REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Azel ifadesini içeren 99 kelime bulundu...

adude

  • Yumuşaklık. Tazelik.

azl

  • (Azel) Levmetmek, kınamak. Azarlamak.

beşaşet / beşâşet

  • Güler yüzlülük.
  • Tazelik.

beyt-ül gazel

  • Edb: Gazelin en güzel olan beyti.

biat

  • Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek.
  • Rey vermek.

çame / çâme

  • Şiir ve gazel. Manzume. (Farsça)

çelenk

  • Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.) (Farsça)

cemş

  • Saçı yolmak veya traş etmek.
  • Gizli ses.
  • Parmaklarının uçları ile çekmek.
  • Gazel söylemek.
  • Oynaşmak.

cevdet / جودت

  • İyilik. (Arapça)
  • Olgunluk. (Arapça)
  • Tazelik. (Arapça)

ciyadet

  • Tazelik, yenilik.
  • İyilik, güzellik.

derr

  • İyi iş. İyilik. Mahz-ı hayır.
  • Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı.
  • Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi.

duşize / dûşîze / دوشيزه

  • Kız, matmazel. (Farsça)

ebu hasan-ı şazeli / ebu hasan-ı şazelî

  • (Bak: şazelî)

erzal

  • (Tekili: Rezil) Reziller. Kepâzeler. Herkesten hakaret ve nefret görenler.

gazal

  • (Çoğulu: Gazale-Gazelân) Ceylân. Geyik, âhu. Geyik yavrusu.
  • Şarkıcı, mızıkacı.
  • Güzel göz.

gazel-han

  • Gazel okuyan. (Farsça)

gazel-hani / gazel-hanî

  • Gazel okuyuculuk. (Farsça)

gazel-nüvis

  • Gazel yazan. (Farsça)

gazel-sera

  • Nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren. (Farsça)

gazelhan / gazelhân / غزل خوان

  • Gazel okuyan. (Arapça - Farsça)

gazeliyyat / gazeliyyât / غزليات

  • Gazel tarzında yazılmış şiirler.
  • Gazeller. (Arapça)

gazelsera / gazelserâ / غزل سرا

  • Gazel şairi. (Arapça - Farsça)

hadaret / hadâret

  • Gençlik, tazelik.

hadaset

  • Gençlik. Yenilik. Tazelik. Yeniden oluş. Bir şeyin evveli, ibtidası.

hades

  • Yeni olma, sonradan olma.
  • Abdesti tazelemeyi gerektiren şey, manevî pislik.

hazelat

  • (Tekili: Hazele) Alçaklar, âdiler, kalleşler.

hemim / hemîm

  • Ağır ağır gitmek.
  • Otun tazeliğinden dolayı parlaması.

her dem taze

  • Parlaklık ve tazeliğini dâima muhafaza eden.
  • Mc: Daima genç görülen, gençliğe heveskâr.

hüsn-ü makta'

  • Edb: Bir manzumenin, bilhassa gazellerin son beyti demek olan "makta" dan evvelki beyit.

hüsn-ü matla'

  • Edb: Bir gazelin ikinci beyti.

huzret

  • Yeşillik. Ter ü tazelik.

kalenderi / kalenderî

  • Feylesofluk; kalenderlik; dervişlik; serserilik. (Farsça)
  • Edb: Halk edebiyatı tâbirlerindendir. Halk şâirleri "mef'ulü, mefaîlü, mefaîlü, feûlün" vezninde tanzim ettikleri gazele bu adı verirler. (Farsça)

kart

  • Tazeliği geçmiş, katılaşmış.
  • Gençliği geçmiş, geçkin, yaşça büyük.

kurre

  • Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması.
  • Ağlamaktan sonraki serinlik.
  • Dilşâd olmak.
  • Bir atımlık şey.
  • Kurbağa.

mahazi

  • Rezalet ve kepazelik sebebi olan kötü huylar.

mahzi / mahzî

  • Kepâzelik ve rüsvaylığa sebep olan huy. Rezil olmağa sebebiyet veren kötü huy.

makta'

  • Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri.
  • Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü.
  • Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', son beytine makta' denir; makta'da şâirin ismi bulunur.

matla / مطلع

  • Doğuş yeri. (Arapça)
  • Kaside ve gazelin ilk beyti. (Arapça)

matla'

  • Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması, kaside veya gazelin ilk beyti.
  • Güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer.
  • Yıldız veya güneşin zuhur etmesi.
  • Edb: Kaside ve gazelin kafiyeli olan ilk beyti.

matruk

  • Gevşek ve uyuşuk adam.
  • Kuruduktan sonra yine yağmurla tazelenmiş.

mefzaha

  • Rezilliğe ve kepâzeliğe sebebiyet veren şey.

mehah

  • Tazelik, güzellik.

mehat

  • (Çoğulu: Mehâ-Mehevât) Billur taşı.
  • Güneş.
  • Dağ sığırı.
  • Tazelik.
  • Güzellik.

meled

  • Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik.

meravih

  • (Tekili: Mirvaha) Yelpâzeler.

mevta

  • Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.

mey'a

  • (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı.
  • Atı koşuya alıştırmak.
  • Erimiş sıvı madde.
  • Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi.
  • Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.

mukattaat

  • (Tekili: Mukattaa) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler.
  • Kısaltmalar.
  • Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler.
  • Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.

mülevves

  • Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
  • Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan.
  • Tazelenmek için suda ıslatılmış şey.
  • Karışık, intizamsız.

musalla taşı / musallâ taşı

  • Namazının kılınması için, cenâzelerin üzerine konduğu taş.

musarra'

  • Edb: İki mısra'ı da kafiyeli olan beyit. Bir mısra'ı kafiyeli olana "Müfred" denir.Musarra' beyte, gazel veya kasidenin baş tarafında bulunursa; matla; terci' ve terkib-i bentlerin arasında bulunursa; vâsıta tâbir olunur.

müşattar

  • Edb: Mısraları arasına ilâveten ayrıca mısralar getirilmiş gazel veya keside..

müşattar-ı muhammes

  • Edb: Araya üç mısra ilâve edilmiş gazel ve kaside.

müşattar-ı murabba'

  • Edb: Araya iki mısrâ ilâve edilmiş gazel veya kaside.

müteceddid

  • Yenilenen, tazelenen.

mütegazzil

  • Gazel yazan.
  • Gazel söyleyen, gazel okuyan. Gazelhân.

nadiret

  • Güzellik, parlaklık, tazelik.
  • Hoş ve lâtif.

nazar

  • (Nazaret) Altın.
  • Tazelik.

nazır

  • Taze, tazeleşen.

nazret

  • Tazelik, tarâvet.

nedaret

  • Tazelik, parlaklık, letafet, taravet.

nevresidegan / nevresidegân

  • (Tekili: Nev-reside) Yeni olgunlaşmağa başlamış olanlar, yeni yetişmeler. Gençler, tazeler.

nezaret

  • (Nedâret) Tazelik. Parlaklık. Letafet.

rehaset

  • Tazelik, yumuşaklık, incelik.
  • Ucuzluk.
  • Bir işi gevşek tutma.

revnak

  • Parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
  • Parlaklık, tazelik, süs.

revnak-bahş

  • Güzellik, tazelik ve parlaklık veren. (Farsça)

revnak-ı bahar

  • Baharın güzellik ve tazeliği.

revnak-nüma

  • Tâzelik, güzellik ve parlaklık gösteren. (Farsça)

reyean

  • Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme.
  • Her şeyin evveli, tazelik zamanı.

şad-abi / şâd-âbî

  • Sulu olma, suya kanmışlık. Tazelik. (Farsça)

şahbeyt

  • Edb: Bir şiirin en güzel beyti. Gazelde matla'dan sonraki beyt.

şazeli / şazelî / şâzelî

  • (Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b
  • Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.

şebab / şebâb

  • Gençlik, tazelik.

şebabiyet / şebâbiyet

  • Gençlik, tazelik. Yiğitlik. Civanlık.
  • Gençlik, tazelik.
  • Gençlik, tazelik.

sünusi / sünusî

  • (Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy

tafazzuh

  • Rezillik, kepazelik. Rüsvaylık.

tanzir

  • Tazeleştirme, tazelendirme.

taravet / tarâvet / طراوت / طَرَاوَتْ

  • Tazelik. Körpelik.
  • Tazelik.
  • Tazelik.
  • Tazelik. (Arapça)
  • Tazelik.

taravet-i bimisal / tarâvet-i bîmisâl

  • Benzersiz tazelik.

tartib

  • Islatma, rutubetlendirme. Islatılma.
  • Tâzelik verme.
  • Hoşlandırılma.
  • Hurmanın rutubetli olması.

tazegi / tazegî / tâzegî / تازگى

  • Tazelik, yenilik, körpelik. (Farsça)
  • Gençlik. (Farsça)
  • Körpelik, tazelik. (Farsça)
  • Gençlik. (Farsça)
  • Yenilik. (Farsça)

tecdid / tecdîd

  • Yenileme. Yenilenme. Tazelenme.
  • Yenileme, tazeleme.

tecdid-i iman / tecdîd-i îmân

  • İmanı yenileme, tazeleme.
  • Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.

tecdid-i lezzet

  • Lezzeti yenileme, tazeleme.

tecdid-i nikah / tecdid-i nikâh / tecdîd-i nikâh

  • Nikâh tazeleme. Nikâh yenileme.
  • Nikâhı yenileme, tâzeleme.

tecdidat / tecdidât

  • Yenilemeler, tazelemeler.

teceddüd

  • Tazelenme. Yenilenme.

teceddüt

  • Yenilenme, tazelenme.

tegazzül / تغزل

  • (Çoğulu: Tegazzülât) (Gazel. den) Gazel tarzında şiir yazma.
  • Gazel söyleme.
  • Gazel söyleme. (Arapça)

teravet

  • Tazelik.

terbi'

  • Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma.
  • Dörde bölme.
  • Dört köşe etme.

terci'-i bend

  • Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L. (Farsça)

terkib-i bend

  • Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.

tesdis

  • (Çoğulu: Tesdisât) (Süds. den) Gazelin her beytine dörder mısra ilâve ile onu müseddes (altı mısralı) hâline getirmek.

tesmit

  • Edb: Gazel yahut kasideyi "müsemmat" tarzında tanzim etme.

teştir

  • Edb: Bir gazeli teşkil eden beyitlerin beher mısraı arasına ikişer mısra ilâve etmek.

tufuliyyet

  • (Tufulet) Çocukluk. Küçüklük. Yavru oluş.
  • Ter u tazelik.

unfuvan

  • Gençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı.
  • Parlaklık, tazelik.

unfuvan-ı şebab

  • Gençlik çağı, tazelik.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın