Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Altın
ifadesini içeren
605
kelime bulundu...
ma-icari / mâ-icârî
Akar su. Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları. Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır.
"icl" meselesi
Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.
a'yan
(Tekili: Ayn) Gözler.
Bir yerin ileri gelenleri.
Meclis âzaları. Senato âzaları.
Muayyen ve müşahhas olan şeyler.
Altınlar.
Kaymakam.
ab-gah
Havuz, küçük göl, su biriken yer.
(Fransızca)
Tıb : Karnın kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür.
(Fransızca)
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
afi / afî
Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan.
Affedilmiş, bağışlanmış.
Yalvaran.
Uzun saçlı.
Tencere altında artaya kalan.
ahkaf suresi / ahkâf sûresi
Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin kırk altıncı sûresi.
ahmas
(Çoğulu: Ehâmis) İnce belli.
Ayak altında yere değmeyen yer.
akademi
Bir ilim dalında ihtisas sahibi kimselerin çatısı altında toplandığı kuruluş.
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
al-i aba / âl-i abâ / اٰلِ عَبَا
Peygamberimizin (asm) hırkası altına aldığı ehli.
alak suresi / alak sûresi
Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin doksan altıncı sûresi.
aliaba
Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi.
altın-misal
Altın gibi.
anafor
Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.
anfe
Dudak altında biten kıllar.
arak-çin
Kavuğun altına giyilen takke.
arş-üs-süreyya
Ülker yıldızının altında yer alan bir yıldız topluluğu.
arz
Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek.
Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek.
Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi.
Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uz
asced
Halis, karışıksız altın.
ast
Alt.
Birinin emri altında olan kimse, mâdun.
Askerlikte rütbe veya kıdemce küçük olan asker.
ateş-beste
Hâlis altın, kırmızı altın.
(Farsça)
ateş-i beste
Hâlis kırmızı renkli altın.
Donmuş ateş.
atıf / âtıf
(Atf. dan) Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden, yönelen.
Bağlaç.
Şefkat edici kimse. Merhametli, müşfik.
Yarış atlarının altıncısı.
Gr: İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime.
ayar
Altın ve gümüşten yapılmış şeylerin saflık ve hafiflik derecesi.
Saadete, mutluluğa doğru gitme.
ayn
(Çoğulu: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz.
Pınar, kaynak. Çeşme.
Tıpkısı, tâ kendisi.
Zât.
Eşyanın hakikatı.
Kavmin şereflisi.
Diz.
Altın.
Nazar değme.
Casus.
Her şeyin en iyisi.
Muayene etmek.
bahas
Deve tırnağı.
Ayak eti.
Parmak diplerinin ayak tarafındaki etleri.
Gözün üstünde veya altında beliren yumruca et.
balast
ing. Demir yollarında traverslerin altına; şoselerde ise düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş parçaları.
baliş
Yastık.
(Farsça)
Altın.
(Farsça)
Nakit.
(Farsça)
banket
Bir otomobili uçtan uca kaplayan ve tek parçadan ibaret olan oturacak yer.
Karayollarında asfaltın her iki yanındaki balastlı kısım.
barbaros
Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir
barbut altını
Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.
başaltı
t. Gemilerin baş tarafında tayfa ve er koğuşları.
Yağlı güreşlerde baş'ın altındaki derece.
behv
(Behve) Misafir odası.
Yer altında hayvan ağılı. (Bu iki mananın cem'i Ebhâ-Bühüvv şeklindedir)
Geniş meydan, yer.
Göğüsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık.
Rahim ile mahrecinin arası.
bel
Ökçe. Ayakkabı altının topuğa rastlayan yüksek kısmı.
(Farsça)
bend
Bağlanan. Bağlanmış.
(Farsça)
Bağ. Boğum. Mafsal.
(Farsça)
Su bendi. Baraj.
(Farsça)
Gam. Gussa.
(Farsça)
Mekir.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
Mülâhaza. Fıkra. Madde.
(Farsça)
Aldatmak.
(Farsça)
Birisini emri altına almak, bendetmek.
(Farsça)
Edb: Baştan sona kadar aynı vezinli bir çok parçalardan meydana
(Farsça)
bendiş
Altın ve gümüş üzerine işlenilen nakış.
(Farsça)
berem
Asma ve kabak çardağı.
(Farsça)
Üzüm çubuklarının altına konulan çatal şeklindeki ağaç. Herek.
(Farsça)
berhem-zen
Karmakarışık eden, altını üstüne getiren.
(Farsça)
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
beylik
Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke, emirlik, emaret, mirlik.
bezyun / bezyûn
Altın işlemesi atlas ki, adına sündüs denilir.
İnce kumaş.
bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
bi-zer / bî-zer
Altınsız.
(Farsça)
Cimri, hasis, pinti.
(Farsça)
bilakayd ü şart / bilâkayd ü şart
Her hangi bir kayıt ve şart altında olmaksızın, kesin olarak.
bilinçaltı
Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hare
(Türkçe)
bişar
Esir, kul, köle. Harpte teslim alınan kimse.
(Farsça)
Altın, gümüş kakmalı işlemeler.
(Farsça)
Takatsiz, dermansız, halsiz.
(Farsça)
bitüm
Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.
borsa
(Ticarette) Vasıfları belli ölçülere uyan yani standartlaştırılabilen malların örnekleri üzerinden alım satımının yapıldığı devlet kontrolü altında teşkilâtlanmış pazar yeri.
budizm
Hindistan'da M.Ö. altıncı yüzyılda yaşamış olan Buda'nın kurduğu, Uzakdoğu ülkelerinde yaygın bozuk bir inanış. Bu inanışta olanlara Budist denir.
büharise
Altın ve gümüşten üç kıntar veya üçyüz rıtıl.
buhnuk
Kadınların başlarına örtüp iki uçlarını çenesi altına bağladıkları bez. (Türkçe "destâr" derler)
bühüvv
(Tekili: Behv) Misafirlere mahsus odalar.
Hayvanlar için yerin altına yapılmış ahırlar.
bürzea
(Çoğulu: Berâzi) Yuna dedikleri keçe ki, eyer altına koyarlar, teğelti de derler.
büteka
(Çoğulu: Bevâtık) Pota dedikleri âlettir ve kuyumcular içinde altın ve gümüş eritirler.
cam-ı zerrin
Altın kadeh.
(Farsça)
Tas: Allah âşıkının kalbi.
(Farsça)
Bir kasaba adı.
(Farsça)
Bir şarab adı.
(Farsça)
caniha
Bir tarafa meyleden veya bir cenahı tutan.
Göğüs altındaki iyeği.
cedye
(Çoğulu: Cedâyât) Eyer altına konulan keçe.
cemal-i rububiyet / cemâl-i rububiyet
Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliği.
cemaziye'l-ahir / cemâziye'l-âhir
Hicrî aylardan altıncısı.
cemaziyel ahir
Arabi ayların altıncısıdır. (Arabi aylar: Muharrem, Safer, Rabiyy-ül-evvel, Rabiyy-ül-âhir, Cemaziyel-evvel, Cemaziyel-ahir, Receb, şaban, Ramazan, şevval, Zilkade, Zilhicce'dir)
cemaziyelahir
Hicrî takvime göre altıncı aya verilen isim.
cenab-ı rabbü'l-izzet / cenâb-ı rabbü'l-izzet
Herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah.
cenb
Yan taraf. Koltuk altının aşağısı.
Def'etmek, kovmak.
Müştak olmak.
Bir yere gitmek için bir yere inmek.
Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak.
Büyük ve çok olan.
Engin taraf.
Şetmetmek, söğmek.
cereyan-ı hikmet
Hikmetin cârî, yürürlükte olması; dünyadaki hâdiselerin sebepler altında, fayda ve gayelere yönelik olarak cereyan etmesi.
çete
Bölük, birlik, takım. Bir reisin idaresi altında bulunan birlik.
Asker bölüğü, müfreze.
Çapulcu ve akıncı takımı.
ceyyid
Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.
cibal-i mübaha / cibal-i mübâha
Huk: Hiç bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan dağlar.
cihangir
Dünyanın önemli bir bölümüne hükmeden, egemenliği altına alan.
cilbend
Büyük cüzdan. Evrak koymaya mahsus birçok gözlere ayrılmış cüzdan şeklinde çanta ki, koltuk altına alınır.
cilve-i rabbaniye / cilve-i rabbâniye
Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin ve onları terbiye, idare ve egemenliği altında bulundurmasının izi, görüntüsü.
ciryal
Altının kırmızılığı.
Bir cins kırmızı boya.
Temiz renk.
Şarap.
cizye
Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
cümad-el-ahire / cümâd-el-âhire
Arabi ayların altıncısının adı.
cümade / cümâde
Arabi ayların beşinci ve altıncısının adı.
dahh
Yer altında bir şey gizlemek.
das-ı zerrin / dâs-ı zerrin
Altın orak.
Mc: Yeni ay.
dedikodu
Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.
define
Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.
dehr suresi / dehr sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi. İnsan sûresi ve Hel'etâ da denir.
derdest / دردست
Yakalama.
(Farsça)
El altında olma.
(Farsça)
Derdest edilmek:
Yakalanmak.
(Farsça)
Derdest etmek:
Yakalamak.
(Farsça)
derece-i kudret ve teshir
Güç ve emri altında bulundurma derecesi.
dereke
Aşağı inen basamak. Aşağı mertebe.
Sıfırın altındaki derece. Düşüklük.
dergah-ı rububiyet / dergâh-ı rububiyet
Yarattığı bütün varlıkları terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah'ın yüce katı.
desatir-i ekseri / desatir-i ekserî
Pek çok ortamda ve şartlar altında geçerli olan kanun ve kurallar.
desatir-i rabbaniye / desâtir-i rabbaniye
Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın düsturları, prensipleri.
devair-i rububiyet / devâir-i rububiyet
Rububiyet daireleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının alanları.
dil-dar
Kalbi hükmü altında tutan. Sevgili, mâşuk.
(Farsça)
dinar / dînâr
Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
Yaklaşık olarak altın liranın dörtte biri değerinde olan eski bir para.
Bir miskal (4.8 gram) ağırlığındaki altın para.
Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.
düden
Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu.
durc
İçine inci ve altın konulan küçük hokka.
dürc-i zer
Altın kutusu.
ebhas
Gözlerinin üstünde veya altında bir miktar yumruca et parçası olan kişi.
ebrencen
Bilezik. Kadınların kollarına taktıkları altından mâmul zinet eşyası.
(Farsça)
ebu-l vakt
Vakit ve hâlin te'siri altında kalmıyanlar.
ebu-z zeheb
Çok zengin olan adam, altın babası.
ecnas / ecnâs
Cinsler; altında türlerin sıralandığı sınıflar.
edrem
Eğerin altına konulan keçe.
(Farsça)
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
ef'al-i rabbaniye / ef'âl-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiilleri.
efrenc
(Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız.
(Fransızca)
ehl-i tefrit
Tersine aşırı olanlar, bir meselede ortalamanın altında kalanlar.
ekalliyet
(Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.
eman / emân
Korkusuzluk, emniyet, güven.
Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.
Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.
emir tahtına
Emir altına.
emir tahtında
Emir altında.
emr-i rabbani / emr-i rabbânî
Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emri.
emval-i zahire / emval-i zâhire
Sâime denilen hayvanlar ile bir kısım arazi mahsulâtı ve madenleri ile yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret mallarıyla, nakitler.
emval-ibatına / emvâl-ibâtına
Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.
en'am
Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Kur'ân-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur'ân âyetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı.
en'am suresi / en'âm sûresi
Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.
enbire
Üzeri toprakla sıvalı olan damlarda sıvanın altına konulan çalı, saz, talaş gibi şeyler.
(Farsça)
enterne
Belirli bir yerde oturmağa mecbur edilen yahut gözaltına alınan kimse.
(Fransızca)
eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild
esma-i rabbaniye / esmâ-i rabbâniye
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın isimleri.
etba'
Tâbi olanlar, bağlı olanlar, emri altında bulunanlar.
eyalat
(Tekili: Eyâlet) Valilerin idareleri altında olan memleketler, vilâyetler.
ezlem
Boğazı altında sarkık uzun kılları olan keçi.
faaliyet-i rabbaniye / faaliyet-i rabbâniye
Herşeyi terbiye ve idare edip egemenliği altında bulunduran Allah'ın faaliyet ve icraatı.
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
farig
İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.
fazl-ı rabbani / fazl-ı rabbâni
Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sunduğu manevî ihsan ve nimetler.
fels
Altın ve gümüşten başka mâdenlerden basılmış para. Çoğulu fülûstur.
fer'
Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak.
Bir aslın neticesi.
Bir cemaatın şerefli ve daha meşhuru.
Kazancı olan mukayyed mal. Hâzır ve muhâfaza altında olan.
Yükseğe çıkmak ve iki nizalı olanın arasına girip ıslah etmek.
Asıl mes'eleden kollara ayrı
ferman-ı rabbani / fermân-ı rabbânî
Bütün varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emir ve buyruklarının yazılı olduğu Hizbü'l-Ekber.
fetit / fetît
Terit altına konulan ekmek parçaları.
fettan
Fitneci. Kurnaz. Fitne çıkaran. Karıştıran.
Hırsız.
Şeytan.
Altın eriten kuyumcu.
fiil-i rabbaniye / fiil-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiil ve icraatı.
firdevs
Cennet. Cennette altıncı kat.
Bostan.
firdevs cenneti
Sekiz Cennet'in altıncısı.
firkateyn
Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
fitne
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
fıtra
Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v
fülus / fülûs
Altın ve gümüşten olmayan mâdenî paralar, pul. Fels'in çoğulu.
gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş
Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.
galeri
San'at eserinin sergilendiği salon veya koridor.
(Fransızca)
Tiyatroda seyircilere ait balkon.
(Fransızca)
Üstü örtülü uzun yer.
(Fransızca)
Yer altında açılmış uzun, dar yol.
(Fransızca)
gamc
Suyu sora sora içmek.
Deve yavrusunun anasının karnı ve ayaklarının altına gelmesi.
gamuz
İtham olunan, töhmet altında bırakılan.
İçinden kan giden dişi deve.
gayr-ı mazbut
Sınırsız; sınır ve kayıt altına alınamayan.
gayr-ı mukayyed
Kayıt altına alınmayan.
gılale
(Çoğulu: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek.
Küçük kaftan zıbını.
gına-yı rabbaniye / gınâ-yı rabbâniye
Herşeyi terbiye eden ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sonsuz zenginliği.
guşane
Düşürülmüş hurma.
Hurma ağacı altına düşüp toplanan hurma.
hadise-i rububiyet
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın gerçekleştirdiği hadise.
hakim-i hakim / hâkim-i hakîm
Herşeyi hikmetle yapan ve herşeyi hükmü altında tutan Allah.
hakim-i mu'cizekar / hâkim-i mu'cizekâr
Her şeyi mu'cize olan ve her şeyi emri altında bulunduran.
hakim-i mucizekar / hâkim-i mucizekâr
Her şeyi mucize olan ve her şeyi emri altında bulunduran.
hakimiyet-i rububiyet / hâkimiyet-i rububiyet
Rablığın egemenliği; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
hakıne
Boğaz altındaki çukurcuk.
halhal
Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
haly
(Çoğulu: Huliy) Altından ve gümüşten olan süs eşyâları.
hame-i zerrin / hâme-i zerrin
Altın kalem, altından yapılmış kalem.
hame-i zerrin-i kudret / hâme-i zerrîn-i kudret
Kudretin altın kalemi.
hamiş / hâmiş
Mektubun altına sonradan yazılan sözler. Hâşiye.
Mektubun altına ilave edilen yazı, hâşiye, dipnot.
hançe-i zer / hânçe-i zer
Küçük altın tepsi.
Mc: Güneş.
hangah
Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer.
(Farsça)
harf-i cerr
Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem)
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
haşiye / hâşiye
Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.
Sayfanın altındaki açıklama yazısı.
hasra gelmeyen
Sınır altına alınamayan, pek kalabalık.
havamis-i süleymaniye
Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis med
havza
Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.
haydariyye
Hırkanın altına giyilen kısa ve kolsuz elbise.
hazine / hazîne
Altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer.
hazine-i rabbaniye / hazine-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın hazinesi.
hazuf
Sür'atle yürüdüğünden ayağı altından taşlar atılan eşek.
heftan
Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)
hen'a
Devenin boynunun altına konan işaret.
Menazil-i Kamer'den bir menzil.
hıbve
(Çoğulu: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut.
Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak.
Bele takılan şey.
hıdn
Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak.
Nahiye.
Canip, taraf.
hikmet ve rahmet-i rabbaniye / hikmet ve rahmet-i rabbâniye
Herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın rahmet ve hikmeti.
hikmet-i san'at-ı rabbaniye
Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın san'atındaki hikmet, gaye, fayda, sır.
himaye-i rabbaniye
Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın koruma ve himâyesi.
himayegerde
Himayesi altında olan, korunmuş.
himayet-i gaybi / himayet-i gaybî
Gaybî olarak koruma altında bulundurma.
hırs
(Hurs) Takdir, kıyas.
Altın veya gümüşten halka.
hiss-i sadis / hiss-i sâdis / حِسِّ سَادِسْ
Altıncı his.
Altıncı hiss, altıncı duygu. (Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
Altıncı his.
hiss-i sadise-i batıniye / hiss-i sâdise-i bâtıniye
İnsanın içinde ve ruhunda bulunan altıncı his.
hiss-i sadise-i sadıka / hiss-i sâdise-i sâdıka
Doğru altıncı his.
hiza
Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
Nalin.
Taraf.
horanta
Aynı çatı altında yaşayan kişiler, ev halkı.
(Farsça)
hubne
Koltuk altına koyup getirilen şey.
Kaftan eteği.
Don.
hücumat-ı sitte / hücumât-ı sitte
Altı hücum anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektupta Altıncı Risale olan Altıncı Kısım.
hudeybiye
Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhale uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize (A.S.M.) beşinci hicri senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay g
hükmeden
Yöneten, hakimiyeti altında bulunduran.
hükumet-i gayr-i müstakille / hükûmet-i gayr-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet haklarını tamamen haiz olmayıp, diğer bir devletin boyunduruğu altında bulunan hükûmet.
hurs
(Çoğulu: Hursân) Altından ve gümüşten olan halka.
Kulağa taktıkları küçük halka.
iaşe-i rabbaniye / iaşe-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın beslemesi, yedirip içirmesi.
ibat
(İbt. den) Bohça, koltuğun altına alınan şey. Paket.
ibn-i mes'ud
Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek
icraat-ı rabbaniye / icraat-ı rabbâniye
Herşeyi terbiye ve idare edip egemenliği altında tutan Allah'ın icrâatları, fiilleri.
idare-i mutlaka
Bir hükümdarla idare. Bir hükümdarın idare ve yönetimi altında bulunan devlet. Mutlakiyet idaresi.
ıdtıba'
Hacıların ihramlarını sağ koltukları altından çıkarıp sol omuzlarına örtmeleri.
iftihar madalyası
Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı k
ihracat / ihrâcat
Bir madeni yerin altından çıkarma işlemleri.
ihtisab resmi
Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.
iki dirhem bir çekirdek
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
ikram-ı rabbani / ikram-ı rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bağış ve ihsanı.
iksir / iksîr / اِكْسِيرْ
Madenleri altına çevirdiğine inanılan madde.
ıkyan
Halis iyi altın.
İnci parçası.
ilave
(Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
illiyyin / illiyyîn
Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet.
Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu yer.
imtihan-ı rabbani / imtihan-ı rabbânî
Herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah'ın imtihanı.
imtiyaz madalyası
2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında sal
inayat-ı rabbaniye / inâyât-ı rabbâniye
Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın özel yardımları.
inayet ve lutf-u rabbani / inâyet ve lûtf-u rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın yardım ve lûtfu.
indisas
Toprak altına gömme.
infial
Bir tesirin gücü altında hareket etme.
inhisaf
Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.
inhisar
Sınırlandırma, kayıt altına alma.
inhisar-ı kuvvet
Güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması.
inna lillah ve inna ileyhi raci'un / innâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn
Belâ ve musîbet gelince veya kötü bir haber duyunca okunan, Bekara sûresinin; "Biz Allahü teâlânın kullarıyız (vefât ettikten sonra diriltilip yine) O'na döneceğiz" meâlindeki yüz elli altıncı âyet-i kerîmesi.
insan suresi / insan sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi.
inzibat / inzibât / انضباط / اِنْضِبَاطْ
Zapturapt altında bulunma, düzen.
(Arapça)
Asayiş altına girme.
irade-i gaybiye tahtında
Gaybî irade altında; Allah'ın dilemesi ile.
irade-i rabbani / irade-i rabbânî
Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın iradesi, dilemesi.
irade-i rabbaniye / irâde-i rabbâniye
Her şeyi yaratılış gayelerine göre terbiye ve idare edip, egemenliği altında tutan Allah'ın iradesi, dilemesi.
ırk-üz-zeheb
Altınkökü denilen bir nebat.
işa-i evvel / işâ-i evvel
Yatsının ilk vakti. Batıdaki mer'î (görünen) ufuk hattı üzerinde, kırmızılığın kaybolması ile başlayan vakit. Güneşin üst kenarının ufk-ı mer'î altında, on yedi derece yüksekliğe indiği vakit.
işa-i sani / işâ-i sânî
Batıdaki mer'î ufuk hattı üzerinde beyazlığın kaybolması ile başlayan vakit; güneşin üst kenarının ufk-ı mer'î altında on dokuz derece yüksekliğe indiği ve şafağın kaybolduğu tam karanlık vakit.
işarat-ı rabbaniye / işârât-ı rabbâniye
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın işaretleri.
ispirtizma
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.
(Fransızca)
ispritizma
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler.
ispritizmacı
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deneyler yapan kişi.
ısr
Ahd. Sözleşme. Yemin.
Kulakta küpe deliği.
Şiddetli ahkâm ve teklifler.
Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.
iştibak-ün-nücum / iştibâk-ün-nücûm
Güneş battıktan sonra, yıldızların çoğunun görünmesi, yâni güneşin arka kenârının, şer'î ufuk altına on derece irtifâ'a (yüksekliğe) inmesi.
istibdad
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istigna
Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek.
Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak.
Nazlanmak.
Azamet ve tekebbür etmek.
istihdam-ı rabbani / istihdam-ı rabbânî
Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın çalıştırması, hizmet ettirmesi.
istizlal
(Zıll. dan) Gölgelenme. Gölge altına girme.
Sığınma, himâyesine girme.
Gölgede oturma.
itham / ithâm / اتهام
Suçlama, töhmet altında bırakma.
(Arapça)
itka' / itkâ'
Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma.
Yaslanma.
ıtlak etmek
Belli bir sınır getirmeden genelleme yapma; Allah'ın kitap gönderdiği bir peygambere ve dine inanan insanları, yani Hıristiyan ve Yahudileri de hükmün kapsamı altına almak.
ittiham / ittihâm / اتهام
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
Töhmet altında kalma.
(Arapça)
izhar-ı rububiyet
Rablığını gösterme; Allah'ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları terbiye ve idare ettiğini ve herşeyi egemenliği altında tuttuğunu göstermesi.
iztiba / iztibâ
Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.
ıztırari / ıztırârî
Mecburiyet altında olan.
kabile
Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.
kabza-i ilim ve kudret
Kudreti ve ilmi altında bulundurması.
kabza-i tasarruf
Tasarrufu altında bulundurma.
kabza-i tasarrufunda
Tasarrufu altında.
kabza-i tedbir
İdaresi altında bulundurma.
kanah
(Çoğulu: Kanevât-Kınâ-Kınaâ) Yer altında olan su yolu.
Kendir ağacı.
kanat
(Çoğulu: Kanavât) Yeraltına döşenmiş olan künk. Küçük kanal, su borusu.
Sopa, mızrak.
kanavat
(Tekili: Kanât) Yeraltına döşenmiş olan künkler. Su yolları.
Mızraklar, sopalar.
kanun-u mübin-i rabbani / kanun-u mübîn-i rabbânî
Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın apaçık kanunu.
kanun-u rububiyet
Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması kanunu.
katolik
Hıristiyanlardan bazılarınca Hz. İsa'nın (A.S.) vekili telâkki ettikleri papanın reisliği altında Hıristiyanlıkta bir mezheb ve bu mezhabe bağlı olanlar.
(Fransızca)
kavanin-i rububiyet / kavânîn-i rububiyet
Allah'ın herbir varlığa, yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması ile ilgili kanunlar.
keffaret
(Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
Günahtan arınma.
kelime-i rabbaniye / kelime-i rabbâniye
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın kelimesi, sözü.
kenduc
Yer altında giyecek eşya koymak için yapılan oda.
kenz
Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.
kerahet
İğrenme, istemeyerek zor altında yapma.
Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
kerh
İğrenme, tiksinme, istemeyerek zor altında yapma.
kerhen
İstemeyerek, tiksinerek, zor altında kalarak yapma.
kesre
Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.
kılıbık
Karısının sözünden çıkmayan erkek. Karısının baskısı altında olan adam.
kınkın
Yol gösterici, kılavuz.
Bir cins çekirge.
Yer altındaki suyun miktarını bilip kazan kimse.
kıntar
(Çoğulu: Kanâtir) Yüzyirmi rıtıl veya yetmiş bin dinar.
Çok mal.
Bir sığır derisi dolu altın ve gümüş.
külve
(Çoğulu: Külu-Külliyât) Dağarcık altına çepeçevre diktikleri deri.
Tirşe dedikleri kayış.
kumandan-ı akdes
Bütün varlıkları emri altında tutan ve her türlü eksiklikten ve âcizlikten yüce olan Allah.
kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.
kureyş suresi / kureyş sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yüz altıncı sûresi.
kürsi / kürsî
Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer.
Taht, serir. Erike. Koltuk.
Kaide.
Merkez.
Vazife.
Saltanat, kudret ve mülk.
Başkent, hükümet merkezi.
Mânevi makam.
Arş'ın altına bir semâ tabakas
Oturulacak yüksekçe yer, taht, makam.
Arş-ı a'lâ'nın altında bulunan, yer ve gökleri kuşatan alan.
Makam.
Arşın altındaki sema tabakası; Allah'ın yer ve gökleri kaplayan hükümranlığı ve ilminin tecellî ettiği yer.
Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri.
Arşı azamın altındaki makam.
kurtat
Eyer altına konan bir nesne.
Boyun.
kuseyra
İyeği kemiklerinin altındaki kemik.
kuzazat
Ok yeleği kırpıntısı.
Altın parçaları.
la rabbe illa hu / lâ rabbe illâ hû
Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'tan başka ilâh yoktur.
lağım
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
Kazurat ve çirkef sularının akmasın
lahn
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir.
Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mâ
lakat
Yabandan toplanan nesne.
Mâdende bulunan gümüş ve altın parçaları.
lam / lâm
Kur'ân alfabesinde yirmialtıncı harf olup, ebcedi değeri otuzdur.
laza
Ateş. Alev.
Cehennem'in altıncı katı.
lazy
Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası.
lekedkub
Çifte yiyen. Hayvanların ayakları altında ezilen.
(Farsça)
liva-i hamd / livâ-i hamd
Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf.
liva-ül hamd
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
livaü'l-hamd / livâü'l-hamd
Hz. Peygamber'in (a.s.m.) sancağı, kıyametten sonra Müslümanların altında toplanacakları sancak.
livaü'l-hamd-i ahmedi / livâü'l-hamd-i ahmedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bayrağı, kıyametten sonra Müslümanların altında toplanacakları sancak.
lütf-u rabbani / lütf-u rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın ihsanı, bağışı.
lütf-u rububiyet
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.
madun / mâdûn
Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
magfele
Dudak altında biten kılların çevresi.
maglubiyyet
Yenilme. Bir kuvvetlinin idaresi altında bulunuş.
mahcur
(Hacr. den) Huk: Hacir altına alınmış, malını kullanmaktan men' edilmiş, hacredilmiş.
mahcuz
(Hacz. den) Huk: Hacz edilmiş. Mahkeme kararıyla rehin altına alınmış.
mahfuzen
Polis veya jandarma gibi resmi bir muhafaza altında olarak.
mahkum / mahkûm
Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
Birisinin hükmü altında bulunan.
Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.
Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan
Hüküm giymiş.
Katlanma, zorunda olma.
mahkum etmek / mahkûm etmek
Hüküm altına almak.
mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak
Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.
mahluk-u musahhar / mahlûk-u musahhar
Emir altında bulunan ve kendinden istenilen şeyleri yerine getiren yaratık, varlık.
mahmudiye
Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi.
Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın.
Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.
mahrec
Çıkacak yer.
Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.
Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda)
Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.)
Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye v
mahsur
Etrafı çevrilmiş. Muhasara altına alınmış. Hasrolunmuş. Hududlanmış. Kuşatılmış.
maiyyet
Beraberlik. Arkadaşlık.
Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et.
Yan. Nezd.
makàsıd-ı rububiyet
Allah'ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutmasındaki maksat ve gayeler.
makleb
Kalbetme. Bir şeyin altını üstüne çevirme.
Kalbedilecek, çevrilecek veya değişecek yer.
mal / mâl
"Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen)
(Farsça)
Bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey.
malaz
Sürülmüş toprak.
Sular altında kalmış tarla.
manyetizma / مَانْيَه تِيزْمَه
Telkin ve hipnoz yolu ile birini tesir altına alma.
Bakışla etki altına alma.
masuniyet
Eminlik, sağlamlık, muhafaza altında bulunmak, dokunulmazlık.
matmur
Gömülmüş, defnedilmiş. Toprak altına konulmuş.
matmure
Toprak altında bazı şeyleri saklamağa mahsus yer.
Kabir, mezar.
mayu'ref
Bilinmez.
Minder altında saklanan şey.
mazanna / مظنه
Ermiş sanılan.
(Arapça)
Zan altındaki.
(Arapça)
maznun / مظنون
(Zann. dan) Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen.
Huk: Bir suç dolayısı ile sorguya çekilen kimse. Sanık.
Zanlı.
(Arapça)
Maznun olmak:
Zan altında kalmak.
(Arapça)
maznunin / maznunîn
(Tekili: Maznun) Zan altında bulunanlar. Şüpheli kimseler.
me'baz
(Çoğulu: Meâbiz) Diz altındaki çukur.
me'mur
Emir ile hareket eden. Emir altında olan. Vazifeli. Kendi istediği gibi olmayıp başka emre göre çalışan. Bir emir alan. Bir işe tâyin olunmuş adam.
meal / meâl
Tefsîr âlimlerinin yaptıkları tefsirlerin (açıklamaların) ışığı altında, âyet-i kerîmelere verilen mânâ, açıklama.
mecburi / mecburî
Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde.
mehasin-i rububiyet / mehâsin-i rububiyet / mehâsin-i rubûbiyet
Rablığın güzellikleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzellikleri.
Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzellikleri.
mehenk
Ölçü, altının ayarlarını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
Ölçü. Miyar.
Altın ve gümüş ayarını anlamaya mahsus taş. Üzerinde altın tecrübe edilen siyah taş.
mehr
Erkeğin evlenirken kadına vereceği ve kadının hakkı olan altın, gümüş veya her hangi bir mal yâhut menfaat.
mehr-i misl
Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.
mehr-i muaccel
Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat.
mehr-i müeccel
Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat.
mehrecan
Eylül ayının onaltıncı günü.
memnun
(Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan.
Kesilmiş.
mêmur / mêmûr
Emir altında olan.
memuriyet
Emir altında olma.
menced
(Çoğulu: Menâcid) İnci ve altından olan gerdanlık.
meratib-i külliye-i rububiyet
Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri.
mertebe-i sadise / mertebe-i sâdise
Altıncı mertebe.
meskukat / meskûkât
Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralar.
meşrutiyet / meşrûtiyet
Devletin bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi tarafından idare edildiği yönetim biçimi.
meşrutiyyet
Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
mevdune
(Mevzune) Altın, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa.
meyl-i tahakküm
İnsanları zorla hâkimiyeti altına alma meyli, eğilimi.
mihadde
Baş ve yüz altına koydukları yastık.
Kazma.
Balta.
miheng
Ölçü, altını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
mihenk
(Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
milk
Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.
mim
Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<
minnet kabul etme
Borç altına girme, kendini borçlu hissetme.
minnetdar / minnetdâr / منتدار
Bir iyiliğe karşı minnet duyan. Yük altında kalır gibi birisinin iyiliğine karşı mahcubiyet.
(Farsça)
Minnet altında kalan.
(Arapça - Farsça)
minnetkeş
(Çoğulu: Minnetkeşân) Minnet altında bulunan. Minnet çeken.
(Farsça)
minnetkeşan / minnetkeşân
(Tekili: Minnetkeş) Minnet altında bulunanlar, minnet çekenler.
mir'ızza
Keçi kılının altında olan tiftik.
mirşaha
Eyer altına konulan keçeyi davardan almak.
misk
Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
mişmel
Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç.
misyonerlik
Propaganda yaparak belirli bir fikir ve inancı yayma işi. Dar anlamda, henüz hıristiyanlığı kabûl etmemiş ülkelerde veya hıristiyan ülkelerde çeşitli isimler altında hıristiyanlığı yayma ve hıristiyanlık propagandası yapma faâliyeti. Bu çalışmaları yürüten râhib, papaz ve din adamlarına misyoner, bu
miysere
(Çoğulu: Mevâsir) Eyer yastığı.
Eyer altına koydukları keçe.
Çul içine koyulan keçe.
Yatacak döşek, yatak.
mu'cizat-ı rububiyet / mu'cizât-ı rububiyet
Rablık mu'cizeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mu'cizeleri.
muahid / muâhid
Belli şartlar çerçevesinde antlaşma yapan.
Karşılıklı anlaşma sonucu olarak İslâm devletine cizye ödeyen ve buna karşılık koruma altına alınan Müslüman olmayan kimse.
muanat
Bir şeyin zahmetini çekme.
Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma.
mücevver
(Cevr. den) Zor ve sıkı altında bulundurulmuş.
mukannit
Yer altından kanalla su akıtan kişi.
Muti kimse, itaat eden, emre boyun eğen kişi.
mukavele
Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek.
Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
mukayada satışı / mukâyada satışı
Altın ve gümüşten başka, ayn (belli) olan bir malı yine ayn olan mal karşılığında satmak.
mün'al
Altına gön ve sahtiyan konulmuş nesne.
mürid / mürîd
Tasavvufta Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için evliyâ bir zâtın terbiyesi altına giren talebe.
musahhar
Emir altında, esir alınan.
müsahhar
Bir şeyin tesiri altında kalmış, büyülenmiş.
musahhar / مسخر
Emir altına alınmış.
musahhar etmek
Boyun eğdirmek, emri altına almak.
musahharane
Emir altında gibi.
musahhariyet
Emir altındaymışcasına.
müskal
Yük altında ezilen. Ezilmekte olan.
mustalık gazası
Benî Mustalık gazasına Müreysî gazası da denilir. Benî Mustalık, Huzaa'nın bir şubesidir. Müreysî de bunların bir kuyusudur. Benî Mustalık, Resul-i Ekrem'le harb etmek üzere bu kuyu başında toplandıkları için bu sefer bu isimle anılır. Çeşitli râviler, bu gazanın hicrî dört veya beş veya altıncı sen
mustazill
(Zıll. dan) Gölgelenen, gölgede oturan.
Birinin koruyuculuğu ve himâyesi altında bulunan.
müstazıll
(Zıll. dan) Gölgelenen, gölge altına girmiş olan.
Mc: Birinin himayesine sığınmış olan.
müstebid
Başlı başına, müstakil olan. Emri altındakilere söz ve hürriyet hakkı tanımayan, istibdat yapan. Despot.
müstehas
Toprağın altında kalıp saklanmış.
müstemlekat / müstemlekât
Müstemlekeler. Başka devletlerin emri ve idaresi altında olan yerler. Memleketler.
müstemleke
Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket, yer, sömürge.
Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.
müteessir
Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş.
Üzüntülü.
mütehakkime
Tahakküm eden, zorla egemenliği altına alan.
mütevari
(Verâ. dan) Gizli, saklı. Bir şeyin arkasına veya altına çekilerek saklanan.
mutlakıyyet
Kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli.
müttehem
Suçlanan, itham altında kalan.
müzehheb / مذهب / مُذَهَّبْ
Altından yapılmış; altın suyu ile süslenmiş, yaldızlanmış.
Yaldızlanmış, yaldızlı, altın sürülmüş.
Altın yaldızlı.
(Arapça)
Altınla yaldızlanmış.
müzehhep
Yaldızlanmış, altın suyuna batırılmış.
müzerkeş
Altın sırmalı. Sırma ile işlenmiş.
müzeyyel
(Zeyl. den) Zeyli, ilâvesi olan.
Altına cevabı yazılıp geri gönderilen tezkere.
Eklentisi olan. Ekleme parçası olan.
müzeyyelen
Kâğıdın altına, ek karşılığı yazılarak.
muztabi'
Ridâsını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna atan kişi.
nafe
Derisi kürk yapımında kullanılan hayvanların postlarının karnı altındaki deri kısmı.
(Farsça)
nafile / nâfile / نَافِلَه
Mecburiyet altında olmayarak yapılan ibadet.
nahil
Hurma ağaçları, hurmalık.
Hurma ağacı.
Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.
nahl suresi / nahl sûresi
Kur'ân-ı kerîmin on altıncı sûresi.
nakdeyn
Basılmış para hâlindeki altın ve gümüş.
nasil
Çenelerin altından boyun ile başın kavuştuğu yerde olan mafsal.
natık
Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen.
Altın ve gümüş gibi olan mal.
nazar
(Nazaret) Altın.
Tazelik.
nazar-ı rabbaniye / nazar-ı rabbâniye
Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bakışı.
nazir
Tâze.
Altın.
nazr
(Nazir) : (Çoğulu: Enzur) Altın.
nehar
(Çoğulu: Enhür) Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık.
Toy kuşunun yavrusu.
Altın.
nekefe
(Çoğulu: Nüküf-Nükfân) Çene altında olan küçük bez.
nemed-zin / nemed-zîn
At eğeri altına konulan keçe.
(Farsça)
nesike
Hak yoluna kesilen kurban.
Altın veya gümüş külçesi.
nevat
Çekirdek, hurma çekirdeği.
Yirmi veya on adet.
Bir veya on okka altın. Beş dirhem altın.
Düşman.
nezaret
Gözetim altında tutma.
nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.
nisab
Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
Bir m
nizamiye
İlk askerlik devresi.
Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire.
Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı.
nübta
Atın kolanı veya karnı altında olan beyazlık.
nukud / nukûd
Basılmış altın ve gümüş paralar. Müfredi (tekili) Nakddır.
nümüvv-ü tabii / nümüvv-ü tabiî
Normal şartlar altında büyüyüp gelişme.
nur-u rabbani / nur-u rabbânî
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın nuru.
nuzar
Altın.
Her nesnenin hâlisi ve iyisi.
Necid diyârında yetişen bir ağacın adıdır, ondan tas ve kâse yaparlar.
pa-hast
Ayak altında kalmış, çiğnenmiş olan.
(Farsça)
pa-mal
Ayak altında kalmış, çiğnenmiş.,
(Farsça)
pa-mal-i adüv
Düşmanların ayakları altında çiğnenmiş.
pamal / pâmâl / پامال
Ezilmek, çiğnenmek.
(Farsça)
Pâmâl olmak:
Ezilmek, çiğnenmek, ayaklar altında kalmak.
(Farsça)
para
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.
payimal / pâyimâl
Çiğnenmiş, ayak altına alınmış.
Ayak altında kalmış.
payimal eden / pâyimâl eden
Ayak altına alan, mahveden.
payimal olmasın / pâyimal olmasın
Ayaklar altına alınmasın, çiğnenmesin.
paymal
(Pâyimal) Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş.
(Farsça)
payzede
Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
(Farsça)
peysiper
Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
(Farsça)
pota
Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
(Farsça)
pul
Altın ve gümüş dışındaki mâdenî paralar.
rab
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rabb-i azim / rabb-i azîm
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rabb-ı kerim / rabb-ı kerîm
Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran, sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah.
rabb-i kerim / rabb-i kerîm
Sonsuz ikram ve ihsan sahibi, herşeyi idare ve terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah.
rabb-i rahim / rabb-i rahîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rabb-i rahim ve kerim / rabb-i rahîm ve kerîm
Sonsuz cömertlik, şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rahimiyet-i rabbaniye / rahîmiyet-i rabbâniye
Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın herbir varlığa şefkat ve merhameti.
rahmet-i rabbaniye / rahmet-i rabbâniye
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın merhamet ve şefkati.
rahmet-i rububiyet / rahmet-i rubûbiyet
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın rahmeti.
rahne
Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar.
(Farsça)
Yara.
(Farsça)
Bozukluk. Zarar.
(Farsça)
raiyet / رَعِيَتْ
Birinin idaresi altındaki halk.
ram olmak / ram
İtaat etmek, boyun eğmek.
Ram: İtaat eden, boyun eğen, itaatli, münkad.
Teslim olmak, hükmü altına girmek
(Farsça)
reaya
(Tekili: Raiyet) Bir kimsenin emri altında bulunanlar.
Bir hükümdar idaresi altında bulunan halk.
Hristiyan tebaa.
Bütün halk.
rikab
(Tekili: Rakabe) Boyunduruk altında olanlar. Kullar, köleler.
Boyun, ense kökü.
rikaz
Yer altında bulunan madenler.
Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.
rişhand / rîşhand / ریشخند
Bıyık altından gülme. Alay.
(Farsça)
Bıyık altından gülüş.
(Farsça)
rububiyet
Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
rububiyet-i ilah / rububiyet-i ilâh
İlâhî Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
rububiyet-i ilahiye / rubûbiyet-i ilâhiye
Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
rububiyet-i mutlaka-i ilahiye / rububiyet-i mutlaka-i ilâhiye
Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye ve idare etmesi ve egemenliği altında bulundurması.
rububiyet-i sani
Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın bütün mahlûkatı besleyip terbiye etmesi, idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
rububiyet-i sübhaniye / rububiyet-i sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah'ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutması.
rububiyyet-i mutlaka
Herşeyi kaplayan ve idaresi altına almış olan Allah'ın rububiyeti.
sa'dane
(Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
Devenin göğsü.
Tırnak dibinin siniri.
Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
Kadın memesinin etrafı.
sabbag
Boyayan, boyacı.
Deri altındaki boyalı madde.
sabir
Altın ismi.
sace
Hatıl ağacı.
Altın ve gümüş ayarını astıkları ağaç.
şacir
Ayak altında ızdırap çekmek.
sadaka-i fıtır
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v
sadis / sâdis / سادس
Altıncı. (6.)
Altıncı.
(Arapça)
sadis-aşer
Onaltı. Onaltıncı.
sadisen / sâdisen / سادسا
Altıncı olarak.
Altıncı olarak.
Altıncısı.
Altıncısı, altıncı olarak.
(Arapça)
safak
Kıllı derinin altında olan ince deri.
şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel
Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.
sahrınç
Yağmur sularını biriktirmek için bina altında ve toprak içinde yapılan etrafı duvarlı veya çimento sıvalı su mahzeni.
saltanat-ı rububiyet / saltanat-ı rubûbiyet
Allah'ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması; rablık sanatı.
sam
Ölüm, mevt.
Yer altındaki altın damarı.
Gök kuşağı.
Ateş.
Sersemlik hastalığı.
Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.
şamaniler / şâmânîler
İyi ve kötü ruhların bütün âlemi te'siri altında tuttuğu inancına dayanan sapık bir yolun mensupları.
sancak-ı muhammedi / sancak-ı muhammedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) sancağı; kıyametten sonra, Müslümanların altında toplanacağı sancak.
sanem
Put, odundan, altından ve gümüşten yapılan insan heykeli.
sarf satışı
Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır.
sebe'
(Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi.
Bir Arab kavminin adı.
Bir devlet ismi.
Bir şahıs adı.
sebike
Eritilerek kalıba dökülmüş şey, külçe. Kalıba dökülmüş altın veya gümüş.
Hafif, küçük.
sebike-i hak
Hak külçesi.
Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.
şecere-i rıdvan / şecere-i rıdvân
628 (H.6) senesinde yapılan Hudeybiye andlaşmasından önce Medîneli müslümanların, altında Peygamber efendimize ve İslâm dînine bağlı kalacakları husûsunda bağlılık yemîni ettikleri ağaç.
şefkat-i rububiyet / şefkat-i rubûbiyet
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın şefkati.
şegaf
Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri.
Sağ tarafta iyeği kemiği altında olan bir hastalık.
Bir nesneyi çevirip kaplamak.
sehale
Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kırıntıları.
seki
Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.
selem
İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu
serdab
Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir.
(Farsça)
Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen
(Farsça)
serdengeçti
Tar: Akıncılardan düşman ordusu içine dalmak veya muhasara altına alınan bir kaleye girmek için fedai yazılan kimseler. Bunlara ellerinde kınlarından sıyrılmış kılıçlarla bu tehlikeli işlere atıldıkları için "dalkılıç" da denilirdi. Düşman ordusuna dalacak veya kaleye girecek olanların dönmelerinden
sereb
(Çoğulu: Esrâb) Yer altında olan ev.
Kırbadan akan su.
Ot.
şeriat-i fıtriye
Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların fiillerini düzen altına alan kanunlar.
şeşüm / ششم
Altıncı, sâdis.
Altıncı.
(Farsça)
şezerat
(Tekili: Şezre) İşlenmeden mâdenin içinden toplanılan altın parçaları.
Süs olarak kullanılan altın ve inci tâneleri.
şezr
Altın mâdeninden toplanan altın ufağı.
İnci parçaları.
şicar
Kapı ardına koyup sürgü olarak kullanılan ağaç.
Kiremit tahtası altına konulup çakılan ağaç.
Kapı ağacı.
Deve alâmetlerinden bir alâmet.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
sifal
Değirmen altına döşenen deri.
Değirmen süpürgesi.
sıfat-ı rububiyet / sıfât-ı rububiyet
Rububiyete dair sıfatlar; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşması için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare edilmesi ve egemenlik altında bulundurulmasına dair İlâhî sıfatlar, özellikler.
silsilet-üz-zeheb
Altın silsile. Resûlullah efendimizden, hazret-i Ebû Bekr yoluyla feyz ve ilim alarak gelen büyük âlimler silsilesi.
sim ü zer
Gümüş ve altın.
simya
Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma. Bu çalışma bir takım maddelerin bulunmasına sebep olduğu için kimya ilminin ilerlemesine hizmeti dokunmuştur.
sirdab
(Çoğulu: Seradib) Yer altında su soğutacak yer.
sırran tenevveret
Gizli ve sır perdesi altında parlama, hizmeti yaygınlaştırma.
sırren tenevveret
Gizli ve sır perdesi altında parlama ve hizmeti yaygınlaştırma.
skolastik
Orta Çağda Hıristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre verilen felsefî fikirler.
Lât. Kurun-u vustâda (Orta çağlarda) Hristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre yapılan tedrisat usulü.
sohbet
Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.
staj
Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma.
(Fransızca)
şuara suresi / şuarâ sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yirmi altıncı sûresi.
şümul
Kaplamak. İhtivâ etmek. İçine almak.
Hükmü altına almak.
sündüs-misal / sündüs-misâl
Dokunuşunda altın, gümüş tellerin de bulunduğu bir tür ipekli kumaş gibi.
sür'at-i teessür
Çok çabuk ve hızlı etki altında kalma.
sürü
Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.
şüzur
(Tekili: Şezre) Süs eşyası olarak kullanılan altun veya inci gibi şeyler.
İşlenmemiş madenin içinden toplanan altın parçaları.
tabut-i sekine / tâbût-i sekîne
İsrâiloğullarının, içinde mukaddes emânetleri sakladıkları ve Mûsâ aleyhisselâmdan beri nakledilerek gelen altın kaplamalı sandık.
tac-ı zerrin / tâc-ı zerrin
Altın tâc.
tahakküm / تحكم
Tahakküm etmek:
Hükmetmek, hükmü altında tutmak.
Hükmetme, hükmü altında tutma.
(Arapça)
tahannük
Tülbendi çenesi altından dolamak.
tahdid-i kayıt
Kayıt altına alınma.
tahmil-i minnet
Birini minnet altında bırakma.
tahrim suresi / tahrîm sûresi
Kur'ân-ı kerîmin altmış altıncı sûresi.
tahsib
Ölüyü taş altına gömmek.
tahsin
(Hısn. dan) Kale gibi sağlamlaştırma.
Muhafaza altına alma.
taht-ı emrinde
Emri altında.
taht-ı emrinde ve tasarrufunda
Emri ve tasarrufu altında.
taht-ı esaret
Esaret altında olma.
taht-ı hakimiyet / taht-ı hâkimiyet / تَحْتِ حَاكِمِيَتْ
Hakimiyeti altında.
Hakimiyeti altında.
taht-ı hıfz ve muhafaza
Koruma altına alıp kollama, kaydetme.
taht-ı hükmünde
Hükmü altında.
taht-ı hüküm
Hüküm altına.
taht-ı idare
İdaresi altında.
taht-ı nezaretinde
Gözetimi altında.
taht-ı riyaset / taht-ı riyâset / تَحْتِ رِيَاسَتْ
Başkanlığı altında.
taht-ı riyasetinde
Başkanlığı altında.
taht-ı tasarruf / تَخْتِ تَصَرُّفْ
Tasarrufu altında.
İdare altında olma.
taht-ı tasarruf ve temellük
Kendi tasarruf ve mülkü altında bulunma.
taht-ı tasdik / taht-ı tasdîk / تَحْتِ تَصْدِيقْ
Doğrulama altında olma.
taht-ı tasdikinde
Doğrulaması ve onayı altında.
taht-ı tedbir
Yönetim ve idaresi altında tutulan alan.
taht-ı temellük
Mülkü altında, sahipliği altında, kendisine ait.
taht-ı temine alınma
Garanti ve güvence altına alınma.
taht-ı tesir
Tesir altında.
taht-ı tevkif / taht-ı tevkîf / تَحْتِ تَوْق۪يفْ
Tutuklama altında.
tahte
Alt, altta, altında.
tahtelhıfz
(Taht-el hıfz) Muhafaza altında.
tahtessıfır
Sıfırın altında.
tahtında
Altında.
takayyüd
Kayıt altında olma, sınırlılık.
takva / takvâ
Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
talimat-ı rabbaniye / talimat-ı rabbâniye
Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın emirleri.
tarık suresi / târık sûresi
Kur'ân-ı kerîmin seksen altıncı sûresi.
tasarruf-u azim / tasarruf-u azîm
Büyük tasarruf; herşeyi kendi emri altında tutarak dilediğini dilediği şekilde yapmak.
tasarruf-u rabbani / tasarruf-u rabbanî
Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bütün kâinattaki varlıkları dilediği gibi kullanması ve idare etmesi.
tazallül
(Zıll. den) Gölgelenme, gölgede olma, gölge altına girme.
tebaa
Tâbi olanlar. Birisinin veya bir devletin emri altında olanlar.
tebrie
(Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak.
Borçtan kurtarmak.
Nezahet, ismet.
Beraet ettirmek.
tedbir ve rububiyet / tedbir ve rubûbiyet
Varlıkları idare etme, çekip çevirme, terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma.
tedbir-i rububiyet
Her şeyi idare ve terbiye eden Allah'ın kâinat ve varlıklar üzerindeki hikmetli faaliyeti, emri altında tutması, idaresi.
teessür
Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek.
Te'sir altında kalmak.
Kederlenmek.
tefeci
El altından yüksek faizle para veren kimse.
(Türkçe)
tefrit / tefrît / تَفْر۪يطْ
Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak.
Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)
Normalin altında kalma.
tekellüfkarane / tekellüfkârâne
Gösteriş hevesiyle bir sorumluluğun altına girme, zoraki davranarak.
tekvini emr-i rabbani / tekvînî emr-i rabbânî
Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.
telahhi
Tülbendi çenesi altından sarmak.
temkin zamanı / temkîn zamânı
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta
tenvih
Sulandırma.
Yaldızlama.
Haksız bir şeyi yapmacık şeylerle süsleyip haklı gösterme.
Başka bir madeni, altın veya gümüş suyuna daldırma.
Bir kimsenin nâmını, şânını yükseltme.
tercib
(Çoğulu: Tercibât) Ululama, tazim.
Meyvesi çok olan ağacın dalları altına destek koyma.
teshir / teshîr
Emir altında tutma.
Büyüleme, esir etme, emir altına alma.
teshir-i rabbani / teshir-i rabbânî
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın herşeye boyun eğdirmesi.
teshirci
Etkisi altına alan.
teslim
Bir emâneti verme.
Kabul etme.
Doğru ve haklı bulma.
Selâmetle dua etme.
Karşısındakinin hükmü altına girme.
Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
Belâ ve âfetten korunur olma.
Bir şeyi, yeni sâhibine verme.
Da
tevazu / tevâzu
Alçakgönüllülük, isteyerek mertebesinin altında görünme.
teveccüh-ü emr-i rabbaniye / teveccüh-ü emr-i rabbânîye
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın emrinin varlıklara yönelmesi.
tezhib / tezhîb / تذهيب
(Zeheb. den) (Çoğulu: Tezhibât) Yaldızlama işi, yaldızlama sanatı.
Süsleme.
Altın sürme.
Dişlere altın dolgu yapma, çürümüş dişleri altınla doldurma.
Süsleme.
(Arapça)
Yaldızlama.
(Arapça)
Altın sürme.
(Arapça)
tezyil
Eklemek. Uzatmak. Altına ilâve etmek. Zeyl yapmak.
tibr
Altın parçası. Altın ve gümüş tozu.
tille
İşlenmemiş altın.
(Farsça)
töhmet
Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat.
İtham altında olma.
türk
Türkler, Asya'nın en büyük ve en meşhur milleti olup, Turan milletlerindendir. Türkler en evvel Sibirya ile Çin arasında olan Altın Dağı taraflarında yaşamışlar ve oradan defalarca güney ve batıya doğru yayılarak Çin'de ve Türkistan memleketlerinde fetihler yapmışlardır.Türkler eskiden beri iki şube
ul'ul
Göğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik.
Çekik kuşunun erkeği.
uluhiyet-i mutlaka
Kayıt altında olmayan, mutlak uluhiyet. Ancak bir tek İlâhın mâbud oluşu.
uruz / urûz
Altın ve gümüşten başka canlı ve cansız her çeşit mal.
usde
Kaftan altına giyilen küçük gömlek.
usnun
(Çoğulu: Asânin) Sakal ucu.
Her nesnenin evveli.
Devenin çenesi altında olan uzun kıllar.
ustam
Güvenilir, emin. İtimad edilir.
(Farsça)
Altın veya gümüşten yapılmış at eğeri.
(Farsça)
üstam
Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin.
(Farsça)
Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri.
(Farsça)
vahdaniyet-i rabbaniye / vahdâniyet-i rabbâniye
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın birliği.
vahdeddin
(Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan
vakıa suresi / vâkıa sûresi
Kur'ân-ı kerîmin elli altıncı sûresi.
vasıta-i tahakküm
İnsanları baskı altına alma aracı.
vatı'
Ayak altına alıp çiğneme. Basma.
Cima'.
Uygun hale koyma.
Tümseklikler arasında basık ve engin yer.
Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
vaty
Ayak altında çiğneme, ezme, basma.
Çiftleşme.
vazife-i rububiyet
Rablık işi; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verme ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma işi.
vehs
Kırma.
Ayak altında çiğneme, basma, ezme.
vesayet
Bir başkasının yardımı ve koruması altında bulunma.
vişah
(Vüşâh) Eskiden kadınların mücevherlerle süsleyip boynundan ve koltukları altından bağladıkları enlice bez veya meşin parçası.
ya rabbi / yâ rabbi
Ey Rabbim; ey her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ım.
yalak
Hayvanların su içmelerine mahsus içi oyuk kütük veya taş. Çeşmelerin musluğu altına konulan tasa da bu ad verilir.
yasin suresi / yâsin sûresi / yâsîn sûresi
Kur'ân'ın otuz altıncı sûresidir.
Kur'ân-ı kerîmin otuz altıncı sûresi.
yed-i tasarruf
Tasarruf eli; yönetimi ve hakimiyeti altında tutma.
zabt
Zabt etmek. İdâresi altına almak.
Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek.
Kavramak.
Kaydetmek. Hülâsasını yazmak.
Bağlamak.
Sıkı tutma.
İdaresi altına alma, kendine mal etme.
Silah zoru ile bir yeri alma.
Anlama, kavrama.
Kaydetme, özetini yazma.
zabt-name / zabt-nâme
Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.
(Farsça)
zanin / zanîn / ظنين
Zan altında bulunan.
(Arapça)
zapt
Kayıt, kayıt altına alma.
zeheb / ذهب
Altın.
Altın.
Altın.
(Arapça)
zeheb-i zaib / zeheb-i zâib
Eriyen altın.
Eriyen altın.
zehebi / zehebî
Altına ait. Altından yapılma.
zehib
Altın sürülmüş, yaldızlı.
zela'
Ayağın altında ve üstünde; elin ise arkasında olan yarık.
zeleme
Keçinin boğazı altında sarkık olan kıllar. (Müz: Ezlem. Müe: Zelmâ)
zer / زر
Sarı.
Altın, akçe.
Nöbet.
Oruç.
Çile.
Altın.
(Farsça)
Akçe.
(Farsça)
zer-keş
Altın kakmalı, altın işlemeli.
(Farsça)
Altın tel yapan.
(Farsça)
zer-rişte
Altın tel. Sırma.
(Farsça)
Sarı.
(Farsça)
zer-şinas
Altın tanıyan, sarraf.
(Farsça)
zer-tar
Altın tel, sırma.
(Farsça)
Güneş ışını.
(Farsça)
zer-ver
Altın yaldızlı olan.
(Farsça)
zerefşan / zerefşân / زرافشان
Altın saçılmış, altın yaldızlı.
(Farsça)
zerendud
(Ze-endud) Altın yaldızlı.
(Farsça)
zerger
(Çoğulu: Zergerân) Altın işleyen.
Kuyumcu.
zergun / zergûn
Altın gibi sarı renkli olan. Altın renkli.
(Farsça)
zerin / zerîn / زرین
Altından.
(Farsça)
zerk / زرق
Deri altına verme, şırınga etme.
(Arapça)
zernigar / zernigâr
Altın ile işlenmiş. Yaldızlı.
(Farsça)
zerrin / zerrîn / زرین
Altından yapılmış. Altın gibi parlak. Sarı
(Farsça)
Altından yapılmış.
Altından.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
lugat
muareke
tasavvur
kut'ül amare
haneberendaz
ferda
tevehhüm etmek
münakasa
serâir
istirdad
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Altın
mecaz
adalet-i nisbiye
Erkek kardeş
Nakş
LUGAT
Çeviri
<
Dost
cezai