REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Arze ifadesini içeren 49 kelime bulundu...

aks-i kaziye

  • (Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz

ala-ma-farazallah / alâ-ma-farazallah

  • Allah'ın farzettiği üzere.

arz / عرض

  • Sunma, arzetme. (Arapça)

arz-gah

  • Bir şey arzetmek için toplanma yeri. (Farsça)

arz-ı hacet / arz-ı hâcet / عَرْضِ حَاجَتْ

  • İhtiyâcını arzetme.

arz-ı hal / arz-ı hâl

  • Halini arzetme. İstida. Arzuhal.

arz-ı iftikar

  • Hacatını arzetme, ihtiyaçlarını meydana koyma.

arz-ı ihtiyaç

  • İhtiyacını arzetme, dile getirme.

arz-ı tazim / arz-ı tâzim

  • Hürmet ve övgüyü arzetme, sunma.

bebr

  • Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır. (Farsça)

beviş

  • Tahmin, farzetme. (Farsça)

beyan-ı hal

  • Hâlini arzetme, anlatma.

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

derecat-ı şemsiye

  • Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.

ekvator

  • Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi. (Fransızca)
  • Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember. (Fransızca)

engüşt haiden

  • Yok farzetmek, bir an için olmadığını kabul etmek. (Farsça)
  • Mahvetmek. (Farsça)
  • Parmakla göstermek. (Farsça)

faraza

  • (Esası: Farzâ) Meselâ, öyle sayalım ki, farzedelim ki, ola ki, tutalım ki.

farazi / farazî

  • Farzedilen, varsayılan.

farz-ı adem

  • Yok farzetme, sayma.

farza

  • Diyelim ki, farzedelim ki, öyle kabul edelim ki, ola ki.

farzan

  • (Bak: FARZEN)

farzen

  • Farzedelim ki, kabul edelim ki, diyelim ki.
  • Farz olarak. Farziyyeti kabul edilerek.

farzi / farzî

  • Farzedilene, tahmin olunana dair. Takdir ve tahmin usulüne dayanan ve ona müteallik.

güya

  • Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet. (Farsça)
  • Söyleyen. (Farsça)

harezm

  • (Bak: HARZEM)

hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ

  • Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. (Farsça)
  • Ekvator. (Farsça)
  • Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi. (Farsça)

hatt-ı nısf-ün nehar

  • Meridyen. Ekvatora dik olarak geçtiği farzedilen dairelerin her biri.

i'tibar

  • (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
  • Taaccüb etmek.
  • Şeref, haysiyet.
  • Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
  • Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
  • <

ifraz

  • Vazifeye tayin etmek.
  • Farzedip vermek.

istimlak

  • İcraî karar alma salâhiyetini hâiz bir amme hükmî şahıs (Vilâyet, Belediye v.s.) tarafından bir malın, halkın faydası için karşılığı verilip alınarak umumun istifadesine arzedilmesi.
  • Mülk satın almak.
  • Mülk sahibi olmak.

ma'ruzat / ma'ruzât

  • (Tekili: Ma'ruz) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler.

maal-farz

  • Farzedilerek. Doğruluğu kabul edilmekle. Kabul edilmiş sayılmakla.

mahrek

  • Koz: Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzedilen dâirevi hat, hareket yeri. Mermi yolu.

maruz / معروض

  • Arzedilen, sunulan. (Arapça)
  • Karşı karşıya kalma, tutulma. (Arapça)
  • Maruz olmak: Karşı karşıya kalmak. (Arapça)

maruzat / معروضات

  • Sunulanlar, arzedilecek şeyler. (Arapça)

mefruz / mefrûz / مفروض

  • Farzedilmiş. (Arapça)

mihver

  • Dünyanın kuzey ve güneş kutbu arasından geçtiği farz olunan hat, dönen bir şeyin ortasından geçen mil. Düzgün geometrik şekilleri iki eşit kısma ayıran doğru çizgi. Çark ve tekerlek gibi dönen şeylerin ortasından geçen mil. Merkez.
  • Mat: Üzerinde bir müsbet ciheti var farzedilen sonsu

münavele

  • Takdim, bir şeyi el ile öne uzatmak. Sunmak, arzetmek.

müsteb'id

  • Uzak farzeden, uzak gören, uzak sayan. Uzaklaşmış.

necmeddin-i kübra

  • (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et

sekkaki / sekkakî

  • (Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.

sevad-ül kalb

  • Kalbin ortasında var olduğu farzedilen kara leke.

sevm

  • Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme.
  • Su-i kasd. Zulüm ve minnete giriftar etmek. Derde sokmak.
  • Dağlamak.
  • Başına buyruk olup istediği yere gitmek.
  • Kuş havada dolaşmak.
  • Satışa arzetmek.
  • Satın almak istemek.
  • Fâide yetiştirmek.<

takdim

  • (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak.
  • Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak.
  • Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak.
  • Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.

tecrid

  • Açıkta bırakmak.
  • Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
  • Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
  • Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi.
  • Soyma, soyulma.

tefriz

  • Farzetmek.

telmih

  • (Çoğulu: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.
  • Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.
  • Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir

teşhir etme

  • Sergileme, arzetme.

zemahşeri / zemahşerî

  • (Hi: 467-538) Türkistan'da Harzem'in Zemahşer köyünde doğdu. Hanefî fukahasındandır. Fevkalâde iktidar ve faziletine rağmen bir zamanlar itikadça Mu'tezile'den olmuştu. Meşhur bir ilm-i belâgat âlimidir.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın