REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te BAS kelimesini içeren 557 kelime bulundu...

adem-i basiret

  • Basiretsizlik, görüşsüzlük.

adem-i muvaffakiyet / عدم موفقيت

  • Başarısızlık.
  • Başarısızlık.

adeta / âdeta / عادتا

  • Basbayağı. (Arapça)

adileştirilmek / âdileştirilmek

  • Basitleştirmek, sıradanlaştırmak.

afet / âfet

  • Başa gelen üzücü hâl.

agaz

  • Başlama. Mübâşeret. (Farsça)

ağaz / âğâz

  • Başlama.
  • Başlama, başlangıç.

ağyar / ağyâr

  • Başkaları, diğerleri.
  • Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
  • Başkalar, yabancılar.

ahar / âhar

  • Başkası, diğeri, yabancı.
  • Başkaları, diğerleri.

aher / âher / آخر

  • Başka, diğer, gayrı.
  • Başka, diğer.
  • Başka, diğer. (Arapça)

akim kalma / akîm kalma

  • Başarısız ve sonuçsuz kalma.

alamet-i mümtaze ve farika / alâmet-i mümtaze ve fârika

  • Başkalarından üstün ve ayrıcalıklı olduğunu gösteren işaret.

alamet-i muvaffakiyet / alâmet-i muvaffakiyet

  • Başarı belirtisi, işareti.

alat-ı tab'iyye / âlât-ı tab'iyye

  • Baskı âletleri. Matbaa levâzımatı.

ale'r-re's-i ve'l-ayn

  • Baş göz üstüne.

ale'r-re'si ve'l-ayn

  • Baş göz üstüne; seve seve.

aler-re's

  • Baş üstüne. Hemen. Derhâl.

aler-re's-i vel'ayn

  • Baş göz üstüne.

aler-re'si-vel-ayn

  • Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)

alerresivelayn

  • Baş ve göz üstüne.

ameh

  • Basiretsizlik. Tahayyür, tereddüt. Doğru ciheti bilmemek.

ami / âmî

  • Basit, sıradan.

amme / âmme

  • Baş yarığı, insanın beynine kadar ulaşan baştaki yara.

anarşi / اٰنَارْش۪ي

  • Başıboşluk, kargaşa.

arzu-yu merhamet

  • Başkalarına merhamet etme, şefkat ve acıma arzusu.

arzu-yu tahkir

  • Başkalarını aşağılama arzusu.

asa / asâ

  • Baston.
  • Baston, sopa, değnek.

asar-ı pürnur / âsâr-ı pürnûr

  • Baştan başa nurlarla dolu olan eserler.

asid

  • Başında bir zahmet olup boynunu döndüremeyen ve eğilemeyen, burnundan sümüğü akan deve.

asude-dil / asûde-dil

  • Başı dinç, huzuru yerinde, gönlü rahat. (Farsça)

avare / âvâre / آوَارَه

  • Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz. (Farsça)
  • Başı boş.

avareser

  • Başıboş. (Farsça)

ayn-ı istibdat

  • Baskı ve zorbalığın ta kendisi.

azade-hatır / azade-hâtır

  • Başı dinç, gönlü hoş olan. (Farsça)

azade-ser

  • Başı boş. Hür.

bad-peyma

  • Başıboş, boş gezen, âvâre, serseri. (Farsça)

bakteri

  • Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş (Fransızca)

basar-ı basiret / basar-ı basîret

  • Basiret gözü, feraset; kalbin, hakikati anlayan gözü.

basiret-kar / basiret-kâr

  • Basiretli, ferâsetli, önceden gören. (Farsça)

basiret-kari / basiret-kârî

  • Basiretlilik, önceden görmeklik.

basitane / basitâne

  • Basitçe.
  • Basitçe.

başkent

  • Başşehir. Bir devletin idare merkezi olan şehir. Devlet merkezi. Payitaht. (Türkçe)

başkitabet / başkitâbet

  • Başyazıcılık.

başkitabet dairesi

  • Baş kâtiplik dairesi.

başmuharrir

  • Başyazar, bir süreli yayında başmakaleleri, başyazıları yazan yazar.

başmurahhas

  • Baş temsilci.
  • Baştemsilci.

başta islam olarak / başta islâm olarak

  • Başta Müslümanlar olarak.

başvekalet / başvekâlet / بَاشْ وَكَالَتْ

  • Başbakanlık.
  • Başbakanlık.
  • Başbakanlık.

başvekil

  • Başbakan.
  • Başbakan.

be-ser

  • Baş üzerine. (Farsça)

be-ser ü çeşm

  • Başgöz üstüne. (Farsça)

be-ser ü pa / be-ser ü pâ

  • Baştan ayağa. (Farsça)

bed'en

  • Başlangıçta. İlk önce, ilkin.

bed'et

  • Başlangıç.

bed-agaz

  • Başlangıcı fena, kötü. Kötü bir şekilde başlanmış. (Farsça)

bede'

  • Başlayış. Başlama. Bir şeyi başkasından evvel işlemek.

berser-zeden

  • Başa kakmak, azarlamak. (Farsça)

besait / besâit

  • Basit şeyler.

besatat

  • Basitlikler, karmaşık olmama.

besatet / besâtet

  • Basitlik, sâdelik.
  • Basitlik, sadelik, yalınlık.

beserüçeşm / بسر و چشم

  • Başüstüne, başım gözüm üstüne. (Farsça)

bi-

  • Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.

bi-ser / bî-ser

  • Başsız. (Farsça)

bidayet / bidâyet / بدايت / بدایت / بِدَايَتْ

  • Başlama, başlangıç.
  • Başlangıç.
  • Başlangıç. İlk önce. Evvel ve ibtida. İlk olarak.
  • Başlangıç.
  • Başlangıç.
  • Başlangıç. (Arapça)
  • Başlangıç.

bidayeten / bidâyeten

  • Başlangıçta, ilkin.
  • Başlangıçta.
  • Başlangıçta.

bidayette / bidâyette

  • Başlangıçta. (Arapça - Türkçe)

bil-istiklal

  • Başlıbaşına, istiklâl üzere.

bina-dil

  • Basiretli. Kalbi hakikatı kavrayan. (Farsça)

biser / bîser / بى سر

  • Başsız. (Farsça)

bornuz

  • Başlıklı ve kollu hamam havlusu.

bürehne-ser

  • Başı açık. (Farsça)

büride-ser

  • Başı kesik. (Farsça)

camih

  • Başı sert hayvan.

çap

  • Basma, baskı, tab. (Farsça)

çapulcu

  • Başkasının malını çalan, talan edip yağmalayan.

ceberut / ceberût

  • Baskı, zorlama.
  • Baskı, zorlama.

cebr-i istibdat

  • Baskı ve zulmün zorbalığı.

cehl-i basit

  • Basit cehalet, karmaşık olmayan cahillik.

cele

  • Başın ön tarafının saçı dökülmek.

cemamih

  • Başı sert, yavuz at.

cendere

  • Baskı aleti.

cereyan-ı müstebidane

  • Baskı ve zülme dayanan despotizm ve diktatörlük akımı.

çeşm-i dil

  • Basiret. Kalb gözü.

ceyyid

  • Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.

cihaz-ı basit

  • Basit bir organ ve cihaz.

cild-i basit

  • Basit cilt, deri.

cülube

  • Başka yerden satmaya getirilen şey.

dar'a'

  • Başı siyah, gövdesi beyaz olan davar. (Müz: Edrâ.)

dar-ül mülk / dâr-ül mülk

  • Başkent, baş şehir.

darülmülk / dârülmülk / دارالملك

  • Başkent. (Arapça)

derdiser / درد سر

  • Baş belası, baş ağrısı, sorun, problem. (Farsça)

devar

  • Baş dönmesi hastalığı.

devr-i istibdat

  • Baskı ve zulüm dönemi.

dibace / dîbâce

  • Başlangıç, önsöz, mukaddime.

diger

  • Başka, diğer, öteki. (Farsça)

diger-bar / diger-bâr

  • Başka zaman, başka defa. (Farsça)

diger-bin

  • Başka kişilerin faydaları için fedakârlıkta bulunan kişi. (Farsça)

diger-kam / diger-kâm

  • Başkalarını düşünen. (Farsça)

diğergam / diğergâm

  • Başkalarını düşünen, bencil olmayan.

digergun / dîgergûn / دگرگون

  • Başka. (Farsça)

digerkam / dîgerkâm / دیگركام

  • Başkalarını düşünen. (Farsça)

divan-ı riyaset

  • Başkanlık makamı.

diyar-ı ahar / diyar-ı âhar

  • Başka, diğer memleket.
  • Başka memleket.

dürdakıs

  • Başla boyun arasında olan kemik.

düsse

  • Başa soğuk geçmek.

düvar

  • Baş çevrilme.

edna / ednâ

  • Basit, küçük, aşağı.

ehass / اخص

  • Başlıca. (Arapça)

ehl-i garet ve fesad

  • Baskın yapıp yağmalayan çapulcu ve bozguncu güruh.

emr-i ahar / emr-i âhar

  • Başka bir iş ve durum.

endar

  • Baştan geçen bir olay, vakıa, sergüzeşt, hikâye, kıssa. (Farsça)

engüşt-i sütürg

  • Baş parmak.

er'es

  • Başı büyük, kocakafa.

eras

  • Başı büyük olan kimse.

erham

  • Başı beyaz olan at.

eşedd-i istibdadat

  • Baskının en şiddetlisi.

eşedd-i istibdat

  • Baskının en şiddetlisi.

evail / evâil / اوائل

  • Başlangıçlar, önler, evveller, eskiler.
  • Başlangıçlar.
  • Başlar, ilk günler. (Arapça)

evvel / اَوَّلْ

  • Başlangıcı olmayan ve her şeyden önce var olan (Allah).

ezel / ازل / اَزَلْ

  • Başlangıcı olmayan, sonsuzluk.
  • Başlangıcı olmamak, öncesizlik.
  • Başlangıcı olmama, öncesizlik.
  • Başlangıcı olmama.
  • Başlangıcı olmayan, başlangıcı olmama.

ezel ve ebed

  • Başlangıcı ve sonu olmama, öncesizlik ve sonsuzluk.

ezel ve ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

ezel-ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

ezeli / ezelî / اَزَلِي

  • Başlangıcı olmayan.
  • Başlangıcı olmayan.
  • Başlangıcı olmayana ait.

ezeli ve ebedi / ezelî ve ebedî

  • Başlangıcı ve sonu olmayan, sonsuz.

ezeliyet

  • Başlangıcı olmayan sonsuzluk.
  • Başlangıcı olmama.
  • Ezeliyeti Müş'ir: Başlangıcı bildiren.

fatiha / fâtiha

  • Başlangıç, birinci sûre.

fedg

  • Baş yarmak.

felah

  • Başlangıç, mebde'. İbtida. (Farsça)

ferd-i ahar / ferd-i âhar / فَرْدِ اٰخَرْ

  • Başka, diğer ferd.
  • Başka, diğer ferd.

feşh

  • Başına el ile vurmak.

fevatih / fevatîh / fevâtih

  • Başlangıçlar, girişler.
  • Başlangıçlar.

fikr-i istibdat

  • Baskı düşüncesi.

galibane / galibâne

  • Başarılı ve üstün olarak.

galyot

  • Baş ve arka tarafları birbirinin aynı olan eski cins bir gemi.

gasb

  • Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla elinden almak. Malı alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir.

gaybet

  • Başka yerde bulunmak. Hazırda olmamak. Gıybet. Bir şeyin diğer bir şey içinde gaib olması.

gayr / غير / غَيْرْ

  • Başka.
  • Başka.
  • Başka.

gayr-endiş / gayr-endîş

  • Başkalarını düşünen, şefkatli ve cömert kimse. (Farsça)

gayr-ı matbu

  • Basılmamış.

gayra

  • Başkasına.

gayrendiş / gayrendîş / غير اندیش

  • Başkalarını düşünen. (Arapça - Farsça)

gayrı

  • Başkası, diğeri. Artık.

gayri

  • Başka.

gayrın nazarı

  • Başkasının bakışı.

gayrına

  • Başkasına.

gerdenkeş / گردن كش

  • Başkaldıran, asi, dikbaşlı. (Farsça)

haber-i meşhur / haber-i meşhûr

  • Başlangıçta râvîsi (rivâyet edeni, bildireni) sınırlı iken, sonraki devirlerde, daha çok kimse tarafından nakledilen haber, hadîs-i şerîf.

hadis-i mevzu' / hadîs-i mevzu'

  • Başkası tarafından söylendiği hâlde Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen hadis. Muan'an veya senedlerle tesbit edilmemiş hadistir. Manası yanlış demek değildir.

hadis-i mu'allak / hadîs-i mu'allak

  • Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.

hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed / حَاكِمِ اَزَلْ وَ اَبَدْ

  • Başlangıç ve sonu olmamanın mutlak hakimi (Allah).

hakim-i ezeli / hâkim-i ezelî / حاَكِمِ اَزَل۪ي / hakîm-i ezelî / حك۪يمِ اَزَل۪ي

  • Başlangıcı olmayıp hükmedici olan (Allah).
  • Başlangıcı olmayıp her işi hikmetli olan (Allah).

halic-i faris / halîc-i fâris

  • Basra körfezi.

halisen muhlisen / hâlisen muhlisen

  • Başka hiçbir amaç gözetmeksizin, tamamen saf bir niyetle.

halvetgah / halvetgâh / خلوتگاه

  • Başbaşa kalınacak yer. (Arapça - Farsça)

harfi nazar / harfî nazar / حَرْفِي نَظَرْ

  • Başkasını gösteren ma'na ile bakış.

hasas

  • Başta saçın az olması.

hased

  • Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.

hasis / hasîs

  • Basit, ufak, kötü.

hata savab cetveli

  • Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)

hatme

  • Baştan sona okuyup bitirme.

hatve

  • Basamak, mertebe.

hayat-ı ezeliye

  • Başlangıcı olmayan devamlı hayat.

hayhay

  • Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.) (Türkçe)
  • Baş üstüne.

hayrhahlık

  • Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.

hayy-ı ezeli / hayy-ı ezelî

  • Başlangıcı olmaksızın devamlı hayat sahibi olan Allah.

hicir

  • Başkalarından üstün ve faziletli olan. Bir kimsenin sireti ve mesleği. Huy, âdet, tabiat.

hıkd

  • Başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemek.

hitab-ı ezeli / hitab-ı ezelî

  • Başlangıçsız, çok eski söz.

hodbin

  • Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. (Farsça)

hodrey / خودرای

  • Başınabuyruk. (Farsça - Arapça)

hükumet reisi / hükûmet reisi

  • Başbakan.

hükumet-i müstebid / hükûmet-i müstebid

  • Baskıcı, diktatör hükûmet.

huruf-u cazime / huruf-u câzime

  • Başına geldiği müzari fiilin sonunu cezm (sükun) olarak okutan edatlar.

huşe çin / huşe çîn

  • Başak toplayan. Salkım toplayan. (Farsça)

huşe-çin

  • Başak toplayan.

huşeçin / hûşeçîn

  • Başak toplayan; harman sonunda tarlada kalan başakları toplayan.

husumet-i gayr

  • Başkalarına düşmanlık besleme.

ibriye

  • Baş konağı.

ibtida / ibtidâ

  • Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.
  • Başlangıç.
  • Başlangıç, baş taraf.
  • Başlangıç.

ibtidar / ibtidâr / ابتدار

  • Başlama, girişme. (Arapça)
  • İbtidâr edilmek: Başlanmak, girişilmek. (Arapça)
  • İbtidâr etmek: Başlamak, girişmek. (Arapça)

icare-i mevkufe

  • Başkasının hakkı taalluk edip icazeti lahık olmadıkça nâfiz olmayan icaredir.

iftiat

  • Başa tülbent sarmak.

iftitah tekbiri / iftitâh tekbîri

  • Başlama tekbîri. Namazın evvelinde "Allahü ekber" demek. Buna Tahrîme tekbîri de denir.

igtiyal

  • Baskın yapıp öldürme.

ihkad

  • Başka bir kimsede garaz ve kin uyandırma.

ilahe'l-evveline ve'l-ahirin / ilâhe'l-evvelîne ve'l-âhirin

  • Baştakilerin ve sondakilerin İlâhı, Allah.

iman-ı şühudi / îmân-ı şühûdî

  • Basîret (kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân.

intiba ettirmek

  • Basmak, nakşetmek; iz ve tesir bırakmak.

iptida / iptidâ

  • Başlangıç.

iptidai / iptidaî

  • Basit, ilkel; ilköğretim seviyesi.

irade-i istihfaf

  • Başkalarını küçükseme ve hafife alma iradesi.

isar / îsâr

  • Başkasının ihtiyâcını kendi ihtiyâcından önce düşünmek. Muhtac olduğu hâlde, elindeki malı muhtâc din kardeşine verip, yokluğa katlanmak.

ispehbed

  • Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan. (Farsça)

istibdad / istibdâd / استبداد

  • Baskıcı yönetim.
  • Baskı, despotizm.
  • Baskı rejimi. (Arapça)

istibdadat / istibdadât / istibdâdât

  • Baskılar.
  • Baskılar, diktatörlükler.

istibdadkar / istibdâdkâr / استبدادكار

  • Baskıcı. (Arapça - Farsça)

istibdat

  • Baskı.

istibsar

  • Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.

istidradi / istidrâdî

  • Başka konu anlatılırken arada söylenen söz.

istifra'

  • Başlama.

istihale / istihâle / اِسْتِحَالَه

  • Başkalaşma.
  • Başka bir hâle dönme.

istinabe / istinâbe / اِسْتِنَابَه

  • Başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması.
  • Başka bir mahkemenin muâmeleye yetkili kılınması.

istinaf

  • Başlangıç, mahkeme.

isyan / isyân / عصيان

  • Başkaldırı. (Arapça)

isyan eden

  • Başkaldıran, ayaklanan.

isyankarane / isyânkârâne

  • Başkaldırırcasına.

izafi / izâfî

  • Başka bir şeye göre olan; bağlı olduğu şeye göre değişen; rölatif.

kabsa

  • Başı büyük ve sivri olan kadın.

kademe kademe

  • Basamak basamak, derece derece.

kadilkudat / kâdilkudât / قاضى القضات

  • Başkadı. (Arapça)

kadim / kadîm

  • Başlangıcı olmayan.
  • Allahü teâlânın zâtına âit sıfatlarından. Varlığının evveli, başlangıcı olmayan.
  • Zaman bakımından eski olan şey.

kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî / قَد۪يرِ اَزَل۪ي

  • Başlangıcı olmayan nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).

kafa / kafâ / قفا

  • Baş. (Arapça)

kalbolma

  • Başka hâle gelme. Değişme. (Türkçe)

kannur

  • Başı büyük kişi.

kantar / قنطار

  • Baskül. (Arapça)

kanun-u müstebidane / kanun-u müstebidâne

  • Baskı ve zorbalığa yönelik kanun.

kanun-u tebeddül ve tagayyür

  • Başkalaşım ve değişim kanunu.

karin-i evvel

  • Baş mâbeynci.

kavanin-i ezeliye / kavânin-i ezeliye

  • Başlangıcı olmayan kanunlar.

kayd-ı istibdat

  • Baskı ve despotluk bağı, kelepçesi.

kayyum

  • Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.

keçel

  • Başı kel olan kişi. Başında saç olmayan kimse. (Farsça)

kefil / kefîl

  • Başkasına âit bir işi veya borcu üzerine alan, sorumluluğunu yüklenen kimse. Kefîle, dâmin de denir.

kefiye

  • Başa sarılan ve omuzların üzerine kadar gelen, uçları püsküllü ince ipek örtülü kumaş.

kelle / كله

  • Baş. (Farsça)

kıyfal

  • Baş damarı.

kübas

  • Başı büyük olan erkek.

küre-i ahar / küre-i âhar

  • Başka gezegen.

laübali / lâübâlî

  • Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve sakınması olmayan.

ligayrihi

  • Başkalarıyla.

ma'na-yı harfi / ma'nâ-yı harfî / مَعْنَايِ حَرْف۪ي

  • Başkasını gösteren ve başkasına delil olan ma'na.

ma-i masdariye / mâ-i masdariye

  • Başında bulunduğu cümleyi masdar mânasına ve hükmüne sokar.

maada / maâdâ / mâadâ / مَاعَدَا

  • Başka. Fazla. Bundan gayrı. (İstisnâ kelimesidir)
  • Başka.
  • Başka.

maal-gayr

  • Başkası ile birlikte. Gayrısı ile.

maalgayr

  • Başkasıyla birlikte.

mabihi'l-imtiyaz / mâbihi'l-imtiyaz

  • Başkalarından ayıran üstünlük ve ayırt edici vasıf.

madalya

  • Başarılı kimselere takılan madeni nişan.

mahbub-u ezeli / mahbûb-u ezelî / مَحْبُوبُ اَزَلِي

  • Başlangıcı olmayan sevgili (Allah).

mahluka

  • Başkasının olup da benimsenen manzum parça.

makazz

  • Başın arka tarafından iki kulağın arası.

manyetizma

  • Başka üzerinde uyuşukluk verici tesir.

maruz-u tagayyür

  • Başkalaşmaya ve değişmeye maruz.

masdar-ı mimi / masdar-ı mimî

  • Başında mim harfi bulunan masdar. (Ketb: Yazmak) masdarının mimisi (mekteb) olduğu gibi.

masdu'

  • Baş ağrısına tutulmuş olan. Başı ağrıyan.

matbaa / مطبعه

  • Basımevi.
  • Basımevi. (Arapça)

matbaa lisanı

  • Basın yayın kanalı.

matbu / matbû

  • Basılmış, basılan.
  • Basılmış.

matbu olan

  • Basılan.

matbu' / matbû' / مَطْبُوعْ

  • Basılmış.

matbuat / matbûât / مَطْبُوعَاتْ

  • Basın-yayın; gazeteler.
  • Basın, basılanlar.
  • Basılmış şeyler.

matbuat kanunu

  • Basın kanunu.

mebadi / mebâdi

  • Başlangıçlar, ilkeler.
  • Başlangıçlar; temel prensipler.
  • Başlangıçlar.

mebde

  • Başlangıç.
  • Başlangıç.

mebde ve mead

  • Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.

mebde' / مبدأ / مَبْدَأْ

  • Başlangıç noktası. (Arapça)
  • Başlangıç.

mebde' ve mead / mebde' ve meâd

  • Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.

mebde-i vahdet

  • Başlangıçtaki birlik; Allah'ın birliğini gösteren asıl kaynak.

mebdeiyet

  • Başlangıç olma işi.

mecma-ı aher / mecma-ı âher

  • Başka bir toplanma yeri, öldükten sonra âhirette toplanılacak olan mahşer yeri.

medar-ı gıybet / medâr-ı gıybet

  • Başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmaya, çekiştirmeye sebep olan.

medar-ı tahakküm

  • Baskı, zorbalık sebebi.

meftuhane

  • Başlangıç için verilen ziyâfet. Bir kitabı okumaya veya yeni bir derse başlarken, talebelere hocası tarafından verilen başlama ziyafeti. (Farsça)

mekşuf-ür re's

  • Başı açık.

mektub-u sami / mektub-u sâmî

  • Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar.

merci / mercî / مرجع

  • Başvurulacak, sığınılacak yer.
  • Başvuru yeri. (Arapça)

merciiyet / mercîiyet

  • Başvurulacak makam olma özelliği, kaynaklık.

mertebe-i muvaffakiyet

  • Başarı derecesi.

mesned-i re's

  • Başvurma yeri, müracaat makamı.

meşrutiyet

  • Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.

metbuiyet / metbûiyet

  • Başkalarının kendisine uyması, tâbi olunan kimse.

mevcudat-ı ilmiye

  • Başkası tarafından görünmeyen, Allah'ın ilim dairesindeki varlıklar.

meyelan-ı teçhil / meyelân-ı teçhil

  • Başkalarını cehaletle itham etmeye, bilgisiz görmeye yönelik eğilim.

meyl-i tefevvuk

  • Başkalarından üstün olma meyli, eğilimi.

miftahu'n-nusret / miftâhu'n-nusret

  • Başarı ve zaferin anahtarı.

milel-i saire / milel-i sâire

  • Başka, diğer milletler.

minnet etme

  • Başa kakma.

mısran

  • Basra ile Kufe şehirleri.

muammem

  • Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan.

mübaşeret / mübâşeret

  • Başlama, girişme, dokunma.

mübteda / mübtedâ

  • Başlangıç, isim cümlesinde özne.

müdahale-i gayr

  • Başkasının karışması.

müddeiumumi muavini / müddeiumumî muavini

  • Başsavcı yardımcısı.

müdessi / müdessî

  • Baştan çıkartan. Doğru yoldan saptıran.

müftereyat

  • Başkasının üzerine atılan suçlar, kabahatler. İftiralar.

muhavvil

  • Başka hâle koyan. Değiştiren. Tahvil eden.

mühmel

  • Başıboş, ihmal edilmiş.

muhrenbık

  • Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.

muhtelife

  • Başka başka.

mukaddeme

  • Başlangıç.

mukaddime

  • Başlangıç, giriş.
  • Başlangıç, başlama, giriş.
  • Başlangıç, önsöz.

mukameha

  • Başını yukarı kaldırmak.

mukarrün-bih

  • Başka birisine âit olduğu, birisi tarafından haber verilen hak. İkrâr olunan hak.

mukmah

  • Başını kaldırıp gözünü bir yere dikip duran kişi.

münafese

  • Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,

münekkes

  • Başaşağı edilmiş.

münkalip

  • Başka bir hâle dönmüş, dönüşmüş.

müntahil

  • Başkasının eserini kendi malı imiş gibi gösteren.

müntekis

  • Başaşağı dönen. Tersine yuvarlanan.

müracaat / mürâcaat / مُرَاجَعَتْ

  • Başvurma.
  • Başvurma.
  • Başvurma.

müracaat edilme

  • Baş vurulma.

müracaat etme

  • Başvurma.

müracaat etmek

  • Başvurmak.

mürkab

  • Baş ve boyun derisi. Baş ve boyundan soyulan deri.

musaddak-gerde-i erbab-ı basiret / musaddak-gerde-i erbâb-ı basiret

  • Basiret erbabınca tasdik edilmiş; kalp gözü açık olan ileri görüşlü kimseler tarafından onaylanmış.

musallat / مُسَلَّطْ

  • Başa bela olan.

musibet / musîbet

  • Başa gelen acı verici olay.

müstakil

  • Başlı başına, bağımsız.

müştakk

  • Başka bir kelimeden çıkmış, türemiş.

müstebid

  • Başlı başına, müstakil olan. Emri altındakilere söz ve hürriyet hakkı tanımayan, istibdat yapan. Despot.

müstebidane / müstebidâne

  • Baskıcı şekilde, despotça.

müstemleke

  • Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket, yer, sömürge.
  • Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.

müstenfik

  • Başkalarını beslemek için malını sarfeden.

müstesnaiye / müstesnâiye

  • Başkalarından üstün, başkalarından ayrı bir tarza tâbi. Başkalara benzemeyen.

mutasaddırane

  • Baş köşeye kurulana yakışacak surette. (Farsça)

mutava'at / mutâva'at / مطاوعت

  • Baş eğme, boyun eğme, itaat. (Arapça)

mütegayyir / مُتَغَيِّرْ

  • Başkalaşan, değişken.
  • Başkalaşan.

mütekellim-i ezeli / mütekellim-i ezelî / مُتَكَلِّمِ اَزَل۪ي

  • Başlangıcı olmayıp ezelden beri konuşan (Allah).

mütekellimimaalgayr

  • Başkaları adına da konuşan.

mütesaddi

  • Başlayan, teşebbüs eden.

müteselsil-i ezeli / müteselsil-i ezelî

  • Başlangıcı olmayan sonsuz bir zincir.

muvaffak / موفق / مُوَفَّقْ

  • Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
  • Başarılı.
  • Başarılı.
  • Başarılı.
  • Başarılı. (Arapça)
  • Muvaffak olmak: Başarmak, başarılı olmak. (Arapça)
  • Başarılı, yardıma mazhar.

muvaffak etmek

  • Başarılı etmek.

muvaffak eyleme

  • Başarılı kılma, nâil olma.

muvaffak olan

  • Başaran.

muvaffak olma

  • Başarılı olma, erişme.

muvaffak olmak

  • Başarmak.

muvaffakiyat / muvaffakiyât

  • Başarılar.
  • Başarılar.

muvaffakıyet

  • Başarı.

muvaffakiyet / موفقيت / مُوَفَّقِيَتْ

  • Başarı.
  • Başarı.
  • Başarı. (Arapça)
  • Muvaffakiyet ihraz etmek: Başarı göstermek. (Arapça)
  • Başarma, yardıma mazhar olma.

muvaffakiyetkarane / muvaffakiyetkârâne

  • Başarılı olarak.
  • Başarılı biçimde.

muvaffakiyetli

  • Başarılı.

muvaffakiyetsizlik

  • Başarısızlık.

muvaffakkıyetli

  • Başarılı.

na-matbu

  • Basılmamış, tab edilmemiş yazı. (Farsça)

naip / nâip

  • Başkasının yerine geçip onun işini yürüten, yerine getiren.

nakdeyn

  • Basılmış para hâlindeki altın ve gümüş.

nakh

  • Başı dimağından yarmak.

nakkaş-ı ezeli / nakkâş-ı ezelî

  • Başlangıcı ve sonu olmayıp zamanla sınırlı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah.

nasif

  • Baş örtüsü.

ne'ar

  • Baş kaldıran, âsi, kafa tutan, serkeş.

neza'

  • Başta, alnın iki yanında saç olmayan açık yer.

nigunsar / nigunsâr

  • Başaşağı. (Farsça)

nukud / nukûd

  • Basılmış altın ve gümüş paralar. Müfredi (tekili) Nakddır.

nur-u ezel

  • Başlangıcı olmayan sonsuz nur.

nur-u ezeli ve ebedi / nur-u ezelî ve ebedî

  • Başlangıcı ve sonu olmayan nur.

nüsha-i ahar / nüsha-i âhar / نُسْخَۀِ آخَرْ

  • Başka nüsha.

paşib

  • Basamak, merdiven. (Farsça)

payitaht / pâyitaht / پایتخت / پَايِ تَخْتْ

  • Başkent.
  • Başşehir.
  • Başkent. (Farsça)
  • Başkent.

payitaht-ı hükumet / payitaht-ı hükûmet

  • Başkent.

radd-üs selam / râdd-üs selâm

  • Başkasının verdiği selamı alan.

rahma'

  • Başı beyaz olan dişi koyun.

re's / رَأْسْ

  • Baş.
  • Baş.

re's ve zeneb

  • Baş ve kuyruk.

re'sa

  • Başı ve yüzü siyah olan koyun.

re'skar / re'skâr

  • Baş, önder.

redd-i müdahale

  • Başkasının müdahalesini kabul etmeme.

rehd

  • Bastırarak ezme.

reis / reîs / رئيس

  • Baş, başkan.
  • Başkan, lider.
  • Başkan.
  • Başta bulunan kimse, başkan.
  • Başkan. (Arapça)

reis-i vükela / reis-i vükelâ

  • Başbakan.

rekabet

  • Başkalarını geçmeye çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.

rês

  • Baş, kafa.

riyaset / riyâset / ریاست

  • Başkanlık .
  • Başkanlık.
  • Başkanlık. (Arapça)
  • Riyâset etmek: Başkanlık yapmak. (Arapça)

riyasetpenah

  • Başkanlık makamında bulunan. Başkanlık eden, başkan olan. Reislik yapan. (Farsça)

rüesa / rüesâ / رؤسا

  • Başkanlar, reisler. (Arapça)

rüus / rüûs

  • Başlar, kafalar.

sa'neb

  • Başı küçük olan kimse. Küçük başlı kişi.

sabr-ı cemil / sabr-ı cemîl

  • Başa gelen belâ ve musîbetten dolayı feryad etmeden, insanlara şikâyette bulunmadan yapılan sabır, gösterilen tahammül.

sada'

  • Baş ağrısı. ("Suda"' diye de okunur)

sada-yı ihtilal / sadâ-yı ihtilâl

  • Başkaldırma sâdası.

sadaret / sadâret

  • Başbakanlık.

sadist

  • Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.

sadr-ı azam

  • Baş vezir, padişahın vekili, başvekil.

sadr-ı islam / sadr-ı islâm

  • Baş vezir, padişahın vekili, başvekil.

sadrazam-misal

  • Başbakan gibi.

sahib-zuhur

  • Baş kaldıran, isyan eden, ayaklanan. Başa geçen.

şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî / شَاهِدِ اَزَلِي

  • Başlangıcı olmayan şahid (Allah).

saibe

  • Başı boş bırakılmış hayvan. Sâime.

saire

  • Başkaları, diğerleri.

sal'

  • Baş tepesinin saçsız oluşu, kellik.

şame / şâme / شامه

  • Başörtüsü. (Farsça)

şame-geş / şâme-geş

  • Başına örtü alan. (Farsça)

sarık

  • Başa sarılan bez.

sayed

  • Başını yukarı kaldırıp kibirlenmek ve sağına soluna iltifat etmemek.

sebeb-i istibdat

  • Baskı, zulüm sebebi.

sebeb-i tahakküm

  • Baskı ve zorbalık sebebi.

sebid

  • Başa yağ sürmeyi terketmek.

şecce

  • Başa ve yüze vurarak meydana getirilen yara.

şedidü'ş-şekime / şedîdü'ş-şekîme

  • Başkasına kolay kolay boyun eğmeyen, inatçı.

şefkat

  • Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.

sel'

  • Baş yarmak.

semarug

  • Başı yumru yumurta gibi olan mantar.

şematet / şemâtet

  • Başkasına gelen belâya, zarâra sevinmek.
  • Başkasının başına gelene sevinmek.

şematetkarane / şemâtetkârâne

  • Başkalarının üzüntüsüne, acısına hayasızca gülerek sevinmek.
  • Başkasının başına gelene sevinircesine.

şems-i ezel ve ebed / شَمْسِ اَزَل وَ اَبَدْ

  • Başlangıcı ve sonu olmayan güneş (Allah).

ser

  • Baş.
  • Baş.
  • Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis.

ser-cünban

  • Baş oynatan, baş sallayan.

ser-dade

  • Baş vermiş, baş göstermiş olan. (Farsça)

ser-füru

  • Baş eğme, söz dinleme, itaat etme.

ser-i serdar / سَرِ سَرْدَارْ

  • Baş komutan.

ser-katib / ser-kâtib

  • Başkâtip.

serağaz / serâğâz / سرآغاز

  • Başlangıç. (Farsça)

serapa / serâpâ / سراپا / سَرَاپَا

  • Baştan başa.
  • Baştan ayağa, bir baştan bir başa, tüm. (Farsça)
  • Baştan ayağa.

seraser / serâser

  • Baştan başa, bütün, hep mecmuan, külliyen. (Farsça)
  • Baştan başa, her taraf.
  • Baştan başa.

serasker / سَرْ عَسْكَرْ

  • Baş komutan.

serbalin

  • Baş yastığı. (Farsça)

serbeha

  • Baş pahası. Diyet. Haraç. (Farsça)

serbend

  • Başa bağlanan veya sarılan şey. (Farsça)

serbeser / سَرْبَسَرْ

  • Baştan başa. (Farsça)
  • Baştan başa.
  • Baş başa.
  • Baştan başa.

serbezemin

  • Başı yere eğilmiş olan. (Farsça)

serbülend / سربلند

  • Başı yüce, yücebaşlı.. (Farsça)

serbülendi / serbülendî

  • Başı yükseklik. Yücelik. (Farsça)

serdar-ı ekrem

  • Başkumandan. Başbuğ.

serdari / serdarî

  • Başkumandanlık, serdarlık. (Farsça)

sere

  • Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.

serefraz / serefrâz

  • Başı dik alnı açık, haklı ve üstün.
  • Başı dik, üstün.

serencam / serencâm

  • Baştan geçen hâdise, olay.
  • Başa gelen olaylar.

serfeda eden / serfedâ eden

  • Başını, canını feda eden.

serfiraz / serfirâz / سرفراز

  • Başını yukarı kaldıran, yükselten. Benzerlerinden üstün olan. (Farsça)
  • Başını yukarı kaldıran, başı dik.
  • Başlar üstünde.
  • Başı yüce. (Farsça)

serfuru

  • Baş eğme.

serfüru / serfürû / سرفرو

  • Baş eğme, söz dinleme, itaat.
  • Baş eğme.
  • Başı önde, başı eğik, itaat eden. (Farsça)
  • Serfürû etmek: (Farsça)
  • İtaat etmek. (Farsça)
  • Başını eğmek. (Farsça)
  • Düşünceye dalmak. (Farsça)

sergardiyan

  • Başgardiyan.
  • Baş gardiyan.

sergerdan

  • Başı dönmüş.
  • Başı dönmüş, şaşkın. Hayran. (Farsça)

sergerde

  • Başıbozuk.

sergüzeşt / سَرْگُذَشْتْ

  • Baştan geçenler.

serkatib / serkâtib / سركاتب

  • Baş kâtib. Hükümdarların başkâtibleri. (Farsça)
  • Baş kâtib.
  • Baş yazıcı.
  • Başkâtip. (Farsça - Arapça)

serkeş

  • Baş kaldıran.
  • Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz.

serkeşane / serkeşâne

  • Baş kaldırırcasına.
  • Başıbozuk bir şekilde.

serlevha / سرلوحه

  • Başlık.
  • Başlık. (Farsça - Arapça)

sermest

  • Başı dönmüş, kendinden geçmiş. (Farsça)
  • Başı dönmüş, kendinden geçmiş.

sermuharrir / سرمحرر

  • Baş muharrir. Baş yazar. (Farsça)
  • Başyazar. (Farsça - Arapça)

sernigun / سرنگون

  • Başaşağı, tepetakla. (Farsça)
  • Sernigûn olmak: Tepetakla olmak, başaşağı gelmek, yenilmek. (Farsça)

serpuş / serpûş / سرپوش

  • Başa giyilen başı örten külâh, takke, sarık. (Farsça)
  • Başlık, başı örten şey.
  • Başlık. (Farsça)

serpuşe

  • Başörtüsü. (Farsça)

serseri

  • Başı boş.
  • Başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.

sertac / sertâc

  • Baş tacı olan. Çok sevilen. Hürmet edilen. En ileri. (Farsça)
  • Baş tacı.
  • Baş tacı.

sertaç

  • Baş tacı olan, çok sevilen.

sertapa / sertâpâ / سرتاپا

  • Baştan ayağa. Baştan aşağı. (Farsça)
  • Baştan ayağa, baştanbaşa. (Farsça)

sertaser / sertâser / سرتاسر

  • Baştanbaşa. (Arapça)

serteser

  • Baştan başa.
  • Baştan başa.

sertiz

  • Baştarafı sivri olan, ucu sivri, keskin. (Farsça)

serüven

  • Başa gelen, heyecan verici hâdise. Sergüzeşt, macera.

server

  • Baş, reis.

serveri / serverî

  • Başlık, başkanlık, serverlik, reislik. Ululuk. (Farsça)

serzakir / serzâkir

  • Başta gelen zâkir, zikredenlerin başı. (Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan kinâye olur.) (Farsça)
  • Baş zikirci.

serzede

  • Baş göstermiş, uç vermiş, çıkmış. (Farsça)

serzemin

  • Başını yere koyarak. (Farsça)

serzeniş

  • Başa kakma, takaza.

setr-i avret

  • Başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin örtünmesi.
  • Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek.

seyahin

  • Basra ırmağının adı.

sikec

  • Başı kızıl olan zehirli bir yılan.

sikke

  • Basılmış madeni para.

sipeh-büd

  • Başbuğ, başkomutan, başkumandan. (Farsça)

sipeh-keş

  • Başkumandan, başbuğ. (Farsça)

sipehsalar / sipehsâlâr / سپه سالار

  • Başkomutan. (Farsça)

siva

  • Başka, gayrı, diğer. Kasd.

şube-i müstebidane

  • Baskıcı tavrı olan şube.

suda' / sudâ' / صداع

  • Baş ağrısı. (Arapça)

şüf'a

  • Başkasına satılmış olan bir mülkü, satış değeri ile satın almak hakkı. Bu hakka mâlik olan kimseye şefî' denir.

suhare

  • Başkasıyla alay eden.

suk'a

  • Başın ortasındaki beyazlık.

sulta / سلطه

  • Baskı, otorite.
  • Baskı. (Arapça)

sultan-ı ezel ve ebed / sultân-ı ezel ve ebed / سُلْطَانِ اَزَلْ وَ اَبَدْ

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.
  • Başlangıcı ve sonu olmayan sultan (Allah).

sultan-ı ezel, ebed

  • Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezeli ve ebedi / sultan-ı ezelî ve ebedî

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

sünbül

  • Başak.
  • Başak, filiz.

sünbüle / سنبله

  • Başak.
  • Başak. (Arapça)

sünnet-i kifaye / sünnet-i kifâye

  • Başkalarının meselâ beş-on kişiden birinin işlemesiyle, diğerlerinden sâkıt olan (düşen) sünnet.

şüru / şürû / شروع

  • Başlama. (Arapça)

şuru'

  • Başlama. Mübaşeret etme.

şüru'

  • Başlamak.

ta'ziye / تَعْزِيَه

  • Baş sağlığı dileme.

ta'ziyename / ta'ziyenâme / تَعْزِيَه نَامَه

  • Başsağlığı mektubu.

ta'ziyet / تعزیت

  • Başsağlığı dileme. (Arapça)

ta'ziyetname / ta'ziyetnâme / تعزیت نامه

  • Başsağlığı mektubu. (Arapça - Farsça)

tab / tâb

  • Basma, baskı.
  • Baskı, basma.

tab eden

  • Basan.

tab edilen

  • Basılan.

tab edilme

  • Basılma.

tab etmek

  • Basmak.

tab'

  • Baskı, basma.

tab' eden

  • Basan, yayınlayan.

tab' etmek

  • Basmak.

tabhane / tabhâne / طبع خانه

  • Basımevi. (Arapça - Farsça)

tabi' / tâbi'

  • Basan, resmeden; yaratıcı, yaratan.

tacıser / tâcıser / تاج سر

  • Baştacı. (Arapça - Farsça)

tacser / tâcser / تاجسر

  • Baştacı. (Arapça - Farsça)

tadlil-i gayr

  • Başkalarını dalâlete nisbet etmek. Sapıklığına hükmetmek.

tadmid

  • Başına veya koluna merhem sürüp bez bağlamak.

tagallüb

  • Baskı ve zulüm yapma.

tagallüb etmek

  • Baskı ve zorbalık yapmak.

tagayyür

  • Başkalaşma, dönüşme.

tağayyür

  • Başkalaşma, değişikliğe uğrama.

tağayyur / تغير

  • Başkalaşma.

tagayyür / تَغَيُّرْ

  • Başkalaşma.

tagayyürat / tagayyürât

  • Başkalaşmalar.

tağayyürat

  • Başkalaşmalar, değişmeler.

tağyir / tağyîr / تَغْي۪يرْ

  • Başkalaştırma, değiştirme, bozma.
  • Başkalaştırma.

tahakküm

  • Baskı.

tahakkümat

  • Baskılar, zorbalıklar.

tahamül

  • Başkasının zahmetini yüklenmek.

tahavvül / تَحَوُّلْ

  • Başka hâle girme.

taht-ı riyaset / taht-ı riyâset / تَحْتِ رِيَاسَتْ

  • Başkanlığı altında.

taht-ı riyasetinde

  • Başkanlığı altında.

tahtgah / tahtgâh / تختگاه

  • Başkent. (Farsça)

tahvil / tahvîl / تَحْو۪يلْ

  • Başka hâle sokma.

takannu'

  • Başına örtü örtmek.

takaza / takazâ

  • Başa kakma.

takdirname / takdîrname / تقدیرنامه

  • Başarı belgesi. (Arapça - Farsça)

takni'

  • Başına örtü örttürmek.

tasallut / تَسَلُّطْ

  • Başa belâ olma.

tasallut etmek

  • Baskı kurmak, hâkim olmak.

tasannuf

  • Başka eserlerden tasnif etme, derleme.

tasavvur-u basit

  • Basit düşünce.

tasdi' / tasdî' / تصدیع / تَصْد۪يعْ

  • Baş ağrıtma, rahatsız etme. (Arapça)
  • Tasdî' etmek: Baş ağrıtmak, rahatsız etmek. (Arapça)
  • Baş ağrıtma, rahatsız etme.

tata'tu'

  • Başını aşağı eğmek.

taziyet / tâziyet

  • Baş sağlığı dileme.

tazyik / tazyîk

  • Baskı.
  • Baskı, sıkıştırma.

tazyikat

  • Baskılar, sıkıştırmalar.

te'lif / te'lîf

  • Başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp kitâb hâline getirme.

te'vil / te'vîl / تأویل

  • Başka bir yorum getirme. (Arapça)
  • Te'vîl etmek: Başka bir yorum getirmek. (Arapça)

tebeddü'

  • Başlamak.

tebeddül etme

  • Başkalaşma, değişme.

tecil

  • Başka zamana bırakma, tehir, erteleme.

tegayyür

  • Başkalaşma, dönüşme.

tegayyürat / tegayyürât

  • Başkalaşmalar.
  • Başkalaşmalar, değişmeler.

tekemküm

  • Başına külâh giymek.

telfi'

  • Başını örtmek.

tenkis-i gayr / tenkîs-i gayr

  • Başkasını kusurlu gösterme.

tertibat-ı mukaddeme / tertibât-ı mukaddeme

  • Başlangıçtaki sıralamalar, tertib ve düzenler.

teşdih

  • Baş yarmak.

teşebbüs etmek

  • Başvurmak, girişmek.

tevessül

  • Başvurma, sarılma.

tevessül etme

  • Başvurma, sarılma.

tevessülen

  • Başvurarak.
  • Başvurarak, girişerek. Sebep tutarak.

tevfiksizlik

  • Başarısızlık.

tolga

  • Başlık, miğfer nevilerinden birinin adıdır.

traj

  • Basılan gazete veya mecmuanın baskı sayısı. (Fransızca)
  • Baskı sayısı, tiraj.

tufeyli / tufeylî

  • Başkalarının sırtından geçinen, asalak.

ufk-u ezel

  • Başlangıcı olmayan sonsuzluk ufku.

ufre

  • Başın ortasında olan saç.

uhra / uhrâ / اخری

  • Başka, diğer, sonra.
  • Başka, diğer. (Arapça)

ulü-l ebsar

  • Basiret sâhibleri.

vajgun / vâjgûn / واژگون

  • Baş aşağı, tepetakla, tersyüz olmuş. (Farsça)

ve minellahi't-tevfik / ve minellahi't-tevfîk

  • Başarmak sadece Allah'tandır.

vech-i ahar / vech-i âhar

  • Başka sebeple.

vedi'

  • Başkasının malını saklamaya memur kimse.

vekaleten / vekâleten

  • Başkası adına.

vekil / vekîl

  • Başkası adına iş gören.

vesayet / vesâyet

  • Başkası adına iş yapma.

vesile-i cebir

  • Baskı, zorlama aracı.

yamur

  • Başının ortasında bir sürü boynuzları olan bir cins geyiğin erkeği.

zafer

  • Başarma, üstün gelme.

zaman-ı istibdat

  • Baskı, zulüm dönemi.

zeluli / zelulî

  • Başı yumuşak. Dayanıklı. Sabırlı, tahammüllü.

zere'

  • Başın önünde vâki olan beyazlık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın