Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
AKIL
ifadesini içeren
939
kelime bulundu...
a'fet
En güç sey.
Pek akılsız.
Peltek konuşan. Kekeleyen.
a'kal
En akıllı. Pek akıllı. Daha akıllı.
a'yen
Büyük ve iri gözlü.
Bakılan yer.
Çok açık, pek belli, bâriz.
acil
Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı.
Ahiret.
acmi / acmî
İnce fikirli. Akıllı, anlayışlı.
adalet-i mahza-yı kur'aniye / adalet-i mahzâ-yı kur'âniye
Kur'ân'da emredilen ve bütün yönleriyle hak ve hukuku esas alan adalet; 'Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz' şeklinde ifade edilen, ferdin ve masumun hakkını hiçbir gerekçeyle çiğnenmesine izin vermeyen adalet.
adamet
Ahmaklık, akılsızlık.
adl
Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
Meyletmek.
afk
Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek.
ahirin / âhirîn / âhirin / آخرین
Sonrakiler.
Sonuncu.
(Arapça - Farsça)
Sonrakiler.
(Arapça - Farsça)
ahkem
En sağlam. En kuvvetli.
En çok hükmeden.
En hakim ve akıllı.
ahmak
(Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.
Akılsız.
Akılsız, budala.
ahmakça
Akılsızca.
ahmaki / ahmakî
Akılsızlık, ahmaklık.
ahmakiyet
Ahmaklık, akılsızlık.
ahmaklık
Akılsızlık.
ahrak
Miskin, akılsız adam.
ahval-i ahirin / ahvâl-i âhirîn / اَحْوَالِ آخِرِينْ
Sonrakilerin halleri.
ahver
Akıllı.
İri gözlü güzel.
Müşteri yıldızı. (Jüpiter)
Beyaz yüzlü, güzel gözlü adam.
ajanda
Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.
ajir
Göl, havuz.
(Farsça)
Kalabalık, izdiham.
(Farsça)
Bağırma, feryât.
(Farsça)
Çekingen.
(Farsça)
Akıllı, uyanık.
(Farsça)
Amâde, hazır.
(Farsça)
akab-rev
Arkadan gelen. Peşe düşmüş, arkaya takılmış.
(Farsça)
akik
Meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş.
Hicaz vilâyetinde bir vâdi.
Yolunu yaran gür su.
akıl / âkıl / عاقل / عقل / عَاقِلْ
Akıllı.
Akıllı kimse; iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen kimse.
Akıllı.
Akıllı, akıl sahibi.
(Arapça)
Akıllı.
Akıl.
(Arapça)
Akıllı.
akıl-baliğ / âkıl-bâliğ
Faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen ve evlenme çağına gelip gusül abdesti almaya başlayan akıllı kimse.
akıl-füruş
Akıl satan, daha akıllı olduğunu göstermeğe çalışan.
(Farsça)
akılane / âkılane / âkılâne / عاقل
Akıllıca.
Akıllı, mantıklı olarak.
Akıllıca.
Akıllı kimseye yakışır surette, akıl ve idrakle.
(Farsça)
Akıllıca.
(Arapça - Farsça)
akılat / âkılât
Akıllı kadınlar.
akılcılık
(Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş
akıle / âkıle
(Bak: ÂKIL)
akile / âkile
(Çoğulu: Avakil) Baba tarafından olan akraba.
Baş tarayıcı kadın.
(Bak: ÂKİL)
akıle / âkıle / عاقله
Akıllı kadın.
(Arapça)
akılfüruş
Akıllılık taslayan.
akis
(Aks) Bir şeyin zıddı, simetriği, tersi.
Hareketli bir cismin hareketinin tersine dönmesi.
Bir şeyin evvelinin âhirine, âhirinin evveline dönmesi.
Çarpışma, çarpıp geri dönme.
Mantıkta: Bir düşünme ve akıl yürütme şekli; bir iddianın konusunu yüklem, yüklemini
akl / عقل
(Akıl) Men'etmek.
Sığınacak yer.
Kırmızı mihfe örtüsü.
Diyet.
İnsanın; hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, k
Akıl, anlama melekesi.
Akıl.
(Arapça)
akl-ı dünyevi / عَقْلِ دُنْيَوِي
Sadece dünyayı gören akıl.
akl-ı evvel
"İlk akıl, Allah'ın yarattığı ilk mahlûk" mânâsında bazı eski filozofların görüşü.
İlk akıl, hılkî ve cibilli olan akıl.
akl-ı fa'al
İşleyen ve çalışan akıl.
akl-ı feal / akl-ı feâl
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
akl-ı külli / akl-ı küllî
Kâinatta görülen umumi ahenk. Her şeyi kavrayan akıl.
akl-ı maad
İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.
akl-ı maaş
Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen akıl.
akl-ı matbu'
Yaradılıştan olup, her çocukta olan akıl. Öğrenmeden var olan fıtrî akıl. Bu akıl mümeyyiz olmayıp kabil-i hitap değildir.
akl-ı mead / akl-ı meâd
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.
akl-ı meaş / akl-ı meâş
Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.
akl-ı mesmu'
Kabil-i hitab olan akıl. Sonradan tecrübe ve bilgiyle gelişen akıl. Hayrı ve şerri fark edebilen ve mümeyyiz olan kimsenin aklıdır.
akl-ı mücerred / عقل مجرد
Soyut akıl.
akl-ı nazar
Nazarî ve teorik akıl ile bakma.
akl-ı sakim / akl-ı sakîm
Kısa görüşlü akıl. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve çok kere pişmanlığa sebeb olan akıl.
akl-ı selim / akl-ı selîm / عَقْلِ سَل۪يمْ
İyiyi ve kötüyü fark eden sağlam akıl, sağduyu.
(Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.
Selîm akıl, hiç yanılmayan, hatâ etmeyen akıl.
Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
Sağlam, bozulmamış olan akıl.
akl-ı uhrevi / akl-ı uhrevî
Âhiret ile ilgili akıl.
aklen / اقلا
Akıl ile. Akıl yolu ile.
Akıl bakımından.
Akılca.
Akılca.
(Arapça)
aklen ve naklen
Akıl ve haberlerin nakline göre. Akıl ve nakil yolu ile.
akli / aklî / عقلى
Akılla ilgili, akıl alanına giren.
Akılla ilgili, akla uygun.
Akıl ile bilinen veya bulunan şey. Akla mensub. Akla dâir ve müteallik.
Akılca, akıl bakımından, rasyonel.
(Arapça)
akliyat / akliyât
Akıl alanına giren şeyler.
akliyyat
Müşahedeye ve tecrübeye girmeyen ve sadece akıl ile düşünülen şeyler ve hususlar. Nazarî meseleler.
akliyye / عقليه
Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları.
Akılcılık, rasyonalizm.
(Arapça)
akliyyun / akliyyûn / عقليون
(Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı
Akılcılar, rasyonalistler.
(Arapça)
ala-rivayetin / alâ-rivayetin
Rivayet edildiği üzere. Söylenenlere bakılırsa.
alamet-i ihmal / alâmet-i ihmal
İhmal belirtisi, başı boş bırakılmışlık işareti.
alem-i melekut / âlem-i melekût
Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem.
alet-i laya'kıl / âlet-i laya'kıl
Akılsız, düşüncesiz bir âlet.
alev
Ateşten çıkan parlak ve yanar hava.
Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama.
alh
Akıl gitmek.
Tembel olmak.
aliyy
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.
allam-ül guyub / allâm-ül guyub
Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.
amelde mezheb
Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi.
ampirizm
(Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj
an'ane
Âdet, örf.
Ağızdan nakledilen söz, haber.
Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil.
Silsile.
Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir.
anve
Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor.
apolet
Askerî üniformaların omuz kısmına takılan ve rütbeyi belirten sembol, işaret.
arab / ârâb
(Tekili: İrb ve İrbe) Hacetler.
Uzuvlar.
Akıllar, zekâlar.
Hileler, oyunlar.
arazi-i haliye / arâzi-i hâliye
Boş, sahipsiz bırakılmış topraklar.
arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye
Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
arazi-i metruke / arâzi-i metrûke
Terk edilmiş, bırakılmış topraklar, araziler.
arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye
Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.
arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka
Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.
arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye
Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m
areb
Çok açıkgöz, en akıllı.
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
arız / ârız
Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
Kalın ve geniş bulut.
Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
İnsanın yanağı.
arnavut
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
arsat
Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh.
asaf-rey
Düşüncesi Asaf'ınki gibi akıllıca olan vezir.
asfad
(Tekili: Safed) Suçluların el ve ayaklarına takılan kelepçeler.
asfencah
Akılsız, ahmak adam.
ashab-ı akıl ve nakil
Akıl ve bilim sahipleri ve dinî bilgileri nakleden kimseler.
ashab-ı ukul / ashab-ı ukûl
Akıl sahipleri.
asime
Akılsız, şaşkın, sersem.
(Farsça)
asime-gi / asime-gî
Akılsızlık, şaşkınlık, sersemlik.
(Farsça)
asire
(Çoğulu: Asirât) Hayvanın ayağının arasına takılan köstek.
askul
(Çoğulu: Asâkil) Beyaz, büyük mantar.
ateş-pare
Ateş parçası. Ateş gibi.
(Farsça)
Mc: Çok zeki, çok akıllı.
(Farsça)
Durup dinlenmeyen.
(Farsça)
ateş-zede
Yakılmış, yakılan.
(Farsça)
atık / âtık
Azad edilmiş, Serbest bırakılmış kimse.
Yaşlı.
Genç kız.
Temiz soylu.
Eski.
Yavru kuş.
atik
(Atika) Esaretten serbest bırakılmış olan.
Soyu temiz. Necib.
Genç kız.
Kadim. İhtiyar.
Yavru kuş.
Eski.
Hz. Ebû Bekir'in (R.A.) bir nâmı.
atime
(Çoğulu: Atâim) Ateş yakılan ocak; mangal.
atvak
(Tekili: Tavk) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler.
Tâkatler, kuvvetler.
Boyundaki halka çizgiler.
avret
İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
Kadın, hanım.
ayn-ı akıl
Akıl gözü.
azab-ı müeccel / azâb-ı müeccel
Sonraya bırakılmış azap.
azade / âzâde / آزَادَه
Serbest bırakılan.
ba-haber / bâ-haber
Haberi olan, haberli.
Zeki, akıllı.
İhtiyatlı, tedbirli.
ba-haberan / bâ-haberan
(Tekili: Bâ-haber) Haberliler, haberi olanlar. Akıllı, zeki, ihtiyatlı kimseler.
ba-hired / bâ-hired
Akıllı, zeki.
(Farsça)
bahired / bâhired / باخرد
Akıllı.
(Farsça)
bahur / bahûr
Sıcakta yerden yükselen buhar.
Tütsü. Yakılarak güzel kokular elde edilen ot ve sâir şey.
bahurdan / bahûrdân
İçinde tütsü yakılan kap.
(Farsça)
bakiyat / bâkiyât
Bakiler. Devam edenler. Geri kalanlar.
bakva
Bâkilik, ebedilik, sonsuzluk.
barbaros
Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir
baskın
t. Ağır, sakil.
Basıp geçen, galip, üstün.
Ansızın, birdenbire hücum.
bath
(Çoğulu: Bitah) İçinde kum ve çakıl taşları olan geniş su akıntısı.
Yüz üzeri düşme.
Serilip yatan adamın boyu.
Bırakma.
batha
Çakıllı, taşlı büyük dere.
Dağ arasındaki dere.
Mekke-i Mükerreme'nin eski bir ismi.
Kamışlık ve sazlık yer.
batın / bâtın
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
behimiyyet
Hayvanlık, canlı olmakla beraber akılsız oluş.
behnes
Çirkin, sakil ve kaba olan adam.
behrec
Eksik veya ayarı bozulmuş para.
Arzuya, isteğe bırakılmış şey, iş.
Faydasız, işe yaramaz olan şey.
beka-yı ruh
Ruhun bâkiliği, ölümsüzlüğü.
belbed
Akılsız ve ahmak kimse ki, ne ettiğini bilmez.
belha'
Bir gözüne sürme çekip, diğer gözünü unutan ve gömleğini ters giyen akılsız kadın.
beltem
Akılsız kimse.
Peltek adam.
benin / benîn
(Tekili: İbn) Oğullar, erkek çocuklar.
Akıllı, temkinli, tedbirli kimse.
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
beria
Akılda güzellik, zekâda ve kıyasette emsalinden üstün olan.
besman
Bir muahededen, bir anlaşmadan sonra rehin olarak bırakılan şey. Kapora.
(Farsça)
bevaki
(Tekili: Bâki, Bâkiye) Bâkiler, kalanlar, daim olanlar.
beyhoş
(Bihûş) Şaşkın. Akılsız. Deli. Serseri.
(Farsça)
bezi'
Uslu, akıllı, zarif çocuk.
Zarif.
bi-çun vebi-çigune / bî-çûn vebî-çigûne
Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim.
bi-dimağ / bî-dimağ
Kafasız, akılsız.
(Farsça)
bi-huş / bî-huş
Akılsız. Sersem, bunak.
bihred
Akıllı kimse.
bihuş / bîhuş
Akılsız, sersem.
bildem
Göğüs önü.
Boğaz.
Akılsız kimse.
billit
Akıllı, hâzık ve mâhir kimse.
bimarhane
Tımarhane. Akıl hastahanesi.
binende
Görücü, gören.
(Farsça)
Tedbirli, ilerisini düşünen, akıllı.
(Farsça)
birsam
(Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
bişkul
Becerikli, çevik.
(Farsça)
İhtiyatlı, tedbirli.
(Farsça)
Akıllı.
(Farsça)
Kuvvet sahibi.
(Farsça)
bist
(Çoğulu: Ebsât-Büsât) Yavrusu yanında olan dişi deve.
Salıverilmiş, bırakılmış olan şey.
bü'bü'
Her nesnenin aslı.
İzzet, kerem.
Zeyrek akıllı, zarif kişi.
Hâkim, seyyid.
Gözbebeği.
Mc: Çok kıymetli ve değerli olan şey.
büh
Baykuşa benzer bir kuştur, ondan küçüktür. Dişisine büvâhâ derler; ahmak, akılsız kimseyi ona benzetirler.
Puhu.
bukya
Sonsuzluk, bâkilik, ebedilik.
büre
(Çoğulu: Bürât-Bürâ-Bürin) Deve burnuna takılan halkalar.
Bilezik gibi olan halkaların her birisi.
cadı
Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.
cahil
Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
çakaloz
Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.
cal / câl
Akıl.
Rey.
Kuyu duvarı.
çalak
Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan.
(Farsça)
Akıl ve ferâseti açık.
(Farsça)
çark-ı felek
Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü.
Mc: Tâlih, baht.
Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği.
Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.
çeşm-i akıl / چَشْمِ عَقِلْ
Akıl gözü.
cezalet
Rekâketsiz ifade.
Güzellik.
Müdebbirlik, akıllılık.
Azim, büyük.
Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld
cezl
Kalın odun. Tomruk.
Sağlam. Metin.
Güzel ve muhkem fikir.
Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.
cinn
Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi
cul
(Çoğulu: Ecvâl) Akıl.
Rey.
Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı.
cum'a
Toplanma.
Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest
cumhur-i ukala / cumhûr-i ukalâ
Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.
cümle-i müste'nefe
Kendinden önceki cümleden bağımsız, müstakil cümle.
daire-i akıl
Akıl alanı.
dan
Arabca, Farsça veya bazı Türkçe kelimelerin sonuna takılarak, âlet ismi veya sıfat yapılır. Meselâ: Ateş-dan : Mangal. Cüz-dan : Cüz kabı, çanta.
deha
Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.
deha-i nurani / dehâ-i nuranî
Olağanüstü zekâ ve akıl.
deha-yı felsefi / dehâ-yı felsefî
Felsefeden güç alan yüksek akıl.
deha-yı fenni / dehâ-yı fennî
Eğitimini fen ve felsefeden almış olağanüstü akıl.
dehadar
Uyanıklık, zeki ve çok akıllı oluş.
(Farsça)
delail-i akliye ve mantıkiye / delâil-i akliye ve mantıkiye
Aklî ve mantıkî deliller; akıl ve mantığa uygun deliller.
delail-i nakliye
Nakil yolu ile gelen deliller.
delalet-i akliyye ve mantıkıyye / delâlet-i akliyye ve mantıkıyye
Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle.
delil
İşaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey.
delil-i akli / delil-i aklî
Akıl yolu ile bulunan delil. Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil.
demşinas
Hikmetli davranan, akıllı.
(Farsça)
ders
Tenbih, tâlimat, vazife. Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife.
Akıl.
deryab
Akıllı, anlayışlı, müdrik.
(Farsça)
destec
Desti.
Kola takılan bilezik.
devir
(Devr) (Çoğulu: Edvâr) Nakil. Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek.
Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Geçmiş dersleri hatırlama.
Bir şeyin çevresinde dolaşmak. Dönme.
Seyahat. Bir memleketi dolaşmak.
Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi.
difnas
Akılsız, ahmak kimse. (Müe: Difnes)
dıkis / dıkîs
Akılsız kadın.
dikkat-i nazara alınsa
İnceden inceye düşünülse, göz önünde bulundurup bakılsa.
dil-agah / dil-âgâh
Kalbi uyanık. Akıllı, bilgili, görgülü. Gönül anlar.
(Farsça)
dimağ / dimâğ
Beyin, kafanın içi; akıl, bilinç.
dımar
Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi.
Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal.
Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç.
Gizli.
dirayet
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
diskalifiye
Müsabaka dışı bırakılmış.
(Fransızca)
divan-ı ahkam-ı adliye / divan-ı ahkâm-ı adliye
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.
divane / dîvâne
Akılsız, deli.
divanece / dîvânece
Akılsızca, delice.
dü-şah
Çatal ağaç.
(Farsça)
Tomruk.
(Farsça)
Eskiden suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.
(Farsça)
duga
Akılsız kadın.
dugaga
Ahmak, akılsız kişi.
dühat
Akıllılar. Akılda çok ileri olanlar. Dehâ sâhibi. Son derece anlayışlı ve zekâ sahibi olanlar.
duhmesan
Kara yağız, iri yapılı adam.
Akılsız adam.
ebleh
Ahmak, akılsız.
ebna-üd dehaliz / ebnâ-üd dehaliz
Anası babası belli olmayıp etrafa atılmış, sokağa bırakılmış çocuklar.
ecil
İşini geriye bırakan, geciktiren.
Geciktirilen, geriye bırakılan şey.
Bir yerde birikip toplanmış su.
edille-i akliye
Akıl ile bulunan isbat vâsıtaları, akli deliler.
efazıl-ı ukala / efâzıl-ı ukalâ
Akıllıların en ileri gelenleri.
efkel
(Çoğulu: Efâkil) Titremek.
egbiya
(Gabi. den) Gabiler. Akılsızlar. Anlayışı kıt olanlar.
ehl-i akıl
Akıl sahipleri.
ehl-i akıl ve tahkik
Gerçeği araştıran akıl sahipleri.
ehl-i akıl ve vicdan
Akıl ve vicdan sahibi kimseler.
ehl-i arz
Dünyadakiler. Yerdekiler.
ehl-i keşf
His ve akılla anlaşılamayan şeylerin, kalbine doğduğu velî zâtlar.
ehl-i ukul / ehl-i ukûl
Akıllılar, akıl sâhibleri.
Akıllılar, akıl sahipleri.
ehliyet
Salâhiyet, elverişlilik. Kişinin borçlandırma ve borçlanmaya elverişli olması. Akıllı olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek.
ejir
Akıllı, uyanık, açık göz.
(Farsça)
ekele
(Tekili: Âkil) Çok yiyenler, oburlar, pisboğazlar.
ekyas
(Tekili: Kis) Kisler, para keseleri. Torbalar.
(Keys) Akıllı kimseler.
elbab
(Tekili: Lübb) Akıllar.
elcime
(Tekili: Licâm) Hayvanların ağızlarına takılan gemler.
elibba'
(Tekili: Lebib) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.
emanet / emânet
Geri alınmak üzere bırakılan şey, eşya.
Emîn, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri.
Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.
emraz-ı akliye
Akıl hastalıkları.
endahte
Terkedilmiş, bir tarafa atılmış. Bırakılmış.
(Farsça)
entellektüel
(Bak: Münevver) Aydın. Akıl ve zihinle ilgili.
(Fransızca)
er'an
Ahmak, bön, salak, ebleh.
Deli, çılgın.
Şaşkın, şaşırmış, taaccüb etmiş.
Uzun boylu, akılsız kişi.
Leşker.
Dağ. (Müe: Ra'nâ)
erabet
Akıllı, zeyrek ve uslu olma.
erciye
Arkaya, sonraya bırakılan şey.
eris
Zeki, akıllı, uyanık, zeyrek, uslu.
(Farsça)
eser-i akıl
Akıl eseri, akıl yoluyla yapılmış eser.
esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn
Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.
En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.
eskal
(Sakil. den) Daha sakil, en ağır, en çirkin.
Kaba, can sıkıcı.
eşkiya
Şakiler. Yol kesenler. Asiler. Allah'a veya kanunlara isyan edip kötülük yapanlar. Haydutlar, anarşistler, âsiler. Hak ve kanunlara baş kaldıranlar, Allahın emirlerine karşı gelenler.
esma-i müpheme / esmâ-i müpheme
Gr. ism-i mevsuller; mânâsı kapalı isimler; yalnız başına müstakil bir mânâ taşımayan ancak kendinden sonra gelen cümle ile (sıla cümlesi) birlikte bir mânâ içeren isimler.
esrar / esrâr
Sırlar, gizli ve akıl ermeyen şeyler.
etkıya
(Tekili: Taki) Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes'ud kimseler.
evasıt / evâsıt / اواسط
Ortalar, ortadakiler.
(Arapça)
evgad
(Tekili: Vagd) Ahmaklar, eblehler, salaklar, bönler, akılsızlar.
evkaf
(Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen
evreng
Taht, evrend.
(Farsça)
Şan, şeref, nâm.
(Farsça)
Zinet, süs.
(Farsça)
Akıl, irfan.
(Farsça)
Ağaç kurdu.
(Farsça)
Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu.
(Farsça)
Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun.
(Farsça)
Yakışıklılık.
(Farsça)
evvelin ü ahirin / evvelîn ü âhirîn
İlkler ve sonlar. Evvelkiler ve sonrakiler.
evveliyat
Başlangıçlar. Mukaddemat. İlk öndekiler. İbtidaki cihetler.
Her akıllının tereddütsüz tasdik ve kabul edeceği hususlar.
Man: Mücerred mevzu ve mahmulleri arasındaki nisbet tasavvur edilince aklın kat'iyyetle teslim ve tasdik ettiği kaziyeler.
ezhan-ı avam / ezhan-ı avâm
Avamın zihinleri; sıradan halkın akılları.
fahim
Akıllı. Anlayışlı.
fahm-i hayvani / fahm-i hayvanî
Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.
fail-i muhtar / fâil-i muhtar
Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).
far
Otomobil, kamyon gibi nakil vasıtalarının önündeki kuvvetli lâmbalar.
(Fransızca)
farfara
Hafif meşreblik. Gürültülü. Gürültüye boğmak.
Akılsızlık.
farih
(Çoğulu: Fevârih-Füreh) Gayretli davar.
Akıllı kişi.
fatın
(Fıtnat. dan) Fıtnat sahibi, zihni açık, uyanık. İleri derecede akıllılık.
fatin
(Fıtnat. dan) Anlayışlı, akıllı, zeki, uyanık.
fatin-ül asr
Asrın en zeki, anlayışlı ve akıllısı.
fatinü'l-asr / fatînü'l-asr
Asrın en dâhisi, en akıllısı.
fatinülasr / fâtinülasr
Asrın en akıllısı.
fedir
Akılsız, ahmak kimse.
Zayıf ve âciz kimse.
fedm
Ahmak, bön, kalın kafalı, budala.
Yaşamak.
Yaşlanmak, ihtiyarlamak.
Yorulmuş, sakil kimse.
fehim / fehîm
(Fehm. den) Anlayışlı, akıllı, zeki (kimse.)
felsefe
Akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim.
ferahe
Zeyreklik. Çok akıllılık. Davarın gayretli olması.
ferfere
Farfara, akılsızlık, hafif meşreplik.
Patırtıcı, gürültücü, ağzı kalabalık.
fesad-ı dimağ
Akıl bozukluğu, delilik.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
fetanet / fetânet
Peygamberlerde bulunması lâzım olan sıfatlarından biri. Peygamberlerin; bütün insanların en akıllısı, en zekîsi ve en anlayışlısı olmaları.
fıkdan-ı akl
Akıl azlığı, salaklık, ahmaklık.
fikr
Fikir, düşünce.
İdrak,
Zihin, akıl.
Hatır.
(Fikir) Akıl.
Re'y, istek, düşünce.
fina / finâ
Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler.
fırka-i dalle / fırka-i dâlle
Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere kendi görüş ve akıllarına göre mânâ vererek, doğru yoldan ayrılıp dalâlete (yanlış ve bozuk yollara) sapmış fırkalardan her biri.
fıtne
Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak.
fitne
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
flama
Mızrak ve süngü ucuna takılan, gemi direğine çekilen ince bayrak.
forsa
Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
gabari
Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü.
(Fransızca)
gabavet / gabâvet / غَبَاوَتْ
Ahmaklık, akılsızlık.
gamaim
(Tekili: Gımâme) Hayvanların, yem yemelerini veya ısırmalarını önlemek gayesiyle ağızlarına takılan torba gibi şeyler.
gamize / gamîze
Akıl zayıflığı, ahmaklık, geri zekâlılık.
gamuz
İtham olunan, töhmet altında bırakılan.
İçinden kan giden dişi deve.
gaşan
(Gaşayân) Gönül dönmek.
Akıl gidip, bihoş olmak.
gayb
Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ
Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz.
Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
gayr-ı akıl / gayr-ı âkıl
Akıl sahibi olmayan.
gayr-ı ma'kul
Akıl işi olmayan, aklın kabul etmediği.
gayr-ı mütevekkil
Tevekkül etmeyen, sadece sebeplere takılıp neticeyi Allah'tan beklemeyen.
gebeş
Koyunun erkeği. Koç.
Mc: Akılsız, ahmak adam.
gem
İdare etmek için atın ağzına takılan demir.
gevher
Akıl, edep, asıl, cevher.
Akıl ve edeb.
(Farsça)
Asıl ve neseb.
(Farsça)
Elmas, cevher, mücevher. İnci.
(Farsça)
Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.
(Farsça)
Noktalı olan harf.
(Farsça)
gile / گله
Sızlanma, yanıp yakılma.
(Farsça)
giran / girân
Ağır, sakil.
Fenâ, kokmuş.
Bıktırıcı, usandırıcı.
güdaziş
Yakılma, yanma.
(Farsça)
gull
Kelepçe. Suçlunun boynuna veya ayaklarına takılan zincir, pranga.
güllabici
Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoliyle güllâbici denilirdi.
guş-i huş
Akıl kulağı. Can kulağı.
gussa
Keder. Tasa.
Gam.
Boğaza takılan yemek.
Ağaç, diken.
habeş
Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan.
Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam.
haca
Haris olmak.
Akıllı.
haca'
(Çoğulu: Ahcâ) Akıl.
Nahiye.
hacıyatmaz
Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak.
Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.
hadad
Mürekkep.
Nakış.
Akılsız, ahmak adam.
Kolay.
hadaik-ı hassa / hadaik-ı hâssa
Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut P
hadba'
Uzun boylu akılsız kadın.
Yumuşak gönüllülük.
hadd-i zina / hadd-i zinâ
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
hadeb
Uzun boylu, akılsız kimse.
halita-i dimaği / halita-i dimağî
Akıldaki muhtelif mes'ele ve fikirler. Dimağdaki karışık, muhtelif bilgiler.
(Farsça)
halta
Köpeklere takılan boyun halkası. Tasma.
hamule
Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
(Farsça)
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
harfiye
Kendi başına müstakilen bir mânası ve te'siri olmadığı halde, kendi cinsinden bir topluluğun içinde olduğu zaman ancak bir vazife gören şeylere denir.
haric-i akıl / hâric-i akıl / خَارِجِ عَقِلْ
Akıl dışı.
Akıl dışı.
haric-i daire-i akliye
Akıl dairesinin dışında.
harik
Zeyrek akıllı kimse.
hasat / hasât
Küçük taş parçası. Çakıl.
Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak.
hasiyet-i akl
Akıl özelliği.
hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret
Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü
hatır / hâtır
Akıl, zihin, hâl, gönül, değer.
hatır-nişan
Hatırda kalan, akılda duran.
(Farsça)
hatır-nişin
Akılda kalan, hatırda kalan.
(Farsça)
hatıra / hâtırâ
Anı, akılda kalan.
havagazı
Isı veya ışık temin etmek maksadıyla yakılarak kullanılan bir gaz.
(Türkçe)
havale edilme
Gönderilme, bırakılma.
havass-ı (hamse-i) batına / havass-ı (hamse-i) bâtına
Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).
havass-ı aşere
On hasse, on duyu; görme, işitme, dokunma, koklama, tatma, hayal, akıl, vehim, hafıza ve tasarruf etme duyuları.
havass-ı hamse-i batına / havass-ı hamse-i bâtına
Kalbe bağlı beş duygu; hayal, akıl, vehim, hafıza, mutasarrıfa.
havıt
Deve semeri. Devenin hörgücüne takılan küçük semer.
havkale
(Çoğulu: Havâkıl) İhtiyar, zayıf, kuvvetsiz ve çelimsiz adam.
Hızlı yürüme.
havsa
Bağır.
Bağırın yanındakiler.
havsala
Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl.
Tıb: Kuş kursağı. Karın boşluğu. Cevf.
Mide.
hayal
(Çoğulu: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey.
Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.
hayr
Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet.
hayrülhalef
Bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse.
hayvan
Canlı şey, insanla beraber her canlı.
İnsan olmayan idraksiz canlı yaratık.
Yük kaldıran, araba çeken ve binilen hayvan, beygir, katır v.s.
Mc: Akılsız ve idraksız insan, ahmak. (Aslı "Hayevan"dır)
hayvaniyyet
Hayvanlık, canlılık, zihayat olmak. Akıl ve idrakten mahrumiyet.
hazım / hâzım
İhtiyatlı, akıllı, işinde gözü açık olan.
helal
Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
İhramdan çıkan hacı.
hevc
(Çoğulu: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak.
Rüzgârın sert esmesi.
heves
Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek.
hey'et-i mecmua
Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
hıbve
(Çoğulu: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut.
Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak.
Bele takılan şey.
hica
Akıllı.
Münasib, lâyık.
hicam
Hayvanlara takılan ağızlık.
hicame
Deve ağzına ısırmasın diye takılan ağızlık.
hicr
Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
Dostluğu bırakmak, dargın
hiddet-i zeka / hiddet-i zekâ
Akıl üstünlüğü, zekâ keskinliği.
hiffet
Hafiflik.
Mc: Onurlu ve vakarlı olmamak. Temkinsizlik. Akılsızlık. Hoppalık.
hıfz-ı emanet
Canı muhafaza etme.
Bırakılan emaneti koruma.
hilaf-ı akıl / hilâf-ı akıl
Akıl dışı, akla aykırı.
hilal / hilâl
Yeni ay şekli. Yeni ay.
Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.
hıred / خرد
Akıl, fikir, zihin. İnsandaki düşünce ve anlayış kuvvesi.
(Farsça)
Akıl.
(Farsça)
hired / خرد
Akıl.
(Farsça)
hıred-aşub / hıred-âşub
Akıl dağıtan.
(Farsça)
hıred-fersa
Akıl yorucu.
(Farsça)
hıred-mend
(Çoğulu: Hıredmendân) Akıllı, anlayışlı.
(Farsça)
hıred-mendi / hıred-mendî
Akıllılık.
hıred-pesend
Akıllı, zîakıl, düşünen.
hıred-suz
Şaşırtıcı, akıl yakıcı.
(Farsça)
hıredmend / خردمند
Akıllı.
(Farsça)
hırızma
Azgın hayvanların ağzına veya ayının burnuna takılan demir halka.
hırmele
Akılsız kadın.
hiskil
(Çoğulu: Hasâkil) Her canavarın yavruları içinde küçük olanı.
hızk
Zeyreklik, akıllılık.
Ustalık, mahâret.
hodser
Dikbaşlı, âsi, serkeş.
(Farsça)
Kendi kendine giden, müstakil.
(Farsça)
hokka-i bimağz / hokka-i bîmağz
Akılsız ahmak kimse.
hu
"O" mânasına zamir olup müstakil olarak "hüve" diye okunur.
huble
Boyuna takılan süs eşyası.
hulm
Rüya, hülya.
İhtilâm olmak. Açık saçık rüya.
Akıl.
hulüm
(Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
İhtilam olmak.
Akıl.
hulya
Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus.
(Farsça)
humaka
Akıl azlığı, ahmaklık.
hurdebin-i akıl / hurdebîn-i akıl
Akıl mikroskobu; küçücük şeyleri görebilen akıl.
hurk
Akılsız, bilmezlik.
Dehşet, şiddet.
hurkat
Cehalet, câhillik, akılsızlık, bilmezlik.
hürman
Akıl.
hürre-i mükellefe
Fık: Akıl ve bâliğ olan hürre kadın. Sevap ve günahtan mes'ul olan kadın.
huş / hûş / هوش
Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi.
(Farsça)
Ruh, can.
(Farsça)
Ölüm,
(Farsça)
Zehir.
(Farsça)
Akıl.
(Farsça)
huşare
Bir yere giderken bırakılan faydasız şeyler.
Her şeyin kötüsü.
huşdar
Akıllı, uslu.
(Farsça)
huşenk
İdrak, akıl, iz'an.
(Farsça)
huşmend
(Çoğulu: Huşmendân) Akıllı, aklı başında.
(Farsça)
huşmendan / huşmendân
(Tekili: Huş-mend) Aklı başında olanlar, akıl sâhipleri.
huşmendane / huşmendâne
Akıllıca, aklı başında olarak.
(Farsça)
hüsn-ü akli / hüsn-ü aklî
Akıl yoluyla anlaşılan güzellik.
hüsn-ü tedbir
İyi düşünülerek tutulan yol. Tefekkür ile tasmim etmek, ihtiyar olunacak meslek ve harekete karar vermek.
Bir kimseden bir haberi nakil ve rivâyet eylemek.
Bir şeye iyi muvaffak olmak için o işe muvafık ve hesaplı hareket etmek.
huşrüba
Akıl kapan, aklı baştan alan.
(Farsça)
hüşyar
Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu.
huşyar / huşyâr / هشيار
Akıllı.
(Farsça)
hüşyarane
Akıllıcasına.
(Farsça)
hüşyari / hüşyarî
Hüşyarlık, akıllılık.
(Farsça)
ibaha / ibâha
Bir şeyin haram olmaktan çıkarılarak serbest bırakılması; mübah kılma.
ibka
Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
Mc: Sınıfta bırakmak.<
ibkà
Bâkîleştirme, sürekli ve kalıcı hale getirme.
ibka / ibkâ
Sürekli kılma, bakileştirme.
ibtila / ibtilâ
Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
Tiryakilik, düşkünlük.
ibtila-yi şedid / ibtilâ-yi şedid
Şiddetli tiryakilik.
ichad
Eziyet çekme, elem ve sıkıntıya mâruz bırakılma.
Gayret etme.
idare fitili
Eskiden geceleyin yatak odalarını aydınlatmak için zeytinyağı konmuş küçük bir tabağın içinde yakılan bir çeşit fitilin adıdır. Küçük petrol lâmbalarına da idâre denildiği için bunların fitillerine de bu ad verilir.
idarehane
Bir işe bakan hey'etin veya bir işi idare edenlerin toplanarak iş gördükleri yer ve dâire.
(Farsça)
Dergi, gazete vs. gibi yayınların yazı işlerine bakılan dâire.
(Farsça)
iddirak
Akıl etme, idrak etme, anlama, fehmetme.
Bir yere toplanmak.
Birbirine yetişmek.
idealizm
Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini.
(Fransızca)
idrak / idrâk
Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.
Anlayış, akıl edinme.
Yetişmek, erişmek.
Olgunlaşma çağını bulma.
idrak-i maali / idrak-i maâlî
Büyük mes'eleleri ve sırları kavramak, akıl erdirmek.
ıdtıram
Ateş yakılmak.
Şule vermek, ışıklandırmak.
ifsah
Unutmak. Akıldan çıkarmak. İhmal etmek.
ihrak / ihrâk / احراق
Yakma.
(Arapça)
İhrak edilmek:
Yakılmak.
(Arapça)
İhrak olunmak:
Yakılmak.
(Arapça)
ihtilal-i dimağiye / ihtilâl-i dimâğiye
Akıl karışıklığı.
ihtiyari / ihtiyarî
Mecburi olmayan. İsteğe bağlı. Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan.
ikad-ı kanadil
Kandillerin yakılması.
ıkd
İnci. Gerdanlık. Mücevher, boyuna takılan dizilmiş kıymetli şey.
İnci dizecek iplik.
Hurma salkımı.
iktiza-i nass / iktizâ-i nass
Âyet ve hadîslerin gerektirdiği şey; nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) hükmünün anlaşılabilmesi ve istenilen mânânın ortaya çıkması için sözün tamâmına bakılarak gerekli hükmün taktir edilmesi.
ilahe'l-evveline ve'l-ahirin / ilâhe'l-evvelîne ve'l-âhirin
Baştakilerin ve sondakilerin İlâhı, Allah.
ilahiyyun
İlâhiyatçılar.
Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar.
ılat
(Çoğulu: Alât) Devenin boynuna takılan ip.
ilham / ilhâm
Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.
ilka
Vahiyle indirilme, kalbe bırakılma.
ilm-i ledün
Akıl veya nakil yoluyla değil, kalple ve doğrudan Allah'tan öğrenilen ilim.
imame
İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh.
Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık.
Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.
iman-ı kesbi / îmân-ı kesbî
Bir kimsenin âkıl (akıllı) ve bâliğ olduktan (ergen, gusül, boy abdesti alacak yaşa geldikten) sonra ettiği îmân.
imhal-i ikab / imhâl-i ikab
Cezanın sonraya bırakılması.
infirad / infirâd / انفراد
Bir başına kalma.
(Arapça)
İnfirâd ettirilmek:
Bir başına bırakılmak.
(Arapça)
inhimak
Ahmak olma. Ahmaklaşma.
Akılsız görünme.
inhisar
Hasr olunma.
Tecavüz etmeme.
Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.
insan
(Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denil
Rûh ve bedenden meydana gelen akıl sâhibi varlık.
iptila / iptilâ
Düşkünlük, tiryakilik.
irabet
Akıl, anlayış, kavrayış.
irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye
Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi.
irb
(İreb) Akıl. Zihin, zekâ.
Akıllılık.
irbe
Akıllılık, zekâ.
Hile, oyun.
iş'al edilen / iş'âl edilen
Yakılan, tutuşturulan.
isar
Keçinin memesine takılan torba, kese.
ıskarmoz
Kayık ve sandallarda kürek takılmak üzere yan kenarlara dikine sokulmuş tahta çiviler.
Bir cins küçük balık.
iskarmoz
Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar.
Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir.
iskele
Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima
işrak vakti / işrâk vakti
Güneşin ufuk hattından beş derece (bir mızrak boyu) yükselmesinden, yâni güneşin çıplak gözle bakılamıyacak kadar parlamasından îtibâren başlayan zaman, bayram namazı vakti.
isti'dad
Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
istib'ad / istib'âd
Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme.
Yakıştırmayış.
Akıldan uzak görme.
Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma.
istibad / istibâd
Akıldan uzak görme.
istibdad
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi
istibhal
Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma.
istibka
Devamını isteme, geriye bırakma; bâkîleştirme.
istical
Sonraya bırakılmasını istemek.
istida'
(Vedâ'. dan) Bakılmak üzere emaneten bir kimseye bir şey bırakmak. Bir malı emaneten bir yere bırakmak.
istidlal / istidlâl / استدلال
Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.
Delil ile hüküm çıkarma, akıl yürütme, delillerin ışığında yargıda bulunma.
(Arapça)
istidlalat / istidlâlât
Delil getirme, akıl yürütme, çıkarımda bulunma.
istidlalen / istidlâlen
Delil getirerek, akıl yürüterek.
istihar
Geri bırakılma, geri kalma.
istihkamat-ı dahiliye / istihkâmat-ı dâhiliye
Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar.
istihkar
Hakaret etmek. Küçük görmek.
Hakir görülmek. Hor bakılmak.
istihsan-ı akli / istihsan-ı aklî
Akıl tarafından beğenilme, güzel bulunma.
istikamet
Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek.
Allah'a kulluk etmek.
Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması.
Yön, cihet.
istiklal / istiklâl
(Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş.
Az bulma, kâfi görmeme.
Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma.
istiklalcu / istiklâlcu
İstiklâl arayan. Müstakil olmak, hür olmak için çalışan.
(Farsça)
istiklaliyet / istiklâliyet
İstiklâl üzere bulunma. Hür ve müstakil olma. Başlı başına buyruk olma.
istizhan
Akıl etmek, düşünmek.
ıtlak / ıtlâk
Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
iz'an / iz'ân / اذعان
Basiret. Anlayış.
Teslim olup itaat etmek.
Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek.
Kavrayış.
(Arapça)
Terbiye.
(Arapça)
İz'ân etmek:
Akıl etmek.
(Arapça)
iza
Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur.
izafat
(Tekili: İzâfet) İzafetler, isim takıları, isim tamlamaları.
Gr: Zincirleme isim tamlaması.
jön türk
Genç Türk. 1868'den sonra, Avrupa'daki gibi, güya yenilik ve terakki isteyen Genç Osmanlılara Avrupalılarca takılan isim.
(Fransızca)
kabli / kablî
İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile.
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kafa
(Çoğulu: Akfâ) Baş. Kafa.
Ense, arka.
Akıl, zekâ, anlayış.
kafes
Tel, ince demir veya ağaç çubuklarından yapılan ve içine kuş ve saire konulan şey.
Dışardan içerisi görünmesin diye, ince tahta çubuklarından yapılıp harem pencerelerine takılan siper,
Ahşap bir binanın kaplama ve sıvası olmaksızın direklerden ibaret taslağı.
kahkaha
Yanındakiler işitecek kadar gülmek.
kal u kil / kal u kîl / kâl u kîl
"Dedi denildi" şeklindeki nakiller.
"Dedi, denildi" şeklindeki nakiller.
kalb-i metruk
Terkedilmiş kalb, bırakılmış gönül.
kale-kile / kale-kîle
Dedi-denildi şeklindeki nakiller.
kalemgir
Yazı yazarken kalemin kâğıda takılmadan rahatlıkla kayması.
(Farsça)
kalus / kâlus
Ahmak, ebleh, akılsız.
(Farsça)
kalusane / kâlusane
Akılsızcasına, ahmakçasına.
(Farsça)
kama
İki tarafı keskin, ucu sivri ve enli bıçak.
Duvara veya keresteye çakılan büyük tahta çivi.
Ağaç, kütük ve sâireyi yarmak için kullanılan ucu ince, arka tarafı kalın ağaç veya demir takoz.
kamil-i ukala / kâmil-i ukalâ
Kemalde olan mükemmel akıl sâhibleri. Akılların kâmili.
kanazı'
(Tekili: Kunzua) Uzamış saç.
Baş traş edilirken yer yer bırakılan saç.
kanun / kânun
Ocak. Ateş yanan yer. Zaman.
Kış mevsimi.
Sakil, ağır adam.
Kış mevsiminin ilk iki ayı.
Mangal. Soba.
kanun-u deha / kânun-u deha
Dehâ kaynağı. Dehâ ocağı, akıl, zekâ kaynağı.
kar-ı akıl / kâr-ı akıl
Aklın kabul edeceği iş. Akıllıca iş.
kariha
Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı.
Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli.
Kuyudan çıkarılan ilk su.
karkal
(Çoğulu: Karâkıl) Kadın gömleği.
Yeleksiz elbise.
kasatura
Süngü gibi tüfeğin namlusu ucuna takılan veya bel kayışına asılı olarak taşınan bir çeşit bıçak.
kasır-ul akl
Düşüncesi noksan, kısa akıllı.
katar
Arabistan yarımadasında müstakil bir devlettir. İstiklâlini 1/1/1971 de ilân etmiştir. Hükümet merkezi Doha şehridir. Üç yanı denizle çevrilidir. Halkı müslümandır. Resmi lisanı Arapçadır.
kayyumiyet
Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bâkiliği.
kaziye-i bedihiyye
Man: Delil ile isbata muhtaç olmaksızın, aklın cezmen hüküm ve tasdik eylediği hüküm. Bu iki kısma ayrılır:1- Kaziye-i bedihiyye-i akliyye: Aklın hârice danışmayarak ve havassın (hislerin) tavassut ve yardımına muhtaç olmayarak tasdik eylediği kaziyeye denilir ki; akıl mücerret mevzu ve mahmulünü ta
kaziye-i zanniye
Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.
keffaret-i zıhar / keffâret-i zıhâr
Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre.
kelam-ı kibar / kelâm-ı kibâr
Büyük, akıllı, veli ve meşhur zâtların güzel, veciz ve çok kıymetdâr olan sözleri ve kelâmı.
kelebçe
Yakalanan suçluların iki bileğine birden takılan demir halka. Demir bilezik.
kelkel
(Çoğulu: Kelâkil) Göğüs, sadr.
kemal-i şehamet / kemâl-i şehâmet
Mükemmel derecede akılla bütünleşmiş yiğitlik.
kemerbend
Kemer bağı.
(Farsça)
Kemeri takılmış. Belinde kemer olan.
(Farsça)
Mc: Derviş.
(Farsça)
kemergah / kemergâh
Kemer takılan yer. Bel.
(Farsça)
kenet
(Esâsı: Kinet) İki sert cismi birbirine bağlamak için çakılan iki ucu kıvrık madeni parça.
keş
Akılsız, kolay aldanır. Ahmak.
keşf
Açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak. Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak.
Evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalbine gelen ilhâm yoluyla bilmesi.
ketife
Hased.
Kapıya çakılan yassı büyük demir kilit.
kevden
(Çoğulu: Kevâdân) Semerli at.
Akılsız, ahmak, düşüncesiz.
keyyis
(Keyyise) Akıllı, anlayışlı, kiyasetli, idrakli, zeki.
Zarif.
kılade
Gerdanlık. Boyna takılan kıymetli şey.
Akarsu.
kıraet / kırâet
Ağız ile okumak. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafif kırâet, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî (sesli) kırâet denir.
Namazın içindeki farzlardan biri.
kırgız
Türk Milletlerinden büyük bedevi bir kavim olup Asyanın kuzeybatısında ve Türkistanla Sibirya arasında, başka bir deyimle Türkistanın kuzey taraflarında ve Doğu Türkistanın kuzeyinde olarak Rusya ile Çin hududunda bulunuyorlar. Batı tarafındakilere Kırgız ve Kazak; Çin hududundakilere ise Kara Kırgı
kirpik-i akıl
Mc: Akıl gözünün kirpiği. Aklın, hakikatleri anlamasına engel olan şey.
kirpik-i akl
Akıl kirpiği.
kırra
Soğuk, berd.
Çok fazla susuzluk.
Akıllılık.
kisra
Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.
kitabet / kitâbet
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.
kiyaset / kiyâset
Akıllılık.
klinik
yun. Hastaya bakılan yer.
Ders gösterilen hastahane koğuşu.
Hastaya bakılan yer.
komando
(Portekizce) Ask: Müstakil olarak çalışan ve baskın, sabotaj v.b. gibi özel vazifeler yapan, az sayıda askerlerden kurulu birlik, çete.
konvoy
ing. Aynı yere giden nakil vasıtaları topluluğu.
Aynı yere nakledilen insan grubu.
Harb gemilerinin himayesinde sefer yapan yük gemileri katarı.
külhan
Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer.
(Farsça)
kunzua
(Çoğulu: Kanâzı') Çakıl taşı.
Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.
kur'an-ı mu'cizi'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizi'l-beyân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur'ân-ı Kerim.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan-ı azimüşşan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân-ı azîmüşşân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan Kur'ân.
kur'an-ı mucizü'l-beyan / kur'ân-ı mucizü'l-beyân
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
kurban
Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuva-ı selase / kuva-ı selâse
Üç kuvve; akıl, gazap ve şehvet duygusu.
kuva-yı selase / kuvâ-yı selâse
Üç güç; gazap gücü, şehvet gücü, akıl gücü.
kuvve-i akliye / قُوَّۀِ عَقْلِيَه
Akıl gücü, duygusu.
Akıl duygusu.
kuvve-i akliye ve fikriye
Akıl ve düşünce gücü.
kuvve-i alime / kuvve-i âlime
Bilici kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi, akıl. Buna müdrike de denir.
kuvve-i derrake / kuvve-i derrâke
Anlayıcı kuvvet, akıl.
lade
Ahmak, akılsız, ebleh.
(Farsça)
lakab
Asıl isminden başka sonradan takılan ad. Meşhur olan birinin sonradanki adı.
Bir kimseyi övmek veya yermek (kötülemek) için takılan adlar.
lakap / lâkap
Asıl isminden başka sonradan takılan ad, meşhur olan birinin sonraki adı.
lakit / lakît
Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk.
lale
Lâle denen meşhur çiçek.
Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka.
İncir koparmak için ucu çatallı değnek.
layu'kal / lâyu'kal
Anlaşılmaz, akıl ermez. Akıl ile idrak olunmaz.
lebabet
Akıllılık, zeyreklik. Akıl sahibi olma.
lebb
Lâzım olmak.
Akıllı olmak.
lebbe
Göğsün gerdanlık takılan yeri.
Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri.
Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
lebeb
(Çoğulu: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer.
Atın göğsüne yapılan sinebend.
Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne.
Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.
lebik
Tatlı sözlü. Yumuşak konuşan.
Zeki, anlayışlı, akıllı.
lebk
Akıllı olmak.
Islah etmek, terbiye etmek.
Karıştırmak.
Yumuşak etmek, yumuşatmak.
lehan
Akıllılık.
lem-yezeli / lem-yezelî
Devamlılık, bâkilik, zeval bulmazlık.
levha-i temaşa / levha-i temâşâ
Bakılacak, seyredilecek tablo.
levzai / levzaî
Akıllı, zarif kimse.
lezir / lezîr
Akıllı, zeki.
(Farsça)
libab
(Tekili: Lebib) Akıllılar, zeki kimseler.
likam
Hayvanın ağzına takılan gem. Dizgin.
(Farsça)
lisans
Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi.
(Fransızca)
Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma.
(Fransızca)
Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı.
(Fransızca)
İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak
(Fransızca)
lokman hakim / lokman hakîm
Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et
lübb
İç. Öz. Her şeyin iyisi, hülâsası.
Akıl, içli şeyin içi.
İç, öz.
Akıl.
İçli şeyin içi.
lükaa
Zahmet, meşakkat.
Ahmak, akılsız kişi.
lule
Çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru.
(Farsça)
Lüle. Halka gibi dürülmüş şey.
(Farsça)
ma'kal
(Çoğulu: Meâkıl) Sığınacak ve saklanacak yer.
Kale.
ma'kul
Akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı, mantıklı.
ma'kul ilimler / ma'kûl ilimler
His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe (deney, gözlem) ile ve hesâb edilerek elde edilen ilimler, fen bilgileri.
ma'kulat
(Tekili: Ma'kul) Aklın uygun bulduğu, ancak akıl ile bilinir ve nakle müstenid olmayan meseleler ve ilimler.
maatıf
(Tekili: Ma'tıf ve Mı'taf) Gözlenilecek veya bakılacak yerler.
madalya
İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.
Başarılı kimselere takılan madeni nişan.
madalyon
Boyuna takılan süs eşyası.
mahfuzat / mahfûzât
Hafızadakiler, korunanlar.
mahmuz
(Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet.
Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik.
Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan dest
mahrek
(Mahrak) Yakılacak yer. Bir şeyin yandığı yer.
mahrub
Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış.
mahrukat
Yakılacak madde. Yanan şeyler.
mahrukàt / mahrûkàt
Odun kömür gibi yakılacak şeyler.
mahrum edilen
Yoksun bırakılan.
mahsus
Ayrılmış, tâyin edilmiş.
Herkese âit olmayıp bazılara âit olmuş olan. Yalnız birine âid olan. Hususileşmiş. Müstakil.
Bile bile, istiyerek.
Yalandan, şakadan, lâtife olarak.
mahz-ı hikem
Akıllılığın ve filozofluğun ta kendisi. Hikmetlerin ta kendisi.
maiyyet
Yanındakiler.
makulat / mâkulât / mâkûlât
Aklın uygun bulduğu, akıl ile bilinen şeyler.
Akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar.
makulü'l-mana / mâkulü'l-mânâ
Hikmeti akılla kavranılabilir.
mal
"Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen)
(Farsça)
mana-yı muallaka / mânâ-yı muallaka
Asılı, takılı mânâ.
manivela
Ağır şeyleri çekmek ve kaldırmak için vasıtanın dönen merkezine bir ucu takılıp döndürülen kol.
mantık
(İntak. dan) Konuşturan, söyleten.
Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi.
Akıl, nutuk, söz.
manzar
(Manzara) (Nazar. dan) Bakılan yer, görülen yer. Görünüş.
manzara
Bakılıp seyredilen yer.
manzur / منظور
Görülen, bakılan, nazar edilen.
Beğenilen.
Bakılan.
(Arapça)
Dikkat çeken.
(Arapça)
Manzur olmak:
Görülmek, göze çarpmak.
(Arapça)
masile
Üzerinde mum veya fitil yakılan çıra ve şamdan.
matmah
Tamâh olunan şey, hırsla göz dikilerek bakılan şey veya yer.
Tamah ile bakılan.
matmah-ı cihani / matmah-ı cihanî
Bütün herkese ait tamah olunan ve büyük istekle üzerine bakılan şey.
matmah-ı nazar
Hırsla, dikkati dağıtmadan bakılan, bakma.
Hırsla bakılan şey.
matrud
Kovulmuş ve saf dışı bırakılmış.
me'cuc / me'cûc
Çok eski zamanlarda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundan gelecek olan kötü bir millet. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır.
me'kele
(Çoğulu: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey.
mebkale
(Çoğulu: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer.
mecamir
(Tekili: Micmer) İçlerinde tütsü yakılan kaplar, buhurdanlar.
mecaz-ı akli / mecaz-ı aklî
Akla uygun olan mecaz, akılla bilinen mecaz, bir şeyi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe isnad etmek.
mecnun
Deli, akılsız.
mecnunluk
Delilik, akılsızlık.
mecr
Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek.
Çokluk asker.
Akıl.
meder
Tezek, toprak tezeği.
Çakıl. Kuru çamur. Kuru balçık.
Köy, mahalle.
Çakıl taşı.
Çakıl taşı.
mefrug
(Çoğulu: Mefârig) (Ferağ. dan) Başkasına bırakılmış, feragat edilmiş.
mefrugün bih
Bir kimseye bırakılan şey.
mefrugün leh
Kendisine bir şeyin mülkiyeti ve tasarruf hakkı bırakılmış olan kimse.
mefsuh
Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş.
mehar
Dizgin, yular.
(Farsça)
Devenin burnuna takılan burunluk.
(Farsça)
mehcur
(Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.
mehcuriyet
Uzaklık, ayrılık.
Bırakılıp unutulma, metrukiyet.
mehist
Ağır, sakil.
(Farsça)
mehr-i misl
Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.
mehr-i müeccel
Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat.
mekyes
Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse.
melkut
Yerden kaldırılıp alınan şey.
Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.
men
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
mencuk
Bayrak direkleri ve minâre başına takılan küçük ay.
(Farsça)
Sancak, bayrak.
(Farsça)
Şemsiye.
(Farsça)
menkuz
Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.
menşele
Küçük parmağın yüzük takılan yeri.
mensuh
(Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış.
merakib-i bahriye
Vapur, gemi, tekne, kayık vs. gibi deniz nakil vâsıtaları.
merakib-i berriye
Araba, otomobil, kamyon, at vs. gibi kara nakil vasıtaları.
merfu'
Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
Hükümsüz bırakılmış.
Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.
merkel
(Çoğulu: Merâkil) Yol.
Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.
merkub
(Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş.
Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası.
meşair
(Tekili: Meş'ar) Beş duygu, his. Hasseler.
Akıl ve vahiy.
Hacı olmadan evvel durulması lâzım gelen mühim makamlar.
mesbuk
Geçmiş.
Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış.
İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan.
mesdul
Salıverilmiş, serbest bırakılmış.
meşhum
Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı.
Korkmuş. Korkutulmuş.
Çok güzel hareketli at.
meşruta
Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş.
Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire.
meşşaiyyun
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.
metafizik
Fizik ve akıl ötesi. Beş duyu organıyla ve tecrübeyle anlaşılamayan şeyler. Fizik ötesini araştıran ilim, ilâhiyyât.
metruk
Terk olunmuş. Bırakılmış.
Boşanmış olmak.
Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.
metrukat / metrûkat / متروكات
(Tekili: Metruk) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.
Miras olarak bırakılanlar, geride bırakılanlar.
(Arapça)
metruke
(Terk. den) (Erkekten) boşanmış.
Kocası tarafından bırakılmış kadın.
metrukiyet / metrûkiyet
Metrûkiyete uğramak:
Terkedilmek, metruk bırakılmak.
metrukiyyet
(Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma.
Bırakılmışlık, kullanılmazlık.
Bir işten çekilip uğraşmama.
meunet
Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği.
Külfet.
Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.
mevdu
(Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş.
mevduat
(Tekili: Mevdu) Emanet bırakılmış şeyler.
Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır.
mevkud
(İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan.
mevkuf
Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan.
Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen.
Ait, bağlı.
mevkulün ileyh / mevkûlün ileyh
Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil.
mevla / mevlâ
Yardımcı ve koruyucu olan Allahü teâlâ.
Sevgili, sevilen.
Âzâd edilmemiş, serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi.
Âzâd edilmiş köle.
Kölesini âzâd etmiş olan kimse.
mezaristan ehli
Mezardakiler.
micmer
İçinde tütsü yakılan bakır yahut bronzdan küçük şamdan şeklindeki aletin adıdır. "Buhurdan" da denilir.
midrebe
Demir yerine ucuna boynuz takılan süngü.
minkal
(Çoğulu: Menâkıl) Çamur teknesi.
mirhat
Salıverilmiş, bırakılmış perde.
mirre
Kuvvet.
Öd.
Akıl.
Kat.
Sağlamlık.
mizac-ı akl
Akıl yapısı, normal akıl.
mizah
Şaka, lâtife.
Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)
mizan
Terazi, ölçü, tartı.
Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
mu'bir
Terkolunmuş, bırakılmış, terkedilmiş.
mü'sade
(İsad. dan ism-i mef'uldür) "Asadet-ül bab" denir ki; kapıyı kapadım, sımsıkı kilitledim demektir. Üzerlerine ateşin yakılıp fırın gibi kapısının kapanması ateşin şiddetini icab edeceğinden, Cehennemde azabların şiddet ve ebediyetinden kinayedir.
mu'tak
Serbest bırakılmış köle, câriye veya esir.
mu'tezile
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
muahhar
Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan.
muallakat / muallâkat
Asılı, takılı olan şeyler (mânâlar).
Câhiliye döneminde meşhur Arap şâirlerinin Kâbe'nin duvarına asılan meşhur şiirleri.
muallim-i ukul / muallim-i ukûl
Akılların öğretmeni.
Akılların öğretmeni.
muallim-i ukūl / مُعَلِّمِ عُقُولْ
Akıllara öğretmen.
muattal
Kullanılmış, bırakılmış.
Boş, işsiz.
muattıla
Boş bırakılmış. Atâlete atılmış.
Hâlık'a itikat etmeyen.
muavvak
(Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş.
mubid
Zerdüşt. Mecusi din adamı.
Tedbirli, akıllı adam.
mübtel
Hükümsüz bırakılmış, bozulmuş, ibtâl olunmuş.
mücadele / mücâdele
Karşısındakinin câhilliğini veya haksızlığını ortaya koymak ve kendisinin akıl, fazîlet ve şeref bakımından üstün olduğunu isbât etmek için iki kişinin bir şey üzerinde tartışması.
muda'
Fık: Emâneten kendine bir şey bırakılan kimse.
Serkeş ve oynak olmayıp, mazlum ve sâkin olan at.
müdaabe
(Müdâabet) Karşılıklı takılma, lâtife yapma, şakalaşma.
müdebber
Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.
müdrik
Aklı eren. Anlayan. Kavrayan, akıllı.
Büluğ çağına, erginlik yaşına gelmiş olan.
müdrikat
(Tekili: Müdrik) Akıllılar. İdrak sahipleri.
müdrike
İdrak kuvveti. Akıl. Anlama kabiliyeti.
müeccel
Sonraya bırakılan.
Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş.
müeccelen
Te'cil edilmek suretiyle. Müddeti sonraya bırakılarak.
müehher
(Müahhar) Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş.
müehhirin / müehhirîn
Sonrakiler.
müfrez
Toptan ayrılıp bir tarafa bırakılmış. İfraz olunmuş, ayrılmış.
muhaddes
Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirlimiş. Sadık-ül hads olan kimse.
Her zan, tahmine feraseti isabetli olan.
Nakil ve rivayet edilmiş olan.
muhakemat / muhâkemat
Akıl yürütmeler, değerlendirmeler.
muhakeme / muhâkeme
Düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama.
muhakeme-i akliye
Akıl yoluyla geniş araştırmalar yaparak bir hükme ulaşma.
muhakemeli
Akıl yürütebilen.
muhakemesiz
Akıl yürütemeyen, düşüncesiz.
muhal-i akli / muhal-i aklî
Akıl yoluyla imkânsız görme, aklen muhal olan şey.
muhalla
Tahliye olunmuş. Boşaltılmış.
Serbest bırakılmış.
muhatab ittihaz etmek
Karşısındakilerini dinleyen.
Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek.
Konuşmaya lâyık görmek.
muhavvel
Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
muhayyeb
Yoksun bırakılmış, mahrum kılınmış.
muhayyir-ül ukul
Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran.
muhayyirü'l-ukul
Akıllara hayret verip hayranlık uyandıran.
muhayyirü'l-ukùl
Akıllara şaşkınlık veren.
muhayyirülukul / muhayyirülukûl / محيرالعقول
Akıllara durgunluk veren.
(Arapça)
muhazarat / muhazarât
(Tekili: Muhazara) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler.
muhhakemat / muhhakemât
Akıl yürütmeler, hüküm çıkarmalar.
mühmel / مُهْمَلْ
İhmâl edilmiş. Bırakılmış. Kıymet verilmemiş. Bakılmamış.
Mânasız ve boş söz, cümle. Sonraya atılmış.
Boşlanmış.
Edb: Noktasız harf, noktasız harflerle yazılmış olan.
Ebcedde: Noktasız harflerin hesabı ile çıkan tarih.
İhmal edilmiş, bırakılmış.
İhmâl edilmiş, bırakılmış.
muhsan
Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse.
muk
Göz pınarı.
Akılsızlık.
Kanatlı karınca.
Mest üzerine giyilen çizme.
mukalled
(Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış.
Padişah tarafından nişan takılan kimse.
(Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan.
mükayese / mükâyese
Zariflik ve akıl hususunda çokluk iddiasında bulunma.
mükellef
Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.
mukmehun
Elleri boyunlarına bağlı veya boyunlarından zincir takılı olarak azab çekenler.
Başı yukarı kalkmış, gözleri bir yere dikilmiş ve etrafa bakamayan somurtmuş kimseler.
mül'e
Zâhidlik, muttakilik, sofilik.
mülahazat
(Tekili: Mülahaza) Mülahazalar. Düşünceler. Akıldan geçenler.
mülatafe / mülâtafe
Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.
mülevves
Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan.
Tazelenmek için suda ıslatılmış şey.
Karışık, intizamsız.
mülhid-i bihuş / mülhid-i bîhuş
Sersem mülhid, akılsız inkârcı.
mülk
Mal. Yer. Bina.
Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu.
İzzet, azamet, şevket.
Bir şeyin dış yüzü.
İnsanın sahip ve malik olduğu şey.
Akıl sahiplerini tasarruf etmek.
Mâlik olmak.
mümeyyiz
Akıllı; faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen.
münakalat
Nakiller. Nakil işleri. Ulaştırma işleri.
münaseha
Bir şeyi diğerine nakletmek.
Döndürmek.
Tebdil etmek, değiştirmek.
Huk: Bir vârisin, kendine bırakılan mirası alamadan ölmesi.
müncedil
Bırakılmış.
mündemic
İçine bırakılmış.
münevver
(Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı.
Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş.
Parlatılmış.
muntalik
(Talâk. dan) Salıverilmiş, bırakılmış.
Bağsız.
Kederi, hüznü ve gamı olmıyan. Sevinçli, mesrur, neşeli.
munzar
Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.
mürahık / mürâhık
Âkıl ve bâlig yâni ergenlik çağına ulaşmadığı hâlde ulaşmış gibi gösteren erkek çocuk.
müreccih
Tercih eden, üstün tutan, bir şeyi daha iyi ve mühim gören.
Tercih ettiren sebep.
Meyilli ve sakil, ağır şey.
müreddede
İhtimâller arasında bırakılan, tereddüt içinde bulunan.
mürsiye
Çakılmış. Yerleştirilmiş.
müruk
Sâfi, süzülmüş nesne.
Süslü perdeler takılmış olan ev.
müsakkal
Ağırlaştırılmış. Sakilleştirilmiş.
müsakkıl
(Siklet. den) Ağırlaştıran, sakil eden.
müserrah
Bırakılmış, boşanmış.
müske
Müracaat olunacak hayır ve fayda.
Her şeyin artığı.
Akıl, kâmil zihin.
Kendine temessük olunacak şey.
Geçinecek kadar kuvvet ve gıda.
müstaid
İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı.
müstebid
Başlı başına, müstakil olan. Emri altındakilere söz ve hürriyet hakkı tanımayan, istibdat yapan. Despot.
müstenife
Müstakil olan ara cümle.
müstesna
İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
müstevda'
(Ved. den) Emaneti kabul eden.
Emanet bırakılan, emanet bırakılmış.
müstevdi'
(Ved. den) Emanet bırakılan yer.
Emanet bırakan.
mutallaka
(Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.
mutasaddi / mutasaddî
(Sadv. dan) Bir işe girişen. Tasaddi eden. Başkasına saldıran, başka birine takılan.
mutasavver
Tasavvur edilmiş. İlerde yapılması düşünülmüş.
Tasvir edilen. Hatırdan geçen.
Kabil, akıl kabul eder, akıl alır.
mutavvak
(Tavk. dan) Boynu halkalı, zincirli.
Boynuna gerdanlık vs. takılmış. Boynuna halka olan.
müteahhirin / müteahhirîn
Sonrakiler.
mütehalli
Bırakılmış, boşaltılmış.
Boş kalan, boşalan.
mütekeyyis
(Çoğulu: Mütekeyyisîn) Zeki ve akıllı gibi görünen.
mütekeyyisin / mütekeyyisîn
(Tekili: Mütekeyyis) Akıllılık taslıyanlar, tekeyyüs edenler.
mütelakkib
(Lakab. dan) Lakap takılmış, lakaplanmış.
mütelehhif
(Çoğulu: Mütelehhifîn) (Lehef. den) Hasret çeken. Özleyen. Yanıp yakılan. Hüzünlü olan.
mütelehhifane / mütelehhifâne
Özleyerek, hasret çekerek. Kaygılı, tasalı olarak, yanıp yakılarak.
(Farsça)
mütelehhifin / mütelehhifîn
(Tekili: Mütelehhif) Hasret çekenler, yanıp yakılanlar. Kederli, tasalı olanlar.
mutezile / mûtezile
Kendi akıllarını temel unsur kabul edip, Kur'ân ve sünneti ona uydurmaya çalışan Ehl-i Sünnet dışı bâtıl bir mezhep.
mutlak
Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
müttakin / müttakîn
(Tekili: Mütaki) Takvalılar. Müttakiler.
na'l
Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir.
Oturulacak yerlerin en aşağısı.
na-ma'kul
Akla uygun gelmeyen. Akıl almayan. Mâkul olmıyan.
(Farsça)
naharir
(Tekili: Nihrir) Bilgili, akıllı ve âlim kimseler. Fâzıl ve mâhir kişiler.
nakale
(Tekili: Nâkıl) Haberciler, nakledenler.
naki'
Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı.
nakibe
Akıl. Nefs.
İnsan ruhu.
nakil / nâkil / ناقل
Taşıma, nakil.
(Arapça)
Anlatan, nakleden.
(Arapça)
nakl / نقل
Taşıma, nakil.
Nakil, anlatma.
(Arapça)
Taşıma.
(Arapça)
Nakletmek:
(Arapça)
Anlatmak.
(Arapça)
Taşımak.
(Arapça)
Nakledilmek:
(Arapça)
Anlatılmak.
(Arapça)
Taşınmak.
(Arapça)
naklen / نقلا
Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle.
Naklederek, nakil yolu ile.
(Arapça)
nakli / naklî
Nakille ilgili.
nakli delil / naklî delil
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
nakli ilimler / naklî ilimler
Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi nakil yoluyla elde edilen ve değişmeyen dînî ilimler.
nakliyat
Nakil işleri, taşıma işleri.
Anlatılanlardan öğrenilenler.
Nakiller.
natnat
(Çoğulu: Netânıt) Çok konuşan uzun boylu, akılsız kimse.
nazar-gah / nazar-gâh
Bakılan yer. Nazar edilen yer.
(Farsça)
nazar-ı akıl
Akıl gözü; aklın görüşü, kavraması.
nazar-ı akli / nazar-ı aklî
Aklî bakış, akıl gözü, aklın anlayışı.
nazaran / نظرا
Göre, nispetle, bakılırsa.
(Arapça)
nazargah / nazargâh / نظرگاه
Bakılacak yer.
Bakış yeri, bakılan yer.
Bakış yeri.
(Arapça - Farsça)
Bakılan yer.
(Arapça - Farsça)
nazragah / nazragâh
Gözle bakılan yer, bakış yeri. Göz önü.
(Farsça)
nebil
(Nebile) Akıllı, anlayışlı, zekâ sahibi.
Yüksek meziyet sahibi. Güzel huylu.
Bilgili ve faziletli kimse.
nebiz
(Çoğulu: Enbize) Hurma şarabı.
Yola bırakılıp atılan çocuk.
nedis
Akıllı kişi.
neds
Akıllılık.
Taan etmek, çekiştirmek.
nefs-i bihuş / nefs-i bîhuş
Akılsız nefis.
neha
Pek akıllı adam.
İhtiyacı terkeylemek. (Güya kendi nefsi cihetinden menedilmiş demektir.)
nekr
Zeki, akıllı kimse. Pek zeyrek olan.
Dehâ, fetânet.
nevka
Ahmak, akılsız kimse.
nial
(Tekili: Na'l) Ayakkabılar, pabuçlar.
Hayvanların ayaklarına çakılan demirler, nallar.
nihas
Kağnı tekerleğinin etrafına takılan çenber, yuvarlak demir.
Kavafların kullandığı nesne.
nivend
İdrak, anlayış, akıl.
(Farsça)
nühye
(Çoğulu: Nühâ) Akıl.
Gayet. Son.
nukul
Nakiller, rivâyetler. Başkasından anlatılanlar. Hikâyeler.
nüşka
Davarın boynuna takılan ip.
nutk-u beliğane / nutk-u beliğâne
Balâgatli nutuk; kusursuz ifadelerle muhatapların hallerine ulgun olarak akıl ve kalplerini aydınlatan nutuk.
ok
Yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. Ok, silâhın icadından evvel insanlar tarafından kullanılmış ise de, en büyük mahareti Türkler, Araplar göstermişlerdir.
pejuhide
Çok akıllı, olgun, bilgili.
(Farsça)
perçem
Kâkül.
(Farsça)
Tepede bırakılan saç.
(Farsça)
Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler.
(Farsça)
perde-i cümud
Donmuş, katı perde.
Mc: Alem, tabiat.
Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.
pranga
İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir.
Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır.
Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.
psikoz
Tıb: Akıl hastalıklarının umumi adı.
(Fransızca)
Akıl hastalığı.
ra'la'
(Çoğulu: Rual) Akılsız kadın.
Kulağının ucu kesilip ilişik duran dişi koyun.
ra'se
(Çoğulu: Riâs) Kulağa takılan küpe.
radig
Ahmak, akılsız kimse.
rakib
Binen. Binici.
Herhangi bir nakil vasıtasına binmiş olan.
raşid
(Rüşd. den) Hak dinini kabul eden, doğruya giden, rüşde erişmiş olan.
Akıllı.
raşidin / raşidîn
Hakka erişmiş olanlar. Kâmil ve çok ileri olgun kimseler. Akıllılar.
rasyonalizm
Fls: Akliyecilik. Her şeyin yalnız akıl ile bilinebileceğini iddia eden bir felsefi görüş.
(Fransızca)
Akılcılık, aklı ön plânda tutan bir felsefî akım.
rasyonel
Akla uygun, akılcı.
ratit
Avaz, ses.
Ahmak, akılsız kişi.
ravi / râvî
Hadisi kendisinden sonrakilere aktaran kimse.
re'sen
Kendi başına, bizzat.
Kimseye danışmadan. Müstakil olarak.
Doğrudan doğruya.
refiz
(Rafz. dan) Atılmış, bırakılmış, terkedilmiş. Metruk.
rena
Nazar olunan, bakılan.
reşid / reşîd
Doğru yolda giden, hak yolunda olan.
Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun.
Büluğ çağına girmiş kimse.
Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden.
Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.
resis
Sâbit, devamlı.
Bakıyye, artık.
Akıllı, zeki kimse.
Sahih olmayan haber.
Aşk-ı muhabbetin ibtidası.
Hastalık başlangıcı.
rida
Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal.
Akıl. İlim. Seha.
Zinet. Parlaklık veren şey.
Hırka.
risale / risâle
Mektûb; bir mes'eleye, bir ilme ve fenne dâir yazılan müstakil küçük kitâb.
ru'
Kalb, fuad. Kalbde korku ârız olacak yer.
Zihin ve akıl.
rü'yet
Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek.
Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek.
Araştırmak.
rüşd
Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
Hayra isabet etmek.
Büluğa ermek.
İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
sacur
Köpeğin boynuna takılan tasma.
sahfe
Zayıf akıllılık ve az fikirlilik.
sahif
(Sahâfet. den) Zayıf akıllı. Az fikirli kimse.
Gevşek dokunmuş. Boş.
saibe
Başı boş bırakılmış hayvan. Sâime.
sakim akıl / sakîm akıl
Hasta, ileriyi göremeyen akıl.
sarf-ı zihn
Akıl sarfetme, akıl harcama.
şaryo
Araba. Yazı makinelerinde, daktilolarda kâğıdın takıldığı kısım.
(Fransızca)
şatata
Haktan ve akıldan uzak, hadden aşan söz.
sayyur
Bir işin âkibeti, sonu, neticesi, serencâmı.
Akıl, fikir.
şebam
Anasını emmesin diye kuzu ve oğlak ağzına takılan ağaç ağızlık.
Araptan bir kabile.
sebükmağz
Hafif beyinli, düşüncesiz. Ahmak. Akılsız.
(Farsça)
şecaat-i akliye-i medeniyet meydanı
Medeniyetin aklî kahramanlık meydanı; akıl kahramanlarının meydan okuduğu medeniyet meydanı.
şecaat-i imaniye ve akliye ve fenniye
İmandan, akıldan ve fen ve bilimden gelen dengeli cesaret.
sedad
İstikamet ve kasd.
Haklı ve doğru şey.
Akıl.
sedid
Doğru. Yanlış ve yalan olmayan.
Müstakil.
Muhkem. Metin.
sefahet / sefâhet
(Sefeh) Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.
Aklın az ve hafîf olması. Malını dînin ve aklın beğenmediği yerlere sarfetme. Lüzumsuz harcama. Süse, eğlenceye ve her türlü kötülüğe, harama düşkünlük. Akıl azlığı.
Kıt akıllılık, düşüncesizlik, günahlara düşkünlük.
sefahetkarane / sefâhetkârâne
Akılsızca, haram eğlencelere dalarcasına.
sefeh
Akılsızlık.
şeffaf
Saydam, bakıldığı zaman arkasındaki cisim görülen.
sefih / sefîh
Kıt akıllı, düşüncesiz, zevke düşkün.
şefn
Akıllı ve zeyrek kişi.
şehamet / şehâmet
Akıl ve zekâ ile beraber olan yiğitlik. Kahramanlık. Cür'et. Bahadırlık.
Tez anlayışlı olmak.
İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik.
Akıl ve zekâ ile olan cesaretlilik.
Akıllıca yiğitlik.
şehim
(Şehamet. den) Şehametli, kurnaz ve akıllı yiğit.
sekafe
Akıllılık.
selef ve halef
Öncekiler ve sonrakiler.
selim akıl / selîm akıl
Yanılmayan, pişman olacak bir işi yapmayan ve peygamberlere, âlim ve evliyâlara mahsus, ileriyi gören akıl.
semik
(Çoğulu: Esmika-Sümuk) Zelve. (Öküzün boynuna takılır.)
serahor
Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.
servet-i akl
Akıllılık. Akıl zenginliği.
setr-i avret
Mükellef olan yâni akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına erişmiş) bir kimsenin namazda veya her zaman başkasına göstermesi haram olan yerlerini örtmek.
şevakil
(Tekili: Şâkile) Tarikler, yollar. Mezhebler, tarikatlar, meslekler. Şâkileler.
şeytan-ı ahmak
Akılsız, ahmak şeytan.
şicar
Kapı ardına koyup sürgü olarak kullanılan ağaç.
Kiremit tahtası altına konulup çakılan ağaç.
Kapı ağacı.
Deve alâmetlerinden bir alâmet.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
sıla'
Kebap.
Isınmak için yakılan ateş.
silsile-i rivayet
Birinin diğerine nakletmesiyle gelen rivayet, nakil zinciri.
siper-i saika / siper-i sâika
Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs
şişe
Camdan yapılmış ağzı dar uzunca kap. Lâmbaya geçirilen camdan küçük baca.
Çeşitli maksatlarla çakılan çıta.
şiya'
Zahir olmak, görünmek.
Çobanın kavalından çıkan ses.
Odun takıltısı.
sokrat
Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu
sorguç
Başa takılan tuğ.
Bazı kuşların tepelerinde bulunan tüyden süs.
sü'b
Akıl geri gelmek.
Gittikten sonra yine eski yerine dönmek, mekânına gelmek.
su-i tedbir
Yanlış tedbir. Kötü yol. Tam düşünüşle, akıllıca hareket etmeyiş.
sübjektif
Bilen akıl ile alâkalı.
(Fransızca)
Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan.
(Fransızca)
sübjektivizm
Fls: Akıldan başka realite kabul etmeyen, yanlış bir nazariye.
(Fransızca)
süfeha
Sefihler, kıt akıllılar, günahkârlar.
suhf
Akıl ve fikrin zayıf olması.
sükala'
(Tekili: Sakil) Ağırlar. Kabalar. Çirkinler. Sözü sohbeti çekilmeyen kimseler.
sükne
Kuş sürüsü.
Boyna takılan heykel ve halka. Boyna vurulan demir.
sülas
Akıl gitmek.
Delirmek.
şünşün
Zeyrek ve akıllı genç yiğit.
süpürde
Ismarlanmış, sipariş olunmuş.
(Farsça)
Bırakılmış, verilmiş.
(Farsça)
sürsur
Âlim ve akıllı kişi.
ta'viz
Nazar veya kötü şeylerden muhafaza için takılan dualı kâğıt, nüsha. Muska.
ta'zir-i te'dib
Âkıl bâliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun yaptığı bir suçtan dolayı hakkında te'dib ve ta'zib maksadıyla yapılan ta'zirdir.
taakkul / تعقل
Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme.
Akıl yürütme.
Akıl erdirme.
Akıl erdirme.
(Arapça)
Akıl etme.
(Arapça)
Taakkul etmek:
(Arapça)
Akıl erdirmek.
(Arapça)
Akıl etmek.
(Arapça)
taakkuli halat / taakkulî halat
Akıl yürütmekle ilgili hâller.
taben
(Tabâne-Tabâniye) Akıllılık.
tabi'iyyeciler / tabî'iyyeciler
Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).
tafattun
(Fatanet. den) Anlama, farkına varma, akıl erdirme.
taftin
(Fatanet. den) Anlatma, akıl erdirtme.
tahakküm-ü zahiri / tahakküm-ü zâhirî
Zahirî olan egemenlik; akıl ve gönlü dışlayarak insanlara hükmetme.
tahallüf
Geride bırakılma. Arkada kalma.
Değişme. Uygun olmama.
Geride bırakılma.
tahliye
Serbest bırakılma.
(تحليه) Tezyin; güzel özelliklerle donatmak, süslemek.
(تخليه) Tenzih; noksanlardan uzak tutma.
tahrik
Yakma. Yakılma.
Susatma. Susatılma.
taht-ı revan
Dört kişi veya iki katırla taşınan nakil vasıtası.
taksim-i akli / taksim-i aklî
Akıl ve fikir yoluyla bir konuyu bölümlere ayırmak.
tal
Bakır veya gümüş tepsi.
(Farsça)
(Parmaklara takılan) zil.
(Farsça)
talik
Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir.
tavk
Tâkat. Güç.
Boyuna takılan zinet. Gerdanlık.
Tasma.
tavr-ı akıl / طَوْرِ عَقِلْ
Akıl ölçüsü.
tavr-ı akl
Akıl ölçüsü, akıl sınırı.
tavş
Akıl hafifliği, akıl azlığı.
tazallümat / tazallümât
(Tekili: Tazallüm) Yanıp yakılmalar, sızlanmalar.
tazhir
(Zahr. dan) Arkaya atma. Arkaya bırakma veya bırakılma. İhtimâl.
tebane
Zeyreklik, akıllılık.
tebei / tebeî
Kasdî olmayan.
Tâbi olarak.
Başkasının vücuduyla kaim olan.
Müstakil olmayıp başkasına tâbi olarak.
teben
Zeyrek, akıllı kimse.
tecil edilen
Ertelenen, sonraya bırakılan.
tecrithane
Yalnız bırakılan yer, hücre evi.
tedliye
Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
Şaşırma, dehşete düşme.
Delil ve vesika hazırlama.
(Akıl) gitmek.
Ahmak etmek, salaklaştırmak.
teenni
İhtiyatlı ve akıllıca davranma. Bir işte acele etmeyip bir düşünce dairesinde hareket etme. (Teude de denir)
teenni-i hikmet
Hikmetin yavaş yavaş ve akıllıca gibi, en faydalı şekilde zuhuru.
tefekkür
Fikretmek. Düşünmek. Düşünceyi harekete geçirmek. Akıl yormak.
tefekkür-ü akli / tefekkür-ü aklî
Akıl yoluyla tefekkür etmek, düşünmek.
tefviz
Tefviz edilmek:
Birine bırakılmak.
İhale edilmek.
telehhüf / تلهف
Yanıp yakılma.
(Arapça)
temaşagah-ı san'at-ı ilahiye / temâşâgâh-ı san'at-ı ilâhiye
Allah'ın san'atlarına ibretle bakılan yer.
temren
Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı.
tenkidat-ı ukala / tenkidât-ı ukalâ
Akıllıların tenkitleri, eleştirileri.
terk / ترک
Bırakma.
(Arapça)
Vazgeçme.
(Arapça)
Ayrılma.
(Arapça)
Terk edilmek:
(Arapça)
Bırakılmak.
(Arapça)
Vazgeçilmek.
(Arapça)
Terk etmek:
(Arapça)
Bırakmak.
(Arapça)
Vazgeçmek.
(Arapça)
Ayrılmak.
(Arapça)
terkipsiz
Müstakil, birkaç şeyin bileşiminden oluşmayan.
terliye
Akılsız yapmak.
teseffüh
Sefihleşme.
Mütegayyer olmak, değişmek.
Akılsızlık etmek.
teşevvüşat-ı akliye
Akılın karmakarışık olması, bulanması.
tesfih
(Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek.
Sefih görme, kıt akıllı sayma, eğlence düşkünü olarak tanıma.
teşmir-i said / teşmir-i sâid
Kolları sıvama.
Mc: Bir işe iyice adamakıllı girişme.
tevatür-ü manevi / tevatür-ü mânevî
Mânevî nakiller ile gelen, mânâsı üzerinde ittifak sağlanan nakil.
tevdi edilen
Bırakılan, emanet edilen.
tevfikan / tevfîkan / توفيقا
-e göre, uyarak, bakılarak.
(Arapça)
tevhid-i şuhud
Her nereye bakılırsa Allah'ın birliğini anlamak, hissetmek.
Görüş birliği.
til'
Etrafına çok iltifat eden kişi. Etrafdakilerle şakalaşan kimse.
tilavet secdesi / tilâvet secdesi
Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Ala
timar-hane / timar-hâne
Akıl hastahanesi, tımarhâne.
(Farsça)
tımarhane
Ruh, sinir ve akıl hastalıkları hastanesi.
timarhane / tîmârhâne / تيمارخانه
Akıl hastanesi.
(Farsça)
tüede
Teenni etmek, acele etmeyip akıllıca davranmak.
Mühlet vermek.
tuvt
Lüle ağzına takılan pamuk parçası.
Pamuk.
Uzun.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
ukala / ukalâ / عقلا
(Tekili: Âkıl) Akıllılar.
Halk dilinde: Akıllılık iddia edenler.
Akıllılar; akıl sahipleri.
Akıllılar, akıllılık taslayanlar.
Akıllılar.
Akıllılık iddia edenler, ukelalar.
Akıl sahipleri.
(Arapça)
ukala-yı nas / ukalâ-yı nâs
İnsanların akıllıları, zekileri.
ukul / ukûl / عقول
Akıllar.
(Tekili: Akıl) Akıllar.
Akıllar.
Akıllar.
Akıllar.
(Arapça)
ukul-u aşere / ukûl-u aşere
On akıl; eski bir felsefî iddiaya göre kâinatı on aklın idare etmesi.
On akıl.
ukul-ü aşere / ukûl-ü aşere
Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah'ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllar.
Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl (Onlara göre birinci akıl Allah'ın yarattığı akıldır, diğerleri ise, her biri, sırasıyla bir sonrasını türetmiştir.).
ukul-u beşer
İnsanoğlunun akılları.
ukul-ü beşer
İnsanların akılları.
ukul-ü münevvere
Nurlu akıllar, aydınlanmış akıl sahipleri.
ukul-ü münevvere erbabı
Nurlu akıllar, aydınlanmış akıl sahipleri.
ukul-ü müstakime / ukul-ü müstakîme
Doğru yolda olan akıllar.
ukul-u nuraniye erbabı / ukûl-u nuraniye erbabı
Aydınlanmış akıl sahipleri.
ukul-ü nuraniye erbabı
Nuranî akıl sahipleri; akıl yoluyla manevî hakikatlerin nuruna ulaşan kişiler.
ukul-ü selime
Sağlam ve bozulmamış akıllar.
ülinnüha
(Üli-n nühâ) Akıllı kimseler.
ulü-l elbab
Akıl sâhibleri. Düşünebilenler. Akl-ı selim sahibleri.
ulü-n nüha
Akıllı kimseler.
ulum-i akliye / ulûm-i akliye
Akıldan hareketle ortaya konulan bilimler.
ulum-i akliyye / ulûm-i akliyye
Tecribî (deneye bağlı) ilimler. His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek tecrübe ve hesab edilerek elde edilen ilimler.
ulum-u evvelin ve ahirin / ulûm-u evvelîn ve âhirîn
Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri.
ulum-u nakliye
Hadis, tefsir, fıkıh gibi ve mukaddes kitaplardan nakil olunan ve rivâyet üzerine kurulmuş olan ilimler.
unab
Büyük burun.
Akıl.
Karın.
utahiye
Akılsız, ahmak kimse.
vahdeddin
(Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan
vahy-i gayri metluv / vahy-i gayri metlûv
Allahü teâlâ tarafından peygamberlerin kalblerine bildirilen vahyi, peygamberlerin kendilerine âit kelimelerle yanındakilere bildirmesi. Hadîs-i kudsî.
vakf
Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe
vakud
Odun, kömür gibi yakılacak şeyler.
vasi
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
vefa
Ahdinde, sözünde durma.
Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödeme.
Yetişme.
Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
vegadet
Akılsızlık.
Adilik, bayağılık, aşağılık, alçaklık.
veleh
Hayret, şaşkınlık.
Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak.
veleh-resan-ı ukul
Akılları hayrette bırakan.
Akılları hayrette bırakan.
velehan
Akıl gidip tembel olmak.
İbadet ederken vesvese veren şeytan.
vera-ül-vera / verâ-ül-verâ
Ötelerin ötesi. Nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmeyen. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden dînî bir terim.
verha
Akılsız ahmak kadın.
vesait-i nakliyye
Nakil vasıtaları. Taşıtlar. (Vapur, tren, otomobil gibi)
vestiyer
Pardesü, palto vesairenin çıkartılıp bırakıldığı yer.
(Fransızca)
vücub
Vâcib ve lâzım olmak.
Sâbit olmak.
Sukut ve vuku.
Sübut ve temekkün cihetiyle lâzım olmak. Bırakılması mümkün olmamak.
Güneşin batması.
Muztarib olmak.
vülat-ı emr / vülât-ı emr
Vâliler. İşin başındakiler, idareciler. İdareye memur zâbitler.
yek-çeşm deha / yek-çeşm dehâ
Tek gözlü olağanüstü zekâ ve akıl; Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet ve akıl.
yetim-hane / yetim-hâne
Yetim çocukların bakılıp beslendiği yer.
(Farsça)
yoldaş-ı hüşdar
Akıllı, uyanık yoldaş.
zebr
Kitab. Cüz. Kitap yaprağı.
Yazı yazma.
Söz. Yazı.
Akıl, zekâ.
Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam.
Men'eylemek.
zehen
(Çoğulu: Zehân) Zeyreklik, akıllılık.
Hıfz.
Kuvvet.
zevi'l-akıl
Akıl sahipleri.
zevi'l-efkar ve elbab / zevi'l-efkâr ve elbâb
Fikir ve akıl sahipleri.
zevi'l-ukul / zevi'l-ukûl
Akıl sahipleri.
Akıl sahipleri, akıllılar.
Akıl sahipleri.
zevi-l idrak
İdrak sahipleri. Anlayış ve akıl ile kavrayışlı olan.
zevi-l ukul
Akıl sahipleri. Aklı olanlar.
Tas: Halkı zâhiren, Hakkı bâtınen görenler.
zevil'elbab
Akıl sahipleri.
zevil'ukul
Akıl sahipleri.
zıhar / zıhâr
Erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması harâm yerine; "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" gibi sözlerle benzetmesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Izfâr
kavvâd
melamiyyun
MÜLATEFE
beka alemi
bahşi
fazilet
nuka
araz
Hukuksinas
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
AKIL
kabul olunm
Tasimak
Aga
Cey
A sar
itha
kaftan
Banyo.
Sonrada