Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Afat
ifadesini içeren
100
kelime bulundu...
acar
(Tekili: Ecr) Sevaplar, ücretler, mükâfatlar.
Kiralar.
badaş
Mükâfat.
(Farsça)
bahşiş
Lütfedip verilen para. Fazladan, iyilik olsun diye verilen. İhsan. Hediye, mükâfat.
(Farsça)
behişt
Cennet. Ahirette iyi kulların gideceği mükâfat yeri. Adn. Firdevs.
(Farsça)
berhudar
Selâmette. Mükâfata erişen. Nasibli.
(Farsça)
beşir / beşîr
Müjdeci, mükâfatı müjde eden.
beyin
Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez
(Türkçe)
cebel-i arafat
Arafat Dağı.
cebel-i arefe
Arafat Dağı.
cebel-i rahmet
"Rahmet dağı" mânâsına, Arafat ovasındaki tepe.
cennet
İnananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi.
cümcüme / جمجمه
(Çoğulu: Cemâcim) Baş kemiği, kafatası.
Ağaç çanak.
Arabdan bir kabile.
Kafatası.
(Arapça)
dar-ı ceza / dâr-ı ceza
İyi veya kötü işlerin karşılığının verildiği ceza ve mükafat yeri.
dar-ı mücazat ve mükafat / dar-ı mücazat ve mükâfat
Ceza ve mükafat yurdu, âhiret.
dar-ı mükafat / dâr-ı mükâfat
Mükâfat, ödül yeri.
dar-ı mükafat ve mücazat / dâr-ı mükâfat ve mücâzât
Mükâfat ve ceza yeri.
deyyan / deyyân
Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
ecir / اجير
Karşılık, ücret.
İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat.
Mükafat.
ecr
(Çoğulu: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey.
Ahirete aid mükâfat, hayır ceza.
Ücret, mukabil, karşılık. Sevab.
Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
İyilik, mükâfât, ücret, karşılık. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği işleri yapanlara verdiği sevâb.
ecr u mesubat / ecr u mesubât
Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.
ecr-i cezil / ecr-i cezîl
Bol mükafat.
ecr-i kesir / ecr-i kesîr
Bol ücret, mükâfat.
ehl-i sevap
Allah tarafından mükâfata lâyık görülenler.
el cezau mincinsi'l-amel / el cezâu mincinsi'l-amel
"Mükâfat veya ceza, yapılan iş cinsinden olur.".
emek-dar
Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi.
(Farsça)
errahim
En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)
eyyam-ı cem'
Hac mevsiminde Arafat ve Mina'da geçen dört gün.
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
haccal
Şatafatlı, debdebeli, gösterişli.
hafe / hâfe
(Çoğulu: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı.
İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.
hame
Kafatası, başın üst kısmı.
hila'
(Tekili: Hil'at) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar.
huri / hûrî
Allahü teâlânın îmân edenlere mükâfat olarak yarattığı, nasıl oldukları bilinmeyen Cennet kızı.
ihbariyye
Haber vermek işi.
Kaçak veya kayıp eşyayı haber verene mükâfat olarak verilen para.
ihsar
(Hasr. dan) Birisini işinden alıkoymak.
Fık: Hac için ihrama girmiş bir zâtın, Arafat'ta durmakla ziyaret tavafından; ve umre için ihrama girmiş bir kimsenin de tavaftan men edilmesi. Böyle men edilen zâta "muhsar" denir.
Kısaltma, kısalma.
Sıkıştırma.
ikramiye
Hürmet ve mükâfat için verilen para veya hediye.
Memurlara maaş haricinde ve her sene belli bir zamanda verilen para.
Yapılan iyilik karşılığı olarak verilen hediye veya para.
Satıcı tarafından pazarlığın hâricinde olarak müşteriye yahut arada vasıta olana verilen şey
irsad
Gözetlemek.
Hâzır ve âmâde eylemek.
Mükâfat vermek.
Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)
isabet
Ecir, mükâfât, karşılık vermek.
Doldurmak.
istikşaf
(Çoğulu: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma.
Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma.
kaftan
Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük elbise. Hil'at, esvab.
kase-i ser / kâse-i ser / كاسهء سر
Kafatası.
Kafatası.
kaside-i bürde
Hazret-i Peygamber (A.S.M.) önünde meşhur Arab Şâiri Ka'b bin Züheyr'in okuduğu kasidenin adı olup, bu kasideyi Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm beğenmiş, mükâfat ve iltifat eseri olarak da kendi hırkasını ona giydirdiğinden bu isimle meşhur olmuştur.
kedu
Kabak.
(Farsça)
Mc: Kafatası.
(Farsça)
keyfer
Karşılık, mukabil.
(Farsça)
Mükâfat veya ceza.
(Farsça)
kıhf
(Çoğulu: Akhâf) Kafatası. Beynin, içinde bulunduğu kafa kemiği.
kılafet
Gemi ziftleme san'atı. Kalafatlık.
lüks
Şatafat, aşırı süs.
mahall-i ceza
Ceza ve mükâfatın verileceği yer.
malik-i yevmiddin
Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan Allah (C.C.)
me'cur
Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse.
Kiraya verilen.
menasik-ül hac
Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri.
meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm
Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.
mesubat
(Tekili: Mesube) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar.
mesube
(Çoğulu: Mesubât) İyiliğe karşı Cenab-ı Hakk'ın vereceği mükâfat.
mina / minâ
Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.
muhassır
Hasrette bırakan.
Mina ile Arafat arasında Muhassir vadisi. Ebrehe'yi mağlub eden Ebabil kuşlarının taş yağdırdıkları mevki.
mukaddeme-i mükafat-ı lahika / mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika / mukaddeme-i mükâfat-ı lahika / مُقَدَّمَۀِ مُكَافَاتِ لَاحِقَه
Sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı.
Daha sonra verilecek mükafatın başlangıcı.
mükafat-ı acil / mükâfât-ı âcil
Peşin mükâfat.
mükafat-ı acile / mükâfât-ı âcile
Peşin mükâfat.
mükafat-ı hazıra / mükâfat-ı hâzıra
Mevcut olan mükâfat, şu anki mükâfat.
mükafat-ı maneviye / mükâfat-ı mâneviye
Mânevî mükâfat, karşılık.
mükafat-ı nakdiye / mükâfat-ı nakdiye
Para mükâfatı.
mükafaten / mükâfaten
Mükâfat, ödül olarak.
Mükâfat ve karşılık olarak.
mukallef
Kalafatlanmış, taklif edilmiş.
mukarrer / مُقَرَّرْ
Daha sonra verilecek mükafatın başlangıcı.
muktataf
(Çoğulu: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş.
Derleme, toplama. Derlenmiş.
müsakkaf
(Çoğulu: Müsakkafât) (Sakf. dan) Üstü dam veya tavanla örtülmüş. Tavanı veya damı olan.
mutantan
Debdebeli. Tantanalı. Gürültülü. Gösterişli ve şatafatlı.
müyadat
Elden ele verme.
Mükâfat.
muzahrafat
(Bak: Müzahrafât)
müzd
Ücret, karşılık, kira.
(Farsça)
Mükâfat.
(Farsça)
müzdelife
Mekke'de Arafat ile Mina arasında bulunan mukaddes bir yer.
Arafat ile Mina arasında bulunan yer.
Mekke-i mükerremede Minâ ile Arafât arasında bulunan, Âdem aleyhisselâmla hazret-i Havvâ'nın yeryüzünde ilk buluştukları yer.
na'man
Tâif yolunda Arafata çıkar bir derenin adı.
nail-i mükafat / nâil-i mükâfât
Mükâfata, ödüle erişen.
netice-i mükafat / netice-i mükâfat
Sonuçta verilecek mükâfat.
pa-deş
Mükâfat.
(Farsça)
padaş
(Çoğulu: Padaşân) Mükâfat, ecr.
(Farsça)
Yoldaş. Yol arkadaşı.
(Farsça)
padaşan / padaşân
(Tekili: Padaş) Arkadaşlar, ayakdaşlar.
(Farsça)
Mükâfatlar.
(Farsça)
safe
(Çoğulu: Savaf-Sâfât) Kanatlarını havada yayıp uçan kuş.
saltanat
Kudret, kuvvet.
Hâkimiyet, padişahlık.
Tantana, gösteriş, debdebe.
Şatafatlı hayat. Bolluk. Zenginlik.
şeafe
(Çoğulu: Şüuf-Şiâf-Şeafât) Dağ başı.
Her nesnenin âlâsı ve üstü.
şeayir
(Tekili: Şâire) Hac için hazırlanan nişanlı kurbanlar. Şâireler. Safâ. Merve, Mina ve Arafat gibi, menâsik-i haccın edâ edilecek yerleri ve dinin alâmetleri. Menâsik ve âyin rüsumu.
şedaid
(Şedâyid) Afât. Meşakkatli haller. Şiddetli musibetler.
şekur / şekûr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'
semi' / semî'
İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).
sevab / sevâb
Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.
Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
İyilik ve ibâdet yapana âhirette Allahü teâlâ tarafından verilecek mükâfât, iyi karşılık. Ecir.
sevap
Hayır; İlâhî mükâfat.
İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
sultanü'd-deyyan / sultanü'd-deyyân
Mükâfat ve cezayı hakkıyla veren sultan; Allah.
ta'rif
(İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
Gr: Bir ismi marife etmek.
Arafat'ta vakfe yapmak.
tavaf-ı ifada / tavâf-ı ifâda
Hacıların Arafât'tan indikten sonra yaptıkları farz tavâf. Tavâf-ı Ziyâret.
tavaf-ı ziyaret / tavâf-ı ziyâret
Hacıların Arafât'tan indikten sonra, Kurban bayramı günlerinde yapılan tavâf. Buna ifâda tavâfı da denir.
tekbiratü'l-huccac fi arafat / tekbirâtü'l-huccac fî arafat
Hacıların Arafat Dağına çıktıkları zaman tekbir getirmeleri.
terk-i ukba / terk-i ukbâ
Âhiretteki mükâfatları terketmek, düşünmemek.
tevkif
Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme.
Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak.
Bir kimsenin koluna bilezik takmak.
va'd
Söz verme, söz verilen şey.
Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.
vaad ve vaid-i ilahi / vaad ve vaîd-i ilâhî
Cenab-ı Allah'ın mükafat için söz vermesi ve azapla korkutması.
vadi-yi urene / vâdi-yi urene
Arafât ovasında bulunan bir vâdi.
vakfe
Durma; haccın farzlarından olup, Arefe günü Arafat'ta öğle ve ikindi namazından sonra bir miktar durmak.
Bir hareketin geçici olarak durdurulması.
Durak. Durulacak yer.
Hacıların Hac esnasında Arafat'taki tevakkufları olup, eda etmeğe mecbur oldukları şartlardan birisidir.
vakıf / vâkıf
Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
Bir işten haberi olan.
Arafât'ta vakfeye duran.
zerafe
(Çoğulu: Zürâfât) Deveye benzer, boynu uzun ve art ayakları kısa bir hayvan. Zürafa.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Efkar
taahhüd
Ahval-I muhtelife
Güdaz
tahannüs
mebde ve mead
hamd ü sena
mazmun
istinad
Tecelliyât
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Afat
geride bırakma
garb
Engin
büyük adam
iki kelime
Şöhret
Saz
Esnaf
tur