Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Aşıka
ifadesini içeren
126
kelime bulundu...
alen
Aşikâr, apaçık, meydanda olma.
aleni / alenî / علنى
Açık, aşikâr.
(Arapça)
aşık / âşık
Çok fazla seven. Mübtelâ. Birisine tutkun.
Saz şairi.
(Cümledeki yerine göre) : Ahbab, hazret, ma'hut, seninki gibi mânâlara gelir. (Müennesi: Aşıka)
aşikar / âşikâr / آشكار
Açık, belli, aşikâr.
(Farsça)
Âşikâr etmek:
Ortaya çıkarmak, belli etmek.
(Farsça)
Âşikâr olmak:
Ortaya çıkmak, belli olmak.
(Farsça)
aşikare / aşikâre
(Bak: AŞİKÂR)
aşkar / âşkâr / آشكار
Açık, belli, aşikâr.
(Farsça)
aşkara / âşkârâ / آشكارا
Açık, belli, aşikâr.
(Farsça)
ayan / ayân / عيان
(İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği.
Aşikâr, belli.
Açık, belli, aşikâr.
(Arapça)
ayat / âyât
(Tekili: Âyet) Âyetler.
Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar.
Menziller. Mekânlar.
aydın
Aydınlık.
Açık, âşikâr, açıkça görünen.
Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile
badi
Sebeb. İllet. Mûcib. Vesile.
Zâhir ve âşikâr olan.
Halkeden. Hâlık. Yaratan.
bahir / bâhir
Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık.
Güzel.
Meşhur, namdar.
Galip.
bahsere
Dağıtma.
Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
Kesilerek tane tane olma.
bariz / bâriz
Doğan. Zâhir ve âşikar. Meydanda olan. Belli. Açıkça.
Açık, belli, âşikâr, zâhir.
basar
Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.
batıniyye
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
bedahat
(Tekili: Bedihî) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler.
bedahet
Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr.
Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme.
Atın yürümesi.
Her şeyin evveli, öncesi.
bedh
Vurmak, darp.
Âcizlik.
Aşikâre olmak, aleniyyet, açıklık.
bedih-ül butlan
Bâtıl olduğu âşikar surette belli. Bâtıl, haksız bir hüküm veya görüş olduğu herkesçe bilinen.
bedihi / bedihî / bedîhî
Aşikâr, belli ve açık olma.
Ansızın zuhur eden.
Delil ve isbata muhtaç olmayacak derecede açıklık.
Apaçık, aşikâr.
bediy
Çok âşikâr, göze çarpan.
Çölde sahrada oturan.
bet'
Boynu uzun olmak.
Aşikâre ve zâhir olmak. Açık ve görünür olmak.
bevah
Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.
bevahen
Belli olarak, âşikar.
bevatın
(Tekili: Bâtın) Gizli ve kapalı şeyler. Aşikâr olmayan şeyler. (Zıddı: Zevahir'dir.)
beyyin
Aşikâr. Açıklanmış. Gün gibi vâzih delil.
Müteaddit noktaları beyan eden ve açıklayan.
Şâhid. İsbat vasıtası. Kavi bürhan.
Belli, açık, âşikar.
beyyinen
Vâzıhan, aşikâr olarak, alenen, açık olarak.
bi-hicab / bî-hicab
Hicabsız, perdesiz, âşikâr olarak.
bilbedahe
Açıktan. Aşikâr olarak. Meydanda olarak. Besbelli.
bıtane
Gizlenilen hâl. Gizli şey. Herkesin görüp bilmesi istenilmeyen ve aşikâr olmayan şey.
Mahrem, sırdaş.
Astar.
Bir şehrin ortası, merkezi.
büdüv
Görünür hâle gelme. Aşikâr olma. Zâhir hâle gelme.
bürhan-ı satı' / bürhan-ı sâtı'
Aşikâr, şeksiz ve şüphesiz, parlak delil.
büruc
(Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su
cahi / cahî
(Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.
cahiyen
Aşikâr olarak, alenen.
cehreten
Aşikâr sûrette, aleni bir şekilde, açıktan açığa.
celi / celî
Parlak, açık, âşikâr, meydanda.
Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
Aşikar, belli, parlak, açık.
celiyyat
(Tekili: Celi) Aşikâr, açık, aleni, meydandaki şeyler.
der-kar / der-kâr
Mâlum, âşikâre olan.
(Farsça)
İçinde olan. İçte bulunan.
(Farsça)
duhan-ı mübin
Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür
ebher
En bâhir, en âşikâr. En parlak, daha çok zâhir.
Temiz kanı yürekten bedene dağıtan büyük bir damar.
ecla
Pek âşikâr, pek belli. Pek parlak, ziyade güzel.
Başında kıl bitmeyen kel.
esas-ı bahire / esas-ı bâhire
Açık ve âşikâr esas.
evzah
Daha açık. Pek âşikâr. En vâzıh.
faş / fâş / فاش
İfşa olmuş, aşikar olmuş.
(Farsça)
füşv
Aşikâre ve zâhir olmak. Görünmek.
hafiyy ü celi / hafiyy ü celî
Gizli ve âşikâr.
hafiyyen
Gizlice, saklı olarak, gizliden. Aşikâr olmıyarak.
hashas
Zâhir olma, açık ve âşikâr olma, görünme.
hashasa
Açık ve âşikâr olma.
Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.
hıtab
Sözü âşikâre ve yüzüne söylemek.
Seninle gayrin arasında olan kelâm.
hüveyda / hüveydâ / هویدا
Aşikâr. Zâhir. Belli. Apaçık.
(Farsça)
Açık, aşikâr, besbelli.
(Farsça)
i'tilan
Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma.
Doğum esnâsında çocuğun görünmesi.
ibhamvari / ibhamvarî
Belli etmeyerek, âşikâr surette tanıtmıyarak, gizli bir şekilde, mübhem olarak.
(Farsça)
ictihar
Askeri çoğaltma.
Meydanda ve gözükür olma. Aşikâr olma.
ifasa
Yumuşak söylemek.
Aşikâre söylemek. Açık açık konuşmak.
ılakıye
Aşikârelik, açıklık, meydanda oluş.
ism-i zahir / ism-i zâhir
Allah'ın varlığının eserleriyle ve delilleriyle âşikâr ve görünür olduğunu ifade eden ismi.
ismet
Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
istibane
Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma.
istizhar
Dayanmak. Güvenmek. Arka vermek.
Yardım istemek. Zahîr istemek.
Ezberlemek.
Aşikâr etmek.
ittizah
Vazıh olmak. Açık olmak. Aşikâr olmak.
ittizah-ı delil
Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması.
ıyan / ıyân
Âşikâr, belli.
iyani / iyanî
Ayân olana ait, âşikâr ve belli olana dair.
izaa
(Izâat) Açığa vurma, belli ve âşikâr etme.
Yüksek sesle bildirme, ilân etme.
Radyo.
izhar
Açığa vurma. Meydana çıkarma.
Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek.
Yalandan gösteriş.
Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
izhar-ı izzet ve saltanat
İzzet ve saltanatı gösterme; âşikâr etme.
kabil
Gibi, türlü, biraz evvel, az önce. Aşikâr. İleri gelen. Kabul eden.
Sınıf, nevi, soy.
Kefil.
Birbirine muhalif kavimden üç beş kişi.
kaf suresi
Kur'an-ı Kerim'in 50. suresidir. Bâsikat ismi de verilir. Mekkîdir.
kası'a
Yaban fâresinin ini. Yuvası ve bu yuvadaki iki deliğinden âşikâr olanıdır. Diğeri gizlidir.
layıh / lâyıh
Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen.
mahsus
Duyulmuş. Hissedilmiş. Derk olunmuş. Duyulan.
Aşikâr, belli, zâhir, meydanda.
matbaha-i kudret
Cenab-ı Hakk'ın âşikâr kuvvet ve kudreti ile bahçe, bağ, tarla ve bostan gibi yerlerde pişmiş gibi hazır gıda maddelerinin yetiştiği yer. Kudret mutbahı.
mechure
Harf, hareke ile okunduğu vakit, nefesin hapsolunup sesin âşikâr olmasında okunan harfler. Bu harfler nefesi kendileri ile cereyandan men'ederler.
mechuriye
Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş.
medayih-i bahire / medâyih-i bâhire
Açık ve aşikâr övgüler.
mevzua
Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm.
muayene
Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak.
Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek.
mübhem
İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli.
mübin / mübîn
Açık, vâzıh, âşikâr. Ayân kılan, beyan ve izah eden.
Dilediğine doğru yolu gösteren.
Hak ile bâtılın arasını tefrik edip, ayıran. Hakkı hakkınca beyan ve izhar eden. (Mübin, bâne mânasına "ebâne" den beyyin, gayet açık, parlak demek olduğundan, Kitab-ı Mübin i'cazı zâhir olan
mubsır
Görücü, gösterici, görünen, bilici, bildirici, vazıh ve âşikâr.
Mantık. Kelâm ve seyrin mutediline denir.
mugazele
(Ga, uzun okunur) Aşıkane şakalaşma, lâtifeleşme.
musaraha
Aşikâr ve açık.
musarahaten
Aşikâr ve açık olarak.
musarrah
Açıklanmış, izah edilmiş.
Aşikâr, açık, açıkça, belli.
müsbet hareket
Doğruluğu âşikâr olan ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket.
Allah'ın (C.C.) emrine uygun, tahribkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tâmir edici tarzda olan, mizan, adâlet ve insafa uyan hareket.
müsteban
Vâzıh, âşikâr, beyanı açık olarak anlaşılan, açıklanmış.
müstebin
Açık ve meydanda olan. Zâhir, âşikâr.
müteallin
Aşikâr, aleni ve meydanda olan.
mütearife
Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr.
Man: İsbatı icab etmeyen söz.
müteayyin
(Ayn. dan) Karar verilmiş.
İleri gelen kimse. Eşraftan olan kişi.
Belli, âşikâr ve meydanda olan. Taayyün eden.
Teayyün eden. Belli, âşikâr ve meydanda olan.
mütebariz
(Bürüz. dan) Tebarüz eden, meydana çıkan. Bâriz âşikar olan.
mütecahir
Yüksek sesle söyleyen.
Gizlemeyen. Aşikâre yapan. Açıktan günah işleyen.
mütecella
Münkeşif olup görünen, âşikâr olan.
Yükseğe çıkan. Yukarı havâle olan.
mütekellim-i alim / mütekellim-i alîm
Gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan Allah.
na-mestur
Açık, meydanda, âşikâr.
(Farsça)
Örtülmemiş.
(Farsça)
nat'
(Çoğulu: Nütu'-Entâ') Sahtiyan döşek.
Zahir olmak, âşikâre olmak, görünmek.
nesib
Asil kadının vasfı.
Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi.
nümayan
Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan.
(Farsça)
nur-i mübin
Mübin olan nur. Aşikâr ve açıklayıcı olan ve hak ile batılı ayıran nur. Bilhassa iman ve Kur'an ilminin mânevi nuru.
pedid
Aşikâr, görünür, açık, belli.
(Farsça)
peyda
Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
(Farsça)
ruşen / rûşen / روشن
Parlak, aydın. Belli, âşikâr.
(Farsça)
Aydınlık.
(Farsça)
Açık, aşikar.
(Farsça)
Rûşen kılmak:
Açıklamak, söylemek.
(Farsça)
sada'
Kasd ve teveccüh eyleme.
Bir şeyi âşikâre söylemek.
Mevkiine tevcih ve isabet ettirmek.
Kat'etmek.
İzhar ve beyan etmek.
Yarık ve çatlak. Bir şeyi ikiye yarmak.
sarih
Açık, belirli âşikâr. Sâf ve hâlis olan.
sarihan
Açık ve belirli olarak. Açıkça. Meydanda ve âşikâr olarak.
selefiye
İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar.
Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.
ta'lin
Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma.
taallün
Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
taayyün
Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
tahsil
Hâsıl etmek.
İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
Vergi toplamak.
Aşikâre eylemek.
teayyün
Bellibaşlı olmak.
Meydana çıkmak. Görünmek. Belirmek.
Anlaşılma. Zâhir ve âşikâr olma.
tecahür
Aşikâre olmak, açık ve belli olmak.
tecliye
(Cilâ. dan) Cilâlama, cilâ verme.
Aşikâre etmek, açıklamak.
Ruşen etmek, parlatmak.
tefsir
Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek.
Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak.
Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab.
Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
tertil
Muvafık ve yerli yerinde, güzel, uygun ve lâtif konuşmak.
Düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okumak. Beyan eylemek ve âşikâr kılmak.
Kur'an-ı Kerim'i usul ve kaidesine göre, acele etmeksizin dura dura anlaya anlaya okumaktır. Kur'an-ı Kerim tertil üzere nâzil olmuştur.
tezkir-i müsellemat / tezkir-i müsellemât
Müsellematı, hakikat olduğu aşikâr bilinen şeyleri, hususları hatırlatmak, tekrar etmek.
vazıh / vâzıh
Açık, ayan, âşikâr. Besbelli. Kapalı olmayan.
Edb: Vuzuhlu söz. Bir okunuşta mânâsı anlaşılacak ifâde.
Açık, âşikar.
vazıhan / vâzıhan
Açıkça, âşikâr bir şekilde.
Açık olarak. Açıkça. Açık açık. Aşikâr surette.
zahir / zâhir / ظاهر
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan.
Görünüşe göre.
Şüphesiz.
Suret. Dış yüz. Görünüş.
Anlaşılan.
Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
Açık, âşikar.
Ortaya çıkan, görünen, zuhur eden.
(Arapça)
Belli, açık, aşikâr.
(Arapça)
Sanırım
(Arapça)
Görünüş, dış yüz.
(Arapça)
Zâhir olmak:
Ortaya çıkmak, görünmek, zuhur etmek.
(Arapça)
zahir-i mirac / zâhir-i mirac
Miracın açık ve aşikâr yönleri.
zarar-ı beyyin
Meydanda ve âşikâr olan zarar.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mızac
tavzif
eda-i emanet
müsvedde-i evvel
nev
bidar
sahabe-i
siyer
âhva
Azim
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Aşıka
Yazici
Vefat etmek
ilk
Çeviri
inkişa
affe
hastalık
Sevilen insan
Muneccim