Farsça)
bela-yı nagah / belâ-yı nâgâh
Ansızın gelen musibet. Habersiz gelen belâ.
bela-yı semavi / belâ-yı semâvî
Allah tarafından insanlara verilen belâ ve musibet.
bela-yı siyah / belâ-yı siyâh
Kara belâ.
Mc: Acı olan olaylar, kötü hâdiseler.
bela-zede
Belaya uğramış, başına musibet gelmiş olan.
(Farsça)
belabil / belâbil
Belâlar, tasalar, musibetler.
belade
(Bak: BELAD)
beladide / belâdîde / بلادیده
Belaya uğramış.
(Arapça - Farsça)
beladir
Kadınların kullandıkları altun, gümüş, zümrüt, yakut, elmas gibi süs eşyası.
(Farsça)
Belâyı def etmek için verilen sadaka.
(Farsça)
belagat / belâgat
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
belagat-füruş / belâgat-füruş
Belâgat taslıyan.
(Farsça)
belagat-ı arabiye / belâgât-ı arabiye
Arab belâgati, edebiyatı.
belağat-i ayet / belâğat-i âyet
Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.
belağat-i eda / belâğat-i edâ
Üslup ve ifadedeki belâğat.
belagat-i hakikiye / belâgat-i hakikiye
Gerçek belagat.
belağat-i harika / belâğat-i harika
Hayranlık verici belâğat.
belagat-i ifade / belâgat-i ifade
Anlatma ve ifade etmedeki belâgat.
belağat-i irşadiye / belâğat-i irşadiye
Doğru yolu gösteren belâğat.
belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye
Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.
belagat-i kur'aniye / belâgat-i kur'âniye
Kur'ân'ın belâgati.
belağat-ı kur'aniye / belâğat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kendine has belâğatı.
belağat-i kur'aniye / belâğat-i kur'âniye
Kur'ân'ın kendine has belâğati.
belağat-i maneviye / belâğat-i mâneviye
Mânevî belâğat.
belagat-ı mu'cizekarane / belâgat-ı mu'cizekârâne
Mu'cizeli belâgat.
belağat-i mu'cizekarane / belâğat-i mu'cizekârâne
Mu'cizeler gösteren belağat.
belagat-ı nazm / belâgat-ı nazm
Nazmın belâgati; tertip ve dizilişteki kusursuzluk.
belagat-i nazm / belâgat-i nazm
Nazmın belâgati; tertip ve dizilişteki kusursuzluk.
belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye
Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
belagat-pira / belâgat-pirâ
Belâgata süs veren. Süslü ve belâgatlı konuşan.
belağatçe
Belâgat ilmine göre.
belakeş / belâkeş
Belâ çeken. Sıkıntı içinde olan.
(Farsça)
belaya / belâyâ / بلایا
(Tekili: Belâ) Musibetler. Afetler. Beliyyeler. Belâlar.
Belâlar.
Belalar.
(Arapça)
belbele
(Çoğulu: Belâbil) Vesvese vermek, gamkin etmek, kuruntu vermek.
belgin
Belâ, zahmet, dâhiye.
belid
(Belâdet. den) Ahmak, sersem, bön, budala.
beliğ / belîğ
Açık, düzgün söz söyleyen.
Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
Edb: Belâgatli kimse. Meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmağa muktedir olan.
Kâfi derecede olan. Yeter olan.
Belagâtçi; belâğat ilminin inceliklerini bilen, maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen kimse.
beliğ-i mukni / beliğ-i muknî
İkna edici belâgatçi, edip.
beliyyat / beliyyât / بليات
Belâlar, musibetler, sıkıntılar.
Belâlar.
Belalar.
(Arapça)
beliyye
Belâ.
Belâ.
(Çoğulu: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
beliyye-i amme / beliyye-i âmme
Yaygın hâle gelmiş belâlar, hastalık.
belva-yı azime / belvâ-yı azîme
Büyük belâ;.
belve
Belâ.
benat-ı bi'se / benât-ı bi'se
Musibetler, belâlar, felâketler, âfetler.
bevahid
Musibetler, felâketler, âfetler, belâlar.
bevaik
(Tekili: Bâika) Belâlar, musibetler, felâketler, âfetler.
bevh
Musibete, belâya uğrama; felâket gelmesi. Kederlenme.
Gizli şeyin, sırrın açığa çıkması.
bevk
Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
Musibet, felâket.
İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
Çalıp çırpma.
Yalan söz.
Boşboğaz (adam).
Şiddetli yağmur.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyan ilmi / beyân ilmi
Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.
beyza
(Müe.) Parlak. Beyaz. Sefid.
Afet, dâhiye, belâ, musibet.
bılgın
Musibet, belâ, felâket, âfet.
bilv
Belâ.
Zahmet.
Tecrübe, imtihan.
bilye
(Çoğulu: Belâya) Belâ,
Zahmet.
Tecrübe, imtihan.
biselameti'l-emr / biselâmeti'l-emr
İşin kolaylıkla ve kazasız belâsız yapılması.
biyan
Gece. Gece ile gelen belâ.
bücriyy
Musibet, belâ, felâket, âfet.
bukkari / bukkarî
Musibet, belâ, âfet, felâket.
bülbül
(Çoğulu: Belâbil) Andelib. Güzel öten bir nevi kuş.
bülbüle
(Çoğulu: Belâbil) Emzikli bardak.
bülega
(Tekili: Belig) Beliğ olanlar, Belâgat sâhipleri. Belâgat ilmi mütehassısları. Edebiyatçılar.
Belâğatçiler, edebiyatçılar.
büleğa / büleğâ / بلغاء
Belâgatçılar; belâgat ilminin inceliklerini bilen söz ve ifade uzmanları.
Belagat sahipleri.
(Arapça)
bülega-i ulema / bülegâ-i ulemâ
Belagat bilginleri ve âlimler.
bülega-yı arab
Arap belâğatçıları, edebiyatçıları.
büleğa-yı muanidin, hasidin / büleğâ-yı muânidîn, hâsidîn
İnatçı, kıskanç belâgatçiler.
bülkut
(Çoğulu: Belâki) Bir hurma cinsi.
Ot ve su olmayan harap ve boş yer.
Yalan yere yemin etmek.
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
can-sitan
Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel.
(Farsça)
cesk
Mihnet, keder, elem, gam, tasa.
(Farsça)
Musibet, belâ, âfet, felâket.
(Farsça)
dafi-i beliyyat / dâfi-i beliyyat
Belâları uzaklaştıran.
dahiye / dâhiye / دَاهِيَه
Felâket, büyük belâ.
Korkunç belâ.
Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi.
Âfet, belâ, musibet. Kazâ. Emr-i azîm. Büyük iş ve hâdise.
Bela, musibet.
dahiye-i dehya / dâhiye-i dehyâ
Çok büyük belâ, musibet.
Çok büyük belâ, musibet ve felâket.
dam-ı bela / dâm-ı belâ
Bela tuzağı.
damik
(Çoğulu: Devâmik) Belâ, musibet, dâhiye. Meşakkat, zahmet.
dar-ul belva / dâr-ul belvâ
Dünya, imtihan yeri. Belâ ve musibet âlemi.
darbe / ضربه
(Çoğulu: Darabât) Vuruş, vurma, çarpma.
Musibet, belâ, âfet, felâket.
Vuruş, darbe.
(Arapça)
Bela.
(Arapça)
darra
Şiddet, mihnet. Belâ. Naks. Ziyan. Sıkıntı. Kötürümlük.
def'-i bela / def'-i belâ / دَفْعِ بَلَا
Belâyı savma, uzaklaştırma.
def-i bela / def-i belâ
Belânın def edilmesi, giderilmesi.
def-i beliyyat / def-i beliyyât
Belâların def edilmesi, uzaklaştırılması.
deharis
Belâ. Şiddet.
dehma
Belâ. Zahmet
Çömlek.
Çok adet, kesret, sayı çokluğu.
Kadim, eski.
Halis kırmızı koyun.
Koyu kızıl.
delail-i i'caz / delâil-i i'câz
Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren deliller (Kur'ân'ın mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır.).
derdebis
Belâ.
Zahmet.
Boncuk.
Yaşlı kişi.
derdiser / درد سر
Baş belası, baş ağrısı, sorun, problem.
(Farsça)
derece-i belağat / derece-i belâğat
Belâğat derecesi.
ders-i belagat / ders-i belâgat
Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.
devahi / devâhi / devâhî
(Tekili: Dâhiye) Büyük belâler. Afetler. Kazâlar.
Çok üstün zekâ sahipleri.
Büyük belâlar, afetler.
Büyük belâlar, üstün zekâlılar.
deylem
Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer.
Belâ.
Zahmet.
Düşman.
Türaç kuşunun erkeği.
Cemaat.
Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler.
dı'bil
Belâ.
Meşakkat, güçlük.
dibl
Belâ ve zahmet.
dıkrar
(Çoğulu: Dekârir) Koğucu, dedikoducu.
Belâ. Zahmet.
Yalan söz.
Fuhşiyât.
dü'lul
(Çoğulu: Dâlil) Belâ, zahmet, dâhiye.
duhat-ı belagat / duhât-ı belâgat
Belâgat ilminin dahileri.
dürhamin
Belâ. Zahmet, meşakkat.
edreng
Sıkıntı, içdarlığı. Musibet, belâ, felâket, âfet.
(Farsça)
egval
(Tekili: Gul) Büyük felâketler, âfetler, musibetler, belâlar.
şeytanlar.
Gulyabaniler.
ehl-i belagat / ehl-i belâgat
Belâgatçılar.
erbab-ı belagat / erbab-ı belâgat
Belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san'atını bilenler.
erbab-ı belağat
Belağatçılar; belağat ilminin inceliklerini iyi bilen söz ve ifade uzmanları.
esrar-ı belagat / esrar-ı belâgat
Belâgatın sırları.
esrarü'l-belaga / esrarü'l-belâga
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, belâgat hakkında bir eseri.
esrarü'l-belagat / esrarü'l-belâgat
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, belâgat hakkında bir eseri.
faci'
(Fâcia) Büyük belâ. Musibet. Acıklı. Elem verici hâdise. (Dram)
faciat
Fâcialar, belâlar, musibetler.
fasye
Darlıktan ve belâdan kurtulmak.
fecayi'
(Tekili: Fecîa) Belâlar, musibetler, felaketler.
fecia / fecîa
(Çoğulu: Fecâyi') Belâ, felâket, âfet, musibet, fâcia.
felaket / felâket / فلاكت
Belâ, musibet, âfet, dâhiye. Bedbahtlık.
Belâ, musibet.
Büyük bela, musibet.
(Arapça)
felaketzede
Belâya uğramış, bir musibete düşmüş, acınacak hale gelmiş olan.
(Farsça)
felekzede
Belâya uğramış, bir musibete düşmüş.
fenn-i bedii / fenn-i bedîi
Sözün güzel olması usûl ve kaidelerinden bahseden belâgat ilminin bir bölümü.
fenn-i belağat / fenn-i belâğat
Belâğat ilmi.
fenn-i beyan / fenn-i beyân / فَنِّ بَيَانْ
Belağat ilminin bir meramı anlatma yollarını gösteren dalı.
fenn-i beyan ve maani / fenn-i beyan ve maânî
Belâgatin iki bölümü olan beyan ve mânâ ilimleri.
fetkelin / fetkelîn
Belâ. Zahmet.
fidye-i necat
Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.
fitne
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.
fitre
İmtihan.
Belâ, musibet.
gadab-ı ilahi / gadab-ı ilâhî
Allah'ın gazabı; bir hikmete binaen Allah tarafından gelen musibet, belâ.
gaile
Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş.
Düşünce.
Üzüntü veren belalı iş.
gavail
(Tekili: Gaile) Musibetler, belâlar.
Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler.
Felâketler, âfetler.
gazab-ı ilahi / gazab-ı ilahî
Allah'ın gazabı. Belâ, musibet.
gezend / گزند
Musibet, belâ, felâket, âfet.
(Farsça)
Elem, keder, hüzün.
(Farsça)
Zarar, ziyan.
(Farsça)
Zarar.
(Farsça)
Bela.
(Farsça)
gul
Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak.
Ölüm.
Belâ.
habevkera
Belâ, mihnet.
hanşefir
Bela, zahmet.
harsa'
Dilsiz kadın.
Gürlemeyen bulut.
Belâ. (Müz: Ahrâs)
hayteur
Bir vaziyette durmayan.
Arslan.
Kurt.
Belâ.
Cin tâifesinden bir nesne.
Bir su böceği.
hul
(Tekili: Hâyil) Bela. Zahmet.
Mukabele etmek, karşılık vermek.
hüseyin
Küçük güzel.
(Hi: 6-61) Hazret-i Ali Radıyallahü Anhu'nun oğlu, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sevgili torunudur. Peygamberimiz (A.S.M.) "Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allah Hüseyini seveni sever." buyurmuştur. Kerbelâda şehid oldu (R.A.)
ibtila / ibtilâ
Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.
idd
Büyük, acib şey.
Belâ, dâhiye.
Yalan.
ilm-i belagat / ilm-i belâgat
Belâgat ilmi.
ilm-i belağat / ilm-i belâğat
Belağat ilmi.
ilm-i beyan / ilm-i beyân
Belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı.
Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
Belâgât ilminin hakîkat, mecaz, kinâye, teşbîh (benzetme) ve istiâre gibi konularından bahseden ilim.
ilm-i meani / ilm-i meânî
Meânî ilmi, belagat.
ilm-i nahiv ve beyan
Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.
iman-ı hılki / îmân-ı hılkî
Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.
inde'l-büleğa
Belâgat âlimleri yanında.
inna lillah ve inna ileyhi raci'un / innâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn
Belâ ve musîbet gelince veya kötü bir haber duyunca okunan, Bekara sûresinin; "Biz Allahü teâlânın kullarıyız (vefât ettikten sonra diriltilip yine) O'na döneceğiz" meâlindeki yüz elli altıncı âyet-i kerîmesi.
intizam-ı belağat / intizam-ı belâğat
Belâğatin intizam ve düzenliliği.
ip parası
Mc: Belâyı savmak için verilen şey.
ırkil / ırkîl
Belâ. Zahmet, meşakkât.
Çok güç nesne.
istidad-ı belagat / istidad-ı belâgat
Belâgat kabiliyeti.
istirca' / istircâ'
Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.
izhar-ı belagat / izhar-ı belâgat
Belâgat gösterme.
kadere rıza / kadere rızâ
İnsanın, Allahü teâlânın kendisi hakkında takdîr ettiği şeylere rızâ göstermesi, hoşnud olması başına gelen belâ ve musîbetlere sabredip, boyun eğmesi.
kadiye / kâdiye
Soğuk.
Afet, belâ.
kaide-i beyaniye / kaide-i beyâniye
Belâgat ilminin bir dalı olan ve teşbih, istiâre, mecaz, kinâye gibi konuları ele alan beyân ilminin bir kuralı.
kalu bela / kalû belâ
Cenab-ı Hak ruhları yaratıp, onlara Rabbiniz değil miyim, meâlinde: "Elestü Bi-Rabbiküm" buyurduğunda, ruhlar: "Evet Rabbimizsin" meâlindeki Kalu Belâ diye cevap verdiklerini bildiren Kur'andaki bir tâbirdir.
kanun-u belağat / kanun-u belâğat
Belâğat kanunu.
karia / kâria
(A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet.
Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler.
Peygamberimiz'in (A.S.M.) düşman üzerine saldığı asker grubu.
Pek şiddetli rüzgâr.
Pek şiddetli rüzgâr,
Ansızın gelen büyük belâ.
Kıyamet.
Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
kavari'
(Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
Şiddetli esen rüzgârlar.
Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.
kaza / kazâ
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması. Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca.
kelam-ı beliğ / kelâm-ı belîğ
Belâgatli söz; açık ve kusursuz ifade.
kemend-i mahbub-i ilahi / kemend-i mahbûb-i ilâhî
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
kerbela
Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer. (Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)
kıntar
Belâ, meşakkat, zahmet.
kıyamet
Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
Mc: Büyük belâ.
Fazla sıkıntı.
kürbet
(Kerb. den) Sıkıntı. Tasa. Keder.
Belâ. Musibet.
kuş'am
(Çoğulu: Kaşâım) Yaşlı ihtiyar, koca kimse.
Belâ.
Arslan.
Sırtlan.
Örümcek.
Karınca yuvası.
lahavle / lâhavle
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
letaif-i belağat / letâif-i belâğat
Belâğattaki incelikler, ifadelerdeki edebî güzellikler.
levha / لوحه
Plaka, tabela.
(Arapça)
lisan-ı beliğane / lisân-ı beliğâne
Belâgatli dil, maksadı muhatabın hâline tam bir uygunluk içinde anlatan dil.
lisan-ı nahvi / lisan-ı nahvî
Arapçanın bir vasfı; intizam ve kaidelere, düsturlara bağlı belâgatlı dil.
maani / maanî
(Tekili: Mâna) Mânalar.
Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı.
mahz-ı belagat / mahz-ı belâgat
Her yönüyle belâgatlı olan, tam yerinde ve tam şartlara uygun söz söylemek.
manzure
Belâ, musibet, felâket, âfet.
Noksan ve kusuru olan, ayıplanacak kadın.
maraz / مَرَضْ
Hastalık, illet, dert. Belâ.
Hastalık, bela.
masube
İsâbet etmiş (felâket, musibet, belâ, âfet).
mat'un
(Tâun. dan) Belâya tutulmuş. Musibet ve tâuna giriftar olmuş.
(Ta'n. dan) Ayıplanmış.
mazaz
Musibet, felâket ve belâ acısı.
Acıma, üzülme, kederlenme.
maziz / mazîz
Musibet ve belâya uğramış. Felâket acısına giriftar olmuş.
medar-ı şekavet ve hasaret ve elem / medar-ı şekavet ve hasâret ve elem
Her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı.
meftun
Fitne ve belâya tutulmuş olan. Âşık. Mecnun.
Cünun. Fitne.
mertebe-i belağat / mertebe-i belâğat
Belâğat derecesi.
meşhed
Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer.
İran'da bir şehrin adı.
Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.
Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer.
İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer.
Şehâdet yeri. Hz. Hüseyinin (R.A.) Kerbelâdaki şehid düştüğü yer.
İranda bir şehir adı.
mesube
(Çoğulu: Mesâyib) Belâ, zahmet.
Mekruh emir.
mezahim
Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.
mezahim-i hazıra / mezahim-i hâzıra
Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.
meziyet-i belagat / meziyet-i belâgat
Belâgatin üstün özelliği.
meziyet-i belağat / meziyet-i belâğat
Belâğatın meziyeti, üstün özelliği.
mihnet
Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ.
Mc: Tecrübe, sınamak.
mihnetzede
Afet ve belâya uğramış. Keder, mihnet ve musibete giriftar olmuş.
(Farsça)
misak-ı ezeli / mîsak-ı ezelî
Bezm-i elest veya Kalû-Belâ ile de tabir edilir; ezelî sözleşme; Allah ruhları yarattıktan sonra, onlara.
muafat
Afvetmek.
Sıhhat vermek.
Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse.
Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.
muafi / muafî
Afiyet verici.
Belâ ve musibeti def eden.
mübelliğ-i beliğ
Noksansız ve belâgatli bir şekilde tebliğ eden.
mübtela / mübtelâ
Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.
müdara / müdârâ
Dîni ve dünyâyı zarardan kurtarmak için, dünyâ menfaatinden vermek veya belâyı dünyâ menfaati ile savmak.
muje
Musibet, belâ.
(Farsça)
Keder, gam, tasa, hüzün.
(Farsça)
mukteza-yı belağat / mukteza-yı belâğat
Belâğatın gereği.
münasebet-i belağat / münasebet-i belâğat
Belağattaki münasebet, uygunluk.
mürzebe
Musibet, belâ.
Eksik, noksan.
musabe
Musibet, belâ, âfet.
musallat / مُسَلَّطْ
Başa bela olan.
musallat etmek
Sataştırmak, başa belâ etmek.
musibet / musîbet / مصيبت
Felâket, ansızın gelen belâ, uğursuz.
Âfet, belâ, felâket, hastalık, dert.
Âfet, belâ, sıkıntı.
Afet. Belâ. Felâket. Hastalık. Dert.
Bela.
(Arapça)
Şirret, uğursuz.
(Arapça)
musibet-i amme / musibet-i âmme
Umuma ve cemiyetin ekseriyetine gelen belâ.
musibet-i beşeriye
İnsanlara gelen belâ ve musîbetler.
musibet-i diniye
Dine gelen musibet, belâ.
musibet-i hazıra
İçinde bulunulan şimdiki belâ ve sıkıntı.
musibet-i semaviye / musibet-i semâviye
Bir hikmete binaen Allah tarafından gökten indirilen musibet, belâ.
musibet-zede
Belâya uğrayan. Hastalık veya başka musibete uğrayan.
musibetli
Belâya uğramış.
nafis-ül kerb
Sıkıntı ve belâlara, göz değmesine, nazara te'sir edip kaldıran.
nakş-ı belagat / nakş-ı belâgat
Belâgat nakşı.
natıka
(Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
nayibe
(Çoğulu: Nâibat-Nevâib) Musibet, belâ.
Zahmet, meşakkat.
Şiddet.
nazar-ı belagat / nazar-ı belâgat
Belâgat ilmine göre.
nazar-ı belağat / nazar-ı belâğat
Belağat ilmine göre.
nazile / nâzile
Belâ, sıkıntı.
İnme, nüzul.
Nezle hastalığı.
ne'be
(Çoğulu: Nâibat) Musibet, belâ.
need
Belâ, musibet. Zahmet, meşakkat.
neked
Sıkıntı, dert, keder. Belâ, musibet.
nevaib
(Tekili: Naibe) Musibetler, kazalar, belâlar.
nevaib-i eyyam
Günlerin belâları.
nevazil
Nezleler.
Hâdiseler. Belâlar.
neytal
(Çoğulu: Neyatîl) Belâ, musibet, felâket, meşakkat.
Kova.
İçki ölçeği.
nükte-i belagat / nükte-i belâgat
Belâgat nüktesi, ifade inceliği.
nükte-i belağat / nükte-i belâğat
Belâğat inceliği.
nur-u belagat / nur-u belâgat
Belâgat nuru, ışığı.
nusb
(Çoğulu: Ensâb) Meşakkat, zahmet, elem.
Zehir, ağu.
Belâ, musibet.
Put, sanem, heykel.
rakım
Belâ, musibet. Zahmet. Dâhiye.
rekaket
Kekeleme, dil tutukluğu.
Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak.
Zayıf ve ince olmak, yufka olmak.
El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak.
Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.
rezaya
(Tekili: Rezie) Musibetler, belâlar.
rezie
(Çoğulu: Rezâyâ) Musibet, felâket, belâ.
sabir
Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.
sabr
Acıya ve zorluğa katlanmak.
Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Muharebede şecaat gösterme.
Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.
Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma.
sabr-ı cemil / sabr-ı cemîl
Başa gelen belâ ve musîbetten dolayı feryad etmeden, insanlara şikâyette bulunmadan yapılan sabır, gösterilen tahammül.
sadaka-i maneviye / sadaka-i mâneviye
Belâları uzaklaştıran mânevî sadaka.
sademat
(Tekili: Sadme) Vuruşlar, patlamalar.
Ansızın başa gelen belâlar.
sal'a
Belâ, âfet.
Ağaç olmayan kumlu yer.
sale
Âfet, belâ, musibet, dâhiye.
samam
Belâ.
Zahmet, meşakkat.
şamar
Tokat. Belâ, musibet.
(Türkçe)
samma
Sesi çıkmayan, sessiz.
Sağır ve dilsiz.
Katı ve son kaya.
Sağlam ve sert yer.
Belâ.
Zahmet, meşakkat.
san'at-ı belagat / san'at-ı belâgat
Belâgat san'atı.
san'at-üt tedelli
İlm-i belagatın bir kaidesi. En âlâdan başlayıp ednaya doğru gitme, yukarıdan aşağıya inme san'atı.
sanatüttedelli / sanâtüttedelli
Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.
sandid
Bela.
Meşakkat, zahmet.
Şiddetli yağmur ve rüzgâr.
sayadid
Belâ.
Zahmet, meşakkat.
sebeb-i def'-i musibet / سَبَبِ دَفْعِ مُص۪يبَتْ
Belâyı uzaklaştırma sebebi.
sebeb-i def-i musibet
Belâyı uzaklaştırma sebebi.
şedaid / şedâid
Şiddetli durumlar, belâlar.
Şiddetliler, şiddetli belâlar.
şedid
Sert, sıkı, şiddetli.
Musibet, belâ.
Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
şekavet
Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
Haydutluk, eşkiyalık.
şekavet-i dünyeviye
Dünyanın nihayetsiz belâ, sıkıntı ve ıztırabı.
sekel
Musibet, belâ.
Çocuğun ölümü.
şemate
Destenik çiçeği.
Düşmana belâ, gam ve tasa geldiğinde şâd olup sevinmek.
şematet / şemâtet
Başkasına gelen belâya, zarâra sevinmek.
seng-i kaza
Kaza taşı. Belâ, musibet.
sibd
(Çoğulu: Esbâd) Belâ, zahmet, meşakkat, dahiye.
şibdi'
(Çoğulu: Şebâdi) Akrep.
Dil, lisan.
Belâ.
Şiddet.
şiddet-i belagat / şiddet-i belâgat
Belâgatın en üst seviyesi.
şiddet-i belağat / şiddet-i belâğat
Belağatın kuvvetliliği, etkinliği.
silak
Diş dibinde olan kabarcıklar.
Belâgatla okuyan hatip.
sımm
Belâ, âfet.
Arslan.
şübhe-i tarık / şübhe-i târık
Zulmetten gelen şüphe belâsı.
tabiat-ı belagat / tabiat-ı belâgat
Belâgat ilminin kendine mahsus şekil karakteri ve mizacı.
tamme
(Tâmmât) Kıyamet vakti.
Belâ. Dâhiye.
Keskin çığlık.
tarık / târık
Gece gelen kimse.
Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler.
Parlak yıldız.
Sabah yıldızı. (Zühre)
Belâ, yıldız.
tarik-i belagat / tarik-i belâgat
Belâgat yolu, maksada ve hâle uygun düzgün ve güzel söz söyleme yöntemi.
tariye
Ansızın gelen belâ, dâhiye.
tarz-ı belağat / tarz-ı belâğat
Belâğat tarzı.
tasallut / تَسَلُّطْ
Başa belâ olma.
taslit
Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak.
tavarık
(Tekili: Târika) Gece gelen belâlar.
tefeccu'
Canı yanma, acıma. Kaygılı olma, dertli olma.
Belâ ânında hüzünlü olma.
tehdid-i ilahi / tehdid-i ilâhî
Cenâb-ı Hakkın kullarını Cehennem azabı ve dünyevî belâlarla tehdit etmesi.
temasil-i belagat / temasil-i belâgat
Belâgat abideleri.
teslim
Bir emâneti verme.
Kabul etme.
Doğru ve haklı bulma.
Selâmetle dua etme.
Karşısındakinin hükmü altına girme.
Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
Belâ ve âfetten korunur olma.
Bir şeyi, yeni sâhibine verme.
Da
teşrid
Ayırma, dağıtma. Dilim yapıp kesmek.
Nefyetme, kovalama.
Belâya atma. Ürkütüp kaçırma. Sevketme.
Birisinin ayıbını teşhir eylemek.
tevafukat-ı belagat / tevafukat-ı belâgat
Belâgat kuralları gözetilerek yazılmış ifadeler arasındaki uyum.
timsal-i belagat / timsal-i belâgat
Belâğat örneği, sembolü.
ugviyye
Belâ. Zahmet. Musibet.
ulum-i ibtidaiyye / ulûm-i ibtidâiyye
Âlet ilimleri; ana ilimleri öğrenmek için yardımcı olan sarf, nahiv, belâgat, mantık vs. gibi ilimler.
ulum-u aliye / ulum-u âliye
(Âlet. den) Âlet ilimleri. (Gramer, sarf, nahiv, belâgat ve mantık gibi.)
umera-i belagat / umera-i belâgat
Belâgat ilminde ileri gelen ve yön veren uzmanları, prensleri.
umera-yı belagat / umera-yı belâgat
Belâgat ilminin emirleri, ileri gelenleri.
umumü'l-belva / umûmü'l-belvâ
Umuma yayılmış, genelleşmiş belâ; kaçınılması mümkün olmayan umumî problem.
unsur-u belagat / unsur-u belâgat
Belâgat unsuru, Muhâkemât'ın ikinci makâlesi.
unsuru'l-belagat / unsuru'l-belâgat
Belâgat maddesi; belâgatin esaslarını ele alan bölüm.
ürba
Belâ, mihnet.
üslub-u belağat / üslûb-u belâğat
Belâğat üslûbu, tarzı.
vak'a-i hayriye
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b
vemye
Meşakkat, sıkıntı. Belâ, musibet.
vesile-i def-i bela / vesile-i def-i belâ
Belâları ortadan kaldırma, uzaklaştırma vesilesi, aracı.
yesteur
Medine yakınında bir yer.
Deve sağrısına yapılan palas.
Belâ.
Bâtıl.
Misvak ağacı.
yezid
(Hi: 26-64) Hz. Muaviye'nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.
zefir
Çok şiddetli ses.
Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek.
Ağlatmak.
İnlemek.
Ateş gürültüsü.
Eşek anırtısının evveli.
Belâ.
zemahşeri / zemahşerî
(Hi: 467-538) Türkistan'da Harzem'in Zemahşer köyünde doğdu. Hanefî fukahasındandır. Fevkalâde iktidar ve faziletine rağmen bir zamanlar itikadça Mu'tezile'den olmuştu. Meşhur bir ilm-i belâgat âlimidir.
zemanet
Belâ, musibet, âfet.
Bedenin bir azası eksik veya kötürüm olma.
zemzeme-i belağat / zemzeme-i belâğat
Belâğat nağmesi.
zevabi'
Musibetler. Büyük belâlar.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Şe'ni
hare
atrak
ucd
safbeste-i
Püser
tefnid
lal
nişan
Enek
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
BELA
hayat pınarı
Teşekkür etme
Aşık
Sesl
Hizli
Daha az
Ayis
Nişan
Ahir zaman