REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te BİRLİKTE ifadesini içeren 169 kelime bulundu...

akkam / akkâm

  • Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
  • Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
  • Çadır mehteri.

ale-l-iştirak

  • Birlikte, müştereken.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.

atf-ı tefsir

  • Bir mânada olup mücerred tasdik ve te'kid için "ve" ile müteradifine (aynı mânadaki kelimeye) atfolunan kelime. Meselâ: "İhsan ve kerem, hüzün ve keder" ifadesindeki "ve" ler gibi. Diğer bir ifade ile: Aynı olan ayrı iki kelimenin birlikte kullanılması. ("deli divâne"de olduğu gibi.)

ba-hem

  • Birlikte. Beraber. (Arabçadaki "Maa" mânasına) (Farsça)

ba-i kasem / bâ-i kasem

  • Arabçada yemin maksadı ile kelime başına getirilen bâ. "Billâhi" gibi.
  • Farsçada: Bâ diye yazılırsa; ile, beraber, birlikte, sâhip mânalarına gelir. Arapçadaki Zû gibidir.

bahem / bâhem

  • Birlikte, beraber.
  • Birlikte, beraber.

barapor / bârapor / باراپور

  • Rapor ile birlikte, raporlu. (Farsça - Fransızca)

behem / بهم

  • Birlikte, beraber. (Farsça)

beraber / berâber / برابر

  • Birlikte bulunan. (Farsça)
  • Müsavi, eşit. (Farsça)
  • Bir hizada olan. (Farsça)
  • Refakat, birlik. (Farsça)
  • Birlikte. (Farsça)
  • Eşit. (Farsça)

beraberi / berâberî / برابری

  • Birliktelik. (Farsça)
  • Eşitlik. (Farsça)

berhem

  • Karışık, çapraşık. (Farsça)
  • Toplu, birlikte, berâber. (Farsça)

berhem-zened

  • Birbirine çarpıyor. Beraber çarpıyor. Birlikte çalışıyor. (Farsça)

bi-esrihi

  • Hep birlikte, hep bir arada.

bilittifak

  • İttifak ile. Beraberce, birlikte, elbirliğiyle.
  • İttifakla, hep birlikte.

boykot

  • (Boykotaj) Bir şahıs veya devlete karşı alış-verişi, münasebetleri kesmek. Bir ülkeyi, bir topluluğu veya bir şahsı zarara sokmak maksadıyla onunla her türlü ilgiyi kesme. (Fransızca)
  • Bir işten geçici olarak çekilme; işe, çalışmaya hep birlikte katılmama. (Fransızca)

calife

  • Deri ile eti birlikte koparan yara.

celis

  • Ekseri bir yerde oturan. Arkadaş. Birlikte oturan.

cem'

  • Birleştirme, bir araya getirme.
  • İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
  • Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.

cem-i zıddeyn

  • İki zıddın birlikte bulunması.

cirman

  • Organlarla birlikte vücut.

cüsman

  • Organlarla birlikte vücudun tamamı.
  • Her nesnenin cismi ve cesedi.

dacc

  • Hacıların hizmetkârı ve devecileri.
  • Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.

deccal / deccâl

  • Kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.

edat

  • Sebep. Âlet. Avadanlık.
  • Gr: Kendi başına mâna ifade etmeyip, kelime veya fiillerle birlikte mâna ifade eden kelime veya harf. İsim ile fiilden gayri kelime.

ehl-i aba / ehl-i abâ

  • Resûl-i ekrem ile birlikte hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma, hazret-i Hasen ve Hüseyn'in hepsine verilen isim.

emgaz

  • Kırmızı, kızıl nesne, ahmer.
  • Aşkar at.
  • Koyunu sağdıklarında süt ile birlikte kan çıksa "emgazeti'ş şât" derler.

eshab-ı bedr / eshâb-ı bedr

  • İslâm târihinin ilk ve en önemli muhârebesi olan Bedr savaşında Peygamber efendimiz ile birlikte Mekkeli müşriklere (puta tapanlara) karşı harbedip kıyâmete kadar unutulmayacak şanlı bir zafer kazanan üç yüz on üç kahraman mücâhid.

esma-i müpheme / esmâ-i müpheme

  • Gr. ism-i mevsuller; mânâsı kapalı isimler; yalnız başına müstakil bir mânâ taşımayan ancak kendinden sonra gelen cümle ile (sıla cümlesi) birlikte bir mânâ içeren isimler.

ezan-ı cavk / ezân-ı cavk

  • Bir kaç müezzinin bir ezânı birlikte okumaları.

fakir-i müstağni / fakir-i müstağnî

  • Fakir olmakla birlikte Allah'tan başkasına muhtaç olmayan kişi.

fi'l-i şeni'

  • Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.

forsa

  • Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba

gına / gınâ

  • Şarkı, tegannî, müzik perdelerine uygun ses; çalgı ile birlikte şarkı, müzik. Tegannî de denir.
  • Zenginlik.

gırs

  • (Çoğulu: Egrâs) Dikilmiş ağaç.
  • Çocukla birlikte anadan çıkan ince deri.

grev

  • İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da mill (Fransızca)

gülabdan

  • İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.

gülbank

  • (Gülbang) Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir. (Farsça)

gusl

  • Boy abdesti. Cünüb olan her kadın ve erkeğin, hayz (âdet) ve nifası (lohusalık hâli) sona eren kadınların ağzı ve burnu ile birlikte, iğne ucu kadar kuru bir yer kalmayacak şekilde, bütün bedenini yıkaması.

hacc-ı kıran

  • Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.

hadis imamı / hadîs imâmı

  • Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de denir.

hafız / hâfız

  • Hıfz eden, ezberleyen. Râvileriyle (rivâyet edenlerle) birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi.

hamse-i al-i aba / hamse-i âl-i abâ

  • Hz. Peygamberimizle (a.s.m.) birlikte kızı Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin.

hasıl-ı cem' / hâsıl-ı cem'

  • Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.

haşr-i cismani / haşr-i cismânî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

hatme

  • Toplu bir şekilde, birlikte yapılan zikir, hatim.

hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân

  • Nakşî tarikatına mensup olanların dua ve zikirlerini birlikte okuyup bitirmeleri.

hem

  • Birlikte, beraber olmak mânasını ifade eder. (Farsça)
  • Aynı, birlikte.

hem-aramiş

  • Birlikte dinlenen, beraber istirahat eden. (Farsça)

hem-aşiyan

  • Bir yerde beraber bulunan, bir yuvada birlikte olan. (Farsça)

hem-ber

  • Beraber olan, birlikte oturan. (Farsça)

hem-dest

  • (Çoğulu: Hemdestân) Birlikte çalışan, müttefik, arkadaş. (Farsça)
  • Ortak, şerik. (Farsça)

hem-şerr

  • Kötülükte beraber olan, kötülüğü birlikte yapan. (Farsça)

hem-zen

  • Beraber vuran. Birlikte olan. (Farsça)

hemdest

  • El ele, birlikte.

hemzad / hemzâd / همزاد

  • Doğuşla birlikte gelen. (Farsça)
  • Birlikte doğan. (Farsça)

hırka-i seadet / hırka-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşlarından), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kutsal emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir.

huccet-ül-islam / huccet-ül-islâm

  • Üç yüz bin hadîs-i şerîfi, senetleri (rivâyet edenleri) ile birlikte ezberden bilen büyük İslâm âlimi.
  • Dinde söz sâhibi mânâsına İmâm-ı Gazalî hazretlerinin lakabı.

hunsa

  • Hem erkek, hem de dişi olan.
  • Erkeklik ve dişilik alâmetlerini birlikte taşıyan bitki.

hürriyet

  • 1908'de II.Meşrutiyet'in ilânı ile birlikte gerçekleşen yeni sistemin halk arasındaki adı.

icmaen

  • Toplu olarak, hep birlikte. İcma-i ümmet olarak.

ictimai / ictimaî

  • Topluluğa ait, birlikte yaşayanlara dair. Cemiyet hayatına ait ve müteallik. Sosyal.

ıhtidad

  • Otu köküyle birlikte biçmek.

ilmiye kıyafeti

  • İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin

ışar

  • Birlikte geçinmek. Muâşeret etmek.

işar

  • Birlikte geçinmek, muâşeret etmek. Hoş geçinmek.

istikra-ı tam / istikrâ-ı tam

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istikra-i tamme / istikrâ-i tâmme

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istishab

  • (Sohbet. den) Yanına alma. Birlikte götürme, beraber götürme.

ıtrad

  • Bir kimseyle birlikte bahse girişme.

ittifak-ı mutlak

  • Tam birliktelik.

kabile

  • Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.

kafile

  • (A, uzun okunur) Birlikte sefere çıkanların cemaatı. Kervan.

karargah / karargâh

  • Karar verilen yer. Karar yeri. (Farsça)
  • Askerî birlikte kurmay heyetinin toplandığı yer. Merkez. (Farsça)

karin

  • Kılıcı ve oku olan.
  • Hacla umreyi birlikte yapan.

karin hacı / kârin hacı

  • Hac ile ömreye birlikte niyyet eden. Önce ömre için Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan.

karun

  • (A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden

kavafil

  • (Tekili: Kafile) Kafileler. Birlikte yolculuk eden topluluklar.
  • Sıra sıra ve takım takım gönderilen şeyler.

kıran hac / kırân hac

  • Hac ile ömreyi birlikte yapmağa niyet etmek.

ma-i mukayyed / mâ-i mukayyed

  • Çiçek, üzüm, kavun-karpuz suyu gibi cinsi ve sıfatı birlikte söylenen sular.

maa

  • Beraber, birlikte.
  • "Beraber, birlikte" mânâsında ön ek.

maa-haza / maa-hâza

  • Bununla beraber. Bununla birlikte.
  • Bununla beraber, bununla birlikte

maahaza / maahâza

  • Bununla beraber, böyle olmakla birlikte.

maal-gayr

  • Başkası ile birlikte. Gayrısı ile.

maalcemaa

  • (Maa-l-cemâe) Cemaatle beraber, cemaatle birlikte.

maalcevap

  • Cevapla birlikte.

maalgayr

  • Başkasıyla birlikte.

maalkifaye

  • Yeterli olmakla birlikte.

maan

  • Birlikte. Beraber.

maazalik / maazâlik / مع ذلك

  • Bununla birlikte. (Arapça)

mahaza

  • Bununla beraber, bununla birlikte.

mahlukatın hukuku / mahlûkatın hukuku

  • Hukuk-u ibâd; kul hakları; toplum bireyleri arasında birlikte yaşamaktan doğan, yükümlünün irade ve tercih hakkının bulunduğu haklar; mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi.

mahmil

  • Harameyne hacı kafilesi ile birlikte gönderilen hediyeler.
  • Deve üzerine konulan sepet. Mahfe. Sürre.
  • Bir ibareye hamledilen mâna ihtimâllerinden her birisi.

maliyyet / mâliyyet

  • Alış fiyatı ile birlikte taşıma ile işçilik ücretleri, vergi gibi masrafların hepsi.

mamafih / mâmafih / مع مافيه

  • Bununla birlikte. (Arapça)

mashuben

  • Beraberce, birlikte olduğu halde. Yanında bulunarak.

mescid-i nebi / mescid-i nebî

  • Peygamber efendimizin, hicretten sonra Eshâb-ı kirâm (mübârek arkadaşları) ile birlikte Medîne-i münevverede inşâ ettiği mescid, câmi. Mescid-i Resûl, Mescid-i Saâdet ve Mescid-i Şerîf de denilmektedir.

meşrutiyet

  • Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.

mest

  • Abdest alırken ayağın yıkanması farz olan yerini yâni topuklarla birlikte ayakları örten deriden yapılmış su geçirmez ayakkabı.

mevdu hadis / mevdû hadîs

  • Bir hadîs imâmının (üç yüz binden daha çok hadîs-i şerîfi, râvîleri ve senedleri ile birlikte ezbere bilen âlimin) şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler.

mey-güsar

  • İçki arkadaşı. Birlikte içki içen. (Farsça)

muan'an

  • An'aneli; bir haberin veya hadisin ilk kaynağına ulaşıncaya kadar "filandan, o da filandan" şeklinde isim listesiyle birlikte nakledilmesi.

muaşeret / muâşeret

  • Birlikte yaşanılanlar.
  • Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet.
  • İnsanlarla birlikte yaşayıp iyi geçinmek, insanların içine girme.

mücaleset

  • (Cülus. dan) Beraberce ve birlikte oturma.

mücalis

  • (Cülus. dan) Birlikte ve beraberce oturan.

müdrik

  • Cemâatle namaz kılarken iftitah (başlama) tekbirini imâmla birlikte alan, namaza imâmla birlikte başlayan ve namazın başından sonuna kadar imâma uyan, birlikte kılan.

müfreze

  • Askerî birlikten ayrılan kol.

mukarrin

  • Birlikte bulunduran.

mukayyed su

  • Cinsi ve sıfatı birlikte söylenen ve herhangi bir şeyle kayıtlanmış sular.

mukrin

  • Birlikte. Berâber.

mümaşat

  • Birlikte hoş geçinmek.
  • Bir maslahat yolunu takib etmek.
  • Meslek işlerinde tesviye, tervic ve idare etmek.
  • Karışmamak.
  • Başkalarının zarar vermeyen fikirlerine uyarcasına hareket etmek ve sulh u salâh üzere durmak. Uygunluk.

müşa'

  • (Şüyu. dan) Yayılmış, şüyu bulmuş, herkese duyurulmuş.
  • Ortaklar veya hissedarlar arasında birlikte kullanıldığı hâlde hisselere ayrılmamış olan şey.

musahib

  • Beraber sohbet eden. Arkadaş. Arkadaşlık eden. Birlikte bulunan.

müsalefe

  • (Müsâlefet) Birine refakat etme, yol arkadaşı olma.
  • İleride ve önde bulunma.
  • Biriyle birlikte seyretme.

müsalif

  • Yol arkadaşı.
  • Birinden ileride bulunan.
  • Biriyle birlikte seyreden.
  • Bir işte beraber olan.

müşarik

  • (Şirket. den) Ortak, şerik. Bir işte birlikte bulunan.
  • Birlikte iş yapanlardan herbiri. Ortakların beheri.

mustashiben

  • Birlikte, beraberce. Yanında olarak.

müstashiben

  • (Sohbet. den) Beraber ve birlikte olarak. Yanında bulundurarak.

müşterek

  • Birlikte, ortak kullanılan.
  • Elbirliğiyle yapılan, birlik.
  • Birlikte, beraber, ortak.

mütelahime

  • Deri ile birlikte epeyce de et kesilmiş olan yara.

müttefikan / مُتَّفِقًا

  • Beraber olarak, anlaşarak, birlikte.
  • Hep birlikte.
  • Birlikte.

müttehid

  • Beraberce, birlikte, birleşmiş.

müttehiden

  • Birlikte, birlik olarak, ittihad ederek.

muvakere

  • Tarladan çıkan mahsulden bir kısmını almak şartıyla birlikte ekme.

muvanis

  • (Üns. den) İnsana alışık, insandan kaçmayan.
  • Ünsiyet peydâ eden, birbirine alışıp birlikte yaşıyan.

nakliyat-ı askeriye

  • Askerî kıt'aların; top, tüfek, cephane, teçhizat ve levazımatı ve her türlü seferî ihtiyaçlarıyla birlikte bir yerden kaldırıp başka bir yere gönderilmesi, nakledilmesi. Askerî nakliyat.

nuht

  • Çocukla birlikte karından çıkan su.

rabb-i zülcelal-i ve'l-ikram / rabb-i zülcelâl-i ve'l-ikram

  • Sonsuz heybet ve yücelik sahibi olmakla birlikte çok ikramda bulunan ve herşeyin Rabbi olan Allah.

ravi / râvî

  • Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi.

refakat-i zikriye

  • Beraber zikredilme, birlikte anılma;.

rihve-i mehmuse harfleri

  • "Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.

rızk-ı fıtri / rızk-ı fıtrî

  • Yaratılışla birlikte verilen rızık.

şahid

  • (Çoğulu: Şevâhid-Şühud) Veled yatağı denilen ve çocuk ile birlikte çıkan deri.

sahihan

  • Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'in birlikte adı.

şart edatı

  • Arapça'da, Türkçe'deki "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan edatlar, in, lev, emma gibi.

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

şerib

  • Yabancı kimse ile oturup şarap içen.
  • Davarını yabancı kimsenin davarıyla birlikte sulamak.

seyehan

  • Gezi, seyahat.
  • Gölgenin güneşle birlikte dönmesi.

şeyh-ül hadis

  • İkiyüz bin Hadis-i Şerifi, rivayet edenleriyle birlikte ezbere bilen büyük hadis âlimi.

sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye

  • Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.

şıkk

  • (Şikk) İslâmiyetin zuhurundan biraz önce yaşamış iki kâhinin adıdır. Bunlardan eskisi Arablarda ilk kâhindir. Acaib bir mahluk olup, alnının ortasında yalnız bir gözü (veya alnını ikiye ayıran bir alev) vardı. El Yaşkarî adındaki ikinci Şıkk, Satih ile birlikte devrinin en meşhur kâhiniydi. Satih'te

sipahi

  • Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ed

sırr-ı ittihad

  • Birlikteki sır, espri.

sohbet

  • Konuşma, sevdiği kimselerle yapılan toplantı.
  • Birlikte oturup tatlı tatlı hakikat üzerine konuşmak.

suhd

  • (Çoğulu: Eshâd) Çocukla birlikte çıkan sarı su.

takrin

  • (Karin. den) Birlikte bulundurma. Yaklaştırma.

tarif / târif

  • (Ar. gr.) Marife yapma; tanımlama; bir amaca binaen bir ismi belirlilik anlamı katan eliflâm takısı ile birlikte zikretmek.

tarifiyle / târifiyle

  • Arapça belirlik takısı olan "el" ile birlikte gelmesiyle.

tecalüs

  • Birlikte oturmak.

temaşi

  • Birbiriyle yürüyüşmek, birlikte yürümek.

tesanüd-ü manevi / tesanüd-ü mânevî

  • Mânevî dayanışma, birliktelik.

teşrik-i mesai / teşrik-i mesaî / teşrik-i mesâi

  • Birlikte çalışmak. İşbirliği etmek. Bir işi beraber yapmak.
  • Birlikte çalışma, işbirliği yapma.

teşrikü'l-mesai / teşrikü'l-mesâi

  • Birlikte çalışma, işbirliği yapma.

teşyi'

  • Bir yerden ayrılıp gideni uğurlama, hürmet için biraz onunla birlikte gitme.

tezahürat-ı cemaliye ve celaliye / tezahürât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları.

timar / timâr

  • Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim. Dirlik.

ünbuş

  • (Ünbûşe) Bitki kökü. Kökü yerden takımıyla birlikte çıkarılan fidan.

üns tutmak

  • Alışmak, birlikte düşüp kalkmak.

ünsiyet

  • Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.

va

  • "Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.

ve'd-dua

  • "Duâlarımız sizinle birliktedir" anlamına gelen bu tâbir, evvelce mektupların altlarına yazılırdı.

vezan

  • "Olmak" yardımcı fiiliyle birlikte kullanılır ve "esen, esici" anlamlarına gelir. (Farsça)

vilayet-i muhammediyye / vilâyet-i muhammediyye

  • Peygamber efendimizin kendine mahsûs vilâyetle birlikte bütün peygamberlerin vilâyetlerini (evliyâlık derecelerini) kendisinde toplamış olması. Vilâyet-i Mustafaviyye de denilir.

vükul

  • Bir kimseyle birlikte bir işe girişme. İşbirliği.

yeksan / yeksân / یكسان

  • Bir şekilde. (Farsça)
  • Birlikte. (Farsça)

yüsr-ü vahdet / يُسْرُ وَحْدَتْ

  • Birlikten gelen kolaylık.

zeamet

  • Şeref, şan. Riyaset.
  • Yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere verilen en büyük timâr.

zehravan

  • (Zehrâveyn) İki parlak şey.
  • Kur'an-ı Kerim'de Sure-i Bakara ile Âl-i İmran Surelerine birlikte verilen isim.

zevaid sünnet / zevâid sünnet

  • Farzla birlikte kılınması bildirilmeyen nâfile namazlar.
  • Peygamber efendimizin ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yaptığı şeyler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın