REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ahat ifadesini içeren 524 kelime bulundu...

medeniyyet

  • Memleketleri îmâr edip, insanları râhat ve huzûra kavuşturmak.

merhaba

  • "Hoş geldiniz" mânâsına iltifât tâbiri.
  • "Râhat oturun" mânâsına bir iltifat tâbiri.

abide

  • Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
  • Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
  • Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
  • Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.

aiş

  • Yaşıyan.
  • Rahat yaşıyan.

aj

  • Dinlenme, rahat hâl, istirahat. (Farsça)

akıl-suz / akıl-sûz

  • Akla ters, aklı rahatsız eden.

akıntı

  • Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış.
  • Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı.
  • Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.

akl-ı mead / akl-ı meâd

  • Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

akl-ı meaş / akl-ı meâş

  • Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

alem-i rahat / âlem-i rahat

  • Rahat âlemi.

alude-gan / alude-gân

  • (Tekili: Alude) Suçlular, kabahatliler. Bulaşıklar, bulaşmışlar. (Farsça)

an / ân

  • Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. (Farsça)
  • Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. (Farsça)
  • Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. (Farsça)

aram / ârâm

  • Durma, dinlenme. (Farsça)
  • Yerleşme, rahat etme, karar kılma. (Farsça)
  • Eğlenme. (Farsça)

aram-gar / ârâm-gâr

  • Hiçbir sıkıntısı olmayan, rahat yaşayan adam.

aram-güzin / ârâm-güzin

  • Dinlenmek için oturan, istirahat eden, dinlenen. (Farsça)

aram-ı can / ârâm-ı cân

  • Gönül rahatı.
  • Sevgili, sevilen güzel.

aram-ı dil / ârâm-ı dil

  • Sevgili, sevilen güzel.
  • Gönül rahatı.

aram-rüba / arâm-rüba

  • Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran. (Farsça)

aram-suz / arâm-sûz

  • Huzuru bozan, rahatsızlık veren. (Farsça)

aramgah-ı ebedi / ârâmgâh-ı ebedî

  • Ebedi olarak dinlenilecek yer, sonsuz olarak istirahat edilen yer, mezar.

arami / ârâmî

  • Dinlenme, rahat etme. (Farsça)

aramide / ârâmide

  • Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan. (Farsça)

aramiş / ârâmiş

  • Huzur, rahat. (Farsça)

aremide

  • İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi. (Farsça)

arman

  • Hasret, özleyiş, özleme. (Farsça)
  • Nedâmet, pişman olma. (Farsça)
  • Eseflenme, teessüf. (Farsça)
  • Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet. (Farsça)

asar

  • Vazifeler.
  • Yükler.
  • Cürümler. Kabahatler.

asayiş-berkemal / asâyiş-berkemâl

  • Rahat ve huzur te'min edilmiş.

asayiş-cu / asâyiş-cu

  • Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen. (Farsça)

asayiş-perver / asâyiş-perver

  • Asâyiş taraftarı. Sükûnet, rahat ve huzur isteyen. (Farsça)

asayiş-perverane / asâyiş-perverâne

  • Rahat, huzur ve asâyiş taraftarına yakışacak şekilde. (Farsça)

asude / asûde / âsude / âsûde / آسوده / اٰسُودَه

  • Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. (Farsça)
  • Bir cins helva adı. (Farsça)
  • Rahat, huzurlu, sakin.
  • Rahat, huzurlu. (Farsça)
  • Rahat.

asude-dil / asûde-dil

  • Başı dinç, huzuru yerinde, gönlü rahat. (Farsça)

asude-dili / asûde-dilî

  • Gönül rahatlığı. (Farsça)

asude-gi / asûde-gî

  • Huzur, rahat, asayiş. (Farsça)

asude-hal / asûde-hâl

  • Hâli rahat, sıkıntısı olmayan. (Farsça)

asude-nişin / asûde-nişin

  • Rahatça oturan. İstirahat eden. (Farsça)

asudehatır / âsûdehâtır / آسوده خاطر

  • Gönlü rahat, huzurlu. (Farsça - Arapça)

ayiş

  • Bolluk içinde rahat yaşayan.
  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zevcesi ve mü'minlerin vâlidesi, Hz. Ebu Bekir'in (R.A.) kızının bir ismi. Aişe-i Sıddıka diye de anılır. Hayret edilecek derecede takva, iffet ve zekâvet sahibesi olup 2210 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hicretin 57. yılında vefat

azab

  • Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
  • Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.

bab-ı hikmet / bâb-ı hikmet

  • Cenab-ı Hakk'ın herşeyi hikmetli ve maslahatlı yaratması bahsi.

badire

  • Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
  • Kabahat.
  • Birden, zahmetsizce söylenen söz.
  • Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
  • Zor geçit.

bast

  • Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.

basur / bâsûr

  • (Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.

beşaat

  • Kabahat, suç.
  • Yiyecek ve içeceklerdeki acılık.

beyan

  • İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
  • Öğretme.
  • Fesahat ve belâgat.
  • Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
  • Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b

beze

  • Kabahat, suç, hata. Günah. (Farsça)

bi-huzur / bî-huzur

  • Rahatsız, huzursuz, tedirgin. (Farsça)

bikarar / bîkarar

  • Kararsız.
  • Rahatsız.
  • Kararsız, rahatsız.

birahat / bîrahat

  • Rahatsız.

boşboğaz

  • Yerli yersiz mutlaka bir şey söylemeden içi rahat etmiyen. Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklamayan. (Türkçe)

ca-yi rahat / câ-yi rahat

  • Rahat edilecek yer.

çağz

  • Kurbağa. (Farsça)
  • Korku, havf. (Farsça)
  • Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. (Farsça)
  • Ah ü fizar. İnilti. (Farsça)

carim

  • Cürüm ve kabahat sahibi. Suçlu.
  • Ailesinin maişetini kazanan.
  • Kesen.
  • Hurma toplayan.

cay-mend

  • Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan. (Farsça)

çem

  • Naz ve eda ile salınarak yürüme. (Farsça)
  • Ziynetli, süslü, düzgün. (Farsça)
  • Cürüm, kabahat, suç. (Farsça)
  • Taam, yemek. (Farsça)
  • Mâna. (Farsça)
  • Kazanılmış, toplanılmış. (Farsça)

cemam

  • Rahat olmak. Dinlenip yorgunluğu gidermek. İstirahat etmek.

ceraim

  • (Tekili: Cerime) Cerimler, suçlar, kabahatlar, cinayetler.

ceraim-i müştereke

  • Müşterek işlenen suçlar. Ortak kabahatlar.

cerim

  • Kabahatli, câni, suç işlemiş.
  • (Çoğulu: Cirâm) Kuru hurma.
  • Hurma çekirdeği.

cerire

  • Kabahat, suç.

cessame

  • Sefer yapmamış kişi. Seyahat etmemiş kimse.

cezm

  • (Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak.
  • Kesmek.
  • Niyet. Tahmin. Takdir.
  • İlzam.
  • İcâbe.
  • Gr: Arabçada kelime sonundaki harfi sâkin okumak. Kur'ân-ı Kerim okurken harfleri yerlerine vaz'edip mahrecinden çıkarırken tâne tâne, fesahat, beyan ve teenni ve

ciraha

  • (Çoğulu: Cirâh-Cirâhât) Yara.

cünha

  • Suç, kabahat. Te'dib cezâsına müstahak olanın suçu.

cürm

  • (Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.
  • Suç, günah, kabahat.

cürm-nak

  • Suçlu, kabahatli. (Farsça)

dahs

  • Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek.

delil-i inayet

  • Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.

derece-i kabahat

  • Kusur ve kabahat derecesi.

desatir-i hikmet

  • Hikmet düsturları. Hikmet ve maslahatın iktiza ettirdiği kaideler.

determinant

  • Denklemlerin çözümlerini rahatlıkla bulmaya yarayan matematiksel tablo. (Fransızca)

devende

  • Seyyah. Seyahat eden, gezen, dolaşan. (Farsça)

devir

  • (Devr) (Çoğulu: Edvâr) Nakil. Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek.
  • Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Geçmiş dersleri hatırlama.
  • Bir şeyin çevresinde dolaşmak. Dönme.
  • Seyahat. Bir memleketi dolaşmak.
  • Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi.

devr-i alem / devr-i âlem

  • Dünya seyahati, dünya gezisi, dünyayı gezmek.
  • Dünya seyahati, gezisi.

dıa

  • Rahat.

dih

  • "Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Meselâ: Ârâm-dih : Rahatlık veren. (Farsça)

dihkan

  • (Çoğulu: Dehâkin) Sipâhi.
  • Köy kethüdâsı.
  • Emirlerin tasarrufunda kuvvetli olan, sözü geçen adam.
  • Bezirgân.
  • Acem fellahlarının maslahatgüzarı.

dil-aram / dil-ârâm

  • Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren. Gönül okşayan. (Farsça)

dil-asa / dil-âsâ

  • Gönlü rahatlandıran, avutan. (Farsça)

dil-asude

  • Kalbi rahat. (Farsça)

dil-azad

  • Gönlü rahat, gönlü bir şeyle ilgili olmıyan. (Farsça)

dil-ferah

  • Sevinçli, gönlü rahat. (Farsça)

dil-huş

  • Yüreği rahat, gönlü hoş. (Farsça)

din

  • Allahü teâlânın insanları dünyâ ve âhirette râhat, huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vâsıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.

direng

  • Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur. (Farsça)
  • Dinlenme, karar, istirahat, aram. (Farsça)

eben

  • Töhmetli, kabahatli kişi.
  • Adâvet, düşmanlık.

ebna-yı sebil / ebnâ-yı sebil

  • Yolcular, seyahat edenler, seyyahlar.

edille-i taliye / edille-i tâliye

  • Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.

ehl-i kubur / ehl-i kubûr

  • Kabir ehli. Kabirdekiler, ölüler. Ne kendi etdi râhat ne âlem etdi huzur, Yıkıldı gitti cihândan dayansın ehl-i kubûr.

ekiden

  • Metin, muhkem ve sağlam şekilde.
  • Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen.
  • Mükerreren, tekrar olarak.

ekspres

  • ing. Seyahatı esnasında ancak büyük duraklarda duran ve çok hızlı giden vasıta.

elsine-i terkibiye

  • Birbirine eklenen kelimelerle konuşulan diller. Terkibli ifâdesi çok olan, Arabçaya uymayan lisanların hususiyeti. (Arabî Lisanına "Tasrifî" denilir. Çünkü aynı kökten kelimeler rahatlıkla yapılmaktadır. Arabçaya bu hususta yetişen başka bir lisan yoktur.)

emin

  • Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz.
  • Kendisinden korkulmayan.
  • Kendine inanılan. İtimat edilen.
  • İnanan, güvenen.
  • Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.

emlah

  • (Melih. den) Pek melih, en melâhatli, çok güzel.

emn

  • Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.

emn ü asayiş / emn ü âsâyiş

  • Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.

endeme

  • Mazideki sıkıntıları hatırlama, geçmişdeki ıztırabları tahattur etme. (Farsça)

esbab-ı muhaffife

  • (Esbâb-ı mazeret) Yapılan bir cürmün ve kabahatın cezasını hafifletici sebebler.

esbat

  • Rahatlar, huzurlar.
  • Haftanın son günleri.

esim

  • (İsm. den) Günahkâr, günah işlemiş, kabahatlı, cürümlü, suçlu, yalancı kişi.

esmah

  • Çok cömert, pek eli açık, en semahatli.

estan

  • İstirahat edilecek ve uyunacak rahat yer. (Farsça)

esum

  • Çok yalancı, iftiracı, kabahatli ve günahkâr olan adam.

evliya çelebi

  • Kütahya'lı olup, Mi: 25 Mart 1611'de doğmuştur. Meşhur eseri; Seyahatnâme'sidir.

farig

  • İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
  • Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.

fariğ / fâriğ / فارغ

  • Vazgeçmiş, çekilmiş.
  • Rahat, âsûde.
  • Boş, işini bitirmiş, işsiz.
  • Boş. (Arapça)
  • Rahat, huzurlu. (Arapça)
  • Vazgeçen. (Arapça)

farig-ül hal

  • Hali rahat, hali vakti iyi olan.

fasih / fasîh

  • Fasahat sâhibi. Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan.

fasihane / fasîhane

  • Fasahatli, fasih olana yakışır tarzda. Açıklıkla. (Farsça)

felah / felâh / فلاح

  • Selâmet. Saadet. Kurtuluş. Hayır ve ni'metlerde refah, rahatta dâim olmak. Fevz ve zafer. Necat ve beka.
  • Sahur yemeği.
  • Şakketmek.
  • Kurtuluş, selâmet, mutluluk, hayır ve nîmetlerde, râhatta dâim olmak.
  • Kurtulma, rahata erme. (Arapça)

felasife

  • Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar.
  • Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
  • Dinsizler.

ferag-ı bal / ferag-ı bâl

  • Gönül rahatı.

feragat / ferâgat / فراغت

  • Bırakma, terketme. (Arapça)
  • Rahatlık. (Arapça)
  • Zenginlik. (Arapça)

ferah

  • Sevinç, rahat, huzur.

ferah-ı kalb

  • Kalp rahatlığı.

ferahlanma

  • Rahatlama.

ferahlık

  • Rahatlık.

ferec / فرج

  • Ferahlık, genişlik, rahatlık.
  • Rahatlama. (Arapça)

ferhan

  • Sevinçli, rahat.

ferhat

  • Rahatlık. Sevinç. Meserret. Sürur.

fesahat

  • (Bak: Fasahat)

fevak

  • İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi.
  • Rahat.
  • Rücu.
  • Uzun boyunlu bir nevi su kuşu.

firari seyahat / firarî seyahat

  • Kaçmak için yapılan seyahat.

firaş-ı istirahat

  • Rahat döşeği.

firuz abadi / firuz abadî

  • (Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri

fükahet

  • (Çoğulu: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.

gaffar / gaffâr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve kabahatları çok bağışlayan.

gavs

  • Suya dalmak. Dalgıçlık.
  • Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
  • İyi anlamak.
  • Maslahata gayret ile girmek.

günah / گناه

  • Suç, kabahat. (Farsça)
  • Dinî suç. (Farsça)

güşade-hatır

  • Gönlü rahat. (Farsça)

hab-ı rahat / hâb-ı rahat

  • İstirahat için uyku.
  • Rahat uykusu.

hace-i evvel / hâce-i evvel

  • Milletin ilmen ve fikren terakki etmesi için, çeşitli bilgileri, halkın rahatlıkla anlayabileceği bir lisan ile yayan kimse.

hadd-i i'caz

  • Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı.

hadise-i bedeniye / hâdise-i bedeniye

  • Bedende var olan bir rahatsızlık.

hadşe-aver

  • Rahatsızlık veren, insanı sıkıntıya koyan. (Farsça)

hafız / hâfız

  • Alçaltıcı.
  • İnsana haddini bildiren.
  • Rahatta olan.

hafz

  • Aşırı olmama hali.
  • Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
  • Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
  • Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
  • Sözü boğaz içinden söylemek.

haşarı

  • Yaramaz, rahat durmaz, hırçın.

haste

  • (Çoğulu: Hastegân) Rahatsız, hasta. (Farsça)

haste-gan / haste-gân

  • (Tekili: Haste) Hastalar, rahatsızlar, marizlar. (Farsça)

haste-gi / haste-gî

  • Rahatsızlık, hastalık, maraz, illet. (Farsça)

hata-puş

  • Kabahatleri örtbas eden, suçları örten, hataları göstermeyen. (Farsça)

hatabahş

  • Kabahatleri affeden, kusurları bağışlayan. (Farsça)

hatia / hatîa / خطيئه

  • Kabahat. (Arapça)

hatie / hatîe

  • Hatâ. Günah. Kabahat. Suç.

haya / hayâ

  • Utanma, âr, nâmus. Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık.

hazari / hazarî

  • Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli.
  • Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı.

hem-aramiş

  • Birlikte dinlenen, beraber istirahat eden. (Farsça)

heyn

  • (Heyyin) Kolay. Rahat.
  • Vakar. Sükunet.

hidayet / hidâyet

  • Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
  • Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem

hile

  • Sed. Hâil.
  • Çare.
  • Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak.
  • Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara.
  • Zeval ve intikal.
  • Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık.

hillet

  • Bir yere konup istirahat eden cemaat.
  • Yorgunluk. Kırgınlık.
  • Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.

hısase

  • Kabahat.
  • Alçaklık, denâet.

hiyab

  • (Hiyâbet) Kabahat, suç, günah.
  • Kötü bir durumun başlangıcı.
  • Yokluk.

hoşkam / hoşkâm

  • Memnun, rahat, arzu ve isteklerine ulaşmış. (Farsça)

hoşnişin

  • (Çoğulu: Hoş-nişinân) Göçebe. (Farsça)
  • Rahat yerleşmiş. (Farsça)

hüsn-ü maişet

  • Güzel ve rahat geçim.

hutub

  • Zorluk, güçlük.
  • (Tekili: Hatb) İşler, maslahatlar. Mes'eleler.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

huzur / huzûr / حضور

  • Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
  • Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
  • İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
  • Hazır bulunma.
  • Rahat.
  • Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması.
  • Nezd, yan.
  • Rahat, gönül ferahlığı seâdet.
  • Birinin yanında bulunma, rahatlık.
  • Hazır olma, bulunma. (Arapça)
  • Rahatlık. (Arapça)

huzur ü hab

  • Rahat ve uyku.

huzur ü sükun

  • Rahatlık ve eminlik.

huzur-aver

  • Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren. (Farsça)

huzur-u kalb

  • Kalb huzuru, gönül rahatlığı.
  • Kalb huzuru, gönül rahatlığı.

i'tiraf

  • (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.

ibcam

  • Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

icram

  • Kabahat yapma, cürüm işleme.

ictiram

  • Kabahat yapma, cürüm işleme.

idare-i maslahat / idâre-i maslahat

  • İdâre-i maslahat etmek: İşleri öyle veya böyle idare etmek.

iflah / iflâh / افلاح

  • Rahata erme, kurtulma. (Arapça)
  • İflâh etmek: Ondurmak, dertten kurtarmak. (Arapça)
  • İflâh olmak: İyileşmek, kurtulmak. (Arapça)

iflak

  • şiir okurken fesahat üzerine olmak.
  • Mâna ve kelime icad etme.

ifsah

  • Fesahatla konuşmak. Açık ve düzgün söz söylemek.

iftidah

  • (Fadâhat. den) Kırma, kırıp ufalama.
  • Maskara olma, rezil olma.

iğneli fıçı

  • Mc: Eziyetli ve usandırıcı iş. İnsana eziyet veren ve rahatsız eden yer.

ihzaz

  • Rahatlandırmak. Haz duymak. Nasipli olmak. Bahtlı.

iktirah

  • (Çoğulu: İktirahat) (Karh. dan) Evvelden hazırlamadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi (şiir veya nutuk) söyleme.

ille-i gaiye

  • Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.

iltihab

  • Alevlenmek. Yanmak.
  • Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.

ingas

  • (Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.

insırah

  • (Sarahat. den) Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma.

inşirah-ı kalb / inşirâh-ı kalb

  • Kalp rahatlığı.

intaf

  • Kabahat yükleme.

intizah

  • Suç ve kabahattan sıyrılma. Temize çıkma.
  • Def-i hâcet yaptıktan sonra temizlenme. Tahâretlenme.

inzibat

  • Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması.
  • Sağlamlaşmak.
  • Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu.

irahe

  • (Rahat. dan) Rahatlandırma, rahat ettirme.

irfah

  • Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma.

irin

  • (Bak: Cerahat)

irtihaş

  • Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma.

irtiyah

  • (Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme.
  • Rüzgârlanıp rahatlama.

isaga

  • Kolaylıkla ve rahatlıkla yutulma.

isam

  • (İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık.

işhas

  • Gitme zamanı gelip çatma.
  • Tedirgin ve rahatsız etme.

ıslahat-ı adliye

  • Adli ıslahat.

ıslahat-ı askeriye

  • Askerlikte yapılan ıslahatlar. Askerî ıslahat.

ıslahatperver

  • Islahat taraftarı, ıslahatı seven.

islamiyyet / islâmiyyet

  • Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.

istibaha

  • (Bak: İSTİBAHAT)

istim

  • Cerahat. Yara. (Farsça)

istirahat / istirâhat / استراحت / اِسْتِرَاحَتِ

  • Dinlenmek. Rahatlamak.
  • Rahatlama, dinlenme.
  • Dinlenme. (Arapça)
  • İstirâhat etmek: Dinlenmek. (Arapça)
  • Rahat etme.

istirahat etmek

  • Dinlenmek, rahatlamak.

istirahat-i amme / istirahat-i âmme

  • Toplumun rahatı.

istirahat-i beşeriye

  • İnsanlığın rahatı, huzuru.

istirahat-i hayat

  • Rahat, huzurlu hayat.

istirahat-i kalb

  • Kalp rahatlığı.

istirahat-i kalbiye

  • Kalp rahatlığı, iç huzuru.

istirahat-i şahsiye ve umumiye

  • Şahsın ve toplumun rahatı.

istirahat-ı tamme

  • Tam rahat ve huzur.

istirahat-i umumi / istirahat-i umumî

  • Genelin rahatı, umumun huzuru.

istirahat-i umumiye

  • Herkesi içine alan rahat ve huzur.

istirahathane / istirahathâne

  • Rahat edilecek, dinlenilecek yer.

istirfah

  • (Refh. den) Refah, rahatlık ve bolluk isteme.
  • Rahatlık ve bolluk içinde bulunma.

istirvah

  • Rahatlama, istirahat etme.
  • Şiddetle koklama.

istizkar / istizkâr

  • (Zikr. den) Hatıra getirme, hatırlama. Tahattur etme.
  • Ezberleme, ezber etme.

itham

  • Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.

itiraf

  • Kabahatını saklamamak, suçunu söylemeyi kabul etmek, açıklamak.

itmi'nan / itmi'nân

  • Huzûr, sükûn ve râhata kavuşma.

itmi'nan-ı vicdan / itmi'nân-ı vicdan

  • Vicdan rahatlığı, vicdanen emin olma.

itmi'nanbahş

  • Güven veren, rahatlık veren.

iz'ac / iz'âc

  • Rahatsız etmek. Bunaltmak.
  • Yerinden koparıp ayırmak.
  • İz'âc etmek: Rahatsız etmek.

iz'aç / iz'âç

  • Rahatsız etme, can sıkma, baş ağrıtma.

iz'acat / iz'âcât

  • Rahatsız etmeler.

izac / izâc

  • Taciz etme, rahatsız etme.

izahat / îzâhât / ایضاحات

  • Açıklamalar. (Arapça)
  • Îzâhât vermek: Açıklamada bulunmak, açıklama yapmak. (Arapça)

ıznan

  • Bir kimseyi kabahatlı çıkarma.

kab'

  • Seyahat edip gezmek.
  • Nefesi tutulmak.
  • Atın burnu içinden çıkan hırıltı.

kabahat / kabahât

  • (Tekili: Kabahat) Kusurlar, kabahatler. Suçlar, çirkin hareketler.

kabaih / kabâih / قبائح

  • (Tekili: Kabayih) (Kabiha) Kabahatlar. Çirkin işler, kabih haller.
  • Kabahatlar.
  • Suçlular, kabahatliler. (Arapça)

kalb huzuru / kalb huzûru

  • İç rahatlığı, gönül hoşluğu. Kalbin Allahü teâlâdan başkası ile olmaması; Allah'tan başkasına bağlanmaması.

kalemgir

  • Yazı yazarken kalemin kâğıda takılmadan rahatlıkla kayması. (Farsça)

kaşane / kâşâne

  • Büyük, süslü ve gösterişli ev. Saray. Kışlık, rahat ve mükemmel ev, oda. (Farsça)

kelm

  • (Çoğulu: Külum-Kilâm) Cerâhat.

kemal-i ferah / kemâl-i ferah

  • Tam bir rahatlama.

kemal-i istirahat-i kalb / kemâl-i istirahat-i kalb

  • Tam bir kalp rahatlığı.

kemal-i rahat / kemâl-i rahat

  • Tam anlamıyla rahatlık.

kemal-i rahat-ı kalb / kemâl-i rahat-ı kalb

  • Kalbin tam rahatlığı.

kemal-i saadet / kemâl-i saadet

  • Tam bir huzur ve rahatlık.

kemal-i sürur ve ferah / kemâl-i sürur ve ferah

  • Tam bir mutluluk ve rahatlık.

kerih

  • İğrenç, tiksindirici.
  • Muharebe ve cenkte olan şiddet.
  • Pis, çirkin, fena şey.
  • Nefse kerahetlik vercek kabahat.

kih

  • İrin, cerahat.

kubh

  • Günah ve çirkin hareket. Kabahat. Suç.
  • Fık: Aklen ve şer'an müstehcen olup dünyada zemme, âhirette azaba ve itaba mahal olan şey.

künam

  • Kuş yuvası. (Farsça)
  • Hayvan ini. (Farsça)
  • İnsanın rahat edip dinleneceği yer. (Farsça)

kusur / kusûr

  • Eksiklik, pürüz, özür, kabahat.

kuvvet-i itminan

  • Güçlü bir güven, tam bir kalp rahatlığı.

lesen

  • Fesâhat. Düzgün, güzel ve akıcı konuşma.

leyan

  • Huzur ve rahatta olan.

li-ecl-il-maslaha

  • İş icabı, maslahat için.

li-maslahatin

  • Maslahat için. İş icâbı.

ma'kul-ül-ma'na

  • Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele.

ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr

  • Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.

ma'ret

  • Kabahat, suç, ayıp, günah.

ma'sumiyet

  • Ma'sumluk, kabahatsizlik, suçsuzluk.

ma'zeret

  • Elde olmadan suç, kabahat işleme.
  • Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme.

maarız

  • (Tekili: Muarraz) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.

magmuz

  • Kabâhatli, suçlu.

makil / makîl

  • Öğle uykusuna yatılacak yer. Kaylule yeri. Rahat edecek yer. Kuşluk uykusu.

maslahat

  • Bir işin hayırlı, iyi olmasına vesîle olan şey. Çoğulu, mesâlih'tir. Maslahatın zıddı mefsedet yâni bozukluktur.

maslahat-ı ezaniye / maslahat-ı ezâniye

  • Ezandaki maslahat, gaye, maksat.

maslahat-ı mürsele

  • Şeriat tarafından ne itibar ve ne de ibtâl ve ilgâ edildiği mâlum olmayan bir mes'elenin maslahat üzere fakihler tarafından hükümlendirilmesi.

maslahatkarane / maslahatkârâne

  • Maslahata, işe ve maksada uygun surette. (Farsça)

maslahattar

  • Maslahatlı, faydalı.

me'sem

  • (Me'seme) Günah. Kabahat, suç.

medar-ı rahat / medâr-ı rahat

  • Rahatlık sebebi.

mehmed akif

  • (1873-1936) Şiir ve manzumeyi sırf İslâmiyete hizmet için yazdı. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinde İstiklâl Marşı manzumesi kabul edilerek milletin mâneviyatına büyük faydalar sağladı. Çanakkale Şehidlerine hitaben yazdığı manzumesi de aynı mahiyettedir. Bu İslâm mücahidinin şiirleri Safahât isiml

melih / melîh

  • (Çoğulu: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat.
  • Tuzlu.

merah

  • Yer. Mekân.
  • Sevinç.
  • Rahat edilecek yer.
  • Meşhur bir nahiv kitabının ismi.

merahilpeyma

  • Seyyah, yolcu. Seyahat eden kimse. (Farsça)

merhaba

  • Şâdlık, neşeli oluş.
  • Genişlik, vüs'at.
  • Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir.
  • Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.
  • Rahat olun, hoş geldiniz.

meşain

  • (Tekili: Şeyn) Kabahatler, ayıp ve lekeler.

mesalih / mesâlih

  • (Tekili: Maslahat) Maslahatlar. İşler.
  • Maslahatlar, işler.
  • Maslahatlar, faydalar.
  • Maslahatlar, işler.

mesalih-i külliye

  • Küllî maslahatlar, geniş kapsamlı faydalar.

mesalih-i mürsele

  • (Bak: Maslahat-ı mürsele)

meydan dayağı

  • Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin

meyl-i sefahet

  • Sefahate duyulan arzu, meyil.

meylürrahat

  • Rahatlığa meyilli olma.

midde

  • Cerahat, irin.

millet

  • Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
  • Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.

mısbah

  • Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir.

mola

  • İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak.
  • Denizcilike: Gevşetme, koyverme manâsındadır.

mu'terif

  • İtiraf eden. Kendi noksan ve kabahatlerini kabul edip anlatan ve söyleyen.

mu'zi / mu'zî

  • (Ezâ. dan) Eziyet ve sıkıntı veren. Rahat bırakmayan, inciten.

mu'ziyat

  • (Ezâ. dan) İnsanı rahatsız eden küçük şeyler. Hayvancıklar.

muacciz / مُعَجِّزْ

  • Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.
  • Rahatsız eden.
  • Sıkıntı verici, rahatsız edici.
  • Rahatsız edici.

mübtela / mübtelâ

  • Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.

mücemme

  • (Mecemme) Huzur ve rahat vermek.

mücrim

  • Cürüm ve kabahat işlemiş olan. Suçlu.

müferrah olmak

  • Ferahlamak, rahatlamak.

müftereyat

  • Başkasının üzerine atılan suçlar, kabahatler. İftiralar.

mühacene

  • Kabahat, noksanlık, nâkıslık.
  • Asılsızlık.
  • Ayıplı söz söylemek.
  • İlmi zâyi olmak.

mukırr

  • (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen.
  • Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.

mülaet

  • (Çoğulu: Mulâ) Midedeki rahatsızlıktan dolayı husule gelen zükkâm hastalığı.
  • Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.), Hz. Abbas'ı ve dört erkek evlâd-ı mübarekelerini örttüğü perde.
  • Büyük ihram.

mültez

  • Kendisiyle rahatlama ve lezzet alma.

mümaşaat

  • Maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme.

mümaşat / mümâşât

  • Birlikte hoş geçinmek.
  • Bir maslahat yolunu takib etmek.
  • Meslek işlerinde tesviye, tervic ve idare etmek.
  • Karışmamak.
  • Başkalarının zarar vermeyen fikirlerine uyarcasına hareket etmek ve sulh u salâh üzere durmak. Uygunluk.
  • Maslahat yolunu, anlaşma tarzını seçme.

mündefiat

  • Yaralardan çıkan irin, cerahat gibi şeyler.

müneffis

  • Nefes verdiren, rahat ettiren.

münharif-ül mizac

  • Rahatsız, keyifsiz.

münker

  • Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey.
  • İnkâr edilmiş olan.
  • Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.
  • Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.

munsarih

  • (Sarâhat. dan) Açık, meydanda, zâhir.

münselib

  • (Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)

munzic

  • Hazmettirici, sindirici.
  • Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren.
  • Kemâle eren, inzâc eden.

müreffeh

  • (Rüfuh. dan) Terfih edilmiş, rahata, refaha kavuşturulmuş.
  • Nizam-ı hâle, refah ve huzura kavuşmuş olan.
  • Refah ile yaşayan, rahat.

müreffehen

  • Rahat. Rahat ve bolluk içinde olarak.

müreffih

  • (Rüfuh. dan) Rahatlandırıcı, rahat ettirici.
  • Refaha eren. Rahat ve bolluğa kavuşan.

mürevveh

  • Kokulandırılmış, râyihalandırılmış.
  • Rahatlandırılmış.

mürevvih

  • Kokulandıran, râyihalandıran.
  • Rahatlandıran.

mürih

  • İcat edici.
  • Rahat edici.

mürtefak

  • Rahat olacak yer.

musadda'

  • (Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş.

musaddi'

  • Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.

müsaferet

  • (Sefer. den) Misafirlik.
  • Yolculuk, seyahat.

musallat

  • Rahatsız eden. Tasallut eden. Sataşan.

müsamaha / müsâmaha

  • (Çoğulu: Müsamahât) Hoş görürlük, dikkat etmemek, aldırış etmemek. Kusurlara göz yummak.
  • Hoş görü, başkasının kabahatini görmeme.
  • Terk edilmesi gerekmeyen şeyleri başkasına faydalı olmak için terk etmek.

müsamahat

  • (Tekili: Müsamaha) (Semâhat. dan) Müsamahalar, göz yummalar, görmezden gelmeler, hoş görmeler. Aldırış etmemeler.

müsamih

  • (Semâhat. dan) Aldırış etmeyen, göz yuman, hoş gören.

müstavzih

  • İzâhat isteyen.

müsterah

  • (Rahat. dan) Dinlenme yeri. Rahat edecek yer.
  • Abdesthane, ayakyolu, helâ.

müsterfih

  • (Refah. dan) Rahatlık isteyen. Refah ve bolluk taleb eden.

müsterih / مستریح

  • (Rahat. dan) İstirahat eden, rahat bulan.
  • İçi rahat, gönlü rahat.
  • İstirahat eden, rahat.
  • Gönlü rahat. (Arapça)

müsterih olma

  • Rahat, huzurlu olma.

müsterih-ül bal / müsterih-ül bâl

  • İçi rahat, gönlü müsterih.

müsterihane / müsterihâne

  • Rahatlıkla, gönül rahatlığıyla.
  • İçi rahat olarak, gönül rahatlığı ile.
  • İçi rahat olarak, gönül rahatlığı ile.

müstervih

  • (Rahat. dan) Dinlenen. İstirahat eden. Yorgunluğunu gideren.

mutazaccır

  • Sıkıntılı. İçi sıkılan. Rahatsız.

mütehattır

  • (Hutur. dan) Hatırlayan, hatırına getiren, tahattur eden.

mütekarrih

  • (Karh. dan) Yaralı, çıbanlı. Cerahatli yara veya çıban.

mütekayyih

  • (Kayh. dan) İrinli. Cerahat bağlamış.

mütemelli

  • Uzun ömürlü ve rahat yaşıyan.

müterabbi'

  • Bağdaş kurup rahatça oturmuş.

mütereffih

  • (Refh. den) Rahat bir şekilde ve bolluk içinde yaşıyan. Refah bulan.

mütereffihane / mütereffihâne

  • Rahat ve bolluk içinde yaşıyana yaraşır yolda. (Farsça)

mütereffihin / mütereffihîn

  • (Tekili: Mütereffih) Refah bulanlar. Rahat ve bolluk içinde yaşıyanlar.

müteşeffi

  • (Şifa. dan) Şifa bulan, iyileşen.
  • Öcünü, intikamını alarak rahatlaşan.

muti' / mutî'

  • İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen.
  • Rahat.

mutmain

  • Gönlü kanmış, içi rahat, emin.

mutmainane / mutmainâne

  • Şüphesizce. Rahatlık ve emniyet içinde olarak. (Farsça)

mutmainn

  • İtmi'nanlı. İçi rahat. Müsterih. Şüphesi kalmamış. Emin.

mutmainne

  • İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.

müttehem

  • (Müttehim) (Vehm. den) Kendinden şüphe olunan, ittiham olunan şey. Töhmetli. Maznun. Zan ile kendine kabahat isnad edilen.

müttehim

  • Birisine zan ile kabahat isnad eden.

müz'ic

  • İz'ac edici. Usandıran, rahatsız eden, bunaltan.
  • Rahatsızlık, sıkıntı veren.

müz'iç

  • Rahatsız edici.

müzic / müzîc

  • Taciz eden, rahatsız eden.

muztaribane

  • Rahatsız olarak, ıztırab ve sıkıntı çekerek. (Farsça)

müzzemmil

  • Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
  • Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
  • Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
  • Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
  • Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce

na'ma

  • Rahatlık, nimet. Minnet, ihsan ve atiyye. İyi halde bulunmak.

na'ye

  • Birisinin öldüğünü bildiren söz.
  • Bir adamın zünub ve kabahatini izhar ve işaa eden söz.

na-mizac

  • Keyifsiz, rahatsız, hasta. (Farsça)

na-mizaci / na-mizacî

  • Keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık. (Farsça)

na-sude

  • Dinlenmemiş, istirahat etmemiş. (Farsça)

naime

  • Rahatlık içinde nazlı büyütülmüş kadın.
  • Yumuşak yapılı hayvancıklar.

nakise

  • Kusur, ayıb, eksiklik, kabahat, noksanlık.
  • Gıybet.

natıka

  • (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.

neama'

  • Nimetler. İhsan, atiyye.
  • Rahatlık. Refah-ı hâle sebep olan şey.

nebahet

  • (Nebahat) şeref, şan, onur, itibar.
  • şan, şeref ve itibar sâhibi.

nefs-i levvame

  • Kötülüğü işledikten sonra fenâlığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hâli ve vicdan rahatsızlığı.
  • İnsanın, kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi.

nefs-i mutmainne

  • İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler

nefyan

  • Vurma ânında yara ve cerahatten akan kan.

nekbe

  • (Çoğulu: Nekebât) şiddet, meşakkat.
  • Bir şeyin kesilmesiyle olan cerahat.

nesem

  • Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
  • Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.

nevrah

  • İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu. (Farsça)
  • Yeni yol. (Farsça)

nezle

  • (Çoğulu: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık.
  • Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması.

özür

  • Bir kusurun afvı için gösterilen sebep.
  • Bahane, sebep.
  • Mâni, engel. Kusur, nakise, sakatlık.
  • Fevz. Zafer.
  • Bir adamın kusur ve kabahatinin çok olması.
  • Fık: Abdesti bozucu ve devamlı olan şey.

rafih

  • Rahat içinde ve refahla yaşıyan.

rahat-efza

  • Rahat arttıran. (Farsça)

rahat-ı beşeriye

  • İnsanlığın rahatı.

rahat-ı dil

  • Gönül rahatı.

rahat-ı hayat

  • Rahat yaşama.

rahat-ı kalb

  • Kalb rahatlığı, kalbin huzurlu ve tasasız oluşu.

rahat-ı ruh

  • Ruh rahatlığı.

rahat-nişin

  • Rahat eden, rahat oturan. (Farsça)

rahi

  • Rahat yürüyüşlü binek.
  • Sâkin, rahat.

ravh

  • Rahatlık.
  • Rahatlık. Rahmet ve kolaylık.
  • Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa.
  • Koklamak.
  • Rahatlık.

ravhullah

  • Allah'ın verdiği rahatlık.

ravvah

  • Rahat ettirmek.

refah

  • Huzur, rahatlık.
  • Bolluk, rahatlık.
  • Bolluk, rahatlık.

refahet

  • Bolluk, zenginlik, rahatlık.
  • Bolluk, rahatlık.

refig

  • Bolluk ve rahat içinde geçinen adam.

refih

  • Rahatlık ve huzur içinde geçinen. Refah ve rahat ile yaşıyan.

rencur

  • İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta. (Farsça)

rencuri / rencurî

  • Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma. (Farsça)

resül-ür rahat

  • Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e

revgan

  • Yağ. (Farsça)
  • Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık. (Farsça)
  • Üstü yağ gibi kayan parlak nesne. (Farsça)
  • Parlak deri. (Farsça)

revh

  • İç açıklığı. Rahat.
  • Rahmet.
  • Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.
  • Rahat.

revh u reyhan

  • Rahat ve rızık, bolluk ve hoşluk.

riayet-i mesalih ve hikem

  • Maslahat ve hikmetlerin gözetilmesi, onlara riayet edilmesi.

rıhlet-i sayfiye

  • Yaz seyahati, yaz yolculuğu.

rıhlet-i şitaiye / rıhlet-i şitâiye

  • Kış seyahati, kış yolculuğu.

rü'yet-i taksir / rü'yet-i taksîr

  • Kendini günâhkâr ve kabahatli, kusurlu görmek, kendini suçlamak.

sa'di-i şirazi / sa'di-i şirazî

  • (Hicrî: 587-691) Şiraz'da doğdu. 30 yıl ilme, 30 yıl seyahate, 30 yıl da inzivada ibadetle çalıştı. En meşhur eserleri Bostan ve Gülistan adındaki ahlâkî ve imanî kitaplarıdır.

sadr / صدر

  • Göğüs. (Arapça)
  • Baş. (Arapça)
  • Başköşe. (Arapça)
  • Sadrazam. (Arapça)
  • Sadra şifa vermek: İşe yaramak, rahatlatmak. (Arapça)

safa / safâ / صفا / صَفَا

  • Rahat ve huzur.
  • Saflık. (Arapça)
  • Gönül rahatlığı, gönlün şen olması. (Arapça)
  • Safâ eylemek: Şenlenmek. (Arapça)
  • Rahat, huzur.

safa-bahş

  • Eğlendiren, rahatlandıran, kederi def'eden, hatırı hoş eden. (Farsça)

safa-cu

  • (Çoğulu: Safacuyân) Rahat ve eğlence arıyan. (Farsça)

safa-yı sermedi ve cavidani / safâ-yı sermedî ve câvidânî

  • Kesintisiz ve pek güzel bir huzur, rahat.

safabahş / safâbahş / صفابخش

  • Gönüle rahatlık veren. (Arapça - Farsça)

safalı / safâlı

  • Rahat, huzurlu.

sahc

  • Bağırsağın yaş olup cerahat vermesi.
  • Kaşımak.
  • Tırmalamak.

sahne

  • Cerahat, yara.

saih

  • Seyahat eden.
  • Çok zaman oruçla veya ibadetle meşgul olan.

salah / salâh

  • Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)
  • İyilik, rahatlık.

salah-üd din

  • Salâhattin şeklinde yaygın olan bu kelime, "dine bağlı" mânasına gelir.

samansuz / sâmânsuz

  • Rahat ve huzuru bozan. (Farsça)

sebahat

  • (Bak: Sibâhat)

sebbah

  • (Sibahat. dan) Suda yüzen, yüzücü.
  • Yüzgeç.

sebt

  • (Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
  • Boyun vurmak.
  • Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
  • Cumartesi günü.
  • Şaşırmak, hayrette kalmak.
  • Çok zeki, dâhiye.
  • Başı tıraş etmek.

sefer

  • Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.

sefergüzin

  • Yolculuk yapan, seyahat eden. (Farsça)

sefih / sefîh

  • Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.

sekine / sekîne

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
  • Rahatlık. Kalb huzûru.
  • Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.

sekinet / sekînet

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
  • Sakinlik, gönül huzuru, kalbin rahat olması.

sekk

  • Seyahat etmek, gezmek.

selam / selâm

  • Rahatlık, emniyet, barış, iyilik.

selam ve selamet / selâm ve selâmet

  • Esenlik, rahatlık.

selaset

  • Edb: Anlatıştaki kolaylık ve rahatlık. Açık, kolay, akıcı ve âhenkli ifade.

seluc

  • Rahat olmak. Mutmain olmak.

selvet

  • Kalb rahatı. Gönül rahatı.

semacet

  • Kötü görünüş, çirkinlik.
  • Söz çirkinliği.
  • Kabahat.

semuh

  • (Semahat. dan) Çok cömert.

ser-azad

  • Hür, serbest. Başı boş. (Farsça)
  • Dertsiz, rahat. (Farsça)

serra

  • Kolaylık, rahatlık, genişlik.
  • Sevinçli oluş.
  • Bolluk.

sevabık

  • (Tekili: Sâbıka) Geçmiş şeyler. Geçmiş haller. Geçmişte işlenmiş suç ve kabahatlar.

seyahat-ı kalbiye

  • Kalben yapılan seyahat.

seyahat-ı maneviye-i hayali / seyahat-ı mâneviye-i hayâlî

  • Hayâlen ve mânen yapılan seyâhat.

seyahatname / seyahatnâme

  • Seyahat yazıları.

seyehan

  • Gezi, seyahat.
  • Gölgenin güneşle birlikte dönmesi.

seyeran / seyerân

  • Seyahat, gezinme.

şeyn

  • Kusur, ayıp, noksan, kabahat. Yaramaz şey.

seyr u seyahat

  • Seyir ve seyahat.

seyr ü seyahat

  • Seyir ve seyahat.

seyr ü süluk-u ruhani / seyr ü sülûk-u ruhanî

  • Mânevî makamlarda ruhen seyir ve seyahat.

seyr ü süluk-ü ruhaniye / seyr ü sülûk-ü ruhaniye

  • Mânevî makamlardaki ruhanî seyir ve seyahat.

seyr-i kalbi / seyr-i kalbî

  • Kalbin seyahati, dolaşması.

seyr-i seri / seyr-i serî

  • Sür'atli seyahat, hareket.

seyr-i süluk / seyr-i sülûk

  • Hak ve hakikate ermek için bir rehber öncülüğünde ve denetiminde mânevî makamlarda yapılan seyir ve seyahat.
  • Mânevî makamlarda seyir ve seyahat; velayet yolunda mânevî ilerleme yolculuğu.

seyr-i süluk-i ruhani / seyr-i sülûk-i ruhanî

  • Manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat.

seyr-i süluk-ü kalbi / seyr-i sülûk-ü kalbî

  • Mânevî makamlarda kalp ile yapılan seyir ve seyahat.

seyr-i umumi / seyr-i umumî

  • Umumi, geniş bir seyahat.

seyyah

  • (Siyâhat. tan) Seyahat eden, dolaşan, gezen. Turist, yolcu.
  • Seyahat eden, gezgin.

seyyah-ı talip

  • Öğrenmek için seyahat eden.

sia-i hal / sia-i hâl

  • Rahatlık, genişlik, bolluk.

sığar-ı nefs

  • Nefsin küçüklüğü; kendi küçüklüğünden duyulan rahatsızlık.

sıklet / ثقلت

  • Ağırlık. (Arapça)
  • Sıkıntı. (Arapça)
  • Sıklet vermek: Ağırlık vermek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek. (Arapça)

siyahat

  • (Seyyehân - Siyâh - Süyuh) İbret, terehhüb ve ibadet için yer yüzünde gezip yürümek. (Dervişlerin seyahatı bundandır.)

sohbet-i ihvan

  • Din kardeşleri ile faydalı hakikatlar üzerine sohbet etmek.Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur ki: Üç şey müstesna, dünyada rahat yoktur:1- Tilâvet-i Kur'an2- Münacat-ı Rahman3- Sohbet-i İhvan.

sübat

  • Dalgınlık.
  • Uzun dinlenme.
  • İstirahat zamanı.
  • Uzun uyku şeklinde olan baygınlık. Koma.
  • Dehir, zaman.

suda'

  • Baş ağrısı.
  • Rahatsız etme, sıkıntı verme, sıkma.

sükunet / sükûnet / سكونت

  • Vakarlılık, ciddiyet.
  • Durgunluk. Rahatlık.
  • Hareketsizlik.
  • Sakinlik, hareketsizlik. (Arapça)
  • Rahatlık. (Arapça)
  • Sükûnet bulmak: Yatışmak, sakinleşmek. (Arapça)

sükunetperver / sükûnetperver

  • Dinlendirici, rahatlandırıcı. (Farsça)

sulh

  • Barış. Uyuşma.
  • Muharebeyi terk için anlaşma.
  • Rahatlık.
  • Barış.
  • Rahatlık.
  • Uyuşma. Uzlaşma.

ta'ciz / ta'cîz / تَعْج۪يزْ

  • (Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
  • Eğlendirmek.
  • Âciz etmek.
  • Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.
  • Rahatsız etme, çâresiz bırakma.
  • Rahatsız etme, çâresiz bırakma.

ta'cizat / ta'cizât

  • (Tekili: Ta'ciz) Tacizler. Rahatsız etmeler, sıkıntı vermeler.

ta'yir

  • (Çoğulu: Ta'yirât) Kabahati yüze vurarak utandırma.

taciz / tâciz / تعجيز

  • Rahatsız etme, âciz hâle getirme.
  • Rahatsız etme. (Arapça)
  • Taciz etmek: Rahatsız etmek. (Arapça)

taciz eden / tâciz eden

  • Rahatsız eden.

taciz etme / tâciz etme

  • Rahatsız etme, sıkıntı verme.

taciz etmek / tâciz etmek

  • Rahatsız etmek.

tafdih

  • (Fedahat. dan) Rezil etme. Kötülüklerini yayarak adını kötüleme.

tahaddi mu'cizesi

  • Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.

tahattiat

  • (Tekili: Tahatti) Saldırışlar, tecavüzler.

tahattur / تخطر

  • Anımsama, hatırlama. (Arapça)
  • Tahattur etmek: Anımsamak, hatırlamak. (Arapça)

takbih / takbîh / تَقْب۪يحْ

  • Çirkin görmek. Beğenmemek.
  • Kabahatli bulmak.
  • Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.
  • Çirkin görmek, beğenmemek, kabahatli bulmak, kötü gördüğünü bildirmek.
  • Kabâhatli bulma.

taksir

  • (Kasr. dan) Kısaltma, kısma.
  • Kusur, hata, kabahat, suç. Günah.
  • Bir işi eksik yapma.
  • Bir şeyi yapabilir iken yapmama.
  • Zayıflatmak, süstlük etmek.
  • Geri kalmak.

taksirat / taksîrât

  • (Tekili: Taksir) Kusurlar, suçlar, günahlar, kabahatlar.
  • Günâhlar, kabahatlar, kusûrlar.

tanzimat-ı hayriye

  • Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kuru

tasallut

  • Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkümane hareket etmek.

tasdi / tasdî

  • Rahatsız etme, baş ağrıtma.
  • Sıkma, rahatsız etme.

tasdi' / tasdî' / تصدیع / تَصْد۪يعْ

  • Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak.
  • Yarmak.
  • Perâkende etmek, dağıtmak.
  • Baş ağrıtma, rahatsız etme. (Arapça)
  • Tasdî' etmek: Baş ağrıtmak, rahatsız etmek. (Arapça)
  • Baş ağrıtma, rahatsız etme.

tasrif

  • İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak.
  • Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek.
  • Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimele

tatmin

  • İkna etmek. Kandırmak.
  • İnsanın kalbini emin etmek. Rahatlandırmak.

tavla

  • Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)

tecvil

  • Seyahat etmek, gezmek.

tedirgin

  • Huzursuz, rahatsız.

tefasuh

  • Fasahatle söyleme.

teferrüc

  • Rahatlama, gezme.

tefsik

  • (Fısk. dan) Fısk ve fücura sürükleme. Birisine fâsık, kabahatli, günahkâr demek.

tehatu'

  • Hatâ etmek, kabahat işlemek.

tehim

  • (Töhmet. den) Suçlu, kabahatlı.

temellül

  • (Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme.
  • Bir dine bağlı olma.
  • (Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma.

temelmül

  • Yatak veya döşekte rahat olmama.

temin-i hayat

  • Hayatın devamını temin etme; yaşamı rahatlatacak vesileleri, araç ve gereçleri elde etme.

ten'im

  • Nimetlendirmek. Bolluk içinde olmak. Rahat ve refah kılmak.
  • "Neam" diye cevap vermek.

ten-asan

  • Rahatını düşünen adam. (Farsça)

tenasan / tenâsân / تن آسان

  • Canının kıymetini bilen, rahatına düşkün. (Farsça)

tenperver / تن پرور

  • Rahatına düşkün, tembel.
  • Rahatına düşkün. Tembel. Vücudunu beslemek telâşesinde olan. (Farsça)
  • Rahatına düşkün. (Farsça)

tenperverlik

  • Devamlı kendi canını ve rahatını düşünme, tenbellikten hoşlanma.

tensikat

  • (Tekili: Tensik) Islahat. Düzen ve nizama koymalar.

tenzih / tenzîh

  • Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.
  • Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
  • Suç ve noksanlıktan uzak saymak.
  • Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.

tepide

  • Rahatsız, sıkıntıda. (Farsça)

terabbu'

  • Bağdaş kurarak rahatça oturma.

tereffüh

  • Refaha ermek. Bolluk ve rahatlık içinde geçinmek. Bolluğa kavuşmak.
  • Aşırı rahatlık, bolluk ve rahatlık içinde yaşama.

terfih

  • Ferahlandırma. Refaha erdirme. Rahat ve bollukla yaşamasına sebeb olma.

terfiye

  • Sevindirmek.
  • Rahat etmek.

tervih

  • (Çoğulu: Tervihât) Râyiha verme. Kokutma. Kokusunu artırma.
  • Rahatlandırma.

tesebbüt

  • Rahatlık.
  • Sâkin olmak.

teşeffi

  • Şifa bulma, (öç alarak) rahatlama.
  • Rahatlamak. Şifâ bulmak.
  • Öc almak. Öc veya intikam almakla yüreği soğumak.

teşeffi-i gayz / teşeffî-i gayz

  • Öfkesinin öcünü alarak rahatlamak. İntikam alarak yüreğini soğutmak.
  • Öfkesinin öcünü alarak rahatlamak, intikam alarak yüreğini soğutmak.

teselli / tesellî

  • Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle rahatlatmak.

teselli verme / tesellî verme

  • Üzüntüyü hafifletme, acıyı dindirme, rahatlatma.

teselli-i kalp

  • Kalbin tesellisi, rahatı.

teskin

  • Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
  • Gr: Bir harfi sâkin okuma.
  • Sakinleştirme, rahatlatma.

tıknefes

  • Zor nefes alan. Rahat nefes alamayan.

töhem

  • (Tekili: Töhmet) Suçlar, töhmetler, kabahatler.

töhmet

  • Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat.
  • İtham altında olma.

tühem

  • (Tekili: Töhmet) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.

tuma'nine

  • İtminan. Emin olma, inanma, gönlü rahat olma.

tumur

  • Aşağı sıçramak.
  • Doldurmak.
  • Seyahat edip gitmek.
  • Defnetmek, gömmek.

udva'

  • Kuru, sert yer.
  • Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer.
  • Evin uzak olması.

unuşe

  • Refah, huzur, rahatlık.
  • Adâlet. Merhamet.
  • Şarap.
  • Beğenme.

vahdet-aram / vahdet-ârâm

  • Dinlendirici, rahat yer. (Farsça)

vakar

  • Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.

vareste / vâreste / وارسته

  • Affedilmiş. Halâs bulmuş, kurtulmuş. (Farsça)
  • Rahat, serbest. (Farsça)
  • Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest.
  • Kurtulmuş, rahat. (Farsça)
  • Uzak. (Farsça)

varestegi / varestegî

  • Kurtulma, halâs bulma. (Farsça)
  • Rahatlık, serbestlik. (Farsça)
  • İlişiksizlik. (Farsça)

vicdansuz / vicdânsûz

  • Vicdanı rahatsız eden.

vikahat

  • (Bak: Vakahat)

visad

  • Dayanıp rahat edilecek yastık veya şilte.

vüsuk / vüsûk

  • Davasına olan güvenden kaynaklanan gönül rahatlığı.

yüsr

  • Kolaylık. Genişlik. Rahatlık. Zenginlik. Gına. Refah.

yüsret

  • Kolaylık, sühulet. Rahat.

zelahlah

  • (Çoğulu: Zelahlahât) Büyük çanak.
  • Aceleci ve uzun boylu adam.
  • Derin olmayan ırmak.

zelaka

  • (İzlâk - Zellâka) Fasâhat, kolaylık ve lisan inceliği, keskinlik. Nutkun güzel ve çabuk olması.

zenb

  • Günah, suç, kabahat.
  • Suç, günah, kabahat.
  • Günah, suç, kabahat.

zerdab

  • (Zerd-âb) İrin, cerahat. (Farsça)
  • Safra. (Farsça)
  • Beyaz şarap. (Farsça)

zınne

  • Töhmet, kabahat.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın