Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Alel
ifadesini içeren
86
kelime bulundu...
acaleten / acâleten / عجالة
Alelacele.
(Arapça)
aceleten / عجلة
Çarçabuk, alelacele.
(Arapça)
adalat
(Tekili: Adale) Adaleler.
ade / âde
Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ: Harikulâde, alelâde, fevkalâde.
adeta / adetâ
Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz.
atlal
(Tekili: Talel) şekiller, biçimler.
azulat / azulât / عضلات
Adaleler.
(Arapça)
barla
Nur Risalelerinin yazıldığı belde.
başmuharrir
Başyazar, bir süreli yayında başmakaleleri, başyazıları yazan yazar.
cemil-i ale-l ıtlak
(Cemil-i alelıtlak) Her cihetle çok güzel ve mükemmel.
cünah
Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, "günah" kelimesinin aslı budur.
ebrac
Burçlar, kaleler.
eglal
(Tekili: Gull) Halkalar. Kelepçeler. Mahkemenin cezaya müstehak kılıp mahkum ettiği kimselerin boyun ve ayaklarına vurulan zincirler.
(Galel) Ağaçlar arasında korulukta akan sular.
ekseriya
(Ekseriyya) Pek çok zaman, en ziyade, sık sık, ekseriyet üzere, alel-ekser.
ensal
(Tekili: Nesl) Nesiller. Soylar. Zürriyetler. Sülâleler.
envar-ı resail / envâr-ı resâil
Risalelerin nurları.
esvar
(Tekili: Sur) Surlar, hisarlar, kaleler, kal'alar.
Ziyafetler, şölenler.
evzar
(Tekili: Vizr) Ağırlıklar. Yükler.
Mc: Günahlar.
(Vezer) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler.
Üstünlükler, galebeler.
Dağlar.
fikr-i amiyane / fikr-i âmiyane
Bayağı fikir, alelâde düşünce.
haledar / hâledar / hâledâr
Haleli, halelenmiş. Parlak daireli.
Halelenmiş; etrafı parlak ışık gibi çevrilip sarılmış.
Hâleli.
halel
Halel gelmek:
Bozulmak, lekelenmek, gölge düşmek.
haleldar / haleldâr / خللدار
Bozulmuş, bozuk.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr olmak:
Bozulmak, halel gelmek.
(Arapça - Farsça)
halelpezir / halelpezîr
Bozulan, Halel bulan. Eksik. Fesad kabul eden. Bozuk.
(Farsça)
hisarlı
Hisarla çevrili yer.
Hisarda oturan, kalede mukim.
Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit
husun
(Tekili: Hısn) Kaleler. Korunacak sağlam yerler.
husun-i refia / husun-i refîa
Yüksek kaleler.
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
icaz-ı hazf
Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
ihlal / ihlâl / اخلال
(Halel. den) Sakatlamak. Bozmak. Halel vermek.
Birini ihtiyaç içinde bırakmak.
Düşmanın haklarına vefa etmeyip gadretmek.
"Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme.
Bozma, lekeleme, halel getirme.
(Arapça)
İhlâl edilmek:
Bozulmak, halel getirilmek.
(Arapça)
İhlâl etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça)
ıhtilal
(İhtilal) Halel vermek, zarar vermek.
Muhtaç olmak.
ikamet / ikâmet
Kâmet. Erkeklerin farz namaza başlamadan önce okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi. Ezândan farkı fazla olarak "Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına olan "kad kâmet-issalâtü denir.
Oturmak, bir yerde kalmak.
illa / illâ
(İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
imalat
(Tekili: İmale) İmaleler. Meylettirmeler. Eğmeler.
istirha-yi adelat / istirha-yi adelât
Adalelerin, kasların gevşemesi.
kadh
Zemmetme, çekiştirme. Bir kimsenin ayıb ve kusurlarını söyleyerek gıybet etme.
Men'etmek, engel olmak.
Çakmak taşını çakmak.
Bir kimsenin işine halel vermek.
kapçak
Tar: Eski zaman muharebelerinde muhasara edilen kalelerin duvarlarına tırmanmak için kullanılan büyük çengel.
kariyer
Bir insanın kendisini hasretmiş olduğu meslek.
(Fransızca)
Bir meslekte alınan merhalelerin bütünü.
(Fransızca)
kat'-ı merahil / kat'-ı merâhil
Merhaleleri, durak yerlerini geçme. Yol alma, ilerleme.
kerkeç
Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.
kıla' / kılâ' / قلاع
(Tekili: Kal'a) Surlar, kaleler, hisarlar.
Kaleler.
(Arapça)
kıla-i rasine / kılâ-i rasine
Sağlam kaleler. Muhkem surlar.
lağım
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
Kazurat ve çirkef sularının akmasın
lalesar
Lâlelik. Lâlebahçesi.
(Farsça)
Sığırcık kuşu.
(Farsça)
lalezar
Lâle bahçesi. Lâlelik.
(Farsça)
ma's
Tıb: Adalelerin tutulması, kasların büzülmesi. Kramp.
makalat / makalât / makâlat
(Tekili: Makale) Makaleler. Söz ve yazılar. Bahisler.
Makaleler.
Makaleler.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
menşur
(Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş.
İşleri dağınık. Perişan.
Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı.
Bayrak.
Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri b
merahil
(Tekili: Merhale) Menziller, merhaleler, konaklar, duraklar.
meşagil
Meşguliyetler. İşler. Meşgaleler.
meşagil-i dünyeviye
Dünyâ meşgaleleri.
meşail / meşâil / مشاعل
(Tekili: Meş'al ve Meş'ale) Meşaleler.
Meşaleler.
(Arapça)
mihrak
Fiz: Küre içi biçiminde (içbükey) bir aynaya müvâzi (paralel) gelen ışıkların, aksettikten sonra toplandıkları nokta. Yakıcı nokta.
Hareket merkezi.
mu'cizat-ı kur'aniye ve ahmediye / mu'cizât-ı kur'âniye ve ahmediye
Kur'ân'ın ve Peygamber Efendimizin mu'cizelerinin anlatıldığı risaleler.
mu'cizatlar
Mu'cizât risaleleri; Kur'ân'ın mu'cize olduğunu ispat eden Yirmi Beşinci Söz ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu'cizelerinden bahseden On Dokuzuncu Mektup.
müdahalat
(Tekili: Müdahale) Müdahaleler, karışmalar, araya girmeler.
muhazi / muhazî
(Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.
muhill
(Halel. den) İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran.
münharif
(Harf. den) İnhiraf eden, yoldan çıkmış. Eğilmiş, çarpık. Usulünden çıkmış, sağlam olmayan.
Tecviddeki mânâsı için "İnhirâf"a bakınız.
Geo: Dört kenarlı, fakat hiçbir kenarı birbirine müsâvi ve müvâzi (eşit ve paralel) olmayan şekil. Sadece iki kenarı birbirine müvâzi (parale
mütevazi
(Vezy. den) Birbirine müvazi olan. Paralel.
mütevaziyen
Müvazi olarak. Paralel olarak.
muvazat
(Veyz. den) Mukavemet, dayanma.
Paralel olma. Muvâzi.
muvazaten / muvâzaten / موازاتا
Paralel olarak.
(Arapça)
muvazi / muvazî / muvâzi / موازی / muvâzî / مُوَاز۪ي
Paralel.
Birleşmeden ve ayrılmadan iki şeyin yanyana bir arada uzayıp gitmesi. Paralel.
Paralel, aynı sırada.
Paralel.
(Arapça)
Paralel.
nakli delil / naklî delil
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
neşr-i esrar-ı kur'aniye / neşr-i esrar-ı kur'âniye
Kur'ân'ın içindeki sırları anlatan risaleleri neşretme, yayma.
resail / resâil / رسائل
(Tekili: Risale) Risaleler, bir mevzuda yazılan mektuplar veya küçük kitaplar.
Dergiler, mecmualar.
Risaleler, küçük kitaplar, mektuplar.
Risaleler.
(Arapça)
Dergiler.
(Arapça)
resail-i saire / resâil-i saire
Diğer risaleler.
resail-i tevhid / resâil-i tevhid
Tevhid bahsini anlatan risaleler.
resail-ün nur
Nur Risaleleri.
sayasi
(Tekili: Sisâ) Dağın uçları.
Herhangi bir şeyin asılları.
Çulha tarakları.
Muhkem ve yüksek kaleler.
sebeb-i risale
Risalelerin yazılmasına vesile olan.
şelalat
(Tekili: Şelâle) Büyük çağlayanlar, şelâleler.
sempati
Cana yakınlık, sıcak kanlılık.
(Fransızca)
Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi.
(Fransızca)
senkendaz
Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.
serhadlu / serhadlû
Hudut boylarını bekleyen, hudutlardaki kalelerde vazife gören askerler.
seyyalat / seyyâlât
Seyyaleler; maddî olmayan ince ve akıcı lâtif maddeler.
şibh-i münharif
Geo: Yamuk. Yalnız iki kenarı paralel olan dörtgen.
siran
(Tekili: Sur) Kaleler, kal'alar, hisarlar.
sıyas
(Tekili: Sıysa) Kaleler, kal'alar.
Köşkler.
Sığınacak yerler.
tahallül
(Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
Dişleri hilâllamak.
tahir-i mutlak / tâhir-i mutlak
Bütün yönleriyle temiz olan, temizliğine en küçük halel getirecek bir pislik olmayan.
tehtik
Yırtma.
Nâmusa halel getirme.
teşennüc
(Şenc. den) (Çoğulu: Teşennücât) Buruşuk olma, buruşma.
Adalelerin gerilip büzülmesi, kasılması.
Korkmak.
Titremek.
tevazi
(Vezy. den) İki çizginin birbirine değmeden sonsuza kadar yanyana uzaması, paralellik.
üslub-u adi / üslub-u âdî
Alelâde ifade tarzı. İfadesinde hiçbir üstünlük bulunmayan tarz.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
temenni
i'lamat
igmaz-
خر
Manzume-i Semsiye
nur-u i'caz
meclub
siva
bahr-i siyah
kimya-yı saadet
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Alel
hımâr
gece ile
Kalbi kirik
Alaz
mi
intisa
Mutmainne
etci
gusun