LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Azan ifadesini içeren 590 kelime bulundu...

abbas

  • Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın amcalarındandır ve Mekke'nin fethinde Müslüman olmuştur.
  • Arslan, gazanfer.

abdal

  • Evliyadan fazla nuraniyet kazanmış ve bir anda birkaç yerde görünebilen zâtlar.

adette bid'at / âdette bid'at

  • Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.

afv-i anilkat'

  • Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.

ağda

  • Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her nevi şeker vesaire.

ahun-bür

  • Yer kazan, delik açan. Lağamcı. (Farsça)

ahz-ı mevki

  • Yer edinme, makam kazanma.

aidat

  • (Tekili: Aide) Gelirler, kazançlar.
  • Resim, vergi. İrad. Belirli sürelerde bir derneğe ödenmesi taahhüd edilen para.

aide / âide / عائده

  • (Çoğulu: Avâid - Aidat) Kâr, kazanç, fayda, gelir.
  • Kâr, kazanç, gelir. (Arapça)

akar / عقار

  • Kazanç sağlayan mülk. (Arapça)

akarat / akarât / عقرات

  • Kazanç sağlayan mülkler, akarlar. (Arapça)

akl-ı meaş / akl-ı meâş

  • Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

akont

  • Sonradan hesaplaşmak üzere bir borç veya kazanç hissesinden alacaklıya yapılan ödeme. (Fransızca)

akrebe

  • Dişi akrep.
  • Çevik ve zeki cariye.
  • Ayakkabı bağcığı.
  • Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.

ala / alâ

  • Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc

alem-i hab / âlem-i hâb

  • Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır.

amatör

  • Bir işi para kazanma maksadıyla değil de, zevk için yapan kimse. (Fransızca)

amel-i uhreviye

  • Âhireti kazanmak için yapılan amel, iş.

ampirizm

  • (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj

arabi aylar / arabî aylar

  • Hicrî senenin on iki ayı. Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebî'ul-evvel, Rebî'ul-âhir, Cemâzil-evvel, Cemâzil-âhir, Receb, Şa'bân, Ramazan, Şevvâl, Zilka'de, Zilhicce.

arazi / arazî / عَرَض۪ي

  • Sonradan kazanılan.

arif / ârif

  • Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.
  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.
  • Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.

arız / ârız

  • Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
  • Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
  • Kalın ve geniş bulut.
  • Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
  • İnsanın yanağı.

asabe

  • Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.

asar-ı mergube / âsâr-ı mergube

  • Muteber ve rağbet kazanmış olan eserler.

asem

  • Kesbetmek. Kazanmak. çalışmak.
  • Dirsekten itibaren elin kuruyup çolak ve eğri olması.
  • Ayağın topuktan kuruyup eğilmesi ve aksak olması.

aşere-i mübeşşere

  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b

asf

  • Zulüm. Haksızlık.
  • Can çekişme.
  • Emek çekip kâr kazanma.
  • Bir tarafa eğilme.
  • Sür'atle gitme.
  • Rüzgârın kuvvetle esmesi.
  • Taze ekin yaprağı.
  • Ekin taze iken biçme.

ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin

  • Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl

aşiret-i galip

  • Galip gelen, kazanan aşiret.

aşr-ı ahir / aşr-ı âhir

  • Son on gün; Mübarek Ramazan ayının son on günü.

aşr-i ahir / aşr-i âhir

  • Ist: Ramazan ayının son on günü.

aşr-i ahir-i ramazan / aşr-i âhir-i ramazan

  • Ramazanın son on günü.

aşr-ı sani-yi ramazan / aşr-ı sâni-yi ramazan

  • Ramazanın ikinci onuna ait günler.

aşr-ı ula-yı ramazan / aşr-ı ûlâ-yı ramazan

  • Ramazanın ilk on günü.

atid

  • Tedarik olunmuş. Hazır ve müheyya.
  • Günah ve sevabları yazan melek.

bakalorya

  • Lise tahsilinden sonra imtihan neticesi kazanılan olgunluk. Olgunluk imtihanı ve diploması. (Fransızca)

başmuharrir

  • Başyazar, bir süreli yayında başmakaleleri, başyazıları yazan yazar.

batıl / bâtıl

  • Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
  • Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
  • Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
  • Şirk, putlara tapmak.

bayram

  • İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
  • Cumâ günü.
  • Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
  • Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama

bayram namazı

  • Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz.

bedr muharebesi

  • Bedir, Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer olup; Hz. Peygamber Efendimizin hicretinin ikinci senesi orada Kureyşîlere karşı kazandıkları muzafferiyetle meşhurdur. Bedir, bir ovanın kenarında olup Mescid-ül Gamame isminde bir câmi ve Bedir muharebesinde şehid olan sahabelerden 1

belh

  • Bazan, sivâ (gayri) manasını ifâde eder.

beşir

  • Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü.
  • Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse.
  • Peygamberimizin bir vasfı.

bevval-i çeh-i zemzem / bevvâl-i çeh-i zemzem

  • Zemzem kuyusuna işeyen.
  • Mc: Yalnız şöhret kazanmak ve adı anılmak için uygunsuz iş yapan.

bezirgan / bezirgân

  • Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse, tüccar.

bikar / bîkâr

  • İşsiz, kazançsız.

büniyye

  • (Çoğulu: Büniyyat) Her nesnenin aslı ve yaratılması, fıtrat.
  • Sazan balığı.
  • Meçhul yol.

burjuva

  • Hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse.

çağrışım

  • Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de

canbaz

  • (Çoğulu: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz.
  • Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse.
  • Aldatan, hilekâr, hile yapan.
  • Eskiden atlı fedai asker.

carim

  • Cürüm ve kabahat sahibi. Suçlu.
  • Ailesinin maişetini kazanan.
  • Kesen.
  • Hurma toplayan.

ce'b

  • Kesbetmek, elde etmek, kazanmak.
  • Yaban eşeğinin büyüğü.
  • Kırmızı toprak boya.
  • Göbek.

ceda

  • Bol yağmur, rahmet.
  • Hediye, ihsan. İn'âm.
  • Avantaj, kazanç.

celb-i kulub / celb-i kulûb

  • Kalbleri çekme, kalbleri kazanma.

çem

  • Naz ve eda ile salınarak yürüme. (Farsça)
  • Ziynetli, süslü, düzgün. (Farsça)
  • Cürüm, kabahat, suç. (Farsça)
  • Taam, yemek. (Farsça)
  • Mâna. (Farsça)
  • Kazanılmış, toplanılmış. (Farsça)

cem'iyyet

  • (Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et.
  • Bir yere cem' olma.
  • Mânevi birlik teşkil eden cemaat.
  • Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müstenid

cemaziyel ahir

  • Arabi ayların altıncısıdır. (Arabi aylar: Muharrem, Safer, Rabiyy-ül-evvel, Rabiyy-ül-âhir, Cemaziyel-evvel, Cemaziyel-ahir, Receb, şaban, Ramazan, şevval, Zilkade, Zilhicce'dir)

cerre çıkma

  • Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.

ciris

  • Sazan balığı.

cismani kur'an-ı kebir / cismânî kur'ân-ı kebîr

  • Maddî yapı kazanmış büyük Kur'ân, kâinat kitabı.

cürcani / cürcanî

  • (Seyyid Şerif Ali Bin Muhammed) : (Hi: 760-830) Astarabad (Cürcan) civarında Tacu'da doğmuştur. Mısır'a giderek orada çeşitli âlimlerden ders okumuştur. Şiraz'da müderrislik yapmıştır. Sa'duddin-i Taftazanî ile kapanan Mütekaddimîn devrinden sonra açılan Müteahhirîn-i Ulemâ devrinin birincisi bu Sey

dal

  • Kur'ân ve imân yolundan sapan. Dalâlete giden, azan.
  • Azdırıcı, sapkın.
  • Şaşkın.

dall

  • Azan. Azıcı, azdırıcı. Dalalette olan.

dava vekili

  • Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi.

demagoji

  • yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.

dembedem

  • Bazan. Vakit vakit. Arasıra. (Farsça)

deramed / derâmed / در آمد

  • Kazanç, gelir. (Farsça)

ders-i amm

  • Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan.
  • Asistan.
  • Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim.

dest-keş

  • Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran. (Farsça)
  • Kazanç. Kâr. (Farsça)
  • Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey. (Farsça)
  • Dilenci. (Farsça)
  • Bir işten vazgeçen. (Farsça)

dest-renc

  • El emeği. El ile yapılan iş. (Farsça)
  • Ücret, kazanç, kâr. (Farsça)

dinde bid'at

  • Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.

dırgam

  • (Çoğulu: Darâgım) Arslan, esed, gazanfer, şir, leys, haydar.

dur-nüvis

  • Uzağı yazan. Telgraf. (Farsça)

ebdal

  • (Tekili: Bedil veya Bedel) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir.

edib / edîb / اَد۪يبْ

  • Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan.
  • Edebli, terbiyeli.
  • Edebiyatçı, güzel konuşan ve yazan.
  • Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
  • Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.
  • Edebî konuşan veya yazan.

efsane-perdaz

  • Hikâye yazan, masal uyduran, meddah, romancı. (Farsça)

ehass-ül havas / ehass-ül havâs

  • En hâlisin hâlisi. Şuhudi imân sahibleri olan evliyalar. Cenab-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olan enbiyâ ve evliya. Efdallerin efdali, sâlihlerin sâlihi.

ehemmiyyet / اهميت

  • Önem. (Arapça)
  • Ehemmiyet atfetmek: Önem vermek, önemsemek. (Arapça)
  • Ehemmiyet kesb eylemek: Önem kazanmak. (Arapça)

ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri

  • İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.

ekseriyet-i sülüsan

  • Ekseriyet kazanacak tarafın en az mevcudun sülüsânı (üçte ikisi) miktarında olması şartıyla olan ekseriyet.

eksper

  • Uzun tecrübe neticesi bir sahada ihtisas kazanan, meleke sahibi olan kimse. (Fransızca)

el-kasibü habibullah / el-kâsibü habibullah

  • Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ma'rifetini ve rızâsını kazanan onun habibidir, sevgili kuludur. (Hadis meâli)

emek-dar

  • Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi. (Farsça)

enduhte

  • Biriktirmiş, biriktirilmiş. Kazanmış, kazanılmış, Hazırlanmış. (Farsça)
  • Ödenmiş. (Farsça)

enduz

  • Kazanan, elde eden, biriktiren, toplıyan mânalarına gelir ve kelimeleri sıfat yapar. (Farsça)

enes ibn-i malik

  • Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayat

erbab-ı kulub / erbâb-ı kulûb

  • Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.

erbab-ı siyer

  • Peygamberimizin (a.s.m.) hayatı, ahlâkı, sözleri ve yaşayışı hakkında kitap yazanlar, İslâm tarihçileri.

erbah

  • (Tekili: Ribh) Ribhler, faydalar, kazançlar, kârlar, gelirler.
  • Faizler.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

eshab-ı bedr / eshâb-ı bedr

  • İslâm târihinin ilk ve en önemli muhârebesi olan Bedr savaşında Peygamber efendimiz ile birlikte Mekkeli müşriklere (puta tapanlara) karşı harbedip kıyâmete kadar unutulmayacak şanlı bir zafer kazanan üç yüz on üç kahraman mücâhid.

eshab-ı resulullah / eshâb-ı resulullah

  • Peygamberimizi görüp onun sohbetine erişme şerefini kazanmış mü'minler.

evahir-i ramazan

  • Ramazan ayının sonları, son günleri.

eyvallah

  • Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.

eyyam-ı ma'dudat / eyyâm-ı ma'dûdât

  • Sayılı günler; Ramazan ayının bütün günleri.

eyyamün ma'dudat

  • Kurban bayramının son üç günü.
  • Sayılan günler.
  • Ramazan-ı Mübârekin sayılı günleri.

facia-nüvis / fâcia-nüvis

  • Acıklı ve hazin tiyatro romanı yazan kimse. (Farsça)

faide / fâide / فائده

  • (Çoğulu: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.
  • Yarar, kazanç, fayda. (Arapça)

faiz / fâiz / فائض

  • Taşan. (Arapça)
  • Faiz, paradan elde edilen kazanç. (Arapça)

favori

  • Sakalın kulak hizasından yanağa doğru inen kısmı. (Fransızca)
  • Bir müsabakayı kazanacağı tahmin edilen şahıs, takım veya hayvan. (Fransızca)

fayda / فایده

  • Yarar, fayda, kazanç. (Arapça)

fazilet-i imaniye

  • İmanın kazandırdığı üstünlük.

fazilet-i islamiye / fazilet-i islâmiye

  • İslâmın insanlara kazandırdığı erdem, üstünlük.

fe

  • (Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.

fer'

  • Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak.
  • Bir aslın neticesi.
  • Bir cemaatın şerefli ve daha meşhuru.
  • Kazancı olan mukayyed mal. Hâzır ve muhâfaza altında olan.
  • Yükseğe çıkmak ve iki nizalı olanın arasına girip ıslah etmek.
  • Asıl mes'eleden kollara ayrı

fettah

  • Zafer kazanmış, üstün gelmiş.
  • Fetheden, açan.
  • Kullarının kapalı işlerini açan, Cenab-ı Hakk.

fevaid / fevâid / فوائد

  • Faydalar, menfaatler, kârlar, kazançlar.
  • Yararlar, faydalar, kazançlar. (Arapça)

feyh

  • Sıcağın şiddetlenmesi.
  • Koku yayılmak.
  • Kazan kaynamak.
  • Yara kanamak.

fıtr bayramı

  • Müslümanların iki dînî bayramından birisi olan Ramazan bayramı.

fıtra

  • Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v
  • Fitre: Ramazan'da bölünmeden verilmesi şer'ân vacip olan fıtr, sadaka.

gabn

  • Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.

gah / gâh

  • Arasıra, bazan.

galat-nüvis

  • Yalan yanlış yazan, yanlış tesbit eden. (Farsça)

ganimet / ganîmet / غنيمت

  • Savaşta düşmandan alınan her türlü eşya. (Arapça)
  • Bedelsiz kazanç. (Arapça)

ganimin / ganimîn

  • Harbe bizzat iştirak edip, ganimet almağa hak kazanan muzaffer mücahidler.

garr

  • Beyhude ve bâtıl şey.
  • Gafil adam.
  • Aldatan.
  • Kuyu kazan.

gayr-ı müekkede

  • Tekrarlanmamış ve takviye edilmemiş.
  • Zannî ve kat'î delil ile sâbit olmayıp, Peygamberimizin (A.S.M.) bazan devam buyurdukları iş veya amel.

gazel-nüvis

  • Gazel yazan. (Farsça)

gece-i ramazan

  • Ramazan gecesi.

geh

  • Ara sıra. Bazan. (Farsça)

gudde-i nekfiyye

  • Tıb: Kulak memesinden çeneye kadar olan kısımda bazan ufak ufak meydana gelen bezler.

gur-ken

  • Mezarcı, mezar kazan. (Farsça)

haci / hacî

  • (Hicv. den) Hiciv yazan, hicveden, yeren.

hadis-i muddarib / hadîs-i muddarib

  • Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.

hafaza melekleri

  • Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer (kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve cinlerden koruyan melekler. Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olm uştur.

haffar / haffâr

  • Çukur kazan, kuyu kazan.
  • (Kuyu vs.) kazan, kazıcı.

hafir / hâfir / حافر

  • Kazan, kazıcı, hafriyat yapan. Yerde çukur açan.
  • Kazan, kazıcı. (Arapça)

hafir-i bi'r / hâfir-i bi'r

  • Kuyu kazan.

hafir-i kabr / hâfir-i kabr

  • Mezar kazan, mezarcı.

hak / حق

  • Tanrı. (Arapça)
  • Doğru. (Arapça)
  • Pay. (Arapça)
  • Hak etmek: Kazanmak. (Arapça)

hal / hâl

  • Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d

hame-i şekva / hâme-i şekvâ

  • Şikâyet kalemi. şikâyet yazan kalem.

hame-ran / hâme-rân

  • Kalem yürüten, yazan. (Farsça)

hamele-i hüccet

  • Günah ve sevabları yazan melekler.

hamsenüvıs

  • Hamseci, hamse yazan. Mesnevi tarzıyla beş kitabdan ibâret bir takım yazan kimse. (Farsça)

hariri / harîrî

  • Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

hars

  • Tarla sürmek.
  • Maarif.
  • Mal toplamak, kazanmak.
  • Teftiş ve tedbir eylemek.
  • Sürme, koruma, ekme, kazanma.

hasılat / hâsılat / حاصلات

  • Herhangi bir işten elde edilen şeyler, gelir, kazanç, kâr.
  • Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad.
  • Kazanç, gelir. (Arapça)

hasılat-ı safiye / hâsılat-ı sâfiye

  • Sâfi kazanç. Net kâr. Bütün masraflar çıktıktan sonra kazanç olarak geri kalan hâsılat.

hasılat-ı seneviyye / hâsılat-ı seneviyye

  • Senelik kazançlar, yıllık gelirler.

hattat / خطاط

  • Çok güzel yazı yazan san'atkâr.
  • Güzel yazı yazan kimse.
  • Hattat, güzel yazı yazan. (Arapça)

havafir

  • (Tekili: Hâfir) Kazanlar, yeri kazıcılar.
  • Hayvan, dâbbe tırnakları.

havale

  • Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
  • Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
  • Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
  • Postadan gelen emanet kâğıdı.

haydar

  • Yiğit, cesur, kahraman.
  • Hz. Ali'nin (R.A.) bir nâmı,
  • Arslan, gazanfer.

hayide-gu / hayide-gû

  • Değersiz sözler söyleyen kimse. (Farsça)
  • Değersiz şiirler yazan kimse. (Farsça)

hayrat / hayrât

  • Sevâb kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler, hayırlar.

hazangah / hazangâh

  • Hazan yeri. (Farsça)
  • Dünya. Göçecek âlem. (Farsça)

hazanlika

  • Soluk yüzlü, sararmış, solmuş. Hazân yüzlü. (Farsça)

hazef

  • Eski yazıda hepsi noktasız harflerden müteşekkil olarak yazılan şiirler ve nesirler. Hüner göstermek için bu şekilde yüz beyitlik kasideler yazan şairler vardı.

hazırlöp

  • Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta.
  • Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç.

hebş

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Kazanmak, kesbetmek.

hediye-i ramazaniye

  • Ramazan hediyesi.

hel

  • Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.

helesaya çıkmak

  • Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.

herseme

  • Arslan, gazanfer, esed, haydar.
  • Burun.

heyamola

  • Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
  • Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini

heytale

  • (Çoğulu: Heyâtıl) Helva kazanı.

hikmet-enduz

  • Hikmet kazanan.

hilal-i id / hilâl-i îd

  • Bayram hilâli; Ramazan'nın son günü akşamı görülen Şevval ayı hilâli.

hilal-i ramazan / hilâl-i ramazan

  • Ramazan ayının başladığını gösteren hilâl; yeni ay.

hilal-i savm / hilâl-i savm

  • Oruç hilâli. Ramazanın geldiği kendisi görünmekle bilinen hilâl.

hırs-ı sevap

  • Daha çok sevap kazanma hırsı.

hizber

  • (Hizebr) (Çoğulu: Hezâbir) Aslan, gazanfer. (Farsça)
  • Mc: Cesur, yiğit, kahraman, yürekli adam. (Farsça)

hoşkalem

  • Kâtip. İyi yazı yazan. (Farsça)
  • Hilekâr, hileci. (Farsça)

hübaşe

  • (Çoğulu: Hübâşât) Kesbetmek, kazanmak, çalışmak.

hudus / hudûs

  • Sonradan meydana gelme, yok iken sonradan varlık kazanma.
  • Sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma.

hulk

  • Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet.
  • İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.

hulul

  • Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
  • Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
  • Halletmek.
  • Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
  • Gelip çatmak.
  • Bir menzile inmek.
  • Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ

hulul-i ramazan

  • Ramazan ayının gelmesi.

i'tikaf / i'tikâf

  • İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.
  • Bir şeye devam etmek.
  • Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.

i'tizam

  • (İtizam) Büyüklük kazanmak. Azametlenmek. Büyüklenmek.

iade-i itibar

  • Ticarette iflâstan kurtulma.
  • Kaybedilen itibarı tekrar kazanma. Şerefini kurtarma.

ibka / ibkâ / ابقا

  • Devamlılık kazandırma. (Arapça)
  • Sınıfta bırakma. (Arapça)
  • İbkâ etmek: Devamlılık kazandırmak, yaşatmak. (Arapça)

ibn-ül-vakt

  • Kalbi halden hâle değişen velî. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler. Bunlara erbâb-ı kulûb da denir.

ictirah

  • El emeği ile kazanılan para ile geçinme.

id-i fıtr / îd-i fıtr / عيد فطر

  • Ramazan Bayramı.
  • Fıtr Bayramı, Ramazan Bayramı.
  • Ramazan bayramı, şeker bayramı.

id-i said-i fıtr / îd-i saîd-i fıtr

  • Mutlu Fıtır Bayramı; Ramazan Bayramı.

id-i said-i fıtri / îd-i saîd-i fıtrî

  • Mutlu Fıtır Bayramı; Ramazan Bayramı.

idman

  • Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak.
  • Beden terbiyesi. Jimnastik.

idris

  • Hz. Adem'in (A.S.) evlâdlarından ve Kur'anda ismi zikredilen, ilk yazı yazan, terzilik yapan peygamber (A.S.)

ifkad

  • Kaybettirme, kazandırmama.

iftar / iftâr / افطار

  • Oruç açma. (Arapça)
  • Ramazan ayında verilen akşam yemeği. (Arapça)
  • İftâr etmek: Oruç açmak. (Arapça)

ihraz / ihrâz / احراز / اَحْرَازْ

  • Nail olmak. Erişmek.
  • Kazanmak. Kesbetmek.
  • Birisini güzel bir surette korumak.
  • Kazanma, elde etme.
  • Nail olmak, kazanmak, almak.
  • Kazanma, erişme.
  • Kazanma, elde etme. (Arapça)
  • İhraz etmek: Kazanmak, elde etmek. (Arapça)
  • Kazanma, elde etme.

ihraz eden

  • Kazanan.

ihtikar / ihtikâr

  • Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.
  • Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk.
  • Hakarete katlanmak.

ihtisas

  • Özellik kazanma, uzmanlaşma.

ihya / ihyâ / احيا

  • Diriltme, yaşatma. (Arapça)
  • Canlılık kazandırma. (Arapça)
  • Geceyi ibadet ederek geçirme. (Arapça)
  • İhyâ olunmak: Yaşatılmak, canlandırılmak. (Arapça)

ikdar

  • (Kudret. den) Kudret verme, kuvvetleştirme, güç kazandırma. Geçimini sağlama.
  • Birini kayırma.

iki hilal ortası / iki hilâl ortası

  • Ramazan ayı; Ramazan ile Şevval aylarının hilâllerinin ortası.

iktina'

  • Yığma, biriktirme.
  • Çalışarak kazanma.
  • Meslek edinme.
  • Tuzak kurup avlanma.
  • İmsak etme.
  • Sermâye verme.

iktiraf

  • Emek çekerek kesb ü kâr eylemek, kazanmak.
  • Günah kazanmak.

iktisab / iktisâb / اكتساب

  • Kazanma.
  • Tahsil etme.
  • Elde etme.
  • Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek.
  • Kazanma, edinme.
  • Kazanma, çalışarak kazanma. (Arapça)
  • İktisâb etmek: Kazanmak. (Arapça)
  • İktisâb eylemek: Kazanmak. (Arapça)

iktisab etmek

  • Kazanmak, edinmek.

iktisab-ı şan ü şöhret

  • Şan ve şöhret kazanma, meşhur olma.

iktisabat

  • (Tekili: İktisab): İktisablar, kazanmalar, elde etmeler ve edinmeler.

ilm-i hadis

  • (İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir.

ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'

  • İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

imameyn

  • İki İmam.
  • Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.

imsakiye

  • Ramazanda imsak vakitlerini gösteren cetvel.

in'aş

  • Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.

ind

  • Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz

intisaf-ı ramazan

  • Ramazan ayının ortası.

inzal / inzâl

  • İndirmek.
  • Kur'ân-ı kerîmin, Ramazân-ı şerîf ayında Kadir gecesinde Levh-i mahfûzdan, dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma bir defâda, topluca indirilmesi.

irad / irâd / îrâd / ایراد

  • Varid kılmak. Getirmek. Söylemek.
  • Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.
  • Gelir, kazanç.
  • Getirme, söyleme. (Arapça)
  • Gelir, kazanç. (Arapça)
  • Suâl îrad edilmek: Soru yöneltmek. (Arapça)

irade

  • İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman.
  • Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç. (İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlar

irbah

  • (Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme.
  • Fâize para verme.

irtifad

  • Kazanma, kesbetme, kazanıp kâr etme.

işhar

  • Ün alma, meşhur olma, şöhret kazanma.
  • Kadın, doğum yapacağı aya girme.

isti'dad / isti'dâd

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
  • Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.

istifaza

  • Feyz alma, feyz bulma, feyizlenme. İlim, irfan ve mânevi zenginlik kazanma.

iştihar / iştihâr

  • Şöhret bulma, ün kazanma.

istihkak

  • Kazanılan şey, hak edilen.
  • Hakkını almak. Hakkını istemek.

istihvaz

  • Zafer kazanma, muzaffer ve muvaffak olma, galib gelme.

istiksab

  • Kazanma, kesbetme.

ıstılah / ıstılâh

  • Bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim.

istim

  • Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.

iştirak-i a'mal / iştirâk-i a'mâl

  • Sevap kazandıran işlerde ortaklık.

istisabe

  • Sevap kazanmak isteme.

istişhar

  • Şöhret sahibi olmak. Şöhret kazanmak.

itiyad / itiyâd / اعتياد

  • Alışkanlık. (Arapça)
  • İtiyâd kesb etmek: Alışkanlık kazanmak. (Arapça)

ittisa

  • Bollaşmak. Genişlik kazanmak. Genişlemek. Vüs'at.

ıyd

  • Bayram. Müslümanların sevinç ve neş'e günleri olan Ramazan ve Kurban bayramları.

ıyd-ı fıtr

  • Ramazan bayramı. Kamerî seneye göre Şevvâl ayının birinci günü.

kadim

  • (A, uzun okunur) Ayak basan. Ulaşan. Varan.
  • Azanın mukaddemesi olan insanın başı.

kadr (kadir) gecesi

  • Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içerisinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin indirilmeye başladığı mübârek gece.

kah / kâh

  • Bazan.

kalb ilmi

  • Evliyâdan bir zâtın rehberliğinde kazanılan ilim.

kalbzen / قلب زن

  • Kalpazan. Sahte para basan. (Farsça)
  • Yalancı. (Farsça)
  • Kalpazan. (Arapça - Farsça)

kalem

  • Levh-i mahfûz üzerine Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile bilip taktîr ettiği şeyleri yazan, nasıl olduğu insanlar tarafından bilinemeyen kalem.

kalemkeş

  • Yazan, yazıcı, yazar, müellif. (Farsça)
  • Çizen. (Farsça)
  • Yazıda silinti yapan. (Farsça)

kalemzen

  • Yazan, yazıcı, kâtib. (Farsça)

kalender

  • İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.

kallab

  • (Kalb. den) Düzenbaz, hilekâr.
  • Kalpazan. Sahte para basan kimse.

kanaat / kanâat

  • Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.

kanata

  • ing. Bol ağızlı su testisi.
  • Sıvı koymaya mahsus kap.
  • Bazan ölçü gibi de kullanılır.

kar / kâr

  • İş. Güç. Amel. Fiil. Temettü'. (Farsça)
  • Kazanç. (Farsça)
  • Para kazancı.

karih

  • (Çoğulu: Kuruh-Kavârih) Kesbedici, kazanan.
  • Dişleri tam olan davar.

karş

  • Kesbetmek, kazanmak.
  • Toplamak, cem'etmek.

kasib / kâsib / كاسب

  • Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
  • Kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi.
  • Kazanmaya çalışan.
  • Kazanan. (Arapça)

kaside-gu / kaside-gû

  • Kaside yazan, kaside söyliyen. (Farsça)

kaside-perdaz

  • Kaside yazan, kaside düzenliyen. (Farsça)

kaside-sera / kaside-serâ

  • Kaside söyliyen, kaside yazan. (Farsça)

kat'iyet kesb etme

  • Kesinlik kazanma.

katib / kâtib

  • Yazan, yazıcı, kitâbet eden. Usta yazıcı.

katib-i ezeli / kâtib-i ezelî

  • Her şeyin hayatının mukadderatını ezelden bilip yazan Cenab-ı Hak (C.C.)

katib-i vahy / kâtib-i vahy

  • Kur'an-ı Kerim âyetlerini yazan. Vahy kâtibi.

katibe / kâtibe

  • Yazan hanım.

katibin / kâtibîn

  • İnsanın amelini yazan melekler.

katibin-i kiram / kâtibîn-i kiram

  • İnsanın yaptığı bütün amelleri yazan melekler.

katip / kâtip

  • Yazıcı, yazan.

kavişger / kâvişger

  • Kazıcı, eşici, kazan. (Farsça)

kaza orucu / kazâ orucu

  • Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî

kaza ve kader kalemi

  • Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem.

kazan kaldırmak

  • Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı. (Türkçe)

kazan-ı erzak

  • Erzak kazanı.

kazan-ı rahmani / kazan-ı rahmânî

  • Rahmanî kazan.

kazanfer

  • (Bak: Gazanfer)

kedş

  • şiddetle sürmek.
  • Yırtmak.
  • Kazanmak.

keffaret-i savm / keffâret-i savm

  • Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.
  • Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.

ken

  • "Kazan, kazıcı, koparan, yıkan, söken." anlamlarına gelir ve kelimelere katılır. Meselâ: (Kuh-ken: Dağ deviren, tünel açan) gibi. (Farsça)

kesb / كسب / كَسْبْ

  • Kazanma.
  • İnsandaki seçme hareketi, istek, ihtiyâr. İsteğin uygulama safhasına sokularak ortaya konulması.
  • Kazanmak, kazanç.
  • Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu.
  • Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
  • Kazanma, edinme, işleme.
  • Kazanma, kazanç, edinme.
  • Geçimi sağlama için kullanılan âlet veya iş.
  • Kazanma.
  • Çalışarak kazanma. (Arapça)
  • Kazanma.

kesb eden

  • Kazanan.

kesb etme

  • Kazanma.

kesb etmek

  • Kazanmak.

kesb-i imtiyaz

  • Üstünlük, ayrıcalık kazanmak.

kesb-i insani / kesb-i insanî

  • İnsanın çalışarak kazanması, elde etmesi.

kesb-i istihkak

  • Hak etmek, kazanmak.

kesb-i kudret

  • Kudret ve kuvvet kazanma.

kesb-i külliyet

  • Kapsamlılık, genellik özelliği kazanma.

kesb-i kuvvet

  • Kuvvet kazanma, kuvvetleşme.

kesb-i letafet

  • İncelik, nuraniyet kazanma.

kesb-i liyakat

  • Ehliyet kazanma, lâyık olma, hak etme.

kesb-i malumat / kesb-i malûmat

  • Bilgi sahibi olma, bilgi kazanma.

kesb-i medeniyet

  • Medeniyet kazanma.

kesb-i muarefe

  • Tanımak, alışkanlık kazanmak.

kesb-i servet

  • Para kazanma.

kesb-i şiddet

  • Şiddet kazanma, şiddetlenme.

kesb-i şöhret

  • Şöhret kazanma, ün yapma.

kesb-i teşahhus-u şöhret / كَسْبِ تَشَخُّصُ شُهْرَتْ

  • Kendine has şöhret kazanma.

kesb-i vukuf

  • Vukuf kazanmak, öğrenmek.

kesben

  • Çalışma ve kazanma olarak.

kesbetmek

  • Kazanmak.

kesbi / kesbî

  • Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
  • Sonradan, kazanılarak olan.

kesbi olmadığını / kesbî olmadığını

  • Çalışarak kazanılmış olmadığını.

kesub

  • Çok kazanan ve kesbeden.

keth

  • Kesbetmek. Çalışmak, kazanmak. Amel ve sa'yetmek.

kett

  • Zayıf vücutlu kimse.
  • Mal kazanıp yığan.

kevzan / kevzân

  • (Bak: KAZAN)

kıdr

  • (Çoğulu: Kudur) Çömlek, tencere ve kazan gibi, yemek pişirmeye mahsus kaplar.

kimya-yı saadet

  • Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek.
  • İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.

kınkın

  • Yol gösterici, kılavuz.
  • Bir cins çekirge.
  • Yer altındaki suyun miktarını bilip kazan kimse.

kiramen katibin / kiramen kâtibîn / kirâmen kâtibîn

  • İnsanların iki tarafında bulunup, sevablarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.
  • İnsanların iki omuzunda bulunup, onların sevâb ve günâhlarını yazan iki melek. Hafaza melekleridir diyen âlimler de olmuştur.
  • Sağ ve sol yanımızdaki günah ve sevap yazan melekler.

kiramenkatibin / kirâmenkâtibîn

  • Günahları ve sevapları yazan melekler.

kırris / kırrîs

  • Sazan balığı.

kisb

  • Çalışma, kazanma.
  • İşleme, edinme, kazanma.

kisb ü kar / kisb ü kâr

  • Kazanç, iş güç.

kisb-i teşahhus-u şöhret

  • Şöhretle şahsiyet kazanma.

kisbi / kisbî

  • Kazanılmış, kesbedilmiş. Kesb ile alâkalı.

kötü din adamı

  • İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.

kuhken

  • Dağ kazan, dağ deviren. (Farsça)

kültür

  • Bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.

kumar

  • Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.
  • Para veya başka bir menfaat karşılığı oynanan oyun; birkaç kimsenin aralarında para veya mal toplayarak piyango çekip, isâbet etmeyenlerin isâbet edenlere mal veya para vermek için sözleşme veya para ile kazanmak için tahminde bulunma, toto. Karşılık lı para veya mal koyarak bahse tutuşma.

kunut duası / kunût duâsı

  • İtâat etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir namazının üç üncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan d

kurb

  • Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
  • Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.

kurban

  • Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
  • Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
  • Bir maksad uğrunda feda olma.
  • Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.

kurbiyyet

  • Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak.

kürsüb

  • Kesbetmek, kazanmak, çalışmak.
  • Sert ve sağlam ağaç.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kütt

  • Malı kazanıp yığan kimse.

letafet-i kalb / letâfet-i kalb

  • Kalbin nurluluk kazanması, maddî şeylerden soyutlanması.

levh-i kaza ve kader / levh-i kazâ ve kader

  • Kader ve kazanın levhası, yani: Olmuş ve olacak her bir şeyin ilm-i İlâhîdeki vücudları; yani, ilmen mevcudiyyetleri.

levid

  • Çok büyük tencere. Kazan. (Farsça)

leyali-i ramazan-ı mübareke / leyâli-i ramazan-ı mübareke

  • Mübarek Ramazan geceleri.

leyle-i kadr

  • Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin gelmeye başladığı mübârek gece.
  • Ramazân-ı mübârekin ve senenin en kudsi ve kıymetli gecesi. Kur'ân âyetlerinin ilk defa vahiy ile gelmeye başladığı gece.

lirik

  • Heyecan ve ahenge fazla ehemmiyet verilen şiir.
  • Bu tarzda şiir yazan şair.

lugatnüvis

  • Lügat yazan. (Farsça)

ma'rifet

  • Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek.
  • Hüner. Üstadlık. San'at.
  • Tuhaflık, garib hareket.
  • Vasıta, tavassut.
  • İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak.

ma-bihi-l-imtiyaz

  • Kendisi ile imtiyaz kazanılan şey.

ma-i mevsufe / mâ-i mevsufe

  • Şey mânasında nekre olup bir sıfattan evvel kullanılır. (Nazartu ilâ mâ mu'cebin leke: Sana hoş gelen şeye baktım) cümlesindeki gibi...Bazan da sıfatsız olur. (Ni'me-mâ: Ne güzeldir) (Meselen-mâ: Bir misâl olarak) kelimelerinde gördüğümüz gibi.

maaş

  • Kazanma yeri ve zamanı; dünya hayatı.

mah-ı ramazan / mâh-ı ramazan

  • Ramazan ayı.

mahkumun-leh / mahkûmun-leh

  • Dâvayı kazanmış olan. Lehine hükmolunan.

mahya

  • Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim.
  • Dam çatısında iki eğik sathın birleştiği çizgi ve buradaki aralığı kapatmak için kullanılan uzunca, oluk biçiminde kire
  • Ramazan-ı şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve şekiller.

makam / makâm

  • Yüksek dereceli me'mûriyet, me'mûrluk yeri, mevkî, mansıb.
  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin bu yolda ilerlerken kazandığı mânevî derecelerden her biri.

makam-ı mahbubiyet

  • Allah'ın sevgisini kazanma makamı, derecesi.

mal-i uhrevi / mal-i uhrevî

  • Âhiret için kazanılan sevap. Uhrevî mal.

mana / معنى

  • Anlam. (Arapça)
  • Manalandırmak: Anlam kazandırmak. (Arapça)

mansur / منصور

  • Tanrı'nın yardımıyla zafer kazanan. (Arapça)

me'cur

  • Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse.
  • Kiraya verilen.

meberrat

  • (Tekili: Meberre) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan işler.

meberre

  • (Çoğulu: Meberrât) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan iş.

meclub

  • Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış.
  • Tarafdarlığı kazanılmış kimse.
  • Aşık. Tutkun.

medar-ı şeref / medâr-ı şeref

  • Şeref vesilesi, şeref kazandıran sebep.

medeniyet-i mahza

  • Tam bir medeniyet; bütün yönleriyle medenîlik özelliğini kazanma.

medihasenc

  • Medihnâme yazan, övücü yazılar yazan. (Farsça)

mehasin-i ubudiyet / mehâsin-i ubudiyet

  • İbadetin kazandırdığı iyilik ve güzellikler.

mehd

  • Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer.
  • Yeryüzü.
  • Yayıp döşemek.
  • Kâr kazanmak.
  • Hazırlanmak.

mehd-i uhuvvet

  • Uhuvvet beşiği. Kardeşlik kazanılan yer.

mehib / mehîb

  • İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli, korkunç kimse.
  • Arslan, esed, gazanfer.

mekasib / mekâsib

  • (Tekili: Mekseb ve Meksib) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler.

mekseb

  • (Çoğulu: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir.
  • Kazanç yeri. Kazanç vasıtası.

meksub / meksûb

  • Kesbolunmuş. Kazanılmış.
  • Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş.
  • Yüksekten dökülen.
  • Çağlayan.
  • İrade ile elde edilmiş olan; kazanım, kazanç.
  • Kazanılmış.

meksube / meksûbe

  • Kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey.
  • Kazanılan.

melain

  • (Tekili: Mel'un) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.

melami / melâmî

  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.

meleke

  • Zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.

menfur-u umumi / menfur-u umumî

  • Genelin nefretini kazanan.

merabih

  • (Ribh. den) Ticâretten elde edilen kazançlar.

meş'

  • Kesbetmek, kazanmak.
  • Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak.

meşhur

  • Şöhret kazanmış, tanınmış.

meşhurat

  • (Tekili: Meşhur) Şöhret kazanmış ve meşhur olmuş kimseler. Şöhretliler.

meta

  • Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.

metr

  • Kesmek.
  • Çekmek.
  • Atmak. (Bazan fercten kinâye olur.)

mihfar

  • Toprak kazan âlet. Kazma.

mim

  • Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
  • Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
  • Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<

mircel

  • (Çoğulu: Merâcil) Kazan.

mirkat-ı cennet

  • Cenneti kazanmaya ve yükselmeye vesile olan anlamında Cennet merdiveni.

misvat

  • Kazan kepçesi.

mizah-nüvis

  • Eğlenceli mizahlı yazılar yazan. (Farsça)

mızfar

  • Zafer kazanan. Galib. olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz.

mu'lat

  • (Çoğulu: Meâli) şeref kazanmak.
  • Yüksek derece.

mübeyyiz

  • Temize çeken. İlk yazılan müsvedde sahifeyi temizce tekrar yazan.

mübzi'

  • Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere birine sermaye veren.

mücessem lafz-ı manidar / mücessem lâfz-ı mânidâr

  • Cisimleşmiş, bir kimlik kazanmış anlamlı lâfız.

müellif

  • (Ülfet. den) Te'lif eden. Kitab tertib eden, kitab yazan. Kitab meydana getiren.
  • İmtizac ettiren.
  • Telif eden, kitap yazan.
  • İmtizaç ettiren, kaynaştıran.
  • Kitap yazan.

müellifin / müellifîn

  • Kitap yazanlar; yazarlar.
  • (Tekili: Müellif) (Ülfet. den) Kitap yazanlar, eser sâhipleri. Te'lif edenler.

müfad

  • Sözün ifade ettiği mâna. İfade edilen.
  • Herhangi bir vesile ile kazanılmış menfaat. (Mefâd galattır)

mufahham

  • Büyüklük kazanmış, kerem sahibi, itibarlı, azim, büyük.

müfessir

  • Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
  • Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.

mugayyebat-ı hamse / mugayyebât-ı hamse

  • Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara me

muhaddis

  • Hadîs ilmini bilen, çok sayıda hadîs ezberleyen, yazan veya aktaran hadîs âlimi.
  • Hadîs âlimi. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.

muhaddis-i meşhur

  • Meşhur hadisçi; hadis ilmini bilen, çok sayıda hadis ezberleyen, yazan veya aktaran meşhur hadis âlimi.

muhaddisin-i kamilin / muhaddisîn-i kâmilîn

  • Hadis ilmini çok ileri derecede bilen, çok sayıda hadîs ezberleyen, yazan veya aktaran olgun hadis âlimleri.

muhakkak

  • Kesin, kesinlik kazanmış.

muharrir

  • Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan.

muhaşşi

  • Hâşiye yazan. Hâşiyeliyen.

muhlis

  • Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.

muhrez

  • Kazanılmış, elde edilmiş.
  • Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.

muhriz

  • (İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan.

mukabele / mukâbele

  • Ramazân-ı şerîf ayında câmide her gün Kur'ân-ı kerîmden bir cüz (yirmi sayfa) olacak şekilde cemâatin huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okumak.

mukaraza

  • Kazanca ortak olup zararı sermâyeye ait olmak üzere bir kimseye belirli bir miktar sermaye verme.

mukarrer

  • Kesinlik kazanmış; hakkında şüphe olmayan mesele.

mukarrizin / mukarrizîn

  • (Tekili: Mukarriz) Medhedenler, övenler. Medih yollu yazı yazanlar. Bir eseri medhedenler.

mükatebe / mükâtebe

  • Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
  • Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.

mükatib / mükâtib

  • Mektup yazan. Mektuplaşan.
  • Fık: Köle veyâ câriyesinin azâd edilmesini bir kazanca veya bir müddete bağlayan efendi.

mükerrem

  • Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan. (İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. Mek.)

mükessib

  • (Kesb. den) Teksib eden, kazandıran.

mükteseb / مكتسب

  • İktisab edilmiş. Kazanılmış. Elde edilmiş.
  • Kazanılmış.
  • Kazanılmış. (Arapça)

mükteseb hak

  • Kazanılmış, ele geçirilmiş, elde edilmiş hak.

müktesebat

  • Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.

müktesebe / مكتسبه

  • Kazanılmış. (Arapça)

müktesib

  • (Müktesibe) (Kesb. den) Elde eden, edinen, kazanan.

mülk / ملك

  • Yurt. (Arapça)
  • Kazanç getiren taşınmaz. (Arapça)

mülk-i habis / mülk-i habîs

  • Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk.

mümarese

  • (Çoğulu: Mümaresat) Çalışarak meharet kazanmak, üstadlık etmek. Bir işe devam ederek ihtisas sahibi olmak.
  • Duruşmak.

munazzım

  • Sıralayıp dizen, tanzim eden.
  • Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan.

münşi

  • (Neş'et. den) İnşâ eden, yapan. Yapısı, üslubu güzel olan.
  • Edb: Maksadı kâğıt üzerinde tasvir ve tesvid eden. İyi nesir yazı yazan, kâtib.

müreccil

  • Kazancı.

muris

  • Getiren. Veren. Kazandıran.
  • Fık: Miras bırakan.

mürtefid

  • Kazanan, faydalanan, edinen.

musab

  • Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.

müsab

  • Sevab kazanan, ettiği iyiliğin Allah'tan karşılığını gören.

musannif / مُصَنِّفْ

  • Sınıflandıran, kitap yazan.

musannifan

  • (Tekili: Musannif) Kitap yazan kadınlar. Kadın müellifler.

musannifin / musannifîn

  • (Tekili: Musannif) Musannifler, kitap yazanlar.

müşerref

  • Müşerref olmak: Şeref kazanmak.

müsevvid / مُسَوِّدْ

  • Müsvedde yapan, ilk nüshaları yazan, temize çekilecek olan yazıyı yazan.
  • Resmi dairede kâtip.
  • Müsveddeyi yazan.
  • Müsveddeyi yazan.
  • Müsvedde yazan.

müşir

  • Emreden, işaret eden, bildiren.
  • Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife

müslim

  • Ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı.

müstahak / مستحق

  • Hak eden, hak etmiş.
  • Kendisi kazanmış.
  • Hak kazanmış. (Arapça)

müstahik

  • Hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.

müstahikkin / müstahikkîn

  • Hak kazanmış olanlar, haketmiş olanlar.

mustalık gazası

  • Benî Mustalık gazasına Müreysî gazası da denilir. Benî Mustalık, Huzaa'nın bir şubesidir. Müreysî de bunların bir kuyusudur. Benî Mustalık, Resul-i Ekrem'le harb etmek üzere bu kuyu başında toplandıkları için bu sefer bu isimle anılır. Çeşitli râviler, bu gazanın hicrî dört veya beş veya altıncı sen

müstebdı'

  • Kazancı, kârı kendine yani veren kişiye âit olmak üzere sermaye verilen kimse.

müştedd

  • (Şiddet. den) Şiddetlenen, azan. Şiddetlenmiş.
  • Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış.

müstefad

  • (Feyd. den) Anlaşılıp istihrac olunan.
  • Kazanılmış olan, istifade edilmiş.
  • Mâna, mefhum.

müstefiz

  • (Feyz. den) İstifaze eden, feyz alan. Kazanç sâhibi olan.

müstehab

  • Sevilen, beğenilen. Peygamber efendimizin bâzan âdet olarak yaptıkları; yapılınca sevâb verilen yapılmayınca günâh olmayan şeyler.

mut'a

  • Geçici kazanç.
  • Şiilere mahsus süresi belirlenmiş nikah.

müt'a

  • Muvakkat kazanç.
  • Gayr-ı şer'i olan bir nikâh.
  • İntifa', faydalanma.

mütamettia

  • Kâr eden, kazanan, kârlı. (Doğrusu: Mütemettia)

mutazanni

  • (Mutazannin) (Zan. dan) Zan ile iş gören.

müteazziz

  • Taazzüz eden, izzet, kuvvet, kudret kazanan.

mütedaris

  • Ders ile meşgul olan, okuyup yazan.

müteeddibe

  • Edep kazanmış, terbiyeli.

mütegazzil

  • Gazel yazan.
  • Gazel söyleyen, gazel okuyan. Gazelhân.

mütelafi

  • Telafi eden. Kaybettiği bir şeye mukabil başka bir şey kazanan.

mütemetti'

  • (Mütu'. dan) Menfaatlenmiş, faydalanmış.
  • Umre ile hacc için ihram bağlanmış.
  • Kazanan, kâr eden.

mütesevvib

  • Farz namazdan sonra nâfile namaz kılan.
  • Sevab kazanan.

muttasıf

  • Sıfatlanan, özellik kazanan.

müverrih

  • Tarihçi, tarih yazan.
  • Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse.
  • Tarihçi, tarih yazan.
  • Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.

müverrihin / müverrihîn

  • (Tekili: Müverrih) Tarihçiler, tarih yazanlar.

muzaffer / مُظَفَّرْ

  • Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
  • Zafer kazanmış, galip.
  • Zafer kazanmış.
  • Muzaffer olmak: Zafer kazanmak.
  • Zafer kazanan.

muzafferen

  • Zafer kazanmış olarak.
  • Zafer kazanarak.

muzafferiyet / مظفریت

  • Zafer kazanma.
  • Zafer kazanma.
  • Zafer kazanma. (Arapça)

muzafferiyet-i kalbiye

  • Kalple kazanılan mânevî zafer.

müzaraa

  • Ziraat üzerine yapılan işler, ekincilikle ilgili olarak yapılan işler.
  • Toprağa, çalışmağa ve kazanca ortak olmak üzere kurulan şirket.

nakz

  • (Nakazân) (Çoğulu: Nevâkız) Sıçramak.
  • Talep etmek, istemek.

nam kazanma

  • Ün kazanma, ünlenme.

naşid

  • (Neşide. den) Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan.

nasir

  • Nesir yazan.
  • Saçan, yayan.

nazım

  • Nizamlayan, nazmeden. Manzume yazan, düzenleyen.

nefh

  • Nefh etmek: Nefes vermek, kazandırmak.

nefs-i mutmainne

  • İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler

nehhal

  • Toprak kazan, kazıcı.

niknam

  • İyi nam kazanmış, iyi ünlü. (Farsça)

nükteperdaz

  • (Çoğulu: Nükteperdâzân) Nükteli söz söyleyen, nükteli konuşan. (Farsça)

nüşur

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama

nüvis

  • Yazan, yazıcı. (Farsça)

ocak imamı

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.

oruç

  • (Bak: Savm - Ramazan)

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

oruç keffareti / oruç keffâreti

  • Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.

pak-baz

  • (Çoğulu: Pâk-bâzân) Temiz oynayan. (Farsça)
  • Mc: Sadakatli âşık. (Farsça)

peyda etmek / peydâ etmek

  • Kazanmak, elde etmek.

pir-i fani / pîr-i fânî

  • Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok yaşlı olan.

rabih

  • (Ribh. den) Kârlı, kazançlı, faydalı.

rakaha

  • Ticaret.
  • Kesb, kazanma.

rakamkeş

  • Rakam atan. Yazan çizen. (Farsça)

rakamzen

  • Yazıcı, yazan. Kayıt ve işâret eden. (Farsça)

rakım / râkım / راقم

  • Bir yerin deniz seviyesinden yükseklik derecesi. Kod.
  • Rakam yazan. Çizen. Tahrir eden, yazan.
  • Yazan. (Arapça)
  • Deniz seviyesinden yükseklik. (Arapça)

rakımü'l-huruf / râkımü'l-hurûf

  • Hattat, bu mektubu yazan.

ramazan

  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

ramazan-ı mübarek

  • Mübarek Ramazan ayı; hicrî ayların dokuzuncusu.

ramazan-ı mübareke

  • Mübarek Ramazan ayı.

ramazan-ı şerif / ramazan-ı şerîf

  • Mübarek Ramazan ayı.

ramazan-ı sükut / ramazan-ı sükût

  • Sessizlik ramazanı, sessizlik orucu.

ramazaniye / رمضانيه

  • Ramazan hediyesi olarak gelen Yirmi Dokuzuncu Mektup'ta yer alan Ramazan'a dair olan bölüm.
  • Ramazana ait. Ramazan hakkında.
  • Ramazan ayına dair medhiye veya kaside.
  • Ramazan ayı hakkında
  • Ramazan kasidesi. (Arapça)

resmiyet

  • Bk. resmiyyet.
  • Resmiyete dökmek: Resmîleştirmek, resmîlik kazandırmak.

revnak / رونق

  • Parlaklık. (Arapça)
  • Revnak vermek: Canlılık kazandırmak. (Arapça)

revnakbahş / رونق بخش

  • Parlaklık veren, canlılık kazandıran. (Arapça - Farsça)

ribah

  • (Tekili: Ribh) Kazançlar, kârlar, ticaretten elde edilen kârlar.

rıbh

  • Kâr, kazanç.

ribh

  • Kâr, kazanç.
  • Fâiz.
  • Kazanç, kâr.
  • Kazanç.

ribh-i ticari / ribh-i ticarî

  • Ticaret kazancı.

rubbema

  • (Rubbe-mâ) Bâzan, bâzı kere.

ruhaniyyun

  • (Tekili: Ruhanî) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.

ruhsat

  • (Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
  • Genişlik.
  • Kolaylık.
  • Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
  • İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.

sa'deddin-i taftazani / sa'deddin-i taftazanî

  • (Hicr: 722-792) Horasan taraflarında Teftazan'da doğdu. İslâmiyete kıymetli eserleriyle hizmet eden büyük âlimlerdendir. Asıl ismi Ömer oğlu Mes'ud'dur.

sadaka-i fıtır

  • İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v

sadaka-i fıtr

  • Ramazan bayramından evvel fıtra olarak verilen sadaka. Zengin (nisaba mâlik) her müslümanın (ihtiyar, genç, çocuk ve hattâ bunak da olsa) fakirlere vermeye mükellef olduğu sadakadır, vâcibdir. Nisaba mâlik olan bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de çocukları, hizmetçisi için sadaka-i fıtır veri

sahib-kıran

  • Her zaman muvaffak olan ve üstünlük kazanan hükümdar. (Farsça)

sahtekar / sahtekâr / ساخته كار

  • Sahte iş yapan, hilekâr. Kalpazan. (Farsça)
  • Sahteci. (Farsça)
  • Kalpazan. (Farsça)

sahur

  • Temcid yemeği. Ramazan'da şafaktan önce yenen yemekr.

şair

  • Şiir yazan. Sözünü vezin ve kafiye ile tertib eden.

salih / sâlih

  • İyi insan. Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman.

şarih / şârih

  • Şerh eden, bir kitaba açıklama yazan kimse.

şart edatı

  • Arapça'da, Türkçe'deki "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan edatlar, in, lev, emma gibi.

sebeb-i sür'at-i ef'al / sebeb-i sür'at-i ef'âl

  • Fiillerin sür'at kazanma ve hızlanması sebebi.

sebk

  • İleri geçme, ilerleme. Öne göçme.
  • Vâki olma.
  • Koşuda kazanan hayvan.

şehamet-i islamiye / şehamet-i islâmiye

  • İslâmiyetten gelen yiğitlik, İslâm'ın kazandırdığı akla ve zekâya dayanan cesaret.

şehid-i dünya / şehîd-i dünyâ

  • Allah rızâsı için cihâd etmeye, savaşmaya niyet etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden kişi. Dünyâ şehîdi.

şehr-i rahmet ve mağfiret

  • Rahmet ve bağışlama ayı; Ramazan ayı.

şehr-i ramazan

  • Ramazan ayı.
  • Ramazan ayı. Oruç ayı.

şehr-i savm

  • Oruç ayı olan mübarek Ramazan.

şehr-i sıyam

  • Oruç ayı, Ramazan.

şehrü'l-haram

  • Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.

şekimet

  • (Çoğulu: Şekâim) Mukavemet, dayanma. Sebat.
  • Dizgin, gem.
  • Kazan ve çömlek kulpu.

sekkaki / sekkakî

  • (Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.

ser-endaz

  • (Çoğulu: Ser-endazân) Çekinmez, pervasız, korkusuz. (Farsça)

serbaz

  • (Çoğulu: Serbâzân) Korkusuz, cesur, cesâretli. Yiğit. (Farsça)

şeref-yab

  • Şeref bulan, şeref kazanan. (Farsça)

şerefyab / şerefyâb

  • Şeref bulan, şeref kazanan.

şerhu'l-makàsıd

  • Büyük kelâm âlimi Sadettin Taftazanî'nin meşhur eseri.

sermaye

  • Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. (Farsça)
  • Kazanılmış ilim. (Farsça)
  • Hayat. Ömür. (Farsça)

sermaye-i ticaret

  • Ticaretin kazandırdığı servet; manevî sermaye.

servet-i riba / servet-i ribâ

  • Faizle elde edilmiş servet, kazanç.

sevab

  • Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.

sevapdarane / sevapdârâne

  • Sevap kazandırarak.

şevk-i kesb

  • Bir kazanç elde etme şevk ve gayreti.

şevval

  • Arabi aylardan onuncusu. Ramazandan sonraya geldiği için ilk üç günü mübarek Ramazan bayramıdır.
  • Hicrî ayların onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

şevval ayı / şevvâl ayı

  • Arabî ayların onuncusu, Ramazân-ı şerîften sonraki ay.

şevval-i şerif / şevvâl-i şerif

  • Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

şeylem

  • Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.

sical

  • Münavebe. Arab ata sözlerinde: "Harp sicaldir" denir. Yani: Bazan galibiyet ve bazan mağlubiyet ile devam eder.
  • (Tekili: Secl) Büyük ve içleri dolu su kovaları.

şıkz

  • (Çoğulu: Şekazân) Keler eniği.

şirane

  • Aslanca, gazanferâne. (Farsça)

sohbet-i irfaniye / sohbet-i irfâniye

  • İlim ve bilgi kazandıran sohbet; gerçeğe ulaştırıcı sohbet.

su'-i hal / sû'-i hâl

  • Kötü hal. Birini tezlîl için zahmetle etme iştigâl, Arkadaş kazanmaya, mâni sû'i hâl.

su-i kesb / sû-i kesb

  • Fiilin kötüye kullanılması, kötüyü kazanma, elde etme.

sud / sûd / سود

  • Kâr, faide, kazanç. (Farsça)
  • kâr, kazanç. (Farsça)
  • Yarar. (Farsça)

sudmend

  • Kazançlı, faydalı, kârlı. (Farsça)

şuhur-u selase / şuhûr-u selâse

  • Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan ayları.

şühur-u selase / şühur-u selâse

  • Arabî üç aylar. Receb, Şaban ve Ramazan ayları.

süleyman çelebi

  • İlk mevlid yazan ve bunda en çok muvaffak olan ehl-i velâyet bir zât olup, hicri 780'de Bursa'da vefat etmiştir. "Vesilet-ün Necât", meşhur mevlid kitabının esas adıdır.

sümme

  • Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır.
  • Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.

tahami

  • İhraz etmek. Erişmek. Kazanmak.

tahayyüz

  • (Hayz. den) Yer tutmak, yer almak.
  • Ehemmiyet kazanmak.
  • Fiz: Herhangi bir cismin boşlukta yer alması.

tahsil

  • Elde etme, kazanma.

tahsil etmek

  • Elde etmek, kazanmak.

takarrüş

  • Kesbetmek, almak, kazanmak.

tarab-enduz

  • Ahenk kazanan.

tarihnüvis

  • (Çoğulu: Tarihnüvisân) Tarih yazan. Müverrih. (Farsça)

tavla

  • Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)

tebahhur

  • (Bahr. den) Bir şeyin içine dalma ve derinliğine varma. Bir ilimde derin ihtisas kazanma.

tecrübe-i ilmiye

  • İlmin kazandırdığı deneyim.

tefviz / tefvîz

  • Ismarlama, havâle etme.
  • Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
  • Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.

tekaya / tekâya

  • (Tekili: Tekye) Tekyeler. (Türkçede bazan "tekke" şeklinde de kullanılır.)

tekbir / tekbîr

  • Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
  • "Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
  • Ramazan ve Kurban

tekessüb

  • Kazanmak.

tekeyyüf

  • Bir nitelik kazanma.
  • Nitelik kazanma.

teksib

  • (Kesb. den) Kazandırma.

telif eden

  • Yazan, kaleme alan.

temayüz / temâyüz / تمایز

  • Seçkinlik, üstünlük, ayrıcalık. (Arapça)
  • Temayüz etmek: Seçkinlik kazanmak, ayrıcalık kazanmak, dikkat çekmek. (Arapça)

temcid / temcîd

  • Allah'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. Ramazan'da sahura kalkmak.

temettü / تمتع

  • Kazanç, kâr. (Arapça)

temettu'

  • (Çoğulu: Temettuât) Kazanma, kâr etme.
  • Kâr, fayda, menfaat.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Mühlet vermek.
  • Yoldaş olmak.

temettuat / temettuât

  • (Tekili: Temettu') Kârlar, kazançlar, faydalar.

temeyyüz / تميز

  • Kendini gösterme, sivrilme, ayrıcalık kazanma. (Arapça)
  • Temeyyüz etmek: Kendini göstermek. (Arapça)

temlik

  • Mal sahibi etmek. Birine mülkü kazandırmak, sahib etmek.
  • Mülk olarak vermek.

tenebbüh

  • Uyanış; filizlenip hayat belirtisi kazanma.

terakku'

  • Sıkıntı ve emek ile kazanma.

teravih

  • Ramazan gecelerinde kılınan ve sünnet olan yirmi rek'atlık namaz.

teravih namazı / terâvih namazı

  • Ramazân ayında yatsı namazından sonra kılınan yirmi rek'atlik nâfile namaz.

terviç

  • Revaç kazandırma, değerini artırma.

teşahhus / تَشَخُّصْ

  • Kendine has kimlik kazanma.

teşahhusat-ı cüz'iye

  • Ferdî şahıslanma, bireysel kimlik ve yapı kazanma.

tesciye

  • (Seciye. den) Üstün ahlâk kazandırma.
  • Bir nesneyi örtmek.

tesevvüb

  • (Sevâb. dan) Sevap kazanma, sevaplanma.
  • Farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılma.

teşhis / teşhîs / تشخيص

  • Ayırt etme. (Arapça)
  • Kişilik kazandırma. (Arapça)
  • Tanı. (Arapça)
  • Teşhîs edilmek: (Arapça)
  • Ayırt edilmek. (Arapça)
  • Tanı konulmak. (Arapça)
  • Teşhîs etmek: (Arapça)
  • Ayırt etmek. (Arapça)
  • Tanı koymak. (Arapça)

teşrik günleri

  • Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri. Bayramın birinci gününe yevm-i nahr (nahr günü), ikinci ve üçüncü günleri de kurban günü olduğundan hepsine birden "eyyâm-ı nahr" denir. Ondan evvelki güne Arefe günü denir. Ramazân-ı şerîf bayram ında arefe yoktur. Arefe, kurban bayramına mahsus

timsal-i müşahhas

  • Maddi yapı ve şahsiyet kazanmış nümune, somut örnek.

tumaninet / tumânînet

  • Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması. Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır.

ücret-i kemal / ücret-i kemâl

  • Varlıkların değişip mükemmelleşerek bir tür ücret kazanması.

ukbe bin amir bin kays el-cüheni / ukbe bin amir bin kays el-cühenî

  • Ashab-ı Kiramın mümtaz fakihlerinden ve Kur'an-ı Kerim'i ezberleyip yazanlardandır. 55 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Mısır Valiliğinde bulunmuş ve orada Hicri 58 tarihinde vefat etmiştir.

ulema-i rasihin / ulema-i râsihîn

  • Hak ve hakikat ilminde meleke kazanmış âlimler.

ulema-i su / ulemâ-i sû

  • Kötü âlimler; insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünyâ kazancına, mala ve mevkîye kavuşmaya vâsıta eden din adamları.

ülfet peyda etme

  • Alışkanlık kazanma.

üşabe

  • Irkı, nesebi karışık adam.
  • Karışık cemaat.
  • Rüşvet ve hırsızlık gibi yollarla elde edilen kazanç.

va

  • "Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.

vahy katibi / vahy kâtibi

  • Peygamber efendimize gelen vahyi, O'nun emri ile yazan sahâbîlere verilen isim.

varidat / vâridât / واردات

  • Kazanç, gelir. (Arapça)

varis / vâris

  • Mîrasçı, akrabâlık veya başka yolla, vefât eden kimsenin bıraktığı mîrâs denen maldan almaya hak kazanan.
  • İlim ve ma'rifette mîrasçı.

vasıta-i ihlas / vasıta-i ihlâs

  • İhlâsı kazandıran araç.

vehbi / vehbî

  • Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
  • Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.

yakin-i hükmi / yakîn-i hükmî

  • İlimle kesinlik kazanmış husus, inanç, bilgi.

yevm-i şek

  • Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.
  • Şaban ayının otuzuncu günü; ramazan olması zannedilip ancak görülmedikçe oruç tutulması münasip olmayan gün.

yevm-i şevk

  • Şaban-ı Şerifin otuzuncu günü. Ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasib olmayan gün.

yuhanna

  • Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki havârîden biri. İbrânî dilinde Yahyâ demektir.Rumca'da Yohannes, İngilizce'de Can, Fransızca'da Jan denir. Dört İncîl'i yazanlardan biridir. Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu idi. Yüz senesinde Efes'te öldü. Hır istiyanlar, on ikinci ayın yirmi yedisinde y

yuşa

  • Hz. Musa'dan (A.S.) sonra peygamber olmuş ve Benî İsrail'i çöllerden kurtarmıştı. Ondan sonra pek çok reisler Yahudilerin idaresinde bulundu, bazan da hâkimsiz kalarak esaret hayatı yaşadılar. Tâ bir müddet sonra İsmail (A.S.) hâkim oldu. Onbir sene Benî İsrail'i idare etti. Sonra içlerinden bir mel

zabıt katibi / zabıt kâtibi

  • Mahkemede söylenenleri yazan kişi.

zafer / ظفر

  • Üstünlük kazanma. (Arapça)

zaferyab / zaferyâb / ظفریاب

  • Zafer kazanan.
  • Üstünlük kazanan, muzaffer olan. (Arapça - Farsça)
  • Zaferyâb olmak: Üstünlük kazanmak, muzaffer olmak. (Arapça - Farsça)

zekeriyya

  • Benî İsrail peygamberlerinden ve Hz. Süleyman Aleyhisselâm'ın neslindendir. Beytül-Makdis'de Tevrat yazan ve kurban kesen reis idi. Zevcesi, Hz. Meryem'in teyzesi idi. Benî İsrail'in büyüklerinden olan İmran namındaki zatın karısı Hanne, Zekeriyya (A.S.) ın karısının kardeşidir. Hz. Meryem İmran kız

zemahşeri / zemahşerî

  • Keşşaf isimli ünlü tefsiri yazan islâm âlimi.

zer-enduz

  • Altun kazanan.

zevaid tekbirleri / zevâid tekbirleri

  • İkişer rek'at olan Ramazân ve Kurban bayramı namazlarının her rek'atinde alınan üçer tekbir.

zeyd bin sabit

  • Sahabe-i Güzinden ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Henüz on bir yaşında iken isteği ile İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i kemiklerde yazılı ve hâfızların ezberinde iken bugünkü şeklinde ilk olarak yazan, bu hizmette en büyük hizmet kendisine nasib olandır. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) kâtipliğini

zırgam

  • (Çoğulu: Zarâgım) Aslan, gazanfer.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın