REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ayani ifadesini içeren 132 kelime bulundu...

a'ser

  • Çok zor ve çetin olan, dayanılması çok zor.
  • Solak.

ahek-i siyah

  • Rutubete dayanıklı olan bir cins çimento.

allam-ül guyub / allâm-ül guyub

  • Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.

amyant

  • Kolayca bükülebilen, ateşe dayanıklı liflerden yapılmış bir çeşit asbest.

aruz

  • Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
  • Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
  • Bir beytin birinci

asakir-i müteavine

  • Birbirine yardım edip dayanışma içinde olan askerler.

ayn-ı mutlak

  • Kayıtlı ve sınırlı olmayanın ta kendisi.

beyin

  • Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez (Türkçe)

beyt-ül ankebut / beyt-ül ankebût

  • Örümcek yuvası.
  • Mc: Derme çatma yapılmış ev.
  • Dayanıksız ve kuvvetsiz şey.

bidakarane / bidâkârâne

  • Dinde olmayanı dine sokarcasına.

bidatkar / bidâtkâr

  • Bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.

bisebat / bîsebat / بى ثبات

  • Dayanıksız. (Farsça - Arapça)

bisebeb / bîsebeb / بى سبب

  • Dayanıksız. (Farsça - Arapça)

canhıraş

  • Dayanılmayacak derecede acı ve keder veren.

cem'

  • (Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
  • Az olarak cemaat için isim olur.
  • Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
  • Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı

cemaat-i mütesanide / cemaat-i mütesânide

  • Dayanışma içinde olan topluluk.

cemiyet-i kainat / cemiyet-i kâinat

  • Kâinat cemiyeti, dayanışma içinde olan kâinattaki tüm varlıklar.

cuur

  • Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı.

elha

  • Malâyâni ve boş konuşan.
  • Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
  • Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)

emten

  • Pek metin, çok dayanıklı, en sağlam, fazlaca muhkem.

emun

  • Kuvvetli, dayanıklı deve.

evhen

  • En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.

evladiyye

  • Evlatlık, evlada mahsus.
  • Mc: Çok sağlam ve dayanıklı ev veya eşya.

fevkattahammül

  • (Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.

gasb

  • Hakkı olmayanı zorla alma.

gayur

  • Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli.
  • Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)

hallüsinasyon

  • Olmayanı varmış gibi hissetme.

hamir-i maye / hamîr-i mâye

  • Mayanın hamuru.

hamul / hamûl / حمول

  • (Haml. den) Sabırlı, metanetli, tahammüllü, dayanıklı kimse.
  • Dayanıklı. (Arapça)

hamuli / hamulî

  • Tahammüllülük, sabırlılık, dayanıklılık.

hatai

  • Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
  • Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.

hayber

  • Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efen

hey'atın feletatı / hey'atın feletâtı

  • Birini taklit eden kimsenin taklitçiliğini gösterip ilân eden sürçmeleri, falsoları. Kemalât-ı ruhiye veya mükemmelliğin iktizası olan umum ahvaldeki fıtrîlik ve müvazeneyi o seviyede olmayanın sun'î taklitteki gayr-ı fıtrîliği.

hilf

  • (Çoğulu: Ahlâf) Sözleşme, söz verme.
  • Yardımlaşma, dayanışma. Birlik maksadıyla ittifak.

ılıca

  • Sıcak pınar suyu. Bunların yerden kaynayanına kaynarca; üzerine bina veya kubbe yapılmış olanına ise kaplıca denir.

intak

  • Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
  • Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.

ırmis

  • Büyük taş.
  • Kuvvetli ve dayanıklı deve.

ırzim

  • Sağlam, sert ve dayanıklı.
  • Şiddetli toplayıcı.

isbat / isbât

  • Sağlamlaştırma, dayanıklı hâle getirme. Delil ve şâhit göstererek bir sözün ve fikrin doğruluğunu ortaya koyma.
  • Tasavvuf yolunda ilerlerken Lâ ilâhe dedikten sonra illallah demek.

işgerf

  • Dayanıklı, sağlam, kalın. (Farsça)
  • Şan, nam, ün, şeref. (Farsça)

iskarlat

  • İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni

istihkam / istihkâm

  • Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
  • Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
  • Kuvvet ve metanet vermek.

istinadgerde

  • İstinad edilmiş. Kendine güvenilmiş veya dayanılmış.

ıtris / ıtrîs

  • Hiddetli, cebbar kimse.
  • Kuvvetli, dayanıklı deve.

jajhor

  • Mânâsız ve mâlâyani şeyler konuşan. (Farsça)

karv

  • Ağaç kadeh.
  • Köpek yalağı.
  • Hurma ağacının kökü.
  • Uzun havuz.
  • Hayanın derisi inip büyümek.
  • Kast.
  • Etraflıca araştırmak, tetebbu.
  • Bir kimsenin mesleğine girmek, onun yoluna süluk etmek.

kemal-i metanet / kemâl-i metânet / كَمَالِ مَتَانَتْ

  • Tam bir dayanıklılık.

kemal-i sabır ve metanet / kemâl-i sabır ve metanet

  • Tam ve mükemmel bir sabır ve dayanıklılık.

kemal-i tesanüt

  • Tam bir dayanışma.

kınne

  • (Çoğulu: Kinen) Hurma lifinden yapılan urganın sağlam ve dayanıklı olması.
  • Dâne çadırı dedikleri ot.
  • Bir nevi devâ.

kısasen

  • Kısas yoluyla, kısas yaparak öldüren veya yaralayanı cezalandırma.
  • Kısas yoluyla. Öldüren veya yaralayanı eşit şekilde cezalandırarak.

kıvamı / kıvâmı

  • Ayakta tutanı, gelişip yayılmasını sağlayanı.

kufe / kûfe

  • Küfe. Dayanıklı ve kaba büyükçe sepet. (Farsça)

künbül

  • Sağlam, dayanıklı, sert, katı.

kuslub

  • Kuvvetli, dayanıklı, sağlam.

layutak / lâyutak

  • Güç yetmez. Dayanılmaz. Takat yetmez. Çekilmez.

levm-i laim / levm-i lâim

  • Çekiştiricinin, kınayanın kınaması.

malaya'ni

  • (Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.

malayutak / mâlâyutak

  • Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz.
  • Dayanılmaz, güç yetmez.

menba-ı istinad

  • Dayanak noktası, dayanılan kaynak.

metanet / metânet / متانت / مَتَانَتْ

  • Dayanıklılık.
  • Dinin emirlerini korumadaki kararlılık, dayanıklılık.
  • Sağlamlık, dayanıklı olma.
  • Dayanıklılık. (Arapça)
  • Dayanıklılık.

metanet-i ahlakiye / metanet-i ahlâkiye

  • Ahlâkî sağlamlık, dayanıklılık.

metanetli

  • Dayanıklı, metîn.

metin / metîn / متين / مَت۪ينْ

  • Sağlam, dayanıklı.
  • Metanetli, dayanıklı.
  • Sağlam, dayanıklı. (Arapça)
  • Dayanıklı.

metinane / metînâne

  • Dayanıklı biri gibi.

mevsukan

  • Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.

mü'hare

  • (Mü'hire) Deve semerinin ağaç kısmıdır ve binen kimse ona dayanır.

muaveneten

  • Yardımlaşarak, dayanışma içinde olarak.

müblenda

  • Kuvvetli, sağlam ve dayanıklı deve.

mübtedi / mübtedî

  • Dinde olmayanı dine sokan.

müezzer

  • Muhkem, sağlam, dayanıklı.

mukavemet

  • Direnç, dayanıklılık.

mukavemetsuz / mukavemetsûz

  • Mukavemeti yok eden, dayanılmaz hâle getiren.

mukavim

  • Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.
  • Sağlam, dayanıklı.
  • Dayanıklı.

müsennede

  • Arka yastığı, arkaya dayanılacak yer.

müstenedün ileyh

  • Kendine dayanılan, temel.

mütehammil değil

  • Dayanıklı değil, tahammül edemez.

mütesanid / mütesânid

  • Birbirine dayanıp kuvvet alan.
  • Kuvvetli itimat ile birbirine bağlı olan, tesanüd eden.
  • Dayanışma hâlinde olan, birbirini destekleyen.

mütesanidane / mütesânidane / mütesânidâne

  • Dayanırcasına.
  • Birbirine dayanıp kuvvet vererek.

mütevekkilane / mütevekkilâne

  • Tevekkül ederek, yalnızca Allah'a dayanıp güvenerek.

na-üstüvar

  • Dayanıksız, sağlam olmıyan. (Farsça)
  • Münasebetsiz. (Farsça)

nazik / nâzik

  • Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. (Farsça)
  • Ehemmiyet verilmesi icab eden. (Farsça)
  • Tehlikeli husus. (Farsça)

nush

  • Nasîhat, öğüt.Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr, Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.

rasafet

  • Dayanıklılık, sağlamlık.

rasanet

  • Sağlamlık, dayanıklık.
  • Sabit, muhkem, metin.

rasif

  • Dayanıklı, sağlam, muhkem.
  • Taş temel, rıhtım.
  • Denizin yüzüne çıkmış kayalar.

rasin / rasîn

  • Sağlam, dayanıklı.
  • Sabit hüküm.
  • Sağlam, dayanıklı.

sabr

  • Acıya ve zorluğa katlanmak.
  • Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
  • Muharebede şecaat gösterme.
  • Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
  • Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.

salahdi

  • Kavi, sağlam, dayanıklı ve muhkem.

sald

  • Kaypak taş.
  • Taş gibi çok dayanıklı şey.
  • Dağa çıkmak.
  • Şiddetle ellerini yere vurmak.

salehba

  • Dayanıklı ve kuvvetli deve. (Müe: Salehebât)

sam'are

  • Sağlam ve dayanıklı, sert.

satranç

  • 32 taşla, 64 haneli bir tahta üzerinde, iki kişi arasında muhakemeye dayanılarak oynanan ve meşru olmayan bir oyundur.

sedd-i rasin-i istinad / sedd-i rasîn-i istinad

  • Dayanılacak çok sağlam ve sarsılmaz sed, engel.

şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ

  • Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını

sekab

  • Dayanıp itimat edilen, güvenilen.

sened

  • Kuvvetli olabilecek söz.
  • Tapu.
  • Üzerine dayanılacak ve itimad edilecek şey. Mutemed. Melce'.
  • İki kişi veya çok kimseler arasındaki anlaşmayı tesbit eden ve karşılıklı imzalanan kâğıt, vesika.

seyyid-i sened

  • Dayanılan, güvenilen efendi.

şiddet-i tesanüt / şiddet-i tesânüt

  • Tam, büyük bir dayanışma.

sinad

  • Muhkem, dayanıklı, kuvvetli dişi deve.
  • Yüce.
  • Yüce yer, yüksek yer.

sırr-ı tesanüd

  • Dayanışma sırrı, esprisi.

tabaver / tâbâver / تاب آور

  • (Tâb-âver) Güçlü, kuvvetli. Dayanıklı. Dayanan. (Farsça)
  • Dayanıklı. (Farsça)

tahammül edilmez

  • Dayanılmaz.

tahammülfersa / tahammülfersâ / تحمل فرسا

  • Dayanılmaz, takat kesici. (Arapça - Farsça)

tahammülgeza / tahammülgezâ

  • Dayanılmaz, tahammül edilmez. (Farsça)

tahammülsüz

  • Dayanılmaz.

tahammülü gayr-i kabil

  • Dayanılmaz, katlanılması mümkün olmayan.

takatfersa / tâkatfersâ / طاقت فرسا

  • Dayanılmaz, tâkat götürmez. (Farsça)
  • Takat tüketici, dayanılmaz. (Arapça - Farsça)

tayhan

  • Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse.

tecevvüz

  • (Çoğulu: Tecevvüzât) (Cevaz. dan) Sözü mecaz olarak söyleme.
  • Caiz olmayanı caiz görme. Cevaz verip yapılmasını uygun görme.

tekafül / tekâfül

  • Dayanışma, kefilleşme.

tekavvül

  • Kendisinde olmayanı söylemeğe çalışma. Yalan söyleme.

teklif-i mala-yutak / teklif-i mâlâ-yutak

  • Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz teklif.

tekye

  • Zikir veya ders için toplanılan yer. (Farsça)
  • Dervişlerin meskeni ve mâbedi. (Farsça)
  • Yaslanılacak, dayanılacak şey. (Farsça)
  • İtimâd etmek, dayanmak. (Farsça)

tenük

  • Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf. (Farsça)
  • İnce, rakik, nârin. (Farsça)
  • Az, hafif. (Farsça)
  • Yumuşak. (Farsça)

tesanüd / tesânüd / تساند

  • Dayanışma.
  • Dayanışma.
  • Dayanışma.
  • Dayanışma. (Arapça)

tesanüd-ü adedi / tesanüd-ü adedî

  • Sayısal dayanışma.

tesanüd-ü ervah / tesanüd-ü ervâh

  • Ruhların dayanışması.

tesanüd-ü hakiki / tesanüd-ü hakikî

  • Gerçek dayanışma.

tesanüd-ü hakikiye ve meşrua / tesanüd-ü hakikîye ve meşrua

  • Hakikî ve dinin emrettiği dayanışma.

tesanüd-ü islam / tesanüd-ü islâm

  • İslâmdan gelen dayanışma.

tesanüd-ü manevi / tesanüd-ü mânevî

  • Mânevî dayanışma, birliktelik.

tesanüt

  • Dayanışma.

teşeddüd

  • Sertleşme. Kuvvet ve dayanıklık kesbetme. Şiddetlenme. Çok şiddetli olma.
  • Keskinleşme.

tevacüd / tevâcüd

  • Vecd ve muhabbette kemâle ermeyenin (olgunlaşmayanın) isteğiyle vecde kavuşmaya tâlib olması, istemesi.

ulcum

  • (Çoğulu: Alâcim) Erkek kurbağa.
  • Dağ keçisinin erkeği.
  • Deve kuşu.
  • Sağlam ve dayanıklı deve.
  • Çok su.
  • Gece karanlığı.

unayil

  • (Çoğulu: Anâyil) Berk, metin, sağlam, dayanıklı, muhkem.

üstüvar

  • Kuvvetli, dayanıklı, sağlam, muhkem. (Farsça)
  • Güvenilir, itimad edilir. (Farsça)

vakf

  • Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe

visad

  • Dayanıp rahat edilecek yastık veya şilte.

ya'mele

  • İşe dayanıklı cins dişi deve.

zeluli / zelulî

  • Başı yumuşak. Dayanıklı. Sabırlı, tahammüllü.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın