LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te AYLA ifadesini içeren 414 kelime bulundu...

ab-dest

  • Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir. (Farsça)
  • Azarlama, paylama. (Farsça)

abdest / آبدست

  • Abdest. (Farsça)
  • Paylama. (Farsça)

afaki hadisat / âfâkî hâdisât

  • Kişiyi ilgilendirmeyen, kendi dışında cereyan eden olaylar.

ahdas / ahdâs / احداث

  • Yeni olaylar. (Arapça)
  • Dertler. (Arapça)
  • Gençler. (Arapça)

akağa

  • Osmanlı saraylarında hizmet gören beyaz hadımağası.

aklam

  • (Tekili: Kalem) Kalemler. Oklar. Yayla atılan eski zaman silahlarından biri.

akmar / akmâr / اقمار

  • (Tekili: Kamer) Aylar. Yıldızlar.
  • Aylar. (Arapça)

akvas

  • (Tekili: Kavs) Kavisler, yaylar.
  • Virajlar, büklümler.

ale-d-derecat

  • Derecelere göre, sırayla.

alem-i misali / âlem-i misalî

  • Görüntüler âlemi; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem.

alem-i misaliye / âlem-i misaliye

  • Bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem.

alettahkik

  • Araştırmayla.

arabi aylar / arabî aylar

  • Hicrî senenin on iki ayı. Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebî'ul-evvel, Rebî'ul-âhir, Cemâzil-evvel, Cemâzil-âhir, Receb, Şa'bân, Ramazan, Şevvâl, Zilka'de, Zilhicce.

arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka

  • Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

aşure

  • (Aşurâ) Arabi aylardan olan Muharrem ayının onuncu günü. Aynı günde çeşitli hububat ve kuruyemişler katılarak yapılan tatlı.

atba'

  • (Tekili: Tıb') Akarsular, çaylar, dereler, kanallar, sel yatakları.

avare / âvâre / آواره

  • Aylak. (Farsça)

avaregi / avaregî

  • Avarelik, serserilik, işsiz güçsüzlük, aylaklık. (Farsça)

avareser / âvâreser / آواره سر

  • Aylak. (Farsça)

avl

  • İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.

barani / bârânî

  • Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey. (Farsça)
  • Yağmurla ilgili. (Farsça)

bazar

  • Alış-veriş. Ahz ü itâ. (Farsça)
  • Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar. (Farsça)
  • Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık. (Farsça)

bedihiyat-ı hissi / bedihiyat-ı hissî

  • Hislerle açık bir şekilde idrak edilen nesneler, olaylar.

behreme

  • Saç ve sakalın kınayla boyanması.
  • Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
  • Hindlilerin ibadeti.

bela-yı siyah / belâ-yı siyâh

  • Kara belâ.
  • Mc: Acı olan olaylar, kötü hâdiseler.

benul-ahyaf / benûl-ahyâf

  • İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler.

berat gecesi

  • Arabi Şâban ayının onbeşinci gecesi. Şâban ayı mübarek şuhur-u selâseden (üç aylardan) olup, onbeşinci gecesi mahlûkatın rızıklarına, ömürlerine, amellerine dâir taraf-ı İlâhîden meleklere tâlimat verildiği hususunda rivâyât-ı sahiha vardır.

berhay

  • Yaramaz, haylaz.

besek

  • (Besdek) Esneme. (Farsça)
  • Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar. (Farsça)

bilvasıta

  • Vasıtayla.

bimekan / bîmekân / بى مكان

  • Yersiz. (Farsça - Arapça)
  • Aylak. (Farsça - Arapça)

burhan-ı inni / burhan-ı innî

  • Tümdengelim; eserden eseri yapana, olaylardan kanuna ulaştıran delil.

bürhan-ı inni / bürhan-ı innî

  • Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.

c

  • Arabî ayların kısaltmalarında Cemaziyel Evvel ayının kısaltılmış hali.

cavers

  • Buğdaylar arasında biten bir cins sarı darı.

çavuş

  • Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi.
  • Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker.
  • İşçilerin b

cem'iyyet

  • (Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et.
  • Bir yere cem' olma.
  • Mânevi birlik teşkil eden cemaat.
  • Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müstenid

cemaziye'l-ahir / cemâziye'l-âhir

  • Hicrî aylardan altıncısı.

cemaziyel ahir

  • Arabi ayların altıncısıdır. (Arabi aylar: Muharrem, Safer, Rabiyy-ül-evvel, Rabiyy-ül-âhir, Cemaziyel-evvel, Cemaziyel-ahir, Receb, şaban, Ramazan, şevval, Zilkade, Zilhicce'dir)

cemaziyel evvel

  • Arabi ayların beşincisidir.
  • Bir kişinin mazisi, geçmişi.

cerre çıkma

  • Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.

cüdcüd

  • (Çoğulu: Cedâcid) Orak kuşu derler bir büyük böcek ki yaz aylarında öter.

cul

  • Çaylak. (Farsça)

cümad-el-ahire / cümâd-el-âhire

  • Arabi ayların altıncısının adı.

cümad-el-ula / cümâd-el-ûlâ

  • Arabi ayların beşincisi. Cemazi-yel-evvel.

cümade / cümâde

  • Arabi ayların beşinci ve altıncısının adı.

dayic

  • Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse.

delil-i inni / delil-i innî

  • Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.

derbeder / دربدر

  • Aylak, avare. (Farsça)

divanhane

  • Odalar arasındaki büyük salon. Büyük ev. Divan kurulacak büyük oda. Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon. (Farsça)

ehadis / ehâdîs

  • Hadisler; Peygamber Efendimizin mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.

ehadis-i şerife / ehâdis-i şerife

  • Hadisler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.

ekasim

  • (Tekili: Aksam) Aksamlar, paylar, kısmetler.

elli dört farz

  • İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.

emhar

  • (Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
  • (Mühür) Taylar, at yavruları.

emir-ül ma'

  • Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.

emirber

  • Subayların kıt'a ve daire dışında emirlerinde bulunan erler. (Farsça)

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

enhar

  • (Tekili: Nehr) Nehirler, çaylar, ırmaklar.

enhür

  • (Tekili: Nehr) Nehirler, ırmaklar, çaylar, akarsular.

erbaş

  • Ask: Subay ve assubayların dışında kalan rütbeli asker.

erkan-ı askeriye / erkân-ı askeriye

  • Yüksek rütbeli askerler. Zabitler, subaylar.

eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz

  • Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.

esham

  • Hisseler, paylar.

eşhur / eşhûr

  • Aylar.

eşhür / اسهر

  • (Tekili: şehr) Aylar.
  • Aylar. (Arapça)

eşhür-ül hurum

  • İslâmiyetten evvel Arab kabileleri arasında vuruşmanın ve muharebenin haram kılındığı Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Receb ayları.

eşhür-ül-hacc

  • Hac ayları mânâsına gelen bu kelime; İslâmiyetten evvel Kâbenin tavaf edildiği; Şevval ve Zilka'de ile Zilhicce ayından da alınan 10 günle cem'an 70 günlük zamana verilen addır.

eşhuru'l-hac

  • Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi.

eşhuru'l-hurum

  • Haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. İslâm'dan önce Araplar bu aylarda savaş yapmayı haram sayarlardı.

evsaf-ı nisbiye / evsâf-ı nisbiye

  • Kıyaslamayla olan vasıflar; diğerlerine göre diye anlatılan vasıflar.

eyyam-ı biyd / eyyâm-ı biyd

  • Ayın ışığının en aydınlık olduğu kamerî aylarının 13, 14 ve 15. günleri.

faciat / fâciât / فاجعات

  • Acıklı olaylar, facialar. (Arapça)
  • Felaketler. (Arapça)

fırak

  • Tümenler, alaylar, bölükler.
  • Partiler.
  • Takımlar, kalabalıklar, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılan mezhepler.
  • (Tekili: Fırka) Fırkalar, partiler.
  • Alaylar, bölükler.
  • Cennetler.
  • Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler.

frengi / frengî

  • Avrupa'ya ait, Avrupayla ilgili.

füruat / fürûat

  • Detaylar, ayrıntılar; aynı soydan gelenler, esastan olmayan talî meseleler.

füruat-ı islamiye / füruat-ı islâmiye

  • İslâmî konuların dalları, detayları.

füruat-ı şer'iye

  • İslâm şeriatınn dalları, detayları.

garameten

  • Herkese eşit olarak, taksim ederek, paylaştırarak, hakkına göre.

gaylem

  • Kul, cariye.
  • Kablumbağanın erkeği.
  • Mevzi ismi.
  • Mugaylân ağacı.

gıdai / gıdaî

  • Gıdayla ilgili.

gidişat

  • Olayların durumu, işlerin gelişme biçimi, işlerin gidiş tarzı.

gureba-i yemin

  • İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı B

gurre / غره

  • Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
  • Fık: İska
  • Arap aylarının ilk günü. (Arapça)
  • Akıtma. (Arapça)

gurre-i muharrem

  • Arabi aylardan olan Muharrem ayının birinci günü ve gecesi.

guvl

  • (Çoğulu: Agvâl-Gaylân) Cinden bir tâife.

hacc-ı kıran

  • Hac aylarından önce veya hac aylarında hac ile umrenin ikisi için birden ihrama girilip umre yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen hacca denir. Bunu yapan kimseye "karin" denir.

hacc-ı temettu' / hacc-ı temettû'

  • Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac yapmak. Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.

had

  • Çaylak kuşu. (Farsça)

hadim / hâdim

  • (Hidmet. den) (Çoğulu: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan.
  • İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan.
  • Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunla

hadisat / hâdisât / hâdisat / حادثات

  • Olaylar.
  • Olaylar.
  • Yeni olan şeyler, olaylar.
  • Olaylar. (Arapça)

hadisat-ı acibe / hâdisât-ı acibe / hâdisât-ı acîbe

  • Tuhaf, şaşırtıcı olaylar.
  • Şaşılacak, garib olaylar.

hadisat-ı alem / hâdisât-ı âlem

  • Dünyada meydana gelen olaylar.

hadisat-ı azime / hâdisât-ı azîme

  • Büyük olaylar.

hadisat-ı bereket / hâdisât-ı bereket

  • Bereket ile ilgili hâdiseler, olaylar.

hadisat-ı cevviye / hâdisât-ı cevviye

  • Atmosferdeki olaylar.

hadisat-ı cevviye ve semaviye / hadisat-ı cevviye ve semâviye

  • Hava ve gök olayları.

hadisat-ı cüz'iye / hâdisât-ı cüz'iye

  • Ferdî hâdiseler, bireysel olaylar.

hadisat-ı dünyeviye / hâdisât-ı dünyeviye

  • Dünyada meydana gelen hâdiseler, olaylar.

hadisat-ı gaybiye / hâdisât-ı gaybiye

  • Gayb âlemine ait bilinmeyen olaylar.

hadisat-ı hayatiye

  • Hayata ait olaylar.

hadisat-ı i'caziye / hâdisât-ı i'câziye

  • Mu'cize olaylar, harika haller.

hadisat-ı islamiye / hâdisât-ı islâmiye

  • İslâmla ilgili olaylar.

hadisat-ı istikbaliye / hâdisât-ı istikbaliye

  • Gelecekteki olaylar.

hadisat-ı istikbaliye-i dünyeviye / hâdisât-ı istikbaliye-i dünyeviye

  • Gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olaylar.

hadisat-ı kainat / hâdisât-ı kâinat

  • Kâinatta meydana gelen olaylar.

hadisat-ı kevniye / hâdisât-ı kevniye

  • Yaratılışla ilgili hâdiseler, olaylar.

hadisat-ı kevniye-i gaybiye / hâdisât-ı kevniye-i gaybiye

  • Maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olaylar.

hadisat-ı maziye / hâdisât-ı maziye

  • Geçmişte meydana gelen olaylar.

hadisat-ı muhammediye / hâdisât-ı muhammediye

  • Hz. Muhammed (a.s.m.) ile ilgili gelişen olaylar.

hadisat-ı müthişe / hâdisât-ı müthişe

  • Dehşet veren olaylar.

hadisat-ı risalet / hâdisât-ı risalet

  • Peygamberlikle ilgili hâdiseler, olaylar.

hadisat-ı semaviye / hâdisât-ı semâviye

  • Gökte meydana gelen olaylar.

hadisat-ı zamaniye / hâdisât-ı zamaniye

  • Zamanın hâdiseleri, olayları.

hadise-i istikbaliye / hâdise-i istikbaliye

  • Gelecekteki olaylar.

hadise-i nevmiye / hâdise-i nevmiye

  • Uykuda meydana gelen olaylar.

hakikat mesleği

  • Varlıkların ve olayların ardındaki gerçeği araştıran yol, Kur'ân yolu.

hale / hâle

  • Ay çevresinde görülen parlak daire, ayla.

harem-seray

  • Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir.
  • Câmi içi.

haseki

  • Tar: Vaktiyle sarayda görevli bazı subaylara verilen isim.

hat

  • Çaylak kuşu. (Farsça)

havadis / havâdis / حوادث

  • Olaylar, haberler.
  • Hâdiseler, olaylar, haber.
  • Yeni haberler. (Arapça)
  • Olaylar. (Arapça)

havadis-i yevmiye / havâdîs-i yevmiye

  • Günlük hâdiseler, olaylar.

havarık-ı ade / havarık-ı âde

  • Fevkalâde olaylar, hârika hâdiseler.

haylaz

  • Yaramaz, aylak.

haymana

  • Başıboş hayvanları haylayıp salıverdikleri çayırlık yer.
  • Ankara'nın bir kazası.

haz'

  • Muhalefet etmek.
  • Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak.

hemfikr / همفكر

  • Aynı düşüncede, hemfikir. (Farsça - Arapça)
  • Hemfikr olmak: Aynı fikri paylaşmak. (Farsça - Arapça)

hergele / خرگله

  • Sürünün başında giden kılavuz eşek. (Farsça)
  • Eşek sürüsü. (Farsça)
  • Haylaz, yaramaz adam. (Farsça)

heyamola

  • Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
  • Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini

hezliyat / hezliyât

  • (Tekili: Hezl) Mizah ve şakayla ilgili söz veya şiirler.

hicri tarih / hicrî tarih

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mekkeden Medine'ye hicret ettiği günü başlangıç olarak alan tarih. Milâdi ve Rumi tarihler gibi oniki ay esasına dayanan hicri sene, Muharrem adı verilen ayla başlar, zilhicce ile sona erer. Oniki ayın adları şunlardır: Muharrem, safer, rebiül-evvel, rebiül-âhi

hidaye

  • Çaylak kuşu.

hikayat / hikâyât

  • Hikâyeler, olaylar.

hınat

  • (Tekili: Hınta) Buğdaylar.

hısas / hısâs

  • Hisseler. Paylar. Nasipler.
  • Kıssadan alınan dersler.
  • Hisseler, paylar, kıssadan alınan dersler.
  • Hisseler, paylar.

hisse senedi

  • Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.

hisse-i şayia / hisse-i şâyia

  • Bir şeye ortak olanların taksim edilmemiş paylarından her biri; ortak mülkiyet.

horst

  • Alm. Jeo: Bir çukur veya hendeğin, tersine, faylar arasında yükselmiş kesimi.

huyul

  • (Tekili: Hayl) Atlı alaylar.
  • Atlar.
  • Kötülerin meydana getirdiği kalabalık.

icadi / îcadî

  • Yaratmayla ilgili.

içtihadi / içtihadî

  • İçtihatla ilgili; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarmayla ilgili olan.

idadiye / îdâdiye

  • Hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul.

ihsas-ı ganaim

  • Düşmandan ele geçirilen ganimet mallarını paylaşma.

ihtifalat

  • (Tekili: İhtifal) Törenler, merasimler.
  • Cenaze alayları.

ihtirazi / ihtirazî

  • Çekinmeye ait, sakınmayla alâkalı.

iki hilal ortası / iki hilâl ortası

  • Ramazan ayı; Ramazan ile Şevval aylarının hilâllerinin ortası.

iktisam

  • (Kısım. dan) Bölüşmek, paylaşmak.

ilkbahar

  • Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan mevsim. (Türkçe)

inni / innî

  • Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.

inzimam-ı rey

  • Görüş birliği, aynı görüşü paylaşma.

irgan

  • Bir işi kolaylaştırma.

istikra / istikrâ

  • Birey veya olayları tek tek inceleyerek onlardaki ortak vasıfları tesbit etmek sûretiyle çıkartılan genel sonuç; tümevarım, endüksiyon; yani peygamberleri tek tek araştırıp "peygamberliğin sebebi olan küllî esaslar"ı tespit etmek bir istikra işlemidir. İşte bu esaslar Peygamber Efendimizde en mükemm
  • Ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma.

istikra-ı tam / istikrâ-ı tam

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istikra-i tamm / istikrâ-i tâmm

  • Tam bir tümevarım, endüksiyon; parçalardan bütüne, fertlerden türlere, olaylardan kanunlara, ilimlerden kâinatın mükemmel olan düzen ve düzenliğine varma yöntemi.

istikra-i tamme / istikrâ-i tâmme

  • Bütün cüz'î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor.

istiksam

  • Yemin teklif etme.
  • Bölüşme, taksim etme, paylaşma.

istisar

  • Kolaylaşmak, kolay olmak.

istisnai / istisnaî

  • İstisnaya âit. Ayırmayla alâkalı.

itab / itâb / عتاب

  • Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.
  • Azarlama, paylama, çıkışma. (Arapça)

kalem-i kudret

  • Varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç.

kalem-i kudret ve kader

  • Allah'ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç ve ilim.

kalfa

  • Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı.
  • Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı.
  • Bir san'atta usta ile çırak ara

kameri aylar / kamerî aylar

  • Hicrî takvimde kullanılan on iki ay. Arabî aylar da denir.

kameri sene / kamerî sene

  • Arabi aylara göre olan yıl. Senesi 360 gün olan yıl.

kanun / kânûn / كانون

  • Tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide.
  • Ocak. (Arapça)
  • Mangal. (Arapça)
  • Aralık ve Ocak ayları. (Arapça)

kanun-u sani / kânun-u sâni

  • Rumî aylardan Ocak ayı.

karargah / karargâh

  • Karar yeri, askeriyede kurmayların yeri.

katade

  • (Çoğulu: Kutad) Dikenli ot. Mugaylan dikeni.

kaziye-i tasdiki / kaziye-i tasdikî

  • Delillerle tasdik edilip onaylanan hüküm, önerme.

keşf-i evliya

  • Velilerin mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmesi.

keşfiyat-ı sadıka

  • Doğru keşifler; manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme.

ketaib

  • (Tekili: Ketibe) Askerler, neferler, erler. Alaylar, birlikler.

kıyas-ı hafi-yi hadsiye / kıyas-ı hafî-yi hadsiye

  • Zihnin birşey hakkında, sezgi ve âni kavramayla yaptığı gizli kıyas. Meselâ "Eğer Ayın ışığı Güneşten gelmeseydi, durumu değiştikçe ışık yapısı değişmezdi" şeklinde zihne doğan gizli bir kıyasla aklın "O halde Ay ışığını Güneşten alır" şeklinde hükmetmesi.

kudret ve kader kalemi

  • Allah'ın olacak olayları olmadan önce bilip yazması, takdir etmesi ve kudretiyle yaratması.

külah

  • Takke. Kalpak. Baş örtüsü.
  • Kazıkların toprağa girmesini kolaylaştırmak için uçlarına geçirilen huni şeklindeki demir gömlek.

kusur-u aliye / kusûr-u âliye

  • Yüksek saraylar, köşkler.

kusur-u müzeyyene / kusûr-u müzeyyene

  • Süslenmiş saraylar, köşkler.

kusur-u semavi / kusûr-u semâvi

  • Gökteki saraylar.

kusur-u semaviye / kusûr-u semâviye

  • Gök sarayları.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kutb

  • İşlerin görülmesine veya insanların doğru yolu bulmasına vâsıta kılınan büyük zât. Dünyâ işleri ve madde âlemindeki olaylarla alâkalı olana medâr kutbu (kutb-ül-aktâb), din ve irşâd işi ile vazîfeli kılınana irşâd kutbu denir.

kutb-i medar / kutb-i medâr

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât. Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir.

kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.

laz

  • Doğu Karadeniz bölgesinde, bilhassa Rize dolaylarında yaşayan bir kavim.
  • Bu kavimden olan kimse.

lazistan

  • Lazlar'ın oturduğu bölge olan Rize dolayları. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rize sancağına verilen ad.

levh-i kaza ve kader / levh-i kazâ ve kader

  • Allah tarafından olacak bütün olayların belirlendiği ve yazıldığı Kazâ ve Kader Levhası.

levm

  • Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.

levvam

  • (Levvâme) Levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.

leyal-i aşr

  • Arabi aylardan Zilhiccenin ilk on gecesi. On geceler.

leyla

  • Çok karanlık gece.
  • Arabi ayların son gecesi.
  • Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramânı.

leyle-i berat / leyle-i berât

  • Berat Gecesi; hicrî ayların sekizincisi olan Şaban ayının on beşinci gecesi.

lisme

  • Azarlamak, paylamak.

macera-yı hayatiye

  • Hayat hikâyesi, yaşanan olaylar.

mahiyan

  • (Tekili: Mâh) Aylar.
  • (Mâhî) Balıklar, semekler.

maksad-ı dünyevi / maksad-ı dünyevî

  • Dünyayla ilgili bir maksat, gaye.

masadak / mâsadak

  • Bir sözü onaylayan, doğrulayan.

measir / meâsir

  • Harika işler, unutulmaz olaylar.

menadif

  • (Tekili: Mindef) Hallaç yayları.

meşagil-i dünyeviye / meşâgil-i dünyeviye

  • Dünya meşguliyetleri, dünyayla ilgili işler.

mesail-i dünyeviye

  • Dünyaya ait, dünyayla ilgili meseleler.

mesele-i içtihadiye

  • Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkartmayla ilgili olan mesele.

meyasir

  • (Tekili: Meysur) Kolaylaştırılmış şeyler.

meysurat

  • (Tekili: Meysur ve Meysure) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler.

mi'rac gecesi

  • Leyle-i Mi'rac da denir. Arabî aylardan Receb-i şeri'fin yirmiyedinci gecesidir.

mihar

  • (Tekili: Mühür) At yavruları. Taylar.

misdak / misdâk

  • Onaylayıcı delil.

muahezat

  • (Tekili: Muâheze) (Ahz. den) Tenkid ve itirazlar.
  • Azarlama ve paylamalar. Çıkışmalar.

muaheze / muâheze / مؤاخذه

  • Azarlama, paylama, çıkışma, tenkit.
  • Azarlama, darılma, paylama, cezâlandırma.
  • Çıkışma, azarlama, paylama. (Arapça)

muahezekar / muahezekâr

  • Tenkid ve itiraz edici. (Farsça)
  • Azarlayıp çıkışan. Paylayan. (Farsça)

muateb

  • Azarlanılan. Tekdir olunan. Azarlanmış.
  • Paylamak, çıkışmak.

muazzel

  • Ayıplanmış, ta'zil edilmiş. Azarlanmış, paylanmış.

mübtedi

  • Bir işe yeni başlayan, çaylak, acemi.

muharrem / مُحَرَّمْ

  • Arabi ayların başı, birincisi.
  • Haram edilmiş olan.
  • Bu muharrem ayında Müslümanlıktan evvel Arablar arasında muharebe yasaktı. Bundan dolayı bu isim verilmiştir.
  • Haram kılınmış, tahrim olunmuş.
  • Arabî ayların ilki.
  • Hicrî ayların ilki.

mühevvin

  • Kolaylaştıran.
  • Hiffet ve kolaylık gösteren. Kolaylaştıran.

mukadderat / mukadderât

  • Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar.

mukadderat-ı beşer

  • İnsanın kaderi; Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukadderat-ı beşeriye

  • İnsanlığın kaderi; Allah tarafından insanlık için takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukadderat-ı hayatiye / mukadderât-ı hayatiye

  • Hayat boyu başa gelmesi takdir edilmiş olaylar.

mukadderat-ı nev-i beşer

  • İnsanlığın kaderi; Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar.

mukaseme

  • (Kısm. dan) Paylaşma, bölüşme, taksim etme.

mukasım

  • (Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen, taksim eden.

münahe

  • Parmaklarıyla taksim etmek. Paylaştırmak.

münasafa

  • (Nısf. dan) Yarıyarıya paylaşma. İki eşit parçaya ayırma.

münavebeten

  • Nöbet ile, nöbetleşerek. Sırayla.
  • Nöbetleşe, sırayla.

murassas

  • Lehimlenmiş.
  • Kurşun veya kalayla kaplanmış.

muş-gir

  • "Sıçan tutan" Çaylak kuşu. (Farsça)

musaddak

  • Tasdiklenmiş, onaylanmış.

musaddak-gerde-i erbab-ı basiret / musaddak-gerde-i erbâb-ı basiret

  • Basiret erbabınca tasdik edilmiş; kalp gözü açık olan ileri görüşlü kimseler tarafından onaylanmış.

musaddık

  • Tasdik eden, onaylayan.

musaddıkane

  • Onaylayarak.

musahale / musâhale

  • Kolaylaştırma.

müşahedat-ı beşeriye

  • İnsanların gözlemleri, şahit olduğu olaylar.

müsahele

  • İşi sıkı tutmayıp gevşeklik göstermek. Kolaylaştırarak, kıymet vermiyerek tutmak.
  • Kolaylık gösterme, kolaylaştırma.

müşatare

  • Uzaklık. Iraklık.
  • Bir şeyi yarı yarıya bölüşme. Paylaşma.

müsehhil

  • Teshil eden, kolaylaştıran.
  • Kolaylaştıran.

müshil / مسهل

  • (Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
  • Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.
  • Kolaylaştıran. (Arapça)
  • İshal edici. (Arapça)

müşteri

  • Malı parayla alan. Satılan malı alan.
  • Bir yıldız ismidir. Jüpiter.
  • İstekli, arzulu.

müsteyser

  • Hazır, kolaylanmış.

mütekasım

  • (Çoğulu: Mütekasımîn) (Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen. Bir şeyi paylaşanların beheri.

mütemetti' hac

  • Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip, ömre için tavâf ve sa'y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma.

müteşacir

  • (Çoğulu: Müteşâcirin) Birbirlerine sopayla, ağaçla vuran.

müteşacirane / müteşacirâne

  • Birbirlerine sopayla vururcasına. (Farsça)

müteşacirin / müteşacirîn

  • (Tekili: Müteşacir) Birbirlerine ağaçla, sopayla vuranlar.

müvazea

  • Tevzi edişmek. Paylaşmak.
  • Danışmak, istişârede bulunmak müşavere etmek.
  • Muvafakat etmek, uygun olmak.

müvezza'

  • Taksim olunmuş, paylaşılmış.

müyessir

  • Kolay yapan, teshil eden, kolaylaştıran.

müzarea şirketi / müzârea şirketi

  • Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.

na-meysur

  • Ele geçirememiş. Elde edememiş. (Farsça)
  • İşi kolaylaştırılmış. (Farsça)

nahil

  • Hurma ağaçları, hurmalık.
  • Hurma ağacı.
  • Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.

nakliye

  • Taşımayla ilgili olan.

nazar-ı maddi / nazar-ı maddî

  • Olayları ve varlıkları sadece dış görünüşüne göre değerlendirme.

nes'i / nes'î

  • Câhiliyet devrinde belirli vakti geciktirilmiş haram aylar.

nesi / nesî

  • Yer değiştirmek, geri bırakmak; Eşhur-ül-hurum (haram aylar) denilen ayları değiştirmek, geri almak.

netg

  • Alayla gülmek.
  • Bir kimseyi ayıplamak.

netice-i himmet

  • Ciddî bir gayret ve çalışmayla elde edilen netice, sonuç.

nısf

  • Yarım, yarı. İslâm mîrâs hukûkunda eshâb-ı ferâiz adı verilen yâni Kur'ân-ı kerîmde payları bildirilenlerden bâzı kimselere verilen yarım hisse.

nuhur

  • (Tekili: Nahr) Ayların evvelleri.
  • Göğüsler.

nühur

  • Ayların evvelleri.

pade

  • Eşek ve sığır sürüsü. (Farsça)
  • Çoban sopası. (Farsça)
  • Yayla. (Farsça)

rabbi yessir vela tüassir / rabbi yessir velâ tüassir

  • Ey Rabbim! Kolaylaştır, zorlaştırma, bana imdad eyle, yardım eyle (meâlinde).

ramazan

  • Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başladığı oruç ayı. Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.
  • Hicrî ayların dokuzuncusu ve mübarek üç ayların üçüncüsü.
  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

ramazan-ı mübarek

  • Mübarek Ramazan ayı; hicrî ayların dokuzuncusu.

rebi-ül ahir

  • (Rebi-i Sâni) Kamerî ayların dördüncüsü.

rebi-ül evvel

  • Arabî ayların üçüncüsü.

recai

  • Ricacı. Ricayla ilgili. Dua ve yalvarmağa, ümide dair.

receb

  • Azametli, heybetli. Ta'zim etmek.
  • Cennet'te bir nehir ismi.
  • Mübarek üç ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi.
  • Erkek ismi.
  • Arabî ayların yedincisi.

receb ayı

  • Hicrî ayların yedincisi ve mübârek üç ayların birincisi.

receb-i şerif

  • Şerefli olan ve mübarek aylardan birincisi olan Recep ayı; hicrî ayların yedincisi.

receban

  • Receb ile Şaban ayları.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

rü'yet-i hilal / rü'yet-i hilâl

  • Hilâl (yeni ayın) görülmesi. Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması.

ruzname / rûznâme

  • Günlük, olayların zaman sırasına göre yazıldığı defter, takvim.

şa'ban

  • (Şâbân) Arabi ayların sekizincisi. Mübârek Şuhur-u selâsenin (Üç ayların) ikincisi.

şa'ban ayı / şa'bân ayı

  • Arabî ayların sekizincisi, üç aylardan ikincisi.

şa'ban-ı muazzam / şa'bân-ı muazzam / شَعْبَانِ مُعَظَّمْ

  • Üç aylardan ikincisi, kıymeti çok büyük olan şa'bân ayı.

şa'ban-ı şerif / şa'bân-ı şerîf / شَعْبَانِ شَر۪يفْ

  • Üç ayların ikincisi olan şerefli ay.

şaban / şâbân

  • Arabî ayların sekizincisi.

şaban-ı muazzam / şâbân-ı muazzam

  • Mübarek aylardan ikincisi olan Şaban ayı; hicrî ayların sekizincisi.

şaban-ı şerif / şâbân-ı şerif

  • Hicri ayların sekizincisi ve mübarek üç ayların ikincisi olan değerli ve şerefli Şâban ayı.

saddakna / saddaknâ

  • Tasdik ettik, onayladık.

safahat-ı alem / safahât-ı âlem

  • Dünya olayları, dünyadaki gelişmeler.

safer

  • (Çoğulu: Esfâr) Boş ve hâli olmak.
  • Arabi aylardan ikincisi.
  • Karın içinde durabilen bir yılanın adı.

şaki / şakî

  • (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz.
  • Her çeşit günahı işleyebilen.
  • Haydut, yol kesen.
  • Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.

sanayi' şirketi / sanâyi' şirketi

  • İki veya daha fazla san'at sâhibinin başkasından iş kabûl ederek ücretini paylaşmak üzere veya fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık. Şirket-i A'mâl.

sebr ve taksim

  • Mantıkta kullanılan bir ispatlama yöntemi; bir şeyi kısımlara bölmek, sonra bütün bu kısımları sırayla çürüterek son kalan kısmın doğruluğunu ispat etmek.

seciye-i avra

  • Bir gözü kör olan seciye; olaylara sadece şahsî çıkar açısından veya sadece dünyevî açıdan bakan seciye, huy.

sefer

  • (Safer) Arabi ayların ikincisinin ismi.

şehr-ül haram

  • Haram ayları.

şehrü'l-haram

  • Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.

semere-i sa'y

  • Çalışma ve çabalamayla ortaya çıkan netice, meyve.

serdab

  • Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir. (Farsça)
  • Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen (Farsça)

serencam / serencâm

  • Başa gelen olaylar.

sergerdan / sergerdân / سرگردان

  • Avare, aylak. (Farsça)
  • Şaşkın. (Farsça)

sergüzeşt-i zalimane / sergüzeşt-i zâlimâne

  • Bir kimsenin yaptığı, yaşattığı zalimce olaylar, gaddarlıklar.

serseri / serserî / سرسری

  • Ötede beride gezen, başı boş. İşi gücü olmayıp boşta dolaşan, haylaz, derbeder, avare. (Farsça)
  • Boş söz. (Farsça)
  • Aylak. (Farsça)
  • Anlamsız. (Farsça)

sevr

  • Osmanlı topraklarını paylaşmayı esas alan sözleşme.

şevval

  • Arabi aylardan onuncusu. Ramazandan sonraya geldiği için ilk üç günü mübarek Ramazan bayramıdır.
  • Hicrî ayların onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.
  • Arabî ayların onuncusu.

şevval ayı / şevvâl ayı

  • Arabî ayların onuncusu, Ramazân-ı şerîften sonraki ay.

şevval-i şerif / şevvâl-i şerif

  • Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

seyl-i şuunat / seyl-i şuûnât

  • Olayların, oluşumların akışı, seli.

şeylem

  • Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.

siham / sihâm / سهام

  • Oklar. (Arapça)
  • Paylar. (Arapça)

sıla-i rahm

  • Akrabayla ilişkiyi sürdürme; alâkayı devam ettirme.

silsile-i hadisat / silsile-i hâdisât

  • Meydana gelen olaylar zinciri.

sirar

  • (Çoğulu: Esirre) Sürur, sevinç.
  • Sırayla konuşmak.
  • Ay sonu.

şirket-i a'mal / şirket-i a'mâl

  • İki veya daha fazla san'at sâhiblerinin, başkasından iş kabûl ederek ücretini veya bir fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık.

siyasetdaş

  • Aynı siyasî görüşü paylaşan.

şuhur / şuhûr

  • Aylar.
  • Aylar.

şühur / şühûr / شهور

  • (Tekili: şehr) Aylar. 30 günlük müddetler.
  • Aylar. (Arapça)

şuhur-u mübareke / şuhur-u mübâreke / şuhûr-u mübareke

  • Mübarek, bereketli aylar.
  • Mübarek, bereketli, sevaplı aylar.

şuhur-u muharreme

  • Haram aylar (hicrî Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları).

şuhur-u selase / şuhur-u selâse / şuhûr-u selâse

  • Üç aylar.
  • Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan ayları.

şühur-u selase / şühur-u selâse

  • Arabî üç aylar. Receb, Şaban ve Ramazan ayları.

şuhur-u selase ve muharreme / şuhur-u selâse ve muharreme

  • Üç aylar ve haram aylar.

şuhur-u selase-i mübareke / şuhur-u selâse-i mübareke

  • Mübarek üç aylar.

şuhuruselase / şuhûruselâse

  • Üç aylar.

sutur-u hadisat / sutûr-u hâdisât

  • Sayısız olaylar satırları.

sütur-u hadisat-ı dehr / sütûr-u hâdisat-ı dehr

  • Zamanın, çağın olaylarının satırları.

şuun / şuûn / شئون

  • İşler. (Arapça)
  • Olaylar. (Arapça)

şüun / şüûn / شئون

  • İşler. (Arapça)
  • Olaylar. (Arapça)

şüunat / şüûnât / شئونات

  • Olaylar. (Arapça)

şüzuzat / şüzuzât

  • Kural dışı olaylar ve varlıklar.

ta'ziye

  • Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.

tahfif

  • (Hıffet. den) Hafifletme, yükünü azaltma. Kolaylaştırma.
  • Lâyıkı vechiyle hürmet etmemek.
  • Maddî-manevî bir ızdırabı azaltmak.
  • Kelimelerin bazı harflerini terketmekle telâffuzunu kolaylaştırmak.

tahfifat / tahfifât

  • (Tekili: Tahfif) Hafifletmeler; yükünü eksiltmeler, kolaylaştırmalar.

tahfiz

  • Aşağı indirmek.
  • Asan etmek, kolaylaştırmak.

tahribi / tahribî

  • Yıkmayla ilgili tahribe ait.

takriat / takriât

  • (Tekili: Takri') Azarlamalar, paylamalar, başa kakmalar.

taksim-i adil / taksim-i âdil

  • Adaletli paylaştırma.

takvim

  • Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma.
  • Ta'dil etme.
  • Bir şeye kıymet tâyin eylemek.
  • Her gün güneşin doğuşu, batışı, ay ahkâmı ve süresi kaydedilmiş olan defter.
  • Günlük olaylardan bahseden gazete.

tasdik / tasdîk / تصدیق

  • Doğrulama, onaylama.
  • Onaylama, doğrulama.
  • Onay, doğrulama. (Arapça)
  • Tasdîk etmek: Onaylamak. (Arapça)

tasdik eden

  • Doğrulayan, onaylayan.

tasdik edilen

  • Doğrulanan, onaylanan.

tasdik etmek

  • Doğrulamak, onaylamak.

tasdik ettirmek

  • Kabul ettirmek, onaylatmak.

tasdik-i müddea / tasdik-i müddeâ

  • İddia edilen bir meseleyi onaylama, kabul etme.

tasdikan / tasdîkan

  • Onaylayarak.

tasdikat / tasdîkât

  • (Tekili: Tasdik) (Ka, uzun okunur) Tasdikler, onaylamalar, doğrulamalar.
  • Tasdikler, onaylamalar.

tasvib

  • Uygun bulma, onaylama.

tayalis

  • (Tekili: Taylasân) Başa ve boyna sarılan şallar.
  • Başa sarılan sarıkların omuzlar üzerine salıverilen uçları.

tayınat

  • Erzak, yiyecekler; paylar, hisseler.

te'nis-i ezhan

  • Zihinleri alıştırmak, anlayışı kolaylaştırmak.

teakubi / teâkubî

  • Arka arkaya gelme, sırayla birbirini takip etme şeklinde.

teassi

  • Muhalefet etmek, karşı gelmek.
  • Sopayla vurmak, asâ ile darbetmek.

tedafüi / tedâfüî

  • Savunmayla ilgili.

teetti

  • Asan olmak, kolaylaşmak.
  • Beklemek, gözlemek.

tefe'ül

  • Fal açmak, bazı olayları uğurlu saymak, olacak şeyleri tahmin etmek.

tefekkühat-ı ilmiye

  • Meyve ziyafetleri hükmünde olan ilmin detayları, ayrıntıları.

teferruat-ı şer'iye

  • Şeriatın, İslâm hukuuknun fer'i meseleleri, detayları.

tehvin

  • (Hevn. den) Kolaylaştırma.
  • Ucuzlatma. Ucuzlatılma.
  • Alçaltma. Alçaltılma.
  • Cevr ve hakaret eylemek. Saymamak. Hakir görmek.
  • Kolaylaştırma.

telvim

  • (Çoğulu: Telvimât) (Levm. den) Azarlama, paylama.

temşiye

  • (Meşy. den) Yürütme, ilerleme.
  • Meydana gelmesini kolaylaştırma.

terakkiyat-ı havaiye

  • Hava ile ilgili ilerlemeler, uzayla ilgili gelişmeler.

terhim

  • Atmak.
  • Kolaylaştırmak, âsân etmek.
  • Deveyi sebepsiz kesmek.
  • Yumuşak ve ince etmek.
  • Bir ismi kısaltma.

teselsül / تَسَلْسُلْ

  • İddiâyla delilin birbirine bağlı olmasıyla ihtilâfın sürüp gitmesi.

teshil / teshîl / تسهيل / تَسْه۪يلْ

  • (Çoğulu: Teshilât) Kolaylaştırma. Zorluğa âit şeyleri kaldırma.
  • Kolaylaştırma.
  • Kolaylaştırma.
  • Kolaylaştırma. (Arapça)
  • Teshîl etmek: Kolaylaştırmak. (Arapça)
  • Kolaylaştırma.

teshil etme

  • Kolaylaştırma.

teshil etmek

  • Kolaylaştırmak.

teshil-i muhabere

  • Haberleşmenin kolaylaşması.

teshilat / teshilât

  • Kolaylaştırmalar.
  • Kolaylaştırmalar.

tesniye

  • Bir şeyi kolaylaştırma.

tesrih

  • Talâk. Boşanma, ayrılma.
  • Halâs etme, kurtarma.
  • Bırakma, salıverme.
  • Kıl tarama.
  • Asan etme, kolaylaştırma.

teşrin

  • Eskiden yılın on ve onbirinci aylarına verilen ortak isim.
  • Rumi takvime göre yılın on ve on birinci aylarına verilen isim.

tesvig

  • Cevaz verme.
  • Kolaylaştırma.
  • Tecavüz etmek, haddini aşmak.

tevfik / tevfîk

  • Allahü teâlânın kullarının işini, rızâsına muvâfık (uygun) kılması, şer (kötülük) yolunu kapayıp, hayır (iyilik) yolunu kolaylaştırması.

tevvab / tevvâb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına tövbe etme sebeblerini kolaylaştıran, şartlarına uygun tövbe edenlerin tövbesini kabûl eden.

tevzi / tevzî

  • Dağıtma, paylaştırma.

teysir

  • (Yüsr. den) Kolaylaştırma. Kolaylaştırılma.
  • Kolaylaştırma.

turhan

  • Rum subaylarından beş bin neferin zâbiti (On bin olsa "patrik" derler.)

umur-i izafiye

  • Biri birisiz olmayan ve birbirine nisbet ve kıyaslamayla anlaşılan nitelikler; karanlık-aydınlık, acı-tatlı gibi.

vadk

  • Yağmur damlamak.
  • Alışmak.
  • Yağmur.
  • Genişlik.
  • Kolaylaştırmak, yakın olmak.

vahdet nağmesi

  • Ahenkli bir nidayla her şeyin Allah'ın birliğini anlatması.

vaid / vaîd

  • Korkutma, tehdit etme.
  • Allah'ın azap ve cezayla korkutması
  • felâket, cehennem.

vakayi

  • Olaylar, vakalar.

vakayi' / vakâyi' / وقایع

  • Olaylar. (Arapça)

vakıa mutabakat / vâkıa mutabakat

  • Gerçekleşen olaylarla uygunluk.

vakıa mutabık / vâkıa mutabık

  • Gerçekleşen bir olayla uygunluk.

vakıat / vâkıât / واقعات

  • Olaylar, gerçekler.
  • Olaylar. (Arapça)

vakıat-ı hakikiye

  • Gerçek olaylar.

vakıat-ı hayat / vâkıât-ı hayat

  • Hayattaki olaylar.

vakıat-ı istikbaliye / vâkıat-ı istikbaliye

  • Gelecekteki hadiseler, olaylar.

vakıat-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviye / vâkıât-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviye

  • Ahiretle, kabir hayatıyla ve gelecekle ilgili olaylar.

vakıat-ı kat'iye / vakıât-ı kat'iye

  • Kesin olarak meydana gelen vakıalar, olaylar.

vakıat-ı kevniye / vâkıât-ı kevniye

  • Varlıklarla ilgili vakıalar, olaylar.

vakıat-ı mühimme

  • Önemli olaylar.

vazife-i tefekküriye ve ubudiyet

  • Varlıklar ve olaylar üzerinde düşünüp Allah'ı tanıma ve Ona kullukta bulunma görevi.

vekayi / vekayî / vekâyi

  • Vakalar, olaylar.
  • Vak'alar, olaylar.

vekayi' / vekâyi' / وقایع

  • Olaylar. (Arapça)
  • Savaşlar. (Arapça)

vekayi-i alem / vekayi-i âlem

  • Dünyada meydana gelen olaylar.

vekayi-i mezkure / vekayi-i mezkûre

  • Anlatılan vakıalar, olaylar.

vekayi-i müsbete

  • Müsbet, olumlu olaylar.

vekayi-i risalet-meabiye / vekâyi-i risalet-meâbiye

  • Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) peygamberliğine ait olaylar, hadiseler.

vesile-i teshil ve takrib

  • Yakınlaştırma ve kolaylaştırma vesilesi.

vizam

  • Her nesnenin ağırlığı.
  • Başka birşeyle karışmış olan nesne. (Buğdayla karışmış toprak gibi.)

vukuat / vukuât / vukûât / وقوعات

  • Meydana gelen olaylar.
  • Olaylar. (Arapça)
  • Polisiye olaylar. (Arapça)

vukuat-ı istikbaliye / vukuat-ı istikbâliye

  • Gelecekte meydana gelecek olaylar.

vukuat-ı maddiye ve maneviye / vukuat-ı maddiye ve mâneviye

  • Maddî ve manevî olaylar, hadiseler.

vukuat-ı mazi / vukuat-ı mâzi

  • Geçmişteki olaylar.

vukuat-ı mühimme

  • Önemli olaylar.

vukuat-ı süfyaniye

  • İslâm Deccalı olan Süfyan ile ilgili olaylar.

vukuat-ı tarihiye

  • Tarihî olaylar.

vukūat-ı tarihiye / vukūât-ı târîhiye / وُقُوعَاتِ تَارِخِيَه

  • Târihî olaylar.

vukuat-ı zamaniye

  • Zamanın olayları.

vukuat-ı zemin

  • Yeryüzündeki olaylar.

yessir

  • Kolaylaştır (meâlinde duâ).

yunani / yunanî

  • Eski Yunanlılar döneminde çeşitli varlıklara ve tabiat olaylarına ilâhlık veren bâtıl dinlere mensup olan.

yüscan

  • Yeşil taylasanlar.

zabitan / zâbitan / zâbitân / ضابطان

  • Zabitler, subaylar.
  • (Tekili: Zâbit) Zâbitler. Subaylar.
  • Subaylar.
  • Subaylar. (Arapça - Farsça)

zagan

  • Çaylak. (Farsça)

zağan / زغن

  • Çaylak. (Farsça)

zeamet / zeâmet

  • Osmanlılar zamânında subaylara verilen ve geliri en az yirmi bin ve en çok 99.999 akçe olan toprak.

zegan

  • Çaylak. (Farsça)

zeval-alud / zevâl-âlûd

  • Son bulmayla bulaşık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın