REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Anat ifadesini içeren 286 kelime bulundu...

abdulhamid ll

  • (mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta kalmış olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi. Yüksek bir siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir zattı. Memlekette bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)

abdullah ibn-i zübeyr

  • Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı Esma'nın oğludur. Muhacirlerden ilk doğan çocuk olup cesaret, şecaat, ibadet ve takvası ile meşhurdur. Zübeyr ibn-i Avvam'ın oğludur. Yezid'in saltanatını kabul etmedi ve Mekke'de dokuz sene halifelik yaptı. 73 yaşında şehid edildi. (R.A.)

açkıcı

  • Cilâ ve perdah veren sanatkâr.

ak alem

  • Osmanlılarda saltanat sancağı.

akmadde

  • Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.

alak

  • Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
  • Yapışkan veya ilişken nesne.
  • Hayvanat.
  • Bir işe mülâzemet eylemek.
  • Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
  • Bir şeye ilişip tutulmak.
  • Yapışkan, ba

alet / âlet

  • Bir iş veya sanatta kullanılan vasıta.

amelehu

  • "Tarafından yapıldı." mânâsına gelir ve bir sanat eserinde san'atkârın imzasından önce yazılır.

anet

  • (Çoğulu:Anât) Fâsık.
  • Diz kılı.
  • Yaban eşeği sürüsü.
  • Fırat ırmağı kenarında bir köyün adı.

ani

  • (Çoğulu: Anat-Unât) Mütevazi, alçak gönüllü.
  • Köle
  • Meşgul.
  • Iztırab çeken. Muztarib.
  • İşçi.
  • Müfettiş.
  • Tahsildar. (Müennesi: Aniye)

anter

  • (Çoğulu: Anâtir) Gök sinek.

antika

  • Kıymetli sanat eseri.

arş

  • Bağ çardağı.
  • Gölgelik.
  • Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.)
  • Fevkiyyet, ulviyyet.
  • Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk
  • İlâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri.

asar-ı san'at / âsâr-ı san'at

  • Sanat eserleri.

asere

  • Kanat teleklerinden evvel, ucunda olan beyaz telekler.

asra'

  • Zor olan şey. Güç nesne.
  • Kanatlarının uçlarında beyazlıklar olan tavşancıl kuşu.

badia

  • Derisini ve etini yarıp kanatmış olan, fakat kanı çıkmayıp akmayan baş yarası.

bahis / bâhis

  • Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı.
  • Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.

bal / bâl / بال

  • Kanat. (Farsça)
  • Kol, pazu. (Farsça)
  • Kol, cenah. (Farsça)
  • Üst, yukarı. (Farsça)
  • Boybos, endam. (Farsça)
  • Kanat. (Farsça)

bal-güşa / bal-güşâ

  • Kanat açan, uçan. (Farsça)

balzen

  • Kanat vuran. Uçan. (Farsça)

basım

  • (Uydurma bir kelimedir) Matbaacılık. Tab'etme sanatı.

basine

  • Ekincilerin sabanı.
  • Sanat ehlinin âletleri.
  • Kaba çuval.

bedayi' / bedâyi'

  • İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.

bedia

  • Yaratma.
  • Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.

bedii / bediî

  • Güzel, beğenilen, sanatlı söz.

belagat / بلاغت

  • İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
  • Güzel söz öyleme sanatı.

beliğ

  • Açık, düzgün söz söyleyen.
  • Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.

benane

  • (Çoğulu: Benân-Benânât) Parmak başı.

beyan / beyân

  • Anlatma, açıklama sanatı.

beydane

  • (Çoğulu: Beydânât) Yabani dişi eşek.

cahil

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)

camger

  • Cam yapan sanatkâr, camcı ustası. (Farsça)

cemaat-i çilingiran-ı hassa / cemaat-i çilingirân-ı hâssa

  • Tar: Saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla muvazzaf sanatkârlar zümresi.

cemaat-i hademe-i ehl-i hiref

  • Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.

cemaat-ı mücellidan-ı hassa / cemaat-ı mücellidân-ı hâssa

  • Tar: Saraydaki kitabları ciltlemekle vazifeli sanatkârlar.

cemal-i masnuat / cemâl-i masnuat

  • Allah'ın yaratıklarındaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellikler.

cenah / cenâh / جناح / جَنَاحْ

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
  • Yan taraf, cihet.
  • Kol, pazu.
  • Kanat, kuş kanadı.
  • Kanat.
  • Kanat. (Arapça)
  • Kanat, taraf.

cenaheyn / cenâheyn

  • (Cenah. dan) İki kanat, iki yan, iki cenah.
  • İki hususiyetli.
  • İki kanat.

cilve-i saltanat

  • Saltanatın görüntüsü.

dabure

  • Yer yüzünde gezen hayvanât.

dahiye-i harp / dâhiye-i harp

  • Harp sanatında dehâ olan.

daire-i saltanat

  • Saltanat dairesi, egemenlik alanı.

dar-üs saltana / dâr-üs saltana

  • (Bak: DÂR-ÜS SALTANAT)

dar-üs saltanat / dâr-üs saltanat

  • Saltanat yeri. İstanbul.

defa

  • Boynuz ve kanat uzunluğu.
  • Bir şeyin eğilip ikiye bükülmesi.

defif

  • Ağır ağır gitmek.
  • Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi.

defter

  • (Çoğulu: Defâtir) (Yunanca iki kanatlı manasına gelen bir kelimeden alınmıştır). Not yazmağa, ders için veya ticari hesablara mahsus kağıttan beyaz kitab. Pusula.
  • Liste.

dekaik-i san'at

  • Sanatın incelikleri.

dekoratör

  • Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr. (Fransızca)

dellal-ı saltanat / dellâl-ı saltanat

  • Saltanatın ilancısı.

dellal-ı saltanat-ı ilahiye / dellâl-ı saltanat-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Hakkın saltanatının, sınırsız egemenliğinin ilâncısı.

dellal-ı saltanat-ı rububiyet / dellâl-ı saltanat-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye saltanatının ilancısı.

devair-i saltanat / devâir-i saltanat

  • Saltanat daireleri.

devair-i saltanat-ı ilahiye / devâir-i saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanat daireleri.

dürece

  • Süllem, merdiven.
  • Bağırtlak kuşu. (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş.)

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebru / ebrû

  • Kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı.

ecniha

  • (Tekili: Cenah) Kanatlar. Cenahlar. Taraflar.

edebiyat

  • Güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı.

eimme-i ehl-i beyt

  • Ehl-i Beyt'ten yetişen, saltanata bilfiil girmeyen ve karışmayan en salâhiyetli, mânevi nüfuz ve ilim ve riyaset sahibi imamlar.

eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer

  • On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.

emevi devleti

  • Dört halife devrinden sonra devlet idaresi Beni Ümeyye hanedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevi Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Merva

endüstri

  • Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ (Fransızca)

enva-ı masnuat / envâ-ı masnûat

  • Sanat eseri varlık türleri.

esma-i fatır / esmâ-i fâtır

  • Herşeyi yoktan ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah'ın isimleri.

ezel ve ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

ezel-ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

faşiye

  • (Çoğulu: Fevâşi) Koyun, deve ve benzeri hayvanat gibi doğurup çoğalan mal cinsi.

fatır / fâtır

  • Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal

  • Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı hakim-i zülcemal / fâtır-ı hakîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kerim / fâtır-ı kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi hârika, eşsiz sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kerim-i zülcemal / fâtır-ı kerîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm

  • Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı zülcelal / fâtır-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah.

fen ve san'at-ı beşeriye

  • İnsanlara ait bilim ve sanat.

fenn-i harb

  • Savaş sanatı.

fenn-i harp

  • Harp ilmi, harp sanatı, savaş tekniği.

fenn-i kitabet

  • Yazma, hat sanatı.

fenn-i menafiü'l-a'za / fenn-i menâfiü'l-a'zâ

  • Anatomi; insan organlarının fonksiyonlarını araştıran ilim.

fenn-i menafiu'l-aza / fenn-i menâfiu'l-âzâ

  • Organların yararlarını inceleyen fen, anatomi; canlıların yapısını ve bu yapıyı oluşturan organları inceleyen bilim dalı.

fenn-i teşrih

  • tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)

fihriste-i san'at-ı rabbaniye / fihriste-i san'at-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların özeti ve listesi.

fünun / fünûn

  • Nev'iler, çeşitler, sınıflar, tabakalar.
  • Hünerler, sanatlar, ilimler, fenler.

galeri

  • Sanat eserlerinin sergi yeri.

garaib-i san'at

  • Sanatın gariplikleri, hârikalıkları.

gerdune-i iclal

  • Saltanat arabası.

hanedan-ı saltanat / hânedân-ı saltanat

  • Saltanat soyu.

hantem

  • (Çoğulu: Hanâtim) Kara bulut.
  • Desti.
  • İbrik.
  • Topraktan yapılan kap.

haşmet-i saltanat / حَشْمَتِ سَلْطَنَتْ

  • Saltanatın haşmeti, ihtişamı.
  • Saltanatın büyüklüğü.

haşmet-i saltanat-ı ilahiye / haşmet-i saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanatının büyüklüğü ve görkemi.

haşmet-i saltanat-ı uluhiyet / haşmet-i saltanat-ı ulûhiyet

  • Allah'ın saltanatının heybet ve görkemi.

havarık-ı san'at / havârık-ı san'at

  • Sanat harikaları.

hayyat

  • Terzi. Dikiş diken sanatkâr.

hikmet-i bedayi'

  • Güzel sanat bilgisi. Güzel san'at sevme (estetik). (Farsça)

hindi / hindî

  • Hind'e ait.
  • Hind ahalisinden olan, Hindli.
  • Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı.
  • Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.

hinna'

  • Kanat.

hirfet

  • Sanat, meslek.

hırka-i saadet

  • Cenab-ı Peygamber'in (A.S.M.) İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda gümüş sandık içinde muhafaza edilen hırkasıdır. Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerifi tarafından diğer emanat-ı mübareke ile beraber Yavuz Sultan Selim Han'a hediye edilmiştir. Hırka-i Şerif de denir.

hıyatat-ı kamile-i muhita-i san'at / hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san'at

  • Sanatın bütün mükemmelliklerini kapsayan kusursuz terzilik.

hükümran

  • Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ.

hüner / هنر

  • Sanat, ustalık, beceri. (Farsça)

hurkus

  • Pire gibi bir böcek (Az olarak kanatlanır uçar).

hüsn-ü masnuiyet

  • Sanatındaki güzellik.

iade

  • Geri vermek. Eski haline getirme.
  • Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
  • Avdet ettirmek.
  • Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.

ibda-i san'at / ibdâ-i san'at

  • Benzersiz güzellikte sanat eseri meydana getirme.

ibrahim bin edhem

  • Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.

idma'

  • Kan alma.
  • Kanatma.

ifahe

  • Kan fışkırtma.
  • Kanatma.

ilm-i mevalid

  • Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.

irsad

  • Gözetlemek.
  • Hâzır ve âmâde eylemek.
  • Mükâfat vermek.
  • Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)

iskete

  • Güzel ve çok öten sarı kanatlı bir cins küçük kuş.

iştikak

  • Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
  • Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
  • Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i

izhar-ı izzet ve saltanat

  • İzzet ve saltanatı gösterme; âşikâr etme.

kainatın sanii / kâinatın sânii

  • Kâinatı, evreni ve içindeki herşeyi sanatla yaratan Allah.

kanavat

  • (Tekili: Kanât) Yeraltına döşenmiş olan künkler. Su yolları.
  • Mızraklar, sopalar.

kanun-u saltanat

  • Saltanat, hükümranlık kânunu.

kavadim

  • (Tekili: Kadime) Kuyruklar.
  • Kuşların kanatlarının ön tüyleri.

kemal-i saltanat / kemâl-i saltanat

  • Saltanatın mükemmelliği, kusursuzluğu.

kıntar

  • (Çoğulu: Kanâtir) Yüzyirmi rıtıl veya yetmiş bin dinar.
  • Çok mal.
  • Bir sığır derisi dolu altın ve gümüş.

kıran

  • (Çoğulu: Kırânât) Yakınlık, mukarenet.
  • Ayrı iki şeyin birleşmesi.
  • İki gezegenin bir burçta bulunması.

klasik / klâsik

  • Zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.

kürsi

  • Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer.
  • Taht, serir. Erike. Koltuk.
  • Kaide.
  • Merkez.
  • Vazife.
  • Saltanat, kudret ve mülk.
  • Başkent, hükümet merkezi.
  • Mânevi makam.
  • Arş'ın altına bir semâ tabakas

kütfane

  • (Çoğulu: Kütfân-Ketâyif) Çekirgenin evvel kanatlanıp uçanı.

lübane

  • (Çoğulu: Lübânât) Hâcet, ihtiyaç.
  • Önemli ve ehemmiyetli iş.

mahşer-i masnuat

  • Sanat eseri varlıkların toplandığı yer.

makarr-ı saltanat / مَقَرِّ سَلْطَنَتْ

  • Saltanat merkezi. Hükümetin idare edildiği baş şehir.
  • Saltanat, otorite ve hâkimiyet merkezi.
  • Saltanat karargâhı.

makarr-ı saltanat-ı ebedi / makarr-ı saltanat-ı ebedî

  • Sonsuz İlâhî saltanatın merkezi.

makarr-ı saltanat-ı ebediye / makarr-ı saltanat-ı ebedîye / مَقَرِّ سَلْطَنَتِ اَبَدِيَه

  • Sonsuz saltanat merkezi olan âhiret.
  • Ebedi saltanat karargâhı (cennet).

mana-yı saltanat / mânâ-yı saltanat

  • Saltanat makamının ifade ettiği mânâ, görev.

marifet-i sani / mârifet-i sâni

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah'ı tanıma ve bilme.

masnu / masnû / مصنوع

  • Sanatla yapılmış eser.
  • Yapma, yapay. (Arapça)
  • Sanatlı. (Arapça)

masnu' / مصنوع

  • Sanatlı yapılan.

masnuat / masnûât

  • Sanatlı yapılmış eserler.

masnuat-ı cemile / masnûât-ı cemile

  • Güzel sanat eseri varlıklar.

masnuat-ı faniye / masnuat-ı fâniye

  • Gelip geçici olan sanat eseri varlıklar.

masnuat-ı ilahiye / masnuât-ı ilâhiye

  • Allah'ın sanatla yarattığı varlıklar.

masnuat-ı sayfiye / masnuât-ı sayfiye

  • Yaz mevsiminde ortaya çıkan sanat eseri varlıklar.

masnuiyet / masnûiyet

  • Sanat eseri olma hâli.

mehasin-i saltanat / mehâsin-i saltanat

  • Saltanatın güzellikleri.

melekut

  • Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
  • Hükümdarlık. Saltanat.
  • Ruhlar âlemi.

merkez-i saltanat

  • Saltanatın merkezi.

meyasir

  • (Tekili: Meysere) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar.
  • Zenginlikler, servetler.

meymene / ميمنه

  • Sağ kanat. (Arapça)

meysere / ميسره

  • Sol kanat. (Arapça)

mu'izz / mu'îzz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kullarından bâzılarını, maddî ve mânevî mülk ve saltanat vermek sûretiyle, azîz (üstün) kılan.

mücennah

  • (Cenah. dan) Cenahlı, kanatlı.

mücevherat dükkanı / mücevherat dükkânı

  • İçerisinde kıymetli taşların, sanat eserlerinin satıldığı dükkân.

mucizat-ı san'at / mucizât-ı san'at / mûcizât-ı san'at

  • Sanat mucizeleri.
  • Sanat mucizeleri.

müctenih

  • (Cenah. dan) Meyillenen, bir tarafa eğilen.
  • Secdede usulüne göre ellerini yere koyup dirseklerini açarak kollarını kanat şeklinde tutan.

müdafaa

  • Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
  • Düşman hücumunu men'etmek.
  • Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.

müdana

  • (Bak: MÜDANAT)

müddet-i saltanat

  • Saltanat süresi.

muhterif

  • (Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri.

muk

  • Göz pınarı.
  • Akılsızlık.
  • Kanatlı karınca.
  • Mest üzerine giyilen çizme.

mülk

  • Sâhib olunan; insanın başkasının rızâsını ve iznini almadan kullanmağa hakkı olan şey.
  • Tasarruf, saltanat, kudret.

mürg-i bal-şikeste / mürg-i bâl-şikeste

  • Kırık kanatlı kuş.

musanna

  • Sanatlı.

musanna'

  • Sonradan yapılmış. Sanatla ve düzgün yapılmış olan. Sanatkârane yapılmış olan. Usta elinden çıkmış olan.
  • Uydurulmuş, yapmacık.

mütefennin

  • Bilgili, sanatkâr, fen ilimlerine sahip.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler.

müzeyyin

  • Herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah.

nahiz

  • Uçmaya hazırlanmış ve kanatları bitmiş olan kuş.
  • Tavşancıl yavrusu.

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nakkaş-ı hakim / nakkaş-ı hakîm

  • Varlıkları sanatlı nakışlarla donatan ve her şeyi hikmetle, yerli yerinde yaratan Allah.

nasl

  • Okun ucundaki sivri demir. okun uçmasına yardım eden kanatlar.

neberd-pişe

  • Harb etmeyi sanat edinmiş kimse. Savaşçı. (Farsça)

neşşabe

  • Ok yapıcılık, ok yapma sanatı.

nı'me

  • (Çoğulu: Niam) Mal.
  • Sanat.

nukuş-u masnuat / nukûş-u masnûât

  • Sanatlı olarak yaratılan varlıklardaki nakışlar.

nukuş-u san'at

  • Sanatlı nakışlar.

palamar

  • Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat.
  • Büyük halat.
  • Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)

patriklik

  • Osmanlı saltanatı zamanında muhtelif gayr-i müslimlerin dinî ve medenî bazı işlerini idare eden makamlar.

per / پر

  • Kanat. (Farsça)
  • Kanat. (Farsça)
  • Kuşların iri tüyü, yelek. (Farsça)

per-aver

  • Kanat açan, kanat açıcı. Keskin uçan. (Farsça)

per-güşa

  • Kanat açıcı, uçucu. (Farsça)
  • Keskin uçucu. (Farsça)

pervaz

  • Uçmak, kanat açmak.
  • Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu. (Farsça)
  • Nur. (Farsça)
  • Karargâh. (Farsça)
  • Saçmak. (Farsça)
  • Hücre. (Farsça)
  • Saçak. (Farsça)
  • Ayna. Dolap. (Farsça)
  • İnce, uzun tahta. (Farsça)
  • Uçan, uçucu gibi mânâlara gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

pervaz ü perdaz / pervâz ü perdâz

  • Kanat çırparak uçan.

pir / pîr

  • Reis; herhangi bir meslek veya sanatın kurucusu, başlatıcısı.

pişe / pîşe / پيشه

  • Meslek. (Farsça)
  • Sanat. (Farsça)
  • Huy. (Farsça)

pişekar / pişekâr / pîşekâr / پيشه كار

  • Sanatkâr, oyuncu. (Farsça)
  • Sanatçı. (Farsça)
  • Meslek sahibi. (Farsça)
  • Ortaoyununda oyunu başlatan sanatçı. (Farsça)

pişever

  • Sanat ehli, işçi. (Farsça)

propaganda

  • Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat. (Fransızca)

refrefe

  • Kuşun kanatlarını oynatıp açması.

ribac

  • Kanatlarının ortasında küçük kapısı bulunan büyük kapı.

rimahat

  • Mızrakçılık sanatı.

safe

  • (Çoğulu: Savaf-Sâfât) Kanatlarını havada yayıp uçan kuş.

safk

  • Sesi işitilen vuruş.
  • Sarfetmek.
  • Reddetmek.
  • Kanatlarını hareket ettirmek. Deprenmek.
  • Kullanmak.

şahbal / شاهبال

  • Kanattaki en uzun tüy. (Farsça)

saltanat-ı arab

  • Arapların saltanatı, idaresi, hâkimiyeti.

saltanat-ı azime / saltanat-ı azîme

  • Büyük saltanat, egemenlik.

saltanat-ı bakiye

  • Devamlı, kalıcı saltanat.

saltanat-ı dünya

  • Dünya saltanatı.

saltanat-ı dünyeviye

  • Dünya saltanatı.

saltanat-ı haşmet / سَلْطَنَتِ حَشْمَتْ

  • Büyüklüğün saltanatı.

saltanat-ı hilafet / saltanat-ı hilâfet

  • Halifelik saltanatı, egemenliği.

saltanat-ı ilahiye / saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanatı, egemenliği.

saltanat-ı insaniyet

  • İnsanlık saltanatı; otorite ve egemenliği.

saltanat-ı islamiye / saltanat-ı islâmiye

  • İslâmiyetin hâkimiyeti, saltanatı.

saltanat-ı kudsiye

  • Kutsal saltanat, egemenlik.

saltanat-ı manevi / saltanat-ı mânevî

  • Mânevî saltanat, egemenlik.

saltanat-ı maneviye / saltanat-ı mâneviye

  • Mânevî saltanat.

saltanat-ı rububiyet / saltanat-ı rubûbiyet

  • Rablık saltanatı.
  • Allah'ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması; rablık sanatı.

saltanat-ı rububiyet-i ilahiye / saltanat-ı rububiyet-i ilâhiye

  • İlâhî Rablığın Saltanatı.

saltanat-ı ruhaniye

  • Ruhanî, mânevî olarak devam eden saltanat.

saltanat-ı şahane

  • Son derece güzel ve mükemmel saltanat.

saltanat-ı sermediye

  • Sonsuz saltanat.

saltanat-ı uluhiyet / saltanat-ı ulûhiyet

  • Hiçbir ortak kabul etmeyen Allah'ın bütün âlemdeki saltanatı.

saltanat-ı uzma / saltanat-ı uzmâ

  • En büyük saltanat, egemenlik.

saltanat-ı zatiye / saltanat-ı zâtiye

  • Bizzat Kendisinin hükmettiği saltanat, egemenlik.

san'at-ı acip

  • İnsanı hayrette bırakıp hayranlık veren sanat.

san'at-ı hat

  • Hat, yazı sanatı.

san'atkarane / san'atkârane

  • San'atlı olarak, özenip meharetle yapılmak suretiyle, sanatkâra yakışır şekilde. (Farsça)

san'atkarlık / san'atkârlık

  • Sanatçılık.

sanaten / sanâten

  • Sanatça.

sanatkar / sanatkâr / sanâtkâr

  • Sanatçı, usta.
  • Sanatçı.

sanatkarane / sanâtkârâne

  • Sanatlıca.

sanatperver / sanâtperver

  • Sanatsever.

sanatperverane / sanâtperverâne

  • Sanatseverce.

sanatüttedelli / sanâtüttedelli

  • Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

sanavi / sanâvî

  • Sanatlı.

sanayi / sanâyî / sanâyi / صنایع

  • Sanatlar.
  • Sanatlar. (Arapça)

sanayi-i garibe-i sultaniye

  • Saltanata, devlete ait antika sanatlar.

sanayi-i nefise / sanâyi-i nefîse / صنایع نفيسه

  • Güzel sanatlar.

sani / sâni

  • Herşeyi sanatlı yaratan Allah.

sani' / sâni' / صانع

  • (Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
  • Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
  • Sanatkar.

sani-i adl / sâni-i adl

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan ve sonsuz adâlet sahibi olan Allah.

sani-i basir / sâni-i basîr

  • Herşeyi gören ve sanatla yaratan Allah.

sani-i kadir-i zülcelal / sâni-i kadîr-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve azamet sahibi, herşeye gücü yeten, herşeyi sanatla yaratan Allah.

sani-i kainat / sâni-i kâinat

  • Kâinatı ve herşeyi mükemmel bir sanatla yaratan Allah.

sani-i mevcudat / sâni-i mevcudat

  • Bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i muhteşem / sâni-i muhteşem

  • İhtişam sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i musavvir / sâni-i musavvir

  • Herşeyi istediği surette, mükemmel ve sanatlı bir şekilde yapan Allah.

sani-i zülkemal / sâni-i zülkemâl

  • Sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah.

sanii / sânii

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

saniiyet

  • Sanilik, sanatlı yapıcılık.

şaşaa-i saltanat / şâşaa-i saltanat

  • Gösterişli ve göz alıcı saltanat.

sec' / سجع

  • Seci sanatı. Düzyazıda kafiyelendirme sanatı. (Arapça)

şehbal / şehbâl / شهبال

  • Kanattaki en uzun tüy. (Farsça)

sengtraş

  • Taş yontucu, taş yontan sanatkâr. (Farsça)

şerekrak

  • Yeşil kanatlı, siyah burunlu, güvercin büyüklüğünde kırmızı bir kuş.

şerik-i saltanat

  • Saltanata ortak.

şerik-i saltanat-ı rububiyet

  • Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak.

serir-i saltanat / serîr-i saltanat

  • Saltanat tahtı; sultanlık makamı.

şeş-per

  • Altı kanat. (Farsça)
  • Eski savaş âletlerinden 6 dilimli bir topuz. (Farsça)

şevket

  • Kudret ve kuvvetten doğma haşmet. Padişaha mahsus heybet ve saltanat.
  • Diken. Diken batmak.

şikestebal / şikestebâl

  • Kanadı kırık, kırık kanatlı. (Farsça)
  • Mc: Kederli, üzgün. (Farsça)

sikke-i san'at

  • Sanat damgası.

simurga

  • Kanatlı ve çok büyük hayvan olup eski devirlerde yaşadığı rivâyet edilir.

sına'i / sınâ'î / صناعى

  • Sanatla ilgili. (Arapça)
  • Sanayi ile ilgili. (Arapça)

sınaat / sınâât / صناعات / sınâat / صناعت

  • Sanatlar. (Arapça)
  • Sanat. (Arapça)
  • Sanayi. (Arapça)

sınaat-ı edebi / sınâât-ı edebî / صناعات ادبى

  • Edebî sanatlar.

sınaiyyat

  • (Tekili: Sınâi) Sanatla ilgili olan şeyler.
  • İnsan yapısı şeyler.

siyafet

  • Kılıççılık sanatı.

siyaset

  • Politika, insanları idare etme sanatı.

süleyman-ı emaret / süleyman-ı emâret

  • Hz. Süleyman'ın (a.s.) saltanatı, devleti.

sultan

  • "Saltanatıyle kâinatı idare eden" mânâsında ilâhî isim.
  • Padişah, saltanat süren.

sultan-ı ebedi / sultan-ı ebedî

  • Varlığı, hüküm ve saltanatı sonsuza kadar devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezel ve ebed

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

sultan-ı ezel, ebed

  • Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezeli / sultan-ı ezelî

  • Hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah.

sultan-ı ezeli ve ebedi / sultan-ı ezelî ve ebedî

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan.

taassub / تعصب

  • Fanatiklik, katı yandaşlık. (Arapça)
  • Yobazlık. (Arapça)

taassubkar / taassubkâr / تعصبكار

  • Fanatik, mutaassıp. (Arapça - Farsça)

taassubkari / taassubkârî / تعصبكاری

  • Fanatiklik, mutaassıplık, taassup. (Arapça - Farsça)

tabiiyyun

  • Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar.

tadric

  • Kanatmak.

taht / تخت

  • Saltanat koltuğu. (Farsça)
  • Saltanat makamı. (Farsça)

tariz / târiz

  • Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.

tasfik

  • (Çoğulu: Tasfikat) Kanat çırpma.

tebeddül-ü saltanat

  • Saltanatın değişmesi.

tecelli-i saltanat-ı uluhiyet / tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet

  • Allah'ın ilâhlık saltanatının yansıması.

teczim

  • (Kol, kanat gibi şeyleri) kesme.

tedmiye

  • Vurup kanatmak.

teşrih / teşrîh / تشریح

  • Açma. (Arapça)
  • Açılama, şerh etme. (Arapça)
  • Otopsi. (Arapça)
  • Anatomi. (Arapça)
  • Teşrîh etmek: Açılamak, açıklamalı olarak söylemek veya yazmak. (Arapça)

teşrih-i beden-i insani fenni / teşrih-i beden-i insanî fenni

  • İnsan bedenini tüm yönleriyle ele alan, inceleyen bilim; anatomi.

tezhib

  • (Zeheb. den) (Çoğulu: Tezhibât) Yaldızlama işi, yaldızlama sanatı.
  • Süsleme.
  • Altın sürme.
  • Dişlere altın dolgu yapma, çürümüş dişleri altınla doldurma.

tıbak

  • Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı.

udi / ûdî / عودی

  • Ud sanatçısı. (Arapça)

üstad

  • İlimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim.

vahdet-i saltanat / وَحْدَتِ سَلْطَنَتْ

  • Saltanatın tek bir zâta ait olması.
  • Saltanatın birliği.

vahidiyet-i saltanat / vâhidiyet-i saltanat

  • Saltanatın tek bir zâta ait olması.

vasıta-i saltanat

  • Saltanat vasıtası, aracı.

yütm

  • (Bu kelime esasen infirad mânasına gelir) Bir çocuğun pederi vefat etmekle pedersiz kalması ki: Bu, yalnız insanlara mahsustur. Hayvanatta ise vâlidesiz kalmaya denir. Yetim de denir.

zenne / زنه

  • Kadın kısmı.
  • Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
  • Kadın rolünü üstlenen erkek sanatçı. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın