REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Anıl ifadesini içeren 1115 kelime bulundu...

bain talak / bâin talak

  • Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama.

a'ser

  • Çok zor ve çetin olan, dayanılması çok zor.
  • Solak.

a'zar

  • (Tekili: Özr) Özürler, mâniler, bahaneler, engeller.

ab-gir

  • Suyun biriktiği yer, havuz. (Farsça)
  • Dokumacılıkta kullanılan fırça. (Farsça)

ab-yari / ab-yarî

  • (Asıl mânâsı sulama ise de, lisanımızda yalnız mecazi mânâsiyle bazı eski nesir yazarları tarafından kullanılmıştır). Yardım, itimat. (Farsça)

abadile-i seb'a / abâdile-i seb'a

  • Meşhur olan yedi Abdullah isimli sahabe-i kiram (R.A.) (Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Mes'ud, Abdullah İbn-i Ravâha, Abdullah İbn-i Selam, Abdullah bin Amr bin As, Abdullah bin ebi Evfâ (R.A.) (Asr-ı saadette Abdullah ismiyle anılan ikiyüz yirmi sahabe-i kiram hazerâtı va

abkame

  • Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. (Farsça)
  • Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi. (Farsça)

acemi ve ecnebi huruf / acemî ve ecnebî huruf

  • Arap alfabesinin dışında kullanılan yabancı harfler.

acizane / âcizâne

  • Âciz bir şekilde, güç yeteden anlamında kullanılan bir tevazu ifadesi.

adat-ı cariye / âdât-ı cariye

  • Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.

adet-i islam / âdet-i islâm

  • İslâm âdeti. Küfür alâmeti olmayan ve en az iki müslüman tarafından kullanılan âdetle ilgili şeyler.

adrenalin

  • Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır. (Fransızca)

agavat

  • (Tekili: Ağa) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.

agleb

  • Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ("Ağleben - Ağlebâ" şeklinde de kullanılır.)

agnam

  • (Tekili: Ganem) Koyunlar, keçiler.
  • Hayvanlardan alınan vergi anlamında kullanılan bir tabirdir.

agniya

  • (Tekili: Gani) Zenginler, ganiler.

ağniya

  • Ganiler, zenginler.

agrandisman

  • Büyütme (Fotoğrafçılıkta kullanılır.) (Fransızca)

ah

  • Aferin, bravo! manasına kullanılır. (Farsça)
  • Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır.
  • Nedamet, pişmanlık ve teessüf beyan eder.
  • Birine acındığına, keder ve esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi.

ahiret / âhiret

  • İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.

ahu

  • Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır.

ajende

  • Çamur. (Farsça)
  • Binalarda kullanılan harç. (Farsça)

akaid / akâid

  • Akideler, inanılan hakikatlar.
  • Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.

akakir

  • (Tekili: Akkar) Tıb: İlaç yerine kullanılan nebâtî kökler.

akça

  • (Akçe) Beyaz, oldukça beyaz.
  • Para.
  • Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke.

akçe

  • Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.

akderi

  • Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri.

akide / akîde

  • İnanılan ve itikad edilen esas. İmân.
  • Bir nevi şeker adı.
  • İnanılacak şey.

akl-ı sakim / akl-ı sakîm

  • Kısa görüşlü akıl. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve çok kere pişmanlığa sebeb olan akıl.

akl-ı selim / akl-ı selîm

  • Selîm akıl, hiç yanılmayan, hatâ etmeyen akıl.

al-i aba / âl-i abâ

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisiyle beraber kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in üzerini mübarek abâsıyla örttüğünden bu isimle anılmaktadırlar.

alat-ı lehv / âlât-ı lehv

  • Dinen yasak olan eğlencelerde kullanılan aletler, yasak eğlencelere mahsus çalgılar.

alat-ı rasadiyye / âlât-ı rasadiyye

  • Meteoroloji ve astronomi araştırmalarında kullanılan âlet ve cihazlar.

alaybozan

  • Eskiden kullanılmış olan bir çeşit fitilli tüfek.

alçı

  • Sağlam harç yapmada kullanılan beyaz toz, cibs.

ale / âle

  • İlaç için kullanılan ve "Hint Sünbülü" adı verilen çiçek. (Farsça)

alek / âlek

  • İlaç için kullanılan ve "Hint Sünbülü" adı verilen bir çiçek. (Farsça)

alem-i ervah / âlem-i ervah

  • Ruhlar âlemi. Ruhların ve ruhanîlerin bulunduğu âlem.

alem-i hab / âlem-i hâb

  • Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır.

alet / âlet

  • Bir işte veya bir san'atta kullanılan vasıta. Bir makinayı vücuda getiren ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri.
  • Sebeb, vesile, vesâit.
  • Edevat. Avadanlık.
  • Bir iş veya sanatta kullanılan vasıta.

alet olma / âlet olma

  • Vasıta olma, kullanılma.

aleyhimürrıdvan / aleyhimürrıdvân

  • Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir.

aleyhisselam / aleyhisselâm

  • Allahü teâlânın selâmı onun üzerine olsun mânâsına daha çok peygamberler ve dört büyük melek için kullanılan duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm, daha çok kişi için aleyhimüsselâm denir.

algı

  • (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, n

aliyy-ül murtaza

  • Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema

alkış

  • Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir.

amalika

  • Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.

amay

  • Süsleyen, dolduran mânasına gelir ve kelimelere eklenerek kullanılır. (Farsça)

ambargo

  • Bir para veya malın kullanılması veya başka bir yere götürülmesi ya da bir geminin bulunduğu limandan ayrılması yasağı.

amed / âmed

  • (Mâzi fiili olup mastar gibi kullanılır). Gelmek, geliş, vürud eyleme. (Farsça)

amentü / âmentü

  • İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esas.

ampirizm

  • (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj

amr

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi.

an

  • Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına

analoji

  • Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil

andem

  • Tıb: Kanı durdurmak için kullanılan bir çeşit reçine.

ane / âne

  • Kelime sonuna getirilerek zarfiyet ifâdesi için kullanılan nisbet edatıdır. Meselâ: Mütefekkirâne (: Mütefekkire yakışır halde) kelimesinde olduğu gibi. (Farsça)

anka

  • İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Çok büyük olduğu anlatılır. Zümrüd-ü Anka ve Simurg gibi isimlerle de anılır.
  • Uzun boyunlu kadın.
  • Arabdan bir kimsenin lakabı.
  • Zahmet, meşakkat.

aposteriori

  • Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.

apriori

  • fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.

ar / âr

  • Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya.

arabesk

  • Süslemede kullanılan bir çeşit tezyinat.

arabi aylar / arabî aylar

  • Hicrî senenin on iki ayı. Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebî'ul-evvel, Rebî'ul-âhir, Cemâzil-evvel, Cemâzil-âhir, Receb, Şa'bân, Ramazan, Şevvâl, Zilka'de, Zilhicce.

arazi / arazî / عَرَض۪ي

  • Sonradan kazanılan.

arazi-i mektume / arâzi-i mektume

  • Huk: Beytülmâle haber verilmeksizin kullanılan mahlul veya müstahik-i tapu araziler.

arazi-i mevat / arazi-i mevât

  • Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
  • İşlenmemiş toprak.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

argo

  • Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. (Fransızca)
  • Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim. (Fransızca)

aristo

  • (Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.

aristokrasi

  • yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.

ariye

  • (Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.

ariyeten

  • İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır.

artuşi

  • Van çevresinde bulunan büyük aşiretlerden birisidir, "Ertoşi" ve "Ertuş" adıyla da anılmaktadır.

aruz

  • Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
  • Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
  • Bir beytin birinci

asa / asâ

  • (Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. Şek ve yakin manalarına delalet eder; (ola ki, şayet ki, meğer ki, olur, gerektir) manalarına gelir. Ekseri, (lâkin) (leyte) mânasına temenni için kullanılır. Hitab-ı İlahî kısmında yakîn ve vücubu ifade eder.

aselbent

  • Tıbda ve kokuculukta kullanılan bir reçinedir ve aynı adla anılan ağacın kabuklarının çizilmesiyle elde edilir.

aseli / aselî

  • Bal gibi sarı renkte olan.
  • Yahudilerin ayırdedilmek için, omuzbaşlarına taktıkları sarı kumaş parçası.
  • Eskiden kullanılan bir kumaş çeşidi.

aserat

  • Sürçmeler, yanılmalar.
  • Ayak kayması.

aşevi

  • Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
  • Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
  • Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
  • Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.

asre

  • (Çoğulu: Aserât) Ayak kayma, sürçme, yanılma.

astronomi

  • yun. Kozmoğrafya. Gök ilmi. Felekiyat.Astronomi ilmi dünyanın birgün hareketinin duracağını; coğrafya, karaların alçalarak dünyanın sularla kaplanacağını, iklimin değişerek canlılar için yaşanmaz hâle geleceğini; fizik, güneşin birgün söneceğini, kâinattaki enerjinin artık kullanılamaz, işe yaramaz

astronot

  • yun. Feza yolculuğu yapan vasıtaları kullanan kişi. (Amerikada ve batıda astronot; Rusyada ve komünist ülkelerde kozmonot tâbiri kullanılmaktadır.)

ateş-i rumi / ateş-i rumî

  • Eskiden kullanılan bir silâh çeşitidir. Kara ve deniz muharebelerinde yangın çıkartmak için kullanılırdı.

ateş-zen

  • Ateş yakmak için kullanılan alet, çakmak. (Farsça)

atf-ı tefsir

  • Bir mânada olup mücerred tasdik ve te'kid için "ve" ile müteradifine (aynı mânadaki kelimeye) atfolunan kelime. Meselâ: "İhsan ve kerem, hüzün ve keder" ifadesindeki "ve" ler gibi. Diğer bir ifade ile: Aynı olan ayrı iki kelimenin birlikte kullanılması. ("deli divâne"de olduğu gibi.)

atom

  • yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a

avaik / avâik

  • Maniler, engeller.

avret

  • Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım.
  • Kadın. Zevce. Nikâhlı.
  • Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde

avrupalılaşmak

  • Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği

ayan / âyan

  • Parlamentonun aldığı kararları düzeltmek için üyelerinin bir kısmı devlete mensup, bir kısmı da halktan seçilmiş olan meclis ve bu meclis üyelerinin her biri ("âyan meclisi", "âyandan falan zat" şeklinde kullanılır).

ayb

  • Kusur ve utanılacak şey.
  • Ayıp, utanılacak kusur.

ayiş

  • Bolluk içinde rahat yaşayan.
  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zevcesi ve mü'minlerin vâlidesi, Hz. Ebu Bekir'in (R.A.) kızının bir ismi. Aişe-i Sıddıka diye de anılır. Hayret edilecek derecede takva, iffet ve zekâvet sahibesi olup 2210 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hicretin 57. yılında vefat

ayniyyat

  • (Tekili: Ayniyye) Kullanılmaya veya harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler.

azalil

  • (Tekili: Uzlûle) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar.

azerşeb

  • Batıl bir inanışa göre ateş içinde yaşadığı sanılan ve semender denilen bir hayvan. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)

bahıyre

  • Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.

bahsi geçen

  • Anılan.

bakalorya

  • Lise tahsilinden sonra imtihan neticesi kazanılan olgunluk. Olgunluk imtihanı ve diploması. (Fransızca)

bakir / bâkir

  • Kullanılmamış, bozulmamış.

bakteri tedavisi

  • Bazı hastalıkların tedavisinde ölü veya canlı bakterilerin kullanılması ile yapılan tedavi.

balgam

  • Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
  • Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.

balimez

  • 16. ve 17. yy. larda Osmanlılar tarafından kara ve deniz savaşlarında kullanılan uzun menzilli top.

balin

  • Yastık. Koltuk. İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık. (Farsça)

balon

  • Hava veya hafif gazlarla doldurulan küre. Bugünkü uçaklar balonculuğun geliştirilmesiyle elde edilmiştir. Zeplin adı verilen güdümlü balonlar hava ulaşımında ve savaşta kullanılmıştır. (Fransızca)

balyoz

  • Vaktiyle Avrupa devletlerinin büyükelçi ve büyük konsoloslarıyla, general ve amiral gibi kişilerine verilen bir ünvandır. (Fransızca)
  • (Yunancadan) Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç. (Fransızca)

ban

  • Dam, çatı.
  • Sorgun ağacı. Bey söğüdü.
  • yun. Sevgilinin boyu. Farsçada kelime sonuna gelerek, Türkçedeki "ci, cu" ekleri yerini tutan mânâda kullanılır. Meselâ: Bağban: Bağcı.

banyol

  • Bu kelime; zindan, hapishâne mânâlarında kullanılırdı. Buraya katiller, hırsızlar ve beylik esirlerin satışa yaramıyanları konurdu.

barbut altını

  • Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.

barekallah / bârekâllah

  • "Allah ne mübarek yaratmış".
  • Allah hayırlı ve mübarek kılsın anlamında, beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz.

barikat

  • Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel. (Fransızca)

barut

  • yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
  • Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.

başıbozuk

  • Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır. (Türkçe)

başid dağı / bâşid dağı

  • Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, kayıtlarda "Başet Dağı" olarak anılır.

basın

  • Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın hepsi.

başit

  • Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, günümüzde "Başet Dağı" olarak anılır.

başmak

  • Eskiden kullanılan bir çeşit ayakkabı.

batıl satış / bâtıl satış

  • Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.

batman

  • Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
  • Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.

battal

  • İşsiz, çürük, kullanılmaz.
  • Boş. Hükümsüz.
  • İşsiz.
  • Metrûk. Kullanılmaz. olan.
  • Bâtıl. Mensuh ve mefsuh.
  • Faydasız.
  • Pek büyük. Hantal.

baz

  • Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan. (Farsça)

bazirgan / bazirgân

  • Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.

bazoka

  • (Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.

be

  • Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır. (Farsça)

bedergah

  • Kapıya çıkma. (Farsça)
  • Tar: Çeşitli hizmetlerde kullanılmak üzere, acemi ocağına ve ocak dışına verilen acemilerin, Yeniçeri Ocağı'na kayıt edilmeleri. (Farsça)

beftere

  • Avcılar tarafından kullanılan ve hususi olarak alıştırılmış kuş. (Farsça)

begter

  • Eskiden kullanılan zırhlı elbise. (Farsça)

behur

  • Tütsü. (Dilimizde buhur şeklinde kullanılır)

bekre

  • Kuyu ve benzerlerinde kullanılan makara, çıkrık, çark.
  • Mafsallarda bulunan makara şeklindeki kemik.

belham

  • Çiftçilikte kullanılan saban. Çift sürmeğe yarayan âlet.

beng

  • Bir bitki ve tohumu ki, afyon gibi uyuşturan, keyf verici olarak da kullanılan bir madde. Esrar. (Farsça)
  • Atlas üzerine işlenmiş sırma işlemeli bir çeşit kumaş. (Farsça)
  • Küçük çitlenbik. (Farsça)

beni israil / benî isrâil

  • İsrâiloğulları. Ya'kûb aleyhisselâmın, on iki oğlundan gelen evladı ve torunları. Ya'kûb aleyhisselâmın diğer adı İsrâîl olduğu için, soyundan gelenler bu isimle anılmışlardır.

berahihte

  • Daha ziyade silâh hakkında kullanılan bir tâbirdir. Çıkarılmış, çekilmiş mânâlarına gelir. (Farsça)

berdi

  • Hasır yapımında kullanılan bir ot cinsi.

berham

  • Yahudiler arasında kullanılan bir isim.

berzede

  • Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş. (Farsça)

besek

  • (Besdek) Esneme. (Farsça)
  • Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar. (Farsça)

bevval-i çeh-i zemzem / bevvâl-i çeh-i zemzem

  • Zemzem kuyusuna işeyen.
  • Mc: Yalnız şöhret kazanmak ve adı anılmak için uygunsuz iş yapan.

beyrem

  • (Çoğulu: Beyârim) Marangoz rendesi.
  • Uzun ve sert taş.
  • Bir yeri kazmakta kullanılan kazma âleti.

bezir

  • Ekilecek tohum, tane.
  • Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.

bi-

  • Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.

bidayet mahkemesi

  • Bu tâbir eskiden Asliye Mahkemeleri için kullanılırdı.

bila / bilâ

  • Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.

bila teşbih / bilâ teşbih

  • Benzetme olmaksızın; Allah'ı yaratılmışlara benzemekten uzak tutmak için kullanılır.

bini / binî

  • Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.) (Farsça)
  • Dağ tepesi. (Farsça)
  • Zirve, uç nokta. (Farsça)
  • Yayın ele alınan kısmının ucu. (Farsça)
  • Görürlük, görmeklik. (Farsça)

bitüm

  • Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.

blöf

  • ing. Karşısındakini yanıltmak veya yıldırmak için aslı olmayan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek.

Bolşevizm

  • Rusça'da çoğunluk anlamına gelir.

    Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP) içindeki ayrılıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kongre çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşleri savunmanın diğer adı Bolşevizim olmuştur. Bu kelimenin Rusça'daki zıddı; Menşevik.

    Bu kongrede azınlıkta kalan grup ise Menşevikler olarak adlandırılmıştır. Marksist literatürde menşevik bir hakaret olarak kullanılır.

bostan-ı huda / bostan-ı hudâ

  • Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir. (Farsça)

buhari / buharî

  • (Hi: 194-256) Buhâralı. 600 bin hadisten seçilen 7275 hadis ile en mu'teber ve en sahih Sahih-i Buharî ismi ile anılan hadis kitabının müellifi.

büresa'

  • Nâs mânâsına kullanılan bir isim.

burhan-ı inni / burhân-ı innî

  • İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.

burhan-ı tatbik / burhân-ı tatbîk

  • Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve kadîm (ezelî), olduğunu (başlangıcının olmadığını) isbâtta kullanılan delîllerden biri.

burhan-ı temanü / burhân-ı temânü

  • Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve birliğini isbâtta kullanılan delîl.

bürin

  • Dilim (Daha çok meyveler için kullanılır.) (Farsça)

bürme

  • (Çoğulu: Birem-Birâm) Çömlek yapımında kullanılan yumuşak taş.
  • Çömlek.
  • Baş örtüsü.

büruc

  • (Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
  • Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su

ca'l

  • Yaratmak, halk.
  • Almak.
  • İş işlemek. Yapmak.
  • Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim

çağrışım

  • Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de

cahız / câhız

  • Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi.
  • Patlak gözlü adam.

çala

  • İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.

camit

  • Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.

canhıraş

  • Dayanılmayacak derecede acı ve keder veren.

cani

  • Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, irade

cankurtaran

  • t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta.
  • Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

car

  • Faydasız bağırıp çağırmayı ve gevezeliği ifade eder ve ekseriya mükerrer kullanılır.

çar-erkan-ı cuvani / çar-erkân-ı cuvanî

  • Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.

çar-yar

  • Dört dost. (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) lerin nâmları.) Dört Halife, Hulefâ-i Erbaa veya Ashab-ı Güzin diye de ihtiramla anılırlar.

çarmih / çârmîh

  • Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.

caslik

  • (Cesâlik) Nasrâniler hakîmi.
  • Çokluk, kesret.

cebre

  • Kemik sarmakta kullanılan ağaç.
  • Tahta parçaları.

çeç

  • Hububat elenen kalbur. (Farsça)
  • Harman savurmakta kullanılan yaba. (Farsça)

cedid

  • Yeni, kullanılmamış.

cefakar

  • Eziyet eden, cefa eden. (Farsça)
  • Halk arasında: Eziyet çeken, cefa çekmiş mânalarında da kullanılır. (Farsça)

çeki

  • Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.

çekide

  • Gürz ve topuz gibi eski zamanlarda kullanılan savaş âletleri. (Farsça)
  • Damlamış. (Farsça)

celaleddin-i süyuti / celaleddin-i süyûtî

  • (Hi: 849 - 911) Abdurrahman bin Ebu Bekir Muhammed adı ile de anılır. Hadis imamı ve müctehid bir zattır. Mısırlıdır. Süyût şehrinde doğdu. Mısır'da vefat etti. Zamanının büyük İslâm allâmelerindendir. Asıl adı: Ebû Bekir oğlu Abdurrahman'dır. Tefsir, fıkıh, hadis ilmine dair eserleri vardır. Celale

celem

  • Koyun kırkmakta kullanılan büyük makasın herbir yüzü.

celib

  • Satmak için bir yerden toplanılan şeyler.
  • Esir, köle, cariye. Satılık esir.

celle

  • "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.

çem

  • Naz ve eda ile salınarak yürüme. (Farsça)
  • Ziynetli, süslü, düzgün. (Farsça)
  • Cürüm, kabahat, suç. (Farsça)
  • Taam, yemek. (Farsça)
  • Mâna. (Farsça)
  • Kazanılmış, toplanılmış. (Farsça)

cem' / جمع

  • Toplama. (Arapça)
  • Çoğul. (Arapça)
  • Cem' edilmek: Toplanılmak. (Arapça)
  • Cem' etmek: Toplamak, derlemek, bir araya getirmek. (Arapça)

cem'iyyetgah / cem'iyyetgâh

  • Toplantı yeri, toplanılacak yer. (Farsça)

cemaat-i ruhaniye-i mücahidin / cemaat-i ruhâniye-i mücahidîn

  • Allah yolunda cihad eden ruhânîlerin (din adamlarının) oluşturduğu topluluk.

cerahor

  • Tar: Osmanlılarda ordu hizmetlerinde kullanılan Hıristiyanlara verilen isim.

cerib

  • İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü.
  • Dönüm.
  • Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.

cevher-dar / cevher-dâr

  • Elmaslı. (Farsça)
  • Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi. (Farsça)
  • Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi. (Farsça)
  • Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç. (Farsça)

çi

  • (Çe) Ne? Nasıl? (Soru edatı) (Farsça)
  • Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır. (Farsça)

cial

  • (Çoğulu: Cüul) Ocaktan çömlek ve tencere gibi sıcak şeyleri tutup indirmekte kullanılan bez.

cibab

  • Car dedikleri kaftan.
  • Ağaç aşılamak. (Ekseri hurma ağacında kullanılır.)

cinas / cinâs

  • Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.

cins

  • Fıkıhta; çeşit, tür, kullanıldıkları yerler arasında çok fark bulunmayan şeylere ortak olarak verilen isim.

cismaniyet

  • Cismânilik. Maddi beden sahibi olmak hâli.

civelek

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nda bulunan ve aşçıbaşı maiyetinde yaver gibi kullanılan gençler.
  • Canlı, hareketli ve neş'eli deve yavrusu veya genç.

ciz'

  • Ağaç kütüğü. Ağaç kökü. Kuru direk. Hurma ağacının kökü. Hurma ağacı.
  • Çatı örtüsünde kullanılan ağaçlar.

cübb

  • Kuyu.
  • Küp. Kulpsuz desti.
  • Vaktiyle zindan gibi kullanılan çukur, susuz kuyu.

cudi-i islamiyet / cûdî-i islâmiyet

  • İslâmiyetin Cûdî Dağı; insanları maddî ve mânevî tufanlardan ve felâketlerden koruyan İslâm dini için bir benzetme olarak kullanılmış.

dağıt

  • Emin.
  • Nâzır, bakan.
  • Şiddet veren.
  • Üzüm toplamada kullanılan âlet.

dahir

  • (Çoğulu: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal.

daire-i hindiyye / dâire-i hindiyye

  • Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet.

daire-i ihtiyar ve şuur

  • İrade ve şuurun kullanıldığı alan.

daire-i imkan / daire-i imkân

  • Kâinat. İmkân âlemi. Mükevvenat. Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem. (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır.)

danişmend

  • (Çoğulu: Dânişmendân) Bilgili, ilimli. (Farsça)
  • Tanzimattan evvel, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimseler için kullanılan bir tâbirdi. (Farsça)

dar-ı imtihan / dâr-ı imtihan

  • İmtihan yeri.
  • Dünya.
  • Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır.

dar-ün nedve / dâr-ün nedve

  • Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)

debbağhane

  • Hayvan derilerinin kullanılacak duruma getirilme işleminin yapıldığı yer.

defterdar

  • Defter tutan. Devletin gelir ve masraflarını tutan vazifeli memur. Eskiden Maliye Nâzırı bu nam ile anılırdı. Bir vilayetin maliye işlerine bakan memur.

dehre

  • (Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti. Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak. (Farsça)

dek

  • Edat olup zaman ve mekân için kullanılır. "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir. Meselâ: Akşama dek çalıştım. (Türkçe)

derrace

  • Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi.
  • Bisiklet.

deveran-ı umumi / deveran-ı umumî

  • Genel dönüş, akış; birinin diğerine sebep zannedilecek biçimde iki şeyin devamlı bir şekilde var ve yok sanılması.

devle

  • "Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
  • İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)

devlet-abadi / devlet-abadî

  • Hindistan'ın Devlet-âbâd şehrinde imal edilen ve güzel san'atlarda kullanılan bir çeşit kâğıt. (Farsça)

devletlü necabetlü / devletlü necâbetlü

  • Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir.

devletlü re'fetlü

  • Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan.

dibagat

  • Tabaklama. Deriyi kullanılır ve temiz hale koyma işi.

dimişki / dimişkî

  • Şam şehriyle alâkalı. Şam'a ait ve müteallik.
  • Şam'da yapılan ve güzel san'atlarda kullanılan bir nevi kâğıt.

dinar

  • Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
  • Eskiden kullanılan bir para.

direm

  • (Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. (Farsça)
  • Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça. (Farsça)

dirhem

  • Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
  • İslâmiyet'ten önce ve sonra kullanılan değişik ağırlıktaki gümüş paralar.

dirhem-i şer'i / dirhem-i şer'î

  • Peygamber efendimiz zamânında kullanılan (3,36) üç gram ve otuz altı santigram ağırlığındaki gümüş para.

dirhem-i urfi / dirhem-i urfî

  • Bir memlekette kullanılması âdet olan veya hükûmetlerin kabûl ettikleri belli ağırlıktaki dirhem.

disam

  • Şişe ağzına konulan tıpa.
  • Yaraya bağlanan bez.
  • Kulak içine sokulan şey.
  • Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.

disar

  • (Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
  • Yatak çarşafı.
  • Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.

divit

  • Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza.

dizçek

  • Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh.

dok

  • ing. Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz.
  • Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo.

ebdal / ebdâl

  • Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

ebrkar / ebrkâr

  • Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.) (Farsça)

ebter

  • Kuyruğu kesik hayvan.
  • Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
  • Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
  • Eksik, tamamlanmamış.

ebu eyyub-il ensari / ebu eyyub-il ensarî

  • Sahabe-yi Kiramdan olup Halid bin Zeyd-i Hazrecî diye de anılır. Hicretten sonra Peygamberimize (A.S.M.) ilk mihmandârlığı yapmış idi. Hicretin 50. yılında pir-i fâni olduğu halde teberrüken Kostantiniyye'nin fethine azimet eden İslâm ordusu ile harbe iştirak etmiş, İstanbul surları dışında şehid ol

ebzün

  • Küvet, banyo.
  • İçinde yıkanılabilinen küçük havuz.

ecl

  • İllet, sebeb, cihet. İçin, dolayı... den. Arabçada "Li" ilâve ederek kullanılır. Meselâ: Li-eclillâh : Allah için, Allah rızası için.

ecnebi ve acemi huruf / ecnebî ve acemî huruf

  • Arap alfabesinin dışında kullanılan Lâtin harfleri.

ecza / eczâ

  • (Tekili: Cüz) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler.
  • Ciltlenmemiş kitab ve saire.
  • Cüz'ler, parçalar, kısımlar.
  • Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
  • Cüzler.
  • Eczacılıkta kullanılan maddeler.
  • Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri.

edat

  • Tek başına bir anlam ifade etmeyen, kullanıldığı kelimelerle sebep, sonuç, vasıta benzerlik vb. bakımlardan ilişkisi olan kelime (dahi, gibi, için vs.).

edeb

  • Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.
  • Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.
  • Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
  • Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek.
  • Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye.
  • Edebiyat ve ondan bahseden ilim. (Kur'anın edebi ise: Öyle

edille-i erbaa

  • (Edille-i şer'iye) Fık: Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller: Kitab (yani Kur'an-ı Kerim'deki deliller), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha. (Usul-ü erbaa ve edille-i asliye tabirleri de aynı mânada kullanılır.)

efendi

  • (Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederl

egalit

  • (Tekili: Uglute) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.

egval

  • (Tekili: Gul) Büyük felâketler, âfetler, musibetler, belâlar.
  • şeytanlar.
  • Gulyabaniler.

ehaci / ehacî

  • (Tekili: Uhcüvve) Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.

ehl-i beyt

  • Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) evine mensub olanlar bu isimle anılırlar.

ehl-i sema / ehl-i semâ

  • Gök ehli, melekler ve ruhanîler.

ehl-i semavat / ehl-i semâvât

  • Gök ehli, melekler ve ruhanîler.

ehl-i sünnet

  • Îtikâdda (inanılacak şeylerde) ve yapılacak işlerde Peygamber efendimizin ve O'nun Eshâbının (arkadaşlarının) ve sonra gelen müctehid İslâm âlimlerinin yolunda bulunan müslümanlar, sünnîler.

ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri

  • İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.

ehred

  • Yırtık şey. (Üstbaş hakkında kullanılır.)

ehven-i şerreyn

  • İki şer (kötülük)den zararı en az olanı. Bu kelime, halk arasında Ehven-i şer olarak kullanılmaktadır.

ekselans

  • Eskiden bakanlar, elçiler ve cumhurbaşkanları için kullanılan bir ünvan. (Fransızca)

el-aman

  • Meded, aman, imdâd (mânasına olup yardım ve şikâyet edâtı olarak kullanılır).

ela / elâ

  • Arabçada söze başlarken kullanılır. İstiftah harfi tâbir edilir. Beş vecih üzere bulunur: 1 - Tevbih ve tenbih, 2 - İnkâr, 3 - İstifham-ı anin-nefiy, 4 - Arz, 5 - Teşvik ve rağbet ettirme, makamlarında.

elbette

  • (Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok "elbet" şeklinde geçer.

elgaz

  • (Tekili: Lügaz) Lügazlar. Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.

emanet

  • Eminlik. İstikamet üzere bulunmak.
  • Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey.
  • Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen.
  • Osmanlılar Devrinde ba

emin

  • Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz.
  • Kendisinden korkulmayan.
  • Kendine inanılan. İtimat edilen.
  • İnanan, güvenen.
  • Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.

emma ba'dü / emmâ ba'dü

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında olup, söze başlarken kullanılan ve gelecek ifadenin büyük önemini bildiren söz.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

endiş

  • Düşünen, mülâhaza eden, ölçülü davranan mânasında sıfat terkiblerinde kullanılır. Meselâ: Akibet-endiş : Her işin sonunu düşünen.

enduhte

  • Biriktirmiş, biriktirilmiş. Kazanmış, kazanılmış, Hazırlanmış. (Farsça)
  • Ödenmiş. (Farsça)

endüstri

  • Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ (Fransızca)

enes

  • Üns mânasına kullanılır ve vahşetin zıddıdır.

erak ağacı

  • Arabistan'da yetişen, dallarından, diş temizliğinde faydalanılan, bir karış uzunluğunda, misvâk denilen parçaların yapıldığı ağaç.

erbab-ı fesahat

  • Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması noktasında uzman olanlar.

erdeb

  • Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.

ersusa

  • Şeair-i İslâmiyeden olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan kavuk, büyük sarık.

esalib-i arab / esâlîb-i arab

  • Arap edebiyatında kullanılan üsluplar, ifade ve anlatım tarzları, Arap kelâmının kalıpları.

esalib-i arap / esâlîb-i arap

  • Araplar'ın üslupları; Arap Edebiyatında kullanılan ifade tarzları.

eşbeh

  • Mert, yiğit, kabadayı, cesur kimse. (Bu tâbir bilhassa yeniçeriler hakkında kullanılırdı.)

esir maddesi

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

esvedeyn

  • İki siyah mânâsına gelen bu kelime, yılanla akreb için kullanılır.

eşya

  • (Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
  • Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
  • Yük, yük eşyası.

eşyah

  • (Tekili: Şeyh) Şeyhler, ihtiyarlar, yaşlılar, pir-i fâniler.

etras

  • (Tekili: Türs) Türsler, harpde kullanılan kalkanlar.

ev

  • Şek, tahayyür, ibham, istisnâ, şart, teb'iz için kullanılan harf-i atıf. "yahut, veya, meğer ki, bel, belki ister" gibi kelimelerle türkçeye terceme edilebilir.

evham-ı zamaniye

  • İçinde yaşanılan zaman diliminin yönelttiği vehimler.

evsak

  • En çok inanılan, ziyade sağlam. Daha çok vüsuk sahibi.

ey

  • (Arabçada) "Bak, dinle, dikkat et, yahut, demektir ki" mânalarına gelir. Bir ibareyi tefsir için kulanılır. Türkçede: Yakın nidâ içindir.

eya

  • Acaba mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak da kullanılır. (Farsça)

eydi

  • (Tekili: Yed) Eller.
  • Mc: Kuvvetler. (Daha çok Eyâdi şeklinde kullanılır.)

eyne

  • Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır).
  • Zaman. An.
  • Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)

eysar

  • Çadır eteğini kazığa bağlamakta kullanılan kısa ipler.
  • Ot.

eyyü

  • Sual sormak için "Hangi? Ne? Ne vakit?" mânalarına kullanılır.

fahamet

  • (Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)

fahr-i alem / fahr-i âlem

  • Âlemin kendisi ile övündüğü zât. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifâdesi.

fahr-i enam / fahr-i enâm

  • Yaratılmışların kendisiyle övündüğü zât. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan hürmet ve saygı ifâdesi. Gece-gündüz dilimde, salât-ü selâm, O mübârek rûhuna, ey Fahr-ül-enâm.

fahr-i kainat / fahr-i kâinât

  • Kâinâtın kendisi ile övündüğü zât. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifâdesi.

fakahetlu / fakahetlû

  • Evvelce müftüler hakkında kullanılmış olan resmî bir lâkab.

fakir-i pür-taksir / fakir-i pür-taksîr

  • Kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan ifade.

fakir-i pürkusur

  • Kusurlarla dolu muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan söz.

fakire

  • Muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak, bayanlar için "ben" yerine kullanılan söz.

faniyat / fâniyât

  • Faniler, gelip geçiciler.

faniyyet

  • Fânilik, ölümlülük.

fantaziye

  • yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.

faruk

  • Hz. Ömer için kullanılan bir sıfat; hakkı batıldan ayıran.

fe

  • (Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.

fe-keyfe

  • "Nasıl?" anlamına kullanılan eski bir tabir.

feddan

  • (Çoğulu: Fedâdin) Bir çift öküz.
  • Bir günde bir çift öküzle sürülebilen arazi.
  • Daha çok mısırda yer ölçülerinde kullanılan bir kelime.

feletat / feletât

  • Yanlışlar, yanılmalar, sürçmeler, tutarsızlıklar.

fena-yı dünya / فَنَايِ دُنْيَا

  • Dünyanın faniliği.

fenagah / fenagâh

  • Fânilik yeri olan bu dünya. (Farsça)

fenapezir / fenapezîr

  • Fena bulan, yok olan. Fenayâb da aynı mânada kullanılır. (Farsça)

ferraş

  • Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenl

fersan

  • Derisi kürk yapımında kullanılan bir sansar cinsi. (Farsça)

fertute

  • Kadın esirler hakkında kullanılan tâbirlerdendir. Esir edilen kadınlar hakkındaki diğer tâbirler şunlardır: Mâriye, ümmülveled, acuze, duhter, yekdest, yekçeşm, mâyube.

fesahat / fesâhat

  • Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması.

fetiş

  • Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan.

fevkattahammül

  • (Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.

feya sübhanallah / feyâ sübhanallah

  • Ey her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah mânâsında bir şeyin tuhaflığını bildirmek için şaşkınlık ifadesi olarak kullanılır.

fi / fî

  • Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, husus

fi'l-i şeni'

  • Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.

fidye-i necat

  • Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.

firavun

  • Eski Mısır krallarının lâkabı; katı yürekli, inatçı ve zâlim kimseler için kullanılan bir tabir.

fireuni / fireunî

  • Hat, minyatür, tezhib gibi güzel san'atlarda kullanılan bir kâğıt cinsi.

firkateyn

  • Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.

fitil

  • Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
  • Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
  • Topa

frenk sakalı

  • Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.

fürraa

  • Kalem silmekte kullanılan bez.

füru

  • Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır. (Farsça)

futa

  • Hamamlarda kullanılan bir kumaş cinsi. (Farsça)
  • Peştemal. Havlu. (Farsça)

galat

  • Yanlış, yanılma.

galat-ı basar

  • Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)

galat-ı his / غَلَطِ حِسْ

  • Duygu yanılması.
  • His yanılması.

galat-ı meşhur

  • Yanlış olduğu hâlde herkes tarafından kullanılan kelime veya terkib.

galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî

  • Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi

galet

  • Hesapta yanılmak.

galiba / galibâ

  • Sanılır ki.

galif

  • Gön ve deri dibâgat etmekte kullanılan bir ot.

gamir

  • Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer.
  • Faydalanılmamış şey.
  • Mamur olmayan harap yer.

gangren

  • Bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.

garabet

  • Yabancılık. Gariblik.
  • Tuhaflık.
  • Âcizlik, beceriksizlik.
  • Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak.
  • Iraklık.
  • Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.

garamet / garâmet

  • Borçlanılan şeyi ödeme. Bir çeşit vergi.

gasul

  • Su. Bir şey yıkamakta kullanılan su.

gayr-ı mebzul

  • Çok kullanılmayan. Az bulunan şey.

gazel

  • Tek kişinin özel bir ahenkle okuduğu manzume. (Aşk ve nefis gibi hislere ait olup, anlamı dine aykırı olursa ve kadın sesi ile câiz değildir.)
  • Edb: Klâsik şark şiirlerinin en çok kullanılan ve (5-15) beyitlik şekil.
  • Sonbaharda ağaç üzerinde kuruyan yapraklar.
  • Ceylân.<

geçer akça

  • Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı. (Türkçe)

gem vurmak

  • Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir.

gılman-ı enderun

  • Tar: Topkapı Sarayı (Yenisaray) iç oğlanları hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar derece ve hizmet itibariyle başka başka odalara ayrılmışlardı.

gırajova ateşi

  • Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlene

girye-zar

  • Oturup ağlanılan, gözyaşı dökülen yer. (Farsça)

giyotin

  • Eskiden Fransa'da idam cezalarının infazı için kullanılan, kafa kesmeye yarar âlet. (Fransızca)

gönder

  • Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanı

gulampare

  • Dost, sevgili, mahbup. (Halk ağzında kulampara şeklinde kullanılır.)

gunya

  • Geometride kullanılan bir âlet. Gönye. (Farsça)

gürz

  • Silâhın icadından evvel kullanılan bir harp âleti. Gürz, yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. Gürzün Türkçesi "bozdoğan" dır. Bozdoğan bir cins yırtıcı kuştur. Gürz, bozdoğanın kafasına benzediği için bu adla anılmıştır. Gürzün baş kısmı

gurze

  • (Çoğulu: Guruz) Pamuklu elbisede kullanılan kaba dikiş.

habeşi / habeşî

  • Habeş memleketi ahalisinden olan. Habeş'e mensub ve müteallik olan.
  • Koyu esmer renkli adam.
  • Hat, tezhib, minyatür gibi güzel san'atlarda kullanılan bir cins kâğıt.

habt

  • Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
  • Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
  • Fesada vermek.
  • Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
  • Cin çarpmak.

habul

  • Hurma ağacına çıkarken kullanılan urgan.

haccac

  • Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.

hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun

  • Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb

haço

  • Ermeniler tarafından kulanılan bir isim.

hadd-i büluğ

  • Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.

hakb

  • Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip.
  • Tutulmak.

hakikat

  • (Çoğulu: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki.
  • Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek.
  • "Mecâz" karşılığı, esas olarak kullanılan kelime.
  • <

hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'

  • Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.

hakir kalb / hakîr kalb

  • Bir tevazu ifadesi olarak, bu fakirin ehemmiyetsiz, kıymetsiz kalbi mânâsında kullanılan bir deyim.

hal-i alem / hal-i âlem

  • İçinde yaşanılan dönem.

halife-i müslimin / halife-i müslimîn

  • Yavuz Sultan Selim Han'dan sonraki Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmış bir tabirdir. Müslümanların halifesi demektir.

halife-i ruy-i zemin

  • Yeryüzünün halifesi mânâsına gelen bu tabir, Yavuz Sultan Selim Han'dan sonra Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmıştır.

halime / halîme

  • Yumuşak huylu kadın.
  • Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın süt anasının ismi. Beni Sa'd bin Bekr kabilesindendir. Halime-i Sa'diye diye de anılır. (R.A.)

halvethane

  • Yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapanılan yer.

hamir / hamîr

  • Eyer yapmada kullanılan tüysüz beyaz deri.

hancer

  • Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere benzetirlerdi.

harbesisa

  • "Şey" mânasına kullanılan bir isimdir.

harbi / harbî

  • Dâr-ül harbde bulunan ve müslim olmayan kimse. Arada anlaşma yapılmamış düşman.
  • Harbe mensub ve müteallik.
  • Tüfek temizliği için kullanılan demir çubuk.

harc

  • Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
  • Vergi.
  • Çıkmak.
  • Yeni çıkan bulut.
  • Yemâme vilayetinde bir yer.
  • Ecir.
  • Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)

hardal

  • Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.

harf

  • Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
  • Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
  • Vecih, ü

hariz / harîz

  • Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış.

hark-ı kebir

  • Büyük yangın.
  • Cihan Harbi. (daha ziyade ihrak olarak kullanılır)

has / hâs

  • Tek bir mânâ için konulan her lâfız ve tek başına belirli ferdler için kullanılan her isim.

hasba

  • Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.

haşeb

  • Kereste imâlinde kullanılan kalın ve kuru ağaç.

haşir meydanı

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanılacak yer, meydan.

hasıraltı etmek

  • Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.

haşmetmeab

  • Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.

hata

  • Yanlış, yanılma.
  • Günah.
  • Yanlışlık. Yanılma.
  • Suç. Günah.

hatakar / hatakâr

  • Yanlışlık yapan, hatâ eden, yanılan. (Farsça)

hataya

  • (Tekili: Hatâ) Hatâlar. Yanılmalar.

hatem / hâtem

  • Mühür. Üzerinde yazı olan ve mühür yerine kullanılan yüzük.
  • Son. En son.

hati / hatî

  • Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.

hatırat / hâtırât

  • Hâtıralar, anılar.

havagazı

  • Isı veya ışık temin etmek maksadıyla yakılarak kullanılan bir gaz. (Türkçe)

havan

  • İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap.
  • Tütün kesmekte kullanılan makine.
  • Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık eden kimse.
  • Elektrikî bir boşalmanın ısı değerini gösteren âlet.
  • İçine çuku

havayic-i asliyye / havâyic-i asliyye

  • İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları.

havrem

  • Ayak ovup kir gidermekte kullanılan, kırmızı renkli delikli taş.

havya

  • Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır.

hayal-i fener

  • Sihirbaz feneri denilen ve resimli camları olan ve bu resimleri duvara aksettiren fenere benzer bir âlet.
  • Mc: Son derece vücutça zayıf olan kimseler için kullanılır.

hayalat-ı muhitiye / hayalât-ı muhîtiye

  • İçinde yaşanılan zaman, mekân ve çevreye ait hayaller.

hayta

  • Serseri, serkeş kimse.
  • Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt

hayzeran

  • Halk dilinde hezâren denilen bir cins sıcak iklim kamışı ki, sandalye vs. yapımında kullanılır.

hazer ve ibaha / hazer ve ibâha

  • Yasaklar ve mübahlar. Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm. Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır.

hazerat / hazerât

  • Hazretler; saygıdeğer olanlar (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir).

hebl

  • Ölüm, mevt.
  • Taaccüb makamında kullanılır.

hefevat

  • (Tekili: Hefve) Yanlışlıklar, yanılmalar.
  • Ayak kayması. Sürçmeler, kaymalar.

heft-dane

  • Aşure adı verilen bir cins tatlıyı yapmakta kullanılan yedi çeşit tahıl.

hefvan

  • Yanılma, yanlışlık.
  • Süratle gitme, hızla gitme.
  • Ayak kayıp sürçme.

hefve

  • (Çoğulu: Hefevât) Sürçme, ayak kayması.
  • Mc: Hata, yanılma. Zelle.

hel

  • Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.

hel min mezid

  • Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.

helal

  • Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
  • İhramdan çıkan hacı.

helile / helîle

  • Tıb: Tohumları tıbda müshil olarak kullanılan bir bitki.

hem suçlu hem güçlü

  • Suçlu olduğu hâlde suçunu bilmez ve suçsuz olduğunu iddia eder kimse hakkında kullanılan bir tâbirdir.

hemze

  • Elif veya elif yerine kullanılan işaret. Elif, vav, ya, he üzerine konulan ve "e" diye okutan işaret.
  • Parmakla sıkma, dürtme, sıkıştırma.

herifçioğlu

  • Kızılan kimse hakkında zamir gibi kullanılan argo bir tabirdir.

hezaren

  • Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.

hil'at-i hass-ül has

  • Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.

hılal

  • (Çoğulu: Ahılle) Diş arasını ayıklamakta kullanılan nesne. Dostluk.

hile / hîle

  • Sahtekârlık, hud'a. Aldatmak, yanıltmak.

hıncahınç

  • Ağzına kadar ve tıka basa dolu. Dopdolu. (Bu tabir bir yer veya taşıt için kullanılır.)

hind

  • Hindistan'ın kısa adı.
  • Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
  • Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.

hindi / hindî

  • Hind'e ait.
  • Hind ahalisinden olan, Hindli.
  • Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı.
  • Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.

hisarlı

  • Hisarla çevrili yer.
  • Hisarda oturan, kalede mukim.
  • Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit

hiss-i selim

  • Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi.
  • Sağlam ve insanı yanıltmayan his.

hişt

  • Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.

hıyata

  • Terzilik, dikiş dikme işi.
  • Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
  • Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.

hizbullah

  • Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır. (Kur'an-ı Kerim'de 5:56 ve 58:22 âyetlerinde zikredilir.)

hizem / hîzem

  • Yakacak odun. Yakıt olarak kullanılan odun. (Farsça)

hoşayende

  • (Çoğulu: Hoşâyendegân) Hoşa giden, hoşlanılan, beğenilen. (Farsça)

hukeşan

  • Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffak (Farsça)

hukuk-u teamüliyye

  • Memleketin ahlâkını ve âdatını bildiren örf mânasında kullanılır.

hükumet konağı / hükûmet konağı

  • Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.

hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn

  • Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.

hulüm

  • (Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
  • İhtilam olmak.
  • Akıl.

humbara

  • Küçük küp. (Farsça)
  • Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi. (Farsça)
  • Para biriktirmek için kullanılan topr (Farsça)

hunut

  • Mumyalama.
  • Bir ölünün uzun zaman çürüyüp kokmaması için kullanılan eczalar.

hurc

  • Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında

hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere

  • Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması

huruf-u şartiye

  • Şart edatları; Türkçe'de "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan Arapça edatlar, in, lev gibi.

hurufat

  • (Tekili: Harf) Harfler. Matbaada kullanılan dökme harfler.

hüval

  • Kundura kalıbının yukarı kısmını genişletmek için kullanılan takoz.

hüzn-ü gurubi / hüzn-ü gurubî

  • Sevilen ve bağlanılan herşeyin batıp gitmesinden ortaya çıkan hüzün.

i'lem eyyühe'l-aziz" notekey

  • 'Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!' mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade.

i'tibaren

  • ...den beri, ... başlıyarak, ... den başlıyarak, ...den (yerinde kullanılır.)

i'tikad / i'tikâd

  • Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ tarafından, bildirdikleri şeylerin hepsine inanma veya inanılacak şeyler.

i'tikadda mezheb / i'tikâdda mezheb

  • Îmân edilecek, inanılacak husûslarda tâbi olunan, uyulan yol.

iare

  • Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.

ibadethane / ibâdethâne

  • İbâdet yapmak için toplanılan yer.

ibaha / ibâha

  • Bir şeyin kullanılıp kullanılmaması, serbest olma hâli.
  • Yedirme, doyurma.

ibcal

  • Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)

ibriyyun

  • Yahudiler, İbraniler.

ibtidai / ibtidaî

  • Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ.
  • Ham, işlenmemiş.
  • İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)

icalet

  • El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap.
  • Acele ile ve derhal yapılan iş.

icane

  • (Çoğulu: Ecanin) Hamam taşı.
  • İçinde bez ve kaftan yıkanılan kap.

içtimaat-ı ünsiyetkarane / içtimâât-ı ünsiyetkârâne

  • Toplu alışkanlıklar ve hoşlanılan kalabalıklar.

ictirah

  • El emeği ile kazanılan para ile geçinme.

ıfas

  • Şişe ve divit ağzını kapatmakta kullanılan deri.

iffet

  • İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.

ifraz hazinesi

  • Tar: Kullanılmayan kıymetli eşyanın saklandığı yer. Bu gibi kıymetli şeylerden ikinci dereceden olanların muhafaza olunduğu yere de "Bodrum Hazinesi" denilirdi.

iğfal / iğfâl

  • Yanıltma ve aldatma.

igfaliyyat

  • Yanıltıp aldatmak için söylenen sözler.

iğlat / iğlât / اغلاط

  • Yanıltma. (Arapça)

igna'

  • Ganileştirmek. Zengin etmek.
  • Kifâyet edip bir şeyin yerini tutmak.

ıh

  • Deveyi çökertmek için kullanılır sestir.
  • Yorgunluk ve heyecanla hızlı nefes vermeği tasvir eder.

iham

  • Vehme düşürmek, vehimlendirmek.
  • Edb: İki mânaya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânayı bilerek kullanmak.

ıhlamur

  • Kerestesi marangozlukta kullanılan ve çiçeği haşlanıp çay gibi içilen ağaç.
  • Ihlamur ağacından yapılmış.

ıhta'

  • Hatâ etmek, yanılmak.

ihta'

  • Yanılma veya yanıltma.
  • Hatâya düşürme veya düşürülme.

ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm

  • Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.

ihtira'

  • Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek.
  • Edb: Hiç kimse tarafından kullanılmamış tabirler ve mazmunlar kullanma.

ihya-ı mevat / ihyâ-ı mevât

  • Faydalanılmayan ölü toprakları işlemek, faydalanılır hâle getirmek.

iki dirhem bir çekirdek

  • Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.

iknaiyyat-ı hitabiyye

  • Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.

iksir / iksîr / اِكْسِيرْ

  • Madenleri altına çevirdiğine inanılan madde.

ilahiyyat / ilâhiyyât

  • İnanılacak şeylerden bahseden kelâm ilminin; Allahü teâlânın varlığı, zâtı, sıfatları ve fiillerinden (işlerinden) bahseden bölümü.

ilcaat-ı zaman

  • Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.

ilm-i adab / ilm-i âdâb

  • Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.

ilmiye ricali

  • İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.

iltibas

  • Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.

imam-ı gazali / imam-ı gazalî

  • Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)

imam-ı malik / imam-ı mâlik

  • (Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.

imam-ı şafii / imam-ı şâfiî

  • (Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Had

imaret kemeri

  • Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.

imdad

  • Yardım. Yardıma yetişmek. "Yetişin, kurtarın" mânasında da kullanılır.
  • Yardıma gönderilen kuvvet.
  • Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek.

inak

  • Sözüne inanılır, itimat edilebilir, mutemed.
  • Müsteşar, müşavir.
  • İstişare, re'y.

ind

  • Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz

inhisar-ı kuvvet

  • Güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması.

inkışa'

  • Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.

inne-ma / inne-mâ

  • Ancak edatı ile, beyan olunan şey hakkındaki hükmü, maadâsından nefy etmek için kullanılır.

irmik

  • Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un.

ısabe

  • (Çoğulu: Asâib) Cemaat, topluluk.
  • Tıb: Yaraları sarmakta kullanılan bağ, yara bantı.
  • Başa sarılan ve şeâir-i İslâmiyeden olan sarık.

isevilik / îsevîlik

  • Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak din, nasrânîlik.

işgere

  • Şâhin, atmaca ve doğan gibi av için kullanılan terbiye görmüş kuş. (Farsça)

işkampaviya

  • İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği

iskandil

  • ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
  • Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.

ışki / ışkî

  • İki ucu saplı eğri bıçaktır ve deri ve tahta kazımakta kullanılır.

iskona

  • İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı.

islambol

  • Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.

ism

  • (İsim) Ad, nâm.
  • Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız.
  • Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır.

ism-i mevsule

  • O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.

ıspavli

  • Eskiden gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.

istanbul efendisi

  • İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur.

isti'dad / isti'dâd

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
  • Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.

isti'mal / isti'mâl / استعمال

  • Kullanma. (Arapça)
  • Kullanılma. (Arapça)
  • Yapılma. (Arapça)
  • İsti'mâl edilmek: Kullanılmak. (Arapça)
  • İsti'mâl etmek: Kullanmak. (Arapça)

istibka-yi teveccühleri

  • Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.)

istihbarat-ı mevsuka

  • Sağlam ve inanılır doğru haberler.

istihkak

  • Kazanılan şey, hak edilen.
  • Hakkını almak. Hakkını istemek.

istimal edilmek

  • Kullanılmak.

istinadgerde

  • İstinad edilmiş. Kendine güvenilmiş veya dayanılmış.

itibari / itibârî

  • Gerçekten öyle olmadığı hâlde öyle sanılan ve insanlar tarafından öyle kabul görmüş olan, göreceli.

ıtlak / ıtlâk

  • Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.

ittifakıyet-i avra / ittifakıyet-i avrâ

  • Tek gözü kör olan ittifak, beraberlik; arkasında hükmeden İlâhî kudret görülmediği için sadece maddî güce sahip olduğu sanılan birlik ve beraberlik.

ittiham

  • Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)

ittihaz / ittihâz / اتخاذ

  • Alma. (Arapça)
  • Kabul etme. (Arapça)
  • Kullanma. (Arapça)
  • Değerlendirme. (Arapça)
  • İttihâz edilmek: (Arapça)
  • Alınmak. (Arapça)
  • Kabul edilmek. (Arapça)
  • Kullanılmak. (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • İttihâz etmek: (Arapça)
  • Almak. (Arapça)

iz

  • "Hem, vakt, yevm, hîn" gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi.
  • Mâzi fiillerinden evvel "iz" gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur

iza

  • Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur.

izmil

  • Keskin demir.
  • Çekiç.
  • Deri kesmekte kullanılan bıçak.

izz-üd-din

  • Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir.

izzü-d-devle

  • Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan.

jelatin

  • Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir. (Fransızca)
  • Bir cins kâğıt. (Fransızca)

jeton

  • Para yerine kullanılan marka. (Fransızca)
  • Telefonlarda veya garsonların kasa ile hasaplaşmasında kullanılır. (Fransızca)

jiyan

  • Kızgın, kükremiş, hışımlı. (Bu tabir, ekseriyetle arslanlar hakkında kullanılır.) (Farsça)

jurnal

  • İlk önce gazete ve rapor mânasına kullanılırken sonradan "hükümete ihbar" gibi olan hâdiselere denilmeğe başlandı. İhbar, şikâyet, polis raporu. İnsanı kötüleyerek verilen haber veya rapor. (Fransızca)

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kabkaba

  • Haykırma, kükreme. (Deve ve arslan hakkında kullanılan bir tâbirdir.)

kablo

  • Telgraf, telefon hatlarında veya elektrik akımı iletmede kullanılan izole edilmiş tellerin bütünü. (Fransızca)

kabr-i vahşet

  • Vahşet kabri; yabanilik, vahşilik mezarı.

kad

  • Gr : İsmiyye veya harfiyye olan bir kelimedir. İsmiyye olduğunda iki vecihle kullanılır. yerine muzari olur. Yetişir, kifayet eder mânasınadır. Yahut kelimesine müradif isim olur. Harfiyye olduğunda dâhil olduğu fiil, tahkik, ümid, rica, intizar, yakınlık, azlık veya çokluk ifade edebilir.

kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz

  • Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.

kadırga

  • Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan harp gemilerinden biri. Kürek ve yelkenle kullanılırdı. Kadırgalar 25 oturaklı idi ve her küreği dörder adam tarafından çekilirdi.

kadiyanilik / kâdiyânîlik

  • On dokuzuncu yüzyılda, Hindistan'da Mirzâ Gulâm Ahmed tarafından kurulan bozuk yol. Kurucusunun doğum yeri olan Kâdiyan kasabasına nisbetle bu adla anılmaktadır. İsmine nisbetle, Ahmediyye de denilmektedir.

kafir / kâfir

  • İslâmiyette inanılması lâzım olan şeylerin hepsine veya birine inanmayan, dînin emirlerini beğenmeyen, hafife alan, alay eden.

kaide-i usul

  • Usûl kuralı, metodolojide kullanılan bir kural.

kalb ilmi

  • Evliyâdan bir zâtın rehberliğinde kazanılan ilim.

kalb-i acizane / kalb-i âcizâne

  • Aciz kalp (tevazu için kullanılan bir ifade).

kalb-i acizi / kalb-i âcizî

  • Bu âcizin kalbi anlamında, tevazu için kullanılan ifade.

kalem

  • (Çoğulu: Aklâm) Kamış. Yazı için ucu inceltilen bir nevi ince ve sert kamış.
  • Yazı yazmak için kullanılan her türlü âlet.
  • İfâde. Üslub.
  • Mâden, taş ve tahta üzerinde oymak için ucu sivri çelik âlet.
  • İnce boya, fırçası.
  • Yazı enva'ı.
  • Resim. Nakış.<

kalfa

  • Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı.
  • Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı.
  • Bir san'atta usta ile çırak ara

kalyon

  • Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan yelkenli ve kürekli harp gemilerinden biri.

kama

  • İki tarafı keskin, ucu sivri ve enli bıçak.
  • Duvara veya keresteye çakılan büyük tahta çivi.
  • Ağaç, kütük ve sâireyi yarmak için kullanılan ucu ince, arka tarafı kalın ağaç veya demir takoz.

kameri aylar / kamerî aylar

  • Hicrî takvimde kullanılan on iki ay. Arabî aylar da denir.

kanaat / kanâat

  • Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.

kanaat-ı acizane / kanaat-ı âcizane

  • Âcizin kanaati; benim fikrim anlamında tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.

kanata

  • ing. Bol ağızlı su testisi.
  • Sıvı koymaya mahsus kap.
  • Bazan ölçü gibi de kullanılır.

kanber

  • Hz. Ali'nin (R.A.) sâdık, vefakâr ve sevgili kölesinin adı.
  • Mc: Bir evin gediklisi.
  • Herşeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan bir adamdan kinâye olarak kullanılır.

kapçak

  • Tar: Eski zaman muharebelerinde muhasara edilen kalelerin duvarlarına tırmanmak için kullanılan büyük çengel.

kar-ı reva / kâr-ı revâ

  • İşe yarar, kullanılabilir.

karibetün / karîbetün

  • Yakındır (kadınlar için kullanılır).

karibün / karîbün

  • Yakındır (erkekler için kullanılır).

karine-i mania / karine-i mânia

  • Bir kelimenin asıl mânâda anlaşılmasına engel olan nokta ki, o sözün mecaz mânâda kullanıldığını gösterir.

katile

  • Su silmede kullanılan bez parçası.

kazan kaldırmak

  • Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı. (Türkçe)

kazim

  • (Çoğulu: Kazmân-Kazam) Gümüş.
  • Yazı yazmada kullanılan beyaz deri.
  • Davara verdikleri arpa.

kede

  • "Mahal, ev, yer" anlamına gelir ve birleşik isimler şeklinde kullanılır. Meselâ: Ateşkede, bütkede, meykede... gibi. (Farsça)

keffaret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.

kelam-ı mecazi / kelâm-ı mecazî

  • Gerçek anlamında kullanılmayıp, aralarındaki ilgi, bağ ve benzerlikten dolayı başka anlamda kullanılan söz.

kelimat-ı tercümiye / kelimât-ı tercümiye

  • Tercümede kullanılan kelimeler.

kelimat-ı tesbihiye ve zikriye / kelimât-ı tesbihiye ve zikriye

  • Allah'ın yüceliğini dile getirmek ve Allah'ı anmak için kullanılan kelimeler, sözler.

kelime-i zikriye

  • Sürekli anılan ve tekrar edilen cümle.

kem

  • Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.) (Farsçada: Çend)

kemter

  • İtibarsız, eksik anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan bir söz.

kepaze

  • İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan.
  • Tâlim için kullanılır yay.

kerim

  • Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)

kerr

  • Çekilerek yeniden hücum etmek.
  • Birşeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelmek.
  • Devlet.
  • Gemi halatı.
  • Hurma ağacına çıkmakta kullanılan urgan.

kerremallahu-vechehu

  • Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.

kesb

  • Kazanma, kazanç, edinme.
  • Geçimi sağlama için kullanılan âlet veya iş.

kesbi / kesbî

  • Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
  • Sonradan, kazanılarak olan.

kesbi olmadığını / kesbî olmadığını

  • Çalışarak kazanılmış olmadığını.

keşende

  • "Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.) (Farsça)
  • Dayanan, tahammül eden, mütehammil. (Farsça)

kesirü'l-istimal / kesîrü'l-istimal / kesîrü'l-istimâl / كثيرالاستعمال

  • Kullanımı çok olan, çokça kullanılan.
  • Çok kullanılan. (Arapça)

ketebe

  • Kâtibler. Yazıcılar.
  • Bir hattatın yazdığı eserinde imza yerinde "Ketebehu; Onu yazdı" mânasında kulllanılır.

kevser-i fesahat

  • Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılmasından doğan tatlılık, doygunluk.

key

  • Ne vakit, ne zaman? (Soru için kullanılır.) (Farsça)
  • Arapçada muzari fiilini nasbeden (son harfini üstün okutan) ve "İçin, tâ ki, hangi, nasıl?" yerinde kullanılan harf.

kılavuz

  • Yol gösteren, rehber.
  • Vapurlara yol gösteren.
  • Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
  • Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
  • Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
  • Okçuluk müsabakaların

kile

  • Ölçek. Tahıllar için kullanılan bir ölçü.

kımat

  • Örtü, sargı. Sarılacak bez. Beşik bağırdağı.
  • Keserken koyunun ayağını bağlamada kullanılan ip.

kinaye lafızlar / kinâye lafızlar

  • Birkaç mânâda kullanılan kelimeler. Hem boşamada hem de başka yerde kullanılan sözler.

kinin

  • Ateşli hastalıkların ve özellikle sıtmanın tedavisinde kullanılan bir tür bitki.

kira / kirâ

  • Bir malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret. Bir evin, bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir müddet için başkasına verilmesi.

kira'

  • Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi.
  • Böyle bir şey karşılığı alınan para.

kırat / kırât

  • Değerli metallerin ölçülmesinde kullanılan ağırlık birimi.

kırat-ı şer'i / kırât-ı şer'î

  • Peygamber efendimiz zamânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismi geçen bir ağırlık birimi.

kırat-ı urfi / kırât-ı urfî

  • Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.

kırtale

  • (Çoğulu: Kırtâl) Yemiş toplamakta kullanılan sepet.

kisbi / kisbî

  • Kazanılmış, kesbedilmiş. Kesb ile alâkalı.

kisra

  • Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.

kitab-ı muteber

  • İnanılır, güvenilir kitap.

kıyasat-ı mantıkıye / kıyâsât-ı mantıkıye

  • Mantık ilminde kullanılan kıyas yöntemleri.

kıyye

  • Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram.

klasör

  • Tasnif işlerinde kullanılan, gözlere ayrılmış dolap veya çekmece. (Fransızca)
  • Geniş mukavva dosya. (Fransızca)

klişe

  • Matbaada tipografik baskıda kullanılan kabartma resim veya yazılar çıkarılmış madeni levha. (Fransızca)

köle

  • Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek. (Türkçe)

kostantıniyye

  • İslâm dünyasında İstanbul için kullanılmış isimlerden biri.

kuddise sirruh

  • Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.

kuddise sirruhu / kuddise sirruhû

  • İlâhî hikmetten öğrendiği sırlar mübarek ve pak olsun anlamında, büyük veliler için kullanılan bir hürmet ifadesi.

kuddise sırruhu'l-ali / kuddise sırruhu'l-âlî

  • Yüce sırrı mübarek ve temiz olsun; büyük veliler için kullanılır.

kuduri / kudurî

  • (Hi: 362 - 428) Bağdadlıdır. Ahmed İbn-i Muhammed Bağdâdi diye de anılır. Hanefi fıkıh âlimlerindendir. Bu zatın, fıkha dâir meşhur kitabının ismi de Kudurî'dir.

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

küfr-i cehli / küfr-i cehlî

  • İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak.

küfr-i cühudi / küfr-i cühûdî

  • Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek.

kültür

  • Bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.

kulüp / قُلُوبْ

  • Yalnız üye olanların girebildikleri belli gayelerle toplanılan yer.

kumar

  • Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.

kurb

  • Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
  • Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.

küş

  • "Öldüren, öldürücü" mânalarına gelerek tamlama yapmada kullanılır. Meselâ: Düşman-küş: Düşman öldüren. (Farsça)

küşa

  • "Açan, açıcı" mânâlarına gelerek tamlama yapımında kullanılır. Meselâ: Dil-küşâ : Gönül açan, gönül açıcı, ferahlık veren. (Farsça)

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

küvet

  • Leğen olarak kullanılan kapların umumi adı. (Fransızca)

kuvve-i ile-l merkeziye

  • Muhitten (etraftan) merkeze doğru gelen çekme kuvveti. (Kuvve-i anil-merkeziyenin zıddıdır.)

kuyud-u ihtiraziye / kuyûd-u ihtiraziye

  • Bazı hakların kullanılabilmesi için öne sürülen şartlar ve çekinceler; tedbir ve çekince kayıtları.

la / lâ

  • Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
  • Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve

la ve neam / lâ ve neam

  • Hayır ve evet. (Daha çok, hiçbir fikir beyan edilmediği zamanlar kullanılır.)

laalle

  • Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder.

lakinne / lâkinne

  • İstidrak edatıdır. İdrak istemek, anlamak istemek edatıdır ve bulunduğu kelimede bir şeyin anlamak istendiğini bildirir. Evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanılır.

lala

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi. (Farsça)
  • Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler. (Farsça)
  • Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine (Farsça)

lam-ut-takviye / lâm-ut-takviye

  • Takviye lam'ı. Bu harf Arabçada ve yerine ve mânâsına da kullanılır.

latince / lâtince

  • Latin harflerinin kullanıldığı dil.

layuhti / lâyuhtî

  • Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.
  • Hatâsız, hatâ işlemez. Yanılmaz.

layutak / lâyutak

  • Güç yetmez. Dayanılmaz. Takat yetmez. Çekilmez.

leda

  • Sırasında, yapıldığında (mânâsına kullanılır).
  • Yan, nezd.

levazım

  • İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde.
  • Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.

leys

  • Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır.
  • Gaflet.
  • Bahâdırlık, kahramanlık.
  • Yük çekici olmak.

lillahi şehidün / lillâhi şehîdün

  • "Allah'a şahittir" (buradaki "şehîdün" erkekler için kullanılır).

lühve

  • (Çoğulu: Lühâ-Lühât) Değirmencinin, eliyle değirmenin ağzına döktüğü tane. (Daha çok hediye, atâ ve hibe mânasına kullanılmıştır.)

lükk

  • Nar ağacına benzer bir hindi ağacının zamkı.
  • Kılıç ve bıçak saplarını berkitmekte kullanılan meşhur bir nesne.

lüüme

  • Öküz.
  • Çiftçilikte kullanılan bazı âletler.

ma'na-yı mecazi / ma'nâ-yı mecâzî / مَعْنَايِ مَجَاز۪ي

  • Asıl ma'nânın dışında kullanılan ma'nâ.
  • Sözün gerçek manasının dışında kullanılması.

ma-bihi-l-imtiyaz

  • Kendisi ile imtiyaz kazanılan şey.

ma-i istifhamiyye / mâ-i istifhamiyye

  • Sual için kullanılan kelimenin başında gelir. (Mâhâzâ: Bu nedir? Mâindek: Yanındaki nedir?) suallerinde olduğu gibi.

ma-i magsul / mâ-i magsul

  • (Mâ-i müsta'mel) Kullanılmış su.

ma-i mevsufe / mâ-i mevsufe

  • Şey mânasında nekre olup bir sıfattan evvel kullanılır. (Nazartu ilâ mâ mu'cebin leke: Sana hoş gelen şeye baktım) cümlesindeki gibi...Bazan da sıfatsız olur. (Ni'me-mâ: Ne güzeldir) (Meselen-mâ: Bir misâl olarak) kelimelerinde gördüğümüz gibi.

ma-i müsta'mel / mâ-i müsta'mel

  • Kullanılmış su. Abdest ve guslde (boy abdestinde) yâhut kurbet olarak kullanılan su. Temiz fakat temizleyici değildir.

ma-i müstamel / mâ-i müstamel

  • Temiz olduğu halde temizleyici olmayan, kullanılmış olan sulardır.

maa

  • (Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu t

maab

  • Ayıp, eksiklik.
  • Ayıp şey, utanılacak nesne, ayıp yeri.

maavil

  • (Tekili: Mi'vel) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar.

madde-i esir

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

magasil

  • (Tekili: Magsel ve Magsil) Gusülhâneler, yıkanılacak yerler.

mağfur

  • Allah'ın mağfiretine kavuşmuş, günahı affolunmuş; vefat eden kişiler için kullanılır.

maglata

  • Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.

mağlata / مغلطه / مَغْلَطَه

  • Laf salatası, yanıltmaca. (Arapça)
  • Yanıltıcı saçma kıyâs.

maglata-i vehmiyye

  • Vehmin, insanı yanıltmak için yanlışı doğru göstermesi.

mahazir

  • (Tekili: Mahzur) Korkulacak ve sakınılacak şeyler. Maniler, engeller.

mahfil

  • (Çoğulu: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri.
  • Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer.

mahfuz

  • (Hıfz. dan) Hıfzolunmuş, saklanılmış.
  • Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış.
  • Korunup gözetilmiş.
  • Gizlenmiş, saklanmış.

mahmuz

  • (Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet.
  • Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik.
  • Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan dest

mahruf

  • Toplanılmış devşirilmiş meyve.

mahşer

  • Haşr olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı, Mevkıf.

mahsud / mahsûd / مَحْسُودْ

  • Kendine hased edilen. Kıskanılan kimse.
  • Kendisine hased edilen, kıskanılan.
  • Kendisine hased edilen, kıskanılan.
  • Kıskanılan.
  • Hased edilen, kıskanılan.

mahya

  • Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim.
  • Dam çatısında iki eğik sathın birleştiği çizgi ve buradaki aralığı kapatmak için kullanılan uzunca, oluk biçiminde kire

mahz-ı vahşet / مَحْضِ وَحْشَتْ

  • Tamamen yabânîlik.

mahzurat

  • Yasaklar. Mâniler. Haram şeyler.

mahzuzat / mahzûzât

  • Hoşlanılan şeyler.

makam-ı ali / makam-ı âlî

  • Yüce ve âli makam. Eskiden bu tabir, bakanlıklar hakkında kullanılırdı.

makulü'l-mana / mâkulü'l-mânâ

  • Hikmeti akılla kavranılabilir.

mal

  • "Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen) (Farsça)

mal-ı habis / mâl-ı habîs

  • Zor ile gasb edilen ve rüşvet olarak alınan, çalınan mallar ve kendine emânet olan mallar, izinsiz ticârette kullanılarak elde edilen kârlar ve dâr-ül-harbde yâni kâfir memleketlerine gidenin (tüccârın, seyyâhın), kafirlerden, rızâsı olmadan aldığı mallar.

mal-ı mütekavvim / mâl-ı mütekavvim

  • Kıymetli mal. İslâm'a göre yenilmesi, içilmesi, kullanılması ve faydalanılması mümkün olan mal.

mal-i mütekavvim

  • Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir. Diğeri, mâl-i mührez demektir. Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur. İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir. Şirâ ile intifa' mübah oldu

mal-i uhrevi / mal-i uhrevî

  • Âhiret için kazanılan sevap. Uhrevî mal.

malayutak / mâlâyutak

  • Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz.
  • Dayanılmaz, güç yetmez.

malik

  • Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan.
  • Her şeyin sâhibi olan Allah.
  • Cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı.

malzeme-i cerrahiye-i ruhiye / malzeme-i cerrâhiye-i ruhiye

  • Mânevî ameliyatta kullanılan malzeme.

mancınık

  • Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
  • Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.

martulos

  • (Martoloz) Osmanlı Devletinin teşekkülü sıralarında ve yeniçeri teşkilâtından önce, Hristiyanlardan, ordunun geri hizmetlerinde çalışmış olan teşekküllerden biridir. Silâhlanmış kişi mânasında Rumca bir kelimedir.
  • Eskiden Tuna gemicileri, korsanı mânasında da kullanılmıştır.

maşaallah / mâşâallah

  • Allah dilemiş ve ne güzel yapmış ve Allah nazardan saklasın gibi anlamlara gelen ve beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz.

masiva

  • Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler.

mason

  • Duvarcı mânasına bir kelimeden alınmış isimdir. Dinsiz, imânsız mânâsına kullanılır. Fermeson veya farmason da denir. (Fransızca)

maşraba

  • Tas, su içmek için kullanılan kap.

masruf

  • Sarfolunmuş, harcanılmış olan.

matahir

  • (Tekili: Mathare) Mataralar, su kapları.
  • Gusülhâneler. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yerler.

matamir / matamîr

  • (Tekili: Matmure) Mezarlar, kabirler.
  • Bazı şeyleri saklamak için kullanılan toprakaltı yerler.

matara

  • Askerlerin kullandığı üzeri aba ve çeşitli kumaşlarla kaplı madeni su şişesi veya yolculukta kullanılan deriden yapılmış su kabı.
  • Kavanoz; özellikle askerlerin kullandığı veya yolculukta kullanılan bir çeşit su kabı.

matemhane / mâtemhane

  • Ağlanılan, yas tutulan yer. (Farsça)

mathare

  • (Çoğulu: Matâhir) Gusülhâne. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yer.
  • Su kabı, matara.

matlub / matlûb

  • İstenilen, aranılan şey.
  • Talep edilen, istenilen, arzulanılan.
  • Kavuşmak istenilen, aranılan şey, maksat.

matlubat

  • (Tekili: Matlub) İstenilen, talebedilen ve aranılan şeyler.
  • Alacaklar. Ödünç olarak verilmiş olan şeyler.

maun / mâun

  • Malın zekatı.
  • Kendisinden faydalanılacak şey, eve gerekli olan şeyler.

mavzer

  • Alm. Mavzer adında bir Alman'ın yaptığı çaplı harp tüfeği. Askerlikte kullanılan bir silâh.
  • Orduda kullanılan bir cins tüfek.

mazalle

  • Yol aranılan yer.

mazanna / مظنه

  • Ermiş sanılan. (Arapça)
  • Zan altındaki. (Arapça)

mazanne

  • (Mazınne) Zannolunduğu yer. Zan götüren.
  • Ermiş sanılan.

mazarrat-ı mütevehhime

  • Tevehhüm olunan, geleceği sanılan zararlar.

me'ani ilmi / me'ânî ilmi

  • Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.

me'n

  • (Çoğulu: Müün-Me'nât) Böğür.
  • Yer kazmakta kullanılan ucu demirli ağaç.

meç

  • Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç.

mecaz / mecâz

  • Yol, geçecek yer.
  • Gerçeğin zıddı.
  • Kendi öz mânâsıyla kullanılmayıp benzetme yolu ile başka mânâda kullanılan söz.
  • Sözün başka mânâda kullanılması.

mecaz-ı mürsel

  • Benzetme dışında başka bir ilişki sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: "O köye sor" demek, "o köyden birine sor" demektir.

meccaniyet

  • Ücretsizlik, meccanilik.

meclis

  • Oturulacak, toplanılacak yer.
  • Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu.
  • Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina.

meclis-i ruhani / meclis-i ruhanî

  • Ruhanîler meclisi, meleklerin ve ruhların toplanma yer ve zamanı.

meclub

  • Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış.
  • Tarafdarlığı kazanılmış kimse.
  • Aşık. Tutkun.

mecma / mecmâ

  • Toplanılan yer.
  • Toplanılan yer.

mecma'

  • Toplanılacak yer. Kavuşulan yer.

mecma-ı aher / mecma-ı âher

  • Başka bir toplanma yeri, öldükten sonra âhirette toplanılacak olan mahşer yeri.

mecma-i aleyh

  • Hakkında toplanılan, ittifak edilen, birleşilen şey.

medak

  • Bir şeyi ezmekte kullanılan yassı taş.

medare

  • Kova gibi dikip su çekmekte kullanılan deri.

medyum

  • Ruhlar arasında aracılık ettiğine ve geleceği bildiğine inanılan kimse.

mefreş

  • Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar.

mehcur

  • (Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
  • Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.

mehd-i uhuvvet

  • Uhuvvet beşiği. Kardeşlik kazanılan yer.

mehdi

  • Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz-zaman. "Hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı Hak tarafından yol gösterilen" mânasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi muntazır da denir. Ahir zamanda gelip bü

mehdi-yi abbasi / mehdi-yi abbasî

  • (Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı

mekare / mekâre

  • Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı.
  • Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli

mekasib / mekâsib

  • (Tekili: Mekseb ve Meksib) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler.

mekik

  • Nakış dokumada kullanılan âlet.

meksub / meksûb

  • Kesbolunmuş. Kazanılmış.
  • Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş.
  • Yüksekten dökülen.
  • Çağlayan.
  • Kazanılmış.

meksube / meksûbe

  • Kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey.
  • Kazanılan.

melaike tasdiki / melâike tasdiki

  • Meleklerin varlığının tasdiki, inanılması, kabulü.

melami / melâmî

  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.

meleke

  • Zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.

mellase

  • Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü.

memlukane / memlukâne

  • Köleye yakışır hâlde. Kölece. (Farsça)
  • Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı. (Farsça)

memlul

  • (Memlule) Usanmış, usanılmış, bıkılmış, bezilmiş.

men

  • (İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.

menba-ı istinad

  • Dayanak noktası, dayanılan kaynak.

menea

  • (Tekili: Mâni) Engeller, mâniler, özürler.
  • Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar.
  • Kuvvet ve cemâat.

mengene

  • Tazyik veya sıkıştırma için kullanılan demir veya tahta âlet.

merakım

  • (Tekili: Mirkam) Kalemler. Yazma işinde kullanılan âletler.

mercan

  • Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.

merdane

  • Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. (Farsça)
  • Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. (Farsça)
  • Yufka açmağa yarıyan oklava. (Farsça)
  • Erkek ayakkabısı. (Farsça)

merfuat / merfuât

  • Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya.
  • Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler.

mergub / مرغوب

  • Rağbet edilen, aranılan, istenilen. (Arapça)

merhaba

  • Şâdlık, neşeli oluş.
  • Genişlik, vüs'at.
  • Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir.
  • Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.

merkum / مرقوم

  • Adı geçen, anılan; yazılmış. (Arapça)

meşarit

  • (Tekili: Mişrat) Keskin bıçaklar. Ameliyatta kullanılan keskin hekim bıçakları.

mesatır

  • (Tekili: Mistar) Cetveller, mistarlar. Çizgi çizme için kullanılan âletler.

mescid

  • Secde edilen yer. Namazgâh. Cami yerine kullanılan namaz yeri.

mesfur

  • Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)

mest

  • Ayakkabı.
  • Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.

meta

  • Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.

meta' / metâ'

  • Faydalanılan şey.

meta-ul gurur

  • Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.

metruk

  • Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.

metrukiyyet

  • (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma.
  • Bırakılmışlık, kullanılmazlık.
  • Bir işten çekilip uğraşmama.

mevani / mevâni

  • Mâniler, engeller.
  • Maniler, engeller.

mevlana

  • "Efendimiz, mevlâmız" mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.

mevsuk

  • Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan.
  • Sağlam.
  • Vesikalı. Delile dayanan hakikat.

mevsuk-ul kelim

  • Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.

mevsukiyet

  • Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.

meydan-ı haşir

  • Haşir meydanı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip hesap vermek için toplanılacak olan meydan.

meyhem

  • "Hâlin nedir, nasılsın?" mânasına kullanılır.

mezbur / mezbûr / مزبور

  • Anılan, belirtilen. (Arapça)

mezkur / mezkûr

  • Zikredilen, sözü geçen, anılan.
  • Anılan.

mibza'

  • Kan almakta kullanılan âlet. Neşter.

mibzer

  • Tohum ekmekte kullanılan bir âlet.

micesse

  • Ağaç budamada kullanılan keskin demir.

miclat

  • Ağaç budamada ve bağ filizini kesmekte kullanılan demir.

midvek

  • Bir şey ezmekte kullanılan taş.

mifsad

  • Kan almakta kullanılan âlet. Neşter.

miftele

  • Yün eğirmekte kullanılan çatal değnek.

migsel

  • Tas, ibrik. Yıkanmada kullanılan kab.

migzel

  • (Çoğulu: Megazil) İplik eğirmekte kullanılan âlet. iğ.

mıhbat

  • Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.

mihlat

  • İçine yulaf koyup davara vermekte kullanılan torba.

mıhtab

  • Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet.

mihtab

  • Balta. Odun kesmekte kullanılan âlet.

mihza

  • Ateş karıştırmakta kullanılan ağaç.

mikhal

  • (Çoğulu: Mekâhil) Göze sürme çekmekte kullanılan âlet.

mikreb

  • (Çoğulu: Mekârib) Çift sürmede kullanılan saban.

milhez

  • Mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet.

mimsiz medeniyet

  • Vahşilik, denîlik. Alçaklık.
  • Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.

minhat

  • (Çoğulu: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet.

minyatür

  • Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi.
  • İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.

miran aşireti

  • Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı.

mirza

  • Reis. Bey.
  • Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde.
  • Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.

mıs'ad

  • Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.

miskab

  • (Çoğulu: Mesâkıb) Mâden, kemik veya tahta gibi şeyleri delmekte kullanılan âlet, matkap.

misket

  • Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. (Fransızca)
  • Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.) (Fransızca)

mistar-ı hikmet

  • Hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon.

misvak / misvâk

  • Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
  • Bir karış büyüklüğünde kesilmiş, dişleri temizlemek için kullanılan ve Erak denilen ağaçtan veya zeytin dalından yapılan ağaç fırça.

mitin

  • Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç. (Farsça)

mu'teber

  • İtibâr gören. Beğenilen.
  • İnanılır. Güvenilir. Hatırı sayılır. Hükmü geçen.

mu'teberan

  • (Tekili: Mu'teber) Şerefli, haysiyetli ve itibarlı kimseler.
  • Bir yerin, bir mesleğin veya bir sınıfın ileri gelenleri. Hükmü geçip, inanılır olanlar.

mu'tekadat

  • İtikad edilenler. İnanılan hususlar.

mü'temen

  • (Emn. den) İnanılır, güvenilir, itimad edilir. Emniyetli.

muaşeret

  • Birlikte yaşanılanlar.
  • Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet.

muateb

  • Azarlanılan. Tekdir olunan. Azarlanmış.
  • Paylamak, çıkışmak.

muattal / مُعَطَّلْ

  • Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş.
  • İşsiz. Tenbel.
  • Kullanılmaz olmuş.
  • Kullanılmış, bırakılmış.
  • Boş, işsiz.
  • Kullanılmaz, boş.

mübteda-bih

  • Kendisiyle başlanılan.

mübtezel

  • (Bezl. den) Pek bol ve ucuz. Değersiz.
  • Hor kullanılan. Ortaya düşmüş olan.

mücber

  • Zorlanılmış. Zorlanılan. İcbar olunmuş olan.

mücedded

  • Kullanılmamış. Yeni. Yenilenmiş.

mücevherat / mücevherât

  • (Tekili: Mücevher) Kıymetli taşlar. Mücevherler. Süs ve zinet için kullanılan kıymetli şeyler.

mucid-i hakiki / mucid-i hakikî

  • İcad etme iktidarının yegâne sahibi mânasında olarak (Allah) hakkında kullanılır.

müctena

  • Toplanılmış, devşirilmiş.

müennes-i semai / müennes-i semaî

  • Gr: Kelimenin kendisinde müenneslik edatı olmadığı halde, müennes sayılan ve öyle kullanılagelen kelime. Yed, şems... gibi.

müfad

  • Sözün ifade ettiği mâna. İfade edilen.
  • Herhangi bir vesile ile kazanılmış menfaat. (Mefâd galattır)

müfsid

  • Başlanılan ibâdeti bozan şeyler.
  • Karışıklık çıkaran ve bozgunculuk yapan.

mugalata / mugâlata / مغالطه

  • (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
  • Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
  • Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme, demogoji.
  • Yanıltıcı için söz söyleme.
  • Safsata, demagoji; aldatmak maksadıyla yanıltıcı sözler söyleme.
  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
  • Yanıltmaca. (Arapça)

muhammen

  • (Hamn. den) Tahmin edilen. Ortalama olarak bir değer kabul edilen. Sanılan.

muharremat / muharremât

  • Yapılması dînen yasaklanmış, haram olan işler, haramlar.
  • Nikâhlanılması (evlenilmesi) dînen haram kimseler. Nikâh düşmeyenler.

muhassal

  • Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası.

muhazzi'

  • Saman ve ot kesmekte kullanılan bir çeşit ziraat makinesi.

mühendiz

  • Mühendis mânâsına ise de "zel" ile kullanılmaz.

mühre

  • Cilâ için kullanılan küçük yuvarlak cisim. Deniz böceği kabuğu. (Farsça)
  • Her nevi yuvarlak cisim. (Farsça)
  • Billurdan yapılı küçük kap. (Farsça)
  • Çekiç. (Farsça)
  • Cam boncuk. (Farsça)
  • Omurga kemiği. (Farsça)

muhrez

  • Kazanılmış, elde edilmiş.
  • Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.

muhtereme

  • Hürmete lâyık, saygıdeğer anlamında, hanımlar için kullanılan ifade.

muhti / muhtî

  • Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
  • Hatâya düşürten. Yanıltan.

mühür

  • İmza yerine kullanılan damga.

mukallid

  • Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
  • İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
  • Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.

mukarrihat

  • (Tekili: Mukarrih) Yara açmakta kullanılan etkili ilâçlar.

mukavemetsuz / mukavemetsûz

  • Mukavemeti yok eden, dayanılmaz hâle getiren.

mukle

  • (Çoğulu: Mukul) Gözün karası. Göz bebeği.
  • Göz.
  • Su taksimi için kullanılan taş.

mükteseb / مكتسب

  • İktisab edilmiş. Kazanılmış. Elde edilmiş.
  • Kazanılmış.
  • Kazanılmış. (Arapça)

mükteseb hak

  • Kazanılmış, ele geçirilmiş, elde edilmiş hak.

müktesebat

  • Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.

müktesebe / مكتسبه

  • Kazanılmış. (Arapça)

mülk-i habis / mülk-i habîs

  • Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk.

mültebis

  • Karıştırmış, yanılmış.

mültefet

  • (Left. den) Kendisine iltifat edilmiş olan. Güler yüz gösterilmiş ve hoş davranılmış.
  • Ehemmiyet verilmiş.

mültezem

  • Lüzumlu görülen, lüzumuna inanılarak yapılmasına çalışılan.

muma-ileyhinn

  • (Tekili: Mumâ-ileyhâ) Adı geçen kadınlar, yukarıda anılan kızlar, imâ edilenler.

mumaileyh / mûmâileyh / مومى اليه

  • Anılan, adı geçen. (Arapça)

münadebe

  • İyilikleri sayılıp ağlanılan ölü.
  • Ölmüş bir kimsenin ahlâkını ve evsafını anıp ağlaşmak.

münezzeh

  • Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak. Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir.

münfehim

  • (Fehm. den) Anlaşılan, kavranılan, fehmedilen.

münselib

  • (Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)

müntekim

  • İntikam alıcı. Zâlim ve mütekebbir (kibirli) cânîleri başkalarına ders olacak şekilde cezâlandıran, âsîleri ve taşkınlık yapanları şiddetli azâb ile azablandıran.

mürekkeb

  • Yazı için kullanılan sıvı.

mürtecel

  • Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
  • Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
  • Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese

müşa'

  • (Şüyu. dan) Yayılmış, şüyu bulmuş, herkese duyurulmuş.
  • Ortaklar veya hissedarlar arasında birlikte kullanıldığı hâlde hisselere ayrılmamış olan şey.

müşarünileyh / مشار اليه

  • Anılan, adı geçen. (Arapça)

müşemmet

  • Hayır ile anılan, yâd edilen kimse.

müsennede

  • Arka yastığı, arkaya dayanılacak yer.

musib / musîb

  • İsâbetli, yanılmayan, doğru.
  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) isimlerinden birisi.

müskir

  • (Sekr. den) Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan zararlı madde.

müskirat

  • (Tekili: Müskir) İçilmesi ve kullanılması Allah (C.C.) tarafından men'edilmiş sarhoşluk veren şeyler.

müsta'mel / مُسْتَعْمَلْ

  • Kullanılan, kullanılmış.
  • Eski, köhne.
  • Kullanılan.

müsta'mel su

  • Abdestte veya gusülde veya kurbet için (yemekten önce ve sonra, sünnet olduğu için el yıkamak gibi) kullanılan su.

müstahfız

  • Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine

mustalah

  • Istılahlı. Garib ve az kullanılır kelime ve terimlerle dolu olup pek anlaşılmayan.

mustalık gazası

  • Benî Mustalık gazasına Müreysî gazası da denilir. Benî Mustalık, Huzaa'nın bir şubesidir. Müreysî de bunların bir kuyusudur. Benî Mustalık, Resul-i Ekrem'le harb etmek üzere bu kuyu başında toplandıkları için bu sefer bu isimle anılır. Çeşitli râviler, bu gazanın hicrî dört veya beş veya altıncı sen

müstamel / müstâmel / مستعمل

  • Kullanılmış, eski, köhne.
  • Kullanılan.
  • Kullanılmış.
  • Kullanılmış. (Arapça)
  • Kullanılan. (Arapça)

müstear

  • (Ariyet. den) Kendi malı olmayan, iğreti alınmış, emâneten alınmış olan.
  • Kendini belli etmemek için kullanılan takma bir isim.

müsteb'ad

  • (Bu'd. dan) Uzak görülen, akla yakıştırılmayan, olacağı sanılmayan.

müstefad / müstefâd

  • (Feyd. den) Anlaşılıp istihrac olunan.
  • Kazanılmış olan, istifade edilmiş.
  • Mâna, mefhum.
  • İstifade edilen, yararlanılan.

müstenedün ileyh

  • Kendine dayanılan, temel.

müşterek

  • Birlikte, ortak kullanılan.
  • Elbirliğiyle yapılan, birlik.

mutallaka

  • (Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.

müteallak

  • Bağlanılan yer, taalluk edilen yer, harfi cerin dayandığı, bağlandığı kelime.

muteber / mûteber

  • İnanılır, güvenilir, saygın.

mütedavil / mütedâvil

  • Elden ele geçen, alıp verilen.
  • Kullanılan.
  • Ellerde dolaşan, kullanılan.

mütegallit

  • Yanlışa düşen, yanılan, tegallüt eden.

mütehatti

  • Hatâ işleyen, yanılan.
  • Atlayıp geçen.

mutekadat / mutekadât

  • İnanılan şeyler.

mütekavvim mal

  • Kıymetli, kullanılması mubâh ve mümkün olan mal.

müteneccis

  • Pislenmiş, kullanılmaz hâle gelmiş.
  • Pislenmiş, kullanılmaz hale gelmiş.

müteşabih

  • Birbirine benzeyenler.
  • Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.
  • Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.

mutlak

  • Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.

muzafferiyet-i kalbiye

  • Kalple kazanılan mânevî zafer.

müzekka

  • Temizlenmiş, pâk edilmiş, ıslah edilmiş.
  • Zekâtı verilmiş.
  • Allah'ın adı anılarak kesilmiş hayvan.

na'ra

  • (Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
  • Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s

nafe

  • Derisi kürk yapımında kullanılan hayvanların postlarının karnı altındaki deri kısmı. (Farsça)

nam mevki

  • Adıyla anılan yer.

nane molla

  • Mc: Beceriksiz, işe yaramaz, ağır hareketli mânalarında kullanılan bir tâbirdir.

nasara

  • Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa'ya (A.S.) ilk önceleri Nâsıra Karyesindeki ahali yardım ettiklerinden, onlara "Nasara" ismi verilmiştir.

nasrani / nasrânî

  • Îsâ aleyhisselâma inanan. Çoğulu, nasârâdır. Hazret-i Îsâ'nın bildirdiği dîne nasrâniyyet (nasrânîlik) adı verilir.

nazar-ı acizi / nazar-ı âcizî

  • Âcizin nazarı; benim bakışım anlamında, tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.

nazar-ı fakirane / nazar-ı fakirâne

  • Benim bakış açım anlamında, tevazu göstermek için kullanılan ifade.

necmeddin-i kübra

  • (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et

nefr

  • Heyecan verici bir emirden dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkmaktır. Ürkmek demek olan "Nüfur" da bu mânâdandır. Fakat "Nüfur" tek başına kaçıp kurtulmak için menfi bir harekette kullanıldığı hâlde; "nefr", düşmana karşı gaza için fırlayıp çıkmakta kullanılır. Ve böyle çıkıp toplanan cemaate "n

neft

  • Neft yağı. Çam gibi bazı ağaçlardan çıkarılan, tutuşabilen bir yağdır ve boyacılıkta vesair sanayide kullanılır.

nemçe

  • Tar: Osmanlılar tarafından Avusturya ve Avusturyalı mânasında kullanılan bir tâbir idi.

nemrud

  • Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb

neseb

  • Soy, şecere. Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı. Ekseriya baba yönünden olan yakınlık için kullanılır. Babalar ve yukarıya doğru büyük babalar ile oğullar ve aşağıya doğru oğullar arasındaki alâkaya amûdî yakınlık; erkek kardeşler ile bunların oğ ulları ve amca oğulları arasındaki alâkaya ufkî y

neşefe

  • (Çoğulu: Nüşüf) Ayağın kirini temizlemede kullanılan taş.

neşide

  • Manzume. Şiir.
  • Yüksek sesle okunan şiir.
  • Darb-ı mesel (atasözü) derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısrâ.

nevür

  • Çivit.
  • Damga için kullanılan içyağı isi.

nikar / nikâr

  • Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri.

nişimengah / nişimengâh

  • Durak, yurt. Toplanılacak yer. (Farsça)

nukaa

  • Birşeyi ıslamada kullanılan su.

obüs

  • Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.

ok

  • Yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. Ok, silâhın icadından evvel insanlar tarafından kullanılmış ise de, en büyük mahareti Türkler, Araplar göstermişlerdir.

okıyye

  • Okka; eskiden kullanılan 1282 gr.'lık bir ağırlık birimi, dört yüz dirhem.
  • Eskiden kullanılan bir ağırlık birimi, dörtyüz dirhem.

okiyye

  • (Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.

okka

  • Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye. (Türkçe)

ömr-ü galibi / ömr-ü galibî

  • Çoğunlukla yaşanılan ömür süresi.

pa-berca / pâ-bercâ

  • Ayağı yerde demek olan bu tâbir, mecaz yoliyle kaim, sabit, berkarar, daim, bâki mânâlarında da kullanılır.

palamar

  • Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat.
  • Büyük halat.
  • Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)

pan

  • Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir : Zehire karşı ilâç.

para

  • Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.

pay-endaz

  • Ayak atan, ayak atmış. (Farsça)
  • Büyük kişilerin geçecek olduğu yerlere serilen halı gibi şeyler. (Farsça)
  • Duvar ve möbleleri kaplamada kullanılan bir cins kumaş. (Farsça)

pelite

  • Lâmba veya kandil fitili. Fitil. (Farsça)
  • Yaralarda kullanılan fitil. (Farsça)

pil

  • Topuk, ökçe. (Farsça)
  • Çelik çomak oyunu. (Farsça)
  • Çadır eteği tutturmada kullanılan küçük ağaç değnekler. (Farsça)

piyade

  • Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi.
  • Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada da bu ad verilir. Yaya askeri.
  • Yaya.

pot

  • t. Irmakları geçmek için kullanılan sal.
  • Dikişin bir tarafında görülen kumaş kabarığı.

ra

  • İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana. (Farsça)

radıyallahü anh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.

radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ

  • Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.

rahimehullah

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumullah denir.

rahmetullahi aleyh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi ale

rakk

  • Kitap, sahife.
  • Kâğıt yerine kullanılan ince deri parçası.
  • Tomar.
  • Yama.

ratl

  • (Ratıl) Eskiden kullanılan sıvı ölçüsü olup bâzı yerlerde yüzotuz dirhem sayılmıştır. Bâzen oniki kıyyedir. Kıyye kırk dirhemdir.

razık / râzık

  • Rızk veren. Yiyecek, içecek gibi kendisi ile faydalanılan şeyi veren.

refakat-i zikriye

  • Beraber zikredilme, birlikte anılma;.

remli / remlî

  • (Şihâbüddin Remlî) (Mi: 1371-1440) Filistin'in Reml kasabasında doğmuş, Şeyhülislâm'dır. Mecmuat-ul Ahzab'da namı Kutb-ül Ârifîn diye geçer. Kimya-yı Saadet namında salâvatları ile meşhurdur. Fıkh ve tevhide, tasavvufa dair manzumeleri vardır. " İmam-ı Remlî" diye anılır.

rende

  • Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet. (Farsça)
  • Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet. (Farsça)

reşk

  • Kıskanma. Kıskanmayı uyandıran. Kıskanılmış. Hased ve gıpta veren.

resm-i küşad

  • Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.

revac

  • Sürüm, geçerlik, itibarda olma, herkesçe aranılma.

rezail / rezâil

  • (Tekili: Rezile) Utanılacak çok fena işler, alçakça hareketler.
  • Rezillikler, utanılacak şeyler.

rezalet / rezâlet

  • Utanç verici şey. Utanılacak hal.
  • Alçaklık, rezillik.
  • Maskaralık.
  • Arsızlık.
  • Utanılacak hâl ve iş.

reziz

  • Elbise boyamada kullanılan bir ot cinsi.

rıbka

  • (Çoğulu: Ribak) Davar bağlamada kullanılan ip.

ribze

  • Deveye katran sürmede kullanılan yün parçası.

rıdvanullahi teala aleyhim ecmain / rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmın isimleri anılınca söylenen; "Allahü teâlânın rızâsı onlar üzerine olsun" mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. Bir kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyh, iki kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyhimâ denir.

rihat

  • Kayış yapımında kullanılan deri.

rişa'

  • (Çoğulu: Erşiye) Kuyudan su çekmekte kullanılan urgan.
  • Menazil-i Kamer'den "Balık karnı" dedikleri menzilin adı.

riva'

  • (Çoğulu: Erviye) Deve üstünde yük bağlanılan ip.

röntgen

  • Röntgen adında bir Alman âliminin 1896' da keşfettiği ışıklar. Bunlar gözle görülmediği halde fotoğraf camına tesir eder, vücuddan, tahta, kâğıt gibi maddelerden bu ışık geçebilir. Bazı hastalıkların teşhis ve tedavisinde de kullanılır.
  • Vücuddaki iç uzuvların filmini çekmek.

rub'-ı daire / rub'-ı dâire

  • Namaz vakitlerinin hesaplanmasında, yükseklik ölçülmesinde ve bâzı trigonometrik hesapların yapılmasında kullanılan el âleti. Bâzı geometrik şekillerden ibâret olup, dörtte bir dâire şeklinde tahta üzerine şekiller işlendiği için buna Rub'-ı dâire ta htası da denilmiştir.

rubu'

  • (Tekili: Rub') Dörtte birler.
  • Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.

ruh-u acizane / ruh-u âcizâne

  • Âciz ruhum anlamında, tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.

ruh-u acizi / ruh-u âcizî

  • "Bu âcizin ruhu" anlamında olup tevazu için kullanılan ifade.

ruhaniyat / rûhaniyat

  • Ruhanîler.

ruhaniyyat

  • Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler.

ruhaniyyet

  • Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti.
  • Ruhanilik.

ruhul

  • Binmek için kullanılan deve.

rumi / rûmî

  • Eskiden Osmanlılarda kullanılan güneş esasına dayalı takvim.

sa' / sâ'

  • Genelde tahıl ve yiyeceklerde kullanılan yaklaşık olarak 3 kg. ağırlığında ölçü birimi.

sabareftar

  • (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. (Farsça)
  • Hoş ve lâtif yürüyüşlü. (Farsça)

sabıküzzikr / sâbıküzzikr / سابق الذكر

  • Anılan, zikredilen. (Arapça)

sagıye

  • Koyun.
  • Umumu nefy için ehad mânâsına da kullanılır.

şahıs zamiri

  • İsim yerine kullanılan ve insanlara işaret eden kelimeler. Farsçada: (Men: ben), (Tu: sen), (U: o), (Mâ: biz), (Şümâ: siz), (İşân: onlar). Bunlar gayr-ı muttasıl (bitişik olmayan) zamirlerdir.Arapçada; gayr-ı muttasıl zamirler: (Ene: ben), (Ente-sen), (Entümâ: ikiniz), (Hu: O), (Entüm: siz), (Entünn

sahmem

  • Hâlis (hayırda ve şerde kullanılır.)
  • Yaramaz huylu deve.

şakul

  • (Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.

salaet

  • (Çoğulu: Salâât) Ezme işindeki kullanılan yassı düz taş.

salat / salât

  • Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
  • İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ

salat u selam / salât u selâm

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk

salaye

  • (Çoğulu: Salâyât) Bir şey ezmede kullanılan yassı düz taş.

salifüzzikr / sâlifüzzikr / سالف الذكر

  • Zikredilen, anılan. (Arapça)

sallallahü aleyhi ve sellem

  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.

samedaniyet / samedanîyet

  • Samedanîlik.

saniiyet

  • Sanilik, sanatlı yapıcılık.

sanık

  • Suçlu olduğu sanılan kimse.

sarf edilen

  • Kullanılan.

şart edatı

  • Arapça'da, Türkçe'deki "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan edatlar, in, lev, emma gibi.

şartiye

  • Arapça gramerinde şart edatı olarak kullanılır.

sasaniler

  • İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm

şass

  • (Çoğulu: Şüsus) Balık avlamada kullanılan olta ve ağ.

satranç

  • 32 taşla, 64 haneli bir tahta üzerinde, iki kişi arasında muhakemeye dayanılarak oynanan ve meşru olmayan bir oyundur.

savlecan

  • (Çoğulu: Savâlic) Cirit oynanılan eğri sopa.

şavt

  • Hac esnâsında sa'y denen vazîfeyi yaparken, Safâ'dan Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya her bir geliş ve tavaf yaparken Kâbe'nin Hacer-ül esved köşesinden başlayan ve başlanılan yere gelince sona eren her bir dönüş.

şazeli / şazelî

  • (Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b

seb'iyye

  • Bozuk fırkalardan biri olan İsmâiliyye fırkasının diğer bir adı. Bu fırka, şerîat (din) sâhibi peygamberlerin sâdece yedi tâne ve yedincisinin Mehdî olduğunu, ayrıca her asırda yedi imâmın bulunduğunu iddiâ ettikleri için bu isimle anılmışlardır.

sebr ve taksim

  • Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
  • Mantıkta kullanılan bir ispatlama yöntemi; bir şeyi kısımlara bölmek, sonra bütün bu kısımları sırayla çürüterek son kalan kısmın doğruluğunu ispat etmek.

seccade

  • Genellikle üzerinde secdeye varmakta yâni namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi.

secde-i sehv

  • Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.

sedd-i rasin-i istinad / sedd-i rasîn-i istinad

  • Dayanılacak çok sağlam ve sarsılmaz sed, engel.

şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ

  • Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını

şehametlu / şehametlû

  • Tar: İran Şahları hakkında ünvan olarak kullanılan bir tâbir idi.

şehidetün / şehîdetün

  • Şahittir (kadınlar için kullanılır).

şehidün / şehîdün

  • "Şahittir" (erkekler için kullanılır).

sehivsiz

  • Yanılmadan, şaşırmadan.

sehv / سهو

  • Hata, yanlış, yanılma.
  • Yanılma.
  • Yanılma, hata, yanlış.
  • Yanılgı. (Arapça)

sehv secdesi

  • Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.

sehven

  • Yanlışlıkla, yanılmak suretiyle.
  • Yanlışlıkla, yanılarak.

sehviyyat / sehviyyât / سهویات

  • Yanlışlıklar. (Arapça)
  • Yanılgılar. (Arapça)

seki

  • Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
  • Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.

selh-hane

  • Hayvan kesilip yüzülen yer. Mezbâha. (Bu kelime galat olarak, "salhâne" şeklinde kullanılır.) (Farsça)

seliha

  • Kabuk.
  • Soyulmuş veya bozulmuş şey.
  • Tarçın yerine kullanılan bir ağacın adı.

selim akıl / selîm akıl

  • Yanılmayan, pişman olacak bir işi yapmayan ve peygamberlere, âlim ve evliyâlara mahsus, ileriyi gören akıl.

semavat ehli / semâvât ehli

  • Semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhanîler.

semavi gözler / semâvî gözler

  • Göklerdeki melekler ve ruhânîlerin bakışları.

şems-i ezel ve ebed sultanı

  • Ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

şems-i ezeliye

  • Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

şems-i sermedi / şems-i sermedî

  • Devamlı Güneş, bu tabir devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

sened

  • Kuvvetli olabilecek söz.
  • Tapu.
  • Üzerine dayanılacak ve itimad edilecek şey. Mutemed. Melce'.
  • İki kişi veya çok kimseler arasındaki anlaşmayı tesbit eden ve karşılıklı imzalanan kâğıt, vesika.

şeni'

  • Kötü, fena, utanılacak ayıp.

sera'

  • Yay yapımında kullanılan bir ağaç cinsi.

serahor

  • Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.

sermaye

  • Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. (Farsça)
  • Kazanılmış ilim. (Farsça)
  • Hayat. Ömür. (Farsça)

sermediyet

  • Daimlik, süreklilik. Sonsuzluk, ebedîlik.
  • Rabbanîlik ve uluhiyyet.

şermende

  • Utanmış, mahcub. Utanılacak bir iş yapan. (Farsça)

sevafil

  • (Tekili: Sâfil) Alçaklar. (İnsan ve yer hakkında kullanılır)

şevha

  • Yay yapımında kullanılan ağaç.

şevketlu / şevketlû

  • Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.

şeyhan

  • (şeyheyn) Esasen iki şeyh demek olup; bazı eserlerde, Buharî ve Müslim yerinde kullanılır. Her ikisinin Hadis Kitablarına birden Sahihan denir.
  • Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ömer'in (R.A.) beraberce bâzı mühim kitaplarda geçen isimleri.
  • Bazı fıkıh kitablarında, İmam-ı A'zam

şeyhayn

  • Dört büyük halîfeden ilk ikisi. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer için kullanılan lakab.
  • Fıkıh ilminde, İmâm-ı a'zam ile İmâm-ı Ebû Yûsuf'a verilen lakab.
  • Hadîs ilminde İmâm-ı Buhârî ile İmâm-ı Müslim'e verilen lakab.

seyyid-i sened

  • Dayanılan, güvenilen efendi.

şezerat

  • (Tekili: Şezre) İşlenmeden mâdenin içinden toplanılan altın parçaları.
  • Süs olarak kullanılan altın ve inci tâneleri.

şicar

  • Kapı ardına koyup sürgü olarak kullanılan ağaç.
  • Kiremit tahtası altına konulup çakılan ağaç.
  • Kapı ağacı.
  • Deve alâmetlerinden bir alâmet.

şiddet-i mevani / şiddet-i mevâni

  • Mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu.

sidretülmünteha / sidretülmüntehâ / سدرة المنتها

  • Uzayda bulunduğu varsanılan ve ötesine geçilemeyen bir ağaç. (Arapça)

sıfat

  • Bir kimse veya şeyin hal ve vasfı, keyfiyeti.
  • Suret, çehre, yüz. Nişan, alâmet.
  • Bir şeyin keyfiyetini izah için kullanılan kelime.

sıfat-ı selbiye / sıfât-ı selbiye

  • Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi.

şifre

  • Gizli ve işaretle yazı usulü. (Fransızca)
  • Haberleşmede kullanılan belirli bazı işaretler. (Fransızca)
  • Herkesin anlayamadığı, bazı kimselere mahsus anlaşma usulü. (Fransızca)

sıga-i mübalağa / sıga-i mübalâğa

  • Arapça dilbilgisinde bir şeyin çokluğunu ve fazlalığını ifade için kullanılan kalıp, kip.

sika

  • (Çoğulu: Sikat) (Vüsuk. dan) İnanç, güven, itimad, emniyet.
  • Güvenilir ve inanılır kimse.
  • İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.

şikaf / şikâf

  • (Şikâften: "Yarmak" mastarından) Yarık, yırtık, çatlak. (Farsça)
  • Kelime sonuna gelerek "yırtıcı, yırtan" mânâsına kullanılır. Meselâ: Ciğer-şikâf : Ciğer parçalayan. (Farsça)

sikat

  • (Tekili: Sika) İnanılır kimseler. İtimad edilen, kendilerine güvenilen kimseler.

silahşör

  • Silahları karıştırıcı, silahlarla oynayıp uğraşıcı.
  • Eski zamanda bir sınıf silahlı asker, hususiyle muhtelif silahları kullanmakta fevkalâde meleke ve maharet ile mümtaz olup, maiyyette istihdam olunanlara verilen addı. Yeniçeri Ocağı zâbitlerinin bir takımı hakkında da kullanılır bi

siper

  • Arkasına saklanılacak şey. Koruyan. (Farsça)
  • Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler. (Farsça)
  • Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet. (Farsça)
  • Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan (Farsça)
  • Arkasında saklanılan şey; sığınak, dayanak.

sıracü'l-gafilin

  • Gaflete düşenlerin meşalesi anlamına gelen ve Gençlik Rehberi için kullanılan bir isim.

sırr-ı al-i aba / sırr-ı âl-i abâ

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisiyle beraber kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in üzerini mübarek abâsıyla örttüğünden bu isimle anılmalarının sırrı.

sırr-ı tevatür

  • Tevatür sırrı; bir sözün nesilden nesile, sözüne inanılır büyük topluluklar tarafından nakledilmesi sırrı, hikmeti.

şişhane

  • (Aslı: Şeşhane) Eskiden kullanılan namlusu altı yivli tüfek.
  • İstanbul'da bir semt adı.

sitt

  • Hanım. (Aslı seyyidet iken muharref ve âmi arapçada sitt ve sitte olarak kullanılır.)

sofi

  • Ehl-i tasavvuf. Riyazet ve nefisle mücahede ile hakikate ermeğe çalışan. Tarikata mensub, mânevi kemâlât için çalışan.
  • Yanıltıcı, safsatacı.

şöhret

  • Ad yapma. Ün. Şân.
  • Hadis ilminde: Meşhur hadis mânasında kullanılır.

su-i kesb / sû-i kesb

  • Fiilin kötüye kullanılması, kötüyü kazanma, elde etme.

sühulet-bahş

  • Kolaylık veren. Kolay kullanılan. Pratik. (Farsça)

sükte

  • Çocukları avutup susturmada kullanılan şey.

sulfato-misal / sulfato-misâl

  • Sulfato gibi; kınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit (kinin) gibi.

sümme

  • Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır.
  • Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.

şura / şûra

  • Danışıp konuşmak için toplanılan yer.

şürruf

  • Ters ve balçık taşımada kullanılan ve tezkere denilen âlet.

suva'

  • Sa' denilen ve ahkâm-ı İslâmiyede muteber olan ölçek.
  • Su içmek için kullanılan taş. Maşraba.

suvan

  • (Çoğulu: Esvine) Kaftan ve giyecek eşya koyup saklanılan yer veya kap.

süveyda hücresi

  • Kalbin ortasında bulunduğuna inanılan küçük siyah nokta; İlâhi aşkın tecelli ettiği yer.

şüzur

  • (Tekili: Şezre) Süs eşyası olarak kullanılan altun veya inci gibi şeyler.
  • İşlenmemiş madenin içinden toplanan altın parçaları.

ta'biye

  • Askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yerleştirme.
  • Muharebe toplarının yeri, istihkâm parçası.
  • Muvaffakiyet için kullanılan vâsıtalar. ("Tabya" yanlıştır)

ta'did

  • Sayma.
  • Hazırlanma, hazırlanılma.

tabir-i ali / tâbir-i âli

  • Bir hürmet ve tazim ifadesi olarak "yüksek şahsiyetinizin ifadesi" anlamında kullanılan bir deyim.

tabu

  • (Polinezya dilinden) Var olduğu sanılan, mukaddes hususiyetlerinden dolayı dokunulamıyan. Uğursuz ve korkunç olan şey.

taglik

  • (Çoğulu: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma.
  • Kilitleme.
  • Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.

taglit

  • (Galat. dan) Yanlışını çıkarma. Yanıltma.
  • Karıştırma.

tağlit / tağlît / تغليط

  • Yanıltma, bulandırma.
  • Yanıltma.
  • Yanıltma. (Arapça)

tağlit-i ezhan

  • Zihinleri yanıltma, zihinleri yanılgıya düşürme.

tahammül edilmez

  • Dayanılmaz.

tahammülfersa / tahammülfersâ / تحمل فرسا

  • Dayanılmaz, takat kesici. (Arapça - Farsça)

tahammülgeza / tahammülgezâ

  • Dayanılmaz, tahammül edilmez. (Farsça)

tahammülsüz

  • Dayanılmaz.

tahammülü gayr-i kabil

  • Dayanılmaz, katlanılması mümkün olmayan.

tahtie

  • Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek.
  • Ist: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, savaba ihtimal var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir.

tahtiye

  • Hatâya düşürmek, yanıltmak.

takatfersa / tâkatfersâ / طاقت فرسا

  • Dayanılmaz, tâkat götürmez. (Farsça)
  • Takat tüketici, dayanılmaz. (Arapça - Farsça)

taklid / taklîd

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
  • Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
  • Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna

taklidi iman / taklîdî îmân

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden anlamadan, yalnız başkasından işiterek inanma, îmân etme.

talak-ı bain / talâk-ı bâin

  • Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya

tangüb

  • Ok yapımında kullanılan sağlam bir ağaç cinsi.

tarifname / târifname

  • Bir şeyin yapılışını, kullanılışını anlatan yazı.

tasavvuf

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ

tashif

  • (Çoğulu: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma.
  • Hatâ yapma.
  • Tağyir etme, değiştirme.
  • Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma.

tasrif-i hava

  • Havanın idaresi ve kullanılması.

tatar

  • (Tetar) (Arapçada: Teter) Bu isim, asıl itibariyle Moğol milletlerinden bir kavmin adıdır. Bu kavmin efrâdı, Cengiz Han askerlerinin pişdarları hükmünde olduğundan eski zamanlarda Moğollar mânasında kullanılmıştır.Arap ve Fars tarihlerinde de yukardaki mânada kullanılmıştır. Sonra bu isim bü

tayfuriyye / tayfûriyye

  • Evliyânın büyüklerinden Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin ismi Tayfur olduğu için yolu bu adla anılmıştır.

teala ve tekaddes / teâlâ ve tekaddes

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında: "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına hürmet, saygı ifâdesi.

tebareke ve teala / tebâreke ve teâlâ

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi.

teberzin

  • Eskiden harp âleti olarak kullanılan ve eyere asılan küçük savaş baltası. (Farsça)

tecessüd

  • Cisimleşme; batıl dinlerde, Allah'ın herhangi bir maddi varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi şeklinde inanılan batıl bir Allah inancı.

tegallüt

  • (Çoğulu: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme.

tekaya / tekâya

  • (Tekili: Tekye) Tekyeler. (Türkçede bazan "tekke" şeklinde de kullanılır.)

teklif-i mala-yutak / teklif-i mâlâ-yutak

  • Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz teklif.

teksir makinası

  • Yazıları çoğaltmak için kullanılan makine.

tekye

  • Zikir veya ders için toplanılan yer. (Farsça)
  • Dervişlerin meskeni ve mâbedi. (Farsça)
  • Yaslanılacak, dayanılacak şey. (Farsça)
  • İtimâd etmek, dayanmak. (Farsça)
  • Tekke; zikir veya ders için toplanılan yer, dervişlerin kaldığı yer.

temeşşi

  • Yürüme (Mâneviyatta daha çok kullanılır.)

temime / temîme

  • Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak.

tenassur

  • Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme.

teres

  • Pezevenk manâsına gelen bir hakaret sözüdür. Hakaret için kullanılır. (Türkçe)

terim

  • Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır.

teselsül

  • Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.

teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye

  • Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.

tesrib

  • Esasen işkembeden içyağını ayırmak demek olup, mecâzen: Tekdir ve muaheze mânasına kullanılır.
  • Darılma. Ayıplama.
  • Başa kakma.

tesvib

  • Sevab vermek demektir. Sevab da ceza gibi, hayır veya şer herhangi bir şeyin karşılığıdır. Sevab, hayırda meşhur olmuştur. Lisanımızda da ceza, şerde kullanılmıştır.

tevehhül

  • (Vehle. den) Yanıltmağa çalışma.

tevehhüm edilen

  • Sanılan, asılsız olduğu halde kabul edilen.

teyemmüm

  • Kasd.
  • Fık: Su bulunmadığı veya su bulunup da kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz olan toprak cinsinden bir şey ile, abdestsizliği veya gusülsüzlüğü -hadesi- gidermek maksadiyle yapılan bir ameliyedir.
  • Kast.
  • Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi.

ticaret eşyası / ticâret eşyâsı

  • Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ.

tıla'

  • Sürülecek şey. Sürülecek merhem, yağ veya ilâç.
  • Madeni parlatmakta kullanılan sıvı yaldız.
  • Cilâ verecek boya.
  • Diş sarılığı.
  • Üzüm suyundan kaynatmak sebebiyle üçte birinden azı giden şarap.

tişe / tîşe

  • Muharebede kullanılan başı sivri ve keskin balta, keser. (Farsça)

uçbeyi

  • Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar

ud'iyye

  • (Çoğulu: Eda'i) Mesel, hikâyat.
  • Bilmece, yanıltmaç.

ugluta

  • (Çoğulu: Uglulât - Egalit) Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.

uhciyye

  • Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.

uhcüvve

  • Bulmaca, yanıltmaca, bilmece.

uhud-u tevhid

  • Tevhidin Uhud Dağı; sağlam ve sarsılmaz tevhid inancı için bir benzetme olarak kullanılmış.

ulguze

  • Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.

ülkü

  • Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.

uluhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye / uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye / ulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye

  • Vahdet-ül vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatiyetin eşyaya sirayet etmesi, yani tecelli etmesi mânasında olan bu tabirlerden, ehil olmayanlar; Allah'ın tecessümünü veya eşyaya hulûl'ünü veya eşya ile ittihad ve ittisal'ini zu'metmek gibi bâtıl vehimlere düştül
  • Vahdetü'l-vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatın eşyaya sirayet etmesi.

umde

  • İnanılacak şey.
  • Prensip, temel fikir.
  • Dostluk. Güvenilecek yer veya kimse.
  • Kavim veya kabilenin muteber ve mu'temedi olan. Reis. Serasker.
  • Dayanacak, inanılacak şey.
  • Güvenilecek yer, kimse.

ümm-ül kitab

  • Kitabın anası, esası. Levh-i Mahfuz ve ilm-i İlâhî. (Yâni: Kur'ân, İlm-i İlâhîde, Levh-i Mahfuz'da ezelî ve ebedî olarak mahfuz bulunduğundan Kur'anın aslı ve anası mânasında kullanılan bir tabirdir.)
  • Kur'an-ı Kerim'in müteşabih olmayan muhkem âyetlerine de kitabın anası, esası mânas

unsurculuk

  • Irkçılık; olumsuz ve zararlı biçimde kullanılan ırkçılık, milliyetçilik.

ünvan-ı mahsus

  • Özel ifade, bir kişiye özel olarak kullanılan ünvan.

üslub-u mücerred

  • (Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.

üslub-u mücerret / üslûb-u mücerret

  • Sade, basit üslûp (Bu üslûpta tabiîlik, akıcılık, kısalık, mânâ ve maksada yetecek kadar izah nitelikleri vardır. Ders kitaplarında, günlük hayatta ve konuşmalarda genellikle bu üslûp kullanılır).

üslub-u müzeyyen

  • (Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.

üstam

  • Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin. (Farsça)
  • Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri. (Farsça)

usul-i din / usûl-i din

  • Kalb ile inanılması lâzım olan bilgiler, îmân ve îtikâd bilgileri.

va

  • "Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.

vahş / وحش

  • Yabanıl. (Arapça)

vahşet / وحشت

  • (Vahş - Vahiş) Yabanilik.
  • Issızlık, tenhalık.
  • Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik.
  • Tenha, ıssız, korkunç yer.
  • Elbise ve silâhını çıkarıp atmak.
  • Aç kimse.
  • Ürkütücü yabanilik.
  • Yabanîlik. (Arapça)
  • Korku. (Arapça)

vak'a-i hayriye

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b

var / vâr

  • (Teşbih edatıdır) Gibi, ...li, kerre, def'a, sâhib, mâlik, lâyıklık (yerinde kullanılarak birleşik kelimeler yapılır). Meselâ: Melek-vâr : Melek gibi. Ümid-vâr: Ümidli. (Farsça)

vasf-ı tahsini / vasf-ı tahsinî

  • Bir şeyin mahiyetini beyan etmekten ziyade lâfzını süslemek için kullanılan sıfatlar. Bunlar haşv-i melih kabilindendir.

vav-ı kasem

  • Gr: Herhangi bir kelimenin, çok defa Allah isminin evveline gelerek, yemin için kullanılan vav harfi. Vallahi, Veşşemsi, Velfecri kelimelerinde olduğu gibi.

vef'a

  • Kav ettikleri bez parçası.
  • Şişe ağzını tıpamada kullanılan bez parçası.

vehbi / vehbî

  • Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
  • Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.

verık

  • Çok eskiden kullanılan gümüş para. Kıymetli para.

veyh

  • Bir şeyi kandırmak makamında kullanılır.

veyl

  • Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran.
  • Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir.
  • Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.

vezan

  • "Olmak" yardımcı fiiliyle birlikte kullanılır ve "esen, esici" anlamlarına gelir. (Farsça)

vezne

  • Tartı. Terazi.
  • Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
  • Barut

vokal

  • İtl. Sesle anlatma.
  • İnsan sesinin müzikte kullanılması.
  • Gr: A, E, I, İ, O, Ö, U, Ü gibi sesli harfler.

vuhuş / vuhûş

  • (Tekili: Vahş) Vahşiler, yabaniler, ehlileşmemiş olanlar.
  • Yabaniler, vahşiler.
  • Yabanilik, yabaniler.

ya

  • "Hey, ey!" mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i'rabını ötre okutur. "Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu" da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi "üstün" meftuh okutur. "Yâ Rabbe-l Âlemîn" de olduğu gibi."Yâ" üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri

yad / yâd / یاد

  • Hatırlama. (Farsça)
  • Gönül, hatır. (Farsça)
  • Anı, hatıra. (Farsça)
  • Yâd edilmek: Anılmak, hatırlanmak. (Farsça)
  • Yâd etmek: Anmak, hatırlamak. (Farsça)

yad edilen

  • Anılan.

yad edilme / yâd edilme

  • Anılmak.

yad edilmek / yâd edilmek

  • Anılmak, hatırlanmak.

yad olunan

  • Anılan.

yar-ı gar / yâr-ı gar

  • Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.

yebani / yebânî / یبانى

  • Yabanıl. (Farsça)
  • Ürkek. (Farsça)
  • Kaba. (Farsça)

yed-i beyza / yed-i beyzâ

  • Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.

za

  • Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)

zamair

  • (Tekili: Zamir) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri.
  • İsim yerine kullanılan kelimeler.

zamir-i şahsi / zamir-i şahsî

  • Gr: Şahıs gösteren ve şahısların ismi yerine kullanılan zamirler; Ben, sen, o, biz, siz, onlar gibi.

zann / ظن

  • Zan, sanı. (Arapça)
  • Zannedilmek: Sanılmak. (Arapça)
  • Zannetmek: Sanmak. (Arapça)

zarfiyyet

  • Gr: Kelimenin zarf olması hâli, bir kelimenin zarf olarak kullanılması.

zaruriyyat-ı din / zarûriyyât-ı din

  • İnanılacak ve yapılacak işlerle ilgili, âlim ve câhil herkesin bilmesi lâzım olan din bilgileri.

zaviye

  • Küçük tekke, zikir veya ders için toplanılan yer.

zebaniyan / zebaniyân

  • (Zebaniye) Zebaniler. Cehennemlikleri Cehennem'e atmaya vazifeli melekler. (Farsça)

zelil

  • Sürçüp düşen.
  • Yanılan.

zell

  • Yanlışlık yapma, yanılma.
  • Ayağı sürçme, kayma.

zellat

  • (Tekili: Zelle) Yanılmalar, yanlışlar.
  • Sürçmeler, kaymalar.
  • Hatalar.

zelle

  • Sürçme, sürçüp kayma.
  • Yanılma. Yanlış. Ufak suç.
  • Sürçme, yanılma.

zellet-ül kari'

  • Okuyanın yanılması. Namaz içinde, kırâat esnasındaki yapılan yanlışlık.

zemzeme-i azime

  • Kur'ân hakikatleri için, "hayat veren mübarek ve lezzetli su" anlamında kullanılan bir ifade.

zengar / zengâr

  • Bakır pası nev'inden bir mâden. Boyacılar kullanılır. Öldürücüdür. Yeşil renktedir.

zenne

  • Kadın kısmı.
  • Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.

zeyd

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid)

zeyg

  • Şübhe. Doğruluktan ayrılma.
  • Bir tarafa meyletme.
  • Yanılma.
  • Kamaşma.

zındık

  • Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın