REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Allah ifadesini içeren 3983 kelime bulundu...

ayat-ı hırz / âyât-ı hırz

  • Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olan âyet-i kerîmeler.

hak teala / hak teâlâ

  • Yüce Allah. Allah celle celâlühü.

hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn

  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

misak / mîsâk

  • Söz verme, sözleşme, andlaşma.
  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
  • Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.

(a.s.)

  • Aleyhisselâm; Allah'ın selâmı onun üzerine olsun.

a'la-yı illiyyin / a'lâ-yı illiyyîn

  • Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.

a'lem

  • En iyi bilen, Allah.

a'mal-i saliha / a'mâl-i sâliha

  • Allah'ın rızasına uygun, iyi ve hayırlı işler.

a'yan-ı sabite / a'yân-ı sabite / a'yân-ı sâbite

  • Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
  • Eşyanın var olmadan önce Allah'ın ilminde var oluşu.

ab-ı ru-yi habib-i ekrem / âb-ı rû-yi habîb-i ekrem

  • Allah'ın sevgili kulu olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) yüz suyu.

abd

  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."

abd-i aciz / abd-i âciz

  • Allah'ın âciz ve zayıf kulu.

abd-i aziz

  • İzzetli kul, Allah'tan başkasına müracaat etmeyen ve minnet duymayan kul.

abd-i sacid / abd-i sâcid

  • Allah'a secde eden kul.

abdal

  • t. Safdil, ahmak, bön.
  • Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.
  • Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.
  • Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)

abdiyyet

  • Kulluk makamı. Evliyâlığın en yüksek makâmı, derecesi. İyilikleri Allahü teâlâdan bilip kendinden bilmemek.

abdulkadir

  • Allah'ın kulu.

abdullah

  • Allah'ın kulu.
  • Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek ve şerefli isimlerindendir. Çünkü, Allah'a itaat ve ibadette, kulluk yapmada devamlı ve en ileride olup bütün ömürlerinde Cenab-ı Hakka maddi manevi bütün hâlâtında itaatttan ayrılmamıştır (A.S.M.). Hem muhterem ba
  • Allah'ın kulu, kölesi.

abdullah ibn-i ömer

  • Bi'setten bir yıl önce doğdu. Hicri yetmişüç tarihinde Haccâc-ı Zalim'in emri ile şehid edildi (R.A.) Sahabe-i Kirâmın ileri gelenlerinden ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın çok bağlılarından ve dâima onun ahlâkını yaşamağa çalışanlardandı. Hz. Ömer Radıyallahü Anh'ın oğlu idi. Hilâfet ve Val

abese irca

  • Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca" yolu ile isbat

abese suresi / abese sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk iki âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından bir mev'ize (nasihat, öğüt) olduğu bildirilmekte,

abid / âbid

  • Allah'a ibadet eden, kul.

abid-i muhsin / âbid-i muhsin

  • Allah'ı görür gibi Ona ibadet eden.

abid-i müsebbih / âbid-i müsebbih

  • Allah'ı tesbih eden kul.

abülhayat-ı marifet / âbülhayat-ı marifet

  • Hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah'ı tanıtıcı bilgi.

acaib-i kudret

  • Allah'ın güç ve iktidarının insanı hayrette bırakan san'at eserleri.

acaib-i masnuat-ı ilahiye / acaib-i masnuat-ı ilâhiye

  • Allah'ın hayrette bırakan san'at eserleri.

acaib-i mülk ve melekut / acaib-i mülk ve melekût

  • Allah'ın sahip olduğu ve hükmettiği görünen ve görünmeyen âlemlerdeki acaiplikler.

acaib-i san'at-ı ilahiye / acaib-i san'at-ı ilâhiye

  • Allah'ın hayrette bırakan san'at eserleri.

acizane / âcizâne

  • Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük ifâdesi için söylenir) "Allah'a karşı kusurlarını bilen bir mü'min âcizâne ancak Allah'tan rahmet diler." (Farsça)

acube-i hilkat-i rabbaniye / acube-i hilkat-i rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın yarattığı varlıklardaki şaşkınlık veren özellikler.

acz yolu

  • Çok güçsüz olduğunu ve her an Allah'ın yardımına muhtaç olduğunun bilmek suretiyle Allah'a varma yolu.

adak

  • Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.

adalet

  • Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.

adalet ve hikmet-i ilahiye / adalet ve hikmet-i ilâhiye

  • Allah'ın adaleti ve hikmeti.

adalet-i ilahi / adalet-i ilâhî

  • Allah'ın adaleti.

adalet-i ilahiye / adalet-i ilâhiye / adâlet-i ilâhiye

  • Allah'ın adaleti.
  • Allah'ın adaleti.

adalet-i rabbaniye / adalet-i rabbâniye

  • Herşeyi idare ve terbiye eden Allah'ın adaleti.

adaletullah / âdaletullah

  • Allahın adaleti.
  • Allah'ın adaleti.

adatullah / âdâtullah

  • Allah'ın âdetleri, kâinata koyduğu kanunları.

adem-i harici / adem-i haricî

  • Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.

adet-i ilahiye / âdet-i ilâhiye

  • Allah'ın âdeti, kanunu.

adet-i ilahiyye / âdet-i ilâhiyye

  • Sünnet-i ilâhî; Allahü teâlânın kânûnu. Allahü teâlânın bir şeyi yaratmak için arada bulundurduğu sebebler. Bu sebebler tecrübe ile anlaşılır.

adette bid'at / âdette bid'at

  • Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.

adetullah / âdetullah / âdetullâh / عَادَتُ اللّٰهْ

  • Allah'ın kâinatta uyguladığı kanun ve prensipler.
  • Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
  • (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" y
  • Allahın yaratıklardaki kanunları.
  • Allahın icrâatı.

adil / âdil

  • Adalet sahibi, herşeye hakkını veren Allah.
  • (Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden. Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi.

adil-i bilhak / âdil-i bilhak

  • Sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren Allah.

adil-i hakim / âdil-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan, sonsuz adalet sahibi Allah.

adil-i hakim-i zülcelal / âdil-i hâkim-i zülcelâl

  • Sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeye adaletle hükmeden Allah.

adil-i mutlak / âdil-i mutlak / عَادِلِ مُطْلَقْ

  • Sınırsız adâlet sahibi Allah.
  • Sınırsız adâlet sahibi olan (Allâh).

adil-i rahim / âdil-i rahîm

  • Adâletle iş gören, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Allah.

adiliyet / âdiliyet

  • Allah'ın haklıyı haksızı ayırması, her hakkı yerine getirmesi, sonsuz adalet sahibi olması.

adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.

adl-i adil / adl-i âdil

  • Her zaman adaletle hükmeden adalet sahibi Allah.

adl-i hakem

  • Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.

afallahu

  • Allah affetsin.

afat-ı semaviye

  • Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için verilen belâ ve musibetler.

aff-ı ilahi / aff-ı ilâhî

  • Allah'ın affı.

afüvv

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Afvı çok olan, günâhlardan, hatâ ve kusurlardan dolayı cezâlandırmayan, günahları affedip amel defterinden silen.

afv

  • Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
  • Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.

agah / âgâh

  • Haberdar, uyanık. Gaflette olmayan, kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.

agfer-ül-gafirin / agfer-ül-gafirîn

  • Afvedenlerin en çok afvedeni. (Allah).

ahbar / ahbâr

  • Haberler. Haberin çokluk şekli.
  • Bir kavim, kabîle, şahıs, ülke, bölge, şehir veya bir hâdise hakkında nakledilen bilgiler.
  • Allahü teâlânın, Kur'ân-ı kerîmde, geçmişte olanlara, gelecekte ve âhirette olacaklara dâir bildirdiği şeyler.

ahd ü misak / ahd ü mîsâk

  • Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.

ahir / âhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın (varlıkların) yok olmasından sonra, bâkî olan (varlığı devâm eden) yalnız kendisi kalan, hiç yok olmayan.

ahir zaman / âhir zaman

  • Dünyânın son zamânı, son devresi. Genel olarak Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) teşriflerinden, özel olarak hicrî bin senesinden sonraki zaman.

ahkam / ahkâm

  • Hükümler. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları. Hükm'ün çokluk şeklidir.

ahkam-ı ilahiye / ahkâm-ı ilâhiye

  • Allah'ın hükümleri.

ahkam-ı maneviyye / ahkâm-ı mâneviyye

  • Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgiler, tasavvuf bilgileri.

ahkam-ı rububiyet / ahkâm-ı rububiyet / ahkâm-ı rubûbiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti ve rububiyetinin hükümleri.
  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi ile ilgili hükümler.

ahkam-ı uluhiyyet / ahkâm-ı uluhiyyet

  • Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.

ahkemu'l-hakimin / ahkemu'l-hâkimin

  • Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.

ahkemü'l-hakimin / ahkemü'l-hâkimîn

  • Hâkimlerin hâkimi olan Allah.

ahkemülhakimin / ahkemülhâkimîn

  • Hâkimlerin hâkimi olan Allah.

ahlak-ı ilahiyye / ahlâk-ı ilâhiyye

  • Allahü teâlânın sıfatlarına ve isimlerine uygun sıfatlarla sıfatlanmak. Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmak.

ahrarane

  • Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.) (Farsça)

ahsenü'l-halıkin / ahsenü'l-hâlıkîn

  • Herşeyi en güzel bir tarzda ve şekilde yaratan Allah.

ahval-i acizane / ahvâl-i âcizâne

  • Bir tevazu ifadesi olarak "Allah'ın âciz ve zavallı bir kulu olarak sağlık durumum, halim" mânâsında bir ifade.

akide-i tevhid

  • Tevhid inancı; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğuna inanma.
  • Allah'ın bir olduğuna inanmak.

akide-i velediyet

  • Hıristiyanlık ve Musevîlikte bulunan ve hâşâ Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Üzeyr'in (a.s.) Allah'ın oğlu olduğunu kabul eden bâtıl inanç.

akika / akîka

  • Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
  • Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.

akl-ı evvel

  • "İlk akıl, Allah'ın yarattığı ilk mahlûk" mânâsında bazı eski filozofların görüşü.

akrebiyet-i ilahiye / akrebiyet-i ilâhiye / اَقْرَبِيَتِ اِلٰهِيَه

  • İlâhî yakınlık, Allah'ın kula olan yakınlığı.
  • Allahın her şeye her şeyden daha yakınlığı.

aks-ün nakiz / aks-ün nakîz

  • Birbirine zıt olan iki şey.
  • Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."

aktab-ı aşıkin / aktâb-ı âşıkîn

  • Allah'a âşık tarikat şeyhleri, kutupları.

ala-ma-farazallah / alâ-ma-farazallah

  • Allah'ın farzettiği üzere.

ala-yı illiyyin / alâ-yı illiyyîn

  • Allah katında en iyilerin derecesi, cennetin en yüksek derecesi, en yüksek mertebe.

ala-yı illiyyin-i tevhid / âlâ-yı illiyyîn-i tevhid

  • Tevhid mertebelerinin en yükseği; her şeyi bir olan Allah'a verme derecelerinin en yükseği, en zirvesi.

alamet-i tevhid / alâmet-i tevhid

  • Allah'ın birliğini gösteren işaret.

alem / âlem

  • Allahü teâlâdan başka her şey, Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsi, kâinât, varlıklar.

alem-i harici / âlem-i hâricî / عَالَمِ خَارِجِي

  • Yalnızca Allah'ın ilminde kalmayıp hâriçte de yaratılmış âlem.

alem-i imkan / âlem-i imkân

  • Kâinat; varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan âlem.

alem-i melekut ve ervah / âlem-i melekût ve ervâh

  • Ruhlar âlemi; hiçbir vasıta ve sebebin müdahele etmediği, hüküm ve idaresi doğrudan Allah'ın elinde bulunan âlem.

alem-i mümkinat / âlem-i mümkinat

  • Mümkin varlıklar âlemi; varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah'ın var etmesine bağlı olanlar, yaratılanların tamamının oluşturduğu âlem.

alem-i rahmet / âlem-i rahmet

  • Allah'ın sonsuz rahmetin yaşanacağı âlem.

alem-i şahadet / âlem-i şahadet

  • Şahâdet âlemi. Bu dünya. Cenâb-ı Hakkın âyetlerine ve emirlerine imân edenlerin, hakka, hakikate şahadette bulundukları ve Allah'a itaat ve ibadetle mükellef oldukları dünya âlemi.

alem-i vücub / âlem-i vücub

  • Zorunlu âlem; Allah'ın zât, sıfat ve isimlerini ifade eden âlem.

alemlerin rabbi / âlemlerin rabbi

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah.

aleyhi nazaru'r-rahmani / aleyhi nazaru'r-rahmânî

  • Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'ın nazarı ve teveccühü onun üzerine olsun.

aleyhimesselam / aleyhimesselâm

  • Allah'ın selâmı o ikisinin üzerine olsun.

aleyhimürrıdvan / aleyhimürrıdvân

  • Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir.

aleyhimüsselam / aleyhimüsselâm

  • Allah'ın selâmı onların üzerine olsun.
  • Allahın selâmı onlara olsun.

aleyhissalatü vesselam / aleyhissâlatü vesselâm

  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

aleyhissalatü vesselama / aleyhissalâtü vesselâma

  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

aleyhisselam / aleyhisselâm

  • Allah'ın selâmı onun üzerine olsun.
  • Allahü teâlânın selâmı onun üzerine olsun mânâsına daha çok peygamberler ve dört büyük melek için kullanılan duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm, daha çok kişi için aleyhimüsselâm denir.

aleyhisselatü vesselam

  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

alim / alîm / âlim / عَل۪يمْ

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devâmlı ve eksiksiz bilen.
  • Sonsuz bilgi sahibi Allah.
  • Bilen, ilim sâhibi.
  • Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
  • Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),
  • Her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah.
  • Her şeyi hakkıyla bilen (Allah).

alim-allah / alîm-allah

  • Allah bilir (meâlinde yemin.)
  • Allah en iyi ve en çok bilendir (meâlinde.)

alim-i ezeli / alîm-i ezelî

  • Herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan ve ilminin başlangıcı olmayan sonsuz ilim sahibi Allah.

alim-i hafiz / alîm-i hafîz

  • Sonsuz ilmiyle herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.

alim-i hakim / alîm-i hakîm

  • Herşeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yaratıp donatan Allah.

alim-i inayetkar / alîm-i inayetkâr

  • Sonsuz lütuf, yardım ve ihsan sahibi ve herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan Allah.

alim-i kadir / alîm-i kadîr

  • Her şeyi hakkıyla bilen, herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

alim-i kerim / alîm-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi ve her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan Allah.

alim-i küll-i şey / alîm-i küll-i şey

  • Herşeyi bilen ve herşey ilmi dahilinde olan Allah.

alim-i külli şey / âlim-i külli şey

  • Herşeyi bilen ve herşey ilmi dahilinde olan Allah.

alim-i külli şey' / alîm-i külli şey' / عَلِيمِ كُلِّ شَيْئ

  • Her şeyi hakkıyla bilen (Allah).

alim-i mukaddir / alîm-i mukaddir

  • Her şeyi hakkıyla bilen ve sonsuz ilmiyle ezelden ebede her şeyi yaratılmadan önce takdir edip plânlayan Allah.

alim-i mutlak / alîm-i mutlak / عَل۪يمِ مُطْلَقْ

  • Sınırsız ilim sahibi Allah.
  • Her şeyi hakkıyla bilen (Allah).

alim-i rahim / alîm-i rahîm

  • Herşeyi hakkıyla bilen ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.

alim-i zülcelal / alîm-i zülcelâl

  • Sonsuz ilmiyle herşeyi bilen ve sınırsız haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.

alim-ül-gayb ve-ş-şehade / âlim-ül-gayb ve-ş-şehâde

  • Görüleni ve görülmeyeni bilen. Allah.

aliyy

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.

allah / allâh / اﷲ

  • İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemiyen bütün varlıkların yaratıcısı. Allah ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur, çünki yaratılmamıştır ve varlığı devamlıdır, sonsuzdur. Hiç bir şey yokken o yine vardı. Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ve diğer sıfatları da sonsuzdur. O herşeyi ve
  • Tanrı, Allah. (Arapça)

allah bes baki heves / allah bes bâkî heves

  • Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.

allah kelamı / allah kelâmı

  • Allah'ın buyruğu; Allah'ın âyetinin mânâsı.

allah razı olsun / allah râzı olsun

  • Allahü teâlâ, senin ahlâkını, işlerini ıslâh edip, seni râzı olduğu (beğendiği) hâle getirsin, mânâsında duâ.

allah zülcelal hazretleri / allah zülcelâl hazretleri

  • Sonsuz büyüklük, yücelik ve azamet sahibi olan Allah.

allah-ı kerim / allah-ı kerîm

  • Sınırsız ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah.

allah-ı zülkemal / allah-ı zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik sahibi olan Allah.

allahu a'lem

  • "Allah en iyisini bilir".

allahü a'lem / allahü â'lem

  • Allah en iyisini bilir.

allahü a'lem bi-s-savab

  • Allah daha iyi bilir. Allah doğrusunu en iyi bilir.

allahu a'lem bissavab

  • Doğruyu en iyi Allah bilir.

allahu a'lemu bimuradihi / allahu â'lemu bimuradihi

  • Asıl maksadını en iyi bilen ancak Allah'tır.

allahü alem / allahü âlem

  • En iyi bilen Allah'tır.

allahu ekber

  • "Allah en büyüktür".

allahü ekber

  • "Allah en büyüktür".

allahü la ilahe illa hu / allahü lâ ilâhe illâ hû

  • "O Allah ki, Ondan başka ilâh yoktur".

allahü zü'l-celal ve'l-kemal / allahü zü'l-celâl ve'l-kemâl

  • Sonsuz büyüklük, haşmet ve mükemmellik sahibi olan yüce Allah.

allahü zü'l-kerem teala ve tekaddes hazretleri / allahü zü'l-kerem tealâ ve tekaddes hazretleri

  • Namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, cömertlik ve ikram sahibi Allah.

allahü zülcelal / allahü zülcelâl

  • Sınırsız haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.

allahü zülcelal hazretleri / allahü zülcelâl hazretleri

  • Büyüklük ve haşmet sahibi olan yüce Allah.

allahü zülcelal tebareke ve teala ve tekaddes hazretleri / allahü zülcelâl tebareke ve teâlâ ve tekaddes hazretleri

  • Büyüklük, haşmet ve yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.

allahü zülcelal ve'l-kemal / allahü zülcelâl ve'l-kemâl

  • Sınırsız haşmet ve mükemmellik sahibi olan Allah.

allahüalem

  • Allah bilir.

allahümme

  • Allahım!
  • Âmin ey Allahım, kabul eyle.

allahümme amin / allahümme âmin

  • Ey Allahım, kabul eyle.

allam / allâm

  • Herşeyi en iyi bilen, Allah.

allam-ul-guyub / allâm-ul-guyûb

  • Gâibleri (görünmeyen ve bilinmeyen gizli şeyleri) çok iyi bilen mânâsına, Allahü teâlânın isimlerinden.

allamü'l-guyub / allâmü'l-guyûb

  • Gayb âlemini ve bütün gizlilikleri çok iyi bilen Allah.
  • Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.

allamülguyub / allâmülguyûb

  • Dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen Allah.

amel-i salih / amel-i sâlih

  • Allah'ın rızasına uygun olan her iş.
  • İyi amel, yararlı iş. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iş, ibâdet.
  • Allah rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdı ifâ etmek.

amentü billah / âmentü billâh

  • "Allah'a iman ettim".

amentü billahi ve bi'l-yevmi'l-ahir / âmentü billâhi ve bi'l-yevmi'l-âhir

  • "Allah'a ve âhiret gününe iman ettim".

amentü billahi'l-vahidi'l-ehad / âmentü billâhi'l-vâhidi'l-ehad

  • Allah'ın birliğine ve tekliğine iman ettim.

amin / âmin / âmîn

  • Allahım kabul eyle!
  • "Allah'ım kabul eyle".

amin bihurmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihurmeti seyyidi'l-mürselîn

  • Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allahım!.

amin bihürmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihürmeti seyyidi'l-mürselîn

  • "Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allah'ım!".

amin-i daimi / âmin-i daimî

  • Sürekli tekrarlanan "Allahım kabul eyle!" duası.

amir / âmir

  • Emreden, yöneten, Allah.

amir-i alim / âmir-i alîm

  • Sonsuz ilim sahibi olan idareci, Allah.

amir-i mutlak / âmir-i mutlak

  • Kesin emir sahibi olan, mutlak emredici, Allah.

amirz-kar / âmirz-kâr

  • Bağışlayan, affeden Allah. (Farsça)
  • Affeden, bağışlayan. (Farsça)

amirziş / âmirziş

  • Allah'ın afvetmesi, bağışlaması. (Farsça)
  • Bağışlama, afvetme. (Farsça)

amme nevaluhu / amme nevâluhu

  • "Allah'ın bağış ve ikramı bütün varlığı kaplamıştır".

amürzgar / amürzgâr

  • Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah. (Farsça)

and

  • Allahü teâlânın ismini anarak söz verme, ahd.

animizm

  • Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.

ankebut suresi

  • Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)

antika-i san'at-ı rabbaniye / antika-i san'at-ı rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın san'at antikası.

antropomorfizm

  • Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestl

apartman-ı ilahi / apartman-ı ilâhî

  • Allah'ın bir apartman gibi birbirini tamamlayıcı çeşitli sistemler tarzında yarattığı kâinat.

arabi sene / arabî sene

  • Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiği mîlâdî 622 senesinden başlayan kamerî veya şemsî sene.

arif / ârif / عَارِفْ

  • Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.
  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.
  • Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.
  • İyi bilen, Allahı tanıyan.

arif-i billah / ârif-i billâh

  • Allah'ı tanıyan, bilen.

arifane / ârifâne / عَارِفَانَه

  • Allahı tanıyana yakışacak sûrette.

arifibillah / ârifibillah

  • Allahı tanıyan.

arifin / ârifîn / عَارِفِينْ

  • İyi bilenler, Allahı tanıyanler.

arş

  • Bağ çardağı.
  • Gölgelik.
  • Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.)
  • Fevkiyyet, ulviyyet.
  • Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk
  • Taht, yüce makam; Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.
  • Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlık. Yedi kat göklerin ve kürsînin üstünde olup, halk (madde) âleminin sonu, emr (maddesizlik) âleminin başlangıcı. Arşullah, Arş-ı mecîd ve Arş-ı a'lâ da denir.

arş ve kürs

  • Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği iki yer.

arş-ı ala / arş-ı âlâ

  • Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yüce yer.

arş-ı azam / arş-ı âzam

  • Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği makam.

arş-ı azamet

  • Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer.

arş-ı azim / arş-ı azîm

  • Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.

arş-ı azim-i muhit / arş-ı azîm-i muhit

  • Cenab-ı Allah'ın her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.

arş-ı ehadiyet

  • Allahın ehadiyet tecellisinin arşı ve âlemi. Allahın, ehadiyet tecellisini gösteren âlem.
  • Allah'ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam.

arş-ı hüda / arş-ı hüdâ

  • Allah'ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği makam.

arş-ı marifetullah

  • Allah'ı hakkıyla tanımanın ve bilmenin en yüksek derecesi.

arş-ı rahman / arş-ı rahmân

  • Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Allah'ın tasarruf dairesi, makamı.

arş-ı rububiyet

  • Allah'ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer.

arşi / arşî

  • Arştan gelen; Cenab-ı Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yerden gelen.

arz ve semavat san'atkarı / arz ve semâvât san'atkârı

  • Dünyayı ve gökleri mükemmel bir san'atla yaratan Allah.

arzın halifesi

  • Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.

asa-yı musa / asâ-yı musâ

  • Hz. Mûsânın (A.S.) Asâsı.
  • Kafir sihirbâzları Cenab-ı Hakkın izniyle mağlub eden ve taşa vurduğunda hemen Cenab-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Mûsânın (A.S.) mucizeli değneği. Bu mucizeye teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allahın (C.C.) varlığını, birliğini ve kudsi sıfatl

asabe

  • Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.

asakir-i muvahhidin / asâkir-i muvahhidîn

  • Allahın birliğine inanan askerler. İslâm ordusu.

asar / âsâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.

asar-ı azamet / âsâr-ı azamet

  • Allah'ın büyüklüğünü, haşmet ve yüceliğini gösteren eserler, deliller.

asar-ı esma-i ilahiye / âsâr-ı esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin eserleri, varlıklardaki izleri, yansımaları.

asar-ı gadab-ı ilahi / âsâr-ı gadab-ı ilâhî

  • Allah'ın gazabının eserleri, delilleri.

asar-ı ilahiye / âsâr-ı ilâhiye

  • Allah'ın eserleri.

asar-ı rububiyet / âsâr-ı rububiyet

  • Allah'ın idare ve terbiye ediciliğinin, mâlikiyet ve egemenliğinin eserleri.

asar-ı sani / âsâr-ı sâni

  • Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın eserleri.

aşere-i mübeşşere

  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b

asfiya / asfiyâ

  • Sâflar, temizler; Allahü teâlânın evliyâ kulları. Tekili safiyy'dir.

ashab-ı eyke / ashâb-ı eyke

  • (Ashâb-ı Leyke) Şuayb'ın (A.S.) Allah tarafından kendilerine gönderildiği kavmin adı. Yerleri ağaçlı olduğundan bu isim verilmiştir.

ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin

  • Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl

asi / âsî

  • İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
  • Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.

aşk-ı hakiki / aşk-ı hakikî

  • Hakiki aşk. Allah için sevmek. Allah sevgisi.

aşk-ı ihlas / aşk-ı ihlâs

  • Büyük bir samimiyet, çalışma, iş ve davranışlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetme gayret ve aşkı.

aşk-ı ilahi / aşk-ı ilâhî

  • İlâhî aşk, Allah'a duyulan aşk derecesindeki sevgi.
  • Allahü teâlâyı çok sevme hâli.

asl-ı şeriat

  • Allah tarafından bildirilen hükümlerin aslı, özü, hakikati.

aslahakellah

  • Allah seni ıslâh etsin (meâlinde duâ).
  • Allah seni ıslah etsin!.

ata-yı mahz / atâ-yı mahz

  • Sâf, halis lütuf, bağış, Allah vergisi.

ata-yı sübhan / atâ-yı sübhan

  • Her türlü eksiklik ve noksanlıktan sonsuz derece uzak olan Allah'ın lütfu, ihsanı.

ataya-yı ilahi / atâyâ-yı ilâhî

  • Allah'ın bağış ve ihsanları.

atuf / atûf

  • Çok şefkatli, pek merhametli olan Allah.
  • Karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen Allah.

avn-i hak

  • Varlığı zorunlu ve gerçek olan, her şeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın yardımı.

avn-i ilahi / avn-i ilâhî

  • Allah'ın yardımı.

ayat-ı ilahiye / âyât-ı ilâhiye

  • Allah'ın âyetleri.

ayat-ı kibriya / âyât-ı kibriyâ

  • Allah'ın büyüklüğüne işaret eden âyetler, deliller.
  • Allah'ın kibriyasını ve büyüklüğünü gösteren âyetler, deliller ve eserler.

ayat-ı rabbaniye / âyât-ı rabbâniye

  • Rabbânî âyetler; Allah'ı gösteren ve tanıtan deliller.

ayat-ı tekviniye / âyât-ı tekvîniye

  • Kâinatta Allah'ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar.

ayat-ı tevhid / âyât-ı tevhid

  • Tevhid delilleri; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bildiren deliller.

ayat-ı vücub / âyât-ı vücub

  • Varlığı vacip ve mutlaka gerekli olan Allah'ın âyetleri, delilleri.

ayet / âyet

  • Alâmet, işâret, mûcize, ibret.
  • Kur'ân-ı kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri. Çoğulu âyâttır.
  • Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, işâret.
  • Mûcize.

ayet-i hasbiye / âyet-i hasbiye / اٰيَتِ حَسْبِيَه

  • "Allah bize yeter; O ne güzel Vekîl'dir" mânâsındaki "Hasbünallâhü ve ni'me'l-Vekîl" âyet-i kerimesi; Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.
  • Hasbünallâh âyetinin kısa ismi.

ayet-i hasbiye-i nuriye / âyet-i hasbiye-i nuriye

  • "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.

ayet-i nuriye-i hasbiye / âyet-i nuriye-i hasbiye

  • "Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebeleri, nurları.

ayet-i rabbaniye / âyet-i rabbâniye

  • Her şeyin rabbi olan Allah'ın âyeti, delili.

ayet-i sübhani / âyet-i sübhânî

  • Her türlü eksiklikten yüce olan Allah'ın âyeti.

ayet-i tenzil / âyet-i tenzil

  • Allah'ın indirdiği Kur'ân âyeti.

ayet-i tevhidiye-i katıa / âyet-i tevhidiye-i katıa

  • Allah'ın birliğini gösteren kesin âyet, delil.

ayet-i tevhidiye-i kàtıa / âyet-i tevhidiye-i kàtıa

  • Allah'ın birliğini bildiren kesin âyet.

ayetü'l-kübra-yı tevhid / âyetü'l-kübra-yı tevhid

  • Allah'ın birliğinin büyük delili.

ayetü'l-kürsi / âyetü'l-kürsî

  • Allah'ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti.

ayine-i ahmediye / âyine-i ahmediye

  • Hz Muhammed'in (a.s.m.) Allah'ın bütün güzelliklerini yansıtan bir ayna olması.

ayine-i ehad ve samed / âyine-i ehad ve samed

  • Tek ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a ayna olan.

ayine-i ehadiyet / âyine-i ehadiyet

  • Allah'ın birliğini yansıtan ayna.

ayine-i esma / âyine-i esmâ

  • Allah'ın isimlerini gösteren ayna, varlıklar.

ayine-i esma-i ilahiye / âyine-i esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerini gösteren ayna, varlıklar.

ayine-i esma-i rabbaniye / âyine-i esmâ-i rabbâniye

  • Bütün varlıkları idare, tedbir ve terbiye eden Allah'ın isimlerinin aynası.

ayine-i ism-i hayy / âyine-i ism-i hayy

  • Allah'ın, gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren isminin aynası, yansıdığı yer.

ayine-i mahluk / âyine-i mahlûk

  • Cenâb-ı Allah'ın isimlerine aynalık yapan yaratıklar.

ayine-i marifet / âyine-i marifet

  • Marifet aynası; san'atçısını (Allah'ı) tanıtan ayna.

ayine-i müştak / âyine-i müştâk

  • Allah'ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan.

ayine-i samedani / âyine-i samedânî

  • Herşeyin kendisine muhtaç olduğu halde, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.

ayine-i samedaniye / âyine-i samedâniye

  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah'ın eserlerini gösteren ayna.

ayine-i samediyet / âyine-i samediyet

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın tecellîlerini gösteren ayna.

ayn harfi

  • Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.

ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn

  • Görerek bilme.
  • Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.

ayn-ı ehadiyet

  • Ehadiyetin, birliğin ta kendisi, Allah'ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi.

ayn-ı marifetullah ve zikrullah / ayn-ı mârifetullah ve zikrullah

  • Allah'ı bilmenin ve zikretmenin tâ kendisi.

ayn-ı zat-ı akdes / ayn-ı zât-ı akdes

  • Bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın bizzat kendisi.

azam-ı aktab / âzam-ı aktâb

  • Kutupların, Allah'ın sevgili kulları velilerin ileri gelenlerinin en büyükleri.

azamet-i ilahiye / azamet-i ilâhiye

  • Allah'ın azameti, büyüklüğü.

azamet-i kudret

  • Allah'ın kudretinin büyüklüğü.

azamet-i kudret-i ilahiye / azamet-i kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın kudretinin sonsuz büyüklüğü.

azamet-i rububiyet

  • Allah'ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü.

azamet-i sani / azamet-i sâni

  • Herşeyi san'atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah'ın yüceliği, büyüklüğü.

azamet-i sanii / azamet-i sânii

  • Her şeyi san'atlı olarak yaratan Allah'ın büyüklüğü.

azamet-i uluhiyet / azamet-i ulûhiyet

  • Allah'ın ilâhlığının büyüklük ve ihtişamı.

azamut / azamût

  • (Mübalâğa sigası ile) Azamet. Kibriya. Allah'a mahsus olan büyüklük.

azim / azîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi

azimet

  • Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak.
  • Kesin karar vermek.
  • Yola çıkmak, gitmek.

aziz / azîz

  • İzzet, şeref ve haysiyet sahibi Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
  • Kıymetli, şerefli, üstün.
  • Allah'ın isimlerinden biri. Değerli.
  • Ermiş, velî.

aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr / عَز۪يزِ جَبَّارْ

  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, izzet ve yücelik sahibi Allah.
  • Dâima üstün gelen, dilediğini yapmaya ve yaptırmaya gücü yeten (Allah).

azze cemalühü / azze cemâlühü

  • Allah'ın sonsuz cemâli, güzelliği herşeyi kuşatmıştır.

azze vecelle

  • Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.

ba's

  • Dirilme, diriltme, diriltilme. Kıyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafından ölülerin diriltilmesi.
  • Gönderme, yollama, gönderilme.
  • Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması.
  • Dirilme veya diriltme.

bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip

bab-üs-selam / bâb-üs-selâm

  • Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i

bab-üt-tevessül / bâb-üt-tevessül

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidin kuzeye açılan kapısı. Bu kapı Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han tarafından yeniden yaptırıldığından Bâb-ı Mecîdî diye de bilinir.

bad-ı şimali / bâd-ı şimalî

  • Kuzey rüzgârı. (Farsça)
  • Nefes, soluk. (Farsça)
  • Ah sesi, ah çekme. (Farsça)
  • Allah'ın inâyeti. (Farsça)
  • Medih. (Farsça)
  • Söz. (Farsça)
  • Büyüklük taslama, kibirlilik. (Farsça)
  • şarap. (Farsça)

bagiyane

  • Allah'a isyan edenlere ve âsilere yakışır surette. (Farsça)
  • Zâlimlere yakışır şekilde. (Farsça)

bahr-i müsebbih

  • Allah'ı tesbih eden deniz.

bais / bâis

  • (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.
  • Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten.
  • Peygamber gönderen (Allah C.C.)
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.

baki / bâkî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devamlı, ebedî, sonsuz. Varlığının sonu olmayan.

baki-i hakiki / bâkî-i hakikî

  • Gerçek sonsuzluğun sahibi Allah.

baki-i layezal / bâkî-i lâyezâl

  • Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah.

baki-i sermedi / bâkî-i sermedî

  • Varlığı sonsuz ve sürekli olan Allah.

baki-i zülcelal / bâkî-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve varlığı kalıcı ve devamlı olan Allah.

baki-i zülkemal / bâkî-i zülkemâl

  • Sınırsız mükemmellik sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan Allah.

bakiyat-ı salihat / bâkiyât-ı sâlihât

  • İnd-i İlahîde ecr-i sâliha. Bâki olan sâlih ameller.
  • Elhamdülillah, Sübhanallah ve Allahuekber gibi kudsî kelâmlar.

bani-i zülcemal / bâni-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi, herşeyin yapıcısı olan Allah.

bar / bâr

  • Allah.
  • Yemiş, meyva.
  • Yük, ağırlık.
  • Yağdıran, serpen, döken.

baran-ı marifet / bârân-ı mârifet

  • Allah'ı tanıma, bilme yağmuru.

barekallah / bârekallah / bârekâllah

  • Allah mübarek etti. Allah mübarek etsin. Hayırlı ve bereketli olsun.
  • Allah hayırlı ve mübarek etsin.
  • "Allah ne mübarek yaratmış".
  • Allah hayırlı ve mübarek kılsın anlamında, beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz.

bargah-ı huzur / bârgâh-ı huzur

  • Allah'ın huzuru, yüce katı.

bargah-ı samediyet / bârgâh-ı samediyet

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın huzuru, yüce katı.

bari / bâri / bârî / بَارِئ

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah.
  • Düzgün ve güzel yaratan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaradan, yoktan var eden. Yarattıklarını farklı şekiller ve özelliklerle birbirinden ayıran.
  • Yoktan var eden (Allah).

bari' teala ve tekaddes / bâri' teâlâ ve tekaddes

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir surette yaratan, yüce ve her türlü eksiklikten uzak Allah.

bari-i teala / bâri-i teâlâ

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir şekilde yaratan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah.

barigah-ı ehadiyet / bârigâh-ı ehadiyet

  • Herbir vaklıkta isim ve sıfatlarıyla tecellî eden Allah'ın huzuru; İlâhî dergâh.

barigah-ı ehadiyyet / bârigâh-ı ehadiyyet

  • Birliği herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî eden Allah'ın yüce katı.

basar

  • Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.

basir / basîr / بَص۪يرْ

  • Her şeyi gören Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü.
  • Her şeyi gören Allah.
  • Her şeyi gören (Allah).

basıt / bâsıt

  • Açan. Yayan. Serici.
  • Ferahlık veren.
  • Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
  • Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
  • Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.

basit / bâsit

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırla

basıt-ür-rızk / bâsıt-ür-rızk

  • Allah.

bast

  • Genişlemek, açmak, yaymak.
  • Bir şeye el uzatmak.
  • Sevindirmek.
  • Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak.
  • Özür kabul etmek.
  • Kaplamak.
  • Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"

batın / bâtın

  • Bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah.
  • Bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratan ve işleten Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
  • Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
  • İç, içyüz, gizli, sır, derunî.
  • Allah'ın isimlerinden.

bayezid-i bistami / bayezid-i bistamî

  • (Hi: 188-261) Ehl-i Sünnet ve Cemâatın büyük âlimlerinden ve büyük evliyadandır. İran'ın Bistam şehrinde doğmuştur. Künyesi, Ebu Yezid Tayfur bin İsa El-Bistamî'dir. Cafer-i Sâdık Radıyallahü Anhu'dan kırk sene sonra dünyaya gelmiş ve ondan üveysî olarak feyz almıştır. Mücerret bir hayat geçirmiştir

bayrak-ı tevhid-i ilahi / bayrak-ı tevhid-i ilâhî

  • Allah'ın birliğinin bayrağı.

bayrak-ı vahdaniyet

  • Allah'ın bir ve tek olduğunun sembolü olan bayrak.

bayram

  • İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
  • Cumâ günü.
  • Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
  • Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama

bedi' / bedî' / بَد۪يعْ

  • Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiş, işitilmemiş, bilinmeyen şeyleri yoktan var eden, yaratan.
  • Benzersiz olan ve öyle yaratan (Allah).

bedraka

  • Delil. Kılavuz. Mürşid. (Farsça)
  • Allah yolu. (Farsça)

beka / bekâ

  • Allahü teâlânın sıfatlarından. Allahü teâlânın varlığının sonsuz olması, hiç yok olmaması.
  • Bekâ-billah.

beka-billah / bekâ-billah

  • Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.

bekà-i ilahi / bekà-i ilâhî

  • Allah'ın varlığının sürekli ve kalıcı olması.

bekà-yı ilahi / bekà-yı ilâhî

  • Allah'ın varlığının devamlı ve kalcı olması.

bekabillah / bekabillâh

  • Allah ile var olma.

bela / belâ

  • Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.

bela-yı semavi / belâ-yı semâvî

  • Allah tarafından insanlara verilen belâ ve musibet.

benul-ahyaf / benûl-ahyâf

  • İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler.

berahin-i sani / berahin-i sâni

  • Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın varlığının delilleri.

berahin-i tevhidiye / berâhin-i tevhidiye

  • Allah'ın birliğini gösteren kesin deliller.

berahin-i vahdaniyet / berâhin-i vahdâniyet

  • Allah'ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisinin delilleri.

berekat-ı kelamullah / berekât-ı kelâmullah

  • Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.

bereket

  • Allahü teâlânın bol nîmet vermesi.
  • Hayır, fayda.
  • Rahmet.

bereket-i ilahiye / bereket-i ilâhiye

  • Allah'tan gelen bereket, bolluk.

bereket-i rabbani / bereket-i rabbanî

  • Allah'tan gelen bereket, bolluk.

berr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcı lar veren.
  • Îtikâdı doğru, amelleri i

berzah-ı esma / berzah-ı esmâ

  • Allah'ın güzel isimlerinin tecellîsindeki ara bölgeler, isimler arasındaki mânâlar.

bes

  • Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves) (Farsça)

beşer haşri

  • İnsanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmaları.

besmele

  • Bismillahirrahmanirrahim'in kısaltılmış ismi. Müslüman her işine Bismillah ile başlar. Yani her işi Allah adına ve Allah için yapar. Atomlardan yıldızlara kadar her varlık da Allah adına ve Allah için hareket eder. İnsan da Bismillah diyemiyeceği, yani Allah'ın emri ve izni olmayan bir işi ve hareke

beyne'l-evliya

  • Allah'ın sevgili kulları arasında.

beytullah

  • Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi.

bezm-i elest

  • Elest Meclisi; Allah'ın ruhları yarattığında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" anlamındaki sorusuna, ruhların, "Evet, Rabbimizsin" diye cevap verdikleri an.

bezmielest

  • Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.

bi'set-i nebeviye

  • Allah tarafından Peygamberin gönderilmesi.

bi-çun / bî-çûn

  • Emsalsiz, eşsiz, ortaksız, benzersiz. (Farsça)
  • Sebep sorulmaz. (Allah C.C.) (Farsça)

bi-çun vebi-çigune / bî-çûn vebî-çigûne

  • Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim.

bi-enbaz / bî-enbaz

  • Şeriki ve benzeri ve eşi olmayan, eşsiz. Allah (C.C.)

bi-iznillah

  • Allah'ın izni ile.

bi-namaz / bî-namaz

  • Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun (Farsça)

bid'at ehli

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.

bihamdihi ve'l-minne / bihamdihî ve'l-minne

  • Hamd ve minnet Allah'a mahsustur.

bihamdillah / بحمداﷲ

  • Allah'a şükürler olsun. (Arapça)

bihavlillah / bihavlillâh

  • Allah'ın yardımı ve desteği ile.

biizn-i hüda

  • Allah'ın izni ile.

biiznillah / biiznillâh

  • Allahın izniyle.
  • Allah'ın izniyle.

biiznillahi teala / biiznillâhi teâlâ

  • Herşeyden yüce olan Allah'ın izniyle.

bila teşbih / bilâ teşbih

  • Benzetme olmaksızın; Allah'ı yaratılmışlara benzemekten uzak tutmak için kullanılır.

bila teşbih vela temsil / bilâ teşbih velâ temsil

  • Benzetme ve temsil olmaksızın; Allah'ın zâtını hiçbir şeye benzetmemekle beraber.

billah

  • Billahi, Allah için.

billahi / billâhi

  • Allah'a, Allah'tan.
  • (Yemin) maksadı ile söylenir.
  • "Allahü teâlâya yemîn ederim" mânâsına, yemîn sözlerinden biri.

bina-yı sübhani / bina-yı sübhanî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın san'atla yarattığı bina; beden.

birr

  • Hayır, iyilik, Allahü teâlânın emirlerine uymak.

bismihi

  • Onun adı ile, onun namına.
  • Allah'ın adıyla.

bismillah / bismillâh / بسم اللّٰه / بِسْمِ اللّٰهْ

  • Allah namına, Allah için, Allah'ın adı ve izni ile.
  • Allahın adıyla.
  • Allah'ın adıyla.
  • Allah'ın ismiyle.
  • Allahın ismiyle.

bismillahi'l-fettah / bismillâhi'l-fettâh

  • Allah'ın Fettâh ismiyle.

bismillahirrahman / bismillâhirrahmân

  • Rahmân olan Allah'ın adıyla.

bismillahirrahmanirrahim / bismillâhirrahmânirrahîm

  • Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

bitevfikillah / bitevfikillâh

  • Allah'ın tevfîki, yardımı ile.

boşanmak

  • Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse (Türkçe)

bostan-ı huda / bostan-ı hudâ

  • Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir. (Farsça)

brahma dini / brahma dîni

  • Hindistan'da mîlâddan asırlarca önce ortaya çıkmış, Allahü teâlânın varlığına inandığı gibi, başka tanrıları (ilâhları) da kabûl eden ve bütün peygamberleri inkâr eden bozuk yol ve inanış.

büdela / büdelâ

  • Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânın insanlardan gizlediği evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk şeklidir. Ebdâl de denir.

buğd-ı fillah / buğd-ı fillâh

  • Allahü teâlânın düşmanlarını Allahü teâlâ için sevmemek ve onlardan uzaklaşmak.

burak-ı tevfik

  • Bir Cennet bineği olan Burak gibi, Allah'ın sür'atle başarıya ulaştırması.

burak-ı tevfik-i ilahiye / burak-ı tevfik-i ilâhîye

  • Allah'ın burak gibi hızlı olan başarı ihsanı.

burhan-ı bahir-i vahdaniyet / burhan-ı bâhir-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğini gösteren açık ve kesin delil.

burhan-ı ehadiyet

  • Allah'ın herbir varlıkta görünen birlik delili.

burhan-ı rububiyet

  • Rablığın delili; Allah'ın varlıklar üzerindeki egemenliği, terbiye ve idare etmesinin delili.

burhan-ı sani / burhan-ı sâni

  • Allah'ın herşeyi mükemmel bir şekilde ve san'atla yaratmasının delili.

burhan-ı tatbik / burhân-ı tatbîk

  • Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve kadîm (ezelî), olduğunu (başlangıcının olmadığını) isbâtta kullanılan delîllerden biri.

burhan-ı temanü / burhân-ı temânü

  • Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve birliğini isbâtta kullanılan delîl.

burhan-ı tevhid

  • Tevhidin sarsılmaz delili; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren güçlü ve sarsılmaz delil.

burhan-ı vahdaniyet / burhan-ı vahdâniyet / burhân-ı vahdâniyet / بُرْهَانِ وَحْدَانِيَتْ

  • Allah'ın birliğine ait delil.
  • Allahın birliğinin delili.

burhan-ı vahidiyet / burhan-ı vâhidiyet

  • Allah'ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili.

burhan-ı vücub-u vücud

  • Allah'ın varlığının zorunlu oluşunun ve var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasının delili.

burhan-ı zat / burhan-ı zât

  • Cenab-ı Allah'ın varlığının delili.

büyü

  • Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.

cah-ı masiva / câh-ı mâsiva

  • İtibar, makam, mevki gibi Allah'tan başka, dünya ile alâkalı şeyler ve onların oluşturduğu tehlike çukuru.

cahil / câhil

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
  • Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
  • İlmiyle amel etmeyen.

cahiliyyet

  • Cahilliğe âit.
  • İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil

cam-ı zerrin

  • Altın kadeh. (Farsça)
  • Tas: Allah âşıkının kalbi. (Farsça)
  • Bir kasaba adı. (Farsça)
  • Bir şarab adı. (Farsça)

cami' / câmi'

  • Toplayan.
  • Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı

camiü'l-esma ve'l-kur'an / câmiü'l-esmâ ve'l-kur'ân

  • Allah'ın isimlerini ve Kur'ân'ın özelliklerini üzerinde toplayan.

can-bahş

  • Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah. (Farsça)

cani

  • Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, irade

canib-i hak / cânib-i hak

  • Allah tarafından.

cazibe-i rahmet-i rahman / cazibe-i rahmet-i rahmân

  • Rahmeti her şeyi kuşatan Cenâb-ı Allah'ın merhametinin çekiciliği.

cebbar / cebbâr / جَبّاَرْ

  • (Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ Hz.leri (C.C.)
  • Zâlim, gaddar, müstebid, mütemerrid insanlar da bu sıfatla tavsif edilir. Meselâ; Cengi
  • İstediğini mutlaka yaptıran Allah.
  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, kudret ve azamet sahibi Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.
  • Kibirli, zorba, gaddâr.
  • İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah.
  • Zalim, müstebit kişi.
  • Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
  • Dilediğini yapmaya ve yaptırmaya gücü yeten (Allah).

cebrail / cebrâil

  • Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek.

cebrail aleyhisselam / cebrâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Peygamberlere vahy getirmek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Buna Cibrîl, Rûh-ul-emîn, Rûh-ul-kuds, Nâmûs-ı ekber de denir.

cehennem

  • Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl

celal / celâl

  • Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah.
  • Allahü teâlânın kahr ve gazab sıfatlarından. Azamet, büyüklük, ululuk, hiçbir şeye muhtâç olmamak.

celal-i kibriya / celâl-i kibriyâ

  • Allah'ın büyüklüğü.

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

celali / celâlî

  • Allah'ın büyüklük ve azametinin tecellîsine ait.

celcelitiye / celcelîtiye

  • Hazreti Ali radıyallahu anhın önemli bir eseri.

celevat-ı cemaliye / celevât-ı cemâliye

  • Allah'ın güzel isimlerinin varlıklar üzerindeki görünümleri, akisleri.

celil / celîl / جَلِيلْ

  • Celâl sâhibi mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olan (Allah).

celil-i cemil / celîl-i cemîl

  • Sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.

celil-i layezal / celîl-i lâyezâl

  • Varlığı sürekli, haşmet ve yüceliği sonsuz olan Allah.

celil-i mutlak / celîl-i mutlak

  • Sonsuz derecede haşmet, heybet ve görkem sahibi Allah.

celil-i pürkemal / celîl-i pürkemâl

  • Sonsuz kemâl ve haşmet sahibi Allah.

celil-i zülcemal / celîl-i zülcemâl

  • Sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan Allah.

celis-iilahi / celîs-iilâhî

  • Allahü teâlâya yakın kimse, velî.

celle

  • "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.

celle celalüh / celle celâlüh

  • "O yücedir" mânâsına Allahü teâlânın ismi-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince, söylenilen ta'zîm (hürmet, saygı) ifâdesi.

celle celaluhu / celle celâluhu

  • Allah'ın şânı yücedir.

celle celalühu / celle celâlühû

  • Allah'ın şânı yücedir.

celle celalühü / celle celâlühü

  • Allah'ın şânı yücedir.

cem'iyyet

  • Topluluk. Kalbde hâsıl olan mânevî toparlanma, huzur, Allahü teâlâ ile berâber olma hâli.

cemaat-i ruhaniye-i mücahidin / cemaat-i ruhâniye-i mücahidîn

  • Allah yolunda cihad eden ruhânîlerin (din adamlarının) oluşturduğu topluluk.

cemal / cemâl

  • Güzellik.
  • Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
  • Zât, yüz.
  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.
  • Allah'ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi.
  • Yüz güzelliği.

cemal sahibi / cemâl sahibi

  • Sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah.

cemal ve kemal sahibi / cemâl ve kemâl sahibi

  • Sonsuz güzellik ve kemâl sahibi olan Allah.

cemal-i ba-kemal-i rabbaniye / cemâl-i bâ-kemâl-i rabbaniye

  • Her bir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın mükemmel güzelliği.

cemal-i esma / cemâl-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin güzelliği.

cemal-i ezeli / cemâl-i ezelî

  • Ezelî ve sonsuz güzellik sahibi olan Allah.

cemal-i hak / cemâl-i hak

  • Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.

cemal-i kudsi / cemâl-i kudsî

  • Cenâb-ı Allah'ın her türlü kusur ve eksiklikten münezzeh güzelliği.

cemal-i masnuat / cemâl-i masnuat

  • Allah'ın yaratıklarındaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellikler.

cemal-i rahimiyet / cemâl-i rahîmiyet

  • Allah'ın sonsuz merhamet ediciliğindeki benzersiz güzellik.

cemal-i rububiyet / cemâl-i rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliği.

cemal-i san'at / cemâl-i san'at

  • Allah'ın san'atının güzelliği.

cemal-i vahdet / cemâl-i vahdet

  • Birliğin güzelliği, Cenâb-ı Allah'ın eşi, benzeri ve ortağı olmamasının güzelliği.

cemal-i zat / cemâl-i zât

  • Allah'ın Zâtının güzelliği.

cemali / cemalî / cemâlî

  • Allah'ın sonsuz lütuf, ihsan, rahmet ve merhametine dair isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; lütuf ve cemal tecellisi gibi.
  • Allah'ın lütuf ve ihsanının tecellîsine ait.

cemalullah / cemâlullah

  • Allah'ın cemâli.
  • Allah'ın cemâlı, Allah'ın güzelliği.
  • Allah'ın lütfu ihsaniyle tecellisi.

cemi'-i edyan-ı semaviye / cemî'-i edyân-ı semâviye

  • Semâvî dinlerin tamamı; Allah tarafından gönderilmiş olan bütün hak dinler.

cemil / cemîl

  • Sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah.
  • Bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah.
  • Allahü teâlânın isim-i şerîflerinden. Cemâl sâhibi.

cemil-i alel'ıtlak / cemîl-i alel'ıtlak

  • Sonsuz ve kusursuz güzellik sahibi olan Allah.

cemil-i baki / cemîl-i bâkî

  • Sınırsız güzellik sahibi ve varlığı devamlı ve sonsuz olan Allah.

cemil-i bimisal / cemîl-i bîmisâl

  • Benzersiz güzellik sahibi Allah.

cemil-i lemyezel / cemîl-i lemyezel

  • Varlığı sürekli, güzelliği sonsuz olan Allah.

cemil-i mutlak / cemîl-i mutlak

  • Sınırsız güzellik sahibi olan Allah.

cemil-i zülcelal / cemîl-i zülcelâl / جَم۪يلِ ذُوالْجَلَالْ

  • Celal sâhibi, cemil olan Cenab-ı Allah (C.C.)
  • Heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah.
  • Nihâyetsiz güzellik ve haşmet sâhibi olan (Allah).

cemil-i zülkemal / cemîl-i zülkemâl

  • Sonsuz güzellik ve kemâl sahibi Allah.

cenab-ı erhamü'r-rahimin / cenâb-ı erhamü'r-râhimîn

  • Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.

cenab-ı erhamürrahim / cenâb-ı erhamürrâhim

  • Merhametlilerin en merhametlisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah.

cenab-ı erhamürrahimin / cenâb-ı erhamürrâhîmin

  • Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.

cenab-ı feyyaz-ı hakiki / cenâb-ı feyyâz-ı hakikî

  • Gerçek feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.

cenab-ı feyyaz-ı mutlak / cenâb-ı feyyaz-ı mutlak

  • Sınırsız feyiz, bolluk ve bereket sahibi olan Allah.

cenab-ı hak / cenâb-ı hak / جَناَبِ حَقْ

  • Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah.
  • Hak olan yüce Allah.

cenab-ı hakim-i mutlak / cenâb-ı hakîm-i mutlak

  • Sınırsız hikmet sahibi yüce Allah.

cenab-ı hakim-i rahim / cenâb-ı hakîm-i rahîm / جَنَابِ حَك۪يمِ رَح۪يمْ

  • Her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, yarattıklarına sonsuz şefkat gösteren Allah.
  • Çok merhamet edici ve hikmet sâhibi olan (Allah).

cenab-ı hakk / cenâb-ı hakk

  • Allah.
  • Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah.

cenab-ı halık / cenâb-ı hâlık

  • Herşeyin yaratıcısı olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah.

cenab-ı halık-ı rahim / cenâb-ı hâlık-ı rahîm

  • Herbir şeyi sonsuz şefkat ve merhametle yaratan, sonsuz şan ve şeref sahibi olan Allah.

cenab-ı hallak-ı alem / cenâb-ı hallâk-ı âlem

  • Âlemin yaratıcısı olan, çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.

cenab-ı hallak-ı rahim / cenâb-ı hallâk-ı rahîm

  • Sonsuz şefkat, merhamet, şeref ve yücelik sahibi olan herşeyin yaratıcısı Allah.

cenab-ı hayy-i layemut / cenâb-ı hayy-i lâyemût

  • Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah.

cenab-ı kadir-i kayyum / cenâb-ı kadir-i kayyûm

  • Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan ve herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan Allah.

cenab-ı kadir-i mutlak / cenâb-ı kadir-i mutlak

  • Nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi, şeref ve azamet sahibi olan Cenâb-ı Allah.

cenab-ı kerim-i mutlak / cenâb-ı kerîm-i mutlak

  • Sınırsız ikram ve cömertlik sahibi yüce Allah.

cenab-ı kibriya / cenâb-ı kibriyâ

  • Azamet ve kudreti sonsuz olan, şeref ve azamet sahibi Allah.

cenab-ı lemyezel / cenâb-ı lemyezel

  • Yok olması, gelip geçmesi imkansız olan Allah.

cenab-ı mevla / cenâb-ı mevlâ

  • Herşeyin efendisi, koruyucusu ve sahibi olan Allah.

cenab-ı mevla ve tekaddes / cenâb-ı mevlâ ve tekaddes

  • Her türlü eksiklikten münezzeh, şeref ve yücelik sahibi, koruyup gözetici Allah.

cenab-ı mün'im / cenâb-ı mün'im

  • Gerçek nimet verici olan Allah.

cenab-ı mün'im-i hakiki / cenâb-ı mün'im-i hakikî

  • Gerçek nimet verici olan Allah.

cenab-ı rabb-i izzet

  • İtibar ve yücelik sahibi olan Allah.

cenab-ı rabbü'l-alemin hazretleri / cenab-ı rabbü'l-âlemîn hazretleri

  • Âlemlerin Rabbi olan sonsuz şeref ve büyüklük sahibi Allah.

cenab-ı rabbü'l-izzet / cenâb-ı rabbü'l-izzet

  • Herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah.

cenab-ı vacibü'l-vücud / cenâb-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.

cenab-ı vacibü'l-vücud ve tekaddes / cenâb-ı vâcibü'l-vücud ve tekaddes

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve her türlü kusur ve eksikten uzak olan Allah.

cenab-ı vahibü'l-ataya / cenâb-ı vâhibü'l-atâyâ

  • Sayısız iyilik ve ihsanlar bağışlayan, hibe eden Allah.

cenab-ı zülcelal ve'l-kemal / cenâb-ı zülcelâl ve'l-kemâl

  • Sonsuz haşmet, yücelik ve mükemmellik sahibi olan Allah.

cennet

  • Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mes

çeşme-i rabbani / çeşme-i rabbânî

  • Her şeyin Rabbi olan Allah'ın çeşmesi.

cevad / cevâd

  • Sınırsız cömertlik sahibi olan ve çok çok ihsan eden Allah.
  • Çok cömert. Allahü teâlânın isimlerinden.

cevad-ı kerim / cevâd-ı kerîm

  • Çok cömert, ihsanı ve ikramı bol olan Allah.

cevad-ı mutlak / cevâd-ı mutlak

  • Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
  • Sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Allah.

cevvad / cevvâd

  • Sınırsız cömertlik sahibi Allah.

cezb-i rahmani / cezb-i rahmânî

  • Allah tarafından cezbedilme.

cezbe

  • Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
  • Çekme, çekilme. Allahü teâlânın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi, yüksek derecelere kavuşturması. Bu da nefsi terbiye ederek, Allahü teâlâyı çok anmakla olur.
  • Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
  • Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.

cezbe-i rahman / cezbe-i rahmân

  • Allah'ın hayır ve rahmet için verdiği ve duygulara yerleştirdiği mânâ ve coşku hâli.

cezbedarane / cezbedarâne

  • Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.

cezbeli

  • Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelen.

cezu'

  • Çok sızlanan, kıvranan, feryad eden. Allah'tan gayrısından imdad bekleyen.

cibt ve tagut

  • Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.

cihad / جهاد

  • (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l
  • Allah için harb ve hizmet.

cihad alemi / cihad âlemi

  • Allah yolunda savaş yapılmasıyla ilgili alan.

cihad etmek

  • Allah için, kutsal değerleri korumak için savaşmak.

cihan-ban / cihan-bân

  • Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah. Hükümdar. (Farsça)

cihan-bin

  • Dünyayı, cihanı gören. Allah. (Farsça)
  • Göz. (Farsça)

cihetiyet

  • Belli bir yönde oluş; Allah hakkında bir yön tayin etme.

cilve-i ehadiyet / جِلْوَۀِ اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın birliğinin her bir şeyde görünmesi.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.

cilve-i esma / cilve-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin görüntüsü, yansıması.

cilve-i esma-i ilahiye / cilve-i esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin görüntüsü, aksi.

cilve-i hitab-ı rabbani / cilve-i hitab-ı rabbânî

  • Herşeyi yaratıp terbiye eden Allah'ın hitabının cilvesi, yansıması.

cilve-i inayet-i rabbaniye / cilve-i inâyet-i rabbâniye / جِلْوَۀِ عِنَايَتِ رَبَّانِيَه

  • Allahın ihsânının görünmesi.

cilve-i kayyumiyet / cilve-i kayyûmiyet

  • Allah'ın her şeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının cilvesi.

cilve-i kudret

  • Allah'ın kudretinin yansıması.

cilve-i kudret-i ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudretinin tecellisi, yansıması.

cilve-i kudret-i fatır / cilve-i kudret-i fâtır

  • Benzersiz şeyler yaratan Allah'ın kudretinin cilvesi, yansıması.

cilve-i kudret-i kudsiye

  • Allah'ın sonsuz ve noksansız kudretinin tecellisi, yansıması.

cilve-i kudret-i rabbaniye / cilve-i kudret-i rabbâniye / جِلْوَۀِ قُدْرَتِ رَبَّانِيَه

  • Terbiye edici Allah'ın kudretinin görünmesi.

cilve-i rabbaniye / cilve-i rabbâniye

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin ve onları terbiye, idare ve egemenliği altında bulundurmasının izi, görüntüsü.

cilve-i rahmet-i alem / cilve-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin yansıması.

cilve-i rahmet-i rahmaniye / cilve-i rahmet-i rahmâniye

  • Sonsuz şefkat ve merhameti bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmetinin yansıması.

cilve-i rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin yansıması.

cilve-i samediyet

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın isim ve sıfatlarının varlıklar üzerindeki yansımasının görünümü.

cilve-i şuunat / cilve-i şuûnât

  • Allah'ın iş ve tasarruflarının görünümü.

cilve-i vahdaniyet / cilve-i vahdâniyet

  • Cenab-ı Allah'ın birlik görüntüsü.

cilve-i vahdet

  • Allah'ın birliğinin görüntüsü.

cismiyet

  • Cisim olma; Allah'ı cisimleştirme, şekil verme.

cümle-i tevhidiye

  • Tevhid cümlesi; her şeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bildiren cümle.

cümle-i tevhidiye ve esmaiye ve uhreviye / cümle-i tevhidiye ve esmâiye ve uhreviye

  • Allah'ın birliği ve esmâsı ve âhiretle ilgili cümle.

cünd-ü sübhani / cünd-ü sübhânî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın bir ordusu.

cünud-u rabbaniye / cünûd-u rabbâniye

  • Allah'ın askerleri.

cünudullah / cünûdullah

  • Allah'ın askerleri.
  • Allah'ın ordu ve askerleri.
  • Allahın askerleri.

cüz'i irade / cüz'î irade

  • Allah tarafından insana verilen çok az irade serbestliği.

cüz-i irade

  • İradeden bir cüz. Allah tarafından insana verilen irade.

dad-ı hak / dâd-ı hak

  • Allah vergisi.

dad-ı hakk / dâd-ı hakk

  • Allah vergisi.
  • Veriş, satış.

dadar

  • Allah (C.C.) (Farsça)
  • Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar. (Farsça)

dadıezel / dâdıezel

  • Allah vergisi.

dadrad / dâdrad

  • Allah (C.C.), Cenab-ı Hak. (Farsça)

daim-i baki / dâim-i bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden, dilediği varlığa da bekà veren, onları sonsuz ve kalıcı yapan Allah.

daimi huzur / dâimî huzur

  • Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilincinde olma.

daire-i ehadiyet

  • Allah'ın birlik dairesi.
  • Allah'ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire.

daire-i esma ve sıfat / daire-i esmâ ve sıfât

  • Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellî dairesi.

daire-i inkıyad / daire-i inkıyâd

  • İtaat dâiresi, Allah'a kulluk dâiresi.

daire-i itikad ve tevhid

  • Sarsılmaz inanç ve her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna inanma dairesi.

daire-i kudret

  • Allah'ın sonsuz güç ve iktidarının hâkim olduğu daire.

daire-i meşiet ve irade

  • Allah'ın istek ve iradesinin yansıdığı daire, alan.

daire-i şeriat

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire.

daire-i takva / daire-i takvâ

  • Takvâ dairesi; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma dünyası.

dalalet

  • İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak.
  • Şaşkınlık.

dar-ı teklif / dâr-ı teklif

  • Dünya. Allah'ın teklif ve emirleri ile vazifeli olduğumuz yer olan dünya.

dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf

  • Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.

darü'l-kudret / dârü'l-kudret

  • Allah'ın güç, kuvvet ve iktidarının doğrudan yansıdığı yer, âhiret.

dava-yı şirk / dâvâ-yı şirk

  • Allah'a ortak koşma iddiasında bulunma.

defter-i iltifatat-ı rahmaniye / defter-i iltifâtât-ı rahmâniye

  • Sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın iltifatlarını içine alan defter.

defter-i kudret-i ilahiye / defter-i kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın kudret defteri.

dehri / dehrî

  • Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.

delail-i enfüsiye / delâil-i enfüsiye

  • Dahili deliller; kalb, vicdan, his ve lâtifeler gibi insanın iç âlemine konan donanımlarından hareketle Allah'ın varlığına ait deliller.

delail-i tevhid / delâil-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin delilleri.

delail-i vahdaniyet / delâil-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğinin delilleri.

delail-i vücub / delâil-i vücub

  • Allah'ın varlığının delilleri.

delil-i ehadiyet

  • Allah'ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin delili.

delil-i ihtira / delil-i ihtirâ

  • Allah'ın hiç yoktan yaratması delili.

delil-i inayet

  • Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.

delil-i sani / delil-i sâni

  • Herşeyi mükemmel bir san'atla yaratan Allah'ın delili.

delil-i vahdaniyet / delil-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğini ilan eden delil.

dellal-ı saltanat-ı rububiyet / dellâl-ı saltanat-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye saltanatının ilancısı.

dellal-ı vahdaniyet ve saadet / dellâl-ı vahdâniyet ve saadet

  • Allah'ın birliğine ve mutluluğa çağırıp ilân eden.

demdeme-i tesbih

  • Allah'ı tesbih etmenin coşkulu sesleri.

derecat-ı kurbiye / derecât-ı kurbiye

  • Yakınlık dereceleri. Allah'a manevi yakınlık mertebeleri.
  • Allah'a yakınlık dereceleri.

derece-i marifet

  • Allah'ı tanıma ve bilme derecesi.

derece-i rububiyette

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi derecesinde.

derece-i takva / derece-i takvâ

  • Allah'tan korkma derecesi.

derece-i tavsif

  • Allah'ı vasıflandırma, bildirme derecesi.

dergah-ı hüda / dergâh-ı hüdâ

  • Allah'ın yüce katı.

dergah-ı ilahi / dergâh-ı ilâhî / dergâh-ı ilahî / دَرْكَاهِ اِلَهِي

  • Cenâb-ı Allah'ın rahmet kapısı.
  • Allah'a müracaat kapısı.

dergah-ı ilahiye / dergâh-ı ilâhîye / دَرْگَاهِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın yüce katı.
  • Allah'a müracaat kapısı.

dergah-ı izzet / dergâh-ı izzet

  • İzzet sahibi Allah'ın yüce kapısı.

dergah-ı kàdiyü'l-hacat / dergâh-ı kàdiyü'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah'ın yüce katı.

dergah-ı rahmet / dergâh-ı rahmet

  • Allah'ın rahmet kapısı.

dergah-ı rububiyet / dergâh-ı rububiyet

  • Yarattığı bütün varlıkları terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah'ın yüce katı.

dergah-ı samedaniye / dergâh-ı samedâniye

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın yüce katı.

dergah-ı uluhiyet / dergâh-ı ulûhiyet

  • Allah'ın yüce katı.

dergah-ı vahid-i ehad / dergâh-ı vâhid-i ehad

  • Bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah'ın huzuru.

ders-i ilham

  • Allah tarafından kalbe gönderilen ders.

ders-i marifet

  • Allah'ı tanıma ve bilme dersi.

ders-i tevhid

  • Allah'ın varlık ve birliğinden bahseden ders.

derviş / dervîş

  • Allahü teâlâdan başka şeyleri kalbinden çıkarıp bütün âzâsıyla İslâm dîninin emir ve yasaklarına uyan, dünyâ malına gönül bağlamayan kimse.

desatir-i hikmet-i sübhaniye / desâtir-i hikmet-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah'ın hikmet düsturları, prensipleri.

desatir-i ilm-i ilahi / desâtir-i ilm-i ilâhî

  • Allah'ın ilminin düsturları, prensipleri.

desatir-i rabbaniye / desâtir-i rabbaniye

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın düsturları, prensipleri.

dest-i gaybi / dest-i gaybî

  • Görünmez el, inâyet-i İlâhi. (Farsça)
  • Mc: Allah'ın yardımı. (Farsça)

dest-i kudret

  • Allah'ın kudret eli.

dest-i kudret-i ilahi / dest-i kudret-i ilâhî

  • Allah'ın sonsuz kudret eli.

dest-i kudret-i rabbaniye / dest-i kudret-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın kudret eli.

dest-i tasarruf-u kudret

  • Allah'ın herşeyi dilediği gibi kullanan ve yöneten kudret eli.

destgah-ı kudret / destgâh-ı kudret

  • Allah'ın kudret eli, kudret tasarrufu.

destur

  • İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz. (Farsça)
  • Allah'ın inayeti. (Farsça)

devair-i rububiyet / devâir-i rububiyet

  • Rububiyet daireleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının alanları.

devair-i saltanat-ı ilahiye / devâir-i saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanat daireleri.

deyyan / deyyân

  • Herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, herkesin dünyâda iken yaptıklarının hesâbını ve hakkını en iyi bilen ve veren.
  • Herkesin hakkını ve hesabını en iyi bilen Allah.
  • Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.

didar-ı mevla / dîdar-ı mevlâ

  • Allah'ın cennetliklere cemâlini göstermesi, görünmesi.

din

  • Allahü teâlânın insanları dünyâ ve âhirette râhat, huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vâsıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.

dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri

  • Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.

divanhane-i rahman / divanhane-i rahmân

  • Rahmet ve şefkati sınırsız olan Allah'ın büyük salonu, yeryüzü.

diyanat / diyânât

  • Allahü teâlâ ile kul arasında olan işler, ibâdetler. Teklik şekli, diyânettir.

diyanet / diyânet

  • Allahü teâlâ ile kul arasındaki dînî iş, ibâdet.

diyanet ve şeriat-ı islamiye / diyanet ve şeriat-ı islâmiye

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi; İslâmiyet.

diyanet ve şeriat-i islamiye / diyanet ve şeriat-i islâmiye

  • İslâm dini ve şeriatı; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâm.

diyar-ı irfan / diyâr-ı irfan

  • İrfan ülkesi; uçsuz bucaksız bir beldeyi andıran Allah'ı tanıma, İlâhî hakikatlere ulaşma özelliği.

dost

  • (Çoğulu: Dostân) Sevilen insan, muhib, yâr. (Farsça)
  • Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube. (Farsça)
  • Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah. (Farsça)

dua / duâ

  • Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru.
  • Salât, namaz.
  • Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.
  • Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.
  • Birisini çağırmak.
  • Birisini
  • Allah'a yalvarma.
  • İsteme, yalvarma. Bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine bir arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya yalvarması.
  • Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.

dua ordusu / duâ ordusu

  • Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, velîler.

dua-i mağfiret

  • Allah'ın bağışlaması için yapılan dua.

dua-yı ihlasiye / dua-yı ihlâsiye

  • Büyük bir samimiyet, iş ve ibadette yalnız Allah rızasını gözeterek yapılan dua.

duat

  • (Tekili: Dâî) Duâ edenler. Allah'a yalvaranlar.
  • Dâvet edenler.

dükkan-ı rabbani / dükkân-ı rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın bir dükkân gibi düzenleyerek bütün ihtiyaç maddelerimizi depoladığı yeryüzü.

dünya / dünyâ

  • Yer küresi.
  • Ölümden önce olan her şey.
  • Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
  • Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.

düstur-u rahmani / düstur-u rahmânî

  • Allah'a ait nizam, kural.

ebabil kuşları / ebâbîl kuşları

  • Kâbe'yi yıkmaya gelen Yemen vâlisi Ebrehe'yi ve ordusunu Allahü teâlânın izni ve emriyle perişân eden kuşlar (kırlangıçlar).

ebbed-allah

  • (Allah ebedî, dâim eylesin!) mânasına bir dua.

ebdal / ebdâl

  • Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

ebedi zat / ebedî zât

  • Varlığının sonu olmayan Allah.

ebrar / ebrâr

  • İyi kimseler. Îmânlarında sâdık (doğru), Allahü teâlânın yasak kıldığı şeylerden sakınıp, emirlerine uyan, bozuk inanışlardan, kötü ahlâktan ve çirkin işlerden uzak duranlar. Teklik şekli berr'dir.

ebu türab / ebû türâb

  • Peygamber efendimizin amcasının oğlu, dâmâdı, Cennet'le müjdelenen on kişinin ve dört büyük halîfenin dördüncüsü, Allahü teâlânın arslanı hazret-i Ali'nin "Toprağın babası" mânâsına gelen lakabı.

ebu zerr-i gıffari / ebu zerr-i gıffarî

  • İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)

ebu-t-turab

  • Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı. (Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.
  • Belli vakit. Hayâtın sonu. Hayat sâhibinin, canlının ölümü için Allahü teâlânın takdir ve tâyin ettiği vakit.

ecel-i fıtri / ecel-i fıtrî

  • Allah tarafından belirlenmiş ölüm anı.
  • Her mahlukun yaradılışı itibariyle Cenab-ı Allah (C.C.) tarafından tayin olunan vasati ömrü.
  • Biyolojik ömür.

ecel-i kaza / ecel-i kazâ

  • Allah'ın tarafından takdir edilen şeylerin gerçekleşme vakti.

ecel-i müsemma / ecel-i müsemmâ

  • Muayyen bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm. (Farsça)
  • Allah'ın takdir ettiği ölüm.
  • Belli vakit, bilinen ecel, Allahü teâlânın bir kimse için ezelde takdir ve tâyin buyurduğu (belirlediği) hiç bir şekilde değişmeyen ecel, hayâtın sonu.
  • Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel.

ecl

  • İllet, sebeb, cihet. İçin, dolayı... den. Arabçada "Li" ilâve ederek kullanılır. Meselâ: Li-eclillâh : Allah için, Allah rızası için.

ecr

  • İyilik, mükâfât, ücret, karşılık. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği işleri yapanlara verdiği sevâb.

ecr u mesubat / ecr u mesubât

  • Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.

eda-i feraiz / eda-i ferâiz

  • Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.

edamallah / edâmallah

  • Allah (C.C.) dâimî eylesin (mealinde duâ.)

edyan-ı münzele / edyân-ı münzele

  • Allah tarafından gösterilen dinler.

edyan-ı semaviye / edyân-ı semâviye

  • Allah tarafından gönderilmiş hak dinler.
  • Semâvî dinler; Allah tarafından gönderilmiş olan dinler.

ef'al-i acibe-i ilahiye / ef'âl-i acîbe-i ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri.

ef'al-i ilahiyye / ef'âl-i ilâhiyye

  • Allahü teâlânın işleri.

ef'al-i rabbaniye / ef'âl-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiilleri.

ef'al-i rahmaniyet / ef'âl-i rahmâniyet

  • Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın fiilleri.

ef'al-i rububiyet / ef'âl-i rububiyet

  • Allah'ın Rab isminin tecellisine ait fiiller.

ehad

  • Bir olan ve her bir varlıkta birliği tecellî eden Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiç bir yönden benzeri olmayan, tek olan, ikilik tasavvur edilmeyen, hiç bir şeye muhtaç olmayan.
  • Bir, tek. Allah'ın sıfatlarından.
  • "Bir, tek, benzersiz" olan Allah.

ehad-i samed / اَحَدِ صَمَدْ

  • Her şey kendisine muhtaç olduğu halde, hiç bir şeye muhtaç olmayan, tek olan (Allah).

ehadiyet / اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın bütün esması ile her bir varlıkta isimlerinin yansıması.
  • Allahın her bir eserindeki birlik tecellisi.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.

ehadiyet-i ilahiye / ehadiyet-i ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın herbir şeyde birliğinin görünmesi.

ehadiyet-i zat-ı ilahiye / ehadiyet-i zât-ı ilâhiye

  • Allah'ın Zâtının birliği.

ehadiyet-i zatiye / ehadiyet-i zâtiye

  • Allah'ın Zâtına ait birlik.

ehadiyyet

  • Birlik. Allah'ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi.
  • (Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi.

ehl-i aşk

  • Kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlar.

ehl-i dalalet ve isyan / ehl-i dalâlet ve isyan

  • Hak yoldan sapan ve Allah'a isyan edenler.

ehl-i gaflet

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler.

ehl-i gaflet ve dalalet / ehl-i gaflet ve dalâlet

  • Âhirete ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız ve hak yoldan sapmış kimseler.

ehl-i hak ve iman

  • Hak ve doğru yolda olan, Allah'a ve Allah'tan gelen her şeye inanan kimseler.

ehl-i hakikat ve keşif

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.

ehl-i hidayet ve huzur / ehl-i hidâyet ve huzur / اَهْلِ هِدَايَتْ و حُضُورْ

  • Hak üzere olup, her an Allah'ın huzurunda olduğunu yakinen bilenler.

ehl-i huzur

  • Kendisini her an Allah'ın huzurunda hissedenler.

ehl-i ibadet

  • Allah'a ibadet edenler.

ehl-i iman / ehl-i îmân

  • Allah'a ve Allah'tan gelen herşeye inanan kimseler, mü'minler.

ehl-i iman ve hakikat

  • Allah'a ve Allah'tan gelen her şeye inanan ve Kur'ân'a tâbi olan kimseler, mü'minler.

ehl-i iman ve irfan

  • Allah'a ve Allah'tan gelen herşeye inanan kimseler ve ilim sahipleri.

ehl-i iman ve islam / ehl-i iman ve islâm

  • Allah'a inanan ve İslâma tâbi olanlar, mü'min ve Müslümanlar.

ehl-i iman ve salahat / ehl-i iman ve salâhat

  • Allah'a ve iman esaslarına inanan takva sahipleri, sâlih kimseler.

ehl-i iman ve takva / ehl-i iman ve takvâ

  • Allah'a inanıp Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i iman ve tevhid

  • Allah'a ve Allah'tan gelen herşeye inanan ve bunu ilân eden kimseler, mü'minler.

ehl-i iman ve'l-kur'an / ehl-i iman ve'l-kur'ân

  • Allah'a ve Kur'ân'a inanıp emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i inad

  • İnat edenler; Allah'ın emir ve yasaklarına boğun eğmeme konusunda inat edenler.

ehl-i inkar / ehl-i inkâr

  • Allah'ın bildirdiği şeyleri inkâr edenler.

ehl-i istidraç

  • Kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler.

ehl-i isyan

  • Allah'a karşı isyan eden kimseler.

ehl-i kalb / اَهْلِ قَلْبْ

  • Kalb gözü açık Allah dostları.

ehl-i kanaat

  • Allah'ın verdiği rızka razı olup onunla yetinenler.

ehl-i keramet

  • Allah'ın bir ikramı olarak, olağanüstü hâl ve hareketler gösteren kimseler.

ehl-i keşif ve hakikat

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.

ehl-i keşif ve ilham

  • Görünmeyen ve bilinmeyen âlemlere ait olan hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve yardımıyla bilen kimseler.

ehl-i keşif ve keramet

  • Allah'ın bir ikramı olarak, olağanüstü hal ve hareketlerin kendilerinde görüldüğü velî zâtlar ve mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.

ehl-i keşif ve şuhud

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsanıyla bilen ve gören kimseler.

ehl-i keşif ve tahkik

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.

ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip olan veli zâtlar (k-ş-f;.

ehl-i kitab

  • Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan. (Farsça)
  • Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olan. (Hakiki Hristiyanlık veya Yahudilikten çıkmamış bulunan.) (Farsça)

ehl-i kitap

  • Kitap ehli; Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler.
  • Allah'ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar.

ehl-i ma'rifet / اَهْلِ مَعْرِفَتْ

  • Allah'ı kamil bir imanla tanıyanlar.

ehl-i marifet / ehl-i mârifet

  • Allah'ı bilme ve tanıma lütfuna eren kimseler.

ehl-i sahv

  • Uyanık iken hakikatlere görerek ulaşan Allah dostları.

ehl-i sevap

  • Allah tarafından mükâfata lâyık görülenler.

ehl-i şirk / اَهْلِ شِرْكْ

  • Allah'a ortak koşanlar.
  • Allaha ortak koşanlar.

ehl-i şirk ve dalalet / ehl-i şirk ve dalâlet / اَهْلِ شِرْكْ وَ ضَلَالَتْ

  • Allah'a ortak koşanlar ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler.
  • Allaha ortak koşanlar ve haktan sapanlar.

ehl-i şirk ve tuğyan

  • Allah'a ortak koşanlar, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gidenler.

ehl-i şuhud

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gören kimseler.

ehl-i taat ve ibadet

  • Allah'ın emirlerini yerine getirenler ve ibadete düşkün olanlar.

ehl-i takva / ehl-i takvâ

  • Takvâ sahipleri; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i takva ve salahat / ehl-i takvâ ve salâhat

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve dindarlıkta çok ileri olan kimseler.

ehl-i takva ve vicdan / ehl-i takvâ ve vicdan

  • Allah'tan korkan, emirlerine bağlı olan dindar kimseler ve vicdan sahipleri.

ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet

  • Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.

ehl-i tasavvuf

  • Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.

ehl-i tefekkür

  • Varlıklar üzerinde Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünenler.

ehl-i teslis / ehl-i teslîs / اَهْلِ تَثْلِيثْ

  • Allah'ı baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlar.
  • Allah üçtür diyen Hristiyanlar.

ehl-i tevekkül

  • Allah'a tevekkül içinde olanlar.

ehl-i tevhid / ehl-i tevhîd / اَهْلِ تَوْح۪يدْ

  • Allah'ın birliğine ve herşeyin Ondan geldiğine iman edenler.
  • Cenab-ı Hakk'ın birliğini bilip inanan ve sadece bir Allah'a bağlanıp ibadet eden kimse.
  • Allahı birleyenler.

ehl-i vahdetü'l-vücud

  • Allah'tan başka varlık olmadığı, herşeyin Allah'ın tecellîsi olduğunu kabul edenler.

ehl-i vahdetü'ş-şuhud

  • Görünen herşeyin Allah'ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler.

ehl-i velayet / ehl-i velâyet / اَهْلِ وَلَايَتْ

  • Veliler, Allah dostları.
  • (Allah'ın) veli kulları.

ehl-i velayet ve şuhud / ehl-i velâyet ve şuhud

  • Mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip insanlar, velîler.

ehl-i velayet ve tahkik / ehl-i velâyet ve tahkik

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini delilleriyle bilen Allah dostu âlim kimseler.

ehl-i zevk

  • Allah'a yakınlıkla ve uyanık kalple iman eden ve Kur'ân hakikatlerinden zevk alanlar.

ehl-i zikir

  • Allah'ı sürekli olarak zikredenler, ananlar.

ehl-i zikir ve münacat / ehl-i zikir ve münâcât

  • Sürekli olarak Allah'ı zikredip ananlar ve Allah'a yalvarıp zikredenler.

ehlişirk

  • Allaha ortak koşanlar.

ehlitakva

  • Allahtan korkup günahtan sakınan kimseler.

ehlitevhid

  • Allahın birliğine inananlar.

ehlullah / ehlullâh

  • Allah adamı, evliya, ermiş.
  • Allah'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. Allah'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
  • Allah dostları.
  • Allah adamları, Allahü teâlânın emirlerine uyup, O'nun sevgisini ve ism-i şerîfini gönlünden hiç çıkarmayan evliyâ zâtlar.
  • Allah'a itaat eden, Allah'ın sevdiği kimse, velî.

ekanim-i selase / ekânim-i selâse

  • Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü.

ekremü'l-ekremin / ekremü'l-ekremîn

  • Cömert olanların en cömerdi olan Allah.
  • Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah.

el'iyazü billah / el'iyâzü billâh

  • Allah korusun.

el'iyazübillah

  • "Allah korusun" mânâsında bir ifade.

el-adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.

el-alaü lillahi şehidetün / el-âlâü lillâhi şehîdetün

  • "Allah'ın verdiği nimetler" Allah için şâhiddir ("şehîdetün" kelimesi dişilik kipidir).

el-azametü lillah ve'l-kudretü lillah / el-azametü lillâh ve'l-kudretü lillâh

  • Büyüklük ve kudret Allah'ındır.

el-buğzu fillah

  • Allah için nefret ve düşmanlık beslemek.
  • Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.

el-hak

  • Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten.
  • Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden.
  • Varlığı hiç değişmeyen, ibadete lâyık ve her hakkın sahibi, Allah (C.C.) Âdil-i Mutlak ve Vacib-i lizâtihi.

el-hakem

  • Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah.

el-hakk

  • Gerçeğin ta kendisi, tam doğrusu.
  • Allah.

el-halim

  • Suçluların cezalarını derhal vermek iktidarında olduğu halde sonraya bırakan ve yumuşak muamele eden, çok halim. (Allah (C.C.)

el-hayy

  • Diri ve devamlı hayat sâhibi. Zâtî hayat ile münferid, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah (C.C.)

el-hubbu fi'llah

  • Allah için sevmek; sevgi Allah içindir.

el-hubbu fillah / el-hubbu fillâh / el-hûbbu fillah

  • Allah için sevme.
  • Allah için sevmek.

el-hubbu fillah muhibb-i muhlis / el-hubbu fillâh muhibb-i muhlis

  • Allah için, hâlis ve samimî bir şekilde seven.

el-iyazü billah / el-iyâzü billâh

  • Allah korusun, Allah'a sığınırım.

el-iyazü-billah

  • Allah'a sığınır, Allah'a iltica ederiz. Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâ).

el-macid

  • Allah (C.C.)

el-minnetü lillah / el-minnetü lillâh

  • Minnet ancak Allah'ındır. "Ancak Allah'a minnet edilir."
  • "Minnet Allah'adır".

el-müheymin

  • Her şeye dikkat edip koruyan ve emin eden (Allah C.C.)

el-vali

  • Her şeye mâlik ve sâhib olan Allah (C.C.)

el-vehhab

  • Allah (C.C.)

elest günü

  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.

elfaz-ı tahmidiye / elfâz-ı tahmidiye

  • Allah'ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler.

elhamdü lillah / elhamdü lillâh

  • "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".

elhamdü lillahi / elhamdü lillâhi

  • "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur".

elhamdü lillahi ala dini'l-islam ve kemali'l-iman / elhamdü lillâhi alâ dîni'l-islâm ve kemâli'l-îmân

  • İslâm dinini ve kusursuz bir imanı nasip ettiği için Allah'a hamd olsun.

elhamdü lillahi ala kemali'l-iman / elhamdü lillâhi alâ kemâli'l-îmân

  • Mükemmel imandan dolayı Allah'a hamdolsun.

elhamdü lillahi ala külli hal / elhamdü lillâhi alâ külli hal

  • Her türlü hâl için Allah'a hamd olsun!.

elhamdü lillahi ala ni'meti'l-iman / elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman

  • İman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun.

elhamdü lillahi ala nuri'l-iman / elhamdü lillâhi alâ nûri'l-îmân

  • İman nurunu nasip eden Allah'a hamd olsun.

elhamdü lillahi ala nuri'l-iman ve hidayeti'r-rahman / elhamdü lillâhi alâ nûri'l-iman ve hidâyeti'r-rahmân

  • Bütün övgüler ve şükürler iman nurunu ve doğru yolu nasip eden Allah'a mahsustur.

elhamdü lillahi ala rahmaniyyetihi ve ala hakimiyyetihi / elhamdü lillâhi alâ rahmâniyyetihî ve alâ hakîmiyyetihî

  • Hamd ve şükür sonsuz merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle, bir gaye ve maksatla yaratan Allah'a aittir.

elhamdü lillahi rabbi'l-alemin / elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn

  • Hamd ve şükür âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

elhamdü lillahi teala / elhamdü lillâhi teâlâ

  • Hamd ve şükür yalnızca yüce olan Allah'a mahsustur.

elhamdü-lillah

  • Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir.

elhamdülillah / elhamdülillâh / الحمد للّٰه / اَلْحَمْدُ لِلّٰهْ

  • "Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur, bütün nîmetler O'ndandır" mânâsına mübârek, kıymetli bir söz. Buna hamdele de denir.
  • Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.
  • Allaha hamdolsun.
  • Hamd Allah'a aiddir.
  • Hamd Allaha mahsûsdur.

elhikmetü lillah / elhikmetü lillâh

  • Gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah'ındır.

elhubbu-lillah

  • Allah için sevmek. Muhabbet, dostluk, sevgi sırf Allah içindir. Hoş geçim, insanlara olan muhabbet Cenab-ı Hakk'ın rızası içindir.

elhubbulillah / elhubbulillâh

  • Sevgi Allah içindir.

elhükmü-lillah

  • Hüküm Allah'ındır.

eliyazübillah / elîyâzübillâh

  • Allaha sığınırız.

elli dört farz

  • İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.

eltaf ve inayet-i sübhaniye / eltaf ve inâyet-i sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın lütuf ve yardımları.

eltaf-ı ilahiye / eltâf-ı ilâhiye

  • Allah'ın lütufları, ikramları.

eltaf-ı ilahiyye / eltaf-ı ilâhiyye

  • İlâhî lütuflar; Allah'ın ihsanları, şefkatle muamelesi.

eltaf-ı rabbaniye / eltâf-ı rabbaniye

  • Allah'ın lütufları, ikramları.

eltaf-ı sübhaniye / eltâf-ı sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın lütufları, şirin ikramları.

elveda

  • Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).

emanetullah / emânetullah

  • Allah'ın emâneti.

emare-i tevfik-i ilahi / emâre-i tevfik-i ilâhî

  • Allah tarafından gönderilen yardımın işareti.

emin / emîn

  • Kendisine güvenilen.
  • Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve; "Muhammed-ül-emîn" derlerdi.
  • Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullan

emir ve irade

  • Allah'ın yaratılışa dair emir ve dilemeleri.

emir ve izn-i ilahi / emir ve izn-i ilâhî

  • Allah'ın emri ve izni.

emir ve nehy

  • Allah'ın emir ve yasakları.

emir ve nehy-i ilahi / emir ve nehy-i ilâhî

  • Allah'ın emretmesi ve yasaklaması.

emr-i celil / emr-i celîl

  • Sonsuz derecede haşmet, heybet ve görkem sahibi Allah'ın emri.

emr-i ezeli / emr-i ezelî

  • Ezelî olan Allah'ın emri.

emr-i hak

  • Allah'ın emri.
  • Hakk'ın emri, Allah'ın emri. Ölüm.

emr-i halık / emr-i hâlık

  • Herşeyi yaratan Allah'ın emri.

emr-i ilahi / emr-i ilahî / emr-i ilâhî

  • Allah'ın emri. Mc: Ölüm.
  • Allah'ın emri.

emr-i ilahiye / emr-i ilâhiye

  • Allah'ın emri.

emr-i kün

  • "Kün" emri. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği "Ol" mânasına gelen "Kün" emri. Allah (C.C.) bir şeye "Ol" diye emretse, (Yani, "Kün" dese) o şey derhal olur. (Yâni, "Fe Yekun")

emr-i rabbani / emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emri.

emr-i rahmani / emr-i rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından bildirilen emir.

emr-i tacizi / emr-i tâcizî

  • İnsanı âciz bırakan emir; Allah'ın, iman etmeyenlerden Kur'ân'ın benzerini ortaya koymalarını istemesi böyle bir emirdir.

emr-i teklifi / emr-i teklîfî

  • Allahü teâlânın insanlara yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirler. Buna Emr-i teşrîî de denir.

emr-i tekvini / emr-i tekvînî

  • Yaratma emriyle ilgili; Allah'ın birşeye "kün=ol!" deyince onu derhal olduruveren emriyle ilgili.
  • Allahü teâlânın yaratmayı dilediği şeylere "kün" yâni "ol" demesi.

enis / enîs

  • Dost, arkadaş.
  • Yarattığı varlıklara karşı çok yakın, dost olan Allah.

enva'-ı şirk / envâ'-ı şirk

  • Şirk türleri; Allah'a ortak koşma çeşitleri.

enva-ı şirk / envâ-ı şirk

  • Allah'a ortak koşma türleri.

enva-ı tesbihat-ı rabbaniye / envâ-ı tesbihat-ı rabbâniye

  • Allah'ı tesbih etmenin çeşitleri.

envar-ı kudsiye-i esma / envâr-ı kudsiye-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin mukaddes nurları.

envar-ı kudsiye-i esmaiye / envâr-ı kudsiye-i esmâiye

  • Allah'ın isimlerinin mukaddes nurları.

envar-ı marifetullah / envâr-ı mârifetullah

  • Allah'ı bilmenin ve tanımanın nurları.

envar-ı tevfik-i ilahi / envâr-ı tevfik-i ilâhî

  • Allah'ın yardımı ve başarıya ulaştırmasındaki nurlar.

envar-ı tevhid / envâr-ı tevhid

  • Allah'ın birliğini gösteren nurlar, ışıklar.

er-rahim / er-rahîm

  • Şefkati ve merhameti herşeyi kuşatan Allah.

er-rahman / er-rahmân

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.

er-rahmanü'r-rahim / er-rahmânü'r-rahîm

  • Bütün varlıklara olduğu gibi tek tek her bir varlığa şefkat gösteren sonsuz rahmet sahibi Allah.

erbab-ı gaflet

  • Gaflette olanlar; Allah'ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz davrananlar.

ergen

  • (Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre

erham-ür rahimin / erham-ür râhimîn

  • Merhametlilerin en merhametlisi.
  • Allah'ın (C.C.) sıfatlarındandır.

erhamü'r-rahimin / erhamü'r-râhimîn

  • Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.

erhamürrahimin / erhamürrahimîn / erhamürrâhimîn

  • Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah.
  • Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.
  • Merhametlilerin en merhametlisi mânâsına, Allahü teâlânın mübârek isimlerinden.

errahim

  • En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)

errahmanirrahim / errahmânirrahîm

  • Bütün varlıklara genel olarak ve her bir varlığa özel olarak rahmet tecellîleri olan Allah.

errezzak

  • Bütün rızıkları ve faydalanacak şeyleri yaratan ve ihsan eden Allah (C.C.)

ervah-ı habise

  • Habis, kötü ruhlar. Allah'a isyan eden, itaati sevmeyen anarşist ruhlar.

es'adekallah / es'adekâllah

  • Allah seni mesut etsin, mutlu kılsın.

esadekümullah / esâdekümullah

  • Allah saadet versin.

esbab şirki

  • Sebepleri Allah'a ortak koşma.

esbab-ı nüzul / esbâb-ı nüzûl

  • Kur'ân-ı kerîm âyetlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize indiriliş sebebleri.

esbabperest

  • Allah'ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren.
  • Allah'ı unutarak sebeblere haddinden ziyade değer veren. Her şeyi bir sebebe bağlayıp, Allah'ın fâil ve her şeyin hâkimi olduğunu inkâr eden veya ona kıymet vermek istemeyen.

esedullah / esedullâh / اَسَدُ اللّٰهْ

  • Allah'ın arslanı.
  • Hz. Ali'nin (R.A.) bir nâmı, lâkabı.
  • Allah'ın arslanı; Hz. Ali'nin (r.a.) bir lâkabı.
  • Allahın aslanı.
  • Allahın arslanı.

esedullahü'l-galib hz. ali (r.a.)

  • Allah'ın güçlü arslanı Hz. Ali.

eser-i ikram-ı ilahi / eser-i ikram-ı ilâhî

  • Allah'ın ikramının eseri, sonucu.

eser-i in'am / eser-i in'âm

  • Allah'ın nimetlendirmesinin eseri, sonucu.

eser-i inayet / eser-i inâyet

  • Allah'ın yardımının eseri, neticesi.

eser-i inayet ve rahmet / eser-i inâyet ve rahmet

  • Allah'ın özel yardımının ve rahmetinin eseri, sonucu.

eser-i inayet-i rabbaniye / eser-i inâyet-i rabbâniye

  • Allah'ın özel yardım eseri, belirtisi.

eser-i rahmet-i ilahiye / eser-i rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetinin eseri.

eser-i samedani / eser-i samedânî

  • Samed olan Allah'ın eseri.

eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz

  • Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.

eshab-ı fil / eshâb-ı fîl

  • Peygamber efendimizin doğmasına yaklaşık iki ay kala Kâbe'yi yıkmak için Mekke yakınlarına kadar gelen, fakat Allahü teâlânın gönderdiği Ebâbîl kuşlarının üzerlerine bıraktıkları mercimek büyüklüğündeki taşlarla perişân olan Ebrehe ve içinde bir çok fillerin de bulunduğu ordu.

eshab-ı kiram / eshâb-ı kirâm

  • Mü'min olarak Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemi gören ve mü'min olarak öldüğü bilinen mübârek insanlar ve cinler.

eşhedü billah ila ahiri'd-devran / eşhedü billâh ilâ âhiri'd-devran

  • "Son nefese kadar Allah'ın varlığına ve birliğine şehadet ederim".

eşhedü en la ilahe illallah / eşhedü en lâ ilâhe illâllah

  • "Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir İlâh yoktur".

eşhedu enne muhammede'r-resulullah / eşhedû enne muhammede'r-resulullah

  • "Şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın resulüdür".

eşkiya

  • Şakiler. Yol kesenler. Asiler. Allah'a veya kanunlara isyan edip kötülük yapanlar. Haydutlar, anarşistler, âsiler. Hak ve kanunlara baş kaldıranlar, Allahın emirlerine karşı gelenler.

eslahakallah

  • Allah seni ıslâh etsin.

esma / esmâ

  • Allah'ın isimleri.

esma ve kemalat-ı ilahiye / esmâ ve kemâlât-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın isimleri ve Ona ait mükemmellikler.

esma ve sıfat-ı ilahiye / esmâ ve sıfât-ı ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'ın isim ve sıfatları.

esma-i bakiye / esmâ-i bâkiye

  • Allah'ın devamlı ve kalıcı olan isimleri.

esma-i fatır / esmâ-i fâtır

  • Herşeyi yoktan ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah'ın isimleri.

esma-i hüsna / esmâ-i hüsnâ

  • Allah'ın en güzel isimleri.
  • Güzel isimler. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen doksan dokuz ism-i şerîfi.

esma-i ilahi / esmâ-i ilâhî

  • Allah'ın isimleri.

esma-i ilahiye / esma-i ilâhiye / esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimleri.
  • Cenab-ı Allah'ın isimleri.

esma-i kudsiye / esmâ-i kudsiye

  • Allah'ın kutsal isimleri.

esma-i kudsiye-i ilahiye / esmâ-i kudsiye-i ilâhiye

  • Allah'ın kutsal isimleri; Allah'ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan isimleri.

esma-i külliye / esmâ-i külliye

  • Bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah'ın isimleri.

esma-i meşhure / esmâ-i meşhure

  • Cenâb-ı Allah'ın meşhur isimleri, Allah, Rahmân, Rahîm, Rab ve Hüve isimleri.

esma-i mübareke / esmâ-i mübareke

  • Allah'ın mübarek isimleri.

esma-i mütecelliye-i ilahiye / esmâ-i mütecelliye-i ilâhiye

  • Allah'ın sürekli tecellî edici isimleri.

esma-i nuriye / esmâ-i nuriye

  • Nurlu isimler; Allah'ın isimleri.

esma-i rabbaniye / esmâ-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın isimleri.

esma-ı sitte

  • Allah'ın altı büyük ismi; Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddüs.

esma-i sitte / esmâ-i sitte

  • Allah'ın altı ismi; Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddüs.

esma-i zatiye / esma-i zâtiye

  • Zâta ait isimler.
  • Allah'ın zâtına ait isimleri.

esma-ül hüsna

  • Allah'ın isimleri. Cenab-ı Hakk'ın güzel isim ve sıfatları.

esma-yı ilahiye / esmâ-yı ilâhiye / اَسْمَايِ اِلٰهِيَه

  • Allahın isimleri.

esma-yı kudsiye-i ilahiye / esmâ-yı kudsiye-i ilâhiye / اَسْمَايِ قُدْسِيَۀِ اِلٰهِيَه

  • Allahın mukaddes isimleri.

esma-yı sitte / esmâ-yı sitte / اَسْمَايِ سِتَّه

  • (Allaha âit) altı isim.

esma-yı sitte-i meşhure / esmâ-yı sitte-i meşhûre / اَسْمَايِ سِتَّۀِ مَشْهُورَه

  • (Allaha âit) meşhur altı isim.

esmaiye / esmâiye

  • Allah'ın isimleriyle ilgili.

esmaü'-hüsna / esmâü'-hüsnâ

  • Allah'ın güzel isim ve sıfatları.

esmaü'l-hüsna / esmâü'l-hüsnâ

  • Allah'ın sonsuz mükemmellikte ve güzellikte olan isimleri.

esmaül hüsna / اسماء الحسني

  • Allahın güzel isimleri.

esmaülhüsna / esmaülhüsnâ

  • Allahın güzel isimleri.

esrar-ı hak / esrâr-ı hak

  • Hak sırları; Cenâb-ı Allah'ın bahşettiği, açtığı sırlar.

esrar-ı kitabullah

  • Allah'ın kitabı olan Kur'ân-ı Kerim.

essalatü vesselamü aleyke ya resulallah / essalâtü vesselâmü aleyke yâ resulallah

  • Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü.

esselamü aleyküm / esselâmü aleyküm

  • Allah'ın selâmı üzerinize olsun.

esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü / esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü

  • Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketi sizlerin üzerine olsun.

eşşükrü lillah / eşşükrü lillâh

  • Ezelden ebede bütün şükürler ancak Allah'adır.

eşşükrü lillahi teala / eşşükrü lillâhi teâlâ

  • Şükür, teşekkür ve minnet yalnızca yüce olan Allah'a aittir.

eşşükrülillah

  • Şükür Allahadır.

estağfirullah

  • Cenâb-ı Hak'tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (C.C.) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.)
  • Allahü teâlâdan hatâ ve kusurlarımı bağışlamasını dilerim, mânâsına; mübârek, kıymetli bir söz.
  • Allah'tan af dilemek.
  • Allah kusurumu affetsin.

et-tahiyyatü

  • Bütün mahlukatın hayatları, kal ve hâl dilleri ile Hâlıkları olan Allah'a (C.C.) karşı yaptıkları hamdler, şükürler, mânevi hayat hediyeleri.

et-tevvab

  • Tevbeleri kabul edici olan Allah. Kendine tevbe ve rücu' eden kulları çok. Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi afv u rahmeti ile bahtiyar eder.

etka

  • (Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.

euzü billah / eûzü billâh

  • Allah'a sığınırım.

euzü billahi mineşşeytani vessiyase / eûzü billâhi mineşşeytâni vessiyâse

  • Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

evamir ve nevahi-i şer'iye / evâmir ve nevâhî-i şer'iye

  • İslâmın emir ve yasakları; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklar.

evamir-i ilahi / evâmir-i ilâhî

  • Cenab-ı Allah'ın emirleri.

evamir-i ilahiye / evâmir-i ilâhiye

  • Allah'ın emirleri.

evamir-i rabbani / evâmir-i rabbânî

  • Allah'ın emirleri.

evamir-i rabbaniye / evâmir-i rabbâniye

  • Allah'ın idare ve terbiyeye dair emirleri.

evamir-i sübhaniye / evâmir-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Cenab-ı Allah'ın emirleri.

evamir-i teklifiye / evâmir-i teklifiye

  • Allah'ın kullarını uymakla yükümlü tuttuğu emirler.

evamir-i tekviniye-i ilahiye / evâmir-i tekvîniye-i ilâhiye

  • Allah'ın yaratılışa âit emirleri.

evamir-i teşriiye / evâmir-i teşriiye

  • Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği ve yerine getirilmesini istediği emirler.

evamir-iaşere / evâmir-iaşere

  • Allahü teâlânın Tûr dağında Mûsâ aleyhisselâma bildirdiği on emir. Yahûdîlikte uyulması şart olan on kâide.

evkaf

  • (Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen

evliya / evliyâ / اَوْلِيَا

  • "Velî"nin çoğulu. Allah'ın ermiş kulları.
  • (Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
  • Velîler, Allah'ın sevgili kulları.
  • Velî kelimesinin çoğuludur.
  • Dostlar.
  • Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.
  • Allah dostları.

evliya-i arifin / evliya-i ârifîn

  • Allah'ı hakkıyla bilen evliyâlar.

evliya-yı kamilin / evliya-yı kâmilîn

  • Olgun, kemâl ve fazilet sahibi olan Allah'ın velî kulları.

evliya-yı meşhure

  • Meşhur evliyalar, Allah dostları.

evliyaullah / evliyâullah

  • Allah'ın sevgili kulları.
  • Allahın velîleri, sevgili kulları.

evsaf-ı celaliye / evsâf-ı celâliye

  • Cenâb-ı Allah'ın haşmetine ait vasıfları.

evsaf-ı cemal / evsâf-ı cemâl

  • Cenâb-ı Allah'ın güzelliğine ait sıfatları.

evsaf-ı cemaliye / evsâf-ı cemâliye

  • Cenab-ı Allah'ın güzelliğine ait vasıfları.

evsaf-ı cemaliye ve kemaliye / evsaf-ı cemâliye ve kemâliye

  • Cenab-ı Allah'ın güzelliğine ve mükemmelliğine ait vasıfları, nitelikleri.

evsaf-ı ilahiye / evsâf-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın Zâtını niteleyen yüce vasıflar.

evsaf-ı kemaliye ve cemaliye ve celaliye / evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliye

  • Cenâb-ı Allah'ın mükemmel, güzel ve haşmetli vasıfları, sıfatları.

evtad / evtâd

  • Allahü teâlâ tarafından dünyânın nizâmiyle vazîfelendirilen dört büyük zât. Herkes tarafından bilinmedikleri için bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

evvel / اَوَّلْ

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Herşeyin başlangıcı olan, varlığından önce yokluk geçmeyen, hiç bir şey yok iken, vâr olan.
  • Herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden Allah.
  • Başlangıcı olmayan ve her şeyden önce var olan (Allah).

eyvallah

  • Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.

eyyam-ı rabbaniye / eyyâm-ı rabbâniye

  • Allah'ın günleri.

eyyid-allahu mülkehu

  • Allah'ım onun mülkünü devamlı kıl, kuvvet ver (meâlinde duâ.)

eyyub / eyyûb

  • (A.S.) : Kur'ân-ı Kerim'de ismi geçen İshak Aleyhisselâm'ın oğlu olan Ays'ın evlâdından Eyyûb Aleyhisselâm, bir peygamber idi. Pek çok malı ve Şam tarafında çok mülkü vardı. Her makbul kulunu ve peygamberini Allah imtihana çektiği gibi onu da denedi. Cümle emlâki emvâli elinden gitti. O yine şükrett

ezel sabahı

  • Allah tarafından bütün varlıkların yoktan var edildiği an.

ezel ve ebed sultanı

  • Başlangıç ve sonu olmaksızın, egemenliği, saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

ezeli nutuk / ezelî nutuk

  • Allah'ın ezelî konuşması.

ezkar / ezkâr

  • Zikirler, Allah'ı anmalar.
  • Zikirler, Allahı anmalar.

fa'al-i hallak / fa'âl-i hallâk

  • Herşeyi devamlı olarak yaratan, dilediğini dilediği gibi yapan Allah.

fa'alün lima yürid / fa'âlün limâ yürid

  • Dilediğini mükemmel şekilde yapan Allah.

faaliyet-i ilahiye / faaliyet-i ilâhiye

  • Allah'ın varlık âleminde gerçekleştirdiği faaliyetler.

faaliyet-i kudret

  • Allah'ın sonsuz kudretiyle ortaya çıkan fiiller, işler.

faaliyet-i rabbaniye / faaliyet-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare edip egemenliği altında bulunduran Allah'ın faaliyet ve icraatı.

faaliyet-i rububiyet

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın faaliyeti.
  • Allah'ın rububiyet faaliyeti ve icraatı.

faalünlimayürid / faalünlimâyürîd

  • Her istediğini yapabilen Allah.

fahişe

  • Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın.
  • Allah'ın menettiği şey.
  • Zâniye. Kahbe.

fail-i ferd-i samed / fâil-i ferd-i samed

  • Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğu ve her şeyi tek başına yapan Allah.

fail-i hakiki / fâil-i hakikî

  • Bir işte hakiki te'sir sahibi. Onu hakkı ile yapan (Allah C.C.)

fail-i hakim / fâil-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan Allah.

fail-i hakim-i rahim / fâil-i hakîm-i rahîm

  • Herşeyi sonsuz hikmet ve rahmetle yapan Allah.

fail-i kadir / fâil-i kadîr

  • Her şeye gücü yeten, kudret sahibi olan fâil, Allah.

fail-i muhtar / fâil-i muhtâr

  • Kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan Allah.

fail-i mükemmel / fâil-i mükemmel

  • Her fiili ve işi mükemmel olan Allah.

fail-i zülcelal / fâil-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah.

fakir

  • Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
  • Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.

fakir-i müstağni / fakir-i müstağnî

  • Fakir olmakla birlikte Allah'tan başkasına muhtaç olmayan kişi.

fakr

  • İhtiyaç, yoksulluk.
  • Azlık, muhtaçlık.
  • Cenab-ı Hakk'a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek.
  • Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah'a âit olduğunu bilmek.
  • Fakirlik. Tasavvufta her zaman her işte Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek.

fakr-ı mutlak

  • Mutlak fakirlik. Mü'min bir kulun Cenâb-ı Hakka karşı mutlak muhtaç halde olduğunu bilişi. Nihayetsiz muhtaç olduğu Allaha (C.C.) ve emirlerine tam teslimiyyetle sığınması hâleti.

falık / fâlık

  • Çatlatan. Açan. Büyümesi için tohumu açan, yaratan. (Allah C.C.)
  • Büyümesi için tohumu çatlatan Allah.

falık-ül habbi venneva / fâlık-ül habbi vennevâ

  • Tohum ve çekirdekleri açarak büyüten (Allah C.C.)

falıku'l-habbi ve'n-neva / fâlıku'l-habbi ve'n-nevâ

  • Tohum ve çekirdekleri çatlatıp açarak filiz çıkaran Allah.

fani / fânî

  • Yok olucu, geçici, devamlı olmayan.
  • Tasavvufta Allahü teâlâdan başkasını unutan, bunların sevgisinden kurtulan kimse.

fariza / farîza

  • Farz, Allah'ın emri.
  • Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife.
  • Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay.
  • Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife.
  • Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.

fariza-i cihad

  • Cihad farzı; din uğrunda, Allah için çeşitli şekillerde mücadele etme zorunluluğu.

farz

  • Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde yapılmasını açıkca bildirdiği emirler.

fasık / fâsık

  • Allah'ın emirlerini tanımayan, günah işleyen.
  • (Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.

fasık-ı gafil / fâsık-ı gafil

  • Âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse.

fatımat-üz zehra

  • Hz. Resul-i Ekremin (A.S.M.), Hz. Hatice'den doğma kızı. Hicretten 18 yıl önce doğmuş, Hz. Ali ile evlenmiş ve Hz. Hasan ve Hüseyin'in vâlideleri olmuştur. Peygamberimizden (A.S.M.) 6 ay sonra dâr-ı bekaya göçmüştür. (Radıyallahü anha)

fatır / fâtır

  • Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
  • Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. Hârika üstün san'atiyle yaratan. Halkedici Allah (C.C.)
  • Benzeri bulunmayan eserleri yaratan Allah.

fatır-ı akdes / fâtır-ı akdes

  • Varlıkları hiç yoktan benzersiz olarak yaratan ve bütün noksanlıklardan yüce olan Allah.

fatır-ı alim / fâtır-ı alîm

  • Herşeyi bilen ve harika üstün san'atıyla yaratan, sonsuz ilim sahibi Allah.

fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal

  • Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı hakim / fâtır-ı hâkîm

  • Her şeyi hikmetle ve benzersiz olarak yaratan Allah.

fatır-ı hakim-i zülcelal / fâtır-ı hakîm-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde benzersiz yaratan Allah.

fatır-ı hakim-i zülcemal / fâtır-ı hakîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kadir / fâtır-ı kadîr

  • Herşeye gücü yeten yaratıcı, Allah.

fatır-ı kàdir / fâtır-ı kàdir

  • Herşeye gücü yeten yaratıcı; Allah.

fatır-ı kerim / fâtır-ı kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi hârika, eşsiz sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kerim-i zülcemal / fâtır-ı kerîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm

  • Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı rahman / fâtır-ı rahmân

  • Rahmet ve şefkati sınırsız olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.

fatır-ı zülcelal / fâtır-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı zülcemal / fâtır-ı zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi benzersiz yaratan Allah.

fatır-üs semavat / fâtır-üs semâvât

  • Gökleri yaratan, Allah.

fazl-ı ilahi / fazl-ı ilâhî / فَضْلِ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın lütfu, ihsânı.
  • Allahın ihsânı.

fazl-ı rabbani / fazl-ı rabbâni

  • Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sunduğu manevî ihsan ve nimetler.

fazl-ı rahman / fazl-ı rahmân

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah'ın yardımı.

fazl-ı rahmani / fazl-ı rahmânî

  • Sonsuz merhamet sahibi Allah'ın ikramı, ihsanı.

fe-lillahi'l-hamdu / fe-lillâhi'l-hamdu

  • Allah'a hamd olsun.

fe-sübhanallah

  • Allah (C.C.) ne güzel yaratmış; Allah Sübhândır, bütün noksanlıklardan münezzehtir; Her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifâde için söylenir.)

fecr-i haşir

  • Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma sabahı.

fehm-i uluhiyet / fehm-i ulûhiyet

  • Cenâb-ı Allah'ın ilahlığını anlama; İlâhlık anlayışı.

felillahi'l-hamdü ve'l-minnetü / felillâhi'l-hamdü ve'l-minnetü

  • "Hamd ve minnet sadece Allah'a aittir".

felillahilhamd / felillâhilhamd

  • "Allah'a hamd olsun".
  • Allaha hamdolsun.

fena / fenâ

  • Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.

fena fillah / fenâ fillah / fenâ fillâh / فَنَا فِي اللَّهْ

  • Kalbin yalnız Allahü teâlâyı sevmesi, O'nun beğendiği şeylerde fâni olmak yâni O'nun sevdiklerini sevmek O'nun sevdiklerini kendi için sevgili bilmek.
  • Allah'ta fâni olmak, bütün benliğini Allah'a verme ve sadece Onu düşünme.
  • Herşeyi Allah'tan bilme, kendi arzularını terk edip Allah'da fânî olma.

fena fillah makamı / fenâ fillâh makamı

  • Allah'ın varlığında tamamen yok olma makamı, Onun varlığına dalıp kendinden tamamen vazgeçme makamı.

fena-i kalb / fenâ-i kalb

  • Mahlûkların (yaratılmışların) varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak. Kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutması.

fena-i nefs / fenâ-i nefs

  • İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması. Benliği unutup, bırakması. Yâni Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi.

fenafillah / fenâfillâh / فَنَا فِي اللّْٰهْ

  • Allah'a, Onda fâni olacak seviyede bağlanma.
  • Dünyayı kalben terkedip tamamen Allaha yönelmek.
  • Kendinde olan herşeyi Allah'tan bilme, O'nda fânî olma.

feraiz / ferâiz

  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

feraiz-i ilahiye / ferâiz-i ilâhiye

  • Allah'ın zorunlu kıldığı görevler, farzlar.

ferd ve ehad

  • Tek ve benzersiz olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah.

ferd-i samed

  • Bir ve tek olan ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah.

ferd-i vahid / ferd-i vâhid / فَرْدِ وَاحِدْ

  • Bir ve tek olan (Allah).

ferdiyet / فَرْدِيَتْ

  • Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan
  • Allahın tek olması.

ferdiyet-i rabbaniye / ferdiyet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın bir ve benzersiz oluşu.

ferman-ı celil / ferman-ı celîl / فَرْمَانِ جَلِيلْ

  • Cenab-ı Allah'ın yücelerden gelen fermanı.
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olan (Allah)'ın buyruğu, Kur'ân.

ferman-ı ilahi / ferman-ı ilâhî

  • Allah'ın emir ve buyruğu.
  • Allah buyruğu.
  • Allah'ın fermanı.

ferman-ı rabbani / fermân-ı rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın emir ve buyruklarının yazılı olduğu Hizbü'l-Ekber.

ferman-ı rahman / ferman-ı rahmân

  • Rahmân olan Allah'ın buyruğu, Kur'ân-ı Kerim.

ferman-ı rahmani / ferman-ı rahmânî

  • Rahmân olan Allah'ın buyruğu.

ferman-ı sübhani / ferman-ı sübhânî

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın fermanı, buyruğu.

fesübhanallah / fesübhânallah

  • Allah bütün noksanlıklardan uzaktır.
  • "Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir" anlamında kullanıp hayret ve hayranlığı ifade eden kelime.

fetebarekallah / fetebârekallah / fetebârekâllah

  • Allah mübarek etsin.
  • Şânı ne yücedir Allah'ın.

feth-i suver

  • Allah'ın Fettâh isminin tecellisiyle her canlıda suretlerin açılması, yaratılması.
  • Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.

fettah / fettâh / فَتَّاحْ

  • (Fetih. den) En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. Her şeyi en iyi cihetten açan. Her şeyi açan. Zabteden Allah (C.C.)
  • Herşeyi lâyık olduğu şekil ve suretlerde açan, fetihler ve açılımlar müyesser eden Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına hayır kapılarını, dileklerine kavuşmak istiyen kullarına kapalı kapıları açan, peygamberlerini düşmanlarının elinden kurtarıp, memleketlerin fethini müyesser (kolay) kılan; evliyâsına (sevdiği kullarına) melekûtünün (gözle görülmeyen
  • Her şeyi görülmedik biçimlerde açan Allah.
  • Herşeyi her cihetle açan (Allah).

fettah-ı allam / fettâh-ı allâm

  • Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah.

fettahiyet / fettâhiyet

  • Fethedicilik; Allah'ın her şeye lâyık bir şekil ve suret verme sıfatı.

feya sübhanallah / feyâ sübhanallah

  • Ey her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah mânâsında bir şeyin tuhaflığını bildirmek için şaşkınlık ifadesi olarak kullanılır.

feyyaz

  • Feyiz, bereket ve bolluk veren. Allah.

feyyaz-ı mütea / feyyâz-ı müteâ

  • Çok bereket ve bolluk veren yüce Allah.

feyyaz-ı müteal / feyyaz-ı müteâl / feyyâz-ı müteâl / فَيَّاضِ مُتَعَالْ

  • Çok feyz ve bereket veren. Müteâl olan Allah (C.C.)
  • Hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok bereket ve bolluk veren yüce Allah.
  • Çok feyiz ve bereket veren yüce Allah.

feyyaz-ı mutlak / feyyâz-ı mutlak

  • Mutlak ve sonsuz feyiz ve bolluk sahibi. Allah.
  • Sınırsız feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.

feyyaz-ı rahmani / feyyaz-ı rahmânî

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın feyiz, bereket ve ihsanı.

feyz-i fazl

  • Allah'ın lütuf ve ihsanının bereketi.

feyz-i hak

  • Allah'ın feyzi, mânevi gıda ve bereketi.

feyz-i ilahi / feyz-i ilâhî

  • Allah'ın sunduğu manevî feyiz ve lütuf.

feyz-i ilahiye / feyz-i ilâhîye

  • Allah'ın feyzi, lütfu.

feyz-i rahman / feyz-i rahmân

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın lûtfu, ihsanı.

feyz-i tecelli / feyz-i tecellî / فَيْضِ تَجَلِّي

  • Allah'ın isimlerinin görünmesinin manevi zevki, bereketi.

fezleke-i tevhid

  • Allah'ın birliğini gösteren öz, cümle.

fi aman-illah

  • Allahın muhafaza, siyânet ve hıfzında.

fi emrillah / fî emrillâh

  • Allah'ın emrinde.

fi sebilillah / fî sebilillah / fî sebîlillâh

  • Allah yolunda, karşılık beklemeksizin.
  • Sırf Allah yolunda, Allah için.

fihriste-i san'at-ı rabbaniye / fihriste-i san'at-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların özeti ve listesi.

fiil-i ilahi / fiil-i ilâhî

  • Allah'a ait fiiller.

fiil-i rabbaniye / fiil-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiil ve icraatı.

fiil-i rububiyet

  • Cenab-ı Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiili.

fıkıh

  • (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin

fikir ve zikir

  • Allah'ı tefekkür etme ve anma.

fikr-i küfri / fikr-i küfrî

  • Allah'ın varlığını inkâr etme düşüncesi.

fikr-i ruhbaniyet

  • Hıristiyanlık dininde Allah ile kullar arasında vasıta olarak ruhbanların bulunması gerektiğine dair düşünce.

fillah

  • Allah için.

fir'avn

  • Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
  • İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.

fir'avniyyet

  • Firavun gibi oluş, isyankârlık ile Allah'ı tanımayış. İnat ile Allah'a isyan edip halkı sapık yollara, dalâlete ve dinsizliğe sevke çalışmak.

firaset / firâset

  • Allahü teâlânın, mü'minlere ihsân ettiği işlerin iç yüzüne vâkıf olma kuvveti.

fisebilillah / fîsebilillah / fîsebîlillâh

  • Allah yolunda. Allah için.
  • Sadece Allah için.
  • Allah yolunda ve Allah rızası için.
  • Allah yolunda. Bir işin karşılıksız, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapıldığını ifâde eden bir tâbir.

fısk

  • Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak.
  • Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymama, isyân, günâh.
  • Hak yolundan çıkmak, Allah'a karşı isyan etmek.
  • Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık.

fısk u fücur

  • Allah'a isyan içinde olmak, günah işlemek.

fıtratullah

  • Allahü teâlânın dîni, İslâmiyet.

fonoğraf-ı rabbani / fonoğraf-ı rabbânî

  • Allah'a ait fonoğraf, ses cihazı.

furkan-ı cismani / furkan-ı cismânî

  • Cisim haline gelmiş, hakkı batıldan ayıran Kur'ân gibi Allah'ı tanıttıran kâinat kitabı.

furkan-ı ilahi / furkan-ı ilâhî

  • Allah tarafından gönderilen ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur'ân.

gadab

  • Allah'ın gazap etmesi, musibet vermesi.
  • Hiddet, öfke, kızgınlık.
  • Allahü teâlânın, emrine karşı gelen kullarından intikam almak istemesi.

gadab-ı ilahi / gadab-ı ilâhî

  • Allah'ın gazabı; bir hikmete binaen Allah tarafından gelen musibet, belâ.

gadir-i hum hadisi / gadîr-i hum hadîsi

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye giden yol üzerindeki Gadîr-i Hum denilen vâdide buyurduğu hadîs-i şerîf.

gaferahullah

  • Allah onu bağışlasın.

gaffar / gaffâr / غَفَّارْ

  • Ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve kabahatları çok bağışlayan.
  • Günahları affeden ve bağışlayan Allah.
  • Çok bağışlayan (Allah).

gaffar-üz-zünub

  • Günahları örten, affeden Allah (C.C.)

gafil / gâfil

  • Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)
  • Gaflette olan. Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutan kimse.
  • Duyarsız, umursamaz.
  • Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan.

gafir

  • Mağfiret eden, kusurları örten, afveden Allah (C.C.)

gaflet

  • Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
  • Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali.
  • Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma hâli.

gaflet-i mutlaka

  • Tam anlamıyla âhiretten, Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hâli.

gafletli

  • Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranan.

gafur / gafûr

  • Çok merhamet eden, günahları bağışlayan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh, ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.
  • Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah'ın adlarından biri)
  • Günahları daima ve pek çok affeden, Allah.

gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm

  • Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.

gani / ganî

  • Sonsuz zengin olan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya, hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da denir.
  • Her cihetle sonsuz zenginlik sahibi olan Allah.

ganiyy-i ale'l-ıtlak

  • Her cihetle sınırsız zenginlik sahibi Allah.

ganiyy-i alel'ıtlak / ganiyy-i alel'ıtlâk / غَنِيِّ عَلَي الْاِطْلَاقْ

  • Nihayetsiz zenginlik sâhibi olan (Allah).

ganiyy-i kerim / ganiyy-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve zenginlik sahibi olan Allah.

ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî

  • Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.

ganiyy-i mutlak / غَنِيِّ مُطْلَقْ

  • Hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçları gayb hazinelerinde bulunan sınırsız zenginliğe sahip olan Allah.
  • Nihâyetsiz zenginlik sâhibi olan (Allah).

ganiyy-i rahim / ganiyy-i rahîm

  • Sınırsız zenginlik sahibi olan, şefkat ve merhamet sahibi Allah.

garabet-i san'at-ı ilahiye / garâbet-i san'at-ı ilâhiye

  • Allah'ın hayranlık uyandıran san'atı.

garur

  • Dünyada insana gurur veren herhangi bir şey.
  • Aldatıcı.
  • Allahı unutturan.

gavsü'l-vasılin / gavsü'l-vâsılîn

  • Hakikate, marifete ermiş anlamına gelen, Allah'ın sevgili kulu, irşad eden büyük zât.

gavur / gâvur

  • Kâfir, Allah'ı veya Onun bildirdiği kesin olan şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse.

gayb

  • Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
  • Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
  • Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ

gayb alemi / gayb âlemi

  • Görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar.

gayr / غَيْرْ

  • (Allahtan) Başka.

gayr-ı meşru'

  • Allah'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.

gayr-ı mütevekkil

  • Tevekkül etmeyen, sadece sebeplere takılıp neticeyi Allah'tan beklemeyen.

gayret-i cahiliye / gayret-i câhiliye

  • Körü körüne uğraşmak. Allah'ın razı olmadığı lüzumsuz şeylere kıymet vererek didinmek.

gayret-i hüda pesendaneleriyle / gayret-i hüdâ pesendâneleriyle

  • Allah'ın râzı olacağı işleri yapmak için gayret etmekle.

gayret-i ilahiyye / gayret-i ilâhiyye

  • Allahü teâlânın kullarından beğenmediği hallerin ayrılmasını istemesi, böyle şeylere rızâ göstermemesi.

gayretullah

  • Allah'ın hak dinini koruma sıfatı.
  • Allahın gayreti, hakkı koruma sıfatı.

gayrullah

  • Allahtan başkası, yaratılanlar.
  • Allah'tan gayrisi, yaratılan her şey.

gaza ordusu / gazâ ordusu

  • Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanı korumak için düşmanla savaşan müslüman askerler.

gazab-ı ilahi / gazab-ı ilahî / gazab-ı ilâhî

  • Allah'ın gazabı. Belâ, musibet.
  • Allah'ın gazabı, kahrı.

gazab-ı ilahiye / gazab-ı ilâhîye

  • Allah'ın gazabı.

gazi / gâzi

  • Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve vatanına saldıran düşmanı kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman.

gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik

  • Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.

gıda

  • Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
  • Kuşluk vakti yenen yemek.
  • Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.

gılman

  • Allahü teâlânın Cennet'tekilere hizmet için nûrdan yarattığı hizmetçiler.

gına-yı ilahiye / gınâ-yı ilâhiye

  • Allah'ın sınırsız zenginliği.

gına-yı rabbaniye / gınâ-yı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye eden ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sonsuz zenginliği.

gird-gar / gird-gâr

  • Allah.Yaratıcı. Kudret sahibi. (Farsça)

gül-ü tevhid

  • Tevhit gülü (burada her şeyin bir olan Allah'a ait olması güle benzetilmiş.

gulat-ı şia / gulât-ı şîa

  • Allah, hazret-i Ali'ye hulûl etmiş girmiştir; hâşâ, hazret-i Ali tanrıdır diyenler. Gulât da denir.

güldeste-i marifet

  • Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.

günah

  • Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Farsça)

güruh-u mücahidin / gürûh-u mücahidîn

  • Allah yolunda cihad edenler topluluğu.

habib / habîb

  • Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Sevgili.

habib-i ekrem / habîb-i ekrem

  • Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamberimiz Hz. Muhammed.

habib-i hakiki / habîb-i hakikî

  • Gerçek sevgili olan Allah.

habib-i huda / habib-i hudâ

  • Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i hüda

  • Allah'ın en sevgili kulu; Hz. Peygamber (a.s.m.).

habib-i kibriya / habib-i kibriyâ

  • Allah'ın en büyük sevgilisi ve yüce peygamberi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i kuddus / habib-i kuddûs

  • Pak ve temiz olan Allah'ın sevgilisi; Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i rabbü'l-alem / habîb-i rabbü'l-âlem

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed.

habib-i rabbü'l-alemin / habîb-i rabbü'l-âlemîn

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed.

habib-i rahman / habib-i rahmân

  • Sonsuz merhamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklara şefkatle rızıklarını veren Allah'ın en sevdiği kulu olan Hz. Muhammed.

habib-i rahmani / habib-i rahmânî

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'ın sevgili kulu; Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i zişan / habib-i zîşân

  • Şan ve şeref sahibi, Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i zülcelal / habib-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah'ın sevdiği, Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-ullah

  • (Habib-i Hudâ) Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed (A.S.M.)

habibi rabbü'l-alem / habîbi rabbü'l-âlem

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

habibiyet / habîbiyet

  • Allah'ın en sevgili kulu olma.

habibullah / habîbullah

  • (Allah'ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
  • Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Allahü teâlânın sevgilisi manasına, Muhammed aleyhisselâm.
  • Allahın sevgili kulu.

habir / habîr

  • Haberli. Haberdar. Agâh. Âlim. Arif-i billâh.
  • Herşeyi bilen Allah (C.C.)
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda
  • Her şeyden haberi olan Allah.

habir-i basir / habîr-i basîr

  • Kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen, herşeyden haberdar olan ve her şeyi gören Allah.

habl-i metin-i ilahi / habl-i metîn-i ilâhî

  • Allah'ın sağlam ve kopmaz ipi.

hablullah

  • Allah'ın ipi. Kur'an-ı Kerim. Allah'a kavuşma vasıtası. İhlâs. İtaat. Cemaat.
  • Allah'ın sağlam ipi.
  • Allahü teâlânın ipi, Kur'ân-ı kerîm veya İslâm dîni.
  • Allahın ipi.

hablullahi'l-metin / hablullahi'l-metîn

  • Allah'ın hiçbir şekilde kopmayan ipi.

hadi / hâdî

  • Hidayet veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına (seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara) yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tan ıtan yüce Allah.

hadis-i kudsi / hadis-i kudsî / hadîs-i kudsî

  • Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis.
  • Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler.
  • Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Cenâb-ı Haktan "Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur" diyerek rivayet ettiği (naklettiği) Kur'ân-ı Kerîm dışındaki sözler.

hadis-i nasih / hadîs-i nâsih

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.

hadise-i rububiyet

  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın gerçekleştirdiği hadise.

hafid / hâfid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanl arının başlarını aşağı eğdiren.

hafiz / hafîz

  • Her şeyi koruyan ve saklayan Allah.

hafız / hâfız / حَافِظْ

  • Çokça muhâfaza edici (Allah).

hafiz / hafîz / حَف۪يظْ

  • Çokça muhafaza edici (Allah).

hafiz-i alim / hafîz-i alîm

  • Herşeyi koruyup saklayan, ilmi herşeyi kuşatan sonsuz ilim sahibi Allah.

hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakikî

  • Hakiki ve tam muhafaza eden. (Allah)
  • Asıl olarak herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.

hafiz-ı hakiki / hafîz-ı hakikî

  • Her şeyin gerçek koruyucusu olan ve her şeyi bütün özellikleriyle kaydedip muhafaza eden Allah.

hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakîkî / حَافِظِ حَق۪يق۪ي

  • Gerçek muhafaza edici (Allah).

hafiz-i hakim / hafîz-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan ve koruyup saklayan Allah.

hafiz-i rahim / hafîz-i rahîm

  • Sonsuz rahmetiyle kullarını koruyup gözeten Allah.

hafiz-i zülcelal / hafîz-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan Allah.

hafiz-i zülcelal-i ve'l-ikram / hafîz-i zülcelâl-i ve'l-ikram

  • Sonsuz haşmet, yücelik ve ikram sahibi olan, herşeyi koruyup gözeten ve muhafaza eden Allah.

hafizallah

  • Allah korusun. Allah muhafaza etsin, Allah saklasın (anlamındadır).

hafiziyet-i rabbaniye / hâfiziyet-i rabbâniye

  • Her bir varlığı terbiye ve idare eden Allah'ın her şeyi koruyup saklaması.

hak / حَقْ

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
  • İslâmiyet.
  • Gerçek, doğru.
  • Alacak.
  • Pay, hisse.
  • Hâtır, hürmet.
  • İnsanı
  • Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).

hak sübhanehu / hak sübhânehu

  • Hakkın ta kendisi, her türlü kusur ve eksiklikten uzak Allah.

hak sübhanehu ve teala / hak sübhânehu ve teâlâ

  • Hakkın ta kendisi, her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah.

hak teala / hak teâlâ

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan yüce Allah.
  • Yüce Allah. Allah celle celâlühü.

hak teala ve tekaddes hazretleri / hak teâlâ ve tekaddes hazretleri

  • Varlığı gerçek olan, her şeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan ve her türlü kusur ve noksanlıktan sonsuz derece uzak olan yüce Allah.

hakaik-i aliye-i ilahiye / hakaik-i âliye-i ilâhiye

  • Allah'a ait yüksek, yüce hakikatler, gerçekler.

hakaik-ı ilahiye / hakaik-ı ilâhiye

  • Allah'a ait olan gerçekler.

hakaik-i ilahiye / hakaik-i ilâhiye

  • Allah'ın zât ve sıfatlarına ait gerçekler.

hakaik-i kudsiye-i ilahiye / hakaik-i kudsiye-i ilâhiye

  • Allah'a ait olan kutsal hakikatler, gerçekler.

hakaik-ı şeriat / hakâik-ı şeriat

  • Allah'ın koyduğu kanunlarda bulunan hakikatler.

hakem / حَكَمْ

  • Her şey hakkında küllî ve genel hükmü veren ve her şeyi küllî hükme göre adalet ve denge ile yaratan Allah.
  • İki tarafın, hükmüne rızâ göstermek için seçtikleri kimse. Haklı ile haksızın ayrılmasında aracılık eden kimse.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından; hükmedici, hak ile bâtılı ayırıcı.
  • Haklı ile haksızı ayıran Allah.
  • Nihâyetsiz hikmet ve hüküm sâhibi (Allah).

hakem-i zülcelal / hakem-i zülcelâl

  • Herbir şey nasıl olacaksa onun keyfiyeti hakkında genel hükmü veren sonsuz haşmet sahibi Allah.

hakikat / hakîkat

  • Bir lafzın (sözün) asıl mânâsı.
  • Gerçek.
  • Kötülüklerin kalbden tekellüfsüzce, zorlanmadan gitmesinin gerçekleşmesi, fenâ(Allahü teâlâdan başka her şeyi unutma) mertebesi.
  • Mâhiyet.

hakikat-i arşiye

  • Arşa ait olan hakikat (Allah'tan gelen doğru gerçek).

hakikat-ı tevhid

  • Herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bilme ve inanma hakikati, gerçeği.

hakikat-i tevhid

  • Allah'ın bir ve tek olduğu ve ondan başka ilâh olmadığı gerçeği.

hakiki ihlas / hakikî ihlâs

  • Gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet.

hakim / hakîm / hâkim / حَك۪يم

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici.
  • Hikmet ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.
  • Âlim, bilgin.
  • Doktor.
  • Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden)
  • Her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten Allah.
  • Galib. Haklı ve haksızı ayırıp hak ve adalet üzere hükmeden. Başkasını müdahale ettirmeden idare eden, Allah (C.C.)
  • Memleketi idare eden.
  • Mahkeme reisi. (Hâkim-i Hakikî, Hâkim-i Ezelî, Hâkim-i Mutlak, Hâkim-i Zülcelâl, Hâkim-i Lemyezel... gibi isimlerle, Cenab-ı Hakk'a âit ol
  • Her işi hikmetli olan (Allah).

hakim-i arz ve semavat / hâkim-i arz ve semâvât

  • Göklerin ve yerin hâkimi Allah.

hakim-i bilhak / hâkim-i bilhak

  • Hak ve adalet ile hükmeden, yargılayan Allah.

hakim-i bimisal / hâkim-i bîmisâl

  • Hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve yerli yerinde yaratan ve eşi, benzeri olmayan Allah.

hakim-i ezel / hâkim-i ezel

  • Hükümranlığı ve hâkimiyeti bütün zamanları kaplayan Allah.

hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed / حَاكِمِ اَزَلْ وَ اَبَدْ

  • Varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah.
  • Başlangıç ve sonu olmamanın mutlak hakimi (Allah).

hakim-i ezeli / hâkim-i ezelî / حاَكِمِ اَزَل۪ي / hakîm-i ezelî / حك۪يمِ اَزَل۪ي

  • Varlığının başlangıcı olmayıp sürekli var olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah.
  • Başlangıcı olmayıp hükmedici olan (Allah).
  • Başlangıcı olmayıp her işi hikmetli olan (Allah).

hakim-i hafiz / hâkim-i hafîz

  • Herşeye hükmeden ve herşeyi saklayıp koruyan Allah.

hakim-i hakim / hâkim-i hakîm / حَاكِمِ حَكِيمْ

  • Herşeyi hikmetle yapan ve herşeyi hükmü altında tutan Allah.
  • Her işi hikmetli olup hükmedici olan (Allah).

hakim-i ilahi / hakîm-i ilâhî / hakîm-i ilahî / حَكِيمِ اِلَهِي

  • Aklıyla Allah'ı bulmaya çalışan hikmet sahibi zât.
  • Allah'ın kendisine hikmet verdiği zat.

hakim-i kadir / hakîm-i kadîr

  • Her şeyi hikmetle yapan sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

hakim-i kerim / hakîm-i kerîm

  • Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah.

hakim-i layezal / hakîm-i lâyezâl

  • Varlığının sonu olmayan, herşeyi hikmetle yapan Allah.

hakim-i müdebbir / hâkim-i müdebbir

  • İlmiyle herşeyin sonunu görüp idare eden, ona göre hikmetle iş yapan Allah.

hakim-i mutlak / hakîm-i mutlak / hâkim-i mutlak / حاَكِمِ مُطْلَقْ / حَك۪يمِ مُطْلَقْ

  • Allah.
  • Tam ve gerçek hükmedici olan Allahü teâlâ.
  • Herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah.
  • Nihayetsiz hüküm sâhibi (Allah).
  • Nihayetsiz hikmet sâhibi (Allah).

hakim-i pür-kemal / hakîm-i pür-kemâl

  • Her işini hikmetle, yapan ve mükemmelliğin sonsuz derecesine sahip olan Allah.

hakim-i rahim / hakîm-i rahîm / حَك۪يمِ رَح۪يمْ

  • Herşeyi hikmetle yapan her bir varlığa özel şefkat ve merhameti olan Allah.
  • Her işi hikmetli olup çokça rahmet sâhibi olan (Allah).

hakim-i zülcelal / hâkim-i zülcelâl / حَاكِمِ ذُوالْجَلَالْ / hakîm-i zülcelâl / حَك۪يمِ ذُوالْجَلَالْ

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah.
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olup hükmeden (Allah).
  • Büyüklük ve kahır sâhibi olup her işi hikmetli olan (Allah).

hakim-i zülcemal / hakîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi hikmetle yaratan Allah.

hakim-i zülkemal / hâkim-i zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik sahibi ve herşeye hükmeden Allah.

hakimiyet / hâkimiyet

  • Hikmetlilik; Allah'ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı ve tecellîsi.

hakimiyet-i esma / hâkimiyet-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin egemenliği, hâkim olması.

hakimiyet-i ilahiye / hâkimiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeyi belli bir amaç ve fayda doğrultusunda yerli yerinde yaratması.

hakimiyet-i rububiyet / hâkimiyet-i rububiyet

  • Rablığın egemenliği; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

hakimiyet-i uluhiyet / hâkimiyet-i ulûhiyet

  • Allah'ın sınırsız egemenliği.

hakk / حَقّ

  • Doğru, gerçek. Cenâb-ı Allah'ın ismi.
  • Allah.
  • Doğruluk, insaf, hak. (Allah'ın isimlerinden biri)
  • Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).

hakperestlik

  • Yalnız Allah'a kulluk etmek.

hal-i haşiane / hal-i hâşiâne

  • Huşu içinde, Allah'tan korkmayı ve alçakgönüllülüğü gösteren hal.

halife / halîfe

  • Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
  • Birinin yerine geçen.
  • Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
  • Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.

halık / hâlık

  • Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.)
  • Yaratıcı, herşeyi yaratan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi taktîr ve tâyin eden, yaratan.
  • Yaratan, yaratıcı. (Allah'ın isimlerinden)

halık teala / hâlık teâlâ

  • Herşeyi var eden, yüce yaratıcı, Allah.

halık-ı adl u hakim / hâlık-ı adl u hakîm

  • Herşeyi adaletle ve hikmetle yaratan Allah.

halık-ı alem / hâlık-ı âlem

  • Âlemin yaratıcısı Allah.

halık-ı alem hazretleri / hâlık-ı âlem hazretleri

  • Âlemin yaratıcısı olan yüce Allah.

halık-ı arz / hâlık-ı arz

  • Yerin yaratıcısı olan Allah.

halık-ı arz ve semavat / hâlık-ı arz ve semâvât

  • Gökleri ve yeri yaratan Allah.

halık-ı azam / hâlık-ı âzam

  • Her şeyi yaratan yüce Allah.

halık-ı ferd / hâlık-ı ferd

  • Bir ve benzersiz olan, herşeyi yaratan Allah.

halık-ı hakiki / hâlık-ı hakikî

  • Bütün varlıkların gerçek yaratıcısı olan Allah.

halık-ı hakim / hâlık-ı hakîm

  • Her şeyi hikmetle yaratan Allah.

halık-ı hakim-i alim / hâlık-ı hakîm-i alîm

  • Her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan ve yarattığı herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah.

halık-ı hakim-i rahim / hâlık-ı hakîm-i rahîm

  • Her şeyin yaratıcısı olan, her şeyi hikmetle yaratan ve herbir şeye özel rahmet ve merhamet tecellîsi olan Allah.

halık-ı hayat / hâlık-ı hayat

  • Hayatı yoktan yaratan Allah.

halık-ı kadim-i kadir / hâlık-ı kadîm-i kadîr

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan, varlığının başlangıcı olmayan, her şeyi yaratan Allah.

halık-ı kadir / hâlık-ı kadîr

  • Bütün varlıkların yaratıcısı olan ve her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah.

halık-ı kainat / hâlık-ı kâinat

  • Evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah.

halık-ı kerim / hâlık-ı kerîm

  • İkramı bol ve her şeyi yaratan Allah.

halık-ı kerim ve rahim / hâlık-ı kerîm ve rahîm

  • Sonsuz cömertlik ve merhamet sahibi ve her şeyi yaratan Allah.

halık-ı küll / hâlık-ı küll

  • Herşeyi yaratan Allah.

halık-ı külli şey / hâlık-ı küllî şey

  • Herşeyin yaratıcısı olan Allah.

halık-ı lemyezel / hâlık-ı lemyezel

  • Ezelî, ebedî olan ve her şeyi yaratan Allah.

halık-ı mennan / hâlık-ı mennân

  • Sayısız nimet veren ve ihsanı bol Allah.

halık-ı mevt ve hayat / hâlık-ı mevt ve hayat

  • Hayatı ve ölümü yaratan Allah.

halık-ı mutlak / hâlık-ı mutlak

  • Bütün kâinatın sınırsız güç ve kudretiyle mutlak yaratıcısı olan Allah.

halık-ı rahim / hâlık-ı rahîm

  • Rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve herşeyi yaratan Allah.

halik-ı rahim / hâlik-ı rahîm

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi yaratan Allah.

halık-ı rahim ve hakim / hâlık-ı rahîm ve hakîm

  • Sonsuz merhamet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yaratan Allah.

halık-ı rahim ve kerim / hâlık-ı rahîm ve kerîm

  • Sonsuz merhamet ve cömertlik sahibi olan yaratıcı, Allah.

halık-ı rahman / hâlık-ı rahmân

  • Rahmeti her şeyi kaplayan, yaratıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran yaratıcı, Allah.

halık-ı rahman ve rahim / hâlık-ı rahmân ve rahim

  • Rahmeti herşeyi kaplayan ve herbir varlıkta rahmet ve şefkati tecelli eden yaratıcı, Allah.

halık-ı rahman-ı rahim / hâlık-ı rahmân-ı rahîm

  • Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan her şeyin yaratıcısı Allah.

halık-ı rahmanü'r-rahim / hâlık-ı rahmânü'r-rahîm

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren, sonsuz rahmetiyle her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.

halık-ı semavat / hâlık-ı semâvat

  • Gökleri yaratan Allah.

halık-ı semavat ve arz / hâlık-ı semâvât ve arz

  • Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah.

halık-ı teala / hâlık-ı teâlâ

  • Herşeyi yaratan, yüce yaratıcı Allah.

halık-ı vahid / hâlık-ı vâhid

  • Bir ve tek olan, her şeyin yaratıcısı Allah.

halık-ı zişan / hâlık-ı zîşan

  • Şan sahibi, her şeyin yaratıcısı Allah.

halık-ı zülcelal / hâlık-ı zülcelâl

  • Sonsuz büyüklük, haşmet sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah.

halik-ı zülcelal / hâlik-ı zülcelâl

  • Büyüklük sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah.

halık-ı zülcelali ve'l-ikram / hâlık-ı zülcelâli ve'l-ikram

  • Haşmeti sonsuz, lütuf ve ikramları sınırsız yaratıcı, Allah.

halık-ı zülcemal / hâlık-ı zülcemâl

  • Sonsuz derecede güzellik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah.

halık-ı zülkemal / hâlık-ı zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik sahibi olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.

halıki / hâlıkî

  • Her şeyi yaratan Allah'ım.

halil-ür rahman

  • Allah'tan başkasından hiçbir zaman yardım dilemeyip, O'nun dostluğunu ihtiyar eden Hz. İbrahim'in (A.S.) lâkabıdır.

haliliye / halîliye

  • Allah'ın dostu (Halîlullah) ünvanına sahip olan Hz. İbrahim'in örnek alındığı yol.

halilullah / halîlullah

  • Allah'ın dostu, Hz. İbrahim (A.S.).
  • Allahü teâlânın dostu mânâsına İbrâhim aleyhisselâmın lakabı. Halîlürrahmân da denir.
  • "Allahın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı.

halim / halîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele etmeyen. Allahü teâlâ kullarına cezâ vermekte

halis / hâlis

  • Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
  • Pek beyaz.
  • Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
  • Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)
  • Saf, temiz, hîlesiz, katkısız. Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah için olan, riya ve gösteriş bulunmayan.

halisen lillah / hâlisen lillâh

  • Samimi bir şekilde, sadece Allah rızası için.

halisen livechillah / hâlisen livechillâh

  • Sadece Allah için.

halka-i tahmidat-ı ahmediye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) halkla beraber Allah'a hamdettiği hamd halkası.

halka-i tevhid

  • Tevhid halkası, Allah'ın bir olarak bilinip, ilân edildiği tevhid halkası.

hallak / hallâk

  • Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri (C.C.)
  • Çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
  • Yaratan, her şeyi yoktan vâr eden Allahü teâlâ.

hallak-ı alem / hallâk-ı âlem

  • Âlemlerin yaratıcısı olan Allah.

hallak-ı alim / hallâk-ı alîm

  • Küçük büyük, gizli açık, geçmiş ve gelecek her şeyi hakkıyla bilen ve kâinatta her şeyi yaratan Allah.

hallak-ı azim / hallâk-ı azîm

  • Çoklukla ve sürekli olarak yaratan büyük, yüce Allah.

hallak-ı baki / hallâk-ı bâkî

  • Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.

hallak-ı bimisal / hallâk-ı bîmisal

  • Eşi ve benzeri olmayan yaratıcı, Allah.

hallak-ı kainat / hallâk-ı kâinat

  • Kâinatı ve içindeki herşeyi yaratan Allah.

hallak-ı kerim / hallâk-ı kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan; çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.

hallak-ı lemyezel / hallâk-ı lemyezel

  • Varlığı asla son bulmayan ve herşeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.

hallak-ı rahim / hallâk-ı rahîm

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah.

hallakıyet-i ilahiye / hallâkıyet-i ilâhiye

  • Allah'ın kendi zatına yaraşan yaratıcılığı.

hallakıyet-i rabbaniye / hallâkıyet-i rabbâniye

  • Herşeyin rabbi olan Allah'ın yaratıcılığı.

hallakıyet-i umumiye / hallâkıyet-i umumîye

  • Bütün varlıklar âleminde gözlemlenen Allah'ın yaratıcılık özelliği.

halledallah

  • Allah dâim ve bâki eylesin (meâlinde duâ).

halvet der-encümen

  • Nakşibendiyye yolunda on bir esastan biri. Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak.

hamd

  • Övgü, medh.
  • Allah'a şükran hislerini bildirmek.

hamd ü şükran

  • Allah'ı minnet ve şükranla övme.

hamdele

  • Elhamdülillah veya bu mânâdaki sözler. Elhamdülillah sözünün mânâsı, Allahü teâlâya hamd olsun, ben her hâlimde O'ndan memnûnum demektir.

hamden lillah / hamden lillâh

  • Allah'a şükür.

hamid / hamîd / hâmid

  • Sena edilmeğe, medhedilmeğe elyak olan. Dünya ve âhirette hamd kendisine mahsus olan Allah (C.C.)
  • Isparta Vilâyetinin Osmanlılar devrindeki adı.
  • Allah'ın adlarından.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her dilde ve her kalbde övülen.
  • Allahü teâlâya hamdeden.
  • Cenab-ı Hakk'a hamd ü sena eden. Allah'a şükreden.
  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) isimlerindendir.

hane-i rabbaniye / hane-i rabbâniye

  • Allah'a ait olan ev.

hangah

  • Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer. (Farsça)

hanif

  • İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
  • İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
  • Eğri.
  • Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
  • İslâmiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse.

hanifen müslimen / hanîfen müslimen

  • Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur'ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare).

hannan / hannân / حَنَّانْ

  • Rahmetlerin en lâtif cilvesini gösteren, Rahman ve Rahîm olan ve çok merhametli olan Allah (C.C.)
  • Rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah.
  • Pek merhametli (Allah).

hannan-ı mennan / hannân-ı mennân

  • Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.

haram / harâm

  • Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey.
  • Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey.
  • Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde yapmayınız diye açıkça yasak ettiği şeyler.

haremeyn

  • Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ

harf-i rahmani / harf-i rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'tan gelen ve Ona ait harf.

haric

  • Günahkâr, günah işlemiş. Allahın emrini dinlememiş olan.

harici / haricî

  • Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit.
  • Zorba ve âsi olan.
  • Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden.
  • Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri.

hariciler / hâricîler

  • Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm il

harika-i hikmet-i rabbaniye / harika-i hikmet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın hikmet harikası.

harika-i kudret

  • Allah'ın kudret harikası.

harika-i san'at-ı halıkane / harika-i san'at-ı hâlıkane

  • Allah'ın yarattığı san'at harikası.

haşa / hâşâ

  • Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun... (mânasına söylenir.)

hasbeten lillah / hasbeten lillâh

  • Allah rızası için.
  • Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.
  • Allah rızası için, Allah yolunda, karşılık istemeksizin.

hasbetenlillah / حسبة ﷲ

  • Allah için.
  • Allah rızası için. (Arapça)

hasbi / hasbî

  • Karşılıksız; sırf Allah rızası için.
  • Karşılıksız. Allah rızası için.

hasbiye

  • "Hasbünallahü ve nîmel vekil" sözü.

hasbünallah

  • Allah bize yeter.

hased

  • Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.

hasenat / hasenât

  • Allahü teâlânın beğendiği işler, iyilikler. Hasenenin çokluk şekli.

hasene

  • İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş.
  • Eski altun paralardan biri.

haşeviyye

  • Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.

hasib / hasîb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her mahlûkun (yaratılmışın) varlığına, varlığının devâmına, âhirette hesâbını görmeğe kâfi olan.

haşir

  • İnsanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah'ın huzurunda toplanması.

haşir meydanı

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanılacak yer, meydan.

haşir ve neşir

  • Öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.

haşir ve neşr

  • Öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve sonra tekrar dağılma.

haşir ve neşr-i ekber

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.

haşir ve neşr-i insani / haşir ve neşr-i insanî

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanması ve tekrar dağılıp yayılması.

haşirdeki mizan

  • Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.

haşmet-i hakimiyet / haşmet-i hâkimiyet

  • Allah'ın hâkimiyetinin ihtişamı ve görkemi.

haşmet-i rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden Allah'ın idare ve egemenliğinin ihtişamı.

haşmet-i saltanat-ı ilahiye / haşmet-i saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanatının büyüklüğü ve görkemi.

haşmet-i saltanat-ı uluhiyet / haşmet-i saltanat-ı ulûhiyet

  • Allah'ın saltanatının heybet ve görkemi.

haşmet-i uluhiyet / haşmet-i ulûhiyet

  • Allah'ın ilâhlığının büyüklüğü, haşmeti.

haşr

  • (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
  • Toplama, cem'etmek.
  • Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
  • Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir
  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip muhakeme için Allah'ın huzurunda toplanması.
  • Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasâ

haşr-i azam / haşr-i âzam

  • Öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i beşer

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i beşeri / haşr-i beşerî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i cismani / haşr-i cismânî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i ekber

  • En büyük diriliş, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i insani / haşr-i insanî

  • İnsanın öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzuruna getirilmesi.

hasr-ı tesbihat

  • Bir zaman dilimini tesbihe ve Allah'ı anmaya ayırma.

haşr-i umumi / haşr-i umumî

  • Her şeyi kaplayan yeniden diriliş; her şeyin öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşredilme

  • Öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma.

haşrin cismaniyeti

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması.

haşyeten lillah

  • Allah için korku.

haşyetullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

hatem-i ehadiyet / hâtem-i ehadiyet

  • Allah'ın herbir varlıkta bir olduğunu gösteren mührü.

hatem-i rabbani / hâtem-i rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın mührü.

hatem-i rahimiyet / hâtem-i rahîmiyet

  • Allah'ın her bir varlığa şefkatini gösteren mühür.

hatem-i rahmaniyet / hâtem-i rahmâniyet

  • Allah'ın bütün varlıklar üzerinde rahmet ve merhametini gösteren mührü.

hatem-i rububiyet / hâtem-i rububiyet

  • Allah'ın rablığının, idare ve terbiye ediciliğinin mührü.

hatem-i samediyet / hâtem-i samediyet

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olmasını gösteren damga.

hatem-i tevhid / hâtem-i tevhid

  • Allah'ın birlik mührü.

hatem-i vahdaniyet / hâtem-i vahdâniyet

  • Allah'ın bir olduğunu ve ortağının bulunmadığını gösteren mühür.

hatem-i vahdet / hâtem-i vahdet

  • Allah'ın birlik mührü.

hatem-i vahidiyet / hâtem-i vâhidiyet

  • Varlık dünyası üzerinde genel olarak Allah'ın birliğini gösteren mühür.

hateme

  • "Allah, sona erdirsin." meâlinde bir dua.

hatib-i rabbani / hatib-i rabbânî

  • Allah'ın bir hutbecisi, Onun adına koşan.

hatice-i kübra / hatîce-i kübra

  • Peygamberimizin (A.S.M.) ilk zevcesi ve mü'minlerin annesi. Yirmidört sene bütün varlığıyla ve mülküyle Peygamber Efendimize hizmet etmiş ve Ona ilk olarak iman etmiştir. (Radıyallahu Anha)

hatır-ı rahmani / hatır-ı rahmanî / hâtır-ı rahmânî

  • Tasavvuf ehlinin kalbinde, Allah'ın cemal-i vahdetinin tecellisiyle tam bir sükûnet olması. Buna muhabbetullah da denir.
  • Gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce. Buna hak hâtır (doğru düşünce) denir.

hatm-i tehlil / hatm-i tehlîl

  • Yetmiş bin adet kelime-i tevhîd yâni "Lâ ilâhe illallah" okumak. Kelime-i tevhîde, kelime-i tayyibe de denir.

havass-ı kerrubiyyun / havâss-ı kerrûbiyyûn

  • Allah'a yakın olan meleklerin en büyükleri, dört büyük melek.

havf vereca / havf verecâ

  • Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).

havf-ı bari / havf-ı bâri

  • Allah korkusu.

havfullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

havl ve kuvvet-i rabbani / havl ve kuvvet-i rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sonsuz kudret ve kuvveti.

havl ve kuvvet-i rabbaniye / havl ve kuvvet-i rabbâniye

  • Her şeyi terbiye ve idare eden Allah'ın sonsuz güç ve kudreti.

havl ve kuvvet-i samedani / havl ve kuvvet-i samedanî

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın güç ve kuvveti.

haya

  • Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.

hayat / hayât

  • Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık.
  • Fık: Allah (C.C.) kendi Zât-ı Ehadiyyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilmi ile, irade ve kudret ile ittisafına hâs bir sıfattır.
  • Diri olmak, dirilik.
  • Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
  • Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
  • Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.

hayr-hah

  • Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven. (Farsça)

hayrat / hayrât

  • (Tekili: Hayr) Sevap için Allah rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhet
  • Sevâb kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler, hayırlar.

hayrhahlık

  • Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.

hayy / حَيْ

  • Gerçek hayat sahibi olan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Dâimâ hayât sâhibi ve diri olan, hep var, varlığı ezelî ve ebedî (sonsuz) olan.
  • Diri, canlı.
  • Allah'ın isimlerinden.
  • Ezelden beri hayat sahibi olan Allah.
  • Daimi hayat sahibi olan (Allah).

hayy u kayyum / hayy u kayyûm

  • Her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan Allah.

hayy-ı baki / hayy-ı bâkî / hayy-ı bâki / حَيِّ بَاق۪ي

  • Sürekli var olan ve sonsuz hayat sahibi olan Allah.
  • Sonu olmayan dâimi hayat sahibi (Allah).

hayy-ı ezeli / hayy-ı ezelî

  • Başlangıcı olmaksızın devamlı hayat sahibi olan Allah.

hayy-ı kayyum / hayy-ı kayyûm / حَيِّ قَيُّومْ

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah.
  • Dâimî hayat sâhibi olup, varlığı kendinden olan ve mahlûkātı varlıkta tutan (Allah).

hayy-ı kayyum-u ezeli / hayy-ı kayyûm-u ezelî

  • Varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah.

hayy-ı layemut / hayy-ı lâyemut / hayy-ı lâyemût / حَيِّ لاَيَمُوتْ

  • Ölümün kendisi için söz konusu olmadığı daimî hayat sahibi Allah.
  • Ölümün kendisi için söz konusu olmadığı, daimî hayat sahibi Allah.
  • Ölümsüz olup dâimâ hayat sâhibi olan (Allah).

hayy-u kayyum / hayy-u kayyûm

  • Her an diri olan ve herşeyi ayakta tutup varlığını devam ettiren Allah.

hayy-ül kayyum

  • Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten Allah (C.C.)

hayyakallah / hayyâkallah

  • Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.

hayye-alel-felah

  • Felaha gelin. Toplanın hayır ve ni'metlere, ebedi selâmete... Allah huzuruna gel. Refah ve itmi'nana mucib olacak namaza yetiş.

hazain-i hikmet / hazâin-i hikmet

  • Allah'ın hikmet hazineleri.

hazain-i rahmet / hazâin-i rahmet

  • Allah'ın rahmet hazineleri.

hazine-i esrar-ı rabbani / hazine-i esrar-ı rabbânî

  • Allah'a ait sırların hazinesi.

hazine-i gaybiye-i rahmet

  • Allah'ın görünmeyen rahmet hazinesi.

hazine-i hassa-i ilahiye / hazine-i hassa-i ilâhiye

  • Allah'ın özel hazinesi.

hazine-i ilm-i tevhid

  • Allah'ın birliğini gösteren ilim hazinesi.

hazine-i kübra / hazine-i kübrâ

  • Allah'ın sonsuz nimetlerinin bulunduğu hazine.

hazine-i rabbaniye / hazine-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın hazinesi.

hazine-i rahman / hazine-i rahmân

  • Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kaplayan Allah'ın hazinesi.

hazine-i rahmet

  • Allah'ın rahmet hazinesi.

hazine-i rahmet-i ilahiye / hazine-i rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın rahmet hazinesi.

hazır / hâzır

  • Her yerde hazır bulunan Allah.
  • Meydanda, göz önünde olan.

hazır u nazır

  • Her yerde hazır olup, bilen ve gören, yardım eden veya herkese lâyık cezasını veren Allah (C.C.)

hazkil aleyhisselam / hazkîl aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.

hazret-i hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.

hazret-i kahhar / hazret-i kahhâr

  • Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir hâkimiyet sahibi, düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan eden ve kudretinin karşısında her şeyi âciz bırakan Allah.

hazret-i mahbub-u ilahi / hazret-i mahbub-u ilâhî

  • Allah'ın sevgilisi, Allah'ın resûlü Hz. Muhammed (a.s.m.).

hazret-i mevla / hazret-i mevlâ

  • Allah.

hazret-i resul-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

hazret-i resul-ü ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

hedaya-yı rahmaniye / hedâyâ-yı rahmâniye

  • Allah'ın rahmet hediyeleri.

hedaya-yı sübhani / hedâyâ-yı sübhânî

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın hediyeleri.

hediye-i ilahiye / hediye-i ilâhîye

  • Allah'ın hediyesi.

hediye-i rahmani / hediye-i rahmânî

  • Acıma ve merhamet sahibi Allah'ın hediyesi.

hediye-i rahmaniye / hediye-i rahmâniye

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'ın hediyesi.

helal

  • Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
  • İhramdan çıkan hacı.

heybet-i rububiyet

  • Allah'ın rububiyetinin heybeti.

heylele

  • "Lâ ilâhe illâllah" demek.

hicab

  • Perde. Örtü. Hâil.
  • Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek.
  • Men'etmek.
  • Allah ile kul arasındaki perde.
  • Setretmek. Gizlemek.

hicab-ı gaflet

  • Gaflet perdesi; Allah'a inanmayı, emir ve yasaklarına uymayı engelleyen şeyler; mâneviyatı görmeme ve düşünmeme hâli.

hidayet / hidâyet

  • Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
  • Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem

hidayet-i hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın doğru yola iletmesi.

hidayet-i ilahi / hidayet-i ilâhî

  • Allah'ın hak ve doğru yolu göstermesi, sevketmesi.

hidayet-i ilahiye / hidayet-i ilâhiye

  • Allah'ın doğru yola erdirmesi.

hidayet-i ilahiyye / hidayet-i ilâhiyye

  • İlâhî hidayet, Allah'ın doğru yola erdirmesi.

hidayet-i rahmaniye / hidayet-i rahmâniye

  • Allah'ın hidayeti.

hiddet-i rabbaniye / hiddet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın hiddeti, kızgınlığı.

hidemat-ı rabbaniye / hidemât-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'a yönelik hizmetler.

hidemat-ı tesbihiye / hidemât-ı tesbihiye

  • Allah'ı tesbih ve zikirle ilgili hizmetler.

hıfz ve inayet-i ilahiye / hıfz ve inayet-i ilâhiye

  • Allah'ın koruması ve yardımı.

hıfz-ı ilahi / hıfz-ı ilâhî

  • Allah'ın koruması.

hıfz-ı ilahiye / hıfz-ı ilâhiye

  • Allah'ın koruması, himayesi.

hıfz-ı inayet / hıfz-ı inâyet / حِفْظِ عِنَايَتْ

  • Allahın yardım ile koruması.

hıfz-ı inayet ve himayet / hıfz-ı inâyet ve himâyet

  • Allah'ın yardım ve korumasıyla korunma.

hikmet ve rahmet-i rabbaniye / hikmet ve rahmet-i rabbâniye

  • Herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın rahmet ve hikmeti.

hikmet-i basire / hikmet-i basîre

  • Her şeyi gören hikmet; herşeyi belli bir gayeye göre yerli yerinde yapan Allah'ın hikmeti.

hikmet-i ebediye

  • Allah'ın sonsuz hikmeti; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.

hikmet-i ezeliye / hikmet-i ezelîye

  • Allah'ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması.

hikmet-i ilahi / hikmet-i ilâhî

  • Allah'ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.

hikmet-i ilahiye / hikmet-i ilâhiye / حِكْمَتِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.
  • Allah'ın hikmeti. Mahlûkatın yaratılışında Allah'ın gayeleri.
  • Allah'ın yarattığı mahlukatta gözettiği asıl maksad ve fayda.

hikmet-i ilahiyye / hikmet-i ilâhiyye

  • Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş.

hikmet-i rabbani / hikmet-i rabbânî

  • Kâinatın Rabbi olan Allah tarafından herşeyin belirli gayelere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması.

hikmet-i rabbaniye / hikmet-i rabbâniye

  • Allah'ın her şeyi terbiye ederek, muhtaç olduğu şeyleri verip bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması.

hikmet-i samedaniye / hikmet-i samedâniye

  • Herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın kâinatta gözettiği gaye ve fayda.
  • Samed olan Allah'ın hikmeti.

hikmet-i san'at-ı rabbaniye

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın san'atındaki hikmet, gaye, fayda, sır.

hikmet-i sermedi

  • Allah'ın sonsuz hikmeti.

hikmet-i tamme-i sübhaniye / hikmet-i tamme-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah'ın tam ve mükemmel hikmeti.

hikmet-i teşri

  • Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.

hikmetü'l-istiaze / hikmetü'l-istiâze

  • Şeytanın şerrinden Allah'a sığınmanın sebepleri ve faydaları; On Üçüncü Lem'a.

hikmetullah

  • Allah'ın hikmeti.

hilafet / hilâfet

  • Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
  • Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi.
  • İnsanları

hilafet-i arziye / hilâfet-i arziye

  • Yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev.

hilafet-i kübra / hilâfet-i kübrâ

  • En büyük halifelik; insanların Allah tarafından bütün varlıkların üzerinde bir temsilci kılınması.

hilafet-i ru-yi zemin / hilâfet-i rû-yi zemin

  • Yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev.

hilkat-i ilahi / hilkat-i ilâhî

  • Allah tarafından yaratılma.

hilkat-i rabbaniye / hilkat-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın yaratıcılığı.

hilye-i seadet / hilye-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünüşü veya O'nun görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını anlatan yazılar. Süslü levhalar üzerine yazılan bu yazılara Hilye-i şerîf de denir.

himaye-i rabbaniye

  • Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın koruma ve himâyesi.

himayet-i hıfz-ı ilahiye / himayet-i hıfz-ı ilâhiye

  • Allah'ın koruması ve kollaması.

himayet-i rabbaniye / himâyet-i rabbâniye

  • Allah'ın koruma ve himâyesi.

himemat-ı sübhani / himemat-ı sübhânî

  • Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah'ın himmetleri, mânevî yardımları.

himmet

  • Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret.
  • Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi.
  • Tabiî şevk ve meyil ve heves.
  • Lütuf, yardım.
  • Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi

hırka-i seadet / hırka-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşlarından), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kutsal emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir.

hırka-i şerif / hırka-i şerîf

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında büyük velî Veysel Karânî hazretlerine verilmesini vasiyet ettiği mübârek hırkası. Veysel Karânî'ye hediye edilen bu hırka, İstanbul Fâtih'teki Hırka-i Şerîf Câmii'ndedir.

hırs-ı hakiki / hırs-ı hakikî

  • Allah rızası ve âhiret için gösterilen ve gerçek hedefine yönelen hırs.

hırz ayetleri / hırz âyetleri

  • Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olduğu bildirilen âyet-i kerîmeler.

hitab-ı ezeli / hitab-ı ezelî

  • Ezele ait hitap; başlangıcı olmayan sonsuzluk âleminin hitabı; Allah'ın sözü.

hitab-ı ilahi / hitab-ı ilâhî

  • Allah'ın hitabı.

hitab-ı ilahiye / hitab-ı ilâhiye

  • Allah'ın hitabı.

hitab-ı kur'ani / hitab-ı kur'ânî

  • Kur'ânda yer alan hitap, Allah'ın hitabı.

hitab-ı semavi / hitab-ı semâvî

  • Allah tarafından gelen semavî hitaplar.

hitab-ı teşrifiye / hitab-ı teşrifîye

  • Şereflendiren hitap; Allah'ın "ebedî kalmak üzere Cennete girin" şeklinde şereflendiren hitabı.

hitab-ı yezdani / hitab-ı yezdânî

  • Allah'ın hitabı.

hitabat-ı ezeliye / hitâbât-ı ezeliye

  • Ezelî hitaplar; başlangıcı olmayan sonsuz varlığın sahibi Allah'tan gelen hitaplar, mesajlar, seslenişler.

hitabat-ı ezeliye-i sübhaniye / hitâbât-ı ezeliye-i sübhâniye

  • Kusur ve aczden yüce olan Allah'ın ezelî konuşmaları.

hitabat-ı sübhaniye / hitâbât-ı sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah'ın kendine has hitap ve konuşmaları.

hitap çiçeği

  • İnsanın Allah'ın hitabına muhatap olabilme özelliği.

hizb-üş şeytan

  • Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

hizbullah / hizbullâh / حِزْبُ اللّٰهْ

  • Allah'a bağlı olan topluluk; Kur'ân ve iman hizmetinde bulunanlar.
  • Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır. (Kur'an-ı Kerim'de 5:56 ve 58:22 âyetlerinde zikredilir.)
  • Allaha îman eden topluluk.
  • Allaha itâat edenler.

hizmet-i cihadiye

  • Allah yolunda düşmanlara karşı savaşma görevi.

hizmet-i mevla / hizmet-i mevlâ

  • Dostumuz ve gözeticimiz olan Allah'ın hizmetinde bulunma.

hizmet-i sübhaniye / hizmet-i sübhâniye

  • Kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın hizmeti.

hu / hû / هُو

  • O, Allah.
  • O, Allah.
  • O, Allah.
  • O (Allah).

hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ

  • Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.

hubb-ı fillah ve buğd-ı fillah / hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâh

  • Allahü teâlâ için sevmek ve Allahü teâlâ için düşmanlık etmek.

hubb-ısiva / hubb-ısivâ

  • Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi.Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan. Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı.

hubb-u fillah / hubb-u fillâh

  • Allah için sevmek.

hüccet-i rububiyet ve vahdet

  • Allah'ın Rablık ve birlik delili.

hüccet-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin delili.

hüccet-i vahdaniyet / hüccet-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğinin delili.

hüccetullah

  • Allah'ın hücceti, delili.

huda / hudâ / hûda / خُدَا

  • Rab, Allah.
  • Allah, yaratıcı.
  • Varlığı kendinden olup, başkasına muhtâc olmayan Allahü teâlâ.
  • Rab, Allah.
  • Allah.

huda-yı müteal / hudâ-yı müteâl

  • Allah-u Teâla; büyüklük ve yücelikte bir eşi bulunmayan Allah.

hudabin / hudâbîn

  • Hakkı gören, Allahı tanıyan.

hüdabinlik / hüdâbinlik

  • Allah'ı tanımak.

hudadad / hudâdâd / خداداد

  • Allah vergisi. Mevhibe-i İlâhî. (Farsça)
  • Allah verdi. (Farsça)
  • Allah vergisi. (Farsça)

hudanegerde

  • Allah göstermesin. (Farsça)

hudanekerde / hudânekerde / خدانكرده

  • Allah göstermesin, Allah etmesin. (Farsça)

hudaperest / hudâperest

  • Allah'a ibadet eden. Dindar.
  • Allah'a ibadet eden.
  • Allaha tapan.

hüdaperest / hüdâperest

  • Allah'a ibadet eden.

hudapesend

  • Allah'ın beğeneceği şey. (Farsça)

hudara / hudârâ / خودآرا

  • Allah için, Allah aşkına. (Farsça)
  • Allah aşkına. (Farsça)

hudaşinas

  • Allah'ı tanıyan, Allah'a iman eden. (Farsça)

hudavend

  • Allah, Hâlık, Rabb. (Farsça)
  • Sâhib, malik, efendi. (Farsça)
  • Hükümdar, hâkim. (Farsça)

huday

  • Allah, Rabb. (Farsça)

hudayi / hudayî

  • Hudâlık, uluhiyyet. Allah'lık. (Farsça)
  • Allah'a mensub. (Farsça)

hudu' / hudû'

  • Boyun eğmek, alçak gönüllülük. Kalbde devamlı olan Allah korkusu. Allahü teâlâya itâat etmek.

hudud-u azamet-i rububiyet

  • Allah'ın varlıklar üzerindeki terbiye ve idare ediciliğinin ve egemenliğinin geniş sınırları.

hudur / hudûr

  • Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması. Allahü teâlâ ile berâber olmak, O'nu unutmamak.

hükema-i ilahiyyun / hükema-i ilâhiyyûn

  • İlâhiyatçı felsefeciler; Allah'ın varlığına inanan filozoflar.

hükm-i kaza

  • Allah tarafından evvelce verilmiş olan hüküm.

hükm-i külli / hükm-i küllî

  • Allahü teâlâya âit hüküm, emir.

hükm-i yezdani / hükm-i yezdanî

  • Cenab-ı Hakk'ın hükmü. Allah'a mahsus kanun.

hukukullah / hukûkullah

  • Allah'ın hakkı (kamu hakları).
  • Allahın hakları.
  • Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler.

hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn

  • Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.

hulledallah

  • Allah dâim ve bâki etsin.

huluk-ı azim / huluk-ı azîm

  • Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sâhib olduğu güzel huylar.

hulul etmek / hulûl etmek

  • Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.

hulus / hulûs

  • Hâlislik. Saflık.
  • Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.
  • Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği.

hunefa

  • (Tekili: Hanîf) Allahın birliğine inananlar.

hunefa'

  • "Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.

huri / hûrî

  • Allahü teâlânın îmân edenlere mükâfat olarak yarattığı, nasıl oldukları bilinmeyen Cennet kızı.

hürriyet

  • Hürlük, serbestlik.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
  • Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.

huş der dem / hûş der dem

  • Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak.

hüseyin

  • Küçük güzel.
  • (Hi: 6-61) Hazret-i Ali Radıyallahü Anhu'nun oğlu, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sevgili torunudur. Peygamberimiz (A.S.M.) "Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allah Hüseyini seveni sever." buyurmuştur. Kerbelâda şehid oldu (R.A.)

hüsn-i zan

  • Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
  • Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.

huşu' / huşû' / حُشُوعْ

  • Allah'ın huzurunda olduğunu bilerek huzur, sükûnet ve edeb duygusu içinde olmak.

hutbe

  • Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.
  • Cuma ve bayram namazlarında minberden okunan Allah'ın emir ve buyrukları.

hutbe-i ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayan Allah'ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur'ân.

hüvallah

  • "O Allah'tır".
  • O Allahtır.

huve

  • O, Allah.

hüve / هُوَ

  • O, Allah.
  • O.
  • Allah.
  • O, Allah.
  • O (Allah).

hüve'l-ahir / hüve'l-âhir

  • O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.

hüve'l-baki / hüve'l-bâkî

  • Bâkî kalan Allah'tır.

hüve'l-batın / hüve'l-bâtın

  • O Bâtındır; bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve herşeyin iç âlemine hükmeden Allah'tır.

hüve'z-zahir / hüve'z-zâhir

  • O Zâhirdir; her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ürünlerle donatıp ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen, Allah'tır.

hüve-l baki / hüve-l bakî

  • Bâkî ancak O'dur. Allah (C.C.)

hüve-l ehad

  • O Allah birdir.

hüvelbaki / hüvelbâkî

  • Baki olan Allahtır.

huz ma safa, da'ma keder / huz mâ safâ, da'mâ keder

  • "Safâ olanı al, keder vereni bırak", "Allahın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak", "İyisini al, kötüsünü bırak" meâlindedir.

huzu / huzû

  • Allah'ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

huzur / huzûr

  • Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması.
  • Nezd, yan.
  • Rahat, gönül ferahlığı seâdet.

huzur-ı ilahi / huzûr-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın nezdi.

huzur-u daimi / huzur-u dâimî / حُضُورُ دَائِمِي

  • Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma.
  • Her an Allah'ın huzurunda olduğunu yakinen hissetme.

huzur-u etemm

  • Kulun kendini her yönüyle Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u ilahi / huzur-u ilâhî

  • Kulun kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u kibriya / huzur-u kibriyâ

  • Sonsuz büyüklük sahibi Allah'ın yüce huzuru.

huzur-u lamekani / huzur-u lâmekânî

  • Hiçbir mekâna muhtaç olmayan Zâtın huzuru; Allah'ın hiçbir mekânla sınırlı olmayan katı.

huzur-u rab

  • Allah'ın huzuru.

huzur-u rahman / huzur-u rahmân

  • Rahmân olan Allah'ın huzuru.

huzur-u resul-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bizzat huzuru.

huzur-u tam

  • Kulun kendisini tam olarak Allah'ın huzurunda hissetmesi.

huzur-u tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.

huzurkarane / huzurkârâne

  • Kişinin kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi şeklinde.

hz. hak

  • Her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.

i'la-yı kelimetullah / i'lâ-yı kelimetullah

  • Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.
  • Allah'ın adını yüce tutmak.

i'la-yıkelimetullah / i'lâ-yıkelimetullah

  • Allahü teâlânın ismini yüceltmek, İslâm dînini yaymak.

i'lam ve ilham-ı ilahi / i'lâm ve ilham-ı ilâhî

  • Allah tarafından bildirme ve kalbe indirilen ilham.

i'tikad / i'tikâd

  • Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ tarafından, bildirdikleri şeylerin hepsine inanma veya inanılacak şeyler.

iaşe-i rabbaniye / iaşe-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın beslemesi, yedirip içirmesi.

ibad

  • (Tekili: Abd) Kullar. Allah'ın kulları.

ibadet / ibâdet

  • Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.
  • Allah'a kulluk.
  • Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak.
  • Allahın emirlerini yerine getirmek.

ibadet-i tefekkür

  • Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme ibadeti.

ibadethane

  • İbadetgâh. Allah'a ibadet edilen yer. (Farsça)

ibadetullah

  • Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.

ibadü'r-rahman / ibâdü'r-rahmân

  • Allah'ın kulları.

ibadullah / ibâdullah / ibâdullâh / عِبَادُ اللَّهْ

  • Allah'ın kulları.
  • Allah'ın kulları.
  • Allahın kulları.
  • Allah'ın kulları.

iblis

  • İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan.

ibnullah

  • Allah'ın oğlu.
  • Allah'ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya İbnullah derler.
  • "Allahın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir.

ibrahim bin edhem

  • Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.

ibrahim halilullah

  • Allah'ın dostu Hz. İbrahim.

ibtihal

  • Halktan alâkayı keserek Allaha tazarru' ve niyazda bulunmak.

ibtila / ibtilâ

  • İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.
  • Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.

icabet etmek / icâbet etmek

  • Kabûl etmek.
  • Allahü teâlânın duâları kabûl buyurması.

icad-ı ilahi / icad-ı ilâhî / îcâd-ı ilâhî / اِيجَادِ اِلٰٓه۪ي

  • Allah'ın var etmesi.
  • Allahın yaratması.

icad-ı ilahiye / îcâd-ı ilâhîye

  • Allah'ın var etmesi, yaratması.

icadat-ı rabbaniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın, yarattığı varlıklar.

icmali iman / icmalî iman

  • İman esaslarını kısaca bilmek. Allah'a ve Peygamberine imân ettiğini söylemek ve tasdik etmek.

icraat-ı celaliye / icraat-ı celâliye

  • Allah'ın celâl sıfatıyla ilgili işleri, faaliyetleri.

icraat-ı celiliye

  • Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.

icraat-ı cesime-i rabbaniye / icraat-ı cesîme-i rabbâniye

  • Allah'ın çok büyük ve kapsamlı işi, icraatı.

icraat-ı ilahiye / icraat-ı ilâhiye

  • Allah'ın icraatları.

icraat-ı rabbaniye / icraat-ı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare edip egemenliği altında tutan Allah'ın icrâatları, fiilleri.

icraat-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlıkları kuşatan idare ve terbiyesinin ve egemenliğinin sonucu olan faaliyetler.

ictiba yolu / ictibâ yolu

  • Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için peygamberlerin aleyhimüsselâm ve seçilmiş evliyâların yolu. Mürid değil, murâdlar ve mahbûblar yolu. Sevilenleri, çabuk ilerletme yolu.

içtihadat-ı safiyane / içtihadat-ı sâfiyâne

  • Samimî, hâlis bir şekilde sırf Allah rızası için yapılan içtihadlar.

idlal-i ilahi / idlâl-i ilâhî

  • Allah'ın kulu saptırması.

ifa-yı ubudiyet / ifâ-yı ubudiyet

  • Allah'a olan kulluğu yerine getirme.

iftihar-ı mukaddes / iftihâr-ı mukaddes / اِفْتِخَارِ مُقَدَّسْ

  • (Allah'a layık) övünme.

iftitah tekbiri / iftitâh tekbîri

  • Namaza başlarken alınan tekbir. Namaz, her nevi dünya meşguliyetinden alâkayı keserek kılındığı için, Allahü Ekber diye iftitah tekbirini alarak namaza başladıktan sonra ibadet esnasında dünya işi haram olup namazı bozar. Bu mâna için bu tekbire, tahrime adı da verilir.
  • Başlama tekbîri. Namazın evvelinde "Allahü ekber" demek. Buna Tahrîme tekbîri de denir.

ihata-i kudret

  • Allah'ın kudretinin herşeyi kuşatması.

ihbar-ı ilahi / ihbar-ı ilâhî

  • Allah tarafından bildirilen.

ihda

  • İman ve İslâmiyet yolunu göstermek. Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Allah rızasına uyan yola girmesine vesile olmak.
  • Hediye etmek. Armağan yollamak.

ihlas / ihlâs / اخلاص / اِخْلَاصْ

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
  • Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.
  • Her işi Allah için yapmak.
  • Allah rızasını esas yapma.
  • Allah rızâsını esas tutma, samîmiyet.

ihlas-ı etem / ihlâs-ı etem

  • En mükemmel bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı etemm / ihlâs-ı etemm

  • Mükemmel bir ihlas, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı hakiki / ihlâs-ı hakikî

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; gerçek samimiyet.

ihlas-ı kalb / ihlâs-ı kalb

  • Sadece Allah'ın rızasını gözeten kalb samimiyeti.

ihlas-ı tam / ihlâs-ı tâm / اِخْلَاصِ تَامْ

  • Tam ihlâs, yaptığı her işinde Allah'ın emrini ve rızasını gözetme, dünyevî veya uhrevî hiçbir karşılık beklememe.
  • Tam olarak Allah rızâsını esas tutma, samîmî olma.

ihlas-ı tamm / ihlâs-ı tâmm

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı tamme / ihlâs-ı tâmme

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlaslı / ihlâslı

  • İbadet ve davranışlarında sadece Allah'ın rızasını gözeten.

ihsan / ihsân

  • İyilik, lütuf, bağışlamak.
  • Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
  • Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
  • Güzel bilmek. Güzel eylemek.
  • İyilik etmek.
  • Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek.

ihsan erbabı

  • Allah'ı görür gibi ibadet edenler.

ihsan-ı halık / ihsan-ı hâlık

  • Herşeyin yaratıcısı olan Allah'ın lütuf, ihsan ve ikramı.

ihsan-ı ilahi / ihsan-ı ilâhî / ihsân-ı ilâhî / اِحْسَانِ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
  • Allah'ın iyiliği.

ihsan-ı ilahiye / ihsan-ı ilâhiye

  • Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.

ihsan-ı rabbani / ihsan-ı rabbânî

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.

ihsan-ı rahmani / ihsan-ı rahmânî

  • Bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah'ın ikramı, bağışı.

ihsanat-ı hususiye-i rabbaniye / ihsanat-ı hususiye-i rabbâniye

  • Allah'ın terbiye ve idaresinin özel yardım ve bağışları.

ihsanat-ı ilahiye / ihsânât-ı ilâhiye

  • Allah'ın lûtuf ve bağışları.

ihsanat-ı külliye-i ilahiye / ihsânât-ı külliye-i ilâhiye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan bağış ve iyilikleri.

ihsanat-ı rabbaniye / ihsânât-ı rabbâniye

  • Allah'ın lütuf ve bağışları.

ihtida

  • Hidayete ermek. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola girmek. Allah'a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek.
  • Başkasına tekaddüm etmek.

ihtisab / ihtisâb

  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmasının, ilim ve ehliyet sâhibi bir devlet me'muru olan muhtesib tarafından sağlanması, emr-i ma'rûf nehy-i münkerin yâni iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak vazîfesinin el ile yapılması vazîfesi.

ihtiyar ve irade-i ilahiye / ihtiyar ve irade-i ilâhiye

  • Allah'ın dilemesi, istemesi ve iradesi.

ihtiyar-ı amm / ihtiyar-ı âmm

  • Allah'ın herşeyi kuşatan iradesi, seçme ve tercih gücü.

ihtiyar-ı rabbaniye / ihtiyar-ı rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın iradesi, dilemesi.

ikab-ı ilahi / ikab-ı ilâhî

  • Allah'ın azabı.

ikazat-ı ilahiye / ikazât-ı ilâhiye

  • Allah'ın uyarıları.

ikazat-ı sübhaniye / ikazât-ı sübhâniye

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın ikazları, uyarıları.

ıknat

  • Allah'a dua etme. Aczini ve fakrını anlayarak Allah'a yalvarma.
  • Namazda kıyamı uzatma.
  • İnkisar etmek.

ikram

  • Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
  • İltifat olarak bir şeyler vermek.
  • Bağış.
  • Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
  • Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne

ikram-ı ilahi / ikrâm-ı ilâhî / اِكْرَامِ اِلَهِي

  • Allah'ın lütfu, ikramı ve ihsanı.
  • Allah'ın ikrâmı.

ikram-ı rabbani / ikram-ı rabbânî / ikrâm-ı rabbânî / اِكْرَامِ رَبَّان۪ي

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bağış ve ihsanı.
  • Allahın ikrâmı.

ikram-ı rahmani / ikram-ı rahmânî

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah'ın ikramı.

ikram-ı sübhani / ikram-ı sübhânî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bağış ve ihsanı.

ikramat-ı ilahiye / ikrâmât-ı ilâhiye

  • Allah tarafından gelen ikramlar, ihsan ve lütuflar.

ikramat-ı rahmaniye / ikrâmât-ı rahmâniye

  • Rahmeti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen ikramlar.

ila-maşaallah / ilâ-mâşaallah

  • Allah'ın dilediği, müsaade ettiği sürece.

ila-yı kelimetullah / ilâ-yı kelimetullah

  • Allah'ın adını yüceltmek; İslâmı ve Kur'ân'ı yayma.

ilah / ilâh

  • Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.
  • Her şeyin kendisine ibadet ettiği ve her şeyin kendisine ait olduğu Allah.

ilah-ı vahid / ilâh-ı vâhid / اِلٰهِ وَاحِدْ

  • Birtek ilâh, Allah.
  • Bir tek ilâh (Allah).

ilahe'l-evveline ve'l-ahirin / ilâhe'l-evvelîne ve'l-âhirin

  • Baştakilerin ve sondakilerin İlâhı, Allah.

ilahi / ilahî / ilâhî

  • Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik.
  • Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir).
  • Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
  • "Ey Allah'ım" mânâsına hitâb.
  • Allahü teâlâ ile alâkalı, O'na âit, O'ndan gelen, O'nun gönderdiği, indirdiği.
  • Allah tarafından olan.
  • Allaha dair.

ilahi bihakkı esmaikel-hüsna / ilâhî bihakkı esmâikel-hüsnâ

  • Allah'ım güzel isimlerinin hakkı için.

ilahi cazibe / ilâhî cazibe

  • Allah tarafından verilen bir çekicilik, çekim gücü.

ilahi dinler / ilâhî dinler

  • Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş olan dinler. Hak dinler ve semâvî dinler de denir.

ilahi hidayet / ilâhî hidayet

  • Allah tarafından gösterilen hak ve doğru yol.

ilahi kudret / ilâhî kudret

  • Allah'ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı.

ilahiyat / ilâhiyat

  • Allahtan bahseden ilim.

ilahiyyat / ilâhiyyât

  • İnanılacak şeylerden bahseden kelâm ilminin; Allahü teâlânın varlığı, zâtı, sıfatları ve fiillerinden (işlerinden) bahseden bölümü.

ilahiyyun

  • İlâhiyatçılar.
  • Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar.

ilallah-il müşteka

  • Şikâyet Allah'adır. Allaha şikâyet edilir.

ilam-ı rabbani / ilâm-ı rabbanî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah‘ın bildirmesi.

ilan-ı sani / ilân-ı sâni

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ı ilân.

ilan-ı tevhid / ilân-ı tevhid

  • Herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu ilân etme.

ilanat-ı rabbaniye / ilânât-ı rabbâniye

  • Allah tarafından gönderilen ve Allah'a işaret eden duyurular.

ilayıkelimetullah / îlâyıkelimetullah

  • Allah kelâmını yayma.

ilhad / ilhâd

  • Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
  • Dinsizlik, inanç bozukluğu.
  • Allah inancından ayrılış, tevhid inancından ayrılma.

ilham / ilhâm

  • Allah tarafından kalbe gelen mâna.
  • Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ.
  • Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
  • Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
  • Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.
  • Allah tarafından kalbe gelen mânâ.

ilham-ı hüda / ilham-ı hüdâ

  • Allah'ın verdiği ilham.

ilham-ı ilahi / ilhâm-ı ilâhî

  • Allah'ın kalbe gönderdiği ilham.

ilham-ı rabbani / ilham-ı rabbânî

  • Allah tarafından kalbe indirilen ilham.

ilhamat / ilhâmât

  • İlhamlar. Allah tarafından kalbe gelen mânalar.
  • İlhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar.

ilhamen / ilhâmen

  • İlham olarak, Allah'ın kalbe yerleştirmesi şeklinde.

ilhami / ilhâmî

  • Allah tarafından kalbe gönderilen bir tarzda ilham.

ilim ve emr-i ilahi / ilim ve emr-i ilâhî

  • Allah'ın ilmi ve emri.

ilka-ı külli / ilka-ı küllî

  • Allah tarafından bir kişinin kalbine geniş mânâların verilmesi.

illahu / illâhu

  • Ancak O. Allah (C.C.)

illallah

  • Allahdan başka.

ilm

  • Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
  • Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
  • Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.

ilm-i allamü'l-guyub / ilm-i allâmü'l-guyûb

  • Gayb âlemini ve herşeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'ın ilmi.

ilm-i ezeli / ilm-i ezelî

  • Allah'ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi.
  • Allahü teâlânın başlangıcı olmayan ilmi.

ilm-i ilahi / ilm-i ilâhî

  • Allahü teâlânın ezelî ilmi.
  • Allah'ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi.

ilm-i ilahiye / ilm-i ilâhiye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi.

ilm-i layetenahi / ilm-i layetenâhî

  • Allah'ın sonu olmayan ilimi.

ilm-i ledün

  • Akıl veya nakil yoluyla değil, kalple ve doğrudan Allah'tan öğrenilen ilim.

ilm-i ledünn

  • Allahü teâlânın ihsânı olup, çalışmadan kavuşulan ilim.
  • Gayb ilmi, Allah'ın sırlarına ait ilim.

ilm-i muhit-i ezeli / ilm-i muhit-i ezelî

  • Allah'ın, geçmiş ve gelecek bütün zamanları ve herşeyi kuşatan sonsuz ilmi.

ilm-i muhit-i ilahi / ilm-i muhit-i ilâhî

  • Allah'ın herşeyi kuşatan ilmi.

ilm-i muhit-i ilahiye / ilm-i muhit-i ilâhîye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan ve kapsayan ilmi.

ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'

  • İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

ilm-i tefsir / ilm-i tefsîr

  • Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim.

ilm-i tevhid

  • Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi.
  • Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.

ilm-i vehbi / ilm-i vehbî

  • Çalışmadan öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim.
  • Allah tarafından verilen ilim.

iltifat-ı ilahi / iltifât-ı ilâhî

  • Allah'ın lütuf ve iyiliklerle insanlara yönelmesi.

iltifat-ı rabbaniye

  • Allah'ın iltifatı ve özel ihsanı.

iltifat-ı rahmani / iltifat-ı rahmânî

  • Allah'ın sonsuz rahmetiyle kuluna yönelip ona lütufta bulunması.

iltifatat-ı ebediye-i rahmaniye / iltifâtât-ı ebediye-i rahmâniye

  • Sonsuz merhamet sahibi Allah'ın teveccühleri.

iltifatat-ı rahmaniye / iltifâtât-ı rahmâniye

  • Allah'ın sonsuz rahmetiyle kullarına lütuf ve iyilikte bulunması.

iltifatat-ı rahmet / iltifâtât-ı rahmet

  • Allah'ın sonsuz rahmetinin iltifâtları.

imam-ı ca'fer-i sadık / imam-ı ca'fer-i sâdık

  • (Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile müc

imam-ı mübin / imâm-ı mübîn / اِمَامِ مُب۪ينْ

  • Her şeyin vukūundan evvel ve sonra yazılı olduğu kader defteri; Allahın şimdiki zamandan ziyâde, geçmiş ve geleceğe bakan ilmi.

imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ

  • Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.

imamü'l-müttakin / imâmü'l-müttakîn

  • Allah'tan korkan takvalıların önderi.

iman / îmân

  • İnanmak. "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek.

iman-ı billah / iman-ı billâh / imân-ı billâh

  • Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanmak.
  • Allah'a iman.

iman-ı gaybi / îmân-ı gaybî

  • Allahü teâlânın zâtı, sıfatları, âhiret, melekler, Cennet, Cehennem, Mîzân, Sırat gibi gözle görülmeyen şeylere görmeden inanmak.

iman-ı hılki / îmân-ı hılkî

  • Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.

iman-ı icmali / îmân-ı icmâlî

  • Kısaca inanmak, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Allahü teâlâdan ne bildirmiş ise, hepsine inandım, demek.

iman-ı kamil / îmân-ı kâmil

  • Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.

imdad-ı rahmani / imdad-ı rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'ın yardımı.

imdad-ı sübhaniye / imdad-ı sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın yardımı.

imdadat-ı hassa-i rahmaniye / imdâdât-ı hassa-i rahmâniye

  • Yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın özel yardımları.

imdadat-ı rahmaniye / imdâdât-ı rahmâniye

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'ın yardımları.

imkan ve ihtimal dairesi / imkân ve ihtimâl dairesi

  • Olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan daire.

imkani / imkânî

  • Varlığı ile yokluğu eşit olan, varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan.

imtihan-ı rabbani / imtihan-ı rabbânî

  • Herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah'ın imtihanı.

in'am-ı hak / in'âm-ı hak

  • Allah'ın nimeti, lütuf ve ihsanı.

in'am-ı ilahi / in'âm-ı ilâhî

  • Allah'ın ihsanı, nimet vermesi.

in'amat-ı ilahiye / in'âmât-ı ilâhiye

  • Allah'ın verdiği nimetler.

in'amat-ı külliye-i ilahiye / in'âmât-ı külliye-i ilâhiye

  • Allah'ın yarattığı varlıklara sunduğu hadsiz nimetler.

in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye

  • Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.

inabe / inâbe

  • Tevbe edip Allah'a yönelen.

inabe yolu / inâbe yolu

  • Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.

inayat-ı ilahiye / inâyât-ı ilâhiye

  • Allah'ın özel yardımları.

inayat-ı rabbaniye / inâyât-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın özel yardımları.

inayet / inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik.
  • Allah'ın özel yardımı, şefkatle ilgilenmesi.

inayet ve hıfz-ı ilahi / inayet ve hıfz-ı ilâhî

  • Allah'ın özel yardımı ve koruması.

inayet ve lutf-u rabbani / inâyet ve lûtf-u rabbânî

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın yardım ve lûtfu.

inayet ve rahmet-i ilahi / inayet ve rahmet-i ilâhi

  • Allah'ın özel rahmeti, şefkat ve merhameti, lütuf ve yardımı.

inayet ve tevfik-i ilahiye / inayet ve tevfik-i ilâhiye

  • Allah'ın özel yardımı ve başarıya ulaştırması.

inayet-i bari / inâyet-i bâri

  • Varlıklardaki organ ve donanımı gayelere uygun yaratan Allah'ın ihsanı, yardımı.

inayet-i ezeliye / inâyet-i ezeliye

  • Varlığı ezelî olan Allah'ın inayeti, yardımı.

inayet-i hak / inâyet-i hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın yardımı.

inayet-i ilahi / inâyet-i ilâhî

  • Allah'ın inâyeti, yardımı.

inayet-i ilahiye / inâyet-i ilâhiye / عِنَايَتِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın şefkati, yardımı.
  • Allahın yardımı.

inayet-i merhamet-i ilahiye / inayet-i merhamet-i ilâhiye

  • Allah'ın merhamet ve yardımı, lütuf ve ihsanı.

inayet-i rabbani / inâyet-i rabbânî

  • Allah'ın inâyeti, özel yardımı.

inayet-i rabbaniye / inâyet-i rabbâniye / عِنَايَتِ رَبَّانِيَه

  • Allah'ın inayeti.
  • Allah'ın inayeti, yardımı.
  • Allahın yardımı.

inayet-i rahmaniye / inayet-i rahmâniye / inâyet-i rahmâniye / عِنَايَتِ رَحْمَانِيَه

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın özel yardımı.
  • Merhametli olan Allahın yardımı.

inayet-i samedani / inâyet-i samedânî

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah'ın yardımı.

inayet-i sermediye / inâyet-i sermediye

  • Allah'ın sürekli olan nizamı, devamlı olan düzeni.

inayetname

  • Allah'ın yardım ve inayetine mazhar olmaya, Kur'ân ve iman hakikatlerini anlamaya vesile olacak mektup, yazı.

incil / incîl

  • Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab.

incizab-ı muhabbet-i şems-i ezel

  • Ezel Güneşi olan Cenâb-ı Allah'ın sevgisinin çekiciliği, cazibesi.

ind-i ilahi / ind-i ilâhî

  • Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
  • Allah'ın yüce katında, yanında.

indallah / indallâh / عِنْدَاللّٰهْ

  • Allah yanında. Allah indinde.
  • Allah katında.
  • Allah yanında.
  • Allah katında.
  • Allâh katında, yanında.

infak / infâk

  • Malı, Allahü teâlânın yolunda harcama. Nafaka zekat gibi verilmesi lâzım olan malı hak sâhibine verme.

inkar-ı uluhiyet / inkâr-ı ulûhiyet

  • Cenâb-ı Allah'ı inkâr fikri.

inkar-ı uluhiyet mefkuresi / inkâr-ı ulûhiyet mefkûresi

  • Cenâb-ı Allah'ı inkâr fikri.

inkılab-ı ilahi / inkılâb-ı ilâhî

  • Allah'ın dilemesiyle olan değişim, dönüşüm.

inkisar / inkisâr

  • Kırıklık, kırılma. Allahü teâlânın huzûrunda kalbin kırık olması.

inna lillah ve inna ileyhi raci'un / innâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn

  • Belâ ve musîbet gelince veya kötü bir haber duyunca okunan, Bekara sûresinin; "Biz Allahü teâlânın kullarıyız (vefât ettikten sonra diriltilip yine) O'na döneceğiz" meâlindeki yüz elli altıncı âyet-i kerîmesi.

inne rahmetallahi karibün mine'l-muhsinine / inne rahmetallâhi karîbün mine'l-muhsinîne

  • "Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.".

inşaalah

  • Allah dilerse, izin verirse.

inşaallah / inşâallah

  • Allah izin verirse. Allah nasibederse (meâlindedir).
  • Allah'ın izniyle, Allah izin verirse.
  • Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.
  • Allah dilerse.

inşaallahu teala / inşâallahu teâlâ

  • Yüce Allah'ın izniyle.

inşaallahü teala / inşaallahü teâlâ

  • Yüce Allah'ın izniyle.

inşaallahü'r-rahman / inşaallahü'r-rahmân

  • Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah dilerse.

insan-ı gafil

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan.

insan-ı kafir / insan-ı kâfir

  • Allah'ı inkâr eden insan.

insan-ı kamil / insan-ı kâmil

  • Kemâle ermiş, olgun insan. İslâmiyet'in emrettiği bütün emirleri yapan, yasaklardan sakınan, Peygamber efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanan, hareketleri ve sözleri hep Allahü teâlânın ilhâmı ile olan üstün insan.

insanın haşri

  • İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.

inşar

  • Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.)

intak-ı bilhak / intâk-ı bilhak / اِنْطَاقِ بِالْحَقْ

  • Hakkın söyletmesi, Allah'ın konuşturması.
  • Allahın doğruyu söyletmesi.

intakıbilhak / intâkıbilhak

  • Allahın konuşturması.

intikam

  • Öc alma.
  • Allahü teâlânın; zâlim, inadcı ve kibirli (büyüklenen) kimseleri şiddetli bir azâb ile cezâlandırması.

intisab-ı imani / intisab-ı imanî

  • İman ederek Allah'a bağlanma.

inziac

  • Yerinden koparma, sökülme.
  • Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak.

inziva / inzivâ

  • Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.

irade / irâde

  • Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından. Allahü teâlânın dilemesi.
  • İstemek, seçmek, dilemek tercih etmek.
  • Tasavvuf yoluna yeni girenlerin başlangıç halleri. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya azmedenler, karar verenler için ilk konak.

irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye

  • Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
  • Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.
  • Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi.

irade-i ezeliye / irâde-i ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah'ın irâdesi.

irade-i gaybiye tahtında

  • Gaybî irade altında; Allah'ın dilemesi ile.

irade-i hassa

  • Özel irade, Allah'ın özel iradesi.

irade-i ilahi / irade-i ilâhî

  • Allah'ın iradesi, dilemesi.

irade-i ilahiye / irade-i ilâhiye / irâde-i ilâhiye

  • Külli irade. Allah'ın emri ve isteği.
  • Allah'ın iradesi, dilemesi.

irade-i külliye

  • Allah'ın herşeyi kaplayan iradesi.
  • Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.

irade-i külliye-i ilahiye / irade-i külliye-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeyi kuşatan iradesi.

irade-i külliyye / irâde-i külliyye

  • Allahü teâlânın irâdesi. İrâde-i ilahiyye de denir.

irade-i rabbani / irade-i rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın iradesi, dilemesi.

irade-i rabbaniye / irâde-i rabbâniye

  • Her şeyi yaratılış gayelerine göre terbiye ve idare edip, egemenliği altında tutan Allah'ın iradesi, dilemesi.

irade-i tamme / irade-i tâmme

  • Tam ve eksiksiz irade, Allah'ın iradesi.

irca'

  • Geri çevirmek, geri döndürmek.
  • Alışverişi faydalı kılmak.
  • Musibet vaktinde Allah'a sığındığını âyet okuyarak ifade etmek.

irfan / irfân

  • Bilme, anlama. Mârifet. Kalble bilip tanıma. Allahü teâlânın ihsânı olan mânevî, vehbî ilim. Buna ma'rifet de denir.

irşad / irşâd

  • Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması.
  • Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.

irsal-i rüsül

  • Cenab-ı Hakk'ın insanlara her hususta ve hususen Allah'a itaatte rehber olacak peygamberler göndermesi.

isa aleyhisselam / îsâ aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yeni bir din getiren peygamber olup, kendisine dört büyük kitaptan biri olan İncîl verildi. Annesinin adı Meryem'dir. Allahü teâlâ onu babasız yarattı.

isa ruhullah / isâ ruhullah

  • İsâ Allah'ın ruhudur (Yani, Beytullah ifadesinde olduğu gibi, sebepler perdesini kaldıran bir tabirdir. "İsa (a.s.), babasız olarak doğrudan İlâhî kudretin tecellisiyle yaratılmıştır" demektir).

işarat-ı rabbaniye / işârât-ı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın işaretleri.

işaret-i ilahiye / işaret-i ilâhiye

  • Allah tarafından gönderilen işaret.

işaret-i inayet / işaret-i inâyet

  • Allah'ın özel yardımının işareti, göstergesi.

işaret-i rabbaniye / işaret-i rabbâniye

  • Allah'ın işareti.

işaret-i semavi / işaret-i semâvi

  • Allah tarafından gösterilen işaret.

isbat / isbât

  • Sağlamlaştırma, dayanıklı hâle getirme. Delil ve şâhit göstererek bir sözün ve fikrin doğruluğunu ortaya koyma.
  • Tasavvuf yolunda ilerlerken Lâ ilâhe dedikten sonra illallah demek.

isbat-ı ezeliyet / isbat-ı ezelîyet

  • Allah'ın, başlangıcı olmayan sonsuz bir varlık olduğunun ispatı.

isbat-ı sani-i vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalet / isbat-ı sâni-i vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalet

  • Herşeyi en mükemmel san'atla yaratan Allah'ın birliğinin, peygamberliğin, âhiret ve Mahkeme-i Kübrânın, adalet ve kulluğun ispatı.

islam / islâm

  • Boyun bükerek teslim olmak. Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdiği emirler ve yasakları.
  • (Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din.
  • Ist: Hz. Muhammed'in (A.S.M.), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği din.

islam-ı hakiki / islâm-ı hakîkî

  • Nefsin itminâna (Allahü teâlânın emirlerine itâate) kavuşmasından sonraki müslümanlık.

islam-ı mecazi / islâm-ı mecâzî

  • Nefsin, itminâna gelmeden yâni Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmeye başlamadan önce, kişide bulunan ve Cennet'e girmek için yeterli olan İslâmiyet.

islamiyyet / islâmiyyet

  • Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.

ism-i a'zam / اِسْمِ اَعْظَمْ

  • En büyük isim. Allahü teâlânın bütün sıfatlarını kendinde toplayan ism-i şerîfi. Hadîs-i şerîfte İsm-i A'zamın Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerinde olduğu bildirilmiştir. Bâzı âlimler, İsm-i A'zamın "Allahu lâ ilâhe illâ huvel hayy-ul-kayyûm" bâzıları "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimî
  • Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.
  • Allahın en büyük ismi.

ism-i adl

  • Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismi.

ism-i adl ve hakem

  • Allah'ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri.

ism-i ahir / ism-i âhir

  • Allah'ın her herşeyin sonunu hayırlı ve verimli sonuçlarla donattığını ifade eden ismi.

ism-i allah

  • Allah'ın ismi.

ism-i azam / ism-i âzam

  • Allah Teâlâ'nın en büyük adı.

ism-i batın / ism-i bâtın

  • Allah'ın, bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işlettiğini gösteren ismi.

ism-i bedi

  • Allah'ın varlıkları eşsiz ve benzersiz olarak yarattığını ifade eden ismi.

ism-i bedi' / ism-i bedî'

  • Allah'ın varlıkları eşsiz ve benzersiz olarak yoktan var eden ismi.

ism-i bedi' ve hakim / ism-i bedî' ve hakîm

  • Allah'ın örneksiz olarak, eşsiz bir şekilde yaratan, ismi ile her işini hikmetle yapan mânâsındaki ismi.

ism-i celal / ism-i celâl / اِسْمِ جَلَالْ

  • "Allah" ismi.
  • Allah ism-i şerîfi.
  • Allah ism-i şerîfi.

ism-i cemil / ism-i cemîl

  • Allah'ın bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olduğunu ifade eden ismi.

ism-i evvel

  • Allah'ın her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit eden ve Kendisinden önce hiçbir şeyin olmadığını ifade eden ismi.

ism-i ferd

  • Allah'ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliği herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismi.

ism-i hafiz / ism-i hafîz

  • Herşeyi koruyan, bütün özellikleriyle kaydedip muhafaza eden anlamına gelen Allah'ın bir ismi.

ism-i hak

  • Allah'ın varlığının hak olup her hakkın sahibi olduğunu bildiren ismi.

ism-i hakem

  • Allah'ın haklıyı haksızdan ayırdığını, her hakkı yerine getirdiğini ve hüküm sahibi olduğunu ifade eden ismi.

ism-i hakem ve hakim / ism-i hakem ve hakîm

  • Varlıklar hakkında küllî hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah'ın ismi.

ism-i hakim / ism-i hakîm / اِسْمِ حَكِيمْ

  • Her şeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan mânâsında Allah'ın Hakîm ismi.
  • Her işi hikmetli olan(Allah)ın ismi.

ism-i halık / ism-i hâlık

  • Herşeyi var eden yaratıcı mânâsında Allah'ın ismi.

ism-i hayy

  • Allah'ın gerçek hayat sahibi olduğunu ve her canlıya hayat verdiğini bildiren ismi.

ism-i hayy ve kayyum / ism-i hayy ve kayyûm

  • Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren, her şeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah'ın ismi.

ism-i ilahi / ism-i ilâhî

  • Allah'ın ismi.

ism-i kadir / ism-i kadîr / اِسْمِ قَدِيرْ

  • Allah'ın sonsuz güç ve kuvvet sahibi olduğunu bildiren ismi.
  • Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah)'ın ismi.

ism-i kayyum / ism-i kayyûm

  • Allah'ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ifade eden ismi.

ism-i kuddus / ism-i kuddûs

  • Allah'ın her türlü kusur ve çirkinlikten yüce olduğunu ve her işinde sınırsız bir temizlik görüldüğünü ifade eden ismi.

ism-i muhyi / ism-i muhyî

  • Allah'ın bütün canlılara hayat verdiğini ifade eden ismi.

ism-i nur

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamına gelen Allah'ın Nur ismi.

ism-i nurani / ism-i nurânî

  • Nurlu isim.
  • Allah'ın Nûr ismi.

ism-i rahim / ism-i rahîm

  • Allah'ın herbir varlığa merhamet ve şefkati olduğunu bildiren ismi.

ism-i rahim ve rezzak / ism-i rahîm ve rezzâk

  • Allah'ın sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu ve bütün canlıların rızıklarını verdiğini ifade eden Rahîm ve Rezzak isimleri.

ism-i rahman / ism-i rahmân

  • Allah'ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu ifade eden ismi.

ism-i vedud / ism-i vedûd

  • Allah'ın kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenildiğini bildiren ismi.

ism-i zahir / ism-i zâhir

  • Allah'ın varlığının eserleriyle ve delilleriyle âşikâr ve görünür olduğunu ifade eden ismi.

ismail

  • Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.

ismi ahir / ismi âhir

  • Allah'ın her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî olduğunu ifade eden ismi.

ismullah

  • "Allah" lâfzı.
  • Allah adı.

ispat-ı nüzul

  • Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiğini ispat etme.

ispat-ı tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğunu ispat etme.

ispat-ı vacibü'l-vücud / ispat-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah'ın ispatı.

işrak / işrâk

  • Allah'a şerik koşma. Allah'tan başkasından medet bekleme.
  • Allaha ortak koşma.
  • Sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah'a götüren yolları bulmaya çalışmak.

isti'dad

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.

istiaze / istiâze

  • "Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak.
  • "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme.
  • Allah'a sığınma.

istiaze etme / istiâze etme

  • Allah'a sığınma.

isticabe

  • (İsticâbet) Duânın Allah tarafından kabul olunması.

istidad-ı muhabbet-i ilahiye / istidad-ı muhabbet-i ilâhiye

  • Allah'ı sevme kabiliyeti.

istigase / istigâse

  • Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme.

istiğfar / istiğfâr / اِسْتِغْفَارْ

  • Allahtan af dileme.
  • Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
  • Allah'tan affedilmeyi isteme.

istiğna / istiğnâ / استغنا

  • Kimseye muhtaç olmama. (Arapça)
  • Eyvallah etmeme. (Arapça)
  • Tokgözlülük. (Arapça)

istiğna-yı zati / istiğnâ-yı zâtî / اِسْتِغْنَايِ ذَاتِي

  • (Allah'ın) Zatı itibarıyla hiçbir şeye ihtiyaç duymaması.

istiğrak-ı mutlak

  • Allah aşkı ile tamamen kendinden geçmek.

istiğrak-ı ruhani / istiğrak-ı ruhanî

  • Tasavvufta Allah aşkından dolayı ruhen kendinden geçme hali.

istiğraki / istiğrâkî

  • Allah aşkıyla kendinden geçme.

istiğrakkarane / istiğrakkârâne

  • Allah aşkıyla kendinden geçercesine.

istihare / istihâre

  • Hayır istemek.
  • Bir işin hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra bu husustaki duâyı okuyarak o işle ilgili rüyâ görmek üzere hiç konuşmadan uykuya yatmak.
  • Her gün evden çıkmadan iki rek'at namaz kılıp Allahü teâlâdan o günün ve işinin

istihdam-ı ilahi / istihdam-ı ilâhî

  • Allah'ın hizmet ettirmesi, görevlendirmesi.

istihdam-ı rabbani / istihdam-ı rabbânî

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın çalıştırması, hizmet ettirmesi.

istihdam-ı rahmani / istihdam-ı rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'ın çalıştırması, hizmet ettirmesi.

istikamet / istikâmet

  • Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek.
  • Allah'a kulluk etmek.
  • Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması.
  • Yön, cihet.
  • Allahü teâlânın beğendiği, doğru, hak yolda bulunma.

istikdar

  • Cenab-ı Allah'dan (C.C.) hayırlı şeylerin olmasını isteme.

istilam / istîlâm

  • Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e

istirca' / istircâ'

  • Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.

istiska / istiskâ

  • Kıtlık, kuraklık vaktinde, sahrâya çıkıp, yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yalvarmak, duâ etmek. Yağmur duâsı.

ıtlak etmek

  • Belli bir sınır getirmeden genelleme yapma; Allah'ın kitap gönderdiği bir peygambere ve dine inanan insanları, yani Hıristiyan ve Yahudileri de hükmün kapsamı altına almak.

ittika / ittikâ

  • Allahü teâlâdan korkma, haramlardan, günâhlardan sakınma.

ittikal / ittikâl

  • Allah'a tevekkül etme, güvenme, dayanma.

izhar-ı rububiyet

  • Rablığını gösterme; Allah'ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları terbiye ve idare ettiğini ve herşeyi egemenliği altında tuttuğunu göstermesi.

izn-i bari / izn-i bâri

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah'ın izni.

izn-i hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın izni.

izn-i ilahi / izn-i ilâhî / اِذْنِ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın izni.
  • Allahın izni.

izn-i rabbani / izn-i rabbânî

  • Her bir varlığı yaratan ve her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın izni.

iznillah / iznillâh

  • Allah'ın (C.C.) müsaadesi, izni.

izzet

  • Üstünlük, yücelik, azîz olma.
  • Hürmet, saygı. Çünkü bildin mü'minin kalbinde bir Allah var, Niçin izzet etmedin ol beyte kim Allah var.

izzet-i rabbaniye / izzet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın izzeti, şeref ve haysiyeti.

izzet-i rububiyet

  • Her varlığı yaratılış amacına hikmetli bir biçimde ulaştırarak terbiye ve idare eden Allah'ın şeref ve yüceliği.

japon

  • 1911 yılında İstanbul'da bulunan ve İslâm âlimlerine Allah'ın birliği ve Peygamber Efendimizin nübüvvetiyle ilgili sorular yönelten Japon Başkumandanı Mareşal Nogi.

kàb-ı kavseyn

  • Cenâb-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miraçta bu makamda bizzat Allah'la görüşmüştür.

kabe kavseyn / kâbe kavseyn

  • Peygamber efendimizin Mîrac gecesinde bilmediğimiz bir şekilde Allahü teâlâya yakınlığından kinâye olan bir tâbir.

kabid / kâbid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölürken rûhları bedenlerden alan, verdikleri sadakaları zenginlerden kabûl eden.

kabul-ü rabbani / kabul-ü rabbânî

  • Cenâb-ı Allah'ın kabul ve rızâsı.

kabul-ü rabbaniye / kabul-ü rabbâniye

  • Cenâb-ı Allah'ın kabul ve rızâsı.

kaddesallah

  • Allah mübarek ve mukaddes eylesin.

kaddesallahü esrarehüm / kaddesallahü esrârehüm

  • Allah onların sırlarını (kalplerini mukaddes kılsın.

kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz

  • Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.

kaddesallahüesrarehüm

  • Allah onların sırlarını mukaddes kılsın.

kader / قَدَرْ

  • Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması.
  • Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile, ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi; alın yazısı.
  • Allahın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi.
  • Her şeyin Allahın ezeli ilmiyle vukuundan önce bilinmesi.

kader kalemi

  • Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir etmesi ve kudretiyle yazması, yaratması.

kader-i ezeli / kader-i ezelî

  • Ezelî kader; Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi.

kader-i ilahi / kader-i ilâhî

  • Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması.
  • Allah'ın takdiri.

kader-i ilahiye / kader-i ilâhîye

  • Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması.

kader-i sübhani / kader-i sübhânî

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi.

kadere rıza / kadere rızâ

  • İnsanın, Allahü teâlânın kendisi hakkında takdîr ettiği şeylere rızâ göstermesi, hoşnud olması başına gelen belâ ve musîbetlere sabredip, boyun eğmesi.

kaderiyye

  • Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve "Kul kendi fiillerini kendi yaratır" diyerek kaderi yâni işlerin, Allahü teâlânın takdîri ile olduğunu inkâr eden bozuk fırka. Bu fırkaya Mu'tezile adı da verilir.

kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)

kadim / kadîm

  • Başlangıcı olmayan.
  • Allahü teâlânın zâtına âit sıfatlarından. Varlığının evveli, başlangıcı olmayan.
  • Zaman bakımından eski olan şey.
  • Öncesiz olan Allah.

kadim-i baki / kadîm-i bâkî

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah.

kadim-i lemyezel / kadîm-i lemyezel / قَدِيمِ لَمْ يَزَلْ

  • Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah.
  • Önce olan, başlangıcı ve sonu olmayan (Allah).

kadir / kadîr

  • Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)
  • Mukaddir. Muktedir. Kudreti mutlak olan ve her hususa muktedir olan. Nihayetsiz kudret sahibi. (Allah C.C.)
  • Herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

kàdir

  • Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

kadir / kâdir

  • Gücü yeten, kudret sâhibi.
  • Allahü teâlânın sıfatlarından biri; gücü her şeye yeten, hakîkî kudret sâhibi.
  • Gücü yeten.

kādir / قَادِرْ

  • Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).

kadir / kadîr / قَدِيرْ

  • Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).

kadir-i alim / kadîr-i alîm

  • Herşeyi bilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

kadir-i alim-i mutlak / kadîr-i alîm-i mutlak

  • Herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen, sınırsız kudret ve ilim sahibi Allah.

kadir-i bimisal / kadîr-i bîmisâl

  • Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, eşi ve benzeri olmayan Allah.

kadir-i cebbar / kadîr-i cebbâr

  • İstediğini mutlaka yapan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah.

kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî / قَد۪يرِ اَزَل۪ي

  • Herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah.
  • Başlangıcı olmayan nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).

kadir-i ezeli-i zülcelal / kadîr-i ezelî-i zülcelâl

  • Varlığının başlangıcı olmayan sonsuz haşmet ve kudret sahibi Allah.

kadir-i hakim / kadîr-i hakîm / قَد۪يرِ حَك۪يمْ

  • Herşeyi hikmetle yaratan sonsuz kudret sahibi Allah.
  • Nihâyetsiz kudret sâhibi ve her işi hikmetli olan (Allah).

kadir-i kayyum / kadîr-i kayyûm

  • Sonsuz kudret sahibi olan, herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve dilediği gibi onları idare eden Allah.

kàdir-i kayyum / kàdir-i kayyûm

  • Ezelden ebede kadar bütün varlıkları ayakta tutan sonsuz kudret sahibi, Allah.

kadir-i kerim / kadîr-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik sahibi olan ve kudreti herşeye yeten Allah.

kadir-i külli şey / kadîr-i külli şey

  • Sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.

kàdir-i külli şey / kàdîr-i külli şey

  • Sınırsız güç sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.

kadir-i layezal / kadîr-i lâyezâl

  • Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek, sonsuz kudret sahibi Allah.

kadir-i mürid / kadîr-i mürîd

  • Her şeye gücü yeten ve istediği şeyi yapan Allah.

kadir-i mutlak / kadîr-i mutlak

  • Mutlak güçlü (Allah).
  • Kudreti herşeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.

kàdir-i mutlak

  • Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.

kadir-i mutlak / kâdir-i mutlak / kadîr-i mutlak / قَد۪يرِ مُطْلَقْ

  • Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah.
  • Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).

kadir-i rahim / kadîr-i rahîm / قَد۪يرِ رَح۪يمْ

  • Gücü herşeye yeten, rahmeti herşeyi kuşatan Allah.
  • Nihâyetsiz kudret ve rahmet sâhibi (Allah).

kadir-i zülcelal / kadîr-i zülcelâl / قَد۪يرِ ذُو الْجَلَالْ

  • Kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah.
  • Nihâyetsiz kudret ve haşmet sâhibi (Allah).

kadir-i zülcemal / kadîr-i zülcemâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz rahmet sahibi olan Allah.

kadir-i zülkemal / kadîr-i zülkemâl

  • Kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah.

kadir-u kayyum

  • Kadir ve Kayyum (Allah).

kadiriyet-i mutlaka / kadîriyet-i mutlaka

  • Allah'ın gücünün sınırsız olarak her şeyde görünmesi.

kàdıu'l-hacat / kàdıu'l-hâcât

  • Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah.

kadiülhacat / kadîülhâcât

  • İhtiyaçları veren, Allah.

kaf nun / kâf nun

  • Arapça "kün" (ol) emrinin harfleri; Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kaf-nun / kâf-nûn

  • Arap alfabesinde yer alan iki harften oluşan ve Allah'ın varlıkları dilediği şekilde yaratmasını ifade eden "kün", yani "ol" emri.

kafile-i sıddıkin / kafile-i sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların oluşturduğu topluluk.

kafir / kâfir

  • Hakkı görmeyen ve örten. İyilik bilmeyen. Allah'ı inkâr eden. Dinsiz. İmanın esaslarına veya bunlardan birine inanmayan. Mülhid.
  • Allah'ı veya Allah'ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimse.
  • Hakk'ı tanımayan, bilmeyen,
  • Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan.
  • Küfreden, küfredici.
  • İyilik bilmeyen, nankör.

kafir-i mel'un / kâfir-i mel'un

  • Allah'ı veya Allah'ın bildirdiği kesin birşeyi inkâr eden lânetlenmiş kimse.

kafire / kâfire

  • İnkârcı; Allah'ın kesin olarak bildirdiği birşeyi inkâr eden.

kahhar / kahhâr

  • Galib-i Mutlak ve her an kahretmeğe muktedir olan Allah (C.C.) Hak Celle ve A'lâ'nın esmâ ve sıfâtındandır.
  • Herşeye her zaman mutlak galip gelen ve boyun eğdiren Allah.
  • Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı.
  • Allah'ın isimlerinden biri.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı, nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmâ nlı ölen mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağı

kahhar-ı zülcelal / kahhâr-ı zülcelâl

  • Haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah.

kahr-ı ilahi / kahr-ı ilâhî

  • Allah'ın kahrı.

kaide-i adetullah / kaide-i âdetullah

  • Allah'ın adeti olan kanun, kural.

kain ve bain / kâin ve bâin

  • Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.

kainat / kâinât / كَائِنَاتْ

  • Allahın yarattığı her şey.

kainat halıkı / kâinat hâlıkı

  • Evrenin ve herşeyin sahibi olan Allah.

kainat maliki / kâinat mâliki

  • Evrenin ve yaratılmış herşeyin gerçek sahibi olan Allah.

kainat sahibi / kâinat sahibi

  • Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.

kainat sultan / kâinat sultan

  • Kâinatın ve bütün varlıkların sultanı olan Allah.

kainat sultanı / kâinat sultanı

  • Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve Sultanı Allah.

kainat-ı muhteşeme / kâinat-ı muhteşeme

  • Allah'ın sonsuz haşmet ve yüceliğini gösteren muhteşem kâinat.

kainatın sahibi / kâinatın sahibi

  • Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.

kainatın sanii / kâinatın sânii

  • Kâinatı, evreni ve içindeki herşeyi sanatla yaratan Allah.

kalb gözü

  • Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.

kalb hastalığı

  • Kalbin Allahü teâlâdan başkasına bağlanması.

kalb huzuru / kalb huzûru

  • İç rahatlığı, gönül hoşluğu. Kalbin Allahü teâlâdan başkası ile olmaması; Allah'tan başkasına bağlanmaması.

kalb toparlanması

  • Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere bağlanmaktan kurtulması.

kalb-i kerim

  • Allah'ın lütuf ve ikramına ayna olan mübarek kalp sahibi.

kalb-i selim / kalb-i selîm

  • Şek (şüphe) ve şirkten (Allahü teâlâya ortak koşmaktan), küfür ve nifâktan arınmış, dâimâ Allahü teâlâya bağlı kalb.

kalem

  • Levh-i mahfûz üzerine Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile bilip taktîr ettiği şeyleri yazan, nasıl olduğu insanlar tarafından bilinemeyen kalem.

kalem-i kader / قَلَمِ قَدَرْ

  • Kader kalemi; Allah'ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip belirlemesi.
  • (Allahın) Kader kalemi.

kalem-i kader ve hikmet

  • Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip, belli bir amaca yönelik olarak yazması.

kalem-i kader ve kudret

  • Allah'ın olacak hadiseleri önceden bilip takdir etmesi ve kudretiyle yaratması.

kalem-i kader-i ilahi / kalem-i kader-i ilâhî / قَلَمِ قَدَرِ اِلٓه۪ي

  • Allah'ın kader kalemi; Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması.
  • Allahın kader kalemi.

kalem-i kaza ve kader / kalem-i kazâ ve kader

  • Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri zamanı gelince meydana getirmesi.

kalem-i kudret / قَلَمِ قُدْرَتْ

  • (Allahın) Kudret kalemi.

kalem-i kudret ve kader

  • Allah'ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç ve ilim.

kalem-i kudret-i samedaniye / kalem-i kudret-i samedâniye

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah'ın kudret kalemi.

kalender

  • Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse. (Farsça)
  • Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse. (Farsça)
  • Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof. (Farsça)

kalu bela / kalû belâ

  • Ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet" cevabı.

kàlu bela / kàlû belâ

  • Ruhların yaratıldıktan sonra Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Rabbimizsin" cevabı.

kalubela / kalûbelâ / kâlûbelâ

  • Allahın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı.
  • Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.

kamil-i mutlak / kâmil-i mutlak

  • Sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah.

kamil-i zülcelal / kâmil-i zülcelâl

  • Sonsuz mükemmellik ve büyüklük sahibi, Allah.

kamil-i zülcemal / kâmil-i zülcemâl

  • Sonsuz mükemmellik ve güzellik sahibi Allah.

kanitin / kanitîn

  • Kunut ve duâ edenler. Allah'a itaat ve ibadet edenler.

kanun

  • (Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
  • Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.

kanun-ı ilahi / kânûn-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
  • Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

kanun-u emir

  • Emir kanunu; Allah'ı Kudret sıfatının bir tecellisi olan kanun.

kanun-u emri / kanun-u emrî

  • Allah'ın bir şeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emrini ifade eden kanun.

kanun-u emriye-i mu'ciznüma / kanun-u emriye-i mu'ciznümâ

  • Allah'ın emriyle oluşan mu'cizeli kanun.

kanun-u hafiziyet / kanun-u hafîziyet

  • Allah'ın bütün kâinatta geçerli olan muhafaza edicilik kanunu.

kanun-u ihata-i ilmi / kanun-u ihata-i ilmî

  • Allah'ın ilminin herşeyi kuşatmasının kanunu.

kanun-u ilm-i muhit

  • Allah'ın herşeyi kuşatan ilminin kanunu.

kanun-u kader-i ilahi / kanun-u kader-i ilâhî

  • Allah'ın meydana gelecek hadiseleri gerçekleşmeden önce sonsuz ilmiyle belirlediği ve bütün kâinatta geçerli olan kanunlar.

kanun-u kaderi / kanun-u kaderî

  • Allah'ın takdiri ile tespit edilmiş kader kanunu.

kanun-u kayyumiyet / kanun-u kayyûmiyet

  • Allah'ın yarattıklarının varlıklarını ayakta tutup devam ettirme kanunu.

kanun-u mübin-i rabbani / kanun-u mübîn-i rabbânî

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın apaçık kanunu.

kanun-u rabbani / kanun-u rabbânî

  • Allah'ın kanunu.

kanun-u rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması kanunu.

karabin

  • (Tekili: Kurban) Kurbanlar. Allah için kesilen koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar.

karz-ı hasen

  • Sadece Allah rızâsı için verilen ödünç. Faizsiz verilen borç.

karzıhasen

  • Allah için verilen borç.

kasd-ı ilahi / kasd-ı ilâhî

  • Allah'ın kasdı, isteği, hedefi.

kasem

  • Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.

kasıd

  • Sonsuz ilim, irade ve ihtiyarıyla her şeyi bir gaye için yaratan Allah.

kaside-i rabbani / kaside-i rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ı öven şiir.

kast ve irade

  • Yönelme ve isteme; burada herşeyi kuşatan, Allah'ın küllî iradesi kastediliyor.

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

katib-i zülkemal / kâtib-i zülkemâl

  • Bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel ve kusursuz bir şekilde yaratan Allah.

kavanin-i adet / kavânîn-i âdet

  • Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları.

kavanin-i ezeliye-i sübhaniye / kavânîn-i ezeliye-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve temiz olan Allah'ın ezelî kanunları.

kavanin-i ilm-i ezeli / kavânin-i ilm-i ezelî

  • Cenâb-ı Allah'ın ezelî ilminin kanunları.

kavanin-i meşiet / kavânin-i meşiet

  • Allah'ın irade ve dilemesinin tecellisi olan kanunlar.

kavanin-i rububiyet / kavânîn-i rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığa, yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması ile ilgili kanunlar.

kavanin-i tabiiye

  • Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları, kâinattaki kanunlar.

kavanin-i teşekkülat / kavânin-i teşekkülât

  • Allah'ın varlıkları yaratmada ortaya koyduğu kanunlar; oluşum kanunları.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kaviyy

  • Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen.

kaviyy-i mutlak

  • Sınırsız kuvvet sahibi olan Allah.

kavm-i semud

  • Hz. Salih'in peygamber olarak gönderildiği fakat azgınlıklarından dolayı Allah'ın yok ettiği kavim.

kavme

  • Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak.

kayyum / kayyûm / قَيُّومْ

  • Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.
  • Yarattıklarını varlık âleminde tutan Allah.
  • Herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaratıcı ve mahlûkları yerlerinde ve varlıkta durdurucu.
  • Varlığı kendinden olup, mahlûkātı varlıkta tutan (Allah).

kayyum-u baki / kayyûm-u bâkî

  • Devamlı hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah.

kayyum-u sermedi / kayyûm-u sermedî

  • Varlığı sürekli olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah.

kayyum-u zülcelal / kayyûm-u zülcelâl

  • Herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, büyüklük ve yücelik sahibi Allah.

kayyumiyet / kayyûmiyet

  • Allah'ın daimî mevcudiyeti ve herşeyi her an ayakta tutması.
  • Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bâkiliği.
  • Allah'ın bütün herşeyi ayakta tutması, varlığını devam ettirmesi.

kayyumiyet-i ilahiye / kayyûmiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın her zaman ve her yerde var olması ve bütün varlıkların ancak Onunla var olabilmeleri.

kaza / kazâ

  • Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
  • Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
  • Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
  • Hâkimlik, hâkimin hükmü.
  • İstemeden yapılan zarar.
  • Hükmeylemek, hüküm.
  • Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
  • Allah'ı takdir ettiği şeyin zamanı gelince meydana gelmesi; kaderde yazılı olanın meydana gelmesi.
  • Allah'ın ezeldeki hükmü
  • Kadılık (ilçe) merkezi.
  • Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü.
  • Yapma, yapılma, işleme.
  • İstemeden yapılmış bir kötülük.
  • Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması. Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca.

kaza ve kader / kazâ ve kader

  • Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması ve Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması.
  • Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et

kaza ve kader-i ezeli / kaza ve kader-i ezelî

  • Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.

kaza ve kader-i ilahi / kaza ve kader-i ilâhî

  • Hâdiselerin, olmadan önce Allah tarafından takdir olunup plânlanması ve vakti gelince yaratılması.

kaza-i ilahi / kazâ-i ilâhi

  • Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.

kaza-i ilahiye / kaza-i ilâhiye

  • Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.

kaza-i muallak / kazâ-i muallak

  • Allahü teâlânın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdîr ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler.

kaza-i mübrem / kazâ-i mübrem

  • Allahü teâlânın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.

kaza-yı ilahi / kazâ-yı ilâhî / قَضَايِ اِلٓه۪ي

  • Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.
  • Allahın takdîrinin meydana gelmesi.

kaza-yı ilahiye / kaza-yı ilâhiye

  • Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.

kazā-yı rabbani / kazā-yı rabbânî / قَضَايِ رَبَّان۪ي

  • Terbiye edici olan Allahın takdîrinin meydana gelmesi.

kaza-yı rabbaniye / kaza-yı rabbâniye

  • Allah'ın takdiri; Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.

kazi-yül hacat / kazi-yül hâcât

  • Bütün ihtiyaçları yerine getiren Allah (C.C.)

kebair

  • (Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün

kebir / kebîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığından önce yokluk geçmemiş olan.

kebiru'l-müteal / kebîru'l-müteâl

  • Açık ve gizli her şeyi bilen, büyük ve yüce olan. Allah Teâlâ.

kef-nun / kef-nûn

  • Allahın "ol" yani "kün" emrindeki harfler.

keffaret / keffâret

  • Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), zıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş

keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn

  • Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.

kelam / kelâm

  • Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
  • Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.
  • Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde.
  • Allah'a mahsus bir sıfat.
  • Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir.
  • Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İ

kelam-ı ilahi / kelâm-ı ilâhî

  • Allah kelâmı.
  • Allahü teâlânın kelâmı. Kur'ân-ı kerîm.

kelam-ı kadim / kelâm-ı kadîm

  • Allah'a ait olduğu için varlığının başı ve öncesi olmayan kelâm, Kur'ân.

kelam-ı nefsi / kelâm-ı nefsî

  • Allahü teâlânın kelâm sıfatının harf ve ses içerisine sokulmadan yâni kelâm-ı lafzî hâlini almadan önceki hâli.

kelam-ı rabbani / kelâm-ı rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın kelâmı.

kelam-ı rahmani / kelâm-ı rahmânî

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'ın kelâmı.

kelam-ı tevhid / kelâm-ı tevhid

  • Allah'ın birliğini ifade eden söz.

kelam-ı tevhidi / kelâm-ı tevhidî

  • Allah'ın birliğini ifade eden söz.

kelamullah / kelâmullah

  • Allah sözü, Kur'-ân-ı Kerim.
  • Allah'ın kelamı, Kur'ân.
  • Allah kelâmı, Kur'ân-ı Kerim.
  • Allah sözü.

kelamullah-ı natık / kelâmullah-ı nâtık

  • Konuşan Allah kelâmı, sözü.

kelamullahi'l-azizi'l-mennan / kelâmullahi'l-azîzi'l-mennân

  • İzzet, şeref ve bol ihsan sahibi olan Allah'ın kelâmı.

kelimat-ı hikmet

  • Hikmetin kelimeleri; Allah'ın her bir varlığı belirli gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatının kelimeleri, sözleri.

kelimat-ı ilahiye / kelimât-ı ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar.

kelimat-ı kudret / kelimât-ı kudret

  • Allah'ın kudret kelimeleri.

kelimat-ı rabbaniye / kelimât-ı rabbâniye

  • Herşeyi yaratıp terbiye eden Allah'ın kelimeleri, sözleri.

kelimat-ı tesbihiye / kelimât-ı tesbihiye

  • Allah'ı tesbih eden kelimeler.

kelimat-ı tesbihiye ve zikriye / kelimât-ı tesbihiye ve zikriye

  • Allah'ın yüceliğini dile getirmek ve Allah'ı anmak için kullanılan kelimeler, sözler.

kelime-i ihlas / kelime-i ihlâs

  • "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü Kelime-i tevhîd de denir.

kelime-i rabbaniye / kelime-i rabbâniye

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın kelimesi, sözü.

kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet

  • "Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallalla
  • "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim" ifadesi.
  • Şehâdet ifâdesini hülâsa eden (Eşhedü en Lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh) cümlesi.

kelime-i sübhani / kelime-i sübhânî

  • Allah'ın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu dile getiren kelime.

kelime-i tayyibe

  • "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Kelime-i tevhîd de denir.
  • Allah ve Resulullah kelâmı. Dua, niyaz ve salâvatlar gibi kelâmlar. Meselâ (Sübhânallah velhamdülillah ve Lâilâhe illâllah vallahü Ekber) kelime-i tayyibedir.

kelime-i tehlil / kelime-i tehlîl

  • "Lâ ilâhe illallah" sözü.

kelime-i temcid / kelime-i temcîd

  • "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözü.ÊMânâsı; "Güç ve kuvvet ancak Allahü teâlâdandır" demektir.

kelime-i tenzih / kelime-i tenzîh

  • Allahü teâlânın her türlü noksan sıfatlardan temiz ve uzak olduğunu ifâde eden "Sübhânellah" sözü.

kelime-i tevhid / kelime-i tevhîd

  • "Lâ-ilâhe illallah, Muhammedün resûllullah".
  • Tevhid-i İlahîyi ifade eden "Lâilahe illallah Muhammedür Resulullah" cümle-i kudsiyesidir.
  • "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde; Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak, Urvet-ül-vüs kâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.

kelimetullah

  • Allah'ın kelâmı, Kur'ân-ı Kerîm.
  • Allahü teâlânın ism-i şerifi. Allahü teâlânın dîni.
  • Îsâ aleyhisselâmın lakabı.
  • Allah sözü.

kelimullah / kelîmullah

  • "Allahü teâlânın kendisiyle konuştuğu zât" mânâsına Mûsâ aleyhisselâmın lakabı.

kemal sıfatları / kemâl sıfatları

  • Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl

kemal ve cemal-i ilahi / kemal ve cemâl-i ilâhî

  • Allah'ın mükemmellik, kusursuzluk ve güzelliği.

kemal-i iftikar / kemâl-i iftikar

  • Allah'a karşı fakirliğini tam hissetme.

kemal-i ihtiyar / kemâl-i ihtiyar

  • Allah'ın kusursuz idaresi.

kemal-i ilahi / kemâl-i ilâhî

  • Allah'ın bütün noksanlıklardan yüce ve en mükemmel sıfatlara sahip olması.

kemal-i kudret / kemâl-i kudret

  • Allah'ın kudretinin mükemmelliği.

kemal-i kudret ve hikmet / kemâl-i kudret ve hikmet

  • Allah'ın kudret ve hikmetinin eksiksiz ve mükemmel oluşu.

kemal-i kudret-i ilahiye / kemâl-i kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın kudretinin mükemmelliği.

kemal-i rububiyet / kemâl-i rububiyet / kemâl-i rubûbiyet

  • Allah'ın varlıkları terbiye ve idare edişindeki mükemmellik.
  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyet, yaratıcılık ve terbiyesinin mükemmelliği.

kemal-i tazim / kemâl-i tâzim

  • Allah'ın sonsuz büyüklüğünü mükemmel bir şekilde dile getirme. Büyük saygı, hürmet.

kemal-i vahdaniyet / kemâl-i vahdâniyet

  • Allah'ın sonsuz birliği.

kemal-i zati / kemâl-i zâtî

  • Allah'ın zâtının mükemmelliği, kusursuzluğu.

kemal-i zühd / kemâl-i zühd

  • Allah korkusuyla tam olarak günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme.

kemalat-ı kibriya / kemâlât-ı kibriyâ

  • Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünün mükemmelliği.

kemalat-ı sübhaniye / kemâlât-ı sübhâniye

  • Bütün eksikliklerden yüce olan Allah'ın sonsuz mükemmellikteki sıfatları, nitelikleri.

kemend-i mahbub-i ilahi / kemend-i mahbûb-i ilâhî

  • Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.

kemerbeste-i hizmet-i mevla / kemerbeste-i hizmet-i mevlâ

  • Allah'ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak.

kemerbeste-i ubudiyet / kemerbeste-i ubûdiyet

  • Kulluk için el bağlayıp Allah'ın huzurunda durma.

keramat / kerâmât

  • Kerametler; Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiiller.

keramat-ı evliya / kerâmât-ı evliya

  • Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarına sunduğu olağanüstü haller.

keramat-ı gaybiye / kerâmât-ı gaybiye

  • Allah'ın bir ikramı olarak gaybla ilgili verilen haberlerin doğru çıkması şeklinde gerçekleşen kerametler.

keramat-ı harika / kerâmât-ı harika

  • Allah'ın ikramı olan olağan üstü şeyler.

keramet / kerâmet

  • Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
  • Bağış, kerem.
  • İkram, ağırlama.
  • Allah'ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil.
  • Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.

keramet-i acibe-i gaybiye

  • Gayba ait acayip keramet; Allah'ın bir ikramı olarak gelecekle ilgili verdiği acayip haber.

keramet-i ahmediye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Allah'ın bir ikramı olarak, kendinde görülen olağanüstü hal ve hareketler.

keramet-i aleviye / kerâmet-i aleviye

  • "Ali'nin kerâmeti", yani Hz. Ali'nin (r.a.) Allah'ın lütfuyla geleceğe dair verdiği haberler (On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem'â bu kerametlerden bahseder).

keramet-i evliya

  • Evliyanın kerameti; Allah tarafından evliyaya ikram edilen olağanüstü hal.

keramet-i inayet-i rabbaniye / keramet-i inâyet-i rabbaniye

  • Allah'ın inayetinin kerameti, ikramı.

kerametli

  • Keramet sahibi; Allah'ın bir ikramı olarak verilen olağanüstü hal ve durumu gösteren kimse.

kerem-i ilahi / kerem-i ilâhî / كَرَمِ اِلٰه۪ي

  • Allahın ikrâmı.

kerem-i sübhaniye

  • Bütün noksanlıklardan uzak olan Allah'ın cömertliği, ikramı.

kerim / kerîm / كَر۪يمْ

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudreti (gücü) var iken affeden, vâd ettiğini yapan, vermesi ve ihsânı (lütfu) bol olan, ümîd edilenin üstünde olan, ne kadar verdiğini ve kime verdiğini hesâb etmeyen, kendisine sığınanı ko ruyan ve isteyeni zenginleştiren.
  • Mu
  • Çokça ikrâm edici (Allâh).

kerim-i müteal / kerîm-i müteâl

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan yüce Allah.

kerim-i mutlak / kerîm-i mutlak / كَر۪يمِ مُطْلَقْ

  • Lütuf ve cömertliği sınırsız olan Allah.
  • Nihayetsiz ikrâm edici (Allah).

kerim-i pürneval / kerîm-i pürneval

  • Her türlü nimeti bolca ikram eden, sonsuz kerem sahibi olan Allah.

kerim-i rahim / kerîm-i rahîm / كَرِيمِ رَحِيمْ

  • Sonsuz ikram ve ihsan sahibi, pek merhametli olan Allah.
  • Çokça ikrâm edici ve merhamet edici (Allah).

kerim-i zülcemal / kerîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik, ikram ve cömertlik sahibi olan Allah.

kerimiyet-i rabbaniye / kerîmiyet-i rabbâniye

  • Her şeyi idare ve terbiye eden Allah'ın sonsuz ikram ve cömertliği.

kerremallahu veche

  • Allah vechini mükerrem kılsın; yüzünü şerefli kılsın.

kerremallahu vechehu

  • "Allah yüzünü ak etsin" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.

kerremallahü vechehü

  • "Allah yüzünü şerefli, şerefini yüksek kılsın" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.

kerremallahu-vechehu

  • Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.

kerremallahuveche

  • Allah yüzünü ak etsin.

kerrubiyyun

  • (Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.

kerub

  • Allah'a en yakın olan melekler.

keşf

  • Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme.
  • Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.

keşf ü keramat / keşf ü kerâmât

  • Allah'ın bir ikramı olarak mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve olağanüstü hâllere mazhar olma.

keşf-i sadık / keşf-i sâdık

  • Allah'ın velî kullarının mânevî âlemlere ait bazı sır ve hakikatleri Allah'ın ilham etmesiyle görmeleri.

keşfü'l-kubur velisi / keşfü'l-kubur velîsi

  • Kabirdeki ölülerin hallerini anlayan ve bilen Allah dostu zât, evliya.

kesir-i hakiki / kesîr-i hakikî

  • Gerçek çokluk; her şey bir olan Allah'a verilmezse çok ilâhlar olacaktır.

kevser

  • Allahü teâlânın Kevser sûresinde Peygamber efendimize verdiğini bildirdiği büyük ihsân. Âhirette Cennet'te Peygamber efendimize âit meşhûr nehir veyâ kıyâmet (hesâb) günü Cehennem üzerindeki Sırat köprüsü geçilmeden önce Peygamber efendimizin ve ümme tinin başına geldikleri meşhûr havuz.
  • Cenâb-ı Allah'ın Hz. Peygambere (a.s.m.) ihsan ettiği Cennet nehri; pek çok hayır ve ilim.

keyfiyyet

  • Bir şeyin mâhiyeti, esâsı, içyüzü, nasıl olduğu. "Allah Arş üstündedir" buyurur Rabbimiz Lâkin keyfiyyetini, anlayamaz aklımız.

kibriya / kibriyâ

  • Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
  • Büyüklük, ululuk.
  • Allah.
  • Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik.

kibriya-i uluhiyet / kibriyâ-i ulûhiyet

  • Allah'ın ortak kabul etmeyen ilâhlığının büyüklüğü.

kibriya-i vahdet / kibriyâ-i vahdet

  • Allah'ın birliğinin büyüklük ve azameti.

kıdem

  • Allahü teâlânın zâtî sıfatlarından. Allahü teâlânın ezelî olması, varlığının başlangıcı bulunmaması.

kimya-yı havas

  • Kendinden geçip Allaha tam teslim olmak ve dönmek.

kirdikar / kirdikâr

  • Sâni. Yapan Allah (C.C.). (Farsça)

kıskanç

  • Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.

kısmet

  • Nasîb. Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey.
  • Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma.

kitab-ı hikmet-i samedaniye / kitab-ı hikmet-i samedâniye

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ancak herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın hikmetlerle dolu kitabı, İlâhî amaç ve hikmetleri gösteren kitap.

kitab-ı isbat-ı vahdaniyet

  • Allah'ın birliğini, ortağının ve benzerinin olmayışının ispat eden kitap.

kitab-ı marifet

  • Allah'ı tanıtan kitap.

kitab-ı mübin / kitâb-ı mübîn / كِتَابِ مُب۪ينْ

  • Kaderde olan her şeyin gerçekleşmesinde esas tutulan kānunların bütünü; Allahın geçmiş ve gelecekten ziyâde, şimdiki hâle bakan ilmi.

kitab-ı rabbani / kitab-ı rabbânî / kitâb-ı rabbânî / كِتَابِ رَبَّان۪ي

  • Allah'ın bu âlemde hakimiyetini ve Rablığını bir kitap gibi anlatan eseri, kâinat.
  • Terbiye edici Allaha â kitap.

kitab-ı rahmani / kitab-ı rahmânî

  • Allah'ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu anlatan kitap.

kitab-ı samedani / kitab-ı samedânî

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın bir yazı gibi yarattığı kitap.

kitab-ı sübhani / kitab-ı sübhânî

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'a ait kutsal kitap.

kitab-ı zikir ve marifet

  • Zikir ve Allah'ı tanıtan kitap.

kitabullah / kitâbullah

  • Allah'ın kitabı, Kur'ân.
  • Allah kitabı, Kur'-ân-ı Kerim.
  • Allahın kitabı, Kurân.

kıyam bi nefsihi / kıyâm bi nefsihî

  • Allahü teâlânın zâtî (zâtına âit) sıfatlarından; varlığı kendinden olan, hiçbir şeye muhtâc olmayan.

kıyam-ı binefsihi / kıyam-ı binefsihî

  • (Kıyâm-ı bizâtihî) : Fık: Varlığı, durması kendi zâtı ile olmak mânasında bir sıfat-ı İlâhîdir. Şöyle ki: Hak Teâlâ'nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zâtı ile kaimdir. Kendi varlığı, kendi hüviyetinin, kendi mukaddes zâtının muktezasıdır. Aslâ başkasının değildir. Bunun için, Allah Teâlâ'ya "Vâc

kıyamet / kıyâmet

  • Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması, kıyâmetin kopması.
  • Her canlının ölü

kıyas-ı adli / kıyas-ı adlî

  • Adaletle ilgili kıyas; Allah'ın kâinata koymuş olduğu adalet ve düzeni göstererek âhiretin varlığına ulaşma.

kızıl kafirler / kızıl kâfirler

  • Allah'a ve Allah'ın kesin olarak bildirdiği herhangi bir şeye inanmayan komünist kimseler, komünistler.

köle

  • Allah yolunda harb ederken, kâfirlerden alınan esir.

kuba mescidi / kubâ mescidi

  • İslâm târihinde Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında Medîne-i münevvere yakınında bulunan Kubâ'da ilk defâ inşâ edilen mescid.

kuddise sirruh

  • Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.

kuddus / kuddûs / قُدُّوسْ

  • Kusur ve noksanlıklardan uzak, pak ve temiz olan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
  • Her türlü ayıp ve noksanlardan uzak olan (Allah).

kudret

  • Güç. Takat.
  • Her yeri kaplayan kudretullah.
  • Varlık. Ehliyet. Becerebilme.
  • Zenginlik.
  • Kabiliyet.
  • İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.
  • Allah'ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı.
  • Güç.
  • Allah'ın bütün varlıkları kuşatmış olan gücü.
  • Varlık, zenginlik.
  • Ehliyet, becerebilme.
  • Güç, güçlü olma.
  • Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi.
  • Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet.

kudret eli

  • Güç ve iktidarı bütün varlığı kuşatan Allah'ın yardımı.

kudret ve hikmet-i ilahiye / kudret ve hikmet-i ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'ın kudret ve hikmeti.

kudret ve irade-i ilahiye / kudret ve irade-i ilâhiye

  • Allah'ın kudret ve iradesi.

kudret ve kader kalemi

  • Allah'ın olacak olayları olmadan önce bilip yazması, takdir etmesi ve kudretiyle yaratması.

kudret-i ezeli / kudret-i ezelî

  • Bir başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudreti.

kudret-i ezeliye

  • Ezelî olan Allah'ın kudreti, güç ve kuvveti.

kudret-i ezeliyye

  • Allah'ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve muktedir olan iktidarı.

kudret-i fatıra / kudret-i fâtıra

  • Herşeyin yaratıcısı olan Allah'ın kudreti.

kudret-i halık / kudret-i hâlık

  • Herşeyi yaratan Allah'ın kudreti.

kudret-i ilahi / kudret-i ilâhî

  • Allah'ın kudreti.

kudret-i ilahiye / kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın güç ve iktidarı.
  • Allah'ın kudreti.

kudret-i kamile / kudret-i kâmile

  • Allah'ın mükemmel güç ve iktidarı.

kudret-i kamile-i ilahiye / kudret-i kâmile-i ilâhiye

  • Allah'ın tam ve noksansız kudreti, kuvveti.

kudret-i kudsiye

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın güç ve iktidarı.

kudret-i mutlaka

  • Allah'ın sınırsız güç ve iktidarı.

kudret-i rabbani / kudret-i rabbânî

  • Her şeyi terbiye ve idare eden Allah'ın kudreti.

kudret-i rabbaniye / kudret-i rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sonsuz kudreti.

kudret-i samedaniye / kudret-i samedâniye

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı ve herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah'ın sonsuz kudreti.

kudret-i sani / kudret-i sâni

  • Herşeyi san'atla yaratan; güç, kuvvet, iktidar sahibi Allah.

kudret-i sermediye

  • Allah'ın sonsuz güç ve iktidarı.

kudret-i tamme / kudret-i tâmme

  • Allah'ın eksiksiz tam kudreti, noksansız iktidarı.

kudret-i vahid-i ehad / kudret-i vâhid-i ehad

  • Bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah'ın güç ve iktidarı.

kudret-i zatiye-i ezeliye / kudret-i zâtiye-i ezeliye

  • Sonsuz güç ve iktidarı bizzat kendinden olan, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah.

kudret-i zülcelal / kudret-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve heybet sahibi Allah'ın sonsuz kudreti.

küfr

  • Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür.
  • Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık.
  • Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak.
  • Allah'a inanmama ve ona ortak koşma.
  • Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik.
  • Nankörlük.
  • Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.

küfr-i cehli / küfr-i cehlî

  • İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak.

küfr-i cühudi / küfr-i cühûdî

  • Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek.

küfr-i mutlak

  • Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.

küfran / küfrân

  • Nankörlük etmek. Allah'ın ihsan ve inayetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
  • Nankörlük; Allah'ın ihsan ettiği nimetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme.

küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet

  • Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.

kul

  • De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.

külli irade / küllî irâde / كُلّ۪ي اِرَادَه

  • Allahü teâlânın başlangıcı ve sonu olmayan irâde (dileme) sıfatı.
  • Allahın her şeyi kuşatan irâdesi.

külliyat-ı şuun / külliyât-ı şuûn

  • Allah'ın herşeyi kuşatan işleri ve icraatları.

kumandan-ı akdes

  • Bütün varlıkları emri altında tutan ve her türlü eksiklikten ve âcizlikten yüce olan Allah.

kumandan-ı rabbani / kumandan-ı rabbânî

  • Her şeyi terbiye eden Allah'ın seçtiği kumandan, Hz. Muhammed.

kumbiiznillah

  • Allahın izniyle kalk!

kün

  • "Ol" mânasında emirdir. Allah (C.C.) bir şeye Kün dese; o şey olur.
  • Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kün emri

  • "Ol!" emri; Allah'ın birşeye "Ol!" deyince onu hemen olduruveren emri.
  • Allahü teâlânın yaratmayı dilediği şeylere "Ol!" emri.

kur'an

  • Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığ

kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm

  • Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi

kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.

kur'an-ı samedani / kur'ân-ı samedânî

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.

kur'an-ı sübhani / kur'ân-ı sübhânî

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.

kurb

  • Yakınlık. Tasavvufta, Allahü teâlâya yakın olmak.

kurb-i hüda / kurb-i hüdâ

  • Allah'a manevî yakınlık.

kurb-i ilahi / kurb-i ilâhî

  • Allahü teâlâya yakın olmak.

kurb-i velayet / kurb-i velâyet

  • Velâyet, evliyâlık yoluna âit yakınlık. Allahü teâlâdan gelen feyz ve bereketlere, arada vâsıta bulunmak sûretiyle kavuşma.

kurb-u huzur / kurb-u huzûr / قُرْبِ حُضُورْ

  • Allah'ın yüce huzuruna yakınlık.
  • Huzura (Allah'a) yakın olma.

kurban

  • Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
  • Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
  • Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
  • Bir maksad uğrunda feda olma.
  • Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.

kurbet

  • Yakınlık. Tâatı, Allahü teâlâ için yapmak.
  • Yakınlık, Allah'a yakınlık.
  • Hısımlık, akrabalık.
  • Yakınlık.
  • Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih.

kurbiyet-i ilahiye / kurbiyet-i ilâhiye / قُرْبِيَتِ اِلَهِيَه

  • İnsanın Allah'a olan yakınlığı.
  • Allaha yakınlık.

kurbiyet-i maneviye / kurbiyet-i mâneviye

  • Mânevî yakınlık; kulun Allah'a yakınlığı.

kurra-i seb'a / kurrâ-i seb'a

  • Allahü teâlânın kelâmı olan Kur'ân-ı kerîmin kırâatini (okunuşunu) Peygamberimizin okuduğu gibi bildiren yedi büyük kırâat âlimi.

kürsi / kürsî

  • Makam.
  • Arşın altındaki sema tabakası; Allah'ın yer ve gökleri kaplayan hükümranlığı ve ilminin tecellî ettiği yer.
  • Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri.

kusva / kusvâ

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem devesinin adı.

kutb-u rabbani / kutb-u rabbânî

  • Allah tarafından terbiye edilen büyük kutup, büyük velî.

kütüb ve suhuf-u semaviye

  • Allah tarafından bazı peygamberlere gönderilen kitaplar ve sahifeler.

kütüb-i münzele

  • Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar.

kütüb-i salife / kütüb-i sâlife

  • Allahü teâlâ tarafından, Peygamber efendimizden önce gelmiş olan peygamberlere gönderilen fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiş olan ilâhî kitablar. Bunlara semâvî kitablar da denir.

kütüb-ü ilahiye / kütüb-ü ilâhiye

  • İlâhî kitaplar, Allah tarafından gönderilen semavî kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm.

kütüb-ü münzele

  • Allah tarafından indirilen kitaplar.

kütüb-ü sabıka / kütüb-ü sâbıka

  • Peygamberimizden önceki peygamberlere Allah tarafından gönderilmiş kutsal kitaplar.

kütüb-ü semaviye / kütüb-ü semâviye

  • Allah'ın gönderdiği kutsal kitaplar; vahiy ile gelen Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerim.

kütüp ve suhuf-u enbiya

  • Allah tarafından Peygamberlere gönderilen kitaplar ve sayfalar.

kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.

kuvvet-i ilahiye / kuvvet-i ilâhiye

  • Allah'ın kuvveti, gücü.

kuvvet-i nispet

  • Allah'a bağlı olmaktan kaynaklanan güç.

la halıka illallah / lâ hâlıka illâllah

  • Allah'tan başka yaratıcı yoktur.

la ilahe illa hu beraber mizened alem / lâ ilâhe illâ hû beraber mîzened âlem

  • Bütün âlem hep beraber "Allah'tan başka ilâh yoktur" der.

la ilahe illallah / lâ ilâhe illâllah

  • Allah'tan başka ilâh yoktur.

la ilahe illallah zikri / lâ ilâhe illâllah zikri

  • "Allah'tan başka ilâh yoktur" mânâsına gelen kelime-i tevhidin sürekli olarak tekrarlanması.

la kayyume illallah / lâ kayyûme illâllah

  • Allahtan başka varlıkları ayakta tutan ve onlara bekâ veren yoktur.

la malike illa hu / lâ mâlike illâ hû

  • Her şeyin hakiki sahibi olan Allah'tan başka ilâh yoktur.

la meşhude illa hu / lâ meşhude illâ hû / lâ meşhûde illâ hû

  • Allah'tan başka görülen hiçbir şey yoktur.
  • Allah'tan başka görülen hiçbir şey yoktur.

la mevcude illa hu / lâ mevcûde illâ hû

  • Allah'tan başka hiçbir varlık yoktur.

la müdebbire illa hu / lâ müdebbire illâ hû

  • İdare eden, ilmiyle her şeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah'tan başka ilâh yoktur.

la mürebbiye illa hu / lâ mürebbiye illâ hû

  • Terbiye edici olarak Allah'tan başka ilâh yoktur.

la nazime illa hu / lâ nâzime illâ hû

  • Bütün kâinat ve varlık âlemini bir fayda ve gayeye göre düzenleyen Allah'tan başka ilâh yoktur.

la rabbe illa hu / lâ rabbe illâ hû

  • Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'tan başka ilâh yoktur.

la şerike lehu / lâ şerîke lehu

  • Onun (Allah'ın) ortağı yoktur.

la ya'lemu'l-ğaybe illallah / lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah

  • Gaybı Allah'tan başkası bilemez.

la'net

  • Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.
  • Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya çarptırılmasını istemek.

la'netullah

  • "Allah lânet eylesin" mânâsında beddua.

la'netullahi aleyh

  • Allah'ın lâneti onun üzerine olsun.

laanallah

  • Allah lânet etsin.

lafz-ı allah

  • Allah isminin lâfzı.

lafz-ı celal / lâfz-ı celâl

  • Allah kelimesi.

lafza-i celal / lafza-i celâl / lâfza-i celâl

  • İsm-i Celâl, Allah lâfzı.
  • "Allah" kelimesi.

lafzaicelal / lâfzaicelâl

  • "Allah" lafzı.

lafzi mu'cize / lâfzî mu'cize

  • Kur'ân'ın lâfzına ait mu'cize; Kur'ân'ın yazı ve hat san'atıyla yazılırken farkında olmayarak "Allah" lâfızlarının alt alta gelmesi şeklinde görünen Kur'ân mu'cizesi.

lafzullah / lâfzullah

  • Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
  • (Bak: LAFZ-I ALLAH)
  • "Allah" lâfzı, kelimesi.
  • "Allah" lafzı.

lahavle / lâhavle

  • (Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.

lahut / lâhut

  • Allah tarafından, mânevî âlemden olan.

lahuti / lâhutî

  • İlâhî; Allah tarafından olan.

lain / laîn

  • Lânetlenmiş, kovulmuş, merdud. Allahın rahmetinden mahrum.
  • Lânet edilmiş, kovulmuş. Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân.

lain şeytan / lâîn şeytan

  • Allah'ın rahmetinden mahrum olan şeytan.

latif / latîf / لَط۪يفْ

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan.
  • Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
  • Gözle görülmeyen.
  • Çok lütuf edici (Allah).

lavallah / lâvallah

  • Vallahi hayır.

lazıme-i zaruriye-i beyyine / lâzıme-i zaruriye-i beyyine

  • Bir meseleyle beraber düşünülmesi ister istemez zaruri olan diğer bir şey ("Allah" denilince Onun ezelî olduğu da zorunlu olarak bilinir).

lazy

  • Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası.

lebbeyk

  • Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke

ledün ilmi

  • Allah'ın sırlarına ait gaybî bilgi.

ledünni ilmi / ledünnî ilmi

  • Allahü teâlânın vergisi, ihsânı olan mânevî ilim.

ledünniyat / ledünniyât

  • Allah vergisi olan mânevî ilimler.
  • (Tekili: Ledünn) Allah Teâlâ Hazretleri tarafından hususi vecih üzere bâtınan ihsan olunanlar.
  • Allah'ın sırlarına ait bilgi, mecazen bir şeyin iç yüzü.
  • Allah vergisi olan gizli ilimler.

lehü'l-hamd

  • Allah'a hamd olsun!.

lehü'l-hamd ve'l-minne

  • Hamd ve minnet Allah'a mahsustur.

lehü'l-hamdü ve'l-minne

  • Hamd ve minnet Allah'a mahsustur.

lehul hamdu ve'l-minnetu

  • Tüm hamd ve minnetler Allah'a mahsustur.

lehülhamd

  • Allah'a sonsuz hamd olsun.
  • Allaha hamdolsun.

lein

  • Vallahi eğer.

lemeat-ı tevhidiye / lemeât-ı tevhidiye

  • Allah'ın birliğini gösteren parıltılar.

leşker-i dua / leşker-i duâ

  • Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu.

leşker-i gaza / leşker-i gazâ

  • Gazâ ordusu, savaşan askerler. Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanlarını korumak için düşmanla savaşan müslümanlar.

levh-i a'la / levh-i a'lâ

  • Levh-i Mahfûz; herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah'ın ilminin bir adı.

levh-i ezeli / levh-i ezelî / لَوْحِ اَزَل۪ي

  • Olacak herşeyi Allahın ezelden bilerek yazdığı kader levhası.

levh-i kaza / levh-i kazâ

  • Kazâ levhası; olmuş ve olacak şeylerin Allah'ın ilmindeki varlıkları.

levh-i kaza ve kader / levh-i kazâ ve kader

  • Allah tarafından olacak bütün olayların belirlendiği ve yazıldığı Kazâ ve Kader Levhası.

levh-i mahfuz / levh-i mahfûz

  • Herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah'ın ilminin bir adı.
  • Allah yanında her şeyin yazılı bulunduğu manevî levha.

levh-ül-mahfuz / levh-ül-mahfûz

  • Korunmuş levha; Allahü teâlânın takdir ettiği her şeyin yazılı bulunduğu, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve her türlü te'sirden korunmuş levha.

lezzet-i ma'rifet / لَذَّتِ مَعْرِفَتْ

  • (Allah'ı) tanımanın lezzeti.

li-aynihi / li-aynihî

  • Kendisi ile bir. Aynı ile.
  • Allah tarafından emrolunan bir şeydeki güzellik, ya li-aynihi bir hüsündür veya li-gayrihi bir hüsündür. Ya kendi zatındaki bir güzellikten dolayı hasendir veya başkasında sabit bir güzellikten dolayı bir hasendir. Meselâ: Biz iman ile me'muruz. İmandaki hü

li-eclillah

  • Allah için, Allah rızası için. Allah rızası dairesinde.

li-vechillah

  • Allah için. Allah nâmına, Allah aşkına.

lieclillah

  • Yalnız Allah için.

lika-i ilahi / lika-i ilâhî

  • Allah'a kavuşma; İlâhî buluşma, görüşme.

likaullah

  • Allah'a kavuşmak.
  • Kıyamet günü, Cennet'te Allah'ı görmek.
  • Allah'a kavuşma.

lillah / lillâh / للّٰه

  • Allah için.
  • Allah için.
  • ALLAH için.

lillah için / lillâh için

  • Allah için.

lillah ve fillah / lillâh ve fillâh

  • Allah için ve Allah yolunda.

lillahi / lillâhî

  • Allah için. Allah yoluna. Allah aşkına.
  • Allah için.

lillahi şehidün / lillâhi şehîdün

  • "Allah'a şahittir" (buradaki "şehîdün" erkekler için kullanılır).

lillahi'l-hamdü ve'l-minne / lillâhi'l-hamdü ve'l-minne

  • Tüm hamd ve minnetler Allah'a mahsustur, O'na aittir.

lillahi-l hamd / lillâhi-l hamd

  • Ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, cümlesi Allaha mahsustur, ona gider, ona âittir.

lillahil-hamd / lillâhil-hamd

  • Allah'a hamd olsun ki.

lillahilhamd / lillâhilhamd

  • "Allah'a hamd olsun ki".
  • Hamd Allaha mahsustur.

lisan-ı tesbih

  • Allah'ı tesbih eden, şânına lâyık ifadelerle anan dil.

lisan-ı zakir-i tevhid / lisân-ı zâkir-i tevhid

  • Allah'ın birliğini zikreden, anan dil.

lisanullah

  • Allahın lisânı. Kur'an-ı Kerim.

liva-i hamd / livâ-i hamd

  • Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf.

livechillah / livechillâh

  • Allah adına.
  • Allah namına.
  • Allah için.

liveçhillah / liveçhillâh

  • Allah için.

lokman hakim / lokman hakîm

  • Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et

lütf u fazl-ı ilahi / lütf u fazl-ı ilâhî

  • Allah'ın ikramı, ihsanı, yardımı.

lutf-i ilahi / lutf-i ilâhî

  • Allah'ın ihsanı.

lütf-u azim-i ilahi / lütf-u azîm-i ilâhî

  • Allah tarafından gönderilen büyük ihsan, nimet.

lutf-u hak / lûtf-u hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın ihsanı, yardımı.

lütf-u hak

  • Allah'ın lütfu, ikramı.

lutf-u ilahi / lutf-u ilâhî / lûtf-u ilâhî

  • Allah'ın lütuf ve ikramı.
  • Allah'ın lütuf ve ikramı.

lütf-u ilahi / lütf-u ilâhî

  • Allah'ın lütfu, ihsanı, yardımı.

lutf-u rabbani / lûtf-u rabbânî

  • Allah'ın lûtfu.

lütf-u rabbani / lütf-u rabbânî

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın ihsanı, bağışı.

lütf-u rahman / lütf-u rahmân

  • Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın iyilik ve bağışı.

lütf-u rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.

lutf-u yezdan / lûtf-u yezdân

  • Allah'ın lütfû, yardım ve ihsanı.

lütf-u yezdan / lütf-u yezdân / لُطْفُ يَزْدَانْ

  • Cenab-ı Allah'ın lütfu, ihsanı.
  • Allah'ın lütfu.

lütuf

  • Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi.
  • Güzellik, hoşluk.
  • İyilik, iyi muâmele.

lütuf ve inayet-i bari / lütuf ve inâyet-i bâri

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir şekilde yaratan Allah'ın lütuf ve yardımı.

ma'bud

  • Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
  • (Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)

ma'bud-u baki / ma'bûd-u bâkî / مَعْبُودُ بَاقِي

  • Sonsuza kadar ibâdete layık olan (Allah).

ma'bud-u bi-l hak

  • Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)

ma'bud-u cemil-i zülcelal / ma'bûd-u cemîl-i zülcelâl / مَعْبُودُ جَمِيلِ ذُوالْجَلَالْ

  • İbâdete yegane lâyık, nihâyetsiz güzellik ve haşmet sâhibi olan (Allah).

ma'bud-u ezeli / ma'bûd-u ezelî / مَعْبُودِ اَزَل۪ي

  • İbâdete yegane lâyık olup başlangıcı olmayan (Allah).

ma'bud-u hakiki / ma'bûd-u hakîkî / مَعْبُودُ حَق۪يق۪ي

  • Hakîkî olarak yegane ibadete layık olan (Allah).

ma'bud-u mutlak / ma'bûd-u mutlak / مَعْبُودِ مُطْلَقْ

  • Her cihetle ibâdete lâyık olan (Allah).

ma'bud-u zişan / ma'bûd-u zîşan

  • Yüce şân sahibi mabut; ancak kendisine ibadet edilen yüce şân sahibi Zât, Allah.

ma'bud-u zülcelal / ma'bûd-u zülcelal / مَعْبُودُ ذُوالْجَلَالْ / ma'bûd-u zülcelâl

  • Kendisine ibâdet edilen haşmet sahibi(Allah).
  • Kendisine ibâdet edilen haşmet sahibi(Allah).

ma'budiyyet

  • Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.

ma'iyyet

  • Berâberlik. Her an Allahü teâlâ ile berâber olma. Huzur, cem'iyyet, vilâyet-i Hâssa-i Muhammedî de denir.

ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr

  • Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.

ma'rifet

  • Bilme, tanıma, gönülle bilme. Allahü teâlânın sıfatlarını ve isimlerini hakkıyla bilme, tanıma. Ma'rifetullah.

ma'rifet-i ilahiye / ma'rifet-i ilâhiye / مَعْرِفَتِ اِلٰهِيَه

  • Allahı tanıma.

ma'rifet-i kamile / ma'rifet-i kâmile / مَعْرِفَتِ كَامِلَه

  • (Allahı) Kâmil bir imanla tanıma.

ma'rifetullah

  • Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.
  • Allah'ı tanıma, bilme.
  • Allahü teâlâyı tanıma, bilme.

ma'siyyet

  • İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.

ma-hala

  • (Bir istisnâ edatıdır) Mâadâ mânasına gelir, kendinden sonraki kelimeyi nasb eder. (Allah'tan başka herşey fânidir) cümlesinde olduğu gibi.

ma-halakallah

  • Allah'ın (C.C.) yarattığı ve halkettiği her şey.
  • Kalabalık, izdiham.

maani-i rububiyet / maânî-i rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin ifadeleri.

maarif-i ilahi / maarif-i ilâhî

  • Allah'ı tanıma yolunda elde edilen bilgiler.

maarif-i ilahiye / maârif-i ilâhiye

  • Allah'ı tanıma ilmi.

maarif-i rabbaniye

  • Herşeyi yaratıp terbiye eden Allah'ın ihsan edip öğrettiği ilim, irfan.

maaz-allah / maâz-allah

  • "Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz.

maazallah / maâzallah / معاذ اﷲ

  • Allah korusun.
  • Allaha sığındık. Allah korusun.
  • Allah korusun, Allah saklasın.
  • Allah korusun, Allah esirgesin.
  • Allah esirgesin. (Arapça)

mabud / mâbud / mâbûd

  • Bütün varlıkların kendisine ibadet ettiği Allah.
  • Kendisine ibadet edilen Allah.

mabud-u baki / mâbûd-u bâkî

  • İbadete lâyık olan ve varlığı hiçbir zaman son bulmayan Allah.

mabud-u bilhak / mâbud-u bilhak / mâbûd-u bilhak

  • Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah.
  • Hakkıyla ibadete layık olan Allah.

mabud-u cemil-i zülcelal / mâbûd-u cemîl-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah.

mabud-u ezeli / mabûd-u ezelî / mâbud-u ezelî / mâbûd-u ezelî

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve asıl ibadet edilmeye lâyık olan Allah.
  • Varlığının başlangıcı olmayan ve ibadete lâyık olan Allah.
  • Varlığının başlangıcı olmayan ve sadece kendisine ibadet edilmesi gereken Allah.

mabud-u hakiki / mâbud-u hakikî

  • Gerçek ibadet edilmeye layık olan Allah.

mabud-u layezal / mâbud-u lâyezâl

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mabud-u lemyezel / mâbud-u lemyezel / mâbûd-u lemyezel

  • Varlığı asla son bulmayan ve ibadete lâyık tek ilâh olan Allah.
  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mabud-u mahmud / mâbud-u mahmud

  • Övülmeye, medhe lâyık tek ibadet edilecek olan Allah.

mabud-u mukaddes / mâbud-u mukaddes

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce ve ibadet edilmeye lâyık olan Allah.

mabud-u mutlak / mâbud-u mutlak / mâbûd-u mutlak

  • İbadete lâyık tek varlık olan Allah.
  • İbadete layık tek varlık olan Allah.

mabud-u zülcelal / mâbud-u zülcelâl / mâbûd-u zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah.
  • Sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah.

mabud-u zülcemal / mâbud-u zülcemâl

  • Herşeyin kendisine ibadet ettiği sonsuz güzellik sahibi Allah.

mabudiyet-i amme / mâbudiyet-i âmme

  • Yaratılan tüm varlıkların Allah'a ibadet etmesi.

mağdub

  • Allah'ın gazap ettiği, kızdığı kimseler.

mağfiret

  • Allahın affı.
  • Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.

magfiret-i ilahiye / magfiret-i ilâhiye

  • Allah'ın mağfireti, affetmesi.

mağfiret-i ilahiye / mağfiret-i ilâhiye

  • Allah'ın bağışlaması.

magfur

  • (Mağfur) Rahmetlik olmuş. Günahlarının afvı için kendine dua edilmiş olan. Allah'ın, kendisini affı için dua edilen ölmüş kimse.

mağfur

  • Allah'ın mağfiretine kavuşmuş, günahı affolunmuş; vefat eden kişiler için kullanılır.

mağrifet

  • Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.

mahafetullah

  • Allah korkusu.

mahbub-i huda / mahbûb-i hudâ

  • Allahü teâlânın habîbi, sevgilisi Muhammed aleyhisselâm.

mahbub-u baki / mahbub-u bâkî / mahbûb-u bâkî

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.
  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.

mahbub-u bilhak / mahbûb-u bilhak / مَحْبُوبُ بِالْحَقْ

  • Gerçek anlamda sevilmeye layık olan Allah.
  • Hakkıyla sevilen, sevilmeyi hakkıyla hak eden (Allah).

mahbub-u ezeli / mahbub-u ezelî / mahbûb-u ezelî / مَحْبُوبُ اَزَلِي

  • Ezelî Sevgili; bütün yaratılmışlar tarafından çok sevilen ve varlığı ezelî olan Allah.
  • Varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah.
  • Başlangıcı olmayan sevgili (Allah).

mahbub-u hakiki / mahbub-u hakikî / mahbûb-u hakikî

  • Gerçek sevgili, Allah.
  • Sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah.

mahbub-u hüda / mahbub-u hüdâ

  • Allah'ın sevgilisi.
  • Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed Mustafa (A.S.M.)

mahbub-u layezal / mahbub-u lâyezâl / mahbûb-u lâyezâl / مَحْبُوبِ لَا يَزَالْ

  • Yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.
  • Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek yegane sevgili olan Allah.
  • Sonu olmayan sevgili (Allah).

mahbub-u layezali / mahbub-u lâyezâlî

  • Sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.

mahbub-u mutlak / مَحْبُوبُ مُطْلَقْ

  • Her cihetle sevilmeye layık olan sevgili (Allah).

mahbub-u sermedi / mahbub-u sermedî / mahbûb-u sermedî / مَحْبُوبُ سَرْمَد۪ي

  • Varlığı sürekli olan sevgili, Allah.
  • Varlığı sonsuz sevgili Allah.
  • Dâimî olan sevgili (Allah).

mahbub-u zülkemal / mahbub-u zülkemâl

  • Sonsuz kemâl sahibi olan ve gerçek anlamda sevilmeye layık olan Allah.

mahbubiyet

  • Sevgili olma; Allah'ın muhabbetine erişme.

mahfuz

  • Saklanmış, korunmuş.
  • Ezberlenmiş.
  • Levhi mahfuz: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.

mahkeme-i kübra / mahkeme-i kübrâ

  • Öldükten sonra, âhiretteki ve Allah (C.C.) huzurundaki mahkeme. Bütün insanların muhakemesinin huzur-u İlâhiyede yapılacağı yer.
  • Âhirette Allah huzurunda kurulacak büyük mahkeme.
  • Öldükten sonra âhirette Allah'ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme.

mahkeme-i kübra-yı haşr / mahkeme-i kübrâ-yı haşr

  • Öldükten sonra âhirette Allah'ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme.

mahluk-u ilahi / mahlûk-u ilâhî

  • Allah tarafından yaratılmış.

mahlukat / mahlûkât

  • (Tekili: Mahluk) Yaratılmışlar. Mahluklar. Allah'ın yarattığı şeyler.
  • Yaratılanlar, Allahü teâlânın yarattığı şeyler.

mahlukat-ı ilahiye / mahlûkat-ı ilâhiye

  • Allah'ın yaratıkları.

mahmud / mahmûd

  • Bütün varlıklar tarafından hamd edilen Allah.
  • Övülmüş, övülen.
  • Peygamber efendimizin güzel isimlerinden biri. Ahmed, Muhammed, Mahmûd, hep över seni Allah Senin isminle biter lâ ilâhe illallah Bundaki ince sırrı anlamaz, bilmez gümrâh, Kendi adıyla yazmış senin adını Rahmân
  • Ebrehe'nin, Kâbe'yi yıkmak üzere ordusunda geti

mahmud-u bi'l-ıtlak

  • Sınırsız olarak hamdedilmeye ve övülmeye lâyık olan Allah.

mahruyan

  • Güzeller, ay yüzlüler. (Farsça)
  • Mc: Veliler. Allah'a itaatten ayrılmayan manevî güzellik sâhibi kimseler. (Farsça)

mahv ve sekir

  • Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.

mahz-ı tevhid / mahz-ı tevhîd / مَحْضِ تَوْح۪يدْ

  • Tamamen Allahı birleme.

mahz-ı vahy-i rabbani / mahz-ı vahy-i rabbânî / مَحْضِ وَحْيِ رَبَّان۪ي

  • Terbiye edici Allah'a ait vahyin ta kendisi.

maide-i semaviye / mâide-i semâviye

  • Allah tarafından kullarına sunulan mânevî sofra.

makam-ı ala-yı ubudiyet / makam-ı âlâ-yı ubûdiyet

  • Allah'a kulluğun yüce makamı.

makam-ı mahbubiyet

  • Allah'ın sevgisini kazanma makamı, derecesi.

makam-ı mahmud / makam-ı mahmûd / makâm-ı mahmûd

  • Peygamberimizin kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
  • (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.
  • En yüksek şefaat makamı; Peygamberimizin (a.s.m.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
  • Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.

makam-ı nur-u tevhid / makam-ı nur-u tevhîd

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren tevhid nurunun aydınlattığı yüksek manevî makam.

makam-ı rıza

  • Allah'tan gelen herşeye razı olma derecesi.

makam-ı tevhid

  • Tevhid makamı, kalben Allah'ın birliğinin hissedildiği hal.

makam-ı ubudiyet

  • Allah'a kulluk yeri, kulluk makamı.

makamat-ı aşere / makâmât-ı aşere

  • Fenâ (Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak) makâmının başlangıcında olan ve fenâ makâmına kavuşmak için lâzım olan on şey.

makasıd-ı aliye-i ilahiye / makasıd-ı âliye-i ilâhiye

  • Allah'ın kâinatı yaratmasındaki yüce maksatlar.

makasıd-ı ilahiye / makasıd-ı ilâhiye

  • Allah'ın varlıkları yaratmasındaki maksatları.

makàsıd-ı ilahiye / makàsıd-ı ilâhiye

  • Allah'ın gözettiği yüce maksatlar, gayeler.

makasıd-ı rabbaniye / makasıd-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın yüce maksatları, gayeleri.

makàsıd-ı rabbaniye / makàsıd-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın yüce maksatları, gayeleri.

makàsıd-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutmasındaki maksat ve gayeler.

makasıd-ı sübhaniye / makasıd-ı sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten uzak olan Allah'ın kâinatı yaratmasındaki maksatlar.

makdur

  • Güç. Kuvvet. Kudret.
  • Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş.

makdurat / makdûrat

  • Allah'ın kudretiyle gerçekleştirdiği işler.

makhur

  • (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.

makhur-u kahr-i ilahi / makhur-u kahr-i ilâhî

  • Allah'ın gazabına uğramış. Allah'ın kahrıyla kahrolmuş.

makhuriyet

  • Kahrolmuşluk, ezilmişlik, bitkinlik. Allah'ın kahr ve gazabına uğrama.

makine-i acibe-i ilahiye / makine-i acîbe-i ilâhiye

  • Allah'ın hayret verici makinesi, eseri.

makine-i ilahiye / makine-i ilâhiye

  • İlâhî makine; Allah'ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni.

makine-i rabbaniye / makine-i rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın makinesi.

maksad-ı ilahi / maksad-ı ilâhî

  • Allah'ın maksadı, hedefi.

maksud-u şari / maksud-u şâri

  • İslâmiyetin hüküm ve kurallarını bildiren Allah'ın maksadı.

makzi / makzî

  • Kaza olunmuş, ödenmiş, te'diye olunmuş olan. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl edici olan. Ödeyici. Sâhib-i mucib ve muris.
  • Fık: Kendi irade ve kesbimizin neticesi olmak üzere Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) yaratıp vücuda getirdiği bazı şeyler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına muhalif old

malik

  • Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan.
  • Her şeyin sâhibi olan Allah.
  • Cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı.

malik-i ebedi / mâlik-i ebedî / مَالِكِ اَبَد۪ي

  • Sonu olmayan sâhib (Allah).

malik-i hakiki / mâlik-i hakikî

  • Herşeyin gerçek sahibi olan Allah.

malik-i kerim / mâlik-i kerîm

  • Bol ihsan ve ikram sahibi olan, herşeyin sahibi olan Allah.

malik-i mülk / mâlik-i mülk

  • Bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah.

malik-i rahim / mâlik-i rahîm

  • Özel şefkat ve merhameti olan ve herşeyin sahibi Allah.

malik-i rahim-i kerim / mâlik-i rahîm-i kerîm

  • Bol ihsan ve ikram sahibi; sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan herşeyin sahibi Allah.

malik-i yevmiddin / mâlik-i yevmiddîn

  • Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan Allah (C.C.)
  • Kıyamet gününün sahibi olan Allah.

malik-i zülcelal / mâlik-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah.

malik-ül mülk

  • Bütün mülkün hakiki mâliki olan Allah (C.C.)

malik-ül-mülk / mâlik-ül-mülk

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaratılmışların ve onlarda bulunan her şeyin sâhibi olan.

maliki / mâlikî

  • Görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah'ım.

malikü'l-bihar / mâlikü'l-bihar

  • Denizlerin sahibi olan Allah.

malikü'l-mülk / mâlikü'l-mülk

  • Bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah.
  • Mülkün sahibi, Allah.

malikü'l-mülk ve'l-melekut / mâlikü'l-mülk ve'l-melekût

  • Görünen ve görünmeyen bütün mülkün ve âlemlerin sahibi olan Allah.

malikü'l-mülk-i zü'l-celali ve'l-cemali ve'l-ikram / mâlikü'l-mülk-i zü'l-celâli ve'l-cemâli ve'l-ikram

  • Bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet, güzellik ve ikram sahibi Allah.

malikü'l-mülk-i zülcelal / mâlikü'l-mülk-i zülcelâl

  • Bütün mülkün gerçek sahibi, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.

malikü'l-mülki zü'l-celali ve'l-ikram / mâlikü'l-mülki zü'l-celâli ve'l-ikram

  • Bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah.

malzeme-i cihadiye-i vahdaniye / malzeme-i cihadiye-i vahdâniye

  • Allah'ın birliği yolunda mücadele için gerekli malzeme, donanım.

mana-yı zahiri-yi mecazi / mânâ-yı zâhirî-yi mecazi

  • Sözün zahirine ait mecazî mânâsı; sözün ilk etapta anlaşılan açık mânâsının mecâzî anlamı (Hakiki anlamı değil. Çünkü hayat vermek Allah'a mahsustur.).

maneviyyun

  • Allah'a, dine, mukaddesata inanmış olanlar.

mani' / mâni'

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Din ve dünyâya âit zararları gideren, men' eden.

mansuriyyet

  • Allah'ın (C.C.) yardımıyla muvaffak ve muzaffer olma, başarma.

maraz-ı kalbi / maraz-ı kalbî

  • Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları. Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması.

marifet / mârifet

  • Allah'ı bilme ve tanıma.

marifet-aşina / marifet-âşinâ

  • Allah'ı tanıma ve bilmeye alışmış.

marifet-i ilahiye / mârifet-i ilâhiye

  • Allah'ı bilme ve tanıma.

marifet-i kamile / marifet-i kâmile

  • Allah'ı tam olarak tanıma ve bilme.

marifet-i kudsiye / mârifet-i kudsiye

  • Allah'ı tanıma ve bilmeden gelen kutsal bilgi, marifet.

marifet-i rabbaniye / marifet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ı bilme ve tanıma.

marifet-i sani / mârifet-i sâni

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah'ı tanıma ve bilme.

marifet-i tamme

  • Allah'ı tam olarak tanıma ve bilme.

marifet-i zülcelal / mârifet-i zülcelâl

  • Sonsuz yücelik ve haşmet sahibi Allah'ı bilme, tanıma.

marifetname / mârifetname

  • Allah'ı bilmeye dair yazı, eser.

marifetullah / mârifetullah

  • Allah'ı bilme ve tanıma.
  • Allahı bilme, tanıma.

maruf / mârûf

  • Yarattıkları tarafından bilinen Allah.

marzi-i ilahi / marzî-i ilâhî

  • Allah'ın rızasına uygun olan iş.

marziyat / marziyât

  • Razı olunacak şeyler. Allah'ın rızasına dair olanlar.
  • Allah'ın rızasına uygun işler.

marziyat-ı ilahiye / marziyât-ı ilâhiye

  • Allah'ın rızasına uygun işler, Allah'ın hoşnut olacağı işler.

marziyat-ı rabbaniye / marziyât-ı rabbâniye

  • Allah'ın rızasına uygun işler, Allah'ın hoşnut olmasına sebep olan şeyler.

marziyatı / marziyâtı

  • Razı ve hoşnut olduğu şeyler; Allah'ın rızasına uygun şeyler.

marziyyat

  • Hoşa giden, razı olunan şeyler; Allah'ın razı olacağı şeyler.

maşaallah / mâşâallah

  • Allah'ın istediği gibi.
  • Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâdır.)
  • Allah dilemiş ve ne güzel yapmış ve Allah nazardan saklasın gibi anlamlara gelen ve beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz.
  • Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz.
  • Allah korusun!

maşallah / ماشاء اللّٰه / mâşâllâh / مَاشَاءَ اللّٰهْ

  • Allah'ın dilediği gibi.
  • Allahın dilediği şey (olur).

masiva / mâsiva / mâsivâ

  • Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler.
  • Bir şeyden başka olanların hepsi.
  • Dünya ile ilgili olan şeyler.
  • Allah'tan başka her şey.
  • Allah'ın dışındaki varlıklar.
  • Allahü teâlâdan başka her şey. Âlem, tabîat, mahluklar.

masiva-perest / mâsivâ-perest

  • Dünya ile ilgili olan şeylere düşkünlük; Allah'tan başka şeylere aşırı düşkünlük.

masivallah

  • Allah'tan başka her şey.

masivaullah / mâsivâullah

  • Allahın yarattıkları.

masnuat-ı ilahiye / masnuât-ı ilâhiye

  • Allah'ın sanatla yarattığı varlıklar.

masnuat-ı rabbaniye / masnuat-ı rabbâniye

  • Allah tarafından san'atla yaratılan varlıklar.

maşuk-u layezali / mâşuk-u lâyezâlî

  • Varlıklar tarafından çokça sevilen ve sürekli var olan Allah.

matbaa-i ilahiye / matbaa-i ilâhiye

  • İlâhî matbaa; Allah'ın eserlerini bir kitap gibi basan İlâhî matbaa.

matbaha-i rahmet

  • Allah'ın rahmet mutfağı.

materyalizm

  • Maneviyatı ve Allah'ı inkâr eden maddiyyunların mesleği. (Fransızca)
  • Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.

matlub-ı hakiki / matlûb-ı hakîkî

  • Gerçekte taleb olunacak, kavuşmak istenilecek ve gönül bağlanacak olan Allahü teâlâ. Hakîkî Matlûb.

mazhariyet-i esma / mazhariyet-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin yansıdığı ve göründüğü yeri.

mazhariyet-i esma-yı ilahiye / mazhariyet-i esmâ-yı ilâhiye / مَظْهَرِيَتِ اَسْمَايِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın isimlerinin üzerinde görünmesi.

me'murin-i ilahiye / me'murin-i ilâhiye / مَأْمُورِينِ اِلٓهِيَه

  • Allah'ın memurları.

meb'us

  • Gönderilen. Ba's edilen.
  • Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen.
  • Allah tarafından gönderilmiş olan.
  • Öldükten sonra diriltilen.

mebde-i cihad

  • Allah yolunda girişilen cihadın başlama zamanı.

mebde-i vahdet

  • Başlangıçtaki birlik; Allah'ın birliğini gösteren asıl kaynak.

mecazi aşk / mecazî aşk

  • Gerçek olmayan aşk; Allah'tan başka diğer varlıklara duyulan şiddetli sevgi.

mecid / mecîd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınan, övülen.

meclis-i tehlil

  • "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur" mânâsındaki "lâ ilâhe illallah" sözünü söyleyen meclis.

mecmua-i kavanin-i adat-ı ilahiye / mecmua-i kavânîn-i âdât-ı ilâhiye

  • Allah'ın kainata koyduğu, devam eden kanunların tamamı; İlâhî âdetler ve kanunların toplamı.

meczub / meczûb

  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.

medine-i münevvere / medîne-i münevvere

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden hicret ettikten sonra, yerleştiği, ilk İslâm devletini kurduğu ve kabr-i şerîfinin bulunduğu şehir. Hicretten önceki adı Yesrib olup, hicretten sonra Medînet-ür-Resûl (Peygamber şehri) veya Medîne-i münevvere (nurlu şehir) adıyla

mehafetullah / mehâfetullah

  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.
  • Allah korkusu.

mehasin-i rububiyet / mehâsin-i rububiyet

  • Rablığın güzellikleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzellikleri.

mehasin-i san'at-ı rabbaniye / mehâsin-i san'at-ı rabbâniye

  • Rab olan Allah'a ait san'at güzellikleri.

mehdi

  • Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz-zaman. "Hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı Hak tarafından yol gösterilen" mânasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi muntazır da denir. Ahir zamanda gelip bü

mekke-i mükerreme

  • Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın bulunduğu, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu mübârek şehir.

mekr

  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu

mekr-i ilahi / mekr-i ilâhî

  • Allah'ın hilesi, düzeni.
  • Allahü teâlânın mekr (hîle) yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması.

mektub-u rabbani / mektub-u rabbânî / مَكْتُوبُ رَبَّان۪ي

  • Her şeyi terbiye edip besleyen Allah'ın birer mektup gibi yarattığı varlıklar.
  • Terbiye edici Allaha âit mektûb, herbir varlık.

mektub-u rahmani / mektub-u rahmânî

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar.

mektub-u samedani / mektub-u samedanî / mektub-u samedânî

  • Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
  • Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san'atı anlatan eser.

mektubat / mektubât

  • İmam-ı Rabbânî'nin yazdığı bir eser.
  • Allah'ın birer mektup gibi yazdığı ve san'atla yarattığı eserler, varlıklar.

mektubat-ı ilahiye / mektubat-ı ilâhiye

  • İlâhî mektuplar; Allah'ın birer mektup gibi yazdığı ve san'atla yarattığı eserler, varlıklar.

mektubat-ı samedaniye / mektubât-ı samedâniye

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, her şeyin O'na muhtaç olduğunu gösteren mektuplar.

melaike / melâike

  • Allahü teâlânın nûrdan yarattığı latîf, mâsum ve günah işlemeyen kulları. Melekler.

melaike-i ilahi / melâike-i ilâhî

  • Allah'ın melekleri.

melaike-i mukarrebin / melâike-i mukarrebîn

  • Makam itibariyle Allah'a yakın olan melekler.
  • Allah'a yakın olan melekler.

melaiketullah / melâiketullah

  • Allah'ın melekleri.
  • Allahın melekleri.

melami / melâmî

  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.

melek

  • Allahü teâlânın nûrdan yarattığı gözle görülmeyen mâsum (kötülüklerden korunmuş) varlıklar. Çokluk şekli, melâike'dir.

melek-i siyanet / melek-i siyânet

  • Allah'ın emri ile insanları koruyan, muhafaza eden melek.

melik

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Zâtında, sıfatlarında, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey varlığında ve varlıkta kalmasında O'na muhtaç olan, her şeyin sâhibi, yaratıcısı.
  • Pâdişâh, hükümdar.
  • Padişah, hükümdar.
  • Allah'ın adlarından.

melik-i kadir / melik-i kadîr

  • Sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah.

memleket-i rabbaniye / memleket-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın memleketi.

memur-u ilahi / memur-u ilâhî

  • Allah'ın memuru.

memur-u rabbani / memur-u rabbanî

  • Allah'ın memuru.

memur-u rabbaniye / memur-u rabbanîye

  • Allah'ın emriyle hareket eden memur.

memurin-i ilahiye / memurîn-i ilâhiye

  • Allah'ın emriyle hareket eden memurlar.

memurin-i rabbaniye / memurîn-i rabbâniye

  • Allah'ın emriyle hareket eden memurlar.

men ve selva / men ve selvâ

  • Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile Allahü teâlânın İsrâiloğullarına gökten yağdırdığı kudret helvası (men) ve bıldırcın eti (selvâ).

menakıb / menâkıb

  • Menkıbeler. Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları. Menkabenin çokluk şeklidir.

menfaat-i ibadullah / menfaat-i ibâdullah

  • Allah'ın kullarının yararı.

menfaatperest

  • Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse. (Farsça)

mennan / mennân / مَنَّانْ

  • İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah)
  • İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.
  • "Çok ihsân eden" mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
  • Kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan Allah.
  • İhsânı bol olan (Allah).

mensucat-ı rabbaniye / mensucat-ı rabbâniye

  • Allah'ın adeta nakış nakış dokuduğu san'at eseri varlıklar.

meratib-i kibriya / meratib-i kibriyâ

  • Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünün mertebeleri.

meratib-i külliye-i esmaiye / merâtib-i külliye-i esmâiye

  • Allah'ın isimlerinin büyük ve geniş mertebeleri.

meratib-i külliye-i rububiyet

  • Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri.

meraya-yı mevcudat / merâyâ-yı mevcudat

  • Allah'ın isim ve sıfatlarına ayna olan varlıklar.

merdud / merdûd

  • Reddedilen, kabûl edilmeyen.
  • Allahü teâlânın huzûrundan kovulmuş, reddedilmiş mânâsına, şeytan.

merdud-u ilahi ve peygamberi / merdud-u ilâhî ve peygamberî

  • Allah ve Peygamber tarafından reddedilmiş.

merhamet ve şefkat-i ilahiye / merhamet ve şefkat-i ilâhiye

  • Allah'ın merhamet ve şefkati.

merhamet-i ilahiye / merhamet-i ilâhiye

  • Allah'ın merhameti.

merhamet-i rabbaniye

  • Allah'ın merhameti, şefkati.

merhamet-i umumiye-i ilahiye / merhamet-i umumiye-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti, merhameti.

mertebe-i huzur

  • Kendini Allah'ın huzurunda hissetme mertebesi.

mertebe-i külliye-i ubudiyet / mertebe-i külliye-i ubûdiyet

  • Allah'a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi.

mertebe-i marifet

  • Allah'ı tanıma ve bilme derecesi.

mertebe-i nuriye-i hasbiye

  • "Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebesi, derecesi.

mertebe-i rıza / mertebe-i rızâ

  • Allah'tan gelen herşeye razı olanların mertebesi.

mertebe-i rububiyet / mertebe-i rubûbiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, terbiye ediciliği, idare etme derecesi.

mertebe-i tevhid

  • Herşeyi bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma mertebesi, derecesi.

mertebe-i tevhid-i rububiyet / mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet

  • Varlık âleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah'tan gelmesini bilme mertebesi.

meşahir-i mu'cizat / meşâhir-i mu'cizat

  • Meşhur mu'cizeler; Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallerin, mucizelerin meşhurları.

mescid-i dırar / mescid-i dırâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid.

mescid-i rahmani / mescid-i rahmânî

  • Çok merhametli olan Allah'ın yarattığı mescid.

mescud

  • Secde edilmiş. Kendisine secde edilmiş olan. Allah (C.C.)

mesele-i kudret

  • Allah'ın kudretiyle ilgili mesele.

meşher-i san'at-ı ilahiye / meşher-i san'at-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın san'at eserlerinin sergilendiği yer.

meşher-i sun'-i rabbani / meşher-i sun'-i rabbânî

  • Herşeyi terbiye eden Allah'ın san'at eserlerinin sergilendiği yer.

meşiet ve irade-i ilahiye / meşiet ve irade-i ilâhiye

  • Allah'ın iradesi ve dilemesi.

meşiet ve takdir-i ilahi / meşiet ve takdir-i ilâhi

  • Allah'ın dilemesi ve takdiri.

meşiet-i hassa

  • Sadece Allah'a ait olan dileme.

meşiet-i hassa-i ilahiye / meşiet-i hassa-i ilâhiye

  • Allah'ın bizzat Kendi dileği.

meşiet-i hassa-i ilahiyye / meşiet-i hâssa-i ilâhiyye

  • Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler.

meşiet-i rabbani / meşiet-i rabbânî

  • Allah'ın dilemesi, iradesi.

meşiet-i rabbaniye / meşiet-i rabbâniye

  • Allah'ın kendisine özel istek, arzu ve muradı.

meşiet-i rahman / meşiet-i rahmân

  • Allah'ın iradesi, dilemesi.

meslek-i acz

  • Aczini Allah'a bildirme mesleği, yolu.

meslek-i küfri / meslek-i küfrî

  • Allah'ı inkâr etmeye dayalı yol, metod.

meşreb-i aşk ve istiğrak

  • Allah aşkıyla kendinden geçme yolu.

meşrua

  • Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.

mesubat

  • (Tekili: Mesube) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar.

meta-ul gurur

  • Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.

metin / metîn

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudretli, kâmil (kusursuz, noksansız) olan, hiçbir sûrette za'fiyet, âcizlik, güçsüzlük meydana gelmeyen.
  • Hadîs-i şerîfi rivâyet eden (nakleden) râvîlerin (zâtların) sıra ile isimleri demek olan sened kısmından sonra gelen hadî

mevcud / مَوْجُودْ

  • Var olan (Allah).

mevcud-u hakiki / mevcud-u hakikî

  • Gerçek varlık sahibi Allah.

mevcud-u harici / mevcûd-u hâricî / مَوْجُودُ خَارِج۪ي / mevcud-u hâricî / مَوْجُودِ خَارِجِي

  • Allahın irâde ve kudretiyle var olan.
  • Allahın irâde ve kudretiyle var olan.

mevcud-u lemyezel

  • Varlığı zevâl bulmayan, sürekli var olan Allah.

mevcudat mektubatı

  • Varlık mektupları; Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san'atı anlatan eserler.

mevcudat-ı hāriciye / mevcûdât-ı hāriciye / مَوْجُودَاتِ خَارِجِيَه

  • Allah'ın kudret ve iradesiyle var olanlar.

mevcudat-ı ilmiye

  • Başkası tarafından görünmeyen, Allah'ın ilim dairesindeki varlıklar.

mevcudiyet-i rabbaniye / mevcudiyet-i rabbâniye

  • Herşeye hâkim olan ve herşeyi istediği şekilde terbiye eden Allah'ın varlığı.

mevhibe

  • Allah vergisi, ihsan, bağış, hediyesi.
  • İhsân, bağış, Allahü teâlânın kuluna ihsânı.

mevhibe-i mutlaka

  • Mutlak Allah vergisi; Allah'ın sınırsız ihsan ve ikramı.

mevla / mevlâ

  • Efendi, sahip, koruyucu; Allah.
  • Efendi, sahip.
  • Allah.
  • Kul, köle, azat eden.
  • Velî, veliyeti olan.
  • Şanlı, şerefli.
  • Yardımcı.
  • Mürebbi, terbiye eden.
  • Yardımcı ve koruyucu olan Allahü teâlâ.
  • Sevgili, sevilen.
  • Âzâd edilmemiş, serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi.
  • Âzâd edilmiş köle.
  • Kölesini âzâd etmiş olan kimse.
  • Sahip, efendi, Allah.

mevla-yı kerim / mevlâ-yı kerîm

  • İkramı bol olan dostumuz ve gözeticimiz Allah.

mevlevi-misal / mevlevî-misâl

  • Mevlevîlik tarîkatına mensup olan ve Allah aşkıyla kendi etraflarında dönenler gibi.

mevlevi-vari / mevlevi-vâri

  • Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi.

mevlid gecesi

  • Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellemin doğduğu Rebî'ul-evvel ayının on birinci ve on ikinci günleri arasındaki gece.

mevsuf-u vacibü'l-vücud / mevsuf-u vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmamakla nitelenen Allah.

mevsuf-u zülkemal / mevsûf-u zülkemâl

  • Sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah.

meyve-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin neticesi.

mi'rac / mi'râc

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.
  • Merdiven.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.

miftah-ı kerem ve ihsan / miftâh-ı kerem ve ihsan

  • Allah'ın kerem ve ihsanının anahtarı.

mihmandar-ı kerim / mihmandar-ı kerîm

  • Dünya misafirhanesinde kullarına yardım ve in'am eden Rabbimiz, Allah (C.C.).
  • Müslümanlara dünya misafirhanesinde rehberlik eden, Hazret-i Peygamber (A.S.M.)
  • İkramı bol ve çok cömert olan misafir sahibi, Allah.

mihmandar-ı kerim-i zülcelal / mihmandar-ı kerîm-i zülcelâl

  • Dünya misafirhanesinde kullarına yardım edip rızıklandıran sonsuz haşmet ve celâl sahibi Allah.

miktar-ı kaderi / miktar-ı kaderî

  • Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçü.

mikyas-ı marifet

  • Allah'ı tanıma ölçüsü.

millet

  • Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
  • Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.

millet-i merhume

  • Müslümanlar, İslâm Milleti. (Allah'a ve onları ebedi saadete sevkeden emirlerine itaat ettiklerinden, kendileri rahmete mazhar olmuşlardır.)

min indillah / min indillâh

  • Allah tarafından.

min tarafillah / min tarafillâh

  • Allah tarafından.

min-tarafillah

  • Allah tarafından. Cenâb-ı Hakk'ın emriyle.

minallahi't-tevfik / minallahi't-tevfîk

  • Tevfik, başarı sadece Allah'tandır.

minindillah

  • Allah katında.

minnet

  • Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
  • Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
  • Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
  • Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o

minnet-i rububiyet

  • Allah'ın terbiye ediciliğinin ikram ve ihsanı.

mintarafillah

  • Allah tarafından.

mir'at-ı ma'rifet / mir'ât-ı ma'rifet / مِرْاٰتِ مَعْرِفَتْ

  • (Allahı) Tanıma aynası.

mir'at-ı muhammed / mir'ât-ı muhammed

  • Allah'ın isimlerine bir ayna olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

mir'at-ı muhammediye / mir'ât-ı muhammediye

  • Allah'ın isimlerine ayna olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

mir'at-ı vacibü'l-vücud ve'l-mennan / mir'ât-ı vâcibü'l-vücud ve'l-mennân

  • Varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve yarattıklarına herşeyi karşılıksız veren Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.

mirac / mirâc

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.
  • Peygamberimizin (A.S.M.) Allah'ın huzuruna yükselmesin.

miraç

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmedi / mirac-ı ahmedî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün mânevî âlemleri gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı azam / mirac-ı azâm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı azim / mirac-ı azîm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı marifet / mirac-ı mârifet

  • Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp bilme gibi yüce bir makama çıkmaya vasıta olan mânevî merdiven.

mirac-ı mü'min / mirâc-ı mü'min

  • Mü'minin miracı; mü'minin Allah'ın huzuruna yükselişi.

mirac-ı nebevi / mirac-ı nebevî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı nebeviye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

misafir-i rabbani / misafir-i rabbânî

  • Allah'ın misafiri.

misafir-i rahman / misafir-i rahmân

  • Sonsuz rahmet sahibi olan Allah'ın misafiri.

misafirhane-i rahman / misafirhane-i rahmân

  • Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.

misafirhane-i rahmani / misafirhane-i rahmânî

  • Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.

misafirhane-i rahmaniye / misafirhane-i rahmâniye

  • Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.

misak-ı ezeli / mîsak-ı ezelî

  • Bezm-i elest veya Kalû-Belâ ile de tabir edilir; ezelî sözleşme; Allah ruhları yarattıktan sonra, onlara.

misak-ı ezeliye / misâk-ı ezeliye

  • Ezelde gerçekleşen sözleşme; bütün ruhların kendilerini yaratan Allah'a iman ve emirlerini yerine getireceklerine dair yaptıkları yemin.

misbah-ı iman

  • Allah'a imanın lâmbası.

miskin / miskîn

  • Bir günlük nafakasından (yiyeceğinden, giyeceğinden) fazla bir şeyi olmayan müslüman.
  • Dervîş. Miskîn Yûnus var yârına, Koma bugünü yârına, Yârın Hakk'ın dîvânına, Varam Allah deyü deyü!..

mizan-ı şeriat

  • Şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü.

mu'attala

  • Allahü teâlânın sıfatlarını inkâr eden bozuk bir fırka, topluluk.

mu'ciz-i hikmet

  • Allah'ın hikmetinin mu'cizesi.

mu'cizat / mu'cizât

  • Mu'cizeler. Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler.
  • Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler.
  • Mûcizeler. Allahü teâlânın peygamberlerine, peygamberliklerini isbât etmeleri için ihsân etmiş olduğu hârikulâde yâni âdet dışı (olağan üstü) hâller. Mûcize kelimesinin çokluk şeklidir.

mu'cizat-ı kudret / mu'cizât-ı kudret

  • Allah'ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarının mu'cizeleri.

mu'cizat-ı kudret-i ilahiye / mu'cizât-ı kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın kudret mu'cizeleri.

mu'cizat-ı kudret-i ilahiyeyi / mu'cizât-ı kudret-i ilâhiyeyi

  • Allah'ın kudret mu'cizeleri.

mu'cizat-ı rububiyet / mu'cizât-ı rububiyet

  • Rablık mu'cizeleri; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mu'cizeleri.

mu'cizat-ı san'at-ı rabbaniye / mu'cizât-ı san'at-ı rabbâniye

  • Allah'ın san'at mu'cizeleri.

mu'cizat-ı sübhaniye / mu'cizât-ı sübhâniye

  • Her türlü eksiklikten uzak olan Allah'ın mu'cizeleri.

mu'cize

  • Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
  • İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise.
  • Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.

mu'cize-i kudret-i samedaniye / mu'cize-i kudret-i samedâniye

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın kudret mu'cizesi.

mu'cize-i mensucat

  • Mu'cize dokumalar; nakış nakış dokunmuş olan ve her birisi Allah'ın mu'cizesi olan varlıklar.

mu'cize-i mirac

  • Mirac mu'cizesi, Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk mu'cizesi.

mu'cize-i muhammedi / mu'cize-i muhammedî

  • Allah'ın izniyle Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği mu'cize.

mu'cizeli kur'an / mu'cizeli kur'ân

  • "Allah" lâfızlarının alt alta gelmesi gibi içinde tevafukların bulunduğu Kur'ân.

mu'id / mu'îd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Mahlûkâtı (yaratılmışları) dünyâdaki hayatlarından sonra öldürüp, ölümden sonra onları tekrar dirilten, hayât veren.

mu'in / mu'în

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Yardım eden, yardımcı.

mu'izz / mu'îzz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kullarından bâzılarını, maddî ve mânevî mülk ve saltanat vermek sûretiyle, azîz (üstün) kılan.

mü'min

  • Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
  • Emniyete kavuşan.
  • Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)
  • Allah'a ve Allah'tan gelen her şeye inanan.
  • Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Her türlü emân ve emniyet (güven) veren.
  • Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen.

mü'minin / mü'minîn

  • İman edenler; Allah'a ve Onun peygamberlerle gönderdiği şeylere inananlar.

mü'minin-i muvahhidin / mü'minîn-i muvahhidîn

  • Allah'ın varlığına ve birliğine inanan mü'minler.

mü'minler

  • Allah'a ve Allah'ın kesin olarak bildirdiği herşeye inanıp iman eden kimseler.

mu'ti / mu'tî

  • Veren, ihsân eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden).

muahhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Peygamberlerini, evliyâsını, sevdiklerini kendine yaklaştırıp, kâfirleri (inanmayanları), fâcirleri, düşmanlarını, sevmediklerini kendisinden uzaklaştıran, hor ve hakîr edip alçaltan.

muarrif

  • Allah'ı tanıtıcı, tarif edici.

muattıl / مُعَطِّلْ

  • Allah'ın sıfatlarını inkâr eden.
  • Allahı inkâr eden.

muattıla

  • Allah'ı veya Allah'ın sıfatlarını inkâr eden.

muavvezetan / muavvezetân

  • (Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)

mübahele / mübâhele

  • Lânetleşme. Dar anlamda hazret-i Îsâ'nın ilâh ve Allahü teâlânın oğlu olduğunu söylemekte ısrâr eden ve bu inanışlarının yanlış olduğunu kabûl etmeyen hıristiyanlara, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "... Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, bizleri ve

mübarekat / mübarekât

  • Bütün tebrike sebeb olacak ve mâşâallah dediren ve bârekâllah söyleten bütün hâletler ve san'atlar. Mübarekiyet ifade eden bolluk ve İlâhî lütuflar.

mübdi / mübdî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Benzeri, nümûnesi olmayan, varlıkları yoktan var eden.

mübelliğ-i marziyat / mübelliğ-i marziyât

  • Allah'ın razı olacağı hal ve hareketleri bildiren elçi.

mücahede

  • (Çoğulu: Mücahedât) Cihad etme.
  • Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma.
  • Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.İslâmiyette mücahedenin ehemmiyeti hakkında Deylemî'den (R.A.) mervi Hadis-i Şerif meâli: "Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu

mücahid / mücâhid

  • Cihad eden. Çalışan. Din için çalışan. Düşmanlara karşı koyan. Çarpışan.
  • Fık: Allah (C.C.) yolunda gönüllü olarak cihada iştirak etmek istediği halde nefakadan, silâh ve saireden mahrum olan gazi demektir. Âyet meâli: "Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz
  • Allah yolunda din düşmanları ile çarpışan, cihâd eden.

mücahidin / mücahidîn

  • (Tekili: Mücahid) Mücahidler. Cihad edenler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çalışan, çarpışanlar.

mücemmil

  • Herşeyi en güzel şekilde yaratan Allah.
  • Güzelleştiren, güzel yaratan, Allah.

mücessime

  • Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri, zâhir (görünen)mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının bulunduğunu, dolayısıyla madde ve cisim olduğunu iddiâ ederek doğru yoldan ayrılan bozuk fırka. Bu fırkaya müşe bbihe de denir.
  • Allahı bir cisim gibi tasavvur eden sapkın.

mucib / mucîb

  • İsteyeni istediğine kavuşturan, yaratıklarının isteklerine cevap veren, Allah.

mücib / mücîb

  • İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden.
  • İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah C.C.).
  • Bütün dualara, isteklere cevap veren Allah.
  • Kullarının duâlarını kabûl eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından.
  • Duaya cevap veren, Allah.

mucib-i muğis / mucîb-i muğîs

  • Yardıma muhtaç olan ve kendinden yardım dileyen varlıkların imdadına koşan, ihtiyaçlarına cevap veren, Allah.

mucid / mûcid

  • Îcâd eden, yoktan vâr eden, yaratan mânâsına Allahü teâlânın isimlerinden.

mucid-i hakiki / mucid-i hakikî / mûcid-i hakikî / mûcid-i hakiki / مُوجِدِ حَقِيقِي

  • İcad etme iktidarının yegâne sahibi mânasında olarak (Allah) hakkında kullanılır.
  • Gerçek var edici, yaratıcı olan Allah.
  • Hakiki icad eden(Allah).

mucid-i hakim / mucid-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yaratan, var eden Allah.

mucid-i küll-i mevcud / mûcid-i küll-i mevcud / mûcid-i küll-i mevcûd / مُوجِدِ كُلِّ مَوْجُودْ

  • Bütün varlıkları yoktan var eden Allah.
  • Bütün varlıkları îcâd eden (Allah).

mücir / mücîr

  • Himaye eden, Allah.

mucize

  • Allah'ın izniyle peygamberler tarafından gösterilen ola-ğanüstü şey.

mucize-i rabbaniye / mûcize-i rabbâniye

  • Her şeyin rabbi olan Allah'ın mucizesi.

müdam

  • Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan.
  • Mübtelâ olan. (Her nefeste Allah adın de müdamAllah adı ile olur her iş temamSüleyman Çelebi)

müdebbir

  • İdare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah.
  • Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören.
  • İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.).

müdebbir-i hakim / müdebbir-i hakîm / مُدَبِّرِ حَك۪يمْ

  • Herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyi idare eden Allah.
  • Sonunu görerek hikmetle önlem alan (Allah).

müdebbir-i rahim-i zülcemal / müdebbir-i rahîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah.

müdebbiriyet

  • Allah'ın idare etme ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapma sıfatı.

mudıll

  • Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.

müessir

  • Tesir eden, etki, iz bırakan.
  • İşleyen, hükmünü yürüten.
  • Çok hissedilen, içe işleyen.
  • Dokunan, dokunaklı.
  • Eser sahibi. Allah Teâlâ.

müessir-i hakiki / müessir-i hakîki / مُؤَثِّرِ حَقِيقِي

  • Hakîkî te'sir sahibi (Allah).

müeyyed min indillah / müeyyed min indillâh

  • Allah tarafından te'yid edilen ve yardım görmüş olan.
  • Allah tarafından teyit ve tasdik edilen.

mufaddıl

  • Dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah.

müfessir

  • Kur'ân-ı kerîmi tefsîr eden; Allahü teâlânın kelâmında, murâd edilen, kasdedilen mânâyı anlayan âlim.

müftehir

  • (Fahr. dan) İftihar eden. Öğünen.
  • Sırf Allah rızası için menfaatsiz hizmet eden.
  • Şanlı, şerefli.

mugayyebat-ı hamse / mugayyebât-ı hamse

  • Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara me

mugis / mugîs

  • Yardım dileyenler için yardıma yetişen Allah.

muğni / muğnî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.

muhabbet-i ilahiye / muhabbet-i ilâhiye

  • Allah sevgisi.

muhabbet-i mecazi / muhabbet-i mecâzî

  • Allah'ın dışındaki dünyevî varlıklara yönelik sevgi.

muhabbet-i mecaziye / muhabbet-i mecâziye / مُحَبَّتِ مَجَازِيَه

  • Allah nâmına olmayan sevgi.

muhabbet-i rabbaniye / muhabbet-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye eden Allah'ın mahlukatını sevmesi.

muhabbet-i rahman / muhabbet-i rahmân / مُحَبَّتِ رَحْمٰنْ

  • Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'a duyulan sevgi.
  • Çokça merhamet eden Allah hesabına olan sevgi.

muhabbet-i zati / muhabbet-i zâtî

  • Allah'ın kendi Zâtına karşı duyulan sevgi.

muhabbet-i zatiye / muhabbet-i zâtiye

  • Allah'ın yüce zâtına sevgi.

muhabbet-i zatiyye / muhabbet-i zâtiyye

  • Allahü teâlânın zâtına olan sevgi.

muhabbetullah

  • Allah sevgisi; Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi.
  • Allah sevgisi.
  • Allahü teâlânın sevgisi.
  • Allah sevgisi.

muhacir

  • Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen.
  • Mc: Allah'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.

muhaddisin-i muhaddesun / muhaddisîn-i muhaddesun / muhaddisîn-i muhaddesûn

  • Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler.
  • Allah tarafından kendilerine ilham olunan muhaddisler.

muhafaza-i hıfz

  • Allah'ın hıfzının koruması.

muhafaza-i ilahiye / muhafaza-i ilâhiye

  • İlâhî koruma; Allah'ın yardıma ve korunmaya muhtaç olan kullarını muhafaza etmesi, koruması.

muhalefetün-lil-havadis / muhâlefetün-lil-havâdis

  • Allahü teâlânın, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) yarattıklarına, hiçbir bakımdan benzememesi.

muhammed aleyhisselam / muhammed aleyhisselâm

  • Allahü teâlânın insanlara gönderdiği son peygamber.

muhammedun resulullah

  • Muhammed Allah'ın resulüdür.

muhammedün resulullah

  • Muhammed Allah'ın resulüdür.

muhasebe-i kübra / muhasebe-i kübrâ

  • Büyük muhasebe, hesaba çekilme; Allah'ın bütün insanları öldükten sonra dirilttiğinde hayatlarının tamamından hesaba çekmesi.

muhatab-ı ilahi / muhatab-ı ilâhî

  • Allah'a muhatap olan.

muhatab-ı samedaniye / muhatab-ı samedâniye

  • Her şeyin Kendine muhtaç olduğu, fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın muhatabı.

muhdis

  • Bütün varlıkları yok iken var eden, meydana getiren, yaratan Allah.
  • Her şeyi sonradan var eden Allah.

mühellil

  • Tehlil eden. "Lâ İlâhe İllâllah"ı devamlı tekrar eden.

müheymin

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden); her mahlûkun (yaratılmışın) ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hallerinden haberdâr olan.

muhit / muhît

  • İhata eden, kuşatan.
  • Çevre.
  • Okyanus.
  • Allah'ın isimlerinden.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhâta eden, çeviren, ilmi her şeyi kuşatan.

muhlas

  • Devamlı ihlâs sâhibi olan. Her şeyi Allahü teâlânın rızâsıyla yapan.

muhlis

  • Samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözeten.
  • İhlaslı, samimi, işini sadece Allah için yapan.

mühr-ü ehadiyet

  • Her bir varlık üzerinde Allah'ın birliğini gösteren mühür.

mühr-ü rahmani / mühr-ü rahmânî

  • Sonsuz rahmet sahibi olan Allah'ı gösteren mühür.

mühr-ü samediyet

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğunu gösteren mühür.

mühr-ü vahdaniyet / mühr-ü vahdâniyet

  • Allah'ın bir oluşu, ortağının bulunmayışını gösteren mühür.

muhsi / muhsî

  • Herşeyin sayısını bilen Allah.

muhsin / مُحْسِنْ

  • Yaptığı işi en güzel yapan, Allahı görür gibi ibadet eden.
  • İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert.
  • Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden.
  • Yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah.
  • Çokça iyilik eden (Allah).

muhsin-i kerim / muhsin-i kerîm

  • Yarattıklarına sonsuz bağış ve ikramda bulunan Allah.

muhsinin / muhsinîn

  • Güzel işler yapanlar; Allah'ı görür gibi ibadet edenler.
  • İşini güzel yapanlar, Allahı görür gibi ibadet edenler.

muhyi / muhyî / مُحْي۪ي

  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratıcı, hayat verici, diriltici.
  • Bütün canlılara hayat veren Allah.
  • Hayat veren, dirilten, Allah.
  • Hayat veren (Allah).

müjde-i mağfiret

  • Allah'ın affetme müjdesi.

mukabele-i rahmani / mukabele-i rahmânî

  • Rahmân olan Allah'ın Zâtına has ve yaraşır şekilde karşılık vermesi.

mukadder olan

  • Allah tarafından takdir olunmuş, belirlenmiş.

mukadderat / mukadderât

  • Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar.
  • Allahü teâlânın olacak şeyleri ezelde (sonsuz öncelerde) bilip takdîr ettiği şeyler, kader, alın yazısı.

mukadderat-ı beşer

  • İnsanın kaderi; Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukadderat-ı beşeriye

  • İnsanlığın kaderi; Allah tarafından insanlık için takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukadderat-ı nev-i beşer

  • İnsanlığın kaderi; Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukaddes kitablar

  • Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla peygamberlerine gönderdiği kitâblar.

mukaddim

  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden: Mahlûklardan (yaratılmışlardan) bâzısını bâzısından önce var ve yok eden; dilediğini kendine yakınlaştıran, dilediğini uzaklaştıran, kendisine yakın kıldığı meleklerini, peygamberlerini aleyhimüsselâm ve âlimlerini üstün kılan.

mukaddir

  • Herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah.
  • Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.

mukaddiru'n-nur

  • Bütün nurların miktarlarını takdir eden Nurların Mukaddiri, Allah.

mukaffi / mukaffî

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)

mükaleme-i rabbaniye / mükâleme-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın Zâtına has konuşması.

mukallibü'l-leyli ve'n-nehar / mukallibü'l-leyli ve'n-nehâr

  • Gece ve gündüzü birbiri ardına çeviren Allah.

mukarreb

  • Yakınlaştırılmış.
  • Cennette dereceleri en yüksek olan.
  • Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.

mukarreb melek

  • Allahü teâlânın huzûrunda bulunan melekler.

mukarrebin / mukarrebîn

  • Allah'a mânen yakın olan büyük melekler.

mükebbir

  • Tekbir getiren, "Allahü ekber" diyen.
  • Tekbir getiren, "Allahü ekber" diyen.
  • Tekbir getiren, "Allahuekber" diyen.

mükellef

  • Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.

mükevvin

  • Yaratan, yapan (Allah C.C.). Tekvin eden.

mukit / mukît

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.

muksit

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Adâlet sâhibi, zâlimden mazlûmun hakkını alan.

muktedir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kudret sâhibi, her şeye gücü yeten.

mukteza-yı hikmet

  • Allah'ın hikmetinin gereği.

mukteza-yı ihata-i ilmi / mukteza-yı ihata-i ilmî

  • Allah'ın ilminin herşeyi kuşatmasının gereği.

mukteza-yı ism-i hakim / mukteza-yı ism-i hakîm

  • Allah'ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren isminin gereği.

mukteza-yı rahmet ve hikmet

  • Allah'ın rahmetinin ve hikmetinin gereği.

mukteziyat / mukteziyât

  • Bir şeyi gerekli kılan sebepler.
  • Allah'ın güzel isimlerinin gerektirdiği durumlar.

mülhem

  • Kalbe doğmuş. Allahın, ilham ile kalbe bildirdiği.

mülhim

  • Kalbe feyiz veren, ilham eden Allah (C.C.)

mülk-ü ilahi / mülk-ü ilâhî

  • Allah'a ait mülk, kâinat.

mülküllah

  • Allah'ın mülkü.

mümit / mümît

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren.
  • Ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah.
  • Ölümü yaratıp öldüren Allah.

mümkin-ül-vücud / mümkin-ül-vücûd

  • Var da olabilen, yok da olabilen. Allahü teâlâdan başka her şey, bütün âlem.

mümkinat / mümkinât

  • Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olanlar.

mümkinat dairesi

  • Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olan daire.

mümkün

  • Varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı ancak Allah'ın var etmesine bağlı olan varlık.

mümkünat

  • Olması imkân dahilinde olan, varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan şeyler.

mün'im

  • Gerçek nimet verici olan Allah.
  • Nîmet veren. Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden.

mün'im-i hakiki / mün'im-i hakikî

  • Gerçek nimet verici olan Allah.
  • Bütün nimetleri yaratan ve veren Allah (C.C.)

mün'im-i hakim / mün'im-i hakîm

  • Gerçek nimet verici ve her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah.

mün'im-i kerim / mün'im-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik sahibi ve nimet verici Allah.

mün'im-i rahim / mün'im-i rahîm

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve gerçek nimet verici olan, Allah.

münacat / münâcat / münâcât

  • Allah'a yalvarmak. Duâ. Allah'tan necat için dua.
  • Yalvarmak için yazılan duâ veya manzume.
  • Sürurlaşmak, neşelenmek.
  • Dua etme, yalvarma.
  • Divan edebiyatında Allah'a dua için yazılan manzume çeşidi.
  • Dua, kurtuluş için Allaha yalvarma.
  • Allah'a yakarış.
  • Allahü teâlâya duâ etmek, yalvarmak.

münacat-ı meşhure / münacât-ı meşhûre

  • Allah'a yalvarıp yakarılan ve herkes tarafından bilinen dua.

münacat-ı nebeviye / münâcât-ı nebeviye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Cenâb-ı Allah'a duası.

münasebat-ı rabbaniye / münasebât-ı rabbâniye

  • Rab olan Allah ile olan bağlantı, ilişki.

munazzım / مُنَظِّمْ

  • Herşeyi en güzel bir şekilde düzenleyen Allah.
  • Düzenleyen, düzene koyan (Allah).

münessim

  • Hayat veren, ruh veren. Allah.
  • Lâyık olana maaş bağlıyan kimse.
  • Köle âzâd eden.

münevvir

  • Herşeyi nurlandıran, aydınlatan, ışıklandıran, Allah.

münevviru'n-nur

  • Bütün nurlar ve nurlu varlıklar Kendisinden feyiz alan Nurların Nurlandırıcısı, Allah.

münezzeh

  • Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak. Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir.

münezzil

  • (Nüzul. den) Tenzil eden, indiren.
  • Kur'an-ı Kerim'i vahiy ile insanlara rahmet olarak ihsan eden Allah (C.C.)

münib

  • Tevbe edip Allah'a yönelen.

münim / münîm

  • Nimet veren, nimetlendiren, Allah.

münker

  • Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey.
  • İnkâr edilmiş olan.
  • Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.
  • Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.

münkerat / münkerât

  • (Tekili: Münker) Haram işler. Şeriatın menettiği, Allah'ın yasak kıldığı şeyler.

münşi

  • Varlıkları kâinattaki unsurlardan tekrar tekrar yaratıp inşâ eden, Allah.

müntakim / müntakîm

  • Suç işleyene cezasını veren Allah.

münzel-i aleyh

  • Kendisine Allah tarafından indirilmiş.

münzilü'l-kur'an / münzilü'l-kur'ân

  • Kur'ân'ı indiren, Allah.

murabıt

  • Kalbini Allah'a bağlayan.
  • Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen.

murabıtin / murabıtîn

  • (Tekili: Murâbıt) Kalblerini Allah'a bağlayanlar.
  • Şeyhler, dervişler.

murad / murâd

  • İstenilen; arzû edilen şey.
  • Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.

murad-ı hak

  • Allah'ın isteği ve muradı.

murad-ı ilahi / murâd-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın murâdı; irâde buyurduğu, emrettiği.

muradullah

  • Allah'ın muradı, isteği.

murakabe / murâkabe

  • Kontrol etmek, inceleyip vaziyeti anlamak.
  • Kulun, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendini gördüğünü bilmesi ve O'nu unutmaması.
  • Nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır.

murakıb

  • Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse.
  • Hıfzeden.
  • Allah'a (C.C.) bağlanmış olan.
  • Murakabe eden, koruyan.
  • Allah'a bağlanmış.

mürebbi / mürebbî

  • Terbiye eden, eğiten, yetiştiren.
  • Herşeyi terbiye ve idare eden, besleyip büyüten Allah.

mürebbi-i hakim-i zülcelal / mürebbî-i hakîm-i zülcelâl

  • Herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah.

mürebbi-i rahim / mürebbî-i rahîm

  • Şefkat ve merhamet herbir varlık üzerinde görülen ve herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye eden Allah.

mürettib

  • Herşeyi tertip ve düzene sokan Allah.

mürid / mürîd / مُرِيدْ

  • Allah'ın rızâsına kavuşmayı isteyen, bir mürşidin talebesi.
  • İrade eden, isteyen, Allah.
  • Her şeyi istediği gibi, istediği zamanda ve keyfiyette yapan ve bir anda sonsuz şeyleri dilemekten âciz olmayan Allah.
  • Tasavvufta Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için evliyâ bir zâtın terbiyesi altına giren talebe.
  • Ezelden irade eden (Allah).

müridi / mürîdî

  • Müridim; Allah'ın rızâsına kavuşmayı isteyen, talebem.

mürselin / mürselîn

  • Gönderilenler. Peygamberler. Allah tarafından insanların doğru yola çıkarılmaları için gönderilen elçiler.

mürşid-i rabbani / mürşid-i rabbânî / mürşid-i rabbanî / مُرْشِدِ رَبَّان۪ي

  • Allah'a yönelten yol gösterici.
  • Terbiye edici Allah'a ait doğru yolu gösteren.

müsab

  • Sevab kazanan, ettiği iyiliğin Allah'tan karşılığını gören.

müşahedetullah

  • Varlıklar üzerinde Allah'ın isim ve sıfatlarının yansımalarını gözlemleme.

müsahhirü'ş-şemsi ve'l-kamer

  • Ayı ve Güneşi itaat ettiren, boyun eğdiren, Allah.

musannıf

  • Herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde sınıflandıran, düzenleyen Allah.

müşarata / müşârata

  • Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesâba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakınma ve âhirete hazırlanma husûsunda nefsle sözleşme.

musavvir / مُصَوِّرْ

  • Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)
  • Herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). En güzel sûrette şekil veren.
  • Sûret veren, biçimlendiren, Allah.
  • Herşeye layık sûret veren (Allah).

musavviriyet-i ilahiye / musavviriyet-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler vermesi.

müsbet hareket

  • Doğruluğu âşikâr olan ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket.
  • Allah'ın (C.C.) emrine uygun, tahribkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tâmir edici tarzda olan, mizan, adâlet ve insafa uyan hareket.

müsebbib-i hakiki / müsebbib-i hakîkî

  • Bütün sebepleri yaratan Allahü teâlâ.

müsebbib-ül esbab

  • Bütün sebeplere sâhip olan, hakiki müsebbib (Cenab-ı Hak). Bütün sebepleri meydana getiren, Allah (C.C.)

müsebbibü'l-esbab

  • Sebeplerin yaratıcısı olan Allah.

müsebbih

  • Tesbih eden; Allah'ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan.
  • Allah'ı tesbih edip anan, Allah'ı noksan sıfatlarından tenzih eden ve zikreden, Sübhanallah diye Allah'ı tesbih eden.
  • Tesbih eden, Allahı anan.

müsebbihane / müsebbihâne

  • Tesbih ederek, Allahı anarcasına.
  • Tesbih ederek. Sübhânallah diyerek. (Farsça)

müşebbihe

  • Allahü teâlâyı cisim ve varlıklara benzeten, Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri görünen lugat mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının olduğunu iddiâ eden bozuk fırka.
  • Allahı insana benzeten sapık görüş.

müsemma-i zülcelal / müsemmâ-i zülcelâl

  • Güzel isimlerin sahibi ve sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah.

müsemma-i zülcemal / müsemmâ-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah.

müsemma-yı zülcelal / müsemmâ-yı zülcelâl / مُسَمَّايِ ذُوالْجَلَالْ

  • Haşmet sâhibi olarak isimlendirilen (Allah).

musevilik / mûsevîlik

  • Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâm vâsıtasıyla İsrâiloğullarına gönderdiği din. Mukaddes (ilâhî) kitabı Tevrâttır. Îsâ aleyhisselâma kadar olan peygamberler bu dîni insanlara tebliğ ettiler. Îsâ aleyhisselâmın gelmesiyle Mûsevîlik dîninin hükmü kaldır ıldı.

musibet-i semaviye / musibet-i semâviye

  • Bir hikmete binaen Allah tarafından gökten indirilen musibet, belâ.

musika-i ilahiye / musika-i ilâhiye

  • İlâhî müzik, Allah'ın kâinata yerleştirdiği, Allah'ın ilhamıyla varlıkların çıkardığı tabii nâmeler ve sesler.

müskirat

  • (Tekili: Müskir) İçilmesi ve kullanılması Allah (C.C.) tarafından men'edilmiş sarhoşluk veren şeyler.

müslim

  • İslâm olan, Allah'a teslim olmuş olan, selâmette olan.
  • Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
  • Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.

müsliman

  • Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.

müsrif

  • Boş yere malını harcayan, tutumsuz, Allah'ın (C.C.) razı olmayacağı şeylere parasını, malını ve zamanını harcayan.

müşrik / مُشْرِكْ

  • Allah'a ortak kabul eden, şirk işleyen. Allah'tan başkasına ibadet eden.
  • Allah'a şirk koşan.
  • Allah'a ortak koşan.
  • Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde put veya benzeri şeyleri de ilâh, tanrı edinen.
  • Allaha ortak koşan.
  • Allah'a ortak koşan.

müşrik-i kureyş

  • Allah'a ortak koşan Kureyşli müşrikler, kâfirler.

müşrikin / müşrikîn

  • Müşrikler, Allah'a ortak koşanlar.
  • (Tekili: Müşrik) (şirk. den) Müşrikler, Allah'a şirk koşanlar.

müstagfir

  • (Gufran. dan) İstiğfar eden. Günahlarının örtülmesini, bağışlanmasını Allah'tan (C.C.) isteyen.

müstağfir / müstağfîr

  • İstiğfâr eden, Allahü teâlâdan günâhlarının bağışlanmasını isteyen.

müstağni / müstağnî / مستغنى

  • Doygun, eyvallah etmeyen. (Arapça)

müstağni-yi alelıtlak / müstağnî-yi alelıtlak

  • Her cihetle ve hiçbir kayda, şarta bağlı olmaksızın zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah.

müştak ayinedar / müştak âyinedar

  • Allah'ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan.

müstean / müsteân

  • Kendisinden yardım istenen, Allah.
  • Kendisinden yardım istenen, yardım beklenen Allah.

müstecap

  • İsteği kabul edilen, duası Allah tarafından kabul edilen.

müstegas

  • (Gıyas. dan) Kendisinden yardım istenen.
  • Allah (C.C.)

müstehlik evliya / müstehlik evliyâ

  • Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ. Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar.

müstevfik

  • Allah'tan yardım dileyen.

mutasarrıf-ı hakiki / mutasarrıf-ı hakikî

  • Gerçek tasarruf sahibi olan, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah.

mutasarrıf-ı hakim / mutasarrıf-ı hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah.

mutasarrıf-ı kadir / mutasarrıf-ı kadîr

  • Herşeyde istediği gibi tasarruf eden ve herşeye gücü yeten Allah.

mutasarrıf-ı rahim / mutasarrıf-ı rahîm

  • Varlıklar üzerinde merhamet ve rahmetinin çok özel tecellîleri bulunan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah.

mutasarrıf-ı zişan / mutasarrıf-ı zîşân

  • Şan ve şeref sahibi ve herşeyde istediği gibi tasarruf eden Allah.

mutasavvıf

  • Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.

müte'al / müte'âl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Düşünülebilen, akla gelen, hayâl edilebilen her şeyden başka bunlardan pâk, temiz ve yüce olan.

müteavviz

  • İstiaze eden, Allah'a (C.C.) sığınan.

müteberrir

  • Teberrür eden, Allah'a derinden ve içten itaat eden.

mütebettil

  • (Betl. den) Tebettül eden, fani şeyleri bırakıp Allah'a yönelen.

mütebettilen

  • Allah'a yönelerek.

mütecerrid

  • (Mücerred. den) Tek kalmış, tek başına olan.
  • Soyunan, tecerrüd eden, çıplak olan.
  • Bekâr. Evli olmıyan.
  • Tas: Dünya işlerinden vazgeçip Allah'a bağlanan.
  • Tecerrüt eden, sıyrılan; dünya işlerinden vazgeçip Allah'a yönelmiş.

müteellih

  • (Çoğulu: Müteellihîn) Allah'ın birliğine inanan.

mütekamilin / mütekâmilîn

  • Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.

mütekebbir

  • Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden.
  • Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
  • Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.

mütekellim

  • Söyleyici mânâsına Allahü teâlânın isimlerinden.
  • Kelâm âlimi.

mütekellim-i alim / mütekellim-i alîm / مُتَكَلِّمِ عَل۪يمْ

  • Gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan Allah.
  • Her şeyi hakkıyla bilen, şânına lâyık konuşan (Allah).

mütekellim-i ezeli / mütekellim-i ezelî / مُتَكَلِّمِ اَزَل۪ي

  • Ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah.
  • Allah (C.C.)
  • Başlangıcı olmayıp ezelden beri konuşan (Allah).

mütesavvıf

  • Gafletten uzak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu cenâb-ı Hakk'ın zikri ile (anmakla) süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibi. Çoğulu mütesa vvifûn, mütesavvifîn ve mütesavvife'dir.

müteşekkirane / müteşekkirâne

  • Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a şükrederek.

mütevekkil

  • Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek.
  • Tevekkül eden.
  • Allah'a (C.C.) güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden.
  • Allah'a güvenip ve Onu vekil kabul eden.

mütevekkilane / mütevekkilâne

  • Tevekkül edercesine, Allaha güvenerek.
  • Tevekkül ederek, yalnızca Allah'a dayanıp güvenerek.

mütevekkilen alallah / mütevekkilen alâllah

  • Allah'a sığınarak, Allah'a tevekkül ederek.
  • Allah'a sığınarak, tevekkül ederek.

mutlak fena / mutlak fenâ

  • Allahü teâlâdan başka her şeyin kalbden çıkıp, isimlerinin bile unutulması.

mutmainne

  • İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.

muttaki

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

müttaki / müttakî

  • Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini Allah'ın (C.C.) sevmediği fena şeylerdan koruyan.
  • Takva ehli, Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

mütteki / müttekî

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınan.

muvacehe-i seadet / muvâcehe-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i Seâdetin (odanın) kıble tarafında ziyâret sırasında önünde durulan duvar.

muvaffakiyet

  • (Çoğulu: Muvaffakiyât) (Vefk. den) Allah'ın yardımıyla başarı gösterme.
  • Ele geçirme, başarma.

muvahhid / مُوَحِّدْ

  • Allah'ın birliğine inanan. Tevhid eden.
  • Birleştirici olan.
  • Cenâb-ı Allah'ın varlığına ve birliğine inanan.
  • Allah'ın birliğine inanan.
  • Allahü teâlânın birliğine inanan.
  • Tasavvufta, Allahü teâlâdan başka bir şey görmeyen, kendini ve başkalarını unutan.
  • Allahın birliğine inanan.
  • Allahın birliğine inanan.

muvahhid-i ekber

  • Cenâb-ı Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren en büyük varlık; kâinat.

muvahhidin / muvahhidîn / مُوَحِّد۪ينْ

  • Allahı bir kabul edenler.
  • Allahın birliğine inananlar.

muvahhidun / muvahhidûn

  • Muvahhidler. Bir Allah'a inanıp, birliğe çalışanlar. Birleyici olanlar.

muvazene-i şeriat

  • Şeriatın dengesi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin dengesi.

müzekka

  • Temizlenmiş, pâk edilmiş, ıslah edilmiş.
  • Zekâtı verilmiş.
  • Allah'ın adı anılarak kesilmiş hayvan.

müzeyyin

  • Herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah.
  • Süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen Allah.

müzill

  • İndiren, alçaltan, zillete düşüren, Allah.
  • Bâzı kullarını aşağı ve zelîl eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

na-huda

  • Allah'tan korkmaz. (Farsça)
  • Gemi kaptanı. (Farsça)

nafi' / nâfi'

  • Bütün yararlı şeyleri ihsan eden, Allah.

nafi' ve darr / nâfi' ve dârr

  • "Fayda ve zarar, iyilik ve kötülük kendisinden olan" mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

nahuda / nâhudâ / ناخدا

  • Allahsız. (Farsça)

nakkaş / nakkâş

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah.

nakkaş-ı alim / nakkâş-ı alîm

  • Her şeyi bilen ve her şeyi san'atlı bir şekilde işleyen Allah.

nakkaş-ı ezeli / nakkaş-ı ezelî / nakkâş-ı ezelî

  • Ezeli Nakkaş. Ezeli olup her şeyin nakşını yapan. Allah (C.C.)
  • Başlangıcı ve sonu olmayıp zamanla sınırlı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah.

nakkaş-ı hakim / nakkaş-ı hakîm

  • Varlıkları sanatlı nakışlarla donatan ve her şeyi hikmetle, yerli yerinde yaratan Allah.

nakkaş-ı zülcelal / nakkâş-ı zülcelâl

  • Herşeyi nakışlı ve süslü bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah.

nakş-i kadem-i nebi / nakş-i kadem-i nebî

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek ayaklarının taş üzerindeki izi.

nakş-ı san'at-ı rabbaniye / nakş-ı san'at-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'a ait san'atlı nakış.

nakş-ı simavi / nakş-ı simâvî

  • Yüzdeki nakış, her insanın yüzüne Allah tarafından konulan nakış.

nakşibendiyye

  • Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir. Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi.

namaz tesbihatı / namaz tesbihâtı

  • Namazdan sonra, Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.

nar

  • (Çoğulu: Niran, envar, niyere, niyâr) Ateş. Cehennem.
  • Bir meyve adı.
  • Mc: Allahın gadabı.
  • Yakıcı, azab verici her şey. Şer. Dalâlet. Sefâhet.

nasib / nasîb

  • Ele geçen, kavuşulan.
  • Allahü teâlânın ezelde takdir ettiği maddî ve mânevî rızık, kısmet.

nasik

  • Allah yolunda ibâdet eden, dine bağlı, zâhid.

nasrullah

  • Allah'ın yardımı.

nazar-ı adalet

  • Allah'ın sınırsız adaletiyle her varlığa adaletle muamele etmesi; zerre kadar da olsa her şeyin hakkını vermesi, haksızı cezalandırması açısından.

nazar-ı ilahi / nazar-ı ilâhî

  • Allah'ın nazarında, katında.

nazar-ı rabbani / nazar-ı rabbanî / نَظَرِ رَبَّانِي

  • Terbiye edici olan (Allahın) bakışı.

nazar-ı rabbaniye / nazar-ı rabbâniye

  • Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bakışı.

nazar-ı şari / nazar-ı şâri

  • İlâhî bakış; İslâmî hükümleri bildiren Allah'ın bakış açısı.

nazar-ı şari' / nazar-ı şâri'

  • Kanun koyucu olan Allah'ın nazarı.

nazargah-i ilahi / nazargâh-i ilâhî

  • Allahü teâlânın nazar ettiği (baktığı) yer.

nazım / nâzım

  • Her şeyi en mükemmel şekilde düzenleyen, tanzim eden Allah.

nazır / nâzır / نَاظِرْ

  • Bakan, gözeten (Allah).

nazm-ı ilahi / nazm-ı ilâhî

  • Allahü taâlâ tarafından yanyana dizilen mübârek sözler, Kur'ân-ı kerîm.

nazzam-ı kevn / nazzâm-ı kevn

  • Kâinata ve bütün varlık âlemine düzen veren Allah.

nazzam-ı vahid / nazzâm-ı vâhid

  • Bütün varlık âlemini yaratılış gayelerine uygun olarak en güzel şekilde düzenleyen Kendisi bir olan Allah.

nebiyyullah

  • Allah'ın nebisi, peygamberi.

neciyyullah

  • Allahü teâlâ tarafından tûfandan kurtarılan mânâsına Nûh aleyhisselâmın lakabı.

nef'

  • Fayda, yararlılık.
  • Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.

nefs-i mülhime

  • Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs.

nefs-i mutmainne

  • Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.
  • İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler

nefs-i tağut / nefs-i tâğut

  • Her türlü lezzetlerin kaynağı olan, insanı daima kötülüğe sevk eden, Allah'a iman ve kulluktan uzaklaştıran azgın duygu.

nefy ve isbat zikri / nefy ve isbât zikri

  • "Lâ ilâhe illallah" mübârek sözünü diyerek yapılan zikr (Lâ ilâhe) yâni Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur, nefy; (illallah) yâni Allahü teâlâ vardır demek de isbât ifâdeleriyle belirtilmiştir.

nefy-i sani / nefy-i sâni

  • Kâinatın san'atkârı olan Allah'ı reddetme, yok sayma.

nehy

  • Yasak, yasak edilen şey.
  • Kur'ân-ı kerîmde yapılması istenmeyen şeyleri bildiren kelâm-ı ilâhî (Allahü teâlânın mübârek sözü).

nehy-i ilahi / nehy-i ilâhî / نَهْيِ اِلٓهِي

  • Allah'ın yasaklaması.
  • Allah'ın yasaklaması.

nehyi an-il münker

  • Allah'ın haram kıldığı şeyleri işlemekten men'etmek, haram işleri yaptırmamak ve buna çalışmak.

nemrud

  • Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb
  • Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.

neş'e-i şit-i hüviyet / neş'e-i şît-i hüviyet

  • Cenâb-ı Hakkın Hz. Adem'e, ölen oğlu Hâbil'e mukabil "Allah'ın vergisi, ihsanı" anlamına gelen Şit'i (a.s.) vermesi sevinci.

nesc

  • (Nesic) Dokunuş, dokuma.
  • Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

netice-i tevhid

  • Birleme, her şeyin bir olan Allah'a ait olduğu sonucuna ulaşma.

neuzü billah / neûzü billah / neûzü billâh

  • "Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.
  • Allah korusun.

neuzü-billah / neuzü-billâh / neûzü-billâh / نَعُوذُ بِاللّٰهْ

  • Allah'a sığınırız, Allah korusun.
  • Allaha sığınırız.

neuzübillah / neûzübillah

  • Allaha sığınırız.

nevahi

  • (Nehy. den) Yasak edilmiş şeyler.
  • Allah (C.C.)tarafından menedilmiş olanlar.

nevamis-i fıtrat / nevâmis-i fıtrat

  • Yaratılışa Allah tarafından konulan temel kanunlar, anayasa kanunları.

nezd-i hak

  • Allah yanında.

nezir

  • (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır)
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.

nezr

  • Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.

nezr kurbanı

  • Allah rızâsı için, bir koyun veya şu koyunu kurban etmek adağım olsun diyen zengin veya fakir kimsenin Kurban bayramında kesmesi gereken kurban.

nezr-i muayyen

  • Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.

nezzam-ı hakiki / nezzam-ı hakikî

  • Kâinatın ve bütün varlık âleminin gerçek düzenleyicisi ve düzen koyucusu olan Allah.

ni'me-l mevla

  • Ne iyi sâhib ve mâlik, ne iyi Allah (C.C.)

ni'met-i ilahiye / ni'met-i ilâhiye

  • Allah'ın nimeti. Allah'ın verdiği nimet.

niam-ı azime-i ilahiye / niam-ı azime-i ilâhiye

  • Allah'tan gelen büyük nimetler.

niam-ı ilahiye / niam-ı ilâhiye

  • Allah'ın nimetleri.

niam-ı sübhaniye / niam-ı sübhâniye

  • Zâtında, sıfatında ve işlerinde eksiksiz ve kusursuz olan Allah'ın nimetleri.

nigahdaşt / nigâhdâşt

  • Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza.

nikar / nikâr

  • Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri.

nimet-i ilahiye / nimet-i ilâhiye

  • Allah'ın sunduğu nimet.

nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.

nimetlenmek

  • Allah'ın rızık olarak verdiklerinden faydalanmak.

nisbet-i kayyumiyet / nisbet-i kayyûmiyet

  • Varlıkların her zaman var olan Allah ile bağlantısı.

niyet-i halisane / niyet-i hâlisâne

  • Samimi niyet; her türlü iş ve hareketlerinde yalnızca Allah rızasını gözetme niyeti.

niyyet

  • Kasd etme, kalbin bir şeye yönelmesi. İbâdetleri, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek.

nizam-ı alem / nizam-ı âlem

  • Kâinatta Allah'ın koyduğu umumi nizam.

nizam-ı hikmet

  • Allah'ın hikmetiyle bu âleme yerleştirdiği düzen.

nizam-ı rabbaniye / nizam-ı rabbânîye

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah'ın kanunu, nizamı.

nübüvvet

  • (Nebi. den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (C.C.) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak.
  • Peygamberlik; insanları Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından seçilmiş kimselere verilen peygamberlik vazîfesi.

nübüvvet yolu

  • Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo

nüceba / nücebâ

  • Allahü teâlânın tanınıp bilinmeyen velî kullarından bir topluluk.

nükte-i tevhid

  • Allah'ın birliğine dair ince bir mânâ.

nukuş-u esma-i ilahiye / nukuş-u esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın güzel isimlerinin nakışları, işlemeleri.

nukuş-u esma-i rabbaniye / nukuş-u esmâ-i rabbâniye

  • Allah'ın güzel isimlerinin nakışları.

nukuş-u hikmet

  • Her şeyi bir sebebe, gayeye, faydaya binaen yaratan Allah'ın san'atlı nakışları.

nukuş-u kalem-i kudret

  • Allah'ın kudret kaleminin işlemeleri.

nümune-i rahmet-i alem / nümune-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin nümunesi, örneği.

nur / nûr

  • Aydınlık, ışık, feyz, bereket ihsân.
  • Kur'ân-ı kerîm.
  • Îmân.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Tam ve kusursuz olarak zâhir olup her şeyi ortaya çıkarıcı, yaratıcı veya göktekileri ve yerdekileri nûru ile hidâyet edici, doğru yolu gösterici, gökleri; güneş, ay ve yıld

nur ism-i azimi / nur ism-i azîmi

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın büyük ismi.

nur ism-i celili / nur ism-i celîli

  • Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın yüce ismi.

nur-ı ilahi / nûr-ı ilâhî

  • İlâhî nûr. Allahü teâlânın ihsân ettiği mânevî aydınlık, mânevî ilim.

nur-ı paki muhammedi / nûr-ı pâki muhammedî

  • Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) temiz, mübârek nûru.

nur-u baki / nur-u bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Allah'ın nuru.

nur-u cemalullah / nur-u cemâlullah

  • Allah'ın cemâlinin nuru.

nur-u çırağ-ı yezdan / nur-u çırâğ-ı yezdan

  • Cenâb-ı Hakkın nurunun çırası, Allah'ın nuruyla tutuşmuş, aydınlatan bir çıra.

nur-u ehad

  • Bir olan ve herbir varlıkta birliği tecellî eden Allah'ın nuru.

nur-u ehadiyet / nûr-u ehadiyet

  • Allah'ın herşeyde görülen kendine ait birlik tecellisi, nuru.

nur-u hak

  • Hakkın ta kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah'ın nuru.

nur-u huda / nur-u hudâ

  • Hidayet verici olan Allah'ın nuru.

nur-u hüda / nur-u hüdâ

  • Hidayet verici olan Allah'ın nuru.

nur-u ilahi / nur-u ilâhî

  • Allah'ın nuru.

nur-u ilm-i ezeli / nur-u ilm-i ezelî / نُورُ عِلْمِ اَزَل۪ي

  • Allah'ın ezelî ilminin nuru, ışığı.
  • Allahın başlangıcı olmayan ilminin nuru.

nur-u marifet / nur-u mârifet

  • Allah'ı bilme ve tanıma nuru.

nur-u rabbani / nur-u rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın nuru.

nur-u rahim / nur-u rahîm

  • Rahim olan Allah'ın nuru.

nur-u rahmani / nur-u rahmânî

  • Rahmet ve şefkati bütün varlıkları kaplayan Allah'ın nuru.

nur-u samedani / nur-u samedânî

  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şey Kendisine muhtaç olan Allah'ın nuru.

nur-u sübhani / nur-u sübhânî

  • Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın nuru.

nur-u tevhid / nûr-u tevhîd / نُورُ تَوْح۪يدْ

  • Allah'ın birliğini kabul etmekle elde edilen nur.
  • Allah'ı birleme nûru.

nur-u vahdaniyet / nur-u vahdâniyet

  • Allah'ın birliğini gösteren nur.

nur-u vahdet

  • Allah'ın birliğinin nuru.

nur-u yezdan

  • Cenâb-ı Allah'ın nuru.

nuristan-ı rahman / nuristan-ı rahmân

  • Sonsuz rahmet sahibi olan Allah'ın nurlu memleketi.

nuru'l-envar / nuru'l-envâr / nûru'l-envâr / نُورُ اْلاَنْوَارْ

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.
  • Nurların nuru, sonsuz nur sahibi olan Allah.
  • Nûrların nûru (Allah).

nurulenvar

  • Nurlara nur veren Allah.

nusret-i ilahi / nusret-i ilâhî

  • Allahü teâlânın yardımı, imdâd-ı ilâhî, ilâhî yardım.

nüsük

  • (Nüsk) Allah için ibadet etmek.

nüzul / nüzûl

  • İnmek. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi.

nüzul-ü vahy / nüzûl-ü vahy

  • Allah'ın Cebrail (a.s.) vasıtası ile emirlerini Hz. Peygamber'e iletmesi.

ömr-ü fıtri / ömr-ü fıtrî

  • Allah tarafından belirlenmiş ömür süresi.

on iki imam / on iki imâm

  • Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup, tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât. Bunların hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir.

ordu-yu mevla / ordu-yu mevlâ

  • Allah'ın ordusu.

ordu-yu sübhani / ordu-yu sübhânî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın bir ordu gibi yaratıp sevk ettiği varlıklar.

örf

  • İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, Allah (C.C.) tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan

padişah-ı bimisal / pâdişâh-ı bîmisâl

  • Eşsiz ve benzeriz Padişah Allah.

padişah-ı bizeval / padişah-ı bîzevâl

  • Yok olmayan, varlığı son bulmayan padişah; Allah.

padişah-ı ezel ve ebed

  • Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Padişah, Allah.

padişah-ı ezeli / padişah-ı ezelî

  • Varlığının başlan-gıcı olmayan; hükmü sonsuz olan Allah.

padişah-ı zişan / pâdişâh-ı zîşân

  • Şan ve şeref sahibi olan padişah; Allah.

padişah-ı zülcelal / padişah-ı zülcelâl

  • Sonsuz büyüklük, yücelik ve azamet sahibi Padişah, Allah.

pencere-i marifet

  • Allah'ı bilmeye ve tanımaya açılan bir pençere.

pencere-i tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'ın olduğunu gösteren pencere.

perde-i dest-i kudret

  • Allah'ın sonsuz kudretine perde olan hâdiseler ve sebepler.

perde-i izzet-i kudret-i ilahiye / perde-i izzet-i kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın kudretinin izzetini koruyan bir perde, örtü.

perdedar-ı dest-i kudret / perdedâr-ı dest-i kudret / پَرْدَه دَارِ دَسْتِ قُدْرَتْ

  • Allahın kudret elinin perdecisi (sebebler).

peygamber

  • (Peyamber) Allah'tan haber getiren. Allah'ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi. (Farsça)
  • Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar.
  • İlâhî hakikatları insanlara bildirmek ve onlara örnek olmak üzere Allah tarafından tayin edilen, vahiy yoluyla sahip olduğu ilmini yaşayıp neşreden mübarek zatların umumî ismi.

put

  • Allah'tan başka tapılan herşey.
  • Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.
  • Allahü teâlâya inanmayanların taptıkları resim veya heykel.

put-perest

  • Allah'tan başka şeyleri ilâh kabul eden, puta inanıp ona ibâdet eden. Puta tapan. (Bak:Büt-Perest) (Farsça)

rab / رَبْ

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Sâhib, mâlik, terbiye eden.
  • Terbiye edici (Allah).

rabb / رب

  • Efendi, sahip.
  • Terbiye eden, besleyen.
  • Rab, Allah.
  • Varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah.
  • Tanrı, Allah. (Arapça)
  • Efendi. (Arapça)

rabb-i azim / rabb-i azîm

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

rabb-i hakim / rabb-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayıp idare eden Allah.

rabb-i izzet

  • İzzet, şeref ve yücelik sahibi olan Allah.

rabb-ı kerim / rabb-ı kerîm

  • Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran, sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah.

rabb-i kerim / rabb-i kerîm

  • Sonsuz ikram ve ihsan sahibi, herşeyi idare ve terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah.

rabb-i muhtar-ı hakim / rabb-i muhtar-ı hakîm

  • Herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan, dilediğini dilediği gibi yapan, herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan Allah.

rabb-i rahim / rabb-i rahîm / رَبِّ رَح۪يمْ

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
  • Merhametle terbiye edici olan (Allah).

rabb-i rahim ve kerim / rabb-i rahîm ve kerîm

  • Sonsuz cömertlik, şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

rabb-i vahid / rabb-i vâhid

  • Tek ve eşsiz olan Rab, bir olan Allah.

rabb-i zülcelal / rabb-i zülcelâl

  • Sonsuz heybet ve yücelik sahibi olmakla beraber herşeyin Rabbi olan Allah.

rabb-i zülcelal-i ve'l-ikram / rabb-i zülcelâl-i ve'l-ikram

  • Sonsuz heybet ve yücelik sahibi olmakla birlikte çok ikramda bulunan ve herşeyin Rabbi olan Allah.

rabb-ül erbab

  • Bütün sâhiblerin, terbiyecilerin Rabbi, Allah. (C.C.)

rabb-ül'alemin / rabb-ül'âlemîn

  • Âlemlerin rabbi, sâhibi olan Allahü teâlâ.

rabbani / rabbânî

  • Rab olan Allah'a ait.
  • Allahü teâlâdan gelen.
  • Kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden derin âlim.

rabbaniyyun

  • Kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olanlar.

rabbe's-semavati ve'l-aradin / rabbe's-semâvâti ve'l-aradîn

  • Göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah.

rabbim

  • Allah'ım.

rabbü'l-alemin / rabbü'l-âlemîn

  • Âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah.

rabbü'l-alemin teala ve tekaddes hazretleri / rabbü'l-âlemîn teâlâ ve tekaddes hazretleri

  • Bütün âlemleri idare ve terbiye eden, yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.

rabbu'l-arz / rabbû'l-arz

  • Dünyanın Rabbi olan Allah.

rabbü'l-arz

  • Dünyanın Rabbi olan Allah.

rabbu'l-berri ve'l-bahr

  • Karaların ve denizlerin Rabbi olan Allah.

rabbu'l-enbiya ve's-sıddıkin / rabbu'l-enbiyâ ve's-sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere, Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların ve peygamberlerin Rabbi.

rabia-i adeviye

  • (Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliye

rabıt-rabıta / râbıt-rabıta

  • Bağlayıcı, bitiştirici.
  • Nefsini ezip kendini Allah'a bağlamış.

rabıta

  • Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
  • Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
  • Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
  • Tertip, sıra, düzen, usûl.

racim / racîm

  • "Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.

radıyallahu anh

  • "Allah ondan razı olsun.".

radıyallahü anh

  • "Allah ondan razı olsun".
  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.
  • Allah (C.C.) ondan razı olsun, mealinde duâdır. Aslında Allah ondan razı oldu demektir.

radiyallahu anh

  • Allah ondan razı olsun.

radiyallahü anh

  • Allah ondan razı olsun.

radıyallahü anha

  • (Kadın için) Allah ondan razı olsun.

radıyallahu anhüm

  • "Allah onlardan razı olsun".

radıyallahü anhüm

  • Allah onlardan razı olsun.
  • Allah onlardan razı olsun.

radıyallahü anhüma / radıyallahü anhümâ

  • Allah onların ikisinden razı olsun.
  • Allah onların ikisinden de razı olsun.

radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ

  • Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.

radıyallahü teala anhüma / radıyallahü teâlâ anhümâ

  • Allah onlardan razı olsun.

radıyallahuanh

  • Allah ondan razı olsun!

radıyellahu anh

  • Allah ondan razı olsun.

radıyellahü anhüm

  • Allah onlardan razı olsun.

radıyellahu anhüma

  • Allah o ikisinden razı olsun.

rafi-üd derecat

  • Dereceleri yükselten. Allah. (C.C.)

rah-ı hak / râh-ı hak

  • Hak yolu, Allah yolu.

rah-ı ictiba / râh-ı ictibâ

  • Tasavvufta Allahü teâlâya kavuşturan yollardan biri. Seçilmişlerin yolu.

rah-ı müridan / râh-ı mürîdân

  • Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu. Allahü teâlâya kavuşturan yollardan. Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu.

rahib

  • Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan.
  • Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş.
  • Aslan.

rahim / rahîm / râhim / رَح۪يمْ

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Âhirette yalnız müslümanlara acıyan.
  • Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah efendimizin sıfatlarından.
  • Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
  • Çokça rahmet edici (Allah).
  • Merhamet eden Allah.

rahim-i hakim / rahîm-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.

rahim-i kerim / rahîm-i kerîm / رَح۪يمِ كَر۪يمْ

  • Çokça ikram eden merhamet edici (Allah).

rahim-i mutlak / rahîm-i mutlak / رَح۪يمِ مُطْلَقْ

  • Sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.
  • Nihâyetsiz rahmet edici (Allah).

rahim-i rahman / rahîm-i rahmân

  • Rahmân ve Rahîm olan Allah; herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.

rahim-i sermedi / rahîm-i sermedî

  • Varlığı sürekli olan ve yarattığı varlıklara sonsuz merhameti ve şefkatiyle davranan Allah.

rahim-i zat-ı zülcelal / rahîm-i zât-ı zülcelâl

  • Rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah.

rahim-i zülcelal / rahîm-i zülcelâl

  • Kullarına karşı özel rahmeti olan haşmet ve ikram sahibi Allah.

rahim-i zülcemal / rahîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve her varlığa özel merhameti olan Allah.

rahim-i zülkemal / rahîm-i zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik ve sınırsız rahmet sahibi olan Allah.

rahimallah

  • Allah rahmet eylesin.

rahimehullah / rahîmehullah

  • "Allah ona merhamet eylesin, Allah rahmet eylesin" meâlinde duâdır.
  • Allah ona merhamet eylesin, rahmet eylesin.
  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumullah denir.
  • Allah merhamet eylesin.

rahimehumallah

  • "Onların ikisine de Allah rahmet eylesin" meâlinde duâdır.

rahimehumullah

  • "Allah onlara rahmet eyleye" meâlinde duadır.

rahimiyet / rahîmiyet

  • Allah'ın herbir varlık üzerinde yansıyan şefkat ve merhamet ediciliği.

rahimiyet-i ilahiye / rahîmiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın şefkat ve merhameti.

rahimiyet-i rabbaniye / rahîmiyet-i rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın herbir varlığa şefkat ve merhameti.

rahman / rahmân / رَحْمَنْ

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
  • Sonsuz merhametli, Allah.
  • Çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
  • "Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
  • Çokça merhamet eden (Allah).

rahman-ı bilhak / rahmân-ı bilhak

  • Hakkıyla çok merhametli olan Allah.

rahman-ı rahim / rahmân-ı rahîm / رَحْمٰنِ رَح۪يمْ

  • Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah.
  • Çokça merhamet ve şefkat eden (Allah).

rahman-ı rahim-i zülcelali ve'l-ikram / rahmân-ı rahîm-i zülcelâli ve'l-ikram

  • Kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah.

rahman-ı rezzak / rahmân-ı rezzâk

  • Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kuşatan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.

rahman-ı zülcemal / rahmân-ı zülcemâl

  • Sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah.

rahman-ı zülkemal / rahmân-ı zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik ve merhamet sahibi olan Allah.

rahmanane / rahmânâne

  • Allah'ın yarattığı varlıkları esirgeyip koruyarak, rahmetiyle muamele etmesi ve şefkatle idare etmesi.

rahmani / rahmanî / rahmânî

  • Rahman'a ait ve müteallik. Allah'tan gelen, her hususta hayırlı olan.
  • Rahmeti sonsuz olan Allah'a ait.

rahmanirrahimin / rahmânirrahîmîn

  • Rahman ve Rahîm olan Allah.

rahmaniyet / rahmâniyet

  • Allahın kullarına merhamet etmesi.
  • Allah'ın bütün varlıkları kuşatan merhamet edicilik sıfatı.

rahmaniyet-i ilahiye / rahmâniyet-i ilâhiye

  • Allah'ın merhamet ve şefkat edicilik vasfı.

rahmanü'r-rahim / rahmânü'r-rahîm

  • Bütün varlıklara rahmet ve şefkat gösteren ve herbir varlığa özel rahmet tecellîsi olan Allah.

rahmanürrahim / rahmânürrahîm

  • Bütün her şeye ve herbir varlığa, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah.
  • Dünyada da âhirette de âcizlere merhamet eden Allah.

rahmet ve hikmet ve adalet-i ilahiye / rahmet ve hikmet ve adalet-i ilâhiye

  • Allah'ın rahmet, hikmet ve adaleti.

rahmet ve inayet-i ilahiye / rahmet ve inayet-i ilâhiye

  • Allah'ın rahmet, şefkati ve yardımı.

rahmet-i binihaye-i ilahiye / rahmet-i bînihaye-i ilâhiye

  • Allah'ın sonsuz rahmet hazineleri.

rahmet-i bipayan-ı ilahiye / rahmet-i bîpâyân-ı ilâhiye

  • Allah'ın sonsuz rahmeti, sonsuz İlâhî rahmet.

rahmet-i ebediye

  • Allah'ın sonsuz şefkati.

rahmet-i hak

  • Hakkın, Allah'ın rahmeti.

rahmet-i hakime / rahmet-i hâkime

  • Allah'ın herşeye hükmeden rahmeti.

rahmet-i hassa / rahmet-i hâssa

  • Allah'ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati.

rahmet-i ilahi / rahmet-i ilâhî

  • Allah'ın rahmeti, şefkat ve merhameti.

rahmet-i ilahiye / rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti.

rahmet-i ilahiyenin hazineleri / rahmet-i ilâhiyenin hazineleri

  • Allah'ın rahmet hazineleri.

rahmet-i ilahiyye / rahmet-i ilâhiyye

  • Allahü teâlânın merhameti, acıması.

rahmet-i mücesseme

  • Allah'ın sonsuz rahmetinin maddî cisim haline gelmiş hali olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

rahmet-i rabbani / rahmet-i rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sonsuz rahmeti.

rahmet-i rabbaniye / rahmet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın merhamet ve şefkati.

rahmet-i rahman / rahmet-i rahmân

  • Rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmeti.

rahmet-i rububiyet / rahmet-i rubûbiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın rahmeti.

rahmet-i sübhani / rahmet-i sübhânî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce ve uzak olan Allah'ın rahmeti, merhamet ve şefkati.

rahmet-i umumiye-i ilahiye / rahmet-i umumiye-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti, merhameti.

rahmet-i uzma-yı ilahiye / rahmet-i uzmâ-yı ilâhiye / رَحْمَتِ عُظْمَايِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın en büyük rahmeti.

rahmet-i vasia-i muhita / rahmet-i vâsia-i muhîta

  • Allah'ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti.

rahmet-i zülcelal / rahmet-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti.

rahmetullah

  • Allah'ın rahmeti.

rahmetullahi aleyh

  • Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.
  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi ale

rahmetullahi aleyhi ebeden daima / rahmetullahî aleyhi ebeden dâimâ

  • Allah'ın rahmeti sonsuza kadar devamlı onun üzerine olsun.

rahmetullahi aleyhi rahmeten vasiaten / rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten

  • Allah bol bol rahmet etsin.

rahmetullahi aleyhi ve ala hasan feyzi / rahmetullahi aleyhi ve alâ hasan feyzi

  • Allah'ın rahmeti onun (Halil İbrahim'in) ve Hasan Feyzi'nin üzerine olsun.

rahmetullahi-aleyh / rahmetullâhi-aleyh

  • "Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.

rahmetullahialeyh

  • Allahın rahmeti üzerine olsun!

rakib / rakîb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi hakkıyla gören, gözeten, koruyan, bir an onlardan habersiz olmayan, murâkabesi (gözetmesi) devamlı olan.

rauf / raûf

  • Herbir canlıya hususî şefkat ve ihsanı çok olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Zât, Allah.
  • Acıyan ve esirgeyen, Allah.
  • Çok esirgeyen, çok acıyan, çok merhamet sahibi olan Allah.
  • Pek esirgeyici, çok acıyıcı Allah'ın isimlerinden.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
  • "Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.

ravda-i mübareke / ravda-i mübâreke

  • Mübârek, bereketli bahçe. Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan mübârek mekan, yer.

ravda-i mukaddese

  • Mukaddes bahçe. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevveredeki mescidinin içinde kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberinin arasında kalan mübârek mekân, yer.

ravda-i mutahhera

  • Temiz bahçe. Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m. uzunluğundaki mübârek yer. Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir.

ravhullah

  • Allah'ın verdiği rahatlık.

razık / râzık

  • Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)
  • Bütün varlıkların rızkını veren Allah.
  • Rızık veren, Allah.

razık-ı hakiki

  • Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)

re'fet-i rabbaniye / re'fet-i rabbâniye / رَأْفَتِ رَبَّانِيَه

  • Allah'ın acıması.
  • Terbiye edici Allah'ın merhameti.

reca / recâ

  • Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak.

refik-i a'la / refîk-i a'lâ

  • Allahü teâlâ.
  • Peygamberlerin, evliyânın, şehidlerin ve sâlih (iyi) kimselerin rûhlarının bulunduğu yer.

rehber

  • Yol gösteren, kılavuz; bir kimseye veya bir topluluğa iyi ile kötüyü görmesinde ve doğru yolu bulmasında yardımcı olan, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmaya çalışan, ilim ve ahlâk sunan zât.

remz-i kudret

  • Kudret işareti; Allah'ın güç ve iktidarını gösteren işaret.

reşid / reşîd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
  • Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.

resul

  • Allah'ın elçisi.

resül

  • Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
  • Haberci

resul-i ekrem / resûl-i ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-i kerim / resul-i kerîm

  • Allah'ın çok şerefli ve değerli elçisi Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-i rahman / resul-i rahmân

  • Rahmet ve şefkati bütün varlıkları kaplayan Allah'ın elçisi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-i sadık

  • Her haliyle doğru olan, sözleri ve hareketlerinde en küçük yalan olmayan Allah'ın elçisi Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-i zişan / resul-i zîşân

  • Büyük şan sahibi olan Allah'ın Resulü; Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-u ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-ü ekrem

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resul-ü ekrem (a.s.m.)

  • Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

resulullah / resûlullah

  • Allah'ın resulü, peygamberi.
  • Allahü teâlânın peygamberi Muhammed aleyhisselâm.
  • Allahın resulü, Peygamberimiz.

resülullah

  • Allah'ın (C.C.) gönderdiği Peygamber. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.

rezzak / rezzâk / رَزَّاقْ

  • Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
  • Bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
  • Bütün yaratıkların rızkını veren, Allah.
  • Bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her yarattığı ve rızık vereceği mahlûkunun rızkını yaratıcı ve ulaştırıcı ve o rızık ile faydalanma sebeblerini hazırlayan ve rızık gönderen Allahü teâlâ.
  • Çokça rızık veren (Allah).

rezzak-ı alim-i rahim / rezzâk-ı alîm-i rahîm

  • Sonsuz ilmiyle her şeyi hakkıyla bilen ve rızkını veren ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah.

rezzak-ı hakiki / rezzâk-ı hakikî

  • Gerçek rızık verici olan Allah.

rezzak-ı hakim / rezzâk-ı hakîm

  • Hikmet sahibi rızık verici Allah.

rezzak-ı kerim / rezzâk-ı kerîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah.

rezzak-ı rahim / rezzâk-ı rahîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını devamlı veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.

rezzak-ı zülcelal / rezzâk-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet, yücelik ve heybet sahibi olan ve bütün canlıların rızıklarını veren Allah.

rezzakıyet

  • Allahın rızık vermesi.

rical-i gayb

  • Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.

ricalullah

  • Allah erleri, mânevî kuvvet sahibi Allah'ın velî kulları.

rıdvan / rıdvân

  • Allahü teâlânın râzı olması, beğenmesi.
  • Cennet meleklerinin büyüğü, başı, reisi.

rıdvanullahi aleyh

  • "Allah ondan razı olsun" meâlinde dua.

rıdvanullahi aleyhim ecmain / rıdvânullahi aleyhim ecmaîn

  • "Allah hepsinden razı olsun".

rıdvanullahi teala aleyhim ecmain / rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn

  • Allah onların hepsinden razı olsun.
  • Daha çok Eshâb-ı kirâmın isimleri anılınca söylenen; "Allahü teâlânın rızâsı onlar üzerine olsun" mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. Bir kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyh, iki kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyhimâ denir.

risale-i esma / risale-i esmâ

  • Allah'ın altı isminde bulunan bazı ince mânâları anlatan risale; Otuzuncu Lem'a.

risale-i hasbiye

  • "Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter O ne güzel vekildir.)" âyetinin sırlarını ve mertebelerini anlatan risale.

risalet ve't-tenzil

  • Peygamberlik ve Cenâb-ı Allah'ın peygamberlere vahiy yoluyla kitaplar indirmesi.

rıza

  • Hoşnutluk, memnunluk, razı olma, peki deme.
  • İstek, kendi isteği.
  • Allah'ın yazdığına boyun eğme.

rıza-cu

  • Allah'ın rızasını arayan. Razı etmeyi gaye edinen. (Farsça)

rıza-i ilahi / rızâ-i ilâhî

  • Allah rızası.

rıza-yı bari / rıza-yı bâri / rıza-yı bârî / rızâ-yı bâri / رِضَايِ بَار۪ي

  • Allah'ın rızası.
  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah'ın rızası.
  • Herşeyi uygun ve düzgün yaratan Allahın rızâsı.

rıza-yı hak

  • Allah'ın rızası.

rıza-yı ilahi / rıza-yı ilâhî / rızâ-yı ilâhî / رِضَايِ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın kulundan memnun olması. Her hangi bir hareketinde mü'minin en yüksek derecesi.
  • Allah'ın rızası.
  • Allah rızâsı.

rıza-yı samedani / rızâ-yı samedânî

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın rızası.

rıza-yı samedaniye / rızâ-yı samedanîye

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın rızası, razı olması.

rızaen lillah / rızâen lillâh

  • Allah rızası için.

rızaen-lillah / rızaen-lillâh

  • Allah rızası için.

rızaenlillah / rızâenlillah

  • Allah rızası için.

rızaullah / rızâullah

  • Allah'ın rızası.

rızık

  • Allah'ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler.
  • Allahın ihsanı olan maddî ve mânevî nimetler.

rızk

  • Yiyecek içecek şey, azık, kut.
  • Allah'ın herkese nasip kıldığı nimet.
  • Allahü teâlânın takdir ettiği maddî ve mânevî nîmet, kısmet. Yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak yer.
  • Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.

rü'yet-i cemal / rü'yet-i cemâl / رُؤْيَتِ جَمَالْ

  • Allah'ın cemalini görme.

rü'yet-i cemal-i ilahi / rü'yet-i cemâl-i ilâhî / رُؤْيَتِ جَمَالِ اِلٓهِي

  • Allah'ın cemalini görme.

rü'yet-i ilahiye / rü'yet-i ilâhiye / رُؤْيَتِ اِلٰهِيَه

  • Allahı görme.

rü'yetullah

  • Cennet'te mü'minlerin Allah'ı görmeleri.

rububiyet / rubûbiyet

  • Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.
  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi.
  • İlâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi.

rububiyet-i amme / rububiyet-i âmme

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, idaresi ve terbiyesi.

rububiyet-i ilah / rububiyet-i ilâh

  • İlâhî Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i ilahiye / rububiyet-i ilâhiye / rubûbiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın terbiye ve idarece ediciliği.
  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i mutlaka

  • Allah'ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesi.

rububiyet-i mutlaka-i ilahiye / rububiyet-i mutlaka-i ilâhiye

  • Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye ve idare etmesi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i sani

  • Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın bütün mahlûkatı besleyip terbiye etmesi, idaresi ve egemenliği altında bulundurması.

rububiyet-i sermediye

  • Allah'ın bütün varlıklar üzerindeki kesintisiz mâlikiyet ve egemenliği ve her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran kesintisiz terbiyesi.

rububiyet-i sübhaniye / rububiyet-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah'ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutması.

rububiyetinin saltanatı

  • Allah'ın kâinatı tedbir, terbiye ve idaresindeki egemenlik ve otoritesi.

rububiyetperver / rubûbiyetperver

  • Terbiye etmeyi seven Allah.

rububiyyet-i mutlaka

  • Herşeyi kaplayan ve idaresi altına almış olan Allah'ın rububiyeti.

ruh-u emri / ruh-u emrî

  • Allah'ın emrinden gelen ruh.

ruh-ül emin

  • Cebrail Aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes ruh.
  • Allah'ın ism-i azamı.
  • İncil.
  • Kur'an.

ruh-ul-kuds / rûh-ul-kuds

  • Cebrâil aleyhisselâm.
  • Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.
  • Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.
  • İsm-i âzam.
  • İncîl.
  • Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen

ruhullah

  • Allah'ın emriyle meydana gelen.
  • İsa Aleyhisselâm'ın bir lakabı.

rüşd

  • Hak, doğru yol. Allahü teâlânın birliği (tevhid) inancı.
  • Aklın kuvvetli ve tamam olması. Malını dînin ve aklın beğendiği yere sarf etmek, boş yere harcamamak, telef etmemek.

rüyet-i cemal / rüyet-i cemâl

  • Allah'ın güzelliğini seyretme.

rüyet-i cemal-i ilahi / rüyet-i cemâl-i ilâhî

  • Allah'ın güzelliğini seyretme.

rüyet-i cemal-i ilahiye / rüyet-i cemâl-i ilâhîye

  • Allah cemâlini görme.

rüyet-i cemalullah / rüyet-i cemâlullah

  • Allah'ın cemâlini görme.

rüyet-i ilahi / rüyet-i ilâhi

  • Allah'ın cemâlini görme.

rüyetullah

  • Kulların âhirette Allah'ı görmesi.
  • Allahı görme.

ruz-u haşr / rûz-u haşr

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanacağı gün.

ruziresan

  • Rızık yetiştiren, rızık ulaştıran, Allah (C.C.) (Farsça)

sa'id / sa'îd

  • Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse. Cennetlik.

saadet / saâdet

  • Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.

sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn

  • Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ

sabir

  • Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.

sabr-ı cemil

  • Allah'tan gelen bir acıya sabretme. Şükrederek sabır.

sabur / sabûr

  • Kullarına sabır gücü ihsan eden Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi vakti gelince ve belli miktarı ile yaratan, bu hususta acele etmeyen, kendisine şirk (ortak) koşan ve başka günâhları işleyerek isyân edenleri cezâlandırmaya kâdir (gücü yetici) iken, cezâ vermekte acele etmeyen.

sacid

  • Secde eden, Allah'ın (C.C.) huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği zamandır."

sadaka

  • Allah rızâsı için fakirlere verilen mal, para, ilim gibi insanın muhtaç olduğu her hangi bir şey. (Asr-ı Saâdette fukara-i müslimîn için toplanan zekâta dahi bu nâm verilirdi.)
  • Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
  • Zekât.
  • Ganîmet.
  • Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım.
  • Allah için yapılan yardım.
  • Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.

sadaka-i makbule / sadaka-i makbûle / صَدَقَۀِ مَقْبُولَه

  • (Allah tarafından) kabûl edilen sadaka.

sadakat / sadâkat

  • (Sıdk. dan) Dostluk. Bir kimseye Allah (C.C.) için kalbden bağlılık, kalbi ve samimi doğrulukla olan dostluk.
  • Dostlukta sebat, vefadarlık.
  • Dostluk; bir kimseye Allahü teâlâ için kalbden bağlılık; doğruluk. İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Doğruların yardımcısıdır hazret-i Allah.

sadık / sâdık

  • Velî, Allahü teâlânın sevgili kulları.
  • Doğru, yalan ve uydurma olmayan. Doğru sözlü, sözünde duran.

sadıku'l-va'di'l-emin / sâdıku'l-vâ'di'l-emîn

  • Vaad ve sözünde mutlaka duran Allah; vaadinin doğruluğundan emin olunan Allah.

sadıku'l-va'di'l-kerim / sâdıku'l-vâ'di'l-kerîm

  • Vaad ve sözünde mutlaka duran Allah; cömertlik ve ikram sahibi Allah.

şafi / şâfi / şâfî / شَاف۪ي

  • Hastaya şifa veren (Allah. C.C.).
  • Yeter görünen, kifayet eden.
  • Hastaya şifa veren Allah.
  • Yarattıklarına şifa verip iyileştiren, sağlık ihsan eden Allah.
  • Şifâyı veren (Allah).

şafi-i hakiki / şâfî-i hakikî

  • Hastalıkları iyileştiren, gerçek şifâ verici olan Allah.

şafi-i hakim / şâfî-i hakîm / شَاف۪ئِ حَك۪يمْ

  • Her işi hikmetli olan, her şifâyı veren (Allah).

şafi-i hakim-i zülcelal / şâfî-i hakîm-i zülcelâl

  • Hastalara şifa veren, her şeyi hikmetle, belli bir gaye ile yaratan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah.

safilin / safilîn

  • Alçaklar, aşağılar, sefiller. Allah'tan (C.C.) uzak olanlar.
  • Aşağı taraflar.

safiyy

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ganîmet taksîminden önce kılıç, zırh ve at gibi seçip aldığı bâzı şeyler.

safiyyullah

  • "Allahü teâlânın temiz kıldığı, seçtiği" mânâsına, Âdem aleyhisselâmın lakabı.
  • Hz. Âdem'in bir lâkabı; Allah'ın seçtiği, temiz kıldığı kul.

şah-ı evliya / şâh-ı evliya

  • Allah'ın sevgili kulu olan velîlerin reisi, lideri.

şah-ı merdan

  • "Mertlerin şahı" meâlinde Hazret-i Ali Radiyallahü anh'ın bir nâmı.

sahabe / sahâbe

  • Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında bir an gören, eğer âmâ ise (gözü görmüyorsa), bir an konuşan, îmân etmiş büyük-küçük mü'minlerin birkaç tânesine veya daha fazlasına verilen isim. Sâhib kelimesinin çokluk şeklidir. Hürmet ve saygı için, "Resûlullah'ın kıymetli ve mübârek a

şahadet / şahâdet

  • (Şehâdet) Şâhidlik.
  • Bir şeyin doğruluğuna inanmak.
  • Delâlet. Alâmet, işaret, iz.
  • Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik.
  • Şahitlik, Allah yolunda ölmek.

şahadet getirmek

  • Kelime-i Şehadete inanıp onu söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.

sahaif-i nukuş-u sübhaniye / sahâif-i nukuş-u sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın nakışlarını gösterdiği sahifeler.

sahib-i alem / sahib-i âlem

  • Bütün âlemin, yaratılmış herşeyin sahibi Allah.

sahib-i dünya ve ahiret / sahib-i dünya ve âhiret

  • Dünyanın ve âhiretin sahibi olan Allah.

sahib-i kainat / sahib-i kâinat

  • Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.

sahib-i kevser / sâhib-i kevser

  • Cenâb-ı Allah'ın ihsan ettiği Cennet nehrinin sahibi Hz. Peygamber (a.s.m.).

sahib-i kur'an / sahib-i kur'ân

  • Kur'ân'ın sahibi olan Allah.

sahib-i menba-ı keramat ve hakikat / sahib-i menba-ı kerâmât ve hakikat

  • Allah'ın bir ikramı olarak verilen olağanüstü hal ve özellikler ile gerçeklerin kaynağına sahip olan.

sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

  • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

sahib-i zülcelal / sahib-i zülcelâl

  • Büyüklük ve haşmet sahibi ve herşeyin sahibi Allah.

şahid / şâhid

  • Bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.

şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî / شَاهِدِ اَزَلِي

  • Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah.
  • Başlangıcı olmayan şahid (Allah).

şahid-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin şahit ve delili.

şahid-i vahdaniyet / şahid-i vahdâniyet

  • Allah'ın bir ve tek oluşunu gösteren şahid, delil.

sahife / sahîfe

  • Peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem önce gelen peygamberlere gönderilen küçük kitablardan herbiri. Çoğulu suhuftur.

sahife-i mukadderat

  • Kader sayfası; Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu sayfa.

sahife-i tevhid

  • Herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren birlik sayfası.

sahun

  • Gafiller. Allah'ın (C. C.) emrinden gaflet edenler.

said

  • (Sa'd. dan) Saadetli. Allah (C.C.) kendisini sevmiş. O'nun rızasına ermiş olan. Ahireti için çalışan kimse. Mes'ud. Mübarek. Bahtiyar.

saik-i hakim / sâik-i hakîm / سَائِقِ حَكِيمْ

  • Herşeyi hikmetli bir şekilde bir amaca yönlendiren Allah.
  • Her işi hikmetli olan sevk edici (Allah).

saik-i muhtar / sâik-i muhtar

  • En güzel, en ideal olanı seçerek sevkeden, Allah.

saika-i ilahi / sâika-i ilâhî

  • Allah'ın sevk etmesi, yönlendirmesi.

şaki / şakî / şâki

  • Cehennemlik. Bedbaht; şirk (Allahü teâlâya eş, ortak koşması) veya isyân etmesi sebebiyle kâfir veya fâsık olan kişi. Zıddı saîd'dir.
  • Haydut, yol kesici, eşkiya.
  • Allah'ın rızasına ve âhiret mutluluğundan yoksun olan kimse, bahtsız.

şakir

  • Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren.

şakirin / şâkirîn

  • Allah'a şükredenler.

salat / salât

  • Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
  • İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ

salat u selam / salât u selâm

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk

salavat-ı tayyibe / salâvât-ı tayyibe

  • Varlıkların ibadet ve duaları, Allah'ı tesbih ve takdis eden güzel sözleri.

salavatullah

  • Allah'ın rahmet ve inayeti, kusur ve günahları aff u mağfiret etmesi.

salibe-i külliye / sâlibe-i külliye

  • Olumsuz tümel önerme "Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir." gibi.

salih / sâlih

  • İyi insan. Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman.

salih amel / sâlih amel

  • Allahü teâlânın beğendiği iş.

saliha

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah'ın sevgili kulu mü'mine kadın.

salihin / salihîn

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket edenler, Allah'ın sevgili kulları.

sallallahu aleyhi ve sellem / sallâllahu aleyhi ve sellem

  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

sallallahü aleyhi ve sellem / sallâllahü aleyhi ve sellem

  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.
  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

sallallahu aleyhi vesellem

  • Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin.

sallallahü aleyhi vesellem / sallâllahü aleyhi vesellem

  • Allah Peygamberimize salât ve selâm eylesin.

sallallahü teala aleyh / sallallâhü teâlâ aleyh

  • "Allah (C.C.) onun şanını yüceltsin; duasını, isteklerini kabul etsin; her isteğini versin" meâlinde Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında söylenilen duadır.

sallallahu teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ve ezvacihi / sallâllahu teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi ve ezvâcihi

  • Allah onun, ailesinin, Sahabelerinin ve eşlerinin üzerine salât etsin, şanını yüceltsin.

sallallahu teala aleyhi ve sellem / sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem

  • Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin.

sallallahü teala aleyhi ve sellem / sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem

  • Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

sallallahüaleyhivesellem

  • Allah ona salât ve selâm eylesin.

saltanat-ı amme-i sübhaniye / saltanat-ı âmme-i sübhâniye

  • Her türlü kusurdan yüce olan Allah'ın herşeyi kuşatan egemenliği.

saltanat-ı ebediye

  • Sonsuz hakimiyet; Allah'ın sonsuz egemenliği, hâkimiyeti.

saltanat-ı ilahiye / saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanatı, egemenliği.

saltanat-ı mutlaka

  • Allah'ın bütün varlık âlemi üzerindeki sınırsız hâkimiyeti.

saltanat-ı rububiyet / saltanat-ı rubûbiyet

  • Allah'ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması; rablık sanatı.

saltanat-ı uluhiyet / saltanat-ı ulûhiyet

  • Hiçbir ortak kabul etmeyen Allah'ın bütün âlemdeki saltanatı.

salvele

  • Allahümme salli alâ Muhammed ve benzeri salât u selâm denilen ve Peygamber efendimize okunan hayır duâ.

samed / صَمَدْ

  • Her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan. (Allah)
  • Pek yüksek, dâim.
  • Refi' ve âli ve içi dolu şey.
  • Kavmin ulusu.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir kimseye, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan, bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) kendisine muhtaç olduğu yüce Allah.
  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah.
  • Allahın, "herşey kendisine muhtaç olduğu hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç değil," mânâsındaki ismi.
  • Allah'ın adlarından biri, pek yüksek, daim.
  • Hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, her şey kendisine muhtaç olan (Allah).

samedani / samedanî / samedânî

  • Samed olan Allah ile ilgili, ilâhî.
  • Samed olan Allah (C.C.) ile alâkalı. İlahî. Allah'a mahsus.
  • Hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'a ait olan.

samedaniyet / samedâniyet

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmaması.

samediyet / صَمَدِيَتْ

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olması.
  • Allah'ın (C.C.) hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi hazinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmemesi.
  • Allahın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmaması ve bütün varlıkların kendisine muhtaç olması hakikatı.
  • (Allahın) hiçbir şeye muhtaç olmadığı hâlde, her şeyin kendisine muhtaç olması.

samediyet-i ilahiye / samediyet-i ilâhiye

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması.

san'at-ı ilahi / san'at-ı ilâhi

  • Allah'ın san'atı.

san'at-ı ilahiye / san'at-ı ilâhiye

  • Allah'ın san'atı.

san'at-ı rabbaniye / san'at-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın san'atı.

san'at-ı şuuriye-i rahmaniye / san'at-ı şuuriye-i rahmâniye

  • Rahmeti sınırsız olan Allah'ın sonsuz ilminin neticesi olarak ortaya çıkan san'atı.

san'atkar / san'atkâr

  • Herşeyi san'atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah.

san'atkar-ı zülcelal / san'atkâr-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve görkem sahibi olan ve her şeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

san'atkar-ı zülcemal / san'atkâr-ı zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani / sâni

  • Herşeyi sanatlı yaratan Allah.

sani' / sâni' / صَانِعْ

  • (Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
  • Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
  • Herşeyi mükemmel bir san'atla yaratan Allah.
  • San'atla yaratan (Allah).

sani'-i hakiki / sani'-i hakikî

  • Doğrudan doğruya, hiç bir şeye muhtaç olmadan her şeyin aslını, esasını ve teferruatını yapan, yaratan. Allah (C.C.).

sani'-i hakim / sâni'-i hakîm

  • Hikmet sâhibi olan yaratıcı. Allah (C.C.)

sani-i adl / sâni-i adl

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan ve sonsuz adâlet sahibi olan Allah.

sani-i alem / sâni-i âlem

  • Bütün varlık âlemini san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i alim / sâni-i alîm

  • Sonsuz ilim sahibi olan ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i alim-i zülcemal / sâni-i alîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi olan ve sonsuz ilmiyle herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i basir / sâni-i basîr

  • Herşeyi gören ve sanatla yaratan Allah.

sani-i bizeval / sâni-i bîzevâl

  • Sonu olmayan, her şeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i ebedi / sâni-i ebedî

  • Varlığının sonu olmayan ve herşeyi mükemmel bir san'atla yaratan Allah.

sani-i ehad / sâni-i ehad

  • Zâtı bir olan ve herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i ezeli / sâni-i ezelî

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi san'atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah.

sani-i fail / sâni-i fâil

  • Her şeyi san'atla yaratan ve bütün fiillerin sahibi olan Allah.

sani-i hakem-i hakim / sâni-i hakem-i hakîm

  • Her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk edip san'atla yaratan Allah.

sani-i hakiki / sâni-i hakikî

  • Her şeyin gerçek anlamda san'atkârı ve yaratıcısı olan Allah.

sani-i hakim / sâni-i hâkim

  • Herşeyi hikmetle ve san'atla yapan Allah.

sani-i hakim-i müdebbir / sâni-i hakîm-i müdebbir

  • Her şeyi san'atlı olarak belli gaye ve hikmet doğrultusunda yaratan ve idare eden Allah.

sani-i hakim-i zülcelal / sâni-i hakîm-i zülcelâl

  • Herşeyi san'atla ve hikmetle yaratan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah.

sani-i hakim-i zülcemal / sâni-i hakîm-i zülcemâl

  • Her şeyi san'atla yaratan güzellik ve hikmet sahibi Allah.

sani-i hayy-ı kayyum / sâni-i hayy-ı kayyûm

  • Her an diri olan ve herşeyi san'atlı bir şekilde yaratıp ayakta tutan Allah.

sani-i kadim / sâni-i kadîm

  • Ezelden beri var olan ve varlıkları sa'natlı bir şekilde yaratan Cenâb-ı Allah.

sani-i kadim-i ezeli / sâni-i kadîm-i ezelî

  • Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan ve her şeyi san'atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah.

sani-i kadir / sâni-i kadîr

  • Herşeye gücü yeten ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i kadir-i zülcelal / sâni-i kadîr-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve azamet sahibi, herşeye gücü yeten, herşeyi sanatla yaratan Allah.

sani-i kainat / sâni-i kâinat

  • Kâinatı ve herşeyi mükemmel bir sanatla yaratan Allah.

sani-i kerim / sâni-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve kerem sahibi ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i külli şey / sâni-i külli şey

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i mevcudat / sâni-i mevcudat

  • Bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i mu'ciznüma / sâni-i mu'ciznümâ

  • Mu'cize gösteren ve herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i muhteşem / sâni-i muhteşem

  • İhtişam sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i mukaddes / sâni-i mukaddes

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce olan ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i musavvir / sâni-i musavvir

  • Herşeyi istediği surette, mükemmel ve sanatlı bir şekilde yapan Allah.

sani-i rahim / sâni-i rahîm

  • Özel şefkat ve merhamet tecellîsi olan, herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i rahman / sâni-i rahmân

  • Sonsuz şefkatiyle yaratıklarını esirgeyip rızıklandıran ve herşeyi mükemmel birşekilde san'atlı olarak yaratan Allah.

sani-i semi ve basir / sâni-i semî ve basîr

  • Her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san'atlarla yaratan Allah.

sani-i sermedi / sâni-i sermedî

  • Zaman üstü ve yüce olmakla beraber her şeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i vacibü'l-vücud / sâni-i vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i vahid / sâni-i vâhid

  • Tek olan ve herşeyi san'atlı yapan Allah.

sani-i vahid-i ehad / sâni-i vâhid-i ehad

  • Her şeyi san'atla yaratan, birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görünen Allah.

sani-i zişuur / sâni-i zîşuur

  • Her şeyi san'atla yaratan, şuur sahibi olan Allah.

sani-i zü'l-celal ve'l-ikram / sâni-i zü'l-celâl ve'l-ikrâm

  • Sonsuz haşmet ve ikram sahibi ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i zülcelal / sâni-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i zülcemal / sâni-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san'atla yaratan Allah.

sani-i zülkemal / sâni-i zülkemâl

  • Sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah.

sanii / sânii

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

şari / şâri / şârî

  • Kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah.
  • Şeriatı ortaya koyan, Allah.

şari' / şâri' / şârî'

  • Şeriatı meydana koyan, teşri eden. Allah (C.C.).
  • Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.
  • Şüru' eden, başlayan.
  • Kanun koyucu; kullarına yapmaları ve yapmamaları gerekli davranışlarla ilgili kanun ve kurallar koyan Allah.
  • Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ. Şâri-i mübîn de denir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) gerektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımında

şari-i hakiki / şâri-i hakikî

  • Şeriatın kurucusu ve gerçek sahibi olan Allah (c.c.).

şaşaa-i rububiyet / şâşaa-i rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan rablığının azameti, haşmeti.

şe'n-i rububiyet

  • Cenâb-ı Allah'ın rububiyetinin gereği.

şea'irullah / şeâ'irullah

  • Görülünce, Allahü teâlâyı hatırlatan şeyler.

şeair

  • (Tekili: Şiâr) Âdetler, İslâm işaretleri. İslâmlara ait kaideler. Allah'ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafet gibi. Bunlara Şeair-i İslâmiye denir. Bütün müslümanlarla alâkalı mes'eleler ve alâmetler, umumun hissedar olduğu işlerdir.

sebat

  • Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
  • Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
  • Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.

şebeke-i seadet / şebeke-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i seâdet denilen yerin dış duvarı etrâfında yerden Mescid-i Nebî'nin tavanına kadar yükselen demir parmaklık.

sebhale

  • " Sübhânallah" demek.

sebil / sebîl

  • Açık ve büyük yol. Büyük cadde.
  • Allah rızası için su dağıtılan yer.
  • Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.

sebilullah

  • Allah (C.C.) yolu. Karşılıksız. Allah rızası.
  • Allah yolu, din.

secde

  • Allah'ın (C.C.) huzurunda yere kapanış. İbadet ve Allah'a (C.C.) memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yere kapanarak alın, burun ucu, eller, dizler ve ayak uçları yere gelecek şekilde yapılan en büyük tazim ifade eden hareket. Namazın bir rüknü.
  • Allah için yere kapanış.

secde-i şükr

  • Bir nîmete kavuşan veya bir dertten kurtulan kimsenin Allahü teâlâ için yaptığı secde.

secdegah-ı rabbaniye / secdegâh-ı rabbaniye

  • Allah'a secde edilen yer.

şecere-i kudret

  • Allah'ın kudret ağacı.

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

şefa'at / şefâ'at

  • Kıyâmet günü, Allahü teâlânın izni ile, başta Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem olmak üzere, diğer peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler (iyi kimseler) ve küçük yaşta ölen müslüman çocuklar ve Allahü teâlânın izin verdiklerinin; gün ahkâr olan mü'minlerin günahlarının affedilip Ceh

şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ

  • Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını

şefaat / şefâat

  • Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
  • Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
  • Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
  • Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
  • Günahların bağışlanması için, peygamberlerin ve Allah katında makbul kişilerin, Allah'ın izniyle aracılık yapması.

şefaat-i nebeviye / şefâat-i nebeviye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şefaati, af için Allah'a niyazda bulunması.

şefaatçı

  • Allah'ın lütuf ve ihsanıyla aracı, vesile olan.

şefaatçi olma

  • Allah'ın izniyle kurtuluşa vesile olma.

sefain-i kibriya / sefâin-i kibriyâ

  • Sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Allah'ın gemileri; yani gazegenler, yıldızlar.

şefik / şefîk

  • Şefkatli, merhamet eden ve esirgeyen Allah.

sefine-i ilahiye / sefine-i ilâhiye

  • Allah'a ait bir gemi.

sefine-i rabbaniye / sefine-i rabbâniye

  • Her şeyi terbiye ve idare eden Allah'a ait bir gemi; iman ehlini sonsuz mutluluğa ulaştıracak araç.

sefine-i rahmani / sefine-i rahmânî

  • Allah'ın sonsuz şefkatinin sergilendiği gemi.

sefine-i sübhaniye / sefine-i sübhâniye

  • Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya.

şefiu'l-müznibin / şefîu'l-müznibîn

  • Allah'ın izniyle günahkârlara şefaatçi olacak olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.).

şefkat-i ilahiye / şefkat-i ilâhiye

  • Allah'ın şefkati.

şefkat-i rububiyet / şefkat-i rubûbiyet

  • Herşeyi idare ve terbiye eden Allah'ın şefkati.
  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın şefkati.

şehadet kelimesi / şehâdet kelimesi

  • Kelime-i şehâdet, İslâm'ın beş şartından birincisi. "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü.

şehadet-i vücud

  • Allah'ın varlığına şahitlik.

şehid / şehîd

  • Şâhid olan.
  • Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren. (Naklinde ve gaslinde Rahmet melekleri hazır oldukları için yahut kıyamette ümem-i sâlife hakkında istişhad olunan zevattan olduğu için yahut vefat etmeyip
  • Şahit olan, Allah için ölen.
  • Allah yolunda canını feda eden Müslüman.
  • Allah yolunda harb ederken, Allahü teâlânın ism-i şerîfini yüceltmeye (İslâmı yaymaya) çalışırken veya düşman saldırdığında vatan, din ve milletini, ırz ve nâmûsunu müdâfâ ederken ölen müslüman.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün mahlûkâtın (yaratılmışları

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

şehid-i dünya / şehîd-i dünyâ

  • Allah rızâsı için cihâd etmeye, savaşmaya niyet etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden kişi. Dünyâ şehîdi.

şehid-i tam / şehîd-i tâm

  • Allah yolunda savaşırken öldürülen. Dünyâ ve âhiret şehîdi de denir. Tam şehîd.

şehr-i rahmani / şehr-i rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah'ın şehri; kâinat.

sekine

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde

sekinet

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde

şekur / şekûr

  • Çok şükreden. Allahın (C.C.) lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok nimet veren Allah (C.C.).
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

selam / selâm

  • Ayıplardan, âfetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma.
  • Allah'ın (C.C.) rızasına erişmek için mü'minlerin birbirlerine yaptığı dua. Mü'minler birbirleriyle karşılaştıklarında büyük küçüğe; yürüyen durana; azlık çokluğa; hayvan veya vasıta üzer
  • Esmâ-i hüsnâdan (Allahü teâlânın güzel isimlerinden). Zâtı ayıplardan (kusurlardan), sıfatları noksanlıklardan ve işleri kötülüklerden uzak, temiz olan.
  • İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni dünyâda ve âhirette sel

selam-ı ilahi / selâm-ı ilâhî

  • Allah'ın selâmı.

sellemehullah ve afahu / sellemehullah ve âfâhu

  • "Allah ona selâmet ve âfiyet versin" mânâsına gelen saygı ve dua ifadesi.

selva / selvâ

  • Mûsâ aleyhisselâma îmân eden İsrâiloğullarına Allahü teâlânın ihsân ettiği bıldırcın eti.

sem'

  • İşitme, işitici olma. Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından.

şem'a-i feyz-i ilahi / şem'a-i feyz-i ilâhî

  • Allah'ın feyzinden gelen ışık kaynağı.

şemail-i şerife / şemâil-i şerîfe

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek ahlâk ve âdetleri.

semavat ve arzın halıkı / semâvât ve arzın hâlıkı

  • Yer ve göklerin yaratıcısı olan Allah.

semavi / semâvî

  • Allah tarafından olan, İlâhî.
  • Allahü teâlâdan gelen.

semavi din / semâvî din

  • İnsanları dünyâ ve âhirette seâdete, mutluluğa kavuşturmak için, Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol.

semavi ilham / semâvî ilham

  • Allah tarafından kalbe ihsan edilen bilgi, sezgi.

semi / semî

  • Her şeyi işiten Allah.

semi' / semî' / سَم۪يعْ

  • İşiten, duyan.
  • Fık: Allah'ın (C.C.) insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. (O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur.)
  • Herşeyi duyan ve işiten Allah.
  • İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).
  • Her şeyi işiten (Allah).

semi'allahü limen hamideh

  • "Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih).

semi-i mutlak / semî-i mutlak

  • Her şeyi şeksiz, şüphesiz, mutlak surette işiten Allah (C.C.).
  • Herşeyi kayıtsız şartsız işiten Allah.

semi-üd dua

  • Duayı işiten Allah (C.C.).

şems-i ehadiyet

  • Herbir varlıkta birlik cilveleri görünen Güneş, Allah.

şems-i ezel ve ebed / شَمْسِ اَزَل وَ اَبَدْ

  • Ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah.
  • Başlangıcı ve sonu olmayan güneş (Allah).

şems-i ezel ve ebed sultanı

  • Ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

şems-i ezeli / şems-i ezelî / شَمْسِ اَزَل۪ي

  • Ezelî Güneş; bütün varlıkları yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran ve onlara hayat veren Allah.
  • Vâcib-ül-vücud ve ebediyyen var olan, her şeyi nurlandıran Allah (C.C.) hakkında teşbihen söylenen bir tabirdir.
  • Ezelî güneş (Allah).

şems-i ezeliye / شَمْسِ اَزَلِيَه

  • Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
  • Ezelî güneş (Allah).

şems-i hakikat ve marifet / şems-i hakikat ve mârifet

  • Hakikat ve mârifet güneşi, Allah'ı ve iman hakikatlerini bilme aydınlığı.

şems-i sermed

  • Devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah.

şems-i sermedi / şems-i sermedî / شَمْسِ سَرْمَد۪ي

  • Devamlı Güneş, bu tabir devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
  • Dâimî güneş (Allah).

şer'

  • Şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer'-i islam / şer'-i islâm

  • İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer'-i tekvini / şer'-i tekvînî

  • Allah'ın kâinata koyduğu kanunlar, yaratılış şeriatı.

şer'i / şer'î

  • Şeriatla ilgili, Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümlerle ilgili.

şer-i ahmedi / şer-i ahmedî

  • Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

sergi-i rabbaniye ve muhammediye / sergi-i rabbâniye ve muhammediye

  • Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ın ve Peygamber Efendimizin tanıtıldığı sergi.

sergi-yi ilahi / sergi-yi ilâhî

  • Allah tarafından olan sergi.

şeriat / şerîat

  • Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet.
  • Doğru yol. Hak din yolu.
  • Büyük ve geniş cadde.
  • Nur, aydınlık, ışık.
  • Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kan
  • Din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları.

şeriat sahibi

  • İlâhi kanunların sahibi olan Allah.

şeriat-ı fıtriye

  • Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların bağlı olduğu anayasa, kanunlar mecmuası.
  • Cenab-ı Hakk'ın kâinatta vaz'ettiği fıtrî kanunlar. Âlemin harekât ve sükûnetini tanzim eden ve Allahın irade sıfatından gelen kanunlar.

şeriat-i fıtriye

  • Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların fiillerini düzen altına alan kanunlar.

şeriat-ı fıtriye-i ilahiye / şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye

  • Düzeni ve ahengi sağlamak için Allah tarafından kainata koyulan ve bütün varlıkların uymak zorunda olduğu kanun ve kuralların tamamı.

şeriat-i fıtriye-i kübra / şeriat-i fıtriye-i kübrâ

  • Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun.

şeriat-ı fıtriyye-i ilahiye / şeriat-ı fıtriyye-i ilâhiye

  • Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu İlâhi kanunlar.

şeriat-i garra / şeriat-i garrâ

  • Büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler.

şeriat-ı hilkat

  • Yaratılış kanunu, Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar.

şeriat-ı ilahiye / şeriat-ı ilâhiye

  • Allah'ın koymuş olduğu anayasa, kanunlar mecmuası.

şeriat-i ilahiye / şeriat-i ilâhiye

  • Allah'ın koyduğu kanun, nizam.

şeriat-ı iradiye

  • Allah'ın iradesiyle oluşan şeriat, tabiat kanunları.

şeriat-ı islamiye / şeriat-ı islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-i islamiye / şeriat-i islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-ı kübra-yı ilahiye / şeriat-ı kübrâ-yı ilâhiye

  • Allah'ın kâinata koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük anayasa, kanunlar mecmuası.

şeriat-i meşhure

  • Herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şeriat-ı mutahhara

  • Temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet.

şeriat-i tekvini / şeriat-i tekvîni

  • Allah'ın kâinatta koyduğu yaratılış kanunları.

şeriat-ı tekviniye / şeriat-ı tekvîniye

  • Allah'ın kâinatta koyduğu yaratılış kanunları.

şeriatıfıtriye / şerîatıfıtrîye

  • Allahın tabiata koyduğu kanunlar.

şerif / şerîf

  • Şerefli. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kızı hazret-i Fâtımâ'nın oğullarından hazret-i Hasen'in neslinden (soyundan) gelenler.

şerik-i zati / şerîk-i zâtî

  • Doğrudan Allah'ın Zâtına ortak olma.

sermed

  • Sürekli, ebedî ve ezelî, Allah.

sermediyet-i hakimiyet / sermediyet-i hâkimiyet / سَرْمَدِيَتِ حَاكِمِيَتْ

  • (Allah'ın) hükmediciliğinin dâimîliği.

sermediyet-i uluhiyet / sermediyet-i ulûhiyet

  • Allah'ın ortak kabul etmeyen ilâhlığının sonsuzluğu ve sürekliliği.

sermest-i cam-ı aşk / sermest-i câm-ı aşk

  • Allah aşkıyla kendinden geçmek.

şerr

  • Kötü iş, kötülük. Fenâlık.
  • Kavga.
  • Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme.
  • Fenâ adam, fenâlık yapan adam, kötü adam.
  • Daha kötü, en kötü.

şeş-ebrar

  • Altı aded hayır sahibi ki, bunlar: Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'dir (Radıyallahu anhüm).

settar / settâr / سَتَّارْ

  • Günahları örten, Allah.
  • Kullarının bütün kusurlarını örten, ayıplarını en çok gizleyen Allah.
  • "Kulların günâhını örten" mânâsında Allahü teâlânın sıfatlarından.
  • Kusurları çokça örten (Allah).

settar-ül uyub

  • Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan Allah (C.C.)

settarü'l-uyub / settârü'l-uyûb

  • Ayıpları, günahları örten, bağışlayan Allah.

settarüluyub / settarüluyûb

  • Ayıpları örten Allah.

sevab / sevâb

  • Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.
  • Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
  • İyilik ve ibâdet yapana âhirette Allahü teâlâ tarafından verilecek mükâfât, iyi karşılık. Ecir.

şevahid-i vahdaniyet / şevâhid-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğinin şahitleri.

sevap

  • İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.

sevk-i fıtri / sevk-i fıtrî

  • Allah'ın yaratılışta koyduğu fitrî meyil ve sevk, yönlendirme.

sevk-i ilahi / sevk-i ilâhî

  • Allah'ın yönlendirmesi.

şevk-i mukaddes / شَوْقِ مُقَدَّسْ

  • (Allah'a layık) Mukaddes istek, arzu.

sevk-i rabbani / sevk-i rabbânî

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın sevki ve yönlendirmesi.

seyf-i rahmet-i alem / seyf-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmet kılıcı.

seyfullah

  • Allahın kılıcı.
  • Allah'ın kılıcı, Ashâb-ı Kiram'dan Hz. Halid bin Velid'e Peygemberimiz tarafından verilen ünvan.
  • Allah'ın (C.C.) kılıcı, askeri.
  • Ashab-ı Kiram'dan Hz. Hâlid İbn-i Velid'e (R.A.) verilen ünvan.

şeyh

  • İhtiyâr.
  • Bir ilim dalında ihtisas etmiş olan.
  • Mürşîd-i kâmil; insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan, dîni, İslâm'ı yayan ve onların mânen olgunlaşmalarını sağlayan rehber zât. Çoğul şekli meşâyıh ve şüyûhtur.

seyl-i şuunat / seyl-i şuunât

  • İcraat-ı Rabbaniyenin dâima görünmesi ve hakiki müessir olan Allah'ın (C.C.) iradesiyle devamlı olan, cereyan eden her çeşit hâdiseler. Hâdiseler akıntısı, seli.

seyr-i fillah

  • Allahü teâlânın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme. Allahü teâlânın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fânî olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak).

seyr-i fıtri / seyr-i fıtrî

  • Allah'ın kâinata yerleştirdiği doğal seyir, gidişat.

seyr-i ilallah

  • Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu.

seyr-i muradi / seyr-i murâdî

  • Murâdların, seçilmişlerin Allahü teâlânın lutf ve ihsânı ile çekilerek kavuştukları yol.

şeytan

  • Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.

seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr

  • Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.

seyyidü'l-mürselin / seyyidü'l-mürselîn

  • Allah tarafından gönderilen Peygamberlerin Efendisi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

sıbga-i rahmani / sıbga-i rahmânî / صِبْغَۀِ رَحْمَانِي

  • Çokça merhamet eden Allah'ın boyası.

sıbğa-i rahmaniye / sıbğa-i rahmâniye

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah'ın boyası.

sıbgatullah

  • Cenab-ı Hakk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi.
  • Allah'ın dini.

sıbteyn-i mükerremeyn

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ).

siccin / siccîn

  • Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
  • Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
  • Yerin altında veya Ceh

şiddet-i istiğrak

  • Şiddetli şekilde Allah aşkıyla kendinden geçme, derine dalma.

şiddet-i takva / şiddet-i takvâ

  • Allah korkusunun nihayet derecesi.

sıddik / sıddîk

  • Çok samimi, dâimâ doğruluk üzere ve Allah'a ve Peygamberine çok sâdık olan erkek. Sözü ile işi bir olan.

sıddika / sıddîka

  • Doğruluk ve samimiyette çok sâdık olan kadın.
  • Allah yolunda çok sâdık olan Hazret-i Aişe (R.A.) vâlidemiz ve Hazret-i Meryemin vasıf ve isimlerdir.

sıddıkin / sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere ve Allah'a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar.

sıddikin / sıddîkîn

  • Sıddık olanlar, Allah yolunda sadakatte, doğrulukta en ileri olanlar.
  • Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.

sıddıkin-i evliya / sıddıkîn-i evliya

  • Allah dostları arasında sadakatte en ileri olanlar.

sıddıkin-i muhakkıkin / sıddıkîn-i muhakkıkîn

  • Allah'a bağlılıkta en önde olan ve hakikatleri araştıran âlimler.

sıddikin-i muhakkikin / sıddîkîn-i muhakkikîn

  • Daima doğruluk üzere ve Allah'a ve peygambere sadakatte en ileride olan, hakikatleri delilleriyle bilen büyük araştırmacı âlimler.

sıddıkıyet

  • Allah'a olan bağlılığın en ileri derecede olması.

sıfat ve esma-i ilahiye / sıfât ve esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimleri ve sıfatları.

sıfat-ı ezeliye alemi / sıfât-ı ezeliye âlemi

  • Ezelden beri Allah'ın zatında bulunan nitelikler âlemi.

sıfat-ı ilahiye / sıfât-ı ilâhiye

  • Allah'ın sıfatına ait özellik.
  • Allah'a aid sıfatlar. Kendisini ve mânasının zıddını Cenab-ı Hakk'a nisbet caiz olan vasıflar. (Rıza, Rahmet, Gazab... gibi)

sıfat-ı ilahiyye / sıfat-ı ilâhiyye

  • Allahü teâlânın zâtî ve subûtî sıfatlarının hepsi.

sıfat-ı irade / صِفَتِ اِرَادَه

  • Allahın herşeyi kuşatan irâde sıfatı.

sıfat-ı kemaliye / sıfât-ı kemâliye

  • Allah'ın her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan mükemmel sıfatları, nitelikleri.

sıfat-ı ma'neviyye

  • Allahü teâlânın subûtî sıfatları.

sıfat-ı mutlaka-i muhita / sıfât-ı mutlaka-i muhîta

  • Allah'ın yüce Zâtını niteleyen ve bütün kâinatı kuşatan sınırsız ve sonsuz kutsal özellikler.

sıfat-ı nefsiyye

  • Allahü teâlânın Vücûd yâni var olma sıfatı.

sıfat-ı samedaniye / sıfât-ı samedâniye

  • Her şey Kendisine muhtaç iken Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın sıfatları.

sıfat-ı selbiyye

  • Allahü teâlâda bulunması câiz olmayan sıfatlar.

sıfat-ı sübhaniye / sıfât-ı sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın sıfatları.

sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye

  • Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.

sıfat-ı zatiye / sıfât-ı zâtiye

  • (Sıfât-ı lâzime - Sıfât-ı vâcibe) Allah'ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlar.
  • Tecvidde: Harflerin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlarıdır.

sıfat-ı zatiyye / sıfat-ı zâtiyye

  • Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları. Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur. Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir.

sikke-i ehadiyet / سِكَّۀِ اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren damga.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.

sikke-i kübra-yı rahmaniyet / sikke-i kübrâ-yı rahmâniyet

  • Allah'ın sonsuz şefkatinin en büyük damgası.

sikke-i kübra-yı uluhiyet / sikke-i kübrâ-yı ulûhiyet

  • Allah'ın ilâhlığının en büyük mührü.

sikke-i kübra-yı vahdet / sikke-i kübrâ-yı vahdet

  • Allah'ın birliğini gösteren en büyük damga.

sikke-i kudret

  • Allah'ın kudret damgası.

sikke-i rububiyet

  • Allah'ın herbir varlığı terbiye ve idare etmesini gösteren işaret.

sikke-i samediyet / سِكَّۀِ صَمَدِيَتْ

  • Allah'ın hiç birşeye muhtaç olmadığını, fakat herşeyin Kendisine muhtaç olduğunu gösteren mühür.
  • (Allahın) Hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, her şeyin kendisine muhtaç olması mührü.

sikke-i tevhid / sikke-i tevhîd / سِكَّۀِ تَوْح۪يدْ

  • Allah'ın birliğini gösteren işaret, damga.
  • Allahı birleme mührü.

sikke-i ulya-yı rahimiyet / sikke-i ulyâ-yı rahîmiyet

  • Rahmeti herşeyi kuşatan Allah'ı gösteren yüce damga.

sikke-i vahdaniyet / sikke-i vahdâniyet

  • Allah'ın bir ve benzersiz oluşunu gösteren damga.

sikke-i vahdet / سِكَّۀِ وَحْدَتْ

  • Allah'ın birliğini gösteren mühür.
  • Allahın birliğinin mührü.

sikke-i vahid-i ehad / sikke-i vâhid-i ehad

  • Bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah'ı gösteren mühür.

silsile-i aliyye

  • Yüksek silsile. Peygamber efendimizden hazret-i Ebû Bekr yoluyla ilim ve feyz alarak gelen büyük âlimler silsilesi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Ebû Bekr-i Sıddîk, Selmân-ı Fârisî, Kâsım bin Muhammed, Ca'fer-i Sâdık, Bâyezîd-i Bistâmî, Ebü l-Hasen Harkânî, Ebû Ali Farmedî, Yûsuf-i Hemedân

sina

  • Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir.
  • İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi.

şir'a

  • (Şeria-Meşrea) Lügat mânası, bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda insanların, hayat-ı ebediye ve saadet-i hakikiyeye vusulü için Allah'ın vaz' u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bil'istiare ıtlak edilmiştir ki, din demekt

şir-i yezdan

  • Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın bir ismi. Allah'ın Aslanı.

sırat-ı müstakim

  • En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.

şirk / شرك / شِرْكْ

  • Allahtan başka ilâh kabul etme.
  • Allah'a ortak koşma.
  • En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek.
  • Allah'a ortak koşma.
  • Allahü teâlâya eş, ortak koşma.
  • Allah'a ortak koşma.
  • Allaha ortak koşma.

şirk-i azim / şirk-i azîm

  • Büyük şirk, Allah'a ortak koşma.

şirk-i ekber

  • Putlara tapınmak. Allahü teâlâya ortak koşmak.

şirk-i hafi / şirk-i hafî

  • İhlâssızlık, riyakârlık. Allah rızası için değil de başkalarının rızâsı için ibâdet etmek.

sırr

  • Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
  • Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
  • İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

sırr-ı ehadiyet / سِرِّ اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrı.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi sırrı.

sırr-ı hikmet-i ezeliye

  • Allah'ın herşeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak yapmasındaki sır.

sırr-ı hikmet-i ilahiye / sırr-ı hikmet-i ilâhiye

  • Allah'ın koyduğu hikmet, yarar, sebep ve faydanın sırrı, esprisi.

sırr-ı ihlas / sırr-ı ihlâs / سِرِّ اِخْلَاصْ

  • Samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı.
  • Allah rızâsını esas tutma, samîmiyet sırrı.

sırr-ı ihlas-ı hakiki / sırr-ı ihlâs-ı hakikî

  • Gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme esprisi, mânevî gücü.

sırr-ı kayyumiyet / sırr-ı kayyûmiyet

  • Allah'ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sır.

sırr-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğinin, yaratıcılığının, idaresinin ve terbiyesinin sırrı.

sırr-ı sübhani / sırr-ı sübhânî

  • Her türlü eksiklikten, kusur ve çirkinlikten yüce olan Allah'a ait sır.

sırr-ı teklif

  • İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı.

sırr-ı teslimiyet

  • Allah'ın kanunlarına teslim olma ve boyun eğmenin içindeki gizli sır.

sırr-ı tevhid

  • Birleme esprisi; herşeyin bir olan Allah'a ait olmasının sırrı, Ona ait kılma sırrı.

şit (şis) aleyhisselam / şit (şîs) aleyhisselâm

  • Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Babası vefât edince peygamber oldu. Kendisine elli suhuf kitâb verildi. Şit ismi İbrânice olup Arapça'da Allah'ın hibesi (hediyesi) mânâsındadır. Şit yerine Şîs de denilmiştir.

siyer

  • Gidişât. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin hayâtını, güzel ahlâkını, üstün vasıflarını anlatan ilim dalı; bu hususta yazılmış kitab.

sôfi / sôfî

  • Tasavvuf ehli. Kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) ve mâsivâya (Allahü teâlâdan başka şeylere) bağlamaktan koruyan, nefsini Allahü teâlâya itâate kavuşturan, pâk ve temiz bir kalbe sâhip olan kimse, velî derviş.

sofra-i ilahiye / sofra-i ilâhiye

  • Allah tarafından gönderilen sofra, nimetler.

sofra-i rabbani / sofra-i rabbâni

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın kulları için hazırladığı sofra.

sofra-ı rahman / sofra-ı rahmân

  • Allah'ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra.

sofra-i rahman / sofra-i rahmân

  • Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.

sofra-i rahmanü'r-rahim / sofra-i rahmânü'r-rahîm

  • Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.

sohbet

  • Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.

su-i ahlak / su-i ahlâk

  • Ahlâk kötülüğü. Allah'ın, peygamberin râzı olmayacağı işleri yapanın ahlâkı.

sübbuh

  • Tesbih edilen (Allah. C.C.)

subbuhun kuddusün / subbûhun kuddûsün

  • "Allah (C.C.) subbûhtur, kuddûstür. Zâtına ve sıfatına fena, noksan ve kusur yanaşamaz. Her zaman ve her dilde, her mahluk onu tesbih ve takdis eder." gibi mânâları ifade eder.

sübha namazı

  • Abdest aldıktan sonra Allah rızâsı için kılınan iki rek'at namaz.

sübhan

  • Allah (C.C.)
  • Eksikliklerden uzak ve mükemmel sıfatlar sahibi olan Allah.
  • Allah (c.c.).

sübhanallah / sübhânallah

  • "Allah eksikliklerden uzaktır" mânâsında bir tabir.
  • "Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir".

sübhanallah velhamdülillah / sübhanallah velhamdülillâh

  • "Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir; teşekkür ve övgü de Allah'a mahsustur".

sübhanallahi ve bihamdihi / sübhanallahi ve bihamdihî

  • Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.

sübhanellah / sübhânellah

  • Allahü teâlâyı noksanlık ve kusur olan şeylerden tenzîh ederim, uzak tutarım mânâsına, mübârek, kıymetli bir söz.

sübhani / sübhanî

  • Allah (C.C.) ile alâkalı. İlâhî. Allah'a mahsus, Onun eserlerine âit ve müteallik. Allah'ın Sübhan sıfatına âid.

sueda

  • (Tekili: Said) Saidler. Allah'ın (C.C.) rızâsına erenler. Mes'ud olanlar.

şühud-i ehadiyet / şühûd-i ehadiyet

  • Tasavvuf yolunda çalışan kimselerin, mahlûklardaAllahü teâlânın sıfatlarını görmeleri hâli. Şühûd-i Vahdet.

şühud-i enfüsi / şühûd-i enfüsî

  • Kendi hakîkatini görme. Tasavvuf yolunda Allahü teâlâya yakın olma hâli. Tasavvuf makamlarını kalb gözüyle görme.

şühud-i ilahi / şühûd-i ilâhî

  • Bu âlem (mahlûklar âlemi) ile hiçbir münâsebeti olmadan Allahü teâlâyı müşâhede, görme.

suhuf

  • Dört büyük ilâhî kitab dışında gönderilen kitapçıklar, formalar. Peygamberlere (aleyhimüsselâm) Allahü teâlâ tarafından gelen yüz dört kitaptan ilk yüz tânesi.
  • Amel defteri. İnsanların dünyâda iken yaptıkları iyilik ve kötülüklerinin yazıldığı ve kıyâmet günü herkesin eline verilecek ola

şükr

  • (Tekili: Şükür) Allah'ın (C) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür.
  • Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.

şükr secdesi

  • Kendisine nîmet gelen veya bir dertten ve sıkıntıdan kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için yaptığı secde.

şükr-ü mutlak

  • Allah'a karşı sınırsız minnet duyma, teşekkür etme.

şükran-ı nimet / şükrân-ı nimet

  • Allah'ın verdiği nîmetlere şükürle mukàbele etme.

şükretme

  • Nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah'a teşekkür etme.

şükretmek

  • Allah'ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek; Allah'a teşekkür etmek.

şükreyleme

  • Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a teşekkürlerini sunma.

şükür

  • Allah'a karşı minnet duyma, teşekkür etme.

şükür etmek

  • Allah'a karşı minnet duymak, teşekkür etmek.

sultan / sultân

  • Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
  • Allah. (C.C.)
  • Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
  • Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
  • Hüccet ve delil.
  • Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
  • Hükümdâr, yönetici.
  • Her şeyin hâkimi olan Allah.

sultan-ı adil / sultan-ı âdil

  • Her işini sınırsız bir adaletle ve yerli yerinde yapan Sultan; Allah.

sultan-ı cihan

  • Dünyanın sultanı Allah.

sultan-ı ebedi / sultan-ı ebedî

  • Varlığı, hüküm ve saltanatı sonsuza kadar devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezel

  • Sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi Ezelî Sultan, Allah.

sultan-ı ezel ve ebed / sultân-ı ezel ve ebed / سُلْطَانِ اَزَلْ وَ اَبَدْ

  • Başlangıcı ve sonu olmayan sultan (Allah).

sultan-ı ezel, ebed

  • Başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah.

sultan-ı ezeli / sultan-ı ezelî

  • Hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah.

sultan-ı kainat / sultan-ı kâinat

  • Kâinatın sultanı olan Allah.

sultan-ı semavi / sultan-ı semâvî

  • Yüce âlemlerin sultanı olan Allah.

sultan-ı sermedi / sultan-ı sermedî / سُلْطَانِ سَرْمَدِي

  • Egemenliğinin sonu olmayan Allah.
  • Dâimî olan sultan (Allah).

sultan-ı zülcelal / sultan-ı zülcelâl

  • Sonsuz yücelik ve haşmet sahibi, herşeyin sultanı olan Allah.

sultanü'd-deyyan / sultanü'd-deyyân

  • Mükâfat ve cezayı hakkıyla veren sultan; Allah.

süluk yolu / sülûk yolu

  • İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yollardan biri.

şümul-ü hikmet

  • Allah'ın hikmetinin herşeyi kapsaması.

şümul-ü iradet

  • Allah'ın herşeyi kaplayan iradesi.

sünnet-i ilahiye / sünnet-i ilâhiye

  • Allah'ın kainata koyduğu kanunlar.

sünnetullah / sünnetullâh / سُنَّةُ اللّٰهْ

  • Allahü teâlânın koyduğu kânunu, nizâmı, âdeti.
  • Allahın icrâat kanunları.

sünuhat / sünûhat

  • Allah'ın lütfuyla kalbe gelen mânâlar.

sünuhat-ı kalbiye

  • Allah'ın yardımıyla kalbe gelen mânâlar.

şürefa

  • (Tekili: Şerif) Şerifler. Hazret-i Hüseyin Radıyallahü Anh vasıtasiyle Peygamberimiz (A.S.M.) soyundan gelenler.
  • Şerefliler. Allah (C.C.) yolunda sabır ve sebat ile devam eden temiz insanlar.

suret-i rahman / suret-i rahmân

  • Cenab-ı Allah'ın sureti, görünüşü.

sürur-u mukaddes / sürûr-u mukaddes / سُرُورِ مُقَدَّسْ

  • (Allah'a layık) Mukaddes sevinç.

şuun ve ef'al-i rabbaniye / şuûn ve ef'âl-i rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın işleri, icraat ve fiilleri.

şuunat-ı esma-i ilahiye / şuûnât-ı esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin eserleri.

şuunat-ı ilahiye / şuûnât-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın işleri ve icraatları.

şuunat-ı kudsiye / şuûnât-ı kudsiye

  • Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden özellikleri.

şuunat-ı mukaddese / şuûnât-ı mukaddese

  • Allah'ın tertemiz ve noksansız olan işleri, mukaddes özellikleri.

şuunat-ı rabbaniye / şuûnât-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât'a ait nitelikler.

şuunat-ı sübhaniye / şuûnât-ı sübhâniye

  • Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevkeden Zâtına ait kutsal özellikler.

ta'at / tâ'at

  • İbâdet. Allahü teâlânın beğendiği, râzı olduğu şeyler. Hasene.

ta'bir-i samedani / ta'bir-i samedanî

  • Allah'a mahsus tâbir. Kur'an'da beyan buyurulan en iyi tabir.

ta'dil-i erkan / ta'dil-i erkân

  • Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak v

ta'til

  • Allah'ı inkâr etmek.
  • Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
  • Kesmek.
  • Muattal bırakmak.
  • Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
  • Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.

ta'ziye

  • Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.

taahhüd-ü rabbani / taahhüd-ü rabbânî / تَعَهُّدُ رَبَّان۪ي

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın garantisi.
  • Terbiye edici Allah'ın üzerine alması.

taarrüf-ü rabbani / taarrüf-ü rabbânî / تَعَرُّفُ رَبَّان۪ي

  • Allahın kendini tanıtması.

taat / tâat

  • İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek.
  • İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
  • İtaat, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınma.

taavvüz

  • Allah'a (C.C.) sığınırak "Euzubillâh" demek, yani Allah'a sığındığını ifade etmek.

tabiat

  • (Tabia) Yaratılış, huy, karakter.
  • Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar. Allah, tabiatı yarattığı ve varlıkların nasıl hareket edeceğini kanunlariyle ve emirleriyle tayin ettiği halde Allah'ı inkâr edip tabiat yapıyor diyenler büyük

tabiat tağutları / tabiat tâğutları

  • Tabiat putları; insanları Allah'a karşı isyana sevk eden tabiattaki her şey.

tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet

  • Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.

tabiatperest

  • Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden. (Farsça)

tabiiyyun

  • Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar.
  • Tabiatçılar. Naturalistler. "Her şeyi tabiat yapıyor" diyen, maddeye dalmış, Allah'tan (C.C.) mânen uzaklaşmış kişiler.

tabir-i samedani / tabir-i samedânî

  • Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın yüce ifadesi, tabiri.

tabirat-ı nebeviye ve ilahiye / tabirat-ı nebeviye ve ilâhiye

  • Allah ve Resulünün tabirleri, ifadeleri.

tagut

  • İnsanları Allah'a (C.C.) karşı isyana sevkeden. İsyankâr.
  • Her bâtıl mâbud.
  • Şeytan.
  • İslâmiyetten önce Kâbe'deki putlardan birinin ismi.

tağut / tâğût

  • Allah'tan başka tapınılan her şey.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına karşı gelen ve ibâdetten alıkoyan şeytânî varlık ve güçler.

tahabbüb-ü ilahi / tahabbüb-ü ilâhî / تَحَبُّبُ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın kendisini sevdirmesi.
  • Allahın kendini (kullarına) sevdirmesi.

tahattüm

  • (Hatem. den) Hatem, yüzük takınmak.
  • Tas: Ariflerin gönlüne Allah'ın koyduğu işaret.

tahiyye / تَحِيَّه

  • Her mahlûkun kendine has ibâdetini selâm ma'nasıyla Allah'a sunması.

tahmid / tahmîd

  • Allah'ı övme ve Ona şükürlerini sunma.
  • "Elhamdülillah" demek. "Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur" mânâsına "Elhamdülillah" sözü ve benzerleri.

tahmidat / tahmidât

  • Allah'ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler.

tahmidat-ı rabbaniye / tahmidât-ı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'a yapılan şükür ve övgüler.

tahrime tekbiri / tahrîme tekbîri

  • Namaza Allahü ekber diyerek başlama; iftitâh tekbîri.

tahsis-i taabbüd

  • İbadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma.

taife-i mahlukullah / tâife-i mahlûkullah

  • Allah'ın yarattığı taife, grup.

taife-i mücahede

  • Cihad edenler, Allah yolunda savaşanlar.

taife-i mücahidin / taife-i mücahidîn

  • Cihad edenler, Allah yolunda savaşanlar.

taife-i sıddıkin / taife-i sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere, Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların oluşturduğu topluluk.

takdir / takdîr / تَقْد۪يرْ

  • Ölçme, değer biçme, değer verme, tâyin etme. Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilmi) ile bilip tâyin etmesi.
  • Allah'ın her şeyin kaderini ezelden bilmesi.

takdir-i hüda / takdir-i hüdâ

  • Allah'ın takdiri, dilemesi.

takdir-i ilahi / takdir-i ilâhî / takdîr-i ilâhî

  • Allah'ın takdiri, Allah'ın programı; kader.
  • Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde ilm-i ezelîsi ile bilip tâyin etmesi.
  • Allah'ın takdiri.

takdis / takdîs

  • Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek.
  • Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (C.C.) şükretmek.
  • Kutsamak, Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme.

takdis etmek

  • Kutsamak, Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek.

takdis ve tenzih etmek

  • Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek.

takdisat

  • Allah'ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar.

taki / takî

  • Allah'tan korkan, emir ve yasaklarını gözeten.

takva / takvâ / تقوي

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.
  • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
  • "Vikâye"den. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak.
  • Allah'dan korkma.

takva ehli / takvâ ehli

  • Takvâ sâhibi. Allahü teâlâdan korkarak haramlardan sakınanlar.

takva-yı hakiki / takvâ-yı hakikî

  • Gerçek takva, Allah korkusu.

takva-yı kamile / takvâ-yı kâmile

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.

takvacı / takvâcı

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

takvacılar / takvâcılar

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyanlar.

taleb-i rüyet

  • Allah'ın cemâlini görme isteği.

talim-i esma / tâlim-i esmâ

  • Hz. Âdem'e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi.

talim-i ilahi / tâlim-i ilâhî

  • İlâhî eğitim, doğrudan Allah'ın öğretmesi.

talimat-ı rabbaniye / talimat-ı rabbâniye

  • Bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın emirleri.

tallahi / tallâhi

  • Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîfinin başına "te" harfi getirilerek yapılan yemin sözü.

tallahi lekad aserakallahü aleyna / tallâhi lekad âserakâllahü aleynâ

  • Yemin olsun ki Allah seni bize üstün kılmıştır.

tam fena / tam fenâ

  • Allahü teâlâdan başka her şeyi unutma, mutlak fenâ.

tam şehid / tam şehîd

  • Allah yolunda canını fedâ eden; dînini, vatanını, bayrağını, nâmusunu müdâfaa ederken ölen, haksız yere öldürülen müslüman.

taraf-ı ilahi / taraf-ı ilâhî

  • Allah tarafı.

taraf-ı ilahiden / taraf-ı ilâhîden

  • Allah tarafından.

taraf-ı lahuti / taraf-ı lâhutî

  • Allah tarafı, İlâhî taraf.

tardiye

  • Allah râzı olsun demek.

tarik-i cehriye / tarîk-i cehriye / طَرِيقِ جَهْرِيَه

  • Allah'ı açıktan zikri esas alan tarikat.

tarik-i dünya / târik-i dünya

  • Hevâ ve hevesi terkeden. Dünyanın fâni olan cihetini terkedip Allah rızası yolunda olan.

tarik-ı hak

  • Herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah'ın yolu.

tarik-i istiğrakkarane / tarîk-i istiğrakkârâne

  • Allah aşkıyla kendinden geçme yolu.

tarik-i vahdaniyet / tarik-i vahdâniyet

  • Bütün varlıkların sadece Allah tarafından yaratıldığını kabul etme yolu.

tarz-ı ihsanat-ı ilahiye / tarz-ı ihsanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın ihsanı, iyilik tarzı.

tarz-ı tesbihat

  • Tesbihat şekli, Allah'ı anma usulü.

tarziye

  • Pişmanlık duyduğunu anlatarak özür dilemek.
  • Râzı etmek.
  • "Radıyallahü-anh" diyerek duâ etmek.

tasadduk

  • Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek.
  • Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak. (İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
  • Sadaka vermek. Yâni Allahü teâlânın rızâsı için fakirlere ve ihtiyâcı olanlara para, mal vermek.

tasarruf

  • İdâreli kullanma, sarfetme. Tutumlu olma; harcamada isrâftan ve cimrilikten sakınıp orta yolu seçme.
  • İdâre etme, hükmetme.
  • Bir velînin Allahü teâlânın izniyle sevdiklerini mânen yetiştirmesi, düşmanlarını ise cezâlandırması.

tasarruf-u hallakıyet / tasarruf-u hallâkıyet

  • Allah'ın varlıkları istediği şekilde yaratma faaliyeti.

tasarruf-u ilahi / tasarruf-u ilâhî

  • Allah'ın maddî âlemde dilediği gibi tasarrufta bulunması, dilediğini yapması.

tasarruf-u kudret

  • Allah'ın sonsuz kudretinin tasarrufu.

tasarruf-u rabbani / tasarruf-u rabbanî

  • Her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bütün kâinattaki varlıkları dilediği gibi kullanması ve idare etmesi.

tasarrufat-ı celaliye / tasarrufât-ı celâliye

  • Allah'ın sonsuz haşmetini yansıtan işleri, icraatları.

tasarrufat-ı ilahiye / tasarrufât-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın tasarrufları, icraatları.

tasarrufat-ı kudret / tasarrufât-ı kudret

  • Allah'ın kudretiyle dilediği gibi icraat ve faaliyetlerde bulunması.

tasarrufat-ı kudret-i ilahiye / tasarrufât-ı kudret-i ilâhiye

  • Allah'ın sonsuz kudretiyle yaptığı işler.

tasarrufat-ı kudret-i rabbaniye / tasarrufât-ı kudret-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın sonsuz kudretiyle varlıklar üzerinde dilediğini yapması.

tasarrufat-ı rabbaniye / tasarrufât-ı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın fiil ve tasarrufları.

tasarrufat-ı rububiyet / tasarrufât-ı rububiyet

  • Allah'ın her şeyi dilediği gibi kullanması ve yönetmesi.

tasavvuf

  • Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.

tasdik-i haşir

  • Haşri, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplânmayı kabul etme.

tasliye

  • "Sallâllahü Aleyhi Vesellem" diyerek dua etmek.
  • Bir şeyi yakmak için ateşe atmak.

tatil

  • Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.

tàtil

  • Cenab-ı Hakkın sıfatlarını inkâr etme, varlıkların Allah ile olan bağlarını kesme, yaratıcıyı kabul etmeme.

tatil / tâtil

  • Allah'ı inkâr etme.

tavassut

  • Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma.

tavsifat-ı rabbaniye / tavsifât-ı rabbâniye

  • Allah'ın vasıflandırarak bahs etmesi.

tayr-ı müsebbih ve hamid / tayr-ı müsebbih ve hâmid

  • Allah'ı tesbih eden ve şükreden kuş.

tayy-ı mekan / tayy-ı mekân

  • Mekânı atlama; Allah'ın yardımıyla uzun bir mesafeyi kısa bir zamanda aşmak, kat'etmek.

tayy-i mekan / tayy-i mekân

  • Mekânı, mesâfeyi katetme, geçme, mesâfelerin dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle az zamanda çok uzak yerlere gitme.

tayy-i zeman / tayy-i zemân

  • Zamânın dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle uzun zamanda yapılacak bir işi çok az zamanda yapma.

tayyib

  • İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
  • Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
  • Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.

tazarru'

  • Kendini alçaltarak, aşağı görerek, Allahü teâlâya yalvarma.
  • Tövbe etmek.

te'vil / te'vîl

  • Yorumlamak, açıklamak.
  • Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar.

teala ve tekaddes / teâlâ ve tekaddes

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında: "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına hürmet, saygı ifâdesi.

tealallah

  • Allah yükseltsin!

teayyün-i imkani / teayyün-i imkânî

  • İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü. Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar. Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır. Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur. (İm

tebarek

  • Mübarek etsin (mealinde dua.) Teâlâ gibi mâzi fiiliyle mübalâğa ile bereketin Allah'tan zuhurunu ifade eder. (Suyun havuzda yükselmesi halinden alınmıştır.)

tebarekallah / tebarekâllah / tebârekâllah

  • "Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm.
  • Allah mübarek etsin.

tebareke ve teala / tebâreke ve teâlâ

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi.

tebarüz-ü uluhiyet / tebarüz-ü ulûhiyet

  • Allah'ın yaratıcılık ve herşeye hâkimiyetinin kendisini göstermesi.

teberrür

  • Allah rızasına çalışma.

tebliğ / teblîğ

  • Peygamberlerin, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, insanlara eksiksiz ve noksansız olarak bildirmeleri.

tebliğ-i şeriat

  • Peygamberlere mahsus beş vasıftan birisi olan, Allah'tan (C.C.) aldıkları emir ve kanunları insanlara aynen bildirmeleri.

tebliğ-i umur

  • Allah'ın emirlerini başkalarına ulaştırma, bildirme.

tecdid-i iman / tecdîd-i îmân

  • Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.

tecelli / tecellî

  • Görünme. Bilinme.
  • Kader.
  • Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama.
  • İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
  • Görünme. Kalbde Allahü teâlânın zâtının ve isimlerinin zuhûru.

tecelli-i azamet-i kudret / tecellî-i azamet-i kudret

  • Allah'ın kudretinin büyüklüğünün tecellîsi, yansıması.

tecelli-i cemal / tecellî-i cemâl

  • Allahü teâlânın cemâlinin zuhûru.

tecelli-i ef'al / tecellî-i ef'âl

  • Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi. Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler.

tecelli-i ehadiyet / tecellî-i ehadiyet

  • Allah'ın birliğinin her bir yaratıkta görünmesi.

tecelli-i esma ve sıfat / tecellî-i esmâ ve sıfât

  • Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellîsi, yansıması.

tecelli-i iktidar / tecellî-i iktidar

  • Allah'ın kudretinin tecellîsi, yansıması.

tecelli-i ism-i azam / tecellî-i ism-i âzam

  • Allah'ın en büyük isminin yansıması.

tecelli-i kudret / tecellî-i kudret

  • Allah'ın sonsuz kudretinin tecellîsi, yansıması.

tecelli-i kudret ve hikmet / tecellî-i kudret ve hikmet

  • Allah'ın kudret ve hikmet görüntüsü.

tecelli-i kudret ve irade / tecellî-i kudret ve irade

  • Allah'ın irade ve kudretinin tecellîsi, yansıması.

tecelli-i rububiyet / tecellî-i rububiyet

  • Allah'ın rububiyetinin, terbiye ve idare ediciliğinin yansıması.

tecelli-i saltanat-ı uluhiyet / tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet

  • Allah'ın ilâhlık saltanatının yansıması.

tecelli-i sıfat / tecellî-i sıfat

  • Allahü teâlânın sıfatlarının tecellîsi.

tecelli-i sıfat ve ef'al / tecellî-i sıfât ve ef'âl

  • Allah'ın sıfat ve fiillerinin tecellisi, görünmesi.

tecelli-i sırr-ı ehadiyet / tecellî-i sırr-ı ehadiyet / تَجَلِّئِ سِرِّاَحَدِيَتْ

  • Allah'ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesinin sırrı.

tecelli-i vahdet / tecellî-i vahdet

  • Allah'ın birliğinin tecellîsi, yansıması.

tecelli-i zat / tecellî-i zât

  • Allah'ın zâtının tecelli etmesi ve görünmesi.

tecelliyat-ı celaliye / tecelliyât-ı celâliye

  • Allah'ın haşmet ve ihtişamının varlıklar üzerinde görünümü.

tecelliyat-ı cemaliye / tecelliyât-ı cemâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğinin yansımaları, görüntüleri.

tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye / tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın güzellik ve yücelik sıfatlarının yansımaları.

tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliye / tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliye

  • Allah'ın güzellik ve yücelik ve mükemmellikle ilgili sıfatlarının yansımaları.

tecelliyat-ı esma / tecelliyât-ı esmâ

  • Allah'ın isimlerinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı esma-i ilahiye / tecelliyât-ı esmâ-i ilâhiye

  • Allah'ın isimlerinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı icadiye / tecelliyât-ı icadiye

  • Allah'ın yarattığı eserler, icad görüntüleri.

tecelliyat-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye edişinin tecellileri, yansımaları.

tecelliyat-ı samedaniye / tecelliyât-ı samedâniye

  • Allah'ın herşeyin Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösteren yansımaları.

tecelliye-i celaliye / tecelliye-i celâliye

  • Allah'ın varlıklar üzerinde haşmetinin görünmesi.

tecerrüd

  • Soyunma, çıplak olma.
  • Evli olmama.
  • Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma.
  • İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme.
  • Herşeyden boş olma.

tecessüd

  • Cisimleşme; batıl dinlerde, Allah'ın herhangi bir maddi varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi şeklinde inanılan batıl bir Allah inancı.

tecrid

  • Açıkta bırakmak.
  • Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
  • Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
  • Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi.
  • Soyma, soyulma.

tedbir-i rububiyet

  • Her şeyi idare ve terbiye eden Allah'ın kâinat ve varlıklar üzerindeki hikmetli faaliyeti, emri altında tutması, idaresi.

tedbir-i uluhiyet / tedbir-i ulûhiyet

  • Cenâb-ı Allah'ın ilâhlığıyla bütün varlık âlemini tedbiri, idaresi.

tefekkür

  • Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme.
  • İbret alacak ve faydalanacak şekilde derin düşünme. Allahü teâlânın sıfatlarını ve nîmetlerini düşünme.

tefekkür etmek

  • Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünmek.

tefekkür-ü ala-i ilahi / tefekkür-ü âlâ-i ilâhî

  • Yüce Allah'ın mahlûkatı ve nimetleri üzerinde tefekkür etme, düşünme.

tefekkürname / tefekkürnâme

  • Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmeye sevk edici eser, yazı.

tefsir / tefsîr

  • Örtülü, kapalı olan şeyi ortaya çıkarmak, açmak, beyân etmek, beşerî kudret dâhilinde, Kur'ân-ı kerîm âyetlerindeki murâd-ı ilâhîyi (Allahü teâlânın murâdını) anlamak. Bu işi yapabilen âlime müfessir denir.

tefviz / tefvîz

  • Birisine bırakma.
  • İşini Allah'a (C.C.) havâle etme.
  • Sipariş ve ihâle etme.
  • İşleri Allah'a bırakma.
  • Ismarlama, havâle etme.
  • Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
  • Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.

tefviz-i umur / tefvîz-i umur

  • İşleri (Allah'a) havale etme, teslim etme.

tegafül-ü ani's-sani / tegafül-ü ani's-sâni

  • Varlıkları mükemmel san'atlarla yaratan Allah'tan gaflet etmeye çalışma, Onu görmezlikten gelme.

tehiyyet-ül-mescid

  • Mescide girince, oturmadan önce, mescidin sâhibine yâni Allahü teâlâya ta'zîm ve hürmet için kılınan iki rek'at nâfile namaz.

tehlil / tehlîl

  • "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" mânâsındaki "lâ ilâhe illallah" sözünü söylemek.
  • İslâmiyetin tevhid akidesini hülâsa eden, ancak bir İlâh bulunduğunu, Onun da ancak ve ancak Allah (C.C.) olduğunu ifade eden "Lâilâhe illâllâh" sözünü tekrar etmek.
  • "Lâilâhe illallah" demek.
  • "Lâ ilâhe illâllah" demek.
  • "Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)" sözünü söylemek.

tekabbelallah / tekabbelâllah

  • Allah kabul etsin (meâlinde duâ).
  • "Allah kabul etsin".

tekabbellah

  • Allah kabul etsin mânâsına gelen bir dua ifadesi.

tekalif-i ilahiye / tekâlif-i ilâhiye

  • Allah'ın yüklediği sorumluluklar.

tekbir / tekbîr / تكبير

  • "Allahü ekber" demek. Allah'ın her hususta en yüksek ve en büyük olduğu ifâde etmek.
  • "Allah en büyüktür" mânâsında "Allahu Ekber" demek.
  • "Allahüekber" demek.
  • "Allahü ekber" demek.
  • Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
  • "Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
  • Ramazan ve Kurban
  • Allah'ın büyüklüğünü ilan.
  • Allahuekber deme. (Arapça)
  • Tekbîr getirmek: Allahuekber demek. (Arapça)

tekbir-i ekber

  • En büyük tekbir; Allah'ın herşeyden büyük olduğunu ifade eden büyük tekbir cümlesi.

tekbir-i tahrime / tekbîr-i tahrîme

  • Tahrime Tekbîri. Namaza dururken "Allahü ekber" demek. Buna, iftitah (namaza başlama) tekbîri de denir.

tekeffül-ü rabbani / tekeffül-ü rabbânî

  • Allah'ın üzerine alması, kefil olması.

tekellüm-ü ilahi / tekellüm-ü ilâhî / تَكَلُّمُ اِلٰه۪ي

  • Allah'ın konuşması.
  • Allâhın konuşması.

tekellümat-ı tesbihiye / tekellümât-ı tesbihiye

  • Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anan konuşmalar.

teklif-i ilahi / teklif-i ilâhî

  • İlâhî yükümlülük Allah'ın kullarına yüklediği görev.
  • Allah'ın teklifi, yani emirleri.

tekrim-i evliya

  • Allah dostlarına hürmet etme, saygı gösterme.

tekvin / tekvîn

  • Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir.
  • "Yaratmak" mânâsına Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından.

tekvini emr-i rabbani / tekvînî emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

tel'in

  • Lânetleme, lânet etme. Bir kimsenin Allahü teâlânın rahmetinden uzak olmasını dileme.

telbiye

  • "Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni'mete vel-mülke lâ şerîke leke" sözlerini söylemek.
  • "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek.

temaşagah-ı san'at-ı ilahiye / temâşâgâh-ı san'at-ı ilâhiye

  • Allah'ın san'atlarına ibretle bakılan yer.

temcid / temcîd

  • Allahın büyüklüğünü bildirme.
  • Allah'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. Ramazan'da sahura kalkmak.

temenni / temennî

  • Sebebe yapışmadan, gerekli çalışmayı yapmadan, Allahü teâlâdan bir şeyin olmasını dileme.

temime / temîme

  • Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak.

tenezzehe

  • Noksan sıfatlardan uzak (meâlinde Allah C.C. için söylenen duâdandır.)

tenezzüh-ü zati / tenezzüh-ü zâtî / تَنَزُّهُ ذَاتِي

  • (Allah'ın) Zatının her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olması.

tenezzül-ü ilahi / tenezzül-ü ilâhî

  • Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de emirlerini kullarının anlayabilecekleri şekilde bildirmesi, onların anlayış seviyelerine göre hitap etmesi.

tenezzülat-ı ilahiye / tenezzülât-ı ilâhiye

  • Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de emirlerini kullarının anlayabilecekleri şekilde bildirmesi, onların anlayış seviyelerine göre hitap etmesi.

tenkih-ül menat

  • Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bu

tenzih / tenzîh

  • Allahü teâlâyı, şânına lâyık olmayan şeylerden, her türlü eksik ve noksanlıklardan uzak tutmak.

tenzil / tenzîl

  • İndirmek, indirilmek; Allahü teâlâ tarafından indirilen kitab, Kur'ân-ı kerîm. İnzâl kelimesinde bir defada indirmek mânâsı bulunduğu halde, tenzîlde azar azar indirme mânâsı vardır. Kur'ân-ı kerîm Levh-i mahfûzdan Beyt-ül-izze (Kur'ân-ı kerîmin bir bütün hâlinde indirildiği ve dünyâ semâsında bulun

teokrasi

  • (Theocratie) Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şekli. Allah namına papazlar idaresi. (Fransızca)

terbiye

  • Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

terbiye-i ilahiye / terbiye-i ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'ın terbiyesi.

terbiye-i rabbaniye / terbiye-i rabbâniye

  • Her şeyin rabbi olan Allah'ın terbiyesi.

tercüman-ı ayat-ı tekviniye / tercüman-ı âyât-ı tekviniye

  • Kâinatta Allah'ın varlığının birer delili olan maddî ayetleri insanlara tercüme eden, rehber.

tercüman-ı kelam-ı ezeli / tercüman-ı kelâm-ı ezelî

  • Allah'ın ezelî kelâmının tercümanı, Hz. Muhammed.

tercüman-ı kenz ü vahdet

  • Allah'ın birliğinin ve hazinesinin tercümanı.

tercüman-ı zişan / tercüman-ı zîşân

  • Şanlı Tercüman; Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz Hz. Muhammed.

tercüme-i ezeliye

  • Ezelî tercüme; başlangıcı olmayan sonsuz varlık sahibi Allah'tan gelen tercüme.

terehhüb

  • Korku içinde olarak Allah'a sağlam kulluk etmek.

terfih

  • Evlenen kimseye "Allah hüsn-ü imtizac eylemek nasibetsin" diye duâ etmek.

terk-i masiva / terk-i mâsivâ

  • Allah'tan başka herşeyi terketmek.
  • Allah'tan gayrısını terk etmek. Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak.

tesbih

  • Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir.
  • Allah'ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.
  • Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
  • Namaz kılmak.
  • Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö
  • "Sübhanallah" demek.

tesbih eden

  • Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anan.

tesbih-i ilahi / tesbih-i ilâhî

  • Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.

tesbihat / tesbihât

  • Allah'ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi.

tesbihat-ı ahmediye

  • Peygamber Efendimizin Allah'ı şanına lâyık derin ifadelerle anması.

tesbihat-ı hususiye

  • Özel tesbihler; Allah'ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma.

tesbihat-ı ilahiye / tesbihât-ı ilâhiye

  • Allah'ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler.

tesbihat-ı mahsusa

  • Özel tesbihler, Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma.

tesbihat-ı rabbaniye / tesbihat-ı rabbâniye

  • Allah'ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler.

tesbihat-ı uzma / tesbihât-ı uzmâ

  • Büyük, azim tesbihât bütün varlıkların Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmaları.

tesbihhan / tesbihhân

  • Tesbih eden; Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anan.

tesbil

  • (Sebil. den) Bir şeyi Allah rızası için vakfetme, Allah yoluna bağlama.
  • Yolcu etme, yola çıkarma.
  • Yol gösterme.
  • Kesme.

teşeffü'

  • Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.

teşekkürat-ı rahmaniye / teşekkürat-ı rahmâniye

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'a yapılan teşekkürler.

teselsül

  • Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.

teşfiye

  • Allah'ın izniyle hastaları iyileştirmek, şifaya vesile olmak.

teshir-i ilahi / teshir-i ilâhî

  • Allah'ın boyun eğdirmesi, itaat ettirmesi.

teshir-i rabbani / teshir-i rabbânî / teshîr-i rabbânî / تَسْخ۪يرِ رَبَّان۪ي

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın herşeye boyun eğdirmesi.
  • Terbiye edici Allah'ın itâat ettirmesi.

teslim

  • Bir emâneti verme.
  • Kabul etme.
  • Doğru ve haklı bulma.
  • Selâmetle dua etme.
  • Karşısındakinin hükmü altına girme.
  • Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
  • Belâ ve âfetten korunur olma.
  • Bir şeyi, yeni sâhibine verme.
  • Da
  • Her şeyiyle Allah'a bağlanma.

teslimiyet

  • Bağlılık, kendini Allah'ın iradesine bırakma.
  • Kendini Allah'a veya başka birinin iradesine terketmek, boyun eğmek.

teslis

  • Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. (Ekanim-i selâse de denir.)
  • Üçleme, ekanim-i selâse, Allah'ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı.

teslis akidesi / teslis akîdesi

  • Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.

tesmit

  • Aksıran kimselere: "Yerhamükâllah: Allah sana merhamet etsin" demek.

teşmit / teşmît

  • Aksıran kimseye: "Yerhamükâllah: Allah sana merhamet etsin" deme.
  • Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye "Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin" demek.

teşmiyet

  • Aksırana karşı hayır ve bereketle duâ etmek. (Yerhamükümullâh: Allah size merhamet ve rahmet ihsan etsin) meâlinde dua etmek.

teşri / teşrî

  • Kânun koyma. Allahü teâlânın ve peygamberlerinin, insan hayâtının maddî ve mânevî bütün yönlerine dâir emir ve yasaklar koyması.

teşrik tekbiri / teşrik tekbîri

  • Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri.

tetavvu'

  • Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet.

tevbe

  • (Tövbe) Yaptığı fenalığa pişman olmak. Allah'dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak.
  • Haram, günah işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek.

tevbe-i istigfar / tevbe-i istigfâr

  • Kendini kusurlu görerek, günâhlara tövbe etmek, Allahü teâlâdan af dilemek.

tevdi'

  • Emanet vermek, bırakmak.
  • Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi.
  • Mutlaka terkedip bırakmak.

teveccüh

  • Yönelme.
  • Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
  • Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velîni

teveccüh-ü ehadiyet / تَوَجُّهُ اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılıp görünerek yönelmesi.

teveccüh-ü emr-i rabbaniye / teveccüh-ü emr-i rabbânîye

  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın emrinin varlıklara yönelmesi.

teveccüh-ü ilahi / teveccüh-ü ilâhî / تَوَجُّهُ اِلٓهِي

  • Allah'a yöneliş.
  • Allahın beğenerek (rahmetiyle) yönelmesi.

teveddüd-ü ilahi / teveddüd-ü ilâhî

  • Allah'ın Kendini sevdirmesi.

teveddüdat

  • Allah'ın kullarına kendisini sevdirmek için sunduğu nimetler.

tevehhüm-i ebediyet

  • Ebedî yaşayacağını zannedip Allah'ın emirlerinden ve âhiret için hazırlanmaktan gaflet etmek. Hiç ölmeyecekmiş gibi evhâm ile sâdece bu dünyayı ve dünya menfaatlerini düşünmek.

tevekkelna alallah / tevekkelnâ alâllah

  • "Allah'a tevekkül ettik, dayandık".

tevekkelnaalallah / tevekkelnâalallah

  • Allaha tevekkül ettik.

tevekkeltu alallah / tevekkeltû alâllah

  • "Allah'a dayandım ve güvendim".

tevekkeltü alallah / tevekkeltü alâllah

  • Allah'a tevekkül ettim (meâlindedir).
  • "Allah'a tevekkül ettim, dayandım".

tevekkeltüalallah

  • Allaha tevekkül ettim.

tevekkül / توكل / تَوَكُّلْ

  • İşi başkasına ısmarlamak.
  • Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek.
  • Yeis ve kederden uzak olmak.
  • Âcizlik göstermek
  • Allah'a dayanma ve güvenme.
  • Allahü teâlâya teslim olma. Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her işte Allahü teâlâya îtimâd etmesi, güvenmesi.
  • Vekil etme, gerekeni yaptıktan sonra neticeyi Allaha bırakma.
  • Allah'a güvenmek, kadere razı olmak, işi Allah'a bırakmak.
  • İşi Allah'a bırakma.
  • Sebeblerine uyup neticeyi Allaha bırakma.

tevekkül-ü tembelane / tevekkül-ü tembelâne

  • Tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah'tan isteme.

tevekkülvari / tevekkülvâri

  • Tevekkül ederek, Allah'a güvenerek.

tevelli / tevellî

  • Dostluk, birisini Allah rızâsı için sevme, dost edinme.

tevessül

  • Allah'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek.
  • Sarılmak.
  • Baş vurmak.
  • İnanmak.
  • Sebeb tutmak.
  • Hırsızlık.
  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

tevfik / tevfîk

  • Allahü teâlânın kullarının işini, rızâsına muvâfık (uygun) kılması, şer (kötülük) yolunu kapayıp, hayır (iyilik) yolunu kolaylaştırması.

tevfik-i hüda / tevfîk-i hüdâ

  • Allah'ın yardımı.

tevfik-i ilahi / tevfik-i ilâhî

  • Allah'ın yardımı.

tevfik-i ilahiye / tevfik-i ilâhiye

  • Allah'ın yardımı.

tevfik-i rabbani / tevfik-i rabbânî

  • Her şeyin Rabbi olan Allah'ın yardımı, muvaffak kılması.

tevfikat-ı samedani / tevfikat-ı samedanî

  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın yardımları, muvaffakiyet bahşetmesi.

tevfikat-ı samedaniye

  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şey Kendisine muhtaç olan Allah'ın başarılı kılması.

tevfikat-ı sübhaniye / tevfikat-ı sübhâniye

  • Bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh ve uzak olan Allah'ın verdiği yardım ve başarılar.

tevfiz

  • Yetki ve sorumluluğu başkasına veya Allah'a havale etme.

tevhid / tevhîd / تَوْح۪يدْ

  • Birleme. Bir Allah'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illallah sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak.
  • Edb: Allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume.
  • Allah'ın birliği.
  • Birleme, Allahın birliğine inanma.
  • Birleme; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bilme ve inanma.
  • Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek.
  • Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.
  • Allahı birleme.

tevhid sikkesi

  • Varlıkların üzerinde görülen ve Allah'ın birliğini ispat eden damga.

tevhid-i ami / tevhid-i âmi

  • Sıradan bir insanın Allah'ın birliğine inanması.

tevhid-i ami ve zahiri / tevhid-i âmî ve zahirî

  • Yüzeysel ve taklidî bir şekilde Allah'ın bir olduğuna inanma.

tevhid-i azam / tevhid-i âzam

  • Allah'ın birliğinin en büyük şekilde tecelli etmesi.

tevhid-i ceberut / tevhid-i ceberût

  • Bütün varlıklara boyun eğdiren kudret ve otoritenin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve kudret ve otorite hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
  • Kâinatın simasına akseden azamet, kibriya, haşmet, kudret gibi yüce sıfatları bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.

tevhid-i celal / tevhid-i celâl

  • Kâinatta var olan heybet, haşmet, görkem gibi her türlü celâlî hâlin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve heybet ve haşmet hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i celali / tevhid-i celâli

  • Allah'ın haşmet ve heybetiyle tek ve bir olması ve hiçbir şekilde ve keyfiyette ortağının bulunmaması.

tevhid-i hakiki / tevhîd-i hakîki / tevhîd-i hakîkî / تَوْحِيدِ حَقِيقِي

  • Araştırarak, delilleriyle Allah'ın birliğini kabul etme.
  • Delil ve isbata dayalı hakiki ma'nadaAllahı birleme.

tevhid-i ilahi / tevhid-i ilâhî / tevhîd-i ilâhî / تَوْحِيدِ اِلٓهِي

  • Allah'ın birliği.
  • Allahı birleme.

tevhid-i kayyumiyet / tevhid-i kayyûmiyet

  • Allah'tan başka varlıkları ayakta tutup varlıklarını devam ettiren kuvvet ve kudretin olmaması.

tevhid-i mahz

  • Saf tevhid inancı; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğuna, hiçbir şirke girmeden tam mânâsıyla inanma.

tevhid-i muazzam

  • Büyük tevhid; birleme, herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bilme ve inanma.

tevhid-i rahman / tevhid-i rahmân

  • Rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ı bir olarak bilme ve ilân etme.

tevhid-i rububiyet

  • Rab olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve kâinatın idare ve tedbiri hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i şuhud / tevhid-i şuhûd

  • Görünen ve şahit olunan herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve görünen hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
  • Her nereye bakılırsa Allah'ın birliğini anlamak, hissetmek.
  • Görüş birliği.
  • Görünen ve gözlemlenen herşeyi bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.

tevhid-i şuhudi / tevhîd-i şuhûdî

  • Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) görmemek ve düşünmemek.

tevhid-i uluhiyet / tevhid-i ulûhiyet

  • İlâh olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve ibadetleri takdim hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.

tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet / tevhid-i ulûhiyet ve mâbudiyet

  • İlâhlığın ve kendisine ibadet edilecek olan varlığın birlenmesi ve yalnız bir olan Allah'ın kabul edilmesi.

tevhid-i vücudi / tevhîd-i vücûdî

  • Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) yok bilmektir.

tevhid-i zahiri / tevhid-i zâhirî / tevhîd-i zâhirî / تَوْح۪يدِ ظَاهِر۪ي

  • Yüzeysel bir bakış açısıyla "Allah'ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür" şeklindeki îmânî tasdik.
  • Delil ve araştırmaya dayanmayan Allah'ı birleme.

tevhidi / tevhidî

  • Tevhitle, her şeyin bir olan Allah'a ait olması ile ilgili.

tevhidkarane / tevhidkârâne

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren.

tevhit

  • Birleme; her şeyin bir olan Allah'a verme.

tevrat / tevrât

  • Dört büyük kitabdan biri. Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma gönderilen ilâhî kitab.

tevvab / tevvâb

  • (Tevbe. den) Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden Allah (C.C.).
  • Çok tevbe eden.
  • Tevbeyi kabul eden, Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına tövbe etme sebeblerini kolaylaştıran, şartlarına uygun tövbe edenlerin tövbesini kabûl eden.

tezahür-ü rububiyet / tezahür-ü rubûbiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, idare ve terbiyesinin görünmesi.
  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, idare ve terbiyesinin görünmesi.

tezahürat-ı cemaliye / tezahürat-ı cemâliye

  • Allah'ın güzelliğinin, lütuf ve iyiliklerinin varlıklar üzerinde görünüşleri.

tezahürat-ı cemaliye ve celaliye / tezahürât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları.

tezahürat-ı rububiyet / tezahürât-ı rububiyet

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin gözle görülür olması.

tezkiye-i nefs

  • Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
  • Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek

tıbb-ı rabbani / tıbb-ı rabbânî

  • Allah'ın Rablığına ait olan tıb ilmi.

tuka

  • Takva. Allah'tan korkmak. Havfullah.

tumaninet / tumânînet

  • Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması. Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır.

tur-i sina / tûr-i sînâ

  • Tûr dağı. Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâmı peygamberlikle müjdelediği ve sonra Tevrât'ı indirdiği, Kızıldeniz'in kuzeyinde, Asya ve Afrika kıtalarının arasındaki Sinâ yarımadasının güney kısmında yer alan dağ.

turra-i ehadiyet / طُرَّۀِ اَحَدِيَتْ

  • Allah'ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür.
  • Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.

turra-i samediyet / طُرَّۀِ صَمَدِيَتْ

  • Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatını gösteren özel işaret mühür.
  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allahın mührü.

turra-i vahdaniyet / turra-i vahdâniyet / طُرَّۀِ وَحْدَانِيَتْ

  • Allah'ın Zâtının birliğini ve tekliğini gösteren mühür.
  • Allahın birliğinin mührü.

ubudiyet

  • Allah'a kulluk.

ubudiyet-i muhammediye / ubûdiyet-i muhammediye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Allah'a olan kulluğu.

ubudiyyet / ubûdiyyet

  • Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.
  • Allahü teâlânın emirlerine teslîmiyet ve boyun eğmek. Allahü teâlânın işinden râzı olmak. Her an Allahü teâlâyı hatırlamak, anmak.

ukul-ü aşere / ukûl-ü aşere

  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah'ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllar.
  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl (Onlara göre birinci akıl Allah'ın yarattığı akıldır, diğerleri ise, her biri, sırasıyla bir sonrasını türetmiştir.).

ülü'l-azm

  • Şerîat sâhibi, yeni din getiren peygamberlerden altı tânesine ve en büyüklerine verilen ad. Bunlar; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken çok sıkıntı çektikleri ve bu sık ıntılara sabr ettikleri için kendilerine bu isim

uluhiyet / ulûhiyet

  • İlâhlık.
  • Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
  • İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.

uluhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye / uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye

  • Vahdet-ül vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatiyetin eşyaya sirayet etmesi, yani tecelli etmesi mânasında olan bu tabirlerden, ehil olmayanlar; Allah'ın tecessümünü veya eşyaya hulûl'ünü veya eşya ile ittihad ve ittisal'ini zu'metmek gibi bâtıl vehimlere düştül

uluhiyyet

  • Allahlık, ilâhlık.

ümm-ül-mü'minin / ümm-ül-mü'minîn

  • "Mü'minlerin anası" mânâsına Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek zevcelerinden her birine verilen lakab (isim).

umman-ı vahdet

  • Allah'ın birlik denizi, okyanusu.

ümmet-i kaime

  • Hakşinas, doğru, doğrudan ve Allah için kalkan, müstakim ve âdil ümmet.

ümmet-i merhume-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden, Allah'ın rahmetine ermiş olan Müslümanlar.

ümmid ve korku / ümmîd ve korku

  • Allahü teâlânın rahmetini ummak ve azâbından korkmak.

umumiyet-i hakimiyet / umumiyet-i hâkimiyet

  • Allah'ın hükümranlığının kuşatıcılığı.

ünvan-ı ilahi / ünvan-ı ilâhî

  • Allah'ın ünvanı, ismi.

urefa / urefâ

  • Ârifler, Allah'ı isim ve sıfatlarıyla hakkıyla tanıyanlar.

üstad-ı ezeli / üstâd-ı ezelî

  • Varlığının başlangıcı olmayan ve bütün ilimlerin öğreticisi olan Allah.

üstad-ı kader

  • Kader Üstadı; Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir edip, plânlaması demek olan kader ilmi, kader kalemi.

üstad-ı küll / üstâd-ı küll / اُسْتَادِ كُلْ

  • Herşeyin üstadı, hocası (Allah).

üstad-ı zülcelal / üstâd-ı zülcelâl

  • Celâl ve haşmet sahibi üstad; Cenâb-ı Allah.

usulü'd-din allameleri / usûlü'd-din allâmeleri

  • Kelâm âlimleri, mütekellimler; Allah'ın zât ve sıfatlarından, peygamberlik, âhiret ve inançla ilgili diğer meselelerden İslâmî esaslar dâiresinde bahseden âlimler.

va'd

  • Söz verme, söz verilen şey.
  • Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
  • Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.

va'id / va'îd

  • Allahü teâlânın azâb yapacağına söz vermesi.

vaad ve vaid-i ilahi / vaad ve vaîd-i ilâhî

  • Cenab-ı Allah'ın mükafat için söz vermesi ve azapla korkutması.

vaad-i ilahi / vaad-i ilâhî

  • Allah'ın verdiği söz.

vacib / vâcib

  • Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
  • Varlığı zorunlu olan.
  • (Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
  • Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
  • Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.

vacib-i ehad / vâcib-i ehad

  • Varlığı zorunlu olan ve her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen Allah.

vacib-i sermedi / vâcib-i sermedî

  • Varlığı zorunlu ve devamlı olan Allah.

vacib-ül-vücud / vâcib-ül-vücûd

  • Varlığı mutlaka lâzım olan Allahü teâlâ.

vacibu'l-vücud / vâcibu'l-vücûd

  • Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah.

vacibü'l-vücud / vâcibü'l-vücud / vâcibü'l-vücûd

  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.
  • Varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah.

vacibü'l-vücud teala ve tekaddes hazretleri / vâcibü'l-vücud tealâ ve tekaddes hazretleri

  • Namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.

vacibülvücud / vâcibülvücûd

  • Varlığı zaruri olan Allah.

vacid / vâcid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ma'bûd, Rab, ilâh olan, zâtında bulunması lâzım ve lâyık olan bütün sıfatları kendisinde bulunan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan.

vahdani / vahdanî

  • Allah'ın birliği ile alâkalı.

vahdaniyet / vahdâniyet / وَحْدَانِيَتْ

  • Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
  • Allah'ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının bulunmayışı.
  • Allahın "bir" olması.
  • Allahın birliği.

vahdaniyet fermanı / vahdâniyet fermanı

  • Allah'ın bir ve benzersiz olduğunu ve ortağının bulunmadığını ilân eden buyruk.

vahdaniyet-i ilahiye / vahdâniyet-i ilâhiye / وَحْدَانِيَتِ اِلٰهِيَه

  • Allah'ın bir ve tek olması.
  • Allahın birliği.

vahdaniyet-i rabbaniye / vahdâniyet-i rabbâniye

  • Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın birliği.

vahdaniyyet / vahdâniyyet

  • Allahü teâlânın zâtî sıfatlarından. Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve işlerinde tek olup, ortağı olmaması.

vahdet

  • Allah'ın birliği.
  • Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
  • Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması.
  • Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.

vahdet nağmesi

  • Ahenkli bir nidayla her şeyin Allah'ın birliğini anlatması.

vahdet-i ehadiyet

  • Allah'ın birliği ve tekliği; her bir varlık üzerinde görünen tecellîlerin bir olan Allah'a ait olması.

vahdet-i hakiki / vahdet-i hakikî

  • Allah'ın gerçek anlamda tek oluşu.

vahdet-i ilahiye / vahdet-i ilâhiye

  • Allah'ın birliği.

vahdet-i mutlaka

  • Sınırsız birlik; Allah'ın mutlak anlamda bir ve tek oluşu.

vahdet-i rabbaniye / vahdet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın birliği.

vahdet-i rububiyet

  • Allah'ın varlıkları terbiye ve idare etmesindeki birlik.

vahdet-i sani / vahdet-i sâni

  • Herşeyi san'atla yaratanın birliği; kâinatın san'atkârı olan Allah'ın birliği.

vahdet-i vücud / vahdet-i vücûd

  • Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) muhabbetle zikir yapması esnâsında, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız O'nu bilmesi hâli.

vahdet-i vücut

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzında, Allah'tan başka varlıkları âdeta inkar eden bir tasavvufî görüş.

vahdet-ül vücud

  • (Vahdet-üş şuhud) Her yerde ve herşeyde kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır.

vahdetü'l-mevcud

  • "Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.

vahdetü'l-vücud

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve varlık adını almaya lâyık değildirler" şeklinde bir görüş; Allah'tan başka varlıkları yok saymak.

vahdetü'l-vücud ehli

  • "Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzındaki tasavvufî görüş sahipleri.

vahdetü'ş-şuhud

  • "Allah'tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi" tarzında tasavvufî bir görüş; Allah'tan başka varlıkları nisyan (unutma) perdesine sarmak.

vahdetü'ş-şühud

  • İlâhi tecellilerin karşısında Allah'tan başka bir şeyin görülmemesi ve Allah'tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi.

vahib-i hayat / vâhib-i hayat

  • Hayat bağışlayan Allah.

vahib-ül hayat / vâhib-ül hayat

  • Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C.C.).

vahibü'l-a'mal ve'l-amal / vâhibü'l-a'mâl ve'l-âmâl

  • Amellerin ve emellerin karşılığını veren Allah.

vahibü'l-hayat / vâhibü'l-hayat

  • Hayatı veren Allah.

vahid / vâhid

  • Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan Allah (C.C.) Ferid.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Zâtında benzeri olmamakta tek olan.

vahid ve ehad / vâhid ve ehad

  • Bir olan ve her bir varlıkta birliği görülen Allah.

vahid-i ehad / vâhid-i ehad

  • Birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı tecellîleri görülen Allah.

vahid-i ehad-i samed / vâhid-i ehad-i samed

  • Bir ve tek olan, birliği bütün varlıkları kuşattığı gibi herbir varlıkta da tecellî eden, hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah.

vahid-i hakiki / vahid-i hakikî

  • Eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allah.

vahid-i kadir / vâhid-i kadîr

  • Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, ve birliği herşeyi kaplayan Allah.

vahid-i vacib / vahid-i vâcib

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve herbir varlıkta birliği görünen Allah.

vahid-i zülcelal / vâhid-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve görkem sahibi, bir ve tek olan Allah.

vahidiyet / vâhidiyet

  • Allah'ın birliği ve birliğin her tarafı kaplaması.

vahiy / وَحِيْ

  • Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi.
  • Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir.
  • Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve
  • Bir emrin veya bir hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi.
  • İlâhî bilgi Allah'tan peygamberlere gelen özelliği, Allah'ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.
  • Allahın peygamberlerine bildirmesi.

vahy

  • Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını, peygamberlerine melek vâsıtasıyla veya vâsıtasız olarak bildirmesi.
  • Allah tarafından gelen emir ve yasaklar.

vahy-i gayri metluv / vahy-i gayri metlûv

  • Allahü teâlâ tarafından peygamberlerin kalblerine bildirilen vahyi, peygamberlerin kendilerine âit kelimelerle yanındakilere bildirmesi. Hadîs-i kudsî.

vahy-i ilahi / vahy-i ilâhî

  • Allah tarafından peygamberlere bildirilen emir ve yasaklar.

vahy-i ilahiye / vahy-i ilâhiye

  • Allah tarafından vahiyle gelen emir ve yasaklar.

vahy-i mahz

  • Tamamıyla Allah'ın vahyi olan, hâlis ve katıksız vahiy.
  • Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy. Sırf vahiy olup, içinde Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy.

vahy-i metluv / vahy-i metlûv

  • Cebrâil aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek peygamberlere okuması.

vahy-i rabbani / vahy-i rabbânî / وَحْيِ رَبَّان۪ي

  • Her şeyin rabbi olan Allah'ın vahyetmesi.
  • Allahın bildirmesi.

vahy-i semavi / vahy-i semavî / vahy-i semâvî / وَحْيِ سَمَاو۪ي

  • Beşerin düşünerek yapmasına inkân olmayan, Allah (C.C.) tarafından melek vasıtasıyla Peygambere gönderilen vahiy.
  • Allah'ın peygamberlerine vahyettiği şeyler, din.
  • Peygamberlere Allah tarafından gönderilen vahiy.

vaid / vaîd

  • Korkutma, tehdit etme.
  • Allah'ın azap ve cezayla korkutması
  • felâket, cehennem.

vakf

  • Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak.
  • Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek. Menfaatı hayır nevilerinden birisine âit olmak üzere bir mülkü ilelebed vermek.

vakfetmek

  • Fık: Bir malı veya bir şeyi bir işe bağlayıp o yolda devamlı kılmak.
  • Bir şeyi karşılıksız olarak Allah yoluna vermek.
  • Allah için vermek.

vakıf / vâkıf

  • Bilen, Allah için veren.
  • Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
  • Bir işten haberi olan.
  • Arafât'ta vakfeye duran.

vakıf-ı esrar-ı sübhan / vâkıf-ı esrar-ı sübhân

  • Gizli sırları bilen, her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah.

vali / vâlî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin mâliki (sâhibi), yaratıcısı, bütün işler tasarrufunda olan, her şey O'nun irâdesi, hükmü ile olan.

vallahi / vallâhi / vallâhî

  • Allah için, Allah hakkı için, Allah'a yemin ederim (meâlinde büyük yemin.)
  • Allah'a yemin olsun.
  • Allah için.
  • Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.

vallahu a'lem

  • En iyisini Allah bilir.

vallahu a'lemu bi's-savab

  • Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

varidat-ı ilahiyye / vâridât-ı ilâhiyye

  • Allahü teâlâdan gelen feyzler ve ilhamlar.

varis / vâris / وَارِثْ

  • Servetlerin hakiki sahibi olan (Allah).

vasi' / vâsi'

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Rahmeti, ilmi, kudreti, ihsânı ve nîmetleri her şeyi kuşatan ve her şeye kâfi olan, kudretinin ve ilminin nihâyeti olmayan.
  • (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
  • Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)

vasl

  • Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
  • Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd

vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî

  • Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.

vav-ı kasem

  • Gr: Herhangi bir kelimenin, çok defa Allah isminin evveline gelerek, yemin için kullanılan vav harfi. Vallahi, Veşşemsi, Velfecri kelimelerinde olduğu gibi.

vazife-i fıtriye-i rabbaniye / vazife-i fıtriye-i rabbâniye

  • Allah'ın herbir varlığa yüklediği yaratılış görevi.

vazife-i ilahi / vazife-i ilâhi

  • Allah'a ait görev.

vazife-i ilahiye / vazife-i ilâhiye

  • Allah'ın vazifesi.

vazife-i rabbaniye / vazife-i rabbâniye

  • Her şeyin Rabbi olan Allah'a karşı yapılan görev.

vazife-i tefekküriye ve ubudiyet

  • Varlıklar ve olaylar üzerinde düşünüp Allah'ı tanıma ve Ona kullukta bulunma görevi.

vazife-i tesbihiye

  • Allah'ı övme ve şanına layık ifadelerle anma görevi.

vazife-i teslim ve tefviz

  • Kendini Allah'a teslim etme ve herşeyini Ona havale etme görevi.

ve minallahi't-tevfik

  • Muvaffakiyet sadece Allah'tandır.

ve minellahi't-tevfik / ve minellahi't-tevfîk

  • Başarmak sadece Allah'tandır.

ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-alemin / ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn

  • Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

ve'l-ilmu indallah

  • Gerçek bilgi ancak Allah katındadır.

ve'l-ilmü indallah

  • Bilgi Allah katındadır.

ve'ş-şükrü lillah / ve'ş-şükrü lillâh

  • "Şükür Allah'a mahsustur".

vecd

  • Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.

veda haccı / vedâ haccı

  • Hicretin onuncu senesinde Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem yüz bin kişiden fazla sahâbinin katılmasıyla yaptığı son haccı.

veda hutbesi / vedâ hutbesi

  • Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin onuncu senesinde yaptığı Vedâ haccı sırasında îrâd buyurduğu (okuduğu) hutbe.

veda'

  • Ayrılık.
  • Ayrılışta selâmlamak.
  • "Allah'a ısmarladık" demek.

vediatullah / vediatullâh / vedîatullah

  • Allah'ın emaneti.
  • Allah'ın emaneti.

vedud / vedûd / وَدُودْ

  • Kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün yarattıklarına ihsân eden, onlara iyilik ve ihsân etmeyi seven, beğenen Allahü teâlâ.
  • Çok sevilen, Allah.
  • Çok seven ve sevilen (Allah).

veffakakellah

  • Allah seni muvaffak etsin, başarılı kılsın.

veffakakümullah

  • Allah sizleri muvaffak etsin.

veffakakümüllah

  • Allah başarılı kılsın.

veffekakellah

  • Allah seni muvaffak eylesin.

vehbi / vehbî / وَهْب۪ي

  • Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
  • Allah vergisi, ikramı.
  • Allah vergisi.
  • Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.
  • Allah vergisi.

vehhab / vehhâb / وَهَّابْ

  • Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri.
  • Çok ihsan eden, bağışlayan, Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ.
  • Çokça ve sürekli olarak ihsan eden ve bağışlayan Allah.
  • Çok hibe eden, fazlaca bağışlayan (Allah).

vehhab-ı rezzak / vehhâb-ı rezzâk

  • Çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; Allah.

vehhabiyet / vehhâbîyet

  • Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması.

vekil / vekîl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
  • Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.

velayet-i kamile / velâyet-i kâmile

  • Mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah'ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği.

velediyet / وَلَدِيَتْ

  • Hıristiyanlık ve Musevîlikte bulunan ve hâşâ Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Üzeyr'in (a.s.) Allah'ın oğlu olduğunu kabul eden bâtıl inanç.
  • Birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri.
  • İsa (as) ın, hâşâ, Allahın oğlu olduğu iftirası.

velediyet akidesi

  • Hıristiyanlıktaki, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki bâtıl akide, inanç.

veli / velî

  • Allah dostu.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mü'minleri seven, onlara yardım eden, işlerini bitiren, sevdiklerini sevmediklerine gâlib, üstün kılan, kâfirleri sevmeyen.
  • Bir çocuğun veya kadının babası yoksa baba tarafından dedesi, yoksa kâdı veya bunların vasî tâyin ettik

veliyyullah / velîyyullah

  • Allah'ın velisi, dostu.
  • Allah'ın (C.C.) veli kulu.
  • Allahın velî kulu.

velvele-i naz ü niyaz / velvele-i nâz ü niyaz

  • Allah'a yalvarıp yakarmanın heyecanlı, coşkun sesi.

velvele-i tekbir ve teşekkür

  • "Allahu Ekber" ve teşekkür sesleriyle yapılan şenlik.

vera-ül-vera / verâ-ül-verâ

  • Ötelerin ötesi. Nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmeyen. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden dînî bir terim.

veraset

  • Miras sahibi olma. Ölen bir kimsenin mallarının Allah'ın (C.C.) emrine göre, şeriatça mirasçılara geçmesi.
  • İrsiyet. Varislik, mirasçılık. Mirasta hak sahibi olma.

veraset-i ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) risaleti yani, Allah'ın insanlara elçiliği yönüne varis olma özelliği.

vesile / vesîle

  • Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey.

vilayet / vilâyet

  • Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.

vilayet yolu / vilâyet yolu

  • Bir vâsıtanın yâni yetişmiş bir velînin yol göstermesi lâzım olan, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolu.

vildan / vildân

  • Allahü teâlânın cennettekilere hizmet için nûrdan yarattığı güler yüzlü ve tatlı dilli hizmetçiler.

vücub ve vahdaniyet-i ilahiye / vücub ve vahdâniyet-i ilâhiye

  • Allah'ın birliği ve varlığının zorunlu oluşu.

vücub ve vahdet-i sani / vücub ve vahdet-i sâni

  • Herşeyi san'atla yaratan Allah'ın birliği ve varlığının zorunlu olması.

vücub-u sani / vücub-u sâni

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın varlığının gerekliliği.

vücub-u vacib / vücub-u vâcib

  • Varlığı zorunlu olan Allah'ın varlığı.

vücub-u vahdet

  • Allah'ın birliğinin zorunlu oluşu.

vücub-u vücud / vücub-u vücûd / vücûb-u vücûd

  • Allah'ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması.
  • Allah'ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması.
  • Varlığı zorunlu olan, yok olması düşünülemeyen, var olmak için hiç bir sebebe muhtaç olmayan varlık; Allah.

vücub-u vücud ve vahdet

  • Allah'ın varlığının zorunlu oluşu ve birliği.

vücub-u zekat / vücub-u zekât

  • Zekâtın vacib, şart oluşu.
  • Verilmesi Allah tarafından emredilmiş olan zekât.

vücud ve vahdaniyet-i ilahiye / vücud ve vahdâniyet-i ilâhiye

  • Allah'ın varlığı, bir ve benzersiz oluşu.

vücud-u akdes

  • Bütün eksik ve kusurlardan pâk olan Allah'ın kendi zâtına ait varlığı.

vücud-u harici / vücûd-u hâricî / وُجُودُ خَارِج۪ي

  • Allahın irâde ve kudretiyle varlığa çıkma.

vücud-u ilahi / vücud-u ilâhî

  • Allah'ın varlığı.

vücud-u sani / vücud-u sâni

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın varlığı.

vücud-u vacib / vücud-u vâcib / vücûd-u vâcib / وُجُودُ وَاجِبْ

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah'ın varlığı.
  • Allahın zarûrî olan varlığı.

vücud-u vacibü'l-vücud / vücud-u vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah'ın varlığı.

vücud-u vahdet

  • Allah'ın varlığı ve birliği.

vücud-u vücubi / vücud-u vücubî

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve diğer varlıkların var olması Kendisine bağlı olan, yokluğu düşünülemeyen varlık, Allah.

vücuh-u ibadat / vücuh-u ibâdât

  • Allah'a ibadet ve kulluk tarzları.

vücut ve vahdet

  • Allah'ın varlığı ve birliği.

vukuf-i adedi / vukûf-i adedî

  • Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

vüs'at-i rahmet-i ilahiye / vüs'at-i rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın rahmetinin bolluğu, genişliği.

vuslat

  • Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.

ya azim / yâ azîm

  • Ey büyük ve yüce olan Allah.

ya celil / yâ celîl

  • Ey sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah.

ya cemil / yâ cemîl

  • Ey bütün güzelliklerin sahibi ve sonsuz güzellik sahibi Allah.

ya erhamerrahimin / yâ erhamerrâhimîn

  • Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.

ya hak / yâ hak

  • Ey varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.

ya hakim / yâ hakîm

  • Ey herşeyi belirli maksat ve gayelere uygun olarak faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah.

ya hayy / yâ hayy

  • Ey gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah.

ya hu / yâ hû

  • Ey Allah'ım.

ya ilahi / yâ ilâhî

  • Ey Allah'ım!.

ya kebir / yâ kebîr

  • Ey büyüklük sahibi Allah.

ya kerim / yâ kerîm

  • Sınırsız ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah.

ya mabud / yâ mâbud

  • Ey ancak kendine ibadet edilen Allah.

ya maksud / yâ maksud

  • Ey bütün varlıkların rızasına ermeyi ve cemâlini görmeyi arzuladıkları Allah.

ya mevcud / yâ mevcud

  • Ey varlığı ezelî ve ebedî olan Allah.

ya rabbe'l-alemin / yâ rabbe'l-âlemîn

  • Ey âlemlerin Rabbi olan, bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah'ım.

ya rabbi / yâ rabbi

  • Ey Rabbim; ey her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ım.

ya rahim / yâ rahîm

  • Ey rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.

ya sabur / yâ sabûr

  • Ey çok sabırlı olan Allah.

ya vedud / yâ vedûd

  • Ey kullarını çok seven ve şefkat eden, kendisine çok sevgi beslenen Allah.

yad-ı daşt / yâd-ı daşt

  • Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.

yad-ı gird / yâd-ı gird

  • Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.

yağfirullah

  • Allah mağfiret eyler, eylesin, günahlarını örtsün (meâlinde söylenir).

yağmur duası / yağmur duâsı

  • Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ.

yakub aleyhisselam / yâkûb aleyhisselâm

  • Ken'an diyârındaki (Fenike denilen Sayda, Sur ve Beyrut ile Filistin ve Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan eski bir memleket) insanlara gönderilmiş olan peygamber. İshâk aleyhisselâmın oğlu, Yûsuf aleyhisselâmın babasıdır. Yâkûb, İbrânice bir isim olup, "Allahü teâlânın saf ve temiz kıldığı kul" m

yar-ı gar / yâr-ı gar

  • Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.

yed

  • Kelime mânâsı "el" demek olup, Allahü teâlâ hakkında kudret, gücü yetmek mânâsı verilen lafız, söz.

yed-i kudret

  • Allah'ın kudret eli.
  • Allahü teâlânın kudreti.
  • Allah'ın kudreti ve kudretinin tasarrufu.

yed-i rahmet

  • Allah'ın rahmet eli.

yedi meratib-i tevhid

  • Herşeyi bir olan Allah'a verme konusundaki yedi derece.

yemin / yemîn

  • Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem.
  • El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.
  • Mübarek.
  • Sağ taraf, sağ el.
  • Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.

yerhamükallah

  • Aksırıp, Elhamdülillah diyene, yanında bulunan kimsenin; "Allahü teâlâ sana merhamet etsin" mânâsına söylediği mübârek bir söz, teşmit.

yerhamükümullah

  • "Allah (C.C.) size rahmet ve merhamet eylesin" meâlinde dua olup, aksıran kimseye söylenmesi sünnettir.

yevm-i mahşer

  • Âhirette Allah tarafından yeniden diriltilen insanların toplanacağı gün.

yezdan / yezdân

  • Allah (c.c.).
  • Mecûsilere göre hayırları yaratan hayır tanrısı.

yezid bin ebi süfyan

  • Ebu Süfyan'ın oğlu. Hz. Muaviye'nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme'nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh'ın Şam'a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vef

yusuf aleyhisselam / yûsuf aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.

zadellah

  • Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).

zahir / zâhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
  • Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
  • Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açı

zakir / zâkir

  • Zikreden, Allah'ı anan.
  • Zikreden, Allahı anan.

zalim / zâlim

  • Zulm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden.
  • Allahü teâlâya inanmayan kâfir.

zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran

  • İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.

zaruriyyat-ı diniyye

  • İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak.)

zat ve sıfat ve esma-i ilahiye / zât ve sıfât ve esmâ-i ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'ın Zâtı, sıfatı ve isimleri.

zat ve sıfat ve şuun-u ilahiye / zât ve sıfât ve şuûn-u ilâhiye

  • Allah'ın Zât, sıfat ve mukaddes özellikleri.

zat-ı adl / zât-ı adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı akdes / zât-ı akdes

  • Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah.

zat-ı akdes-i ilahi / zât-ı akdes-i ilâhî

  • Her türlü kusur ve noksandan sonsuz derece uzak olan Zât, Allah.

zat-ı alim / zât-ı alîm

  • Herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Zât, Allah.

zat-ı azamet-i kibriya / zât-ı azamet-i kibriyâ

  • Büyüklüğü haşmetli ve yüce olan Zât; Allah.

zat-ı baki / zât-ı bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Zât; Allah.

zat-ı baki-i hayy-ı kayyum / zât-ı bâki-i hayy-ı kayyûm

  • Varlığının sonu olmayan, hayatı ezelî ve ebedî olan ve bütün varlıkların ayakta durmaları, devam ve bekàları Kendine bağlı olan Zât; Allah.

zat-ı bari / zât-ı bâri

  • Herşeye bir kalıp ve bir şekil veren ve güzelce yaratan Zât, Allah.

zat-ı celil-i zülcemal / zât-ı celîl-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah.

zat-ı cemil-i zülcelal / zât-ı cemîl-i zülcelâl

  • Sınırsız yücelik ve haşmetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı cemil-i zülkemal / zât-ı cemîl-i zülkemal

  • Sonsuz mükemmellik ve güzellik sahibi Allah.

zat-ı ehad / zât-ı ehad

  • Her bir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah.

zat-ı ehad ve samed / zât-ı ehad ve samed

  • Birliği her bir varlıkta kendisini gösteren ve herşey Kendisine muhtaç olduğu hâlde Kendisi hiçbirşeye muhtaç olmayan Zât, Allah.

zat-ı ehad-i samed / zât-ı ehad-i samed / ذَاتِ اَحَدِ صَمَدْ

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah.
  • Her şey kendisine muhtaç olduğu halde, hiç bir şeye muhtaç olmayan, tek olan zat (Allah).

zat-ı ehadiye / zât-ı ehadiye

  • Tek olan herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah.

zat-ı ehadiyet / zât-ı ehadiyet

  • Herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah.

zat-ı ezeli / zât-ı ezelî

  • Varlığının başlangıcı olmayıp devamlı var olan Zât, Allah.

zat-ı ezeliye / zât-ı ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayıp zaman üstü sonsuz olan Zât, Allah.

zat-ı ferd / zât-ı ferd

  • Tek ve benzersiz olan Zât, Allah.

zat-ı ferd ve ehad / zât-ı ferd ve ehad

  • Benzeri olmayan ve herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah.

zat-ı ferd-i ehad-i samed / zât-ı ferd-i ehad-i samed

  • Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah.

zat-ı ferd-i vahid / zât-ı ferd-i vâhid

  • Bir ve tek olan Zât, Allah.

zat-ı ferd-i zülcelal / zât-ı ferd-i zülcelâl

  • Bir ve benzersiz olan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah.

zat-ı ganiyy-i ale'l-ıtlak / zât-ı ganiyy-i ale'l-ıtlak

  • Her cihetle hiçbir şeye muhtaç olmayan Zât, Allah.

zat-ı hafiz / zât-ı hafîz

  • Her şeyi koruyan ve saklayan Zât, Allah.

zat-ı hafiz-i bizeval / zât-ı hafîz-i bîzevâl

  • Herşeyi sonsuza kadar noksansız bir şekilde muhafaza eden Allah.

zat-ı hakim / zât-ı hakîm

  • Herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Zât, Allah.

zat-ı hakim-i hafiz / zât-ı hakîm-i hafîz

  • Herşeyi koruyup saklayan ve hikmetli bir şekilde yapan Zât, Allah.

zat-ı hakim-i zülcelal / zât-ı hakîm-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi olan ve her şeyi hikmetle yaratan Allah.

zat-ı hayy ve muhyi / zât-ı hayy ve muhyî

  • Gerçek hayat sahibi olan ve bütün canlılara hayat veren Zât, Allah.

zat-ı hayy-ı kayyum / zât-ı hayy-ı kayyûm / zât-ı hayy-ı kayyum / ذَاتِ حَيِّ قَيُّومْ

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah.
  • Daimi hayat sahibi olup, varlığında kimseye muhtâc olmayan ve mahlukatı varlıkta tutan zat (Allah).

zat-ı hayy-ı kayyum-u zülcelal / zât-ı hayy-ı kayyûm-u zülcelâl

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve her şeyi ayakta tutan, büyüklük ve haşmet sahibi zât, Allah.

zat-ı kadir / zât-ı kadîr

  • Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah.

zat-ı kadir-i alim / zât-ı kadîr-i alîm

  • Herşeyi hakkıyla bilen ve sonsuz güç ve kudret sahibi Zât, Allah.

zat-ı kadir-i hakim / zât-ı kadîr-i hakîm

  • Sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Zât, Allah.

zat-ı kayyum / zât-ı kayyûm

  • Herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Zât, Allah.

zat-ı kayyum-u ezeli / zât-ı kayyûm-u ezelî

  • Herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, kendi varlığının da başlangıcı olmayıp sürekli var olan Zât, Allah.

zat-ı kayyum-u zülcelal / zât-ı kayyûm-u zülcelâl

  • Herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, büyüklük ve haşmet sahibi Allah.

zat-ı kerim / zât-ı kerîm

  • Sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah.

zat-ı kerim-i zülcemal / zât-ı kerîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik ve cömertlik sahibi Allah.

zat-ı kibriya / zât-ı kibriya

  • Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah.

zat-ı mukaddes / zât-ı mukaddes

  • Her türlü noksanlık ve çirkinlikten yüce olan Zât, Allah.

zat-ı mukaddese-i ilahiye / zât-ı mukaddese-i ilâhiye

  • Allah'ın mukaddes zâtı.

zat-ı nuru'l-envar / zât-ı nuru'l-envâr

  • Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.

zat-ı rahim / zât-ı rahîm

  • Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat merhamet sahibi Zât; Allah.

zat-ı rahim ve kerim / zât-ı rahîm ve kerîm

  • Sonsuz rahmet ve ikram sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı rahim-i kerim / zât-ı rahîm-i kerîm

  • Sonsuz rahmet ve ikram sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm

  • Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm

  • Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zat-ı rahmanü'r-rahim / zât-ı rahmânü'r-rahîm

  • Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Zât, Allah.

zat-ı rezzak-ı şafi / zât-ı rezzâk-ı şâfî

  • Bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allah.

zat-ı vacibü'l-vücud / zât-ı vâcibü'l-vücud

  • Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah.

zat-ı vahid / zât-ı vâhid

  • Bir ve tek olan Zât, Allah.

zat-ı vahid-i ehad / zât-ı vâhid-i ehad

  • Birliği her şeyi kapladığı gibi her bir şeyde de tecellîleri görülen Zât; Allah.

zat-ı zişuun / zât-ı zîşuûn

  • Şuûn sahibi Zât, Allah.

zat-ı zülcelal / zât-ı zülcelâl / ذَاتِ ذُوالْجَلَالْ

  • Sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah.
  • Haşmet sâhibi olan zât (Allah).

zat-ı zülcelal ve'l-ikram / zât-ı zülcelâl ve'l-ikram

  • Sonsuz yücelik, haşmet sahibi olan, çok ihsan ve bağışta bulunan Allah.

zat-ı zülcemal / zât-ı zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi Zât, Allah.

zat-ı zülcemal ve kemal / zât-ı zülcemâl ve kemâl

  • Sonsuz güzellik ve mükemmellik sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı zülkemal / zât-ı zülkemâl

  • Sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah.

zemzeme-i ezkar / zemzeme-i ezkâr

  • Allah'ı anmanın hoş, güzel nağmeleri.

zemzeme-i tevhid

  • Allah'ı birleyen ve her şeyin Ona ait olduğunu ilân eden coşkulu sesler.

zenadık

  • (Tekili: Zındık) Zındıklar. Allah'a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar.

zenbilli ali efendi

  • Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Süleyman devrinin meşhur Şeyh-ül İslâmı ve âlimidir. Asıl adı Alâaddin Ali Cemâl Çelebi'dir. Allah rızası ve Allah korkusundan başka birşey tanımaması sayesinde, pervasız hareketleri ile bir çok insanın hayatlarını koruyabilmiş, adaleti te'min etmiştir. Sağlam dindar

zeval-i gaflet

  • Gafletin dağılması; Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâlinin sona ermesi.

zevk-i tevhidi / zevk-i tevhidî

  • Allah'ı bilmenin ve Ona inanmanın verdiği mânevî zevk, lezzet.

zındık

  • Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın