Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
AŞİR
ifadesini içeren
658
kelime bulundu...
a'sar / â'sâr / a'sâr / اَعْصَارْ
(Tekili: Asr) Asırlar. Yüzyıllar.
Asırlar, dönemler.
Asırlar.
a'sar-ı salife / a'sâr-ı sâlife
Geçmiş yüzyıllar. Geçmiş asırlar.
a'sar-ı tavile / a'sâr-ı tavîle
Uzun asırlar.
a'sarnişin olan / a'sârnişîn olan
Asırlar içinde oturmuş olan.
acaib / acâib
(Tekili: Acib) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
Şaşırtıcı, acayip.
Şaşırtıcı ve garip şeyler.
acaib-i ef'al / acaib-i ef'âl
Şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı işler ve fiiler.
acaib-i imkanat / acaib-i imkânât
İmkân dairesindeki şaşırtıcı eserler.
acaib-i masnuat
Şaşırtıcı güzellikte olan san'at eserleri.
acaib-i mucizat / acâib-i mûcizât
Mucizeyle yaratılan mahluklardaki şaşırtıcı özellikler.
acaib-i vezaif / acaib-i vezâif
Vazifelerin şaşırtıcılıkları.
acaibü'l-mahlukat / acâibü'l-mahlûkat
Yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri.
acaip / acâip
Hayret verici ve şaşırtıcı.
acib / acîb
Hayret verici, şaşırtıcı.
Benzeri görülmeyen, şaşırtıcı.
acip / acîp
Hayret verici, şaşırtıcı.
acip tevafuk
Harika, şaşırtıcı uygunluk, denk düşme.
acube
Çok acayip, garip, şaşırtıcı.
adem-i basiret
Basiretsizlik, görüşsüzlük.
afur
Belâ kasırgası.
agah / agâh / âgâh
(Ageh) Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen.
(Farsça)
Uyanık, basiretli haberdar.
agahi / agâhî
Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret.
(Farsça)
ağıt
Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)
ahd
Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân.
Asır. Devir. Tevhid. Mukavele.
Vasiyet.
ahilik
Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin
ahyan
(Tekili: Hin) Arasıra. Vakit vakit. Vakitler. Zamanlar.
ahyanen / ahyânen / احيانا
(İhyânen) Zaman zaman, arasıra. Kâh kâh.
Arasıra, kimi zaman.
(Arapça)
akide-i haşriye / akîde-i haşriye
Haşir inancı.
akılcılık
(Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş
akser
(Kasir. den) (Çoğulu: Akasır) En kısa, çok kısa.
ameh
Basiretsizlik. Tahayyür, tereddüt. Doğru ciheti bilmemek.
amelde i'tidal / amelde i'tidâl
Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
amih
Şaşkın, şaşırmış, şaşakalmış.
amiz-gar / âmiz-gâr
Uygun, münâsib, yaraşır.
(Farsça)
ampirizm
(Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj
ane / âne
Bir aşiretin bütünlüğü veya işleri veya şerefi.
Dişi ve yabani eşek.
Yabani eşek sürüsü.
Cedi (keçi) burcundan bir kısım yıldızlar.
Kasık kılı.
Apış arası, kasık.
anglosakson
Büyük Britanya'da yerleşen Germen ırkından aşiretlerin adı.
Ana dili İngilizce olan şahıs.
arasat
Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
(Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı.
arraf
Falcı, kâhin, müneccim.
Hekim.
Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)
artuşi
Van çevresinde bulunan büyük aşiretlerden birisidir, "Ertoşi" ve "Ertuş" adıyla da anılmaktadır.
asabiyyet-i cahiliyye
İslâmiyetten evvelki câhiliyyet asabiyyeti. Menfi milliyet. Irkçılık, yani, aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam gayreti.
aşair / aşâir
(Tekili: Aşiret) Aşiretler. Kabileler.
Aşîretler.
Aşiretler, oymaklar.
aşair-i ekrad / aşâir-i ekrad
Kürt aşiretleri.
asar / âsar
Asırlar, çağlar.
asar-ı tavile / asâr-ı tavîle
Uzun asırlar, yüzyıllar.
aşık / âşık
Aşırı seven, vurgun, tutkun.
asır ba'de asır / عصر بعد عصر
Asırlarca, yüzyıllarca.
(Arapça)
asır be asır
Her asır.
aşirat / aşîrât
Aşireler, onda birler.
asırdide / asırdîde
Asır görmüş, çağ yaşamış.
asire
(Bak: ASİR)
(Çoğulu: Asirât) Hayvanın ayağının arasına takılan köstek.
aşiret-i galib
Galip gelen aşiret.
Aşiretin ekseriyeti, çokluğu.
aşiret-i galip
Galip gelen, kazanan aşiret.
asr
(Çoğulu: Evâsır) Kırmak.
Hapsetmek.
(Asır) Bir devrelik zaman.
İkindi vakti.
Zamanın bir cüz'ü.
Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
Yüz yıl.
Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
Gece ve gündüzden
Asır, yüzyıl.
aşr
(Aşir) On.
On adetten birisini almak. On etmek.
Kur'ân-ı Kerim'den on âyet mikdarı kısım.
asr-ı ahir / asr-ı âhir
Son asır, son devir.
asr-ı cahiliyet
Cehâlet asrı, İslâmdan önceki asır.
asr-ı ehir / asr-ı ehîr
Son asır.
asr-ı evvel
İlk asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendisinin bir misli daha uzadığı zamandan başlayıp, iki misli uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
asr-ı hakikatbin / asr-ı hakikatbîn
Gerçeği gören asır.
asr-ı hazır / asr-ı hâzır
Şimdiki asır.
Şimdiki asır, yeni zaman.
asr-ı muhammedi / asr-ı muhammedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) yaşadığı asır.
asr-ı nur
Nurlu asır.
asr-ı pak-i muhammedi / asr-ı pâk-i muhammedî
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) yaşadığı pâk ve temiz asır, dönem.
asr-ı salis-i aşr / asr-ı sâlis-i aşr
On üçüncü asır.
asr-ı sani / asr-ı sâni
İkinci asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki misli daha uzadığı zamandan başlayan ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
asran
(Asaran) İki devir. Gece ve gündüz.
İki asır.
Gündüzün zamanı.
asri / asrî / عَصْر۪ي
Asırlık.
asur / âsûr
(Çoğulu: Avâsir) Tuzak, ağ.
Şer.
Şiddet.
avan
(Çoğulu: Uven) Her şeyin orta yaşlısı.
(Çoğulu: Avine-Avân) Esir.
Yardımcı, nâsır.
avrupa medeniyet-i sefihanesi
Helâl olmayan zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan Avrupanın medeniyeti.
ayat-ı haşriye / âyât-ı haşriye
Haşirden bahseden âyetler.
ayil
Ailesi kalabalık olan.
Ailesini besleyen.
Aşırı.
Fakir.
Dengede olmayan terazi.
ba's
Haşir, yeniden diriltilme.
bad-gerd
Kasırga.
(Farsça)
bahur / bâhûr / باخور
Aşırı sıcak.
(Arapça)
bair
Şaşkın, şaşırmış. Perişan durumlu.
balahani / bâlâhânî
Bir şeyi aşırı derecede yüksek gösterme, abartma, şişirme.
(Farsça)
bariya
(Çoğulu: Bevâri) Hasır.
bariyy
(Çoğulu: Bevâri) Kaba hasır.
basair
(Tekili: Basiret) Basiretler. İbretli görüşler. Deliller. İbretler. Hüccet ve bürhanlar. Gözler.
Kalb duyguları.
basar-ı basiret / basar-ı basîret
Basiret gözü, feraset; kalbin, hakikati anlayan gözü.
basir
Basiret sâhibi ve anlayışlı olan. Hakikatları anlayan. En iyi ve en çok anlayışlı. Kalb gözü ile gören.
İt, köpek, kelp.
basirane
Görerek. Bilerek. Basiret sahibine yakışır halde.
(Farsça)
basiret-i kalb
Gönül uyanıklığı. Kalb basireti.
basiret-kar / basiret-kâr
Basiretli, ferâsetli, önceden gören.
(Farsça)
basiret-kari / basiret-kârî
Basiretlilik, önceden görmeklik.
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
başure / bâşûre
(Çoğulu: Bevâşir) Yeni yetişmiş, turfanda olan nesne.
bayramiyye
Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diğer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaşır.
behrek
Yaralardan çıkan iltihap.
(Farsça)
Çok çalışmaktan dolayı el ve ayak derilerinin sertleşmesi, nasırlaşması.
(Farsça)
berbar
Evin dam kısmında bulunan oda.
(Farsça)
Çardak.
(Farsça)
Kemeriye.
(Farsça)
Tahtaboş. Damın düz bir kısmı ki, en çok çamaşır sermeye yarar ve çinko ile döşelidir.
(Farsça)
berdi
Hasır yapımında kullanılan bir ot cinsi.
berj
Kuvvetli kasırga. Su girdabı.
(Farsça)
bertih
Aşırma.
bevari
(Tekili: Bâriyye) Hasırlar, ince kumaştan örülmüş hasırlar.
bevj
Şiddetli kasırga, su çevrintisi, girdap.
(Farsça)
bevval
Çok bevl eden, aşırı derecede işeyen.
bi-nazir / bî-nazir
Benzeri olmayan. Nasirsiz.
(Farsça)
bina-dil
Basiretli. Kalbi hakikatı kavrayan.
(Farsça)
biniş
Basiret, görüş, görme kabiliyeti.
(Farsça)
Mülâkat.
(Farsça)
biyokimya
Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.
brahma dini / brahma dîni
Hindistan'da mîlâddan asırlarca önce ortaya çıkmış, Allahü teâlânın varlığına inandığı gibi, başka tanrıları (ilâhları) da kabûl eden ve bütün peygamberleri inkâr eden bozuk yol ve inanış.
buda
Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır.
büra
Kamıştan yapılan hasır.
buriya / bûriya / بوریا
Hasır.
(Farsça)
Hasır.
(Farsça)
bürokrasi
Hükûmet dairelerinde aşırı kırtasiyecilik, muamele çokluğu. İşlerin yürütülmesinde şekilciliğin ve idarî işlemlerin ağır basması hâli. Devlet görevlilerinden meydana gelen zümre veya sınıf. Memurlar sınıfı. Bürokrasi, her çeşit rejimde tahakküm vasıtası olmaktadır. Oysa İslâmiyet'te devlet makamları
(Fransızca)
bürokrat
Memur sınıfından olan.
(Fransızca)
Devlet işlerinde muamelelerde şekle aşırı ehemmiyet veren.
(Fransızca)
caize / câize
Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
came
Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas.
(Farsça)
cameşuy / câmeşûy / جامه شوی
(Çoğulu: Câmeşuyân) Çamaşırcı, çamaşır yıkayan.
(Farsça)
Çamaşırcı.
(Farsça)
cebbar / cebbâr / جَبَّارْ
Aşırı zor kullanan.
cehbez
(Çoğulu: Cehâbize) Basiretli, ileri görüşlü kimse.
cehmiyye
Cebriyye fırkasının bir kolu olup, Hicrî ikinci asırda Cehm bin Saffân tarafından kurulan bozuk fırka.
celali / celalî
Celal ismine dâir. İlâhi ve celale müteallik. Celal adlı kimselerle alâkalı olan.
Hicri XI. Asırdan önce Anadolu'da baş gösteren eşkiyaya verilen ad.
Sultan Celaleddin Melikşah tarafından hazırlanan ve Hicri 471 tarihinde başlayan bir güneş takvimi.
cemreviyye
Divân şairleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre sebebiyle, muasır olan büyük makamlı ve rütbeli kişiler için yazılan şiirler.
cendere
yun. Tazyik. Baskı, basınç.
Dar dere, boğaz.
Kalın oklava.
Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet.
Mc: Sıkı ve dar yer.
cerbeze
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
cerrahhane-i amire / cerrahhâne-i âmire
Geçen asırda yeni usullerle cerrahlık yapılan Osmanlı tıp müessesesi, cerrahhânesi.
çeşm-i dil
Basiret. Kalb gözü.
çeşm-i istikbal-bini / çeşm-i istikbâl-binî
Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.
cihazat-ı acibe / cihâzât-ı acîbe
Şaşırtıcı, harika cihazlar, âletler.
cil
Cemaat, insan güruhu. Millet. Boy, aşiret, kuşak.
cilen ba'de cilin
Devirden devire, asırdan asıra.
cümud-u baridi göstermek / cümud-u bâridi göstermek
Aşırı katı, soğuk tutum göstermek.
daire-i haşr
Haşir dairesi.
dalkavukluk
Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olan kimselere aşırı bağlılık.
damacana
Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe.
davud aleyhisselam / dâvûd aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna ulaşır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât etti.
deber
Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması.
debre
(Çoğulu: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması.
Bir evlek yer.
Vaktinden sonra gelmek.
dembedem
Bazan. Vakit vakit. Arasıra.
(Farsça)
dervah
Şaşkın, şaşırmış olan, hayran.
(Farsça)
Başaşağı asılmış.
(Farsça)
Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli.
(Farsça)
devr-i kasır
(Devre-i kasire) Fiz: Kısa devre.
dikte
Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma.
(Fransızca)
Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme.
(Fransızca)
div-bad
Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına.
(Farsça)
Divanelik, delilik, cinnet.
(Farsça)
divan-ı ilahi / divan-ı ilâhî
Âhiretteki hesap günü. Haşirde muhasebe günü.
dominyon
ing. Büyük Britanya İmparatorluğu'nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim.
dü'sur
(Çoğulu: Deâsir) Yıkılmış havuz.
dude
Kavim, kabile, aşiret, ocak, aile.
(Farsça)
İs'inden mürekkeb yapılan çıra.
(Farsça)
dudman
Hanedân, sülâle, akarib, aile, kabile, kavim, aşiret.
(Farsça)
duh
Kız, kerime, duhter.
(Farsça)
Havai fişek.
(Farsça)
Hasır otu, hasır sazı.
(Farsça)
Çorak, otsuz ve çıplak arazi.
(Farsça)
Tüysüz, çıplak yüz ve baş. Köse ve dazlak.
(Farsça)
Yapraksız ve meyvasız ağaç.
(Farsça)
Hasırotu.
(Farsça)
dünyaperest
Dünyaya aşırı düşkün.
dünyaperver
Dünyaya aşırı derecede düşkün.
easir
(Tekili: İ'sâr) Şiddetli fırtınalar, kasırgalar.
ebdan
Kavim, aşiret, kabile.
(Farsça)
Şayeste, lâyık, münâsib, muvafık, uygun.
(Farsça)
ebed-perest
Sonsuzluğu aşırı seven.
echeliyet
Aşırı bilgisizlik.
ef'al-i acibe-i ilahiye / ef'âl-i acîbe-i ilâhiye
Cenab-ı Allah'ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri.
efrad-ı aşiret
Aşiretin fertleri, bireyleri.
ehadis-i meşhure / ehâdis-i meşhure
Meşhur hadis-i şerifler, ilk asırda âhâdî hadis iken (yani bir Sahabî tarafından rivayet edilmişken), ikinci asırda meşhur olan ve yalanda birleşmeleri mümkün olmayan topluluk tarafından rivâyet edilen hadisler.
ehl-i dil
(Ehl-i kalb) Kalbi uyanık, basireti ziyade olan. Gönül ehli. Mâneviyata çok kıymet veren, kalben Cenab-ı Hakk'a çok yakınlık hissedip çok hikmetlerden anlayan zât.
ehl-i ifrat
Bir meselede aşırı gidenler, sınırı aşanlar.
ehl-i ihtisas
İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar.
ehl-i tefrit
Tersine aşırı olanlar, bir meselede ortalamanın altında kalanlar.
ehval-i haşir
Haşir meydanının verdiği korkular, korkulu hâller.
ehvar
Şaşkın, şaşırmış kimse. Alık, sersem adam.
(Farsça)
ekrad aşairi / ekrad aşâiri
Kürd aşiretleri, kabileleri.
el-basir / el-basîr
(Bak. BASÎR)
emir
Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin reisi.
Büyük ve meşhur bir soydan gelen.
Hz.Peygamber'in (A.S.M.) soyundan gelen.
Zengin.
engizisyon
XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim.
(Fransızca)
Çok ağır ve çok zâlimce cezây
(Fransızca)
ensar
(Tekili: Nâsır) Yardımcılar. Müdâfiler.
Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Medine'ye hicretinde Onun mücadelesine iştirak edip ona yardımcı, müdâfi, muhafız vaziyetini alan ve Cenâb-ı Hak'tan ve Hz. Peygamber'den (A.S.M.) yardım ve nusret dileyen Sahabe-i Kiram hazeratı.
er'an
Ahmak, bön, salak, ebleh.
Deli, çılgın.
Şaşkın, şaşırmış, taaccüb etmiş.
Uzun boylu, akılsız kişi.
Leşker.
Dağ. (Müe: Ra'nâ)
ermiye
(Tekili: Remi) Remiler, kasırga bulutları ki, bu bulutlardan dolu yağar.
erzan / erzân / ارزان
Ucuz.
(Farsça)
Yaraşır, layık.
(Farsça)
esl
Dikenli ağaç.
Süngü.
Hasır otu.
eşvak / eşvâk
Şevkler, aşırı istekler.
eşya
(Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
Yük, yük eşyası.
etbak
(Tekili: Tabak ve Tabaka) Yemek tepsileri, sofraları. Büyük sahanlar.
Tabakalar, dereceler, mertebeler, katlar.
Kabileler, kavimler, aşiretler.
evavin
(Tekili: İyvan) Büyük salonlar, sofalar, holler. Kasırlar, köşkler.
evkaf
(Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen
ezder
Münâsib, muvâfık, yaraşır, lâyık.
(Farsça)
fahiş / fâhiş / فاحش
Ahlâksız, aşırı.
Aşırı.
(Arapça)
Büyük. çirkin, kötü.
(Arapça)
fahz
Uyluk. Kalça. Bacağın kalçadan dize kadar olan kısmı.
Bir kimsenin en yakın aşiretinden olan cemaat.
faiz
Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edile
fanatik
Bir dinin veya mezhebin çok aşırı taraftarı olan.
(Fransızca)
Aşırı taraftar.
fantaziye
Aşırı süs ve lüks, yalandan gösteriş.
fantezi
Hayâl ürünü, aşırı süs.
farabi / farabî
(Mi: 870-950) Aristo felsefesinin İslâm âleminde yayılmasına yol açmış bir filozoftur. Aristo'dan sonra gelen mânasına, kendisine Muallim-i Sâni nâmı verilmiştir. Eserlerinin İbn-i Sina üzerinde büyük te'siri vardır. "Kanun" denilen bir çalgı âletinin mucididir. Asıl adı Ebu Nâsır Muhammed'dir.
fart / فرط
İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık.
Acele etmek ve ansızın gelmek.
Yollara alamet olarak konulan işâret.
Aşırı, aşırılık.
(Arapça)
fart-ı gayret
Gayrette aşırılık.
fart-ı merbutiyet
Aşırı bağlılık.
fart-ı muhabbet
Aşırı sevgi, ifrat derecesinde sevme.
Muhabbet ve sevgide aşırılık.
fart-ı şefkat
Aşırı şefkat ve acıma.
fazl u kerem
Bilginlere, faziletli kişilere yaraşır olgunluk ve cömertlik.
fecr-i haşir
Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma sabahı.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd
Benzeri daha hiç gelmemiş.
Hz. Muhammed (A.S.M.)
Asrın en yüksek ve en değerli Zâtı. Asırda bir gelen büyük veli.
ferman-ı haşr
Haşirle ilgili ferman, buyruk.
ferraş
Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenl
ferş
Döşeme, yayma.
Yayılan şey.
Seccade, hasır,
Yeryüzü, kır, sahra.
fetişizm
Bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme.
feylekun
Kandıra dedikleri hasır otu.
firaş / firâş
Döşek, yatak, şilte, hasır, halı.
firavan
Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla.
(Farsça)
fıtnat
Cibillî ve fıtrî ve âni anlamak ve idrak etmek.
Hikmet.
Zekâvet, basiret, tedbir, fatânet, zeyreklik. Fıtnet diye de okunur. (Zıddı: Gabâvet'tir.)
fünun-u acibe / fünun-u acîbe
Şaşırtıcı ve hayranlık verici ilimler.
füru-mande
Yorgun. bitkin.
(Farsça)
Şaşkın, şaşırmış.
(Farsça)
Âciz, beceriksiz.
(Farsça)
Aşağıda, geride kalmış olan.
(Farsça)
füsun
Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik.
(Farsça)
Büyü.
(Farsça)
füzuni / füzunî
Fazlalık, aşırılık, ziyadelik, çokluk.
(Farsça)
gabb
Sıtmanın gün aşırı tutması.
gah / gâh
Arasıra, bazan.
gahi / gâhî / گاهى
(Gehî) Arasıra, zaman zaman.
Kimi zaman, bazen, arasıra.
(Farsça)
galat-ı şia
Şîa mezhebinin aşırı bir fırkası, grubu.
garaib-i fen / garâib-i fen
İlimdeki şaşırtıcı ve hayret verici şeyler.
garb
(Çoğulu: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
Sığır derisinden yapılan büyük kova.
Sakaların su koydukları büyük tulum.
Atıldıktan sonra bulunmayan ok.
Yürügen at.
Nasır acısı (gözde olur).
Göz yaşı.
Göz yaşının geldiği damar.
Ke
garibeler
Garip, şaşırtıcı, harika şeyler.
garibüzzaman
Zamanın garibi; zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.
garip
Hayret verici, şaşırtıcı.
gava
Yoldan çıkmış. Yolunu şaşırmış. Azgın.
gazali / gazalî
Onyedinci asırda şiirleri ile tanınan Bursa'lı bir şâirin adıdır.
gevedan
Çoğunlukla Van, Hakkari ve Şırnak illerinde yaşamakta olan aşiretlerden birisi.
gıbb
Nihayet, son, netice.
İki günde bir. Gün aşırı.
-den, -dan, sonra mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
gıbben
Nâdiren, seyrek, arasıra.
girdbad / girdbâd / گردباد
Kasırga.
(Farsça)
girdibad
(Gird-bâd) Kasırga. Yel çevrintisi. Tehlike. Girdap.
(Farsça)
guful
Dikkatsizlikten veya şaşırmaktan dolayı bir işte hata yapma.
gulat / gulât / غلات
Dinde aşırıya kaçanlar.
(Arapça)
gümrah
Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış.
(Farsça)
Bol, gür.
(Farsça)
Yolunu şaşırmış.
guref
(Tekili: Gurfe) Köşkler, kasırlar, çardaklar.
hacalet
Utanma, utangaçlıkla şaşırma.
haclet
Şaşırma, acaibine gitme, taaccüb.
Utanma, arlanma.
haddinden geçirme
Sınırı aştırma, aşırıya götürme.
hadis-i meşhur / hadîs-i meşhûr
İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.
hadisat-ı acibe / hâdisât-ı acibe
Tuhaf, şaşırtıcı olaylar.
hadise-i acibe-i cevviye / hâdise-i acîbe-i cevviye
Atmosferdeki şaşırtıcı olay, hâdise.
hafz
Aşırı olmama hali.
Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
Sözü boğaz içinden söylemek.
hair
Hayrette kalmış, mütehayyir. Şaşırmış, taaccüb etmiş.
hakaik-ı acibe
Şaşırtıcı ve hayrette bırakan gerçekler.
hakikat-ı ekber-i haşriye
Büyük, haşir hakikati.
hakikat-ı haşir ve kıyamet
Kıyamet ve haşir gerçeği.
hakikat-ı haşriye
Haşir gerçeği.
hakikat-i haşriye
Haşir gerçeği.
hansir
(Çoğulu: Hanâsir) Yaramaz, boş, faydasız.
Bir yerden taşınan veya göçen kimseler, eşya ve elbiselerini yükletip gittiklerinde yerde kalan kıymetsiz şeyler.
harekat-ı garibe / harekât-ı garîbe
Hayret verici, şaşırtıcı hareketler.
haris / harîs
Aşırı hırslı.
hasir / hasîr
Bir şey söyler veya okurken dili tutulan kimse. Kekeme insan.
Hasır.
haşir / hâşir
Haşreden, toplayan. Cem'eden.
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle mezkurdur.
hasir / hasîr / حصير
Hasır.
(Arapça)
haşir sözü
Haşir bahsinin anlatıldığı Onuncu Söz.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
haşirdeki mizan
Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.
hasirin / hâsirîn
(Tekili: Hâsir) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler.
hasis / hasîs
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.
haşr / حشر
(Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
Toplama, cem'etmek.
Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir
Kıyamet, haşır.
(Arapça)
haşr ü neşr
Toplayıp dağılma, haşir neşir.
haşr-i a'zam
Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ.
hati / hatî
Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.
hattaf
Kırlangıç kuşu.
Kapıp kaçıran, kapıp aşıran.
hayatperest
Hayata aşırı düşkün olan.
hayır
Hayrette kalan, mütehayyir. Şaşıran.
Birikmiş su.
hayret
Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilmeme.
hayret-bahş
Hayret veren, şaşırtan.
(Farsça)
hayret-feza / hayret-fezâ
Hayret verici, şaşırtıcı.
hayret-nümun
Hayret verici, şaşırtıcı.
hayret-zede
Hayrete düşmüş ve şaşırmış olan.
(Farsça)
hayretfeza
Hayret verici, şaşırtıcı.
hayretnüma / hayretnümâ
Hayret verici, şaşırtıcı.
hayretnümun / hayretnümûn
Hayret veren, şaşırtan.
hazim
Basiretli, tedbirli.
Göğüs. Göğüs ortası.
hazimane
Tedbirli ve basiretli hareket eden.
(Farsça)
hazm
Cem'etmek, toplamak.
Zaptetmek.
Kast etmek.
Bağlamak.
Yumuşak yüksek yer.
Sağlam re'y. Doğru ve kat'i karar.
Basiretle hareket etmek.
hebbe
Vak'a.
Zamandan bir asır.
hekir
Taaccüp eden, şaşıran.
hekr
Taaccüp etmek, şaşırmak.
helezoni / helezonî
Helezon şeklinde olan. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan, gittikçe darlaşır daire biçiminde olan.
hem-asır
Aynı asırda olan. Bir asırda beraber olanlar.
hem-asr
Aynı asırda yaşayan, çağdaş.
hem-zeman
Aynı zamanda işleyen.
(Farsça)
Çağdaş, muâsır. Aynı çağda yaşayan insan veya geçen hâdiselerin her biri.
(Farsça)
hemde
Ölümle haşir arası.
hetepete
Kekeleme. Konuşurken şaşırıp tereddüd etme.
hiras
Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek.
(Farsça)
hıred-suz
Şaşırtıcı, akıl yakıcı.
(Farsça)
hırs
Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek.
Aç gözlülük, aşırı düşkünlük.
hırs-ı muaraza / hırs-ı muâraza
Karşı koymak için aşırı istek.
hokkabaz
Elçabukluğu ile birtakım şaşırtıcı oyunlar göstermeyi kendine meslek edinmiş kişi.
Mc: Başkalarını aldatarak yalan ve hile ile iş çeviren kimse.
hubbüşşehevat / hubbüşşehevât
Şehvetleri sevme, nefsin arzu ve istekelerinine aşırı düşkünlük.
hüccet-i müteaddiye
Taraflara münhasır olmayıp başkalarını da alâkalandıran delil.
hümanizm
Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl
humre
(Çoğulu: Humur) Küçük seccade.
Namaz kılacak yer.
Küçük hasır parçası.
Güzelleşmek için kadınların yüzlerine sürdükleri şey.
hüyyam
(Tekili: Hâim) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar.
i'cab
Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
i'caz / i'câz / اعجاز
Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
Mu'cizelik olan şey.
Aciz bırakma.
(Arapça)
Şaşırtma.
(Arapça)
i'sar
İkindi zamanında bulunmak.
Kızın gelinlik çağına gelmesi.
Kasırga.
i'tizal
Mu'tezile mezhebinden olmak; akla ve sebeplere aşırı önem vererek, orta yol olan Ehl-i Sünnet inancından ayrılmak.
ibrahim bin edhem
Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.
ibrahim hakkı
(K.S.) : Hi: 12. asırda yaşamış büyük âlim ve mutasavvıftır. Hasankale'li olup en son Tillo'da yaşamıştır. Marifetname isimli meşhur eseri vardır.
ibtisar
(Basar. dan) Kalb gözüyle görme. Basiret.
Görüp hakikatına varma.
icma' / icmâ'
Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı
icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet
Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müçtehit olanların, şeriatın bir meselesi hakkında verilen hükümde birleşmeleri, dinî bir konuda söz birliği etmeleri.
icma-i ümmet
Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
ifrat / ifrât / افراط / اِفْرَاطْ
Aşırılık.
Aşırılık.
Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.
Aşırıya kaçma.
(Arapça)
Aşırılık.
ifrat ve tefrit
Bir şeyde aşırı seviyede ileri veya geri durma.
ifrat-ı adavet / ifrat-ı adâvet
Aşırı derecede düşmanlık besleme.
ifrat-ı muhabbet
Aşırı sevgi.
ifrat-ı şefkat
Aşırı derecede şefkat duyma.
ifratalud / ifratâlûd
Aşırılıkla karışık, aşırılık bulunan.
Aşırılıkla karışık.
ifratkar / ifratkâr / ifrâtkâr / افراطكار
Haddi aşan, aşırı.
Aşırı giden.
Aşırıya kaçan.
(Arapça - Farsça)
ifratkarane / ifratkârane / ifratkârâne
Aşırı gidercesine.
Aşırıya kaçacak şekilde.
ifratperesti / ifratperestî / افراط پرستى
Aşırıcılık.
(Arapça)
ifratperver
Aşırılığı seven.
Aşırılığa kaçan.
ifratperverane / ifratperverâne
Aşırılığı severek.
Aşırılığı severcesine.
iftilak
Taaccüb etmek, şaşırmak.
igrakat
(Tekili: İgrak) Mübalâğalar, iğraklar, aşırı büyültmeler.
igrakiyyat
Aşırı büyültmelerle ve mübâlâğalarla söylenen sözler.
ihtikar / ihtikâr
Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk.
Hakarete katlanmak.
ihtilas / ihtilâs / اِخْتِلَاسْ
(Çoğulu: İhtilasât) Çalma, sirkat, hırsızlık.
Usulca ve elçabukluğu ile aşırma.
Bir çeşit ok atma tavrı.
Aşırma, çalma.
ihtilaskar / ihtilaskâr
Çalan, aşıran, hırsızlık yapan.
(Farsça)
ihtilaskaran / ihtilaskâran
(Tekili: İhtilaskâr) Çalanlar, aşıranlar, ihtilas edenler.
ihtilaskarane / ihtilaskârane
Çalıp aşıranlara yakışacak şekilde, hırsızlar gibi.
(Farsça)
ihtiras / ihtirâs / احتراص
Aşırı istek, tutku.
Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu.
Aşırı istek.
Şiddetli arzu, aşırı heves, istek, gözün ve gönlün doymaması.
Aşırı hırs.
(Arapça)
ihtirasat / ihtirasât
İhtiraslar, aşırı istekler, hırs ve tutkular.
İhtiraslar, aşırı istekler.
ihtirasat-ı hayvaniye / ihtirâsât-ı hayvâniye
Hayvânî ihtiraslar, hayvanî duygulardan kaynaklanan aşırı istekler, tutkular.
ihtiyat
Sakınmak. İşleri iyi düşünmek. Tedbirlilik. İşlerde basiret üzere bulunmak. Yedek.
ihzariye
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
Birinin mahkemeye çağrılması için
ikbab
Yüzüstü düşme, kapanma.
Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı derecede çalışma.
iknaiyyat-ı hitabiyye
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
iktisad / iktisâd
Tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi.
ilkaat
Zararlı sözlerle şaşırtmak.
Bırakmalar, terk etmeler.
iltibas
Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık.
Tereddüt. Şüphe.
Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
ilyas
Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, ç
iman-ı bil-ahiret / iman-ı bil-âhiret
Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.
iman-ı şühudi / îmân-ı şühûdî
Basîret (kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân.
inaka
Aşırı güzelliği ve câzibedarlığı ile hayret verme.
inhimak / inhimâk / انهماک
Aşırı düşkünlük.
(Arapça)
inkılabat-ı acibe / inkılâbât-ı acîbe
Şaşırtıcı ve hayret verici değişimler.
insaniyetkarane / insaniyetkârâne
İnsanlığa yaraşır şekide.
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
istibdad-ı mutlak / istibdâd-ı mutlak / اِسْتِبْدَادِ مُطْلَقْ
Aşırı baskı.
istibsar
Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.
istigrab
Şaşırmak, garib bulmak, taaccüb etmek, tahayyür.
istiğrap
Şaşırma, hayret etme.
istihva
Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek.
itidal / itidâl
Her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama.
itidal-i mizacı
Karakterinin, tabiatının ölçülülü ve aşırılıklardan uzak olması.
iz'an
Basiret. Anlayış.
Teslim olup itaat etmek.
Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek.
iz'an-rüba
Anlayışı şaşırtan. Aklı oynatan. Çok hayret ve taaccüb veren. Aklı alan.
(Farsça)
izdiham / izdihâm / ازدحام / اِزْدِحَامْ
Aşırı kalabalık, aşırı yığılma.
(Arapça)
Aşırı kalabalık.
ızdırap
Sıkıntı, aşırı elem.
izhaf
Yalan söyleme.
Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama.
Hayrette bırakma, şaşırtma.
izra'
Korkutma.
Çok fazla medhetme, aşırı derecede övme.
Altun arama.
ıztırab
Aşırı elem, sıkıntı.
kabail / kabâil
Kabileler, aşiretler.
kaderiyye
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve "Kul kendi fiillerini kendi yaratır" diyerek kaderi yâni işlerin, Allahü teâlânın takdîri ile olduğunu inkâr eden bozuk fırka. Bu fırkaya Mu'tezile adı da verilir.
kafiyeperest
Aşırı kafiye düşkünü.
kah / kâh / كاخ
Köşk, kasır.
(Farsça)
Tek oda. Bir gözlü oda.
(Farsça)
Yüksek binâ.
(Farsça)
Köşk, kasır.
(Farsça)
kahır
Aşırı üzüntü, acı, keder.
Ezici davranış, zulüm.
Baskı ile iş gördürme, zorlama.
kalb gözü
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
kanunda inhisar-ı kuvvet
Gücü sadece kanunlara münhasır kılmak, güç ve kuvvetin sadece kanunların eline verilmesi.
karamita / karâmita
Milâdî dokuzuncu asırda Hamdan Karmat tarafından kurulan bozuk fırka. İsmâiliyye ve Bâtıniyye de denir.
karn
Zaman, devre.
Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
Yüz yıllık zaman. Asır.
Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki
Asır, çağ.
Devre, asır.
kasıf
Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.
kasir-ül basar / kasîr-ül basar
Dar görüşlü, basireti kısa.
Miyop.
kasr / قصر
Kasır, köşk.
(Arapça)
kassar / قصار
Çamaşırcı, çırpıcı.
(Arapça)
kastar
(Çoğulu: Kasâtıra) Hâzık, basiretli, mahâretli kimse.
Paranın sahtesini seçip çıkaran kimse.
kayseri / kayserî
(Çoğulu: Kayâsir, Kayâsire) Büyük şeyh.
Büyük deve.
kemal-i taaccüp / kemâl-i taaccüp
Çok fazla şaşırma.
kemer
Yay gibi eğik olan yapı.
(Farsça)
Bele bağlanan kuşak.
(Farsça)
İç çamaşırın bele rastlayan kısmı.
(Farsça)
keramet-i acibe
Şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşen keramet.
kesra
(Çoğulu: Ekâsire) Acem meliklerinin lâkabı.
kısar
(Tekili: Kasir) Kısalar. Kasr olanlar.
kıssa-i acibe
Şaşırtıcı, hayrette bırakan ibretli hikâye.
kızıl
t. Kırmızı, alrenk.
Kıldan yapılan ip.
Aşırı, müfrit.
kurun / kurûn
(Tekili: Karn) Asırlar. Devirler. Çağlar.
Çağlar, asırlar, devreler.
kurun-i ahire / kurun-i âhire
Son asırlar.
kurun-i salife / kurun-i sâlife
Geçmiş asırlar.
kurun-u ahire / kurun-u âhire
Son asırlar. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından zaptedildiğinden sonraki zaman. Hicri 857, Mi. 1453 yılından sonraki devir.
kurun-u salife / kurun-u sâlife
Geçmiş asırlar.
kurun-u ula / kurun-u ûlâ / kurûn-u ûlâ
İlk asırlar.
İlk asırlar.
kurun-u vusta / kurun-u vustâ
Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılmasından, İstanbul'un Müslümanlar tarafından zabtedildiği tarihe kadar olan zamandır. Orta asırlar.
kurunlar
Asırlar.
kusur / kusûr / قصور
Kasırlar.
(Arapça)
Eksiklik, hata, ihmal.
(Arapça)
kutah-bin / kûtah-bîn
Neticeyi göremiyen, basiretsiz, kısa görüşlü.
(Farsça)
kutahnazar / kûtahnazar / كوتاه نظر
Kıt görüşlü, basiretsiz.
(Farsça - Arapça)
layık / lâyık
(Liyakat. den) Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık.
Uygun, yaraşır.
lu'bet
Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak.
Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.
lüks
Lât: Aşırı süs.
Işık ölçü birimi.
Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.
Şatafat, aşırı süs.
ma'rifetullah
Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.
magbun
(Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan.
Şaşkın. Şaşırmış.
mahall-i garaip
Hayret verici ve şaşırtıcı yerler.
mahlukat-ı acibe / mahlûkat-ı acibe
Şaşırtıcı mahlûklar, harika yaratıklar, varlıklar.
mahşer / محشر
Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı.
Çok kalabalık.
Haşir meydanı.
Haşir meydanı.
Kıyamet yeri.
(Arapça)
Aşırı kalabalık.
(Arapça)
mahşer-i acaip ve garaip
Şaşırtıcı ve garip şeylerin toplandığı yer.
mahşer-i ekber
En büyük toplanma yeri; haşir meydanı.
makasıd-ı erbaa
Dört maksat ve gaye; tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet olmak üzere Kur'ân'ın gözettiği dört temel maksat.
maksara
(Çoğulu: Mekâsır-Mekâsir) Köşk, kasr.
maksure
(Çoğulu: Makasir) Câmilerde etrafı parmaklıkla çevrilmiş biraz yüksekçe yer.
mamhuran
Adilcevaz, Patnos, Erciş ve bilhassa Beytüşşebab havalisinde meskun olan bir aşiret ismi.
Bir aşiret ismi.
masiva-perest / mâsivâ-perest
Dünya ile ilgili olan şeylere düşkünlük; Allah'tan başka şeylere aşırı düşkünlük.
mazlumane
Zulüm görmüşe yaraşır surette.
Sessizce. Sessizlikle.
me'ne
Böğür, hâsıra.
me'sar
(Çoğulu: Meâsır) Hapsetmek.
Hapsedecek yer.
me'sere
(Meâsir) Eskiden kalma güzel eser.
Cömertlik.
Güzel hareket ve fiil.
mead / meâd
Dönülecek yer; ölümden sonraki yaratılış, haşir.
mecadil
(Tekili: Micdel) Köşkler, kasırlar.
mecl
Elin kabarması.
Balta gibi bir nesne tutmaktan veya çalışmaktan dolayı elin kabarıp nasırlanması.
meclub / meclûb
Tutkun, aşırı bağlı.
meclup / meclûp
Tutkun, aşırı bağlı.
mecma-i kebir
Büyük toplanma yeri; haşir meydanı.
medar-ı arz / medâr-ı arz
Dünyanın yörüngesi, dünyanın güneş etrafında dolaşırken çizdiği daire.
medarlar
Yirmi Dokuzuncu Söz'de bulunan bölümler; haşir ile ilgili deliller.
mededkar / mededkâr
Yardımcı, muin, nâsır. Nusret veren.
(Farsça)
medeniyetperest
Medeniyete aşırı düşkün olan.
medhuş
Dehşete uğramış. Şaşırmış. Korkmuş.
mefred
Çok büyük, kocaman, aşırı derecede iri.
meftuniyet / meftûniyet
Düşkünlük, aşırı bağlılık.
megad
Bir ot cinsidir, ağaca sarmaşır çıkar; üzüm çubuğundan ince olur ve yaprağı uzun olur.
mehbut / mehbût
Korkudan şaşırmış. Hayret ve korkuya kapılmış.
Korkudan şaşıran.
mehyum
Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış.
Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.
mejdek
Mîlâdî dördüncü asırda İran'da komünizmi ilk kuran şahıs.
men talebe ve cedde, vecede
Kim birşeyi ister ve elde etmek için ciddî çalışırsa istediği şeye ulaşır.
menfi siyaset
Olumsuz siyaset; aşırı taraftarlık veya rakipleri yok etmek şeklinde uygulanan siyaset.
merah
(Çoğulu: Merahân) Aşırı derecede sevinme.
merbutiyet / merbûtiyet / مربوطيت
Bağlılık.
(Arapça)
Düşkünlük, aşırı ilgi.
(Arapça)
mertebe-i haşir
Haşir mertebesi.
meşagil-i kesire / meşagil-i kesîre
Aşırı meşguliyetler.
meşduh
Şaşkın, şaşırmış. Ürküp korkmuş.
mesele-i haşr
Haşir konusu.
meşher-i a'zam
Büyük teşhir yeri. Ahiret meydanı. Haşir meydanı.
meşher-i acaip
Şaşırtıcı şeylerin sergilendiği yer.
meşhur hadis / meşhûr hadîs
İlk asırda âhâdî (bir Sahabî tarafından rivayet edilmiş) iken, ikinci asırda meşhur olan ve yalanda birleşmeleri mümkün olmayan topluluk tarafından rivâyet edilen hadis.
İslâm'ın ilk asrında bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.
meşhur hadis veya hadis-i meşhur
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
meydan-ı haşir
Haşir meydanı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip hesap vermek için toplanılacak olan meydan.
Haşir meydanı. Haşrin yeri.
meydan-ı haşr
Haşir meydanı.
meydan-ı haşr-i ekber
Büyük haşir meydanı.
meysere
(Çoğulu: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh.
Zenginlik, servet.
mezheb-i selef / مَذْهَبِ سَلَفْ
Hicri ilk üç asırdaki salih insanların yolu.
mı'sar
(Çoğulu: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.
mi'şar
(Çoğulu: Meâşir) Dülger testeresi.
micdel
(Çoğulu: Mecâdil) Köşk, kasır, kâşâne.
mihzac
Çamaşır tokacı.
milzab
(Çoğulu: Melâzib) Aşırı derecede cimri, pek hasis.
minşar
(Çoğulu: Menâşir) Testere, biçki.
minser
(Çoğulu: Menâsir) Yırtıcı kuşların gagası.
Taşçı kalemi.
Yüz ile ikiyüz adet arasında olan asker.
Önlerinde ne bulunur yıkıp yakıp târumar eden asker.
Otuz ile kırk arasında olan at.
Kırktan elliye veya altmışa; ve yüzden ikiyüze kadar olan at.
miran aşireti
Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı.
mirhaz
Gasilhâne, abdesthâne, kenif.
Çamaşır tokmağı.
mişceb
(Çoğulu: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes.
Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye.
mişcer
(Çoğulu: Meşâcir) Çamaşır asacak yer.
Mahfe ağacı.
Ağaçlık.
miysere
(Çoğulu: Mevâsir) Eyer yastığı.
Eyer altına koydukları keçe.
Çul içine koyulan keçe.
Yatacak döşek, yatak.
mizan-ı haşir
Haşir terazisi, büyük hesap günü olan haşir meydanında amelleri tartan terazi.
mu'sırat
Sıkım zamanı gelmiş üsâreliler. (Üzüm gibi)
Bora ve kasırgalar.
Yetişkin kızlar.
mu'tezile
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
muasara
(Muâsarat) (Asr. dan) Muâsır olma. Aynı asır ve zamanda yaşama.
muasır / muâsır / مُعَاصِرْ
Bir asırda yaşayanlardan herbiri. Hem asır olan. Aynı devirde yaşayan.
Aynı asırda yaşayanlar.
muaşiran / muaşirân
(Tekili: Muaşir) Muaşirler. Birbirleriyle iyi geçinen kimseler.
muasırin / muasırîn
(Tekili: Muasır) (Asr. dan) Aynı asırda yaşayanlar. Bir asırda yaşamış olanlar.
mübalağat / mübalâğat
Aşırılıklar, abartmalar.
müceddid
Yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.
mücezzer
Zeval.
Kısa, kasir.
müdheş
Hayret verici, hayret veren, şaşırtan.
mufarrit
(Fart. dan) Kusur yapan, eksik işleyen. Aşırı giden.
müfrit / مفرط / مُفْرِطْ
Aşırıya kaçan.
Aşırı.
(Arapça)
Aşırı giden.
müfritane / müfritâne
Aşırı gidercesine.
Çok aşırıya kaçarak.
muhabbet
Sevgi. Aşırı düşkünlük.
muhasır
(Çoğulu: Muhasırîn- Muhasırûn) (Hasr. dan) Etrafının kuşatıp saran. Muhasara eden.
muhasırin / muhasırîn
(Tekili: Muhâsır) Muhasara edenler, etrafını kuşatanlar.
muhasırun / muhasırûn
(Muhasırîn) Düşmanı etraftan kuşatanlar. Muhasara edenler.
muhayyir-ül ukul
Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran.
muhazane
Çocuklara şaşırtıp sevindirecek şeyler söylemek.
muhteris
Hırslı, aşırı istekli, hırsı tutku haline gelmiş.
muhzır
(Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
mukabele-i rahmani / mukabele-i rahmânî
Rahmân olan Allah'ın Zâtına has ve yaraşır şekilde karşılık vermesi.
mükellef
Yükümlü, yüklenmiş, aşırı süslü.
mükettel
Kısa, kâsır.
mülabis
(Lebs. den) Münasebet kuran. Yakınlık gösteren. Bir kimse ile aşırı ahbaplık eden.
Karışan.
mülhid
Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.
münasib
Benzer, uygun, lâyık, yakışır, yaraşır.
müredded
Bir hususta hayran ve sergerdan olmuş, şaşırmış olan.
mürur-u a'sar / mürur-u a'sâr / mürûr-u a'sâr / مُرُورُ اَعْصَارْ
Asırların geçmesi.
Asırların geçmesi.
musaddak-gerde-i erbab-ı basiret / musaddak-gerde-i erbâb-ı basiret
Basiret erbabınca tasdik edilmiş; kalp gözü açık olan ileri görüşlü kimseler tarafından onaylanmış.
musaddak-kerde-i erbab-ı basiret
Kalp gözü açık basiret sahipleri tarafından tasdik ve kabul edilmiş.
müşevveş olma
Şaşırma.
müşkülpesent
Aşırı itina gösteren, titiz, zorla beğenen.
müsta'ciben
Şaşakalarak, şaşırarak, taaccüb ederek.
müstagrib
(Çoğulu: Müstagribîn) Gurbete gitmek isteyen.
(Garabet. den) Şaşakalan, şaşıran, garibine giden.
müstagribane
Garibine ve tuhafına giderek, şaşırarak.
(Farsça)
müsteham
Şaşırmış, şaşa kalmış, hayran.
muta'assıb / متعصب
Taassup gösteren, aşırı tutucu, yobaz.
(Arapça)
mutaassıb / مُتَعَصِّبْ
Bir şeyi müdafaada ifrat ve inat gösteren. Körü körüne inad ve israr eden. Aşırı derecede kendi tarafını tutan.
Din, millet ve vatanı hakkında çok sevgi, bağlılık ve gayret gösteren.
Kendi tarafını aşırı tutan.
Aşırı taraftarlık gösteren.
mutaassıbane / mutaassıbâne
Kendi tarafını aşırı tutarcasına.
Tutucu, inanç ve geleneklerine aşırı derecede sahip çıkarak.
mutaassıp
Aşırı, sıkı sıkıya bağlı olan, tutucu.
müteaccibane / müteaccibâne
Şaşırarak, şaşkın bir şekilde.
müteassıb
Aşırı taraftar, mutaassıb.
mütebassır
(Basar. dan) Dikkatle bakan, ilerisini gören, iyice düşünen. Basiretli.
mütebassırane / mütebassırâne
İyice düşünerek, basiretle, ileriyi görerek.
(Farsça)
mütecasir
(Çoğulu: Mütecasirîn) (Cesaret. den.) Küstah, cür'et gösteren, tecasür eden.
mütecasirin / mütecasirîn
(Tekili: Mütecasir) Cür'et edenler, cesaretlenenler, küstahlar.
mütedehhiyane
Üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda.
(Farsça)
mutedil
Ölçülü, aşırıya kaçmayan.
mütehayyir / متحير / مُتَحَيِّرْ
Şaşmış, şaşırmış.
Şaşkın, şaşırmış.
(Arapça)
Hayrette kalan, şaşırmış.
mütehayyirane / mütehayyirâne
Şaşkınca, şaşkın şaşkın, şaşırarak.
(Farsça)
mütehayyirin
(Tekili: Mütehayyir) Şaşırmış olanlar. Şaşmış kimseler. Hayrette kalanlar.
mütekasır
(Çoğulu: Mütekasirîn) (Kasr. dan) Kısalık gösteren.
Elinden gelip gücü yettiği hâlde iş yapmıyan.
mütekasırin / mütekasırîn
(Tekili: Mütükasır) Kısalık gösterenler.
Ellerinden geldiği, becerebildikleri halde iş yapmayanlar.
mütereffihane / mütereffihâne
Rahat ve bolluk içinde yaşıyana yaraşır yolda.
(Farsça)
mütevağğıl
Bir şeyle aşırı meşgul olan, derinlemesine dalan.
mütevellih
Hayran olup şaşıran. Şaşan, şaşmış.
muvazene-i a'mal / muvazene-i a'mâl
Haşirde amellerin tartılıp hesabdelimesi.
nagız
Şaşırdığında başını sallayan kimse.
Kürek başında olan kıkırdak.
nakş-ı acib / nakş-ı acîb
Şaşırtıcı, eşsiz nakış.
nakş-ı acib-i san'at
San'atın şaşırtıcı nakşı.
nasara
Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa'ya (A.S.) ilk önceleri Nâsıra Karyesindeki ahali yardım ettiklerinden, onlara "Nasara" ismi verilmiştir.
naşir-i ağraz / nâşir-i ağrâz
Kötü maksat ve kin taşıyanların yayın organı, nâşiri.
naşire
(Çoğulu: Nevâşir) Kolu açan adale.
Kuruyup yağmurdan yeşeren ot.
nasırin / nasırîn
(Tekili: Nâsır) Yardım edenler, yardımcılar.
nedalet
Kir, pislik.
Çalma, sirkat etme, aşırma.
nefisperest
Nefsine aşırı düşkün olan.
nesis
Aşırı derecedeki açlık.
İnsan gücünün sonu. İnsanın en son tâkati.
Son nefes.
neşr-i suhuf
Haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi.
Sahifelerin neşri.
Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.
nev'un münhasırun fiş-şahs
Nev'i şahsına münhasır. Başka bir benzeri olmayan.
nezia
(Çoğulu: Nezâyı') Aşiretinden başkasına nikâhlanmış olan kadın.
nizam-ı garip
Şaşırtıcı düzen.
nümune-i haşir
Haşir nümunesi, dirilme örneği.
nur-u rahmet-i alem / nur-u rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asırda yansıyan nuru.
nusara
(Tekili: Nasir) Yardımcılar.
nussar
(Tekili: Nâsır) Yardımcılar.
obüs
Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.
on üç asr-ı beşer
Peygamber Efendimizden sonra insanlığın yaşadığı on üç asır, on üç yüzyıl.
partizan
Kendi partisine aşırı düşkün olup başkasına hak tanımak istemeyen kimse.
(Fransızca)
paskal
Hristiyanlıkta dindarlığı ile beraber fizik, edebiyat, hesap, hendese ve felsefede (Milâdi 17. asırda) büyük bir âlim olarak tanınmıştır.
(Fransızca)
perestiş
Aşırı düşkünlük, tapınış.
Aşırı derece sevmek, ibadet etmek.
perestiş eden
Aşırı derece seven.
perestiş etmek
Bir şeye aşırı düşkün olmak.
pişbin
İlerisini gören. Basiretli, ihtiyatlı.
(Farsça)
rafızi / râfızî
Şiî gruplarından aşırı bir gruba dahil olan kişi.
recefe
Zelzele.
Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir.
rev'a
Korkak kadın.
Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız. (Müz: Ervâ)REVA' : Tatlı.
riba / ribâ / ربا
Tefecinin aldığı aşırı faiz.
(Arapça)
risar
(Çoğulu: Ravâsır) Reçel.
Turşu.
rüku / rükû
Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi, aşırı saygı gösterme.
ruz-i ceza
Kıyamet günü.
Haşir günü.
ruz-i haşir
(Ruz-i hesab) Kıyamet günü.
Âhiretteki toplanma günü. Haşir günü. Dirilip toplanıp hesap görülecek gün.
sa'sea
Âciz olmak.
Sözünde kasır olmak.
sabah-ı haşr
Haşir sabahı.
sabil
Gezkere denilen nesne. (Onunla ters, balçık ve gayri ne olursa taşırlar).
Yolcu kimse.
sabır-suz / sabır-sûz
Sabır taşıran.
sabırsuz / sabırsûz
Sabrı yıkan, taşıran.
sadakat / sadâkat
Dostluk; bir kimseye Allahü teâlâ için kalbden bağlılık; doğruluk. İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Doğruların yardımcısıdır hazret-i Allah.
şadi
Mahkeme hademesi. Mübâşir.
İlimden, edebiyattan hissesi olan.
Nağme ile şiir okuyan.
sadr-ı evvel
Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının (sahâbe-i kirâmın) ve onları gören müslümanların (Tâbiînin) yaşadığı asır.
sadsal
Asır, yüzyıl.
(Farsça)
sahire
Yer yüzü, arz.
Kıyamet günü, Cenab-ı Hakk'ın haşir meydanı için tecrid edeceği Arz-ı Beyza.
Aslâ insan ve hayvan ayak basmadık yer yüzü. Çöl.
Cehennem.
şahrah / şahrâh
Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol.
(Farsça)
En büyük, en işlek ve şaşırılması imkânsız olan yol.
sarsar
Gürültü ile gelen pek soğuk rüzgâr, yel. Kasırga.
Ağustos böceği.
sarsar-ı ilhad
İnançsızlık ve inkâr kasırgası.
şayan / şâyân / شایان
Münasib, lâyık, yaraşır.
(Farsça)
Lâyık, yaraşır.
Yaraşır, uygun, layık.
Layık, yaraşır, yakışık alır.
(Farsça)
şayan-ı istiğrab / şâyân-ı istiğrab
Şaşkınlık sebebi, hayret verici, şaşırtıcı.
şayeste / şâyeste / شایسته
Şayan, uygun, yaraşır, lâyık.
(Farsça)
Nümune.
(Farsça)
Uygun, yaraşır, lâyık.
Yaraşır, layık.
(Farsça)
şayet
("Lâyık, yaraşır, şâyân" mânâsına gelen "Şâyesten" mastarından) Şart veya ihtimal gösterir: "Eğer, belki, olur ki" gibi.
(Farsça)
şaygan / şâygân / شایگان
Yaraşır, yakışık alır.
(Farsça)
seb'iyye
Bozuk fırkalardan biri olan İsmâiliyye fırkasının diğer bir adı. Bu fırka, şerîat (din) sâhibi peygamberlerin sâdece yedi tâne ve yedincisinin Mehdî olduğunu, ayrıca her asırda yedi imâmın bulunduğunu iddiâ ettikleri için bu isimle anılmışlardır.
şebike
Kötü niyetle çalışan gizli topluluk.
(Farsça)
Balık ağı.
(Farsça)
Batı taraflarında Arapların kullandıkları hasırdan örülmüş bir cins başlık.
(Farsça)
sebt
(Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
Boyun vurmak.
Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
Cumartesi günü.
Şaşırmak, hayrette kalmak.
Çok zeki, dâhiye.
Başı tıraş etmek.
seccade / seccâde
Yere serilip üzerinde namaz kılınan küçük halı, kilim, hasır, bez gibi temiz sergi, namazlık.
sefen
Nasır.
Sertlik, katılık, huşunet.
şehid-i tam / şehîd-i tâm
Allah yolunda savaşırken öldürülen. Dünyâ ve âhiret şehîdi de denir. Tam şehîd.
sehivsiz
Yanılmadan, şaşırmadan.
şehrah / şehrâh
Cadde, ana yol; şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol.
şehvet / شهوت
Aşırı cinsel istek.
(Arapça)
Aşırı istek.
(Arapça)
serab
Şaşkın, şaşırmış.
serbestiyet-i nisvan
Kadınların serbestliği; özgürlükte aşırıya kaçmaları.
şerşere
Ateş üstüne koyunca cızlayıp ötmek.
Yarmak.
Kesmek.
Meta, mal mülk.
Ağırlık. (Bu mânâya Çoğulu: Şerâşir)
şesar
(Şâsır) Geyik buzağısı. (Müe: Şesara)
şetat
Hadden aşırı olmak.
Hakdan uzak.
Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.
şevk-i bekà
Aşırı derecede sonsuzluk isteği.
şeytani / şeytanî
Şeytanla alâkalı. Şeytana yaraşır.
seza / sezâ / سزا
Layık, yaraşır.
(Farsça)
sezavar / sezâvar / سزاوار
Layık, yaraşır.
(Farsça)
sibkan
Bitlis veya Van vilâyetleri civarında bir aşiret adıdır.
şiddet / شدت
Sertlik, katılık, aşırılık.
Sertlik.
(Arapça)
Aşırılık, fazlalık.
(Arapça)
şiddet-i hafa / şiddet-i hafâ
Aşırı gizlilik, kapalılık.
şiddet-i hırs
Aşırı hırs, şiddetli istek, arzu.
şiddet-i inat
Şiddetli, aşırı inat.
şiddet-i meyusiyet
Aşırı ümitsizlik.
şiddet-i muhabbet
Aşırı sevgi.
şiddet-i şefkat
Aşırı şefkat.
şiddet-i tehalüf
Büyük farklılık, aşırı değişiklik.
sifsir
(Çoğulu: Sefâsir-Sefâsire) Simsar. Bir şeyi alıp satan.
Zarif, zerâfetli.
Hizmetçi, hâdim.
Tabi, itaat eden, uyan.
şii / şiî
Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse.
simsar
(Çoğulu: Semâsire) Komisyoncu, tellâl, aracı.
sofi
Dinin özünden habersiz, şekilci, aşırı katı kimse.
sôfistaiyye / sôfistâiyye
Mîlâddan önce beşinci asırda Yunanistan'da ortaya çıkan felsefî bozuk bir fırka, topluluk.
subh-u haşir
Haşir sabahı.
sünnet-i gayri müekkede
(Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, müstehâb da denir.
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
sure-i haşr / sûre-i haşr
Kur'ân'ın 59. sûresi olan Haşir Sûresi.
suretperest / sûretperest
Dış görünüşe, fotoğraflara aşırı önem veren.
sürpriz
Beklenilmeyen bir anda meydana gelen ve şaşırtarak insanı sevindiren veya üzen hâdise. Umulmadık şey.
(Fransızca)
sutur-u kainat-ı dehr / sutur-u kâinat-ı dehr
Kâinatın her biri asırlara karşılık gelen satırları, kâinat zamanlarının satırları.
süveyda
Kalbin siyah noktası; kalpteki basiret ve idrak merkezi, İlâhî aşkın tecelli ettiği yer.
süveyda-ül kalb
(Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i
ta'cib
Hayrete düşürme, şaşırtma.
ta'ziye
Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.
taaccüb / تعجب
Şaşırma.
(Arapça)
Taaccüb etmek:
Şaşırmak.
(Arapça)
taassub / تَعَصُّبْ
Aşırı derecede, körükörüne bağlılık.
Aşırı taraftarlık.
taassub-u kavmi / taassub-u kavmî
Aşırı milliyetçilik, ırkçılık.
taassub-u mezhebi / taassub-u mezhebî
Bir mezhebe aşırı derecede bağlılık.
taassup
Aşırı derecede, körü körüne bağlılık.
taftafe
(Çoğulu: Tavâtıf) Böğür, hâsıra.
tahayyür
Şaşakalmak. Hayret etmek. Şaşırmak. Hayran olmak.
taktik
Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim.
(Fransızca)
Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.
(Fransızca)
talil
Hasır.
tama / tamâ
Açgözlülük, aşırı istek.
tama'
Aç gözlülük, dünyâ malına aşırı düşkünlük.
tanagguz
Taaccüb edip, şaşırıp, hayrette kalıp başını sallamak.
tanfese
(Çoğulu: Tanâfis) Uzun saçaklı halı.
Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira' miktarı olan hasır.
tasvir
Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde.
Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak.
Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim.
Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek mel
tayeran ederken
Uçarken, dolaşırken.
te'vilkarane / te'vilkârâne
Aşırı yoruma giderek, saptırarak.
tebsir
İnsanın gözünü açacak şekilde tarif ve izah etmek ve kalbine basiret vermek.
tedliye
Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
Şaşırma, dehşete düşme.
Delil ve vesika hazırlama.
(Akıl) gitmek.
Ahmak etmek, salaklaştırmak.
tefekkün
Pişman olmak.
Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak.
tefrit / tefrît / تفریط
Tersine aşırılık, normalden daha geri seviyede olma.
Aşırılık.
(Arapça)
tehekkür
Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak.
tehettük
(Çoğulu: Tehettükât) (Hetk. den) Yırtılma.
Utanmazlık ve hayâsızlıkta aşırı derecede olma.
tehevvür
Çok kızmak, çok öfkelenmek, sertlik; hilmin (yumuşaklığın) zıddı. Gadabın, kızmanın aşırısı. Atılganlık.
teheyyüm
Şaşma, şaşırma. Şaşıp kalma. Hayran olma.
Susuz olma.
tela'süm
Dil dolaşma, şaşırma.
Cevap verilecek yerde veremeyip kekeleme.
Saçmasapan cevap verme.
teleclüc
Söylerken şaşırarak ağzında lâkırdıyı karıştırarak söylemek.
Kımıldatmak. Hareket etmek.
Tereddüt.
temelluk
İfrât (aşırı) derecede tevâzû.
tereffüh
Aşırı rahatlık, bolluk ve rahatlık içinde yaşama.
tevafuk-u acibe
Hayret verici, şaşırtıcı uygunluk, denk gelme.
tevafukat-ı acibe
Şaşırtıcı uygunluklar.
tevağğul
Aşırı derecede dalma, meşgul olma.
tevatür / tevâtür
Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan, her asırda güvenilen kimselerin hepsinin bir şeyi, bir haberi bildirmeleri.
tevellüh
(Çoğulu: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme.
Hayran etme.
Kadını çocuğunden ayırma.
tevlih
Şaşırtma. Sersemleştirme.
tezellül
Bayağılık, kendini aşağı tutmak. Tevâzûnun aşırı derecesi.
tul-i emel / tûl-i emel
Uzun emel, büyük, aşırı arzu ve istek.
tul-ü emel / tûl-ü emel
Dünya hayatının kısa ve geçiciliğine rağmen devamlı yaşayacakmış gibi dünyaya ait işlere karşı gösterilen aşırı arzu, istek.
tündbad / tündbâd / تندباد
Sert rüzgâr, kasırga.
(Farsça)
Kasırga.
(Farsça)
ubudiyyet
Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
uccab
(Çoğulu: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne.
ulü-l ebsar
Basiret sâhibleri.
unsuriyetperver / عُنْصُرِيَتْپَرْوَرْ
Milliyetini aşırı seven, ırkçı.
urban
Çöl arabaları.
Aşiretler.
üslub-u garip / üslûb-u garip
Hayret verici, şaşırtıcı ifade ve anlatım tarzı.
üslubperest / üslûbperest
Üslûba aşırı düşkün.
usur
Asırlar.
uzme
Aşiret.
Birinin mensub olduğu âile.
Akrabâ.
vahhabilik / vahhabîlik
Dinin bazı konularında aşırılıkları olan bir anlayış.
valih / vâlih
Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.
Şaşa kalmış, şaşırmış.
valihin / vâlihîn
Hayrette kalanlar. Şaşıranlar.
vaziyet-i acibe
Şaşırtıcı durum.
vehhabilik / vehhâbîlik
Bazı konularda aşırılıkları olan dinî bir anlayış.
vehham
Aşırı derecede vehimli, kuruntulu, şüpheci.
vehhamlık
Kuruntu etme, aşırı vehimli olma.
velehza
Şaşırmış.
veşi'
(Çoğulu: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca.
Sümâme otundan yapılan hasır.
Ağaçlardan kuruyup düşen nesne.
Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken.
Az nesne.
voyvoda
Reis, subaşı, ağa gibi çeşitli mânalara gelen bir tabirdir.Voyvodalık Osmanlılarda Milâdi onyedinci asırda başlamıştır. Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan eyalet ve sancakların mülhak kazalarına halkın isteğiyle yerlilerin ileri gelenlerinden birini voyvoda tayin ederl
vülu'
Bir şeye aşırı derece düşkünlük.
yekrişte
Uygun, muvafık, yaraşır.
(Farsça)
Şefkatli.
(Farsça)
yevm
Gün. Yirmidört saatlik zaman.
Sene.
Asır. Devir.
Devre.
yevm-i haşir
Haşir günü.
zabt u rabt
Disiplin, âsâyiş, düzen.
Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza.
zahid / zâhid / زاهد
Aşırı dindar, zühd ile uğraşan.
(Arapça)
zekavet-i betra / zekâvet-i betrâ
Çok aşırı zekâ; faydası olmayan zekâ.
zekeriyya aleyhisselam / zekeriyyâ aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır. Soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Yahûdîler tarafından şehîd edildi. Kabri Haleb'dedir.
zembil
Hasırdan örülerek yapılan kulplu torba, sepet.
zenperest
(Çoğulu: Zenperestegân) Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
serya
guyende
mavera
muceb
gavc
taltif
atbak
peykan
Hizmet-i kudsi
tercüman
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
AŞİR
SULTAN
Mühür
merhaba
pal
hail
terslemek
Avas
Lisa
İnkar