Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
şef
ifadesini içeren
638
kelime bulundu...
a'taf
(Tekili: Atf) Meyiller.
Merhametler, şefkatler, lütuflar, ihsanlar.
abdulhamid ll
(mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta kalmış olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi. Yüksek bir siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir zattı. Memlekette bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)
abese suresi
Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir.
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
agnostisizm
fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.
ağuş-u nazendarane / âğuş-u nazendârâne
Şefkatli ve merhametli kucak.
ağuş-u şefkat / âğuş-u şefkat
Şefkatli kucak.
ah
Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır.
Nedamet, pişmanlık ve teessüf beyan eder.
Birine acındığına, keder ve esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi.
ahlak
(Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine
akıl ile nakil
Fen ve felsefe gibi akla dayanan ilimler ile Kur'ân ve hadis gibi nakle dayanan ilimler.
akılcılık
(Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş
akl-ı feal / akl-ı feâl
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
akliyyun / akliyyûn
Aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler.
aktivizm
Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.
alamet-i sefer / alâmet-i sefer
Sefere çıkma belirtisi.
alem-i kesif ve süfli / âlem-i kesîf ve süflî / عَالَمِ كَثِيفْ وَ سُفْلِي
Şeffaf olmayan, yoğun ve aşağı âlem.
alem-i latif / âlem-i lâtif / alem-i latîf / عَالَمِ لَطِيفْ
Nurlu ve şeffaf olan âhiret âlemi.
Şeffaf, nurlu olan âlem (âhiret).
aleyhi nazaru'r-rahmani / aleyhi nazaru'r-rahmânî
Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'ın nazarı ve teveccühü onun üzerine olsun.
alim-i rahim / alîm-i rahîm
Herşeyi hakkıyla bilen ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
alu
Erik, şeftali.
(Farsça)
Tuğla fırını.
(Farsça)
amid
Çok hasta.
Aşk hastası.
Başlıca nokta.
Önder, şef, komutan. Rehber.
Haraç alan kimse.
ampirizm
(Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
arman
Hasret, özleyiş, özleme.
(Farsça)
Nedâmet, pişman olma.
(Farsça)
Eseflenme, teessüf.
(Farsça)
Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet.
(Farsça)
arş-ı rahman / arş-ı rahmân
Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Allah'ın tasarruf dairesi, makamı.
arşu'r-rahman / arşu'r-râhmân
Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı.
arzu-yu merhamet
Başkalarına merhamet etme, şefkat ve acıma arzusu.
asif
(Çoğulu: Usefâ) Para ile tutulan işçi, yevmiyeci, gündelikçi.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
ateş-har / ateş-hâr
Keklik.
(Farsça)
Merhametsiz, şefkatsiz ve zalim adam.
(Farsça)
atf
Bağlama. Bağ. Ekleme.
Meyletme.
Şefkat. Sevgi.
Eğilme.
İkiye bükme. İki kat eyleme.
Çevirme.
Geri döndürme.
Bir kimse üzerine tekrar hamle eylemek.
Gr: Bir kelimeyi diğer bir kelimeye harf-i atıf vasıtasiyle ilhak eylemek.
<
atıf / âtıf / عاطف
(Atf. dan) Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden, yönelen.
Bağlaç.
Şefkat edici kimse. Merhametli, müşfik.
Yarış atlarının altıncısı.
Gr: İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime.
Şefkatli.
(Arapça)
Meyleden.
(Arapça)
Bağlayan.
(Arapça)
atıfet / âtıfet / عاطفت
Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme.
Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi.
Şefkat gösterme.
(Arapça)
atıfetkar / âtıfetkâr / عاطفتكار
Şefkat gösteren, gözeten.
(Arapça - Farsça)
atom
yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a
atuf / atûf
Çok şefkatli, pek merhametli olan Allah.
atufet / atûfet / عطوفت
Şefkat. Çok merhametli oluş.
Şefkat.
(Arapça)
avarız-ı müktesebe
Cehil, sarhoşluk, hezel, sefeh, hata, ikrah gibi insanın ibtidâen dahli bulunan şeyler.
avrupa hükeması
Avrupalı filozoflar, felsefeciler, Batılı ilim adamları.
avrupalılaşmak
Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği
aydın
Aydınlık.
Açık, âşikâr, açıkça görünen.
Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile
aynı rahmet
Şefkat ve merhametin tâ kendisi.
azerm
Şefkat, merhamet.
(Farsça)
Haşmet, büyüklük, azamet.
(Farsça)
Haya, utunma.
(Farsça)
bab-ı rahmet / bâb-ı rahmet
İlâhî şefkat ve merhamet kapısı.
bahr-i rahmet
İlâhî şefkat ve merhamet denizi.
bahr-i rum
(Bahr-i Sefid) Akdeniz.
bargah-ı rahmet / bârgâh-ı rahmet
Merhamet ve şefkat dilenen yüce makam.
baskı
t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik.
Basan, ağırlık veren şey.
Kalıp, damga.
Bir eserin yeni basılışlarının her seferi.
Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.
berfuk / berfûk
Şeftali yemişi.
(Farsça)
berkuk
Şeftali, kayısı, zerdali.
besic
Hazırlık. Sefer hazırlığı, yol hazırlığı.
(Farsça)
Yol ve sefer azığı, harçlığı.
(Farsça)
beyanın felsefesi
Beyan ilminin felsefesi, hikmet ve gayesi.
beyza
(Müe.) Parlak. Beyaz. Sefid.
Afet, dâhiye, belâ, musibet.
bi-mihr / bî-mihr
Sevgisiz, şefkatsiz.
(Farsça)
bi-ser ü pa / bî-ser ü pâ
Sefil ve perişan.
billur
Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
bimihr / bîmihr / بى مهر
Sevgisiz, şefkatsiz.
(Farsça)
buus
Sefalet. Yokluk içinde olma.
büzürg
(Çoğulu: Büzürgân) Cesim, kebir, azîm, büyük, ulu.
(Farsça)
Reis, baş, başkan, şef.
(Farsça)
Türk musikisinde bir mürekkep makamın adı.
(Farsça)
cabir / câbir
Cebredici, zorla yaptıran.
Galib gelen.
Şefkatsiz, merhametsiz.
Tekebbür ve taazzüm eden.
Aziz ve kavi olan.
Tıb: Kırıkçı, çıkıkçı.
Cebir ilminin ilk kurucusu olan müslüman âlimi.
çağdışı
Askerliğe alınma çağı dışında.
Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları
calib-i şefkat / câlib-i şefkat
Şefkati celbeden, şefkati çeken.
cemal-i şefkat / cemâl-i şefkat
Şefkat güzelliği.
cenab-ı hakim-i rahim / cenâb-ı hakîm-i rahîm
Her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, yarattıklarına sonsuz şefkat gösteren Allah.
cenab-ı halık-ı rahim / cenâb-ı hâlık-ı rahîm
Herbir şeyi sonsuz şefkat ve merhametle yaratan, sonsuz şan ve şeref sahibi olan Allah.
cenab-ı hallak-ı rahim / cenâb-ı hallâk-ı rahîm
Sonsuz şefkat, merhamet, şeref ve yücelik sahibi olan herşeyin yaratıcısı Allah.
cenah-ı himaye ve re'fet / cenâh-ı himaye ve re'fet
Koruma ve şefkatle muamele etme kanadı.
cenah-ı şefkat / cenâh-ı şefkat
Şefkat kanadı.
cermüze
Sefer ve misafirlik.
(Farsça)
cessame
Sefer yapmamış kişi. Seyahat etmemiş kimse.
cilve-i inayet / cilve-i inâyet
İlâhî şefkat ve yardımın cilvesi, görünmesi.
cilve-i misaliye / cilve-i misâliye
Şeffaf şeyler üzerinde yansıyan görüntüler.
cilve-i rahmet-i rahmaniye / cilve-i rahmet-i rahmâniye
Sonsuz şefkat ve merhameti bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmetinin yansıması.
cilve-i şefkat
Şefkatin, merhametin görünmesi.
dahi-yi hikmet / dâhi-yi hikmet
İlim ve hikmet dehâsı, son derece zeki felsefe âlimi.
deha-yı felsefi / dehâ-yı felsefî
Felsefeden güç alan yüksek akıl.
deha-yı fenni / dehâ-yı fennî
Eğitimini fen ve felsefeden almış olağanüstü akıl.
dehri / dehrî
Zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.
dehriyye
Dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.
dehriyyun / dehriyyûn
Zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.
dekaik-i şefkat
Şefkatin incelikleri.
delil-i şefi / delil-i şefî
Şefaat edecek bir kılavuz, rehber.
deneycilik
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş
derece-i şefkat
Şefkat derecesi.
ders-i şefkat
Şefkat dersi.
diamet
Binaya vurulan destek, direk, payanda.
İleri gelen, makamca yüksek olan baş başkan, reis, şef.
divanhane-i rahman / divanhane-i rahmân
Rahmet ve şefkati sınırsız olan Allah'ın büyük salonu, yeryüzü.
dogmatizm
Bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
eb-i müşfik
Şefkatli baba, merhametli peder.
ebu bekir-i sıddık
Asıl adı Abdullah, künyesi Ebu Bekir, lâkabı Sıddık ve Atik. Erkekler içerisinde Resul-i Ekreme (A.S.M.) ilk iman eden; bütün muharebelerde ona refakat eden; seferde, hazarda, bütün tehlikeli anlarda Peygamber Efendimizle (A.S.M.) beraber çalışmış ve onun en yakın Sahâbesi. Onun sohbetinden feyz alm
ebyaz
Beyaz. Akça. Parlak. Daha parlak. Sefid olan.
ecsam-ı şeffafe
Şeffaf cisimler, saydam maddeler.
ef'al-i rahmaniyet / ef'âl-i rahmâniyet
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın fiilleri.
efkar-ı sefile / efkâr-ı sefile
Sefil düşünceler, fikirler.
eflatuniye
Eflâtuna göre olan felsefe, düşünüş (Plâtonizm). Çok ileri veya parlak devir.
ehl-i felsefe
Felsefeciler, düşüncede felsefeyi esas alanlar.
ehl-i felsefe ve hikmet / اَهْلِ فَلْسَفَه وَ حِكْمَتْ
Felsefeyle uğraşanlar, filozoflar.
Felsefeciler ve varlıkların hikmetlerini araştıranlar.
ehl-i fen ve felsefe
Fen ve felsefe ilimlerini meslek edinenler.
ehl-i hikmet
Felsefeciler.
ehl-i nazar ve felsefe
Tecrübeye dayanarak görüş ve düşünce sahibi olanlar ve felsefeciler.
ehl-i salib / ehl-i salîb
Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar.
(Farsça)
Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
(Farsça)
Haç sâhipleri. Târihte papalığın teşvikiyle müslümanlara karşı birleşerek seferler tertipleyen, milyonlarca insanın canına kıyan, devletlerin yıkılmasına sebeb olan hıristiyan milletler topluluğu, haçlılar, hıristiyanlar.
ehlen ve sehlen
Hoş geldiniz, sefa geldiniz.
ehlifelsefe
Felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler.
elem-i şefkat
Şefkat acısı.
elmas
Çok kıymetli, beyaz, şeffaf mâden. Cevher. Kıymetli taş. (En saf karbondur.)
eltaf-ı ilahiyye / eltaf-ı ilâhiyye
İlâhî lütuflar; Allah'ın ihsanları, şefkatle muamelesi.
eluk
Sefir, büyük elçi.
enva-ı rahmet ve şefkat / envâ-ı rahmet ve şefkat
Rahmet ve şefkat çeşitleri.
er'ef
Daha rauf, çok şefkatli.
er-rahim / er-rahîm
Şefkati ve merhameti herşeyi kuşatan Allah.
er-rahman / er-rahmân
Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
er-rahmanü'r-rahim / er-rahmânü'r-rahîm
Bütün varlıklara olduğu gibi tek tek her bir varlığa şefkat gösteren sonsuz rahmet sahibi Allah.
erbab
Ulu, ulvi, âlâ.
(Farsça)
Reis, başkan, şef.
(Farsça)
erham
En rahim, en merhametli, en çok şefkatli.
esafil
(Tekili: Esfel) Esfeller. Sefâlet çekenler. Pek adi ve bayağı kimseler. Çok alçak olanlar.
esdaf
Sadefler, inci kabukları.
Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.
esef-han
Acıyan, merhamet eden, şefkat eden, esef eden.
(Farsça)
esef-nak
Hüzünlü, acıklı, esefli.
(Farsça)
esefa
Vâ esefâ! Eyvah, yazık!
eşeff / اَشَفّْ
Çok parlak. Daha şeffaf. Işığı daha iyi geçiren.
Suyu kendine çok fazla çeken.
Çok parlak, çok şeffaf.
Daha şeffaf.
eşfa
En çok şefaat eden.
eşfa'
En çok şefaat eden. En şafi.
eşfak
Çok şefkatli.
Daha fazla şefkatli. Çok şefkatli.
esfar / esfâr / اسفار
(Tekili: Sefer) Seferler, yolculuklar, yola gidişler.
Düşmana karşı gidişler, akınlar.
(Sifr) Büyük kitaplar, ciltler.
Seferler, yolculuklar.
(Arapça)
esfar-ı bahriyye
Deniz yolculukları. Deniz seferleri.
esfar-ı baide / esfar-ı baîde
Yolculuklar, uzak seferler.
esfat
(Tekili: Sefet) Sepetler.
esfel
En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn
Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.
eşha
Şefkat.
esif
Kederli, esefli, tasalı, gamlı.
esuf / esûf
Fazlaca eseflenen, pek üzülen, çok kederlenen, çok fazla acıyan, yufka yürekli.
eşya-yı şeffafe / eşya-yı şeffâfe
Şeffaf şeyler.
fağfur
Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı.
Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.
farabi / farabî
(Mi: 870-950) Aristo felsefesinin İslâm âleminde yayılmasına yol açmış bir filozoftur. Aristo'dan sonra gelen mânasına, kendisine Muallim-i Sâni nâmı verilmiştir. Eserlerinin İbn-i Sina üzerinde büyük te'siri vardır. "Kanun" denilen bir çalgı âletinin mucididir. Asıl adı Ebu Nâsır Muhammed'dir.
fart-ı şefkat
Aşırı şefkat ve acıma.
fatır-ı rahman / fâtır-ı rahmân
Rahmet ve şefkati sınırsız olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.
fazl-ı rahman / fazl-ı rahmân
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah'ın yardımı.
felasife / felâsife / فلاسفه
Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar.
Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
Dinsizler.
Felsefeler.
Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler.
Felsefeciler, felsefeler.
Filozoflar, felsefeciler.
(Arapça)
felsefe hikmeti
Felsefe ilmi ve bakış açısı.
felsefe ve hikmet-i insaniye
İnsanların geliştirdikleri fikir, felsefe ve ilim.
felsefe-i avrupa
Avrupa felsefesi.
felsefe-i beşeriye
İnsanların geliştirdikleri fikir, felsefe.
felsefe-i beyan
Beyan ilminin felsefesi, gaye ve hikmeti.
felsefe-i maddiye
Her şeyi maddede arayan ve madde ile açıklamaya çalışan felsefe.
felsefe-i sakime / felsefe-i sakîme
Hastalıklı felsefe; yanlış yoldaki felsefe.
felsefe-i sakime-i avrupaiye / felsefe-i sakîme-i avrupaiye
Avrupa'nın hastalıklı ve karanlık felsefesi.
felsefe-i tabiiye / felsefe-i tabîiye / فَلْسَفَۀِ طَب۪يعِيَه
Yaratılışı ve her şeyi tabiata dayandıran felsefe.
Tabiatı yaratıcı zanneden felsefe.
felsefe-i tabiiye ve maddiye
Herşeyi tabiata ve maddeye dayandıran felsefe.
felsefe-i tarihiyye
Târih felsefesi.
felsefe-i yunaniye
Yunan felsefesi.
felsefi / felsefî / فلسفى
Felsefe ile ilgili, felsefeye ait.
Felsefeye mensub ve felsefe ile alâkalı.
Felsefeyle ilgili.
Felsefe ile ilgili.
(Arapça)
felsefiyyat
Felsefe ile ilgili bilgi ve düşünceler, hikmet bilgileri.
fenn-i hikmet / فَنِّ حِكْمَتْ
Felsefe ilmi.
Felsefe bilgisi.
Felsefe ilmi.
fenn-i hikmetü'l-eşya
Felsefe ilmi; varlıkların hikmetlerini inceleyen ilim.
feth-i bab-ı rahmet eden
İlâhî şefkat ve merhamet kapısını açan.
feylesof / فيلسوف / فَيْلَسُوفْ
Felsefe ile uğraşan, felsefeci.
Filozof, felsefeci.
Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatıp, yaldızlı, heyecanlı sözlerle inandırmaya çalışan kimse. Felsefeci.
Filozof, felsefe ile uğraşan kişi.
Felsefeci.
Filozof, felsefeci.
(Arapça)
Felsefeci.
fikr-i felsefe
Felsefe düşüncesi.
filozof
Felsefe ile uğraşan, felsefeci.
firsek
(Çoğulu: Ferâsik) Çekirdeğinden ayrılmayan şeftali.
fısk / فسق
Hak yolundan çıkmak, Allah'a karşı isyan etmek.
Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık.
Kötülük, sefihlik.
(Arapça)
Dinsizlik.
(Arapça)
Tanrı'ya karşı isyan.
(Arapça)
fısk u fücur / fısk u fücûr
Sefahet ve günaha batma.
fıtri şefkat / fıtrî şefkat
Doğal, yaratılıştan gelen şefkat, merhamet.
fücur / fücûr / فجور
Yakın akraba evliliği.
(Arapça)
Günahkarlık, sefihlik.
(Arapça)
fülleyk
Bir şeftali cinsi.
fülus-u felsefe / fülûs-u felsefe
Felsefenin bakır paraları, kuruşları; felsefenin kıymetsiz malları.
gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm
Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.
gaiyye
Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği.
Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm)
ganiyy-i rahim / ganiyy-i rahîm
Sınırsız zenginlik sahibi olan, şefkat ve merhamet sahibi Allah.
garp medeniyet-i sefihanesi
Batının sefih haldeki medeniyeti, haram zevk ve eğlencelere düşkün medeniyeti.
gayr-endiş / gayr-endîş
Başkalarını düşünen, şefkatli ve cömert kimse.
(Farsça)
gazve
Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat
gönder
Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanı
gürisnegi / gürisnegî
Açlık, sefalet.
(Farsça)
gürs
Kir, leke, pas. Açlık, sefâlet.
(Farsça)
Zülf, kâhkül.
(Farsça)
güsn
Açlık, sefalet.
(Farsça)
habib-i rahman / habib-i rahmân
Sonsuz merhamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklara şefkatle rızıklarını veren Allah'ın en sevdiği kulu olan Hz. Muhammed.
habib-i rahmani / habib-i rahmânî
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'ın sevgili kulu; Hz. Muhammed (a.s.m.).
habib-i şefik
Şefkatli Habib.
hadb
Şefaat etmek.
hadise-i rahmet / hâdise-i rahmet
İlâhî şefkat, merhametin göründüğü yağmur olayı.
hafave
Bir kimseyi mübâlâga ile sormak.
Şefaat etmek.
İkramda ve iltifatta mübâlağa etmek.
hak-nişini / hâk-nişinî
Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet.
(Farsça)
hakikat-i rahmet
Rahmet ve şefkat içinde gizli olan gerçek.
hakim-i rahim / hakîm-i rahîm
Herşeyi hikmetle yapan her bir varlığa özel şefkat ve merhameti olan Allah.
halık-ı rahim / hâlık-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve herşeyi yaratan Allah.
halik-ı rahim / hâlik-ı rahîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi yaratan Allah.
halık-ı rahman / hâlık-ı rahmân
Rahmeti her şeyi kaplayan, yaratıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran yaratıcı, Allah.
halık-ı rahman ve rahim / hâlık-ı rahmân ve rahim
Rahmeti herşeyi kaplayan ve herbir varlıkta rahmet ve şefkati tecelli eden yaratıcı, Allah.
halık-ı rahman-ı rahim / hâlık-ı rahmân-ı rahîm
Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan her şeyin yaratıcısı Allah.
halık-ı rahmanü'r-rahim / hâlık-ı rahmânü'r-rahîm
Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren, sonsuz rahmetiyle her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.
hallak-ı rahim / hallâk-ı rahîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah.
hanan
Merhamet, şefkat, acıma.
hane-harab
Câhil, bilgisiz.
(Farsça)
Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış.
(Farsça)
Hâli perişan olmuş kimse.
(Farsça)
Mc: Müflis, züğürt, sefil.
(Farsça)
hane-küş
Mirasyedi, sefih.
(Farsça)
har
Hor, hakir, âdi. Aşağı. (Dinsiz, imansız ve din düşmanı ahlaksızların ve sefihlerin vasıfları.)
(Farsça)
harabiyet
(Harabî) Yıkılma. Yıkılış. Parçalanıp dağılış. Zillet ve sefalet içinde
haraşif
(Tekili: Harşef) Balık pulları. Pul pul olan şeyler.
Yaprakları balık puluna benzeyen bitkiler.
haşefe
(Çoğulu: Haşef-Haşefât) Sünnet mevziine varana kadar olan zeker başı.
Yaşlanmış kuru kadın.
Kuru hamur.
Yumuşak taş.
hasif / hasîf
(Çoğulu: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu.
Yağmuru çok olan bulut.
hatem-i rahimiyet / hâtem-i rahîmiyet
Allah'ın her bir varlığa şefkatini gösteren mühür.
hav
Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.
hayıflanmak
Acınmak, üzülmek. Esef etmek.
hayrat
(Tekili: Hayr) Sevap için Allah rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhet
hayta
Şefkat.
hazer ve sefer
Memleketinde olma ve sefer, yolculuk hâli.
heyula / heyûla / heyûlâ
Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.
Korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey.
Eski felsefecilere göre, cisimlerin aslı kabûl edilen madde.
hicr
Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
Dostluğu bırakmak, dargın
hikemiyat / hikemiyât
Felsefeye ait, felsefi düşünce ürünü olan şeyler.
hikemiyyat
Hikmet ve felsefeye âit söz ve düşünceler. Yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hâdiseler bildiren yazılar, sözler.
hikmet
Hakimlik, bilgelik.
Sebep.
Felsefe.
Gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi.
hikmet-i atika
(Batlamyus'un) Dünya merkezli kâinat anlayışını kabul eden eski bilim ve felsefe.
hikmet-i avrupaiye
Avrupa düşüncesi, Batı felsefesi.
hikmet-i beşer
İnsanın bilgi ve felsefesi.
hikmet-i cedide
Yeni fen ve felsefe.
hikmet-i ecnebiye / حِكْمَتِ اَجْنَبِيَه
Batı felsefesi.
(İslâma) yabancı felsefe.
hikmet-i felsefe
Felsefenin hikmeti.
hikmet-i felsefe-i insan
İnsan aklının ürünü olan felsefe hikmeti, ilmi.
hikmet-i felsefiye
Felsefî görüş, bilgi.
hikmet-i fenniye
Fen ve felsefe ilmi.
hikmet-i hakiki / hikmet-i hakikî
Felsefenin karşısında Kur'ân'ın koyduğu gerçek hikmet.
hikmet-i muzahrefe
Görünüşte güzel ve süslü, gerçekte içi boş ve çürük felsefe.
hikmet-i yunaniye
Yunan felsefesi.
hikmetşinas / hikmetşinâs / حكمت شناس
Hakîm, felsefeci.
(Arapça - Farsça)
hikmetsiz hikmet
Faydasız, gayesiz ilim; felsefe.
hin-i sefer / hîn-i sefer
Yolculuk.
Ölüm zamanı. Sefer zamanı.
hiss
Duymak. Farkına varmak. Duygu.
Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek.
Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
hiss-i şefkat
Şefkat duygusu.
hiss-i şefkat ve himaye / hiss-i şefkat ve himâye
Şefkat ve koruma hissi.
hissiyat-ı sefihe / hissiyât-ı sefihe
Sefahet ve eğlenceye düşkün hisler, duygular.
hovarda
Sefih, çapkın. Malını mülkünü zevk u safa yolunda harcayan, sefâhette sarfeden.
hubat
Cinnete benzer bir sefahet.
huh
(Çoğulu: Huvhât) Şeftali.
Duvardaki ışık girecek delik.
hükema ve ulema
Filozoflar, felsefeciler ve ilim adamları.
hükema-i ilahiyyun / hükema-i ilâhiyyûn
İlâhiyatçı felsefeciler; Allah'ın varlığına inanan filozoflar.
hükema-i islamiye / hükema-i islâmiye
Müslüman felsefe âlimleri, filozofları.
hükema-i meşaiyyun / hükemâ-i meşaiyyun
Aristo felsefesi yolunda olan ve derslerini gezerek veren meşaiyyun filozofları.
hükema-yı dalle / hükemâ-yı dâlle
Hak yoldan sapmış felsefeciler.
hükema-yı felasife / hükemâ-yı felâsife
Felsefe bilginleri, düşünürleri; filozoflar.
hümanizm
Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl
İnsancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe.
humret
Kırmızılık. Kızıllık. Masumane şefkat.
hüseyin-i cisri / hüseyin-i cisrî
(Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ki
hüsn-ü şefkat
Şefkatin güzelliği.
huşuf
(Çoğulu: Huşef) Seri, eli çabuk, hızlı.
Geceleyin yola giden deve.
ibraz-ı şefkat
Şefkatin gösterilmesi.
icazet-i külli / icazet-i küllî
Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi
idealist
İdeal ve mefkûre sahibi.
(Fransızca)
İdealizm felsefesine bağlı kimse.
(Fransızca)
idealizm
Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini.
(Fransızca)
idlaliyyat / idlâliyyât
İnsanı doğru yoldan saptıracak fikirler, azdıracak mevzular. Kur'ânla muaraza eden safsata ve bâtıl felsefi nazariyeler.
ifad
Bir kimseyi elçilik (sefirlik) vazifesiyle gönderme.
ifrat-ı şefkat
Aşırı derecede şefkat duyma.
ihna'
Acıma, merhamet etme, şefkat etme.
ihsanat-ı rahimane / ihsânât-ı rahîmâne
Şefkat ve merhametle yapılan ihsanlar, ba-ğışlar.
ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
ikram-ı rahmani / ikram-ı rahmânî
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah'ın ikramı.
ilm-i adab / ilm-i âdâb
Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
ilm-i felsefe
Felsefe ilmi.
ilm-i hikmet
Düşünce bilgisi, felsefe.
ilm-i usul ve hikmet
Felsefe ve metodoloji ilmi.
imam-ı gazali / imam-ı gazalî
Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
imdadat-ı hassa-i rahmaniye / imdâdât-ı hassa-i rahmâniye
Yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın özel yardımları.
imdadiye
Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.
in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.
inadiyye
Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
inayet / inâyet
Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik.
Allah'ın özel yardımı, şefkatle ilgilenmesi.
inayet ve rahmet-i ilahi / inayet ve rahmet-i ilâhi
Allah'ın özel rahmeti, şefkat ve merhameti, lütuf ve yardımı.
inayet-i ilahiye / inâyet-i ilâhiye
Allah'ın şefkati, yardımı.
intihaz
Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak.
Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek.
irade-i şefkat
Şefkat göstermeyi dileme, isteme.
irmad
Fakir düşme. Sefil olma.
Göz ağartma.
iş u nuş / îş u nûş
Yiyip içme. Sefahet. İşret ve eğlence.
isaf
Eseflendirmek. Esef vermek.
Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek.
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
işfak
Acıyarak sakınma. Şefkat ve inayet etme.
Sevme.
Sakınma ve korkma.
Azaltma.
Lütfetme, bağış, ihsan.
ism-i rahim / ism-i rahîm
Allah'ın herbir varlığa merhamet ve şefkati olduğunu bildiren ismi.
ism-i rahim ve rezzak / ism-i rahîm ve rezzâk
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu ve bütün canlıların rızıklarını verdiğini ifade eden Rahîm ve Rezzak isimleri.
ism-i vedud / ism-i vedûd
Allah'ın kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenildiğini bildiren ismi.
isra / isrâ
Yürütmek, göndermek.
Gece seferi yapmak.
İrsâl etmek.
işraki / işrakî
Bâtıl İşrakiye felsefesine mensub. İşrakiyyunun dalâletten ve şirkten ibaret bâtıl ve hurafe fikirleri.
işrakiyun / işrâkiyun
Bilginin kaynağının mânevi aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünde olan İslâm felsefecileri.
işrakiyye / işrâkiyye
Batıl bir felsefe.
işrakiyyun
İşrakiyye felsefesi ile iştigal eden ve ehl-i şirk olan feylesoflar.
işret
İçkili eğlence, sefahet.
isti'tafkarane / isti'tafkârane
Şefkat, merhamet isteyene yakışır halde.
(Farsça)
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istigase / istigâse
Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme.
istimaha
Birisinden hayır ummak. İyilik ve şefaat beklemek.
istişfa'
Birisinin yardımını istemek, şefâat dilemek.
Şefaat dileme.
istişfaf
(Şeffaf. dan) Şeffaf ve saydam olma.
ıtfet
şefkat, merhamet.
Boncuk.
jelatin
Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir.
(Fransızca)
Bir cins kâğıt.
(Fransızca)
kafile
(A, uzun okunur) Birlikte sefere çıkanların cemaatı. Kervan.
kafur / kâfur
Beyaz ve yarı şeffaf, kolaylıkla parçalanan bir madde. Sert, güzel kokulu, katı ve yağlı bir madde.
Cennette bir kaynak ismi.
kasfe
(Çoğulu: Kasf-Kasefât) Deve sesi.
Merdiven ayağı.
Bir parça kum yığını.
kasr-ı salat / kasr-ı salât
Seferde olan bir kimsenin dört rekatlı namazı ikişer rekat kılmakla namazı kısaltması.
Seferde olan bir kimsenin, dört rekâtlı farz namazları ikişer rekât kılması. Namazı kısaltmak.
kasr-ısalat / kasr-ısalât
Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak.
kehreba
Bir şeffaf zamk ismi.
kelbiyyun / kelbiyyûn
Dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler.
kemal-i merhamet / kemâl-i merhamet
Mükemmel ve kusursuz şefkat.
kemal-i merhamet ve mürüvvet / kemâl-i merhamet ve mürüvvet
Mükemmel bir şefkat ve insanlık.
kemal-i merhamet ve şefkat / kemâl-i merhamet ve şefkat
Mükemmel ve kusursuz merhamet ve şefkat.
kemal-i rahmet / kemâl-i rahmet
Tam ve mükemmel şefkat ve merhamet.
kemal-i rahmet ve kerem / kemâl-i rahmet ve kerem
Mükemmel bir ikram, şefkat ve merhamet.
kemal-i rahmet ve merhamet / kemâl-i rahmet ve merhamet
Mükemmel bir şefkat ve merhamet.
kemal-i şefkat / kemâl-i şefkat
Tam ve mükemmel şefkat.
kemal-i şefkat ve merhamet / kemâl-i şefkat ve merhamet
Tam bir şefkat ve merhamet.
kesafet / كَثَافَتْ / kesâfet
Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak.
Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
Şeffaf olmama, yoğunluk ve katılık.
Şeffaf olmama, yoğunluk ve katılık.
kesif / kesîf / كَث۪يفْ
Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
Şeffaf olmayan, yoğun.
keşti / keştî
Gemi, sefine.
(Farsça)
kiraren
Tekrar tekrar, çok sefer, tekrar suretiyle.
kisfe
(Çoğulu: Kisef) Kısım, cüz, parça, bölüm.
konvoy
ing. Aynı yere giden nakil vasıtaları topluluğu.
Aynı yere nakledilen insan grubu.
Harb gemilerinin himayesinde sefer yapan yük gemileri katarı.
kuful
(Tekili: Kufl) Kilitler.
Seferden veya yolculuktan dönme.
kürizi / kürizî
Beli bükük ve sefil ihtiyar.
(Farsça)
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
laedri / lâedrî
Kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci.
laedriyye / lâedriyye
Şüphecilerle alakalı. Şüphecilik üzerine kurulu felsefe ekolü.
leb
Dudak. Şefe.
(Farsça)
Kenar.
(Farsça)
Sahil. Kıyı.
(Farsça)
letaif-i refet / letâif-i refet
Şefkat ve merhametin güzellikleri.
lezzet-i şefkat
Şefkatteki lezzet.
lider
Şef. Başkan. Siyasi bir topluluğun başı.
lojistik
Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.
lu'betgah / lu'betgâh
Oyun yeri. Sefih kimselerin eğlence yeri.
(Farsça)
lühne
Misafire seferden geldiğinde verilen hediye ve armağan.
Savaş gününde başa giyilen tolga. Az şey.
Kahvaltı.
lütf-u rahman / lütf-u rahmân
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın iyilik ve bağışı.
ma'nevi bağ / ma'nevî bağ
Herhangi bir şekilde, iki şey arasında zihinde kurulan irtibat, ilgi. Buna mânevî râbıta da denir.
Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, dînine bağlılık gibi mânevî değerler.
ma-ba'dettabia
(Mâba'de-t tabia) Metafizik. Beş duygu ile bilinmeyen varlıklar hakkında fikrî araştırma yapan felsefe kolu. Bu felsefe ile alâkalı olan.
maa-t-teessüf
Yazık ki. Esefle. Teessüfle beraber.
maal-esef
Yazık ki. Maalesef.
maatteessüf / مع التأسف
Ne yazık ki, üzülerek, maalesef.
(Arapça)
macuşun
Gemi, sefine.
Boyanmış elbise.
maddi felsefe / maddî felsefe
Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.
maddiyat-ı kesife
Kesif, şeffaf olmayan maddeler.
maddiyyun
Maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler.
maddiyyunluk
Maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler.
maden-i şefkat
Şefkat kaynağı.
mahcur / mahcûr
Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse.
mahz-ı eser-i rahmet ve inayet / mahz-ı eser-i rahmet ve inâyet
İlâhî şefkat, merhamet ve yardımın eksiksiz gerçekleşmesi.
makam-ı mahmud / makam-ı mahmûd / makâm-ı mahmûd / مَقَامِ مَحْمُودْ
Peygamberimizin cennetteki makamı, şefaat makamı.
(Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.
En yüksek şefaat makamı; Peygamberimizin (a.s.m.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.
Peygamberimize (asm) va'd edilen en büyük şefâat makamı.
malik-i rahim / mâlik-i rahîm
Özel şefkat ve merhameti olan ve herşeyin sahibi Allah.
malik-i rahim-i kerim / mâlik-i rahîm-i kerîm
Bol ihsan ve ikram sahibi; sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan herşeyin sahibi Allah.
materyalizm
Maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe.
Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.
mazhar-ı şefaat
Şefaate nail olan, erişen.
medar-ı şefkat
Şefkat sebebi.
medine-i fazıla-i hayaliye / medîne-i fâzıla-i hayaliye
Hayalî fazilet şehri; Eflâtun'un felsefesinde hayal ettiği fazilet şehri.
medine-i fazilet-i eflatuniye / medine-i fazilet-i eflâtuniye
Eflâtun'un faziletli şehri; Eflâtun'un felsefesinde tarif ettiği, ancak hayalde mümkün olabilen fazilet şehri.
mehr
Aşk, şefkat, muhabbet.
Güneş.
Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli.
meksefe
(Bak: Miksefe)
mêmun / mêmûn
Felsefe kitaplarını tercüme ettirmesiyle meşhur bir halife.
merhamet
(Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek.
Şefkat, acıma, bağışlama.
Acıma, şefkat.
merhamet ve şefkat-i ilahiye / merhamet ve şefkat-i ilâhiye
Allah'ın merhamet ve şefkati.
merhamet-i camia / merhamet-i câmia
Kapsamlı merhamet; her şeyi kuşatan şefkat.
merhamet-i rabbaniye
Allah'ın merhameti, şefkati.
merhametkar / merhametkâr
Merhametli, şefkatli.
merhametperverane
Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle.
(Farsça)
mertebe-i şefkat
Şefkat derecesi.
mesail-i felsefiye / mesâil-i felsefiye
Felsefe meseleleri.
meşaiyyun / meşâiyyun
Sadece akla güvenen Aristo geleneğini izleyen felsefeciler.
mesavi-i medeniyyet
Medeniyyetin fenalıkları, kötülükleri. (İsraf ve sefahet gibi)
mesfuk
(Sefk. den) Sefkedilmiş. Dökülüp akıtılmış olan.
meslek-i felsefe
Felsefe mesleği, yolu.
meşşaiyyun / meşşâiyyun
Yürüyenler; Aristo'nun derslerini yürüyerek vermesine atfen İslâm dünyasında Aristocu felsefeye verilen isim.
Akla güvenip peygambere inanmayan felsefeciler.
meyh
şefâat etmek.
Vermek.
Avuçta su tutmak.
Sallanarak yürümek.
meyl-i sefahet
Sefahate duyulan arzu, meyil.
mezy
Dokunma, bakma ve düşünme gibi sebeplerle erkekten gelen beyaz şeffâf sıvı.
mihrban / mihrbân / مهربان
Merhamet ve şefkat sahibi. Muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu ve güleryüzlü.
(Farsça)
Sevgi dolu, şefkatli.
(Farsça)
misafir
Seferde olan.
miskin-i zelil
Zillete düşmüş sefil, hor görülüp aşağılanan sefil.
muallime-i sefahet
Sefahetin öğretmeni.
mübezzir
Müsrif, Sefih. Hesabsız sarfiyat yapan. Harcayan.
Çok söz söyleyen. Sırrı ifşâ eden.
mucib-i bizzat
Her şeyi yapmaya bizzat mecbur olan, Cenâb-ı Hakkın iradesini inkâr eden felsefî görüş.
müdebbir-i rahim-i zülcemal / müdebbir-i rahîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah.
müessif
(Müessife) Esef edilen ve ettiren. Keder veren. Acı ve acınacak haller.
müflis / مفلس
İflas etmiş.
(Arapça)
Sefil.
(Arapça)
muhabbet-i rahman / muhabbet-i rahmân
Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'a duyulan sevgi.
muhtaciyet
İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.
mükaşif / mükâşif
(Keşf. den) Mükâşefede bulunan.
mükerrir
Tekrar eden. Aynı şeyi bir sefer daha veya daha fazla tekrar eden.
Huk: Birden fazla suç işleyen.
muktezay-ı rahmet / muktezây-ı rahmet / مُقْتَضَايِ رَحْمَتْ
Bağışlama, şefkat etme, lutfetmenin gereği.
mün'im-i rahim / mün'im-i rahîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve gerçek nimet verici olan, Allah.
mürebbi-i rahim / mürebbî-i rahîm
Şefkat ve merhamet herbir varlık üzerinde görülen ve herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye eden Allah.
müşafehat
(Tekili: Müşafehe) (Şefe. den) Konuşmalar, dudak dudağa yakından konuşmalar.
müsaferet
(Sefer. den) Misafirlik.
Yolculuk, seyahat.
müsafir
Seferde ve muharebede olan. Yola çıkmış olan, yolcu. Yoldan gelen, başkasının evine gelmiş olan.
Fık: Onsekiz fersahtan uzak olan yerlere giden.
müsafirin / müsafirîn
(Tekili: Müsafir) (Sefer. den) Misafirler, konuklar. Yolcular.
müşfik / مشفق / مُشْفِقْ
Şefkatle seven. Acıyan, merhametli.
Şefkatli.
Şefkatli, merhametli, acıyan.
Şefkatli.
Şefkatli.
(Arapça)
Şefkatli.
müşfikane / müşfikâne
Şefkatle, merhametle. Müşfik olana lâyık surette.
(Farsça)
Şefkatli bir şekilde.
Şefkatlice, acıyıp severek.
müşfikkarane / müşfikkârâne
Şefkat edercesine.
müsta'tıf
(Atıfet. den) Sevgi ve şefkat isteyen.
müsta'tıfane / müsta'tıfâne
Şefkat istercesine, sevgi taleb edercesine.
(Farsça)
mustafa
Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek isimlerinden biri. Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette vardır zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâsı, Adı güzel kendi güzel Muhammed.
mustalık gazası
Benî Mustalık gazasına Müreysî gazası da denilir. Benî Mustalık, Huzaa'nın bir şubesidir. Müreysî de bunların bir kuyusudur. Benî Mustalık, Resul-i Ekrem'le harb etmek üzere bu kuyu başında toplandıkları için bu sefer bu isimle anılır. Çeşitli râviler, bu gazanın hicrî dört veya beş veya altıncı sen
müsteşfi'
Bağışlanmasını dileyen, affını isteyen. Şefaat için yalvaran.
müsteşfiane / müsteşfiâne
Şefaat dilercesine.
(Farsça)
mutasavvıfa-i mütefelsife
Felsefeyle ilgilenen ve etkisinde kalan tasavvufçular.
müteattıf
(Atf. dan) şefkat eden, bağışlayan, esirgeyen.
müteattıfane / müteattıfâne
Şefkat göstererek, bağışlayarak, esirgeyerek.
(Farsça)
müteessif
Sevmemiş, hoşlanmamış. Elem ve keder etmiş.
Eseflenen, teessüf eden, kederlenen.
Esef duyan; üzülen.
müteessifane / müteessifâne / متأسفانه
Eseflenerek, üzülerek.
Eseflenerek, kederlenerek.
(Farsça)
Üzgün, esefli.
(Arapça - Farsça)
mütefelsif / مُتَفَلْسِفْ
(Mütefelsef) Filozoflaşmış. Felsefe ile aklını karıştırmış.
Felsefe ile uğraşmış olan, filozoflaşmış.
Filozoflaşmış, felsefe ile fikri bulanmış.
Felsefe yapan.
müteseffil
(Çoğulu: Müteseffilîn) Sefil ve aşağı olan, bayağılaşan.
müteseffilin / müteseffilîn
(Tekili: Müteseffil) Sefilleşenler, aşağılık olanlar.
nakia
(Çoğulu: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek.
Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun.
Damat için hazırlanan yemek.
Ziyafet.
nakliyat-ı askeriye
Askerî kıt'aların; top, tüfek, cephane, teçhizat ve levazımatı ve her türlü seferî ihtiyaçlarıyla birlikte bir yerden kaldırıp başka bir yere gönderilmesi, nakledilmesi. Askerî nakliyat.
nakş-ı şefkat
Şefkatin nakşı.
namus-u şefkat
Şefkat kanunu.
nar
(Çoğulu: Niran, envar, niyere, niyâr) Ateş. Cehennem.
Bir meyve adı.
Mc: Allahın gadabı.
Yakıcı, azab verici her şey. Şer. Dalâlet. Sefâhet.
nazar-ı rahmet
Şefkat ve merhametlice bakış.
nazar-ı şefkat
Şefkatli bakış.
nefir / nefîr
Cemaat, topluluk.
Harp için seferber olan cemaat.
Topluluk, cemaat, savaş için seferber olan topluluk.
nezale
Sefillik.
Hasislik.
nim-şeffaf
Yarı şeffaf.
nur-u rahmani / nur-u rahmânî
Rahmet ve şefkati bütün varlıkları kaplayan Allah'ın nuru.
paskal
Hristiyanlıkta dindarlığı ile beraber fizik, edebiyat, hesap, hendese ve felsefede (Milâdi 17. asırda) büyük bir âlim olarak tanınmıştır.
(Fransızca)
posta
İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi.
Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri.
Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta.
Takım, kol.
Hizmet nöbetinde bulunan er.
Sefer.
pozitivizm
Fls: Hakikatın yalnız tecrübe ve müşahede ile vakıalara istinaden tam olarak bilineceği iddiasında olan felsefe sistemi.
(Fransızca)
Gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceği görüşünü savunan felsefî doktrin.
Gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe.
pür-rahm ü şefkat
Çok şefkatli ve merhametli.
rabb-i rahim / rabb-i rahîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rabb-i rahim ve kerim / rabb-i rahîm ve kerîm
Sonsuz cömertlik, şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.
rahim / râhim
(Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)
Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
rahim-i hakim / rahîm-i hakîm
Herşeyi hikmetle yapan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
rahim-i kerim / rahîm-i kerîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve sınırsız bir cömertliği olan.
rahim-i mutlak / rahîm-i mutlak
Sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.
rahim-i sermedi / rahîm-i sermedî
Varlığı sürekli olan ve yarattığı varlıklara sonsuz merhameti ve şefkatiyle davranan Allah.
rahimane
Şefkat ederek, acıyarak. Merhamet ve rahmet ile Cenab-ı Hakk'a yakışır tarzda.
rahimin / rahimîn
(Rahîmûn) Merhametliler, acıyıp esirgeyenler, rahmet edenler, şefkat edenler.
rahimiyet / rahîmiyet
Allah'ın herbir varlık üzerinde yansıyan şefkat ve merhamet ediciliği.
rahimiyet-i ilahiye / rahîmiyet-i ilâhiye
Allah'ın şefkat ve merhameti.
rahimiyet-i rabbaniye / rahîmiyet-i rabbâniye
Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın herbir varlığa şefkat ve merhameti.
rahm
Acıma, koruma, esirgeme, şefkat etmek.
Hısımlık, karabet, akrabalık.
rahm ü şefkat
Merhamet ve şefkat etmek.
rahman / rahmân
Çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
rahman-ı rahim / rahmân-ı rahîm / رَحْمٰنِ رَح۪يمْ
Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah.
Çokça merhamet ve şefkat eden (Allah).
rahmanane / rahmânâne
Allah'ın yarattığı varlıkları esirgeyip koruyarak, rahmetiyle muamele etmesi ve şefkatle idare etmesi.
rahmaniyet-i ilahiye / rahmâniyet-i ilâhiye
Allah'ın merhamet ve şefkat edicilik vasfı.
rahmanü'r-rahim / rahmânü'r-rahîm
Bütün varlıklara rahmet ve şefkat gösteren ve herbir varlığa özel rahmet tecellîsi olan Allah.
rahmanürrahim / rahmânürrahîm
Bütün her şeye ve herbir varlığa, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah.
rahmet / رحمت / رَحْمَتْ
Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek.
Mc: Yağmur.
Acıma, esirgeme, şefkat.
Şefkat.
Bağışlama, şefkat etme, lutfetme.
Esirgeme, bağışlama, şefkat etme.
rahmet ve inayet-i ilahiye / rahmet ve inayet-i ilâhiye
Allah'ın rahmet, şefkati ve yardımı.
rahmet-i bakiye / rahmet-i bâkiye
Devamlı olan şefkat ve merhamet.
rahmet-i ebediye
Allah'ın sonsuz şefkati.
rahmet-i hassa / rahmet-i hâssa
Allah'ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati.
rahmet-i ilahi / rahmet-i ilâhî
Allah'ın rahmeti, şefkat ve merhameti.
rahmet-i rabbaniye / rahmet-i rabbâniye
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın merhamet ve şefkati.
rahmet-i sübhani / rahmet-i sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten yüce ve uzak olan Allah'ın rahmeti, merhamet ve şefkati.
rahmet-i vasia-i külliye / rahmet-i vâsia-i külliye
Herşeyi kuşatan geniş İlâhî şefkat ve merhamet.
rahmetli
Şefkatli.
rakik
(Rikkat. den) Yufka yürekli, ince merhamet ve şefkat sahibi olan.
Köle, câriye.
rasyonalizm
Aklı tek ölçü kabul eden sapkın felsefe.
Fls: Akliyecilik. Her şeyin yalnız akıl ile bilinebileceğini iddia eden bir felsefi görüş.
(Fransızca)
Akılcılık, aklı ön plânda tutan bir felsefî akım.
rauf
Herbir canlıya hususî şefkat ve ihsanı çok olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Zât, Allah.
ravh
Rahatlık. Rahmet ve kolaylık.
Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa.
Koklamak.
re'fe
Esirgemek, korumak. Acımak. Şefkat etmek.
re'fet
Merhamet, şefkat.
realizm
Umumi fikirleri birer hakikat sayan felsefi görüş. Hadiseleri olduğu gibi anlatma ve gösterme gayesi güden san'at çığırı, fikri.
Gerçekçilik felsefesi.
refet
Esirgeme, koruma, acıma, şefkat etme.
resul-i rahman / resul-i rahmân
Rahmet ve şefkati bütün varlıkları kaplayan Allah'ın elçisi, Hz. Muhammed (a.s.m.).
rezzak-ı rahim / rezzâk-ı rahîm
Bütün varlıkların rızıklarını devamlı veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.
rikkat-i cinsiye
Cinsi şefkat. İnsanın kendi cinsinden olana acıması.
ruhsat
(Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
Genişlik.
Kolaylık.
Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
sadef
Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
şafi' / şâfi' / شافع
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
Şefaatçi.
(Arapça)
safil
Sefil olan, düşük ahlâklı ve karaktersiz.
safilin / safilîn
Alçaklar, aşağılar, sefiller. Allah'tan (C.C.) uzak olanlar.
Aşağı taraflar.
safir
(Sefir) Sefere çıkan.
Elçi.
Kâtib.
salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî
(Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye
sani-i rahim / sâni-i rahîm
Özel şefkat ve merhamet tecellîsi olan, herşeyi san'atla yaratan Allah.
sani-i rahman / sâni-i rahmân
Sonsuz şefkatiyle yaratıklarını esirgeyip rızıklandıran ve herşeyi mükemmel birşekilde san'atlı olarak yaratan Allah.
şayan-ı merhamet ve şefkat / şâyân-ı merhamet ve şefkat
Şefkat ve merhamete lâyık.
şayife
Dişleri fazla olan kimse. (Müe: şefvâ)
sebükser
(Çoğulu: Sebükserân) Hafif düşünceli.
(Farsça)
Sefih, aşağılık.
(Farsça)
şef'
Çift.
Kurban bayramı günü.
Namazların her iki rek'atı demektir. Dört rek'atlı bir namazın evvelki iki rek'atında Şef'-i evvel, diğer iki rek'atına da Şef'-i Sâni denilir. Üç rek'atlı namazın üçüncü rek'atı da Şef'i sâni'dendir.
şefaat
Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
şefaat-i kübra
Büyük şefaat; günahlarımızın bağışlanması için Peygamber Efendimizin aracılık etmesi.
şefaat-i nebeviye / şefâat-i nebeviye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) şefaati, af için Allah'a niyazda bulunması.
şefaatkarane / şefaatkârâne
Şefaat edercesine.
şefaceref
(Şefâcürf) Yar üstü. Uçurum kenarı.
şefafet
Şeffaflık, saydamlık, şeffaf olma.
sefahat / sefâhat / سفاحت
Sefihlik, zevk ve eğlence düşkünlüğü.
(Arapça)
sefahet
(Sefeh) Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.
sefain
(Tekili: Sefine) Gemiler.
şefakat / شفقت
Şefkat, acıyarak şefkatle sevmek. Karşılık istemeden merhamet edip acımak, sevmek.
Şefkat.
(Arapça)
şefakat-ı übüvvet
Babalık şefkati.
sefalet / sefâlet / سفالت
Fakirlik, yoksulluk. Fakirlikten gelen sıkıntı. Sefillik.
Sefillik.
(Arapça)
sefalethane / sefâlethâne
Sefalet yeri, düşkünlük evi.
sefaret
Sefirlik, elçilik.
Sefirlik, elçilik.
sefarethane
Sefirlik, elçilik. Elçilik konağı.
(Farsça)
sefaric
(Tekili: Sefercel) Ayvalar.
sefasif
(Tekili: Sefsâf) Yerden toz kaldırarak esen rüzgârlar.
seferber
Harbe hazırlık hali.
(Farsça)
Sefere hazırlık içinde olan asker ve bu askerin durumu.
(Farsça)
Sefere hazırlık.
sefercel
(Çoğulu: Sefâric) Ayva.
seferi / seferî
Seferde olma hali. Harbe ait, muharebe ile alâkalı.
Namazı kısaltmak veya oruç tutmak gibi sefere ait bir hâlde bulunmak. Fık: Ortalama 90 km. lik bir mesafeyi veya daha fazlasını giden seferi (müsafir) sayılır. Zıddı mukimdir.
Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.
Seferde olma hâli.
şefevat
(Tekili: şefe) Dudaklar.
Kenarlar.
şefevi / şefevî
(Şefeviye) Dudağa ait. Dudakla alâkalı.
şeffafat / şeffâfât
Şeffaf ve saydam şeyler.
şeffafe / şeffâfe
Şeffat, berrak, açık, saydam.
şeffafiyet / şeffâfiyet
Şeffaflık, saydamlık.
seffak
(Sefk. den) Kan döken, kan dökücü.
seffud
(Çoğulu: Sefafid) Kebap pişirilen demir.
şefi / şefî
Şefaatçı.
Şefaat eden; af için aracılık eden.
şefi' / şefî' / شفيع / شَف۪يعْ
Şefaatçi.
Şefaatçı. Suçların affı için yardım eden.
Şefaat eden.
Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan.
Şefaatçi, şefaat eden.
(Arapça)
Af için vesîle olan, şefâatçi.
şefi'-ül müznibin / şefi'-ül müznibîn
Günahkârların şefaatçısı Hazret-i Muhammed. (A.S.M.)
şefi'-ül ümem
Ümmetlerin şefaatçısı Hz. Muhammed (A.S.M.)
şefi-i ruz-i ceza / şefî-i rûz-i cezâ
"Cezâ gününün yâni kıyâmet gününün şefâat edicisi" mânâsına Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm.
Herkesin yaptığı tüm amellerin karşılığını alacağı mahşer gününde, mü'minlere şefaat edecek olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
sefih / sefîh
Zevk ve eğlenceye düşkün. Sefahete düşmüş. Malını düşünmeden harcayan.
Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
sefihane / sefîhane
Sefihce, zevkine düşkün biri gibi, düşüncesizce.
sefik
(Çoğulu: Sefâsik) Katı, şiddetli, şedid.
Sık dokunmuş bez.
şefik / şefîk / شفيق
Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Şefkatli.
Şefkatli, merhamet eden ve esirgeyen Allah.
Müşfik, şefkatli.
(Arapça)
şefik-i habib
Sevgili Şefik.
şefika
(Bak: ŞEFİK)
şefikane / şefikâne / şefîkane
Merhametlice, acıyarak. Acımak suretiyle. şefkat ederek.
(Farsça)
Şefkatlice.
Şefkatlice, merhametli olarak.
sefil / sefîl / سَفيِلْ
Sefalet çeken, muhtaçlık içinde olan. Çok sıkıntıda bulunan.
Uslu huy sahibi.
Sefâlet çeken, fakir.
sefine-i rahmani / sefine-i rahmânî
Allah'ın sonsuz şefkatinin sergilendiği gemi.
şefiu'l-mahşer / şefîu'l-mahşer
Mahşer günü şefaat edecek olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
şefiu'l-müznibin / şefîu'l-müznibîn
Allah'ın izniyle günahkârlara şefaatçi olacak olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
şefiü'l-müznibinin varisi / şefiü'l-müznibînin vârisi
Âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mirasçısı.
şefiülmüznibin
Günah işleyenlerin şefaatçısı.
şefkat-i akraba
Akrabaya karşı duyulan şefkat.
şefkat-ı cinsiye
Kendi cinsine olan şefkat.
şefkat-i cinsiye
Kendi cinsine olan şefkat.
şefkat-i ferzendane / şefkat-i ferzendâne
Evlâda yakışır sûrette şefkat gösterme.
şefkat-ı fıtriye
Yaratılıştan var olan şefkat duygusu.
şefkat-i ilahiye / şefkat-i ilâhiye
Allah'ın şefkati.
şefkat-i imaniye / şefkat-i imâniye
İmandan gelen ve başkalarına karşı beslenen şefkat ve merhamet.
şefkat-i insaniye
İnsanın şefkati.
şefkat-i mukaddese
Bütün çirkinliklerden uzak bir şefkat.
şefkat-i nev'iye
İnsanın kendi cinsinden olana şefkat etmesi.
şefkat-i neviye
Kendi nevinden olana duyulan şefkat, acıma.
şefkat-i pederane / şefkat-i pederâne
Baba şefkati gibi.
şefkat-i rahimane / şefkat-i rahîmâne
Çok mükemmel bir şefkat ve merhamet duygusu.
şefkat-i rububiyet / şefkat-i rubûbiyet
Herşeyi idare ve terbiye eden Allah'ın şefkati.
Herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın şefkati.
şefkat-i uluhiyet / şefkat-i ulûhiyet
İlâhlık şefkati.
şefkat-i valide
Anne şefkati.
şefkaten
Şefkatten dolayı, şefkat bakımından.
Şefkat açısından.
şefkatkar / şefkatkâr
Şefkatli.
Şefkatli.
şefkatkarane / şefkatkârâne
Şefkat edercesine.
Şefkatli bir şekilde.
şefkatname
Şefkatli yazılmış mektup.
şefkatperver / شَفْقَتْپَرْوَرْ
Şefkat etmeyi seven.
Şefkat etmeyi seven.
Şefkat sever.
şefkatperverane / şefkatperverâne
Şefkat etmeyi severcesine, severek.
Çok şefkatli ve merhametli bir şekilde.
sefsaf
(Çoğulu: Sefâsif) Alçak, kemter şey, hakir iş.
Un elerken elekten kalkan toz.
şeft-alu / şeft-alû
Yarık erik. Şeftali.
(Farsça)
şeftalu / şeftâlû / شفتالو
Şeftali.
(Farsça)
semavat-ı latife / semâvât-ı lâtife
Lâtif, şeffaf gökler.
septisizm
Fls: Müsbet veya menfi hiçbir kat'i hükme varamıyan ve dâim şüphe içinde olmayı kabul eden sapık felsefe sistemi. Şüphecilik.
(Fransızca)
Şüphecilik felsefesi, kararsızlık.
seyh
Yere batmak.
Sefer.
Akarsu.
Dikilmiş aba.
Atâ etmek, hediye vermek.
Çizgili elbise.
seyyalat-ı latife / seyyâlât-ı lâtife
Çok şeffaf ve akıcı olan şeyler.
sıbğa-i rahmaniye / sıbğa-i rahmâniye
Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah'ın boyası.
şiddet-i şefkat
Aşırı şefkat.
şiddet-i şefkat ve rikkat
Çok güçlü şefkat ve acıma duygusu.
şifah
(Tekili: Şefe) Dudaklar.
sifar
Deveye burunduruk yapılan demir.
Sefer. Islâh, düzeltme.
Misafirlik.
şife
(Bak: Şefe)
sifne
(Bak: SEFNE)
sifsir
(Çoğulu: Sefâsir-Sefâsire) Simsar. Bir şeyi alıp satan.
Zarif, zerâfetli.
Hizmetçi, hâdim.
Tabi, itaat eden, uyan.
sikke-i kübra-yı rahmaniyet / sikke-i kübrâ-yı rahmâniyet
Allah'ın sonsuz şefkatinin en büyük damgası.
silsile-i felsefe
Felsefe zinciri.
silsile-i felsefe ve hikmet
Hikmet ve felsefe zinciri.
sipahi
Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ed
sırr-ı şefkat
Şefkatin içinde gizli olan sır.
skolastik
Orta Çağda Hıristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre verilen felsefî fikirler.
sofestai / sofestaî / sofestâî / سُوفَسْطَائ۪ي
(Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar
Şüpheci; herşeyi, hattâ kendisini dahi inkâr eden, olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan daima şüphe içinde kalmayı esas alan bir felsefi zihniyet ve tutum sahibi, septik.
Olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan kuşkucu felsefeci.
Varlıkları inkâr eden felsefeci.
sôfistaiyye / sôfistâiyye
Mîlâddan önce beşinci asırda Yunanistan'da ortaya çıkan felsefî bozuk bir fırka, topluluk.
sofizm
Hakikatı tanımayan şüpheci filozofların felsefesi.
sofra-i rahman / sofra-i rahmân
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.
sofra-i rahmanü'r-rahim / sofra-i rahmânü'r-rahîm
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.
şüf'a
Başkasına satılmış olan bir mülkü, satış değeri ile satın almak hakkı. Bu hakka mâlik olan kimseye şefî' denir.
şüfea / şüfeâ / شفعا
Şefaatçılar.
(Arapça)
şüfea'
(Tekili: Şefi') Şefaatçiler. Şefaat edenler, bir suçun bağışlanması için aracılık yapanlar.
süfeha / süfehâ / سفها
(Tekili: Sefih) Sefihler. İçkici, müsrif ve günahkâr kimseler.
Sefihler, kıt akıllılar, günahkârlar.
Sefihler, günahkâr kimseler, ahmaklar.
Alçaklar, sefihler.
(Arapça)
süfela
(Tekili: Sefil) Sefiller.
süfera
(Tekili: Sefir) Sefirler, elçiler.
süfera-yi ecnebiye
Yabancı devlet sefirleri. Yabancı devlet elçileri.
sufun
(Tekili: Süfun) (Sefine) Sefineler. Gemiler.
süfyani / süfyanî
Süfyan'dan olan, Süfyan'a mensub, Süfyan'a müteallik. Zübdet-ül Buharî Tercemesine göre, Süfyanî: Müslümanlara kötülük eden, sefil, kötü, alçak olan kimse demektir.
ta'tif
Şefkat uyandırmak. Acındırmak.
ta'til
Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
Kesmek.
Muattal bırakmak.
Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.
taattuf
(Atıf. dan) Acıma, şefkat gösterme.
Verme.
Esirgeme.
tabii felsefe / tabiî felsefe
Tabiatçı, materyalist felsefe; herşeyin tabiatın tesiriyle olduğunu savunan felsefî görüş.
taglis
Fık: Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunanlar için o günün Sabah Namazını fecri müteakib daha ortalık karanlık iken kılmak. (Bu çok efdaldir)
Bir işi üzerine almak.
Sabah karanlığında sefer etmek.
tahaf
İnce ve şeffaf bulut.
tahannün / تَحَنُّنْ
Çok istekle sızlanma.
Şefkat etme.
Meyl ve muhabbet.
Şefkat etme.
Şefkat etme.
tahavvüs
Bahadırlık, kahramanlık.
Sefer niyyetiyle bir yerde durmak.
taltif-i rahmet
Şefkat ve merhametin lütfetmesi, iyilik ve güzellikle muamele etmesi.
tarik-i acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür / tarîk-i acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür
Acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu.
tatil
Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.
teattuf
Esirgemek. Merhamet etmek. Şefkat göstermek.
Ulaşmak. İttisal etmek.
Eğilip bükülmek.
teatuf
Birbirine şefkat, muhabbet ve sevgi göstermek.
Birbirine bağlanma.
tebrik
Gözlerini dike dike bir yere bakmak.
Günaha girmek.
Uzak bir yere sefer etmek.
Çetinlik, zorluk sebebi ile yorulmak.
Kadının süslenip püslenmesi.
Evi ziynetleyip süslemek.
tedlis
Yumuşatmak. Bir şeyi mülâyim ve kaygan yapmak.
İnciyi şeffaf etmek.
teessüf
Eseflenmek. Kederlenmek.
Beğenmemek ve râzı olmadığını ifade etmek.
Eseflenme, üzülme.
tefelsüf / تفلسف
Filozoflaşma, felsefe yapma.
Felsefe yapma.
(Arapça)
tentene
Tül gibi, ince ve şeffaf.
tenteneli
Tül gibi, ince ve şeffaf.
terahhum
Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.
Şefkat ve merhamet gösterme.
terahhumat
Şefkat ve marhamet göstermeler.
terefrüf
Titremek.
şefkat göstermek.
terehhum
Merhamet ve şefkat etme.
terehhumat / terehhumât
Merhametler, şefkat ifadeleri.
terk-i hükmi / terk-i hükmî
Dünyâyı hükmen terk etmek, (terk etmiş sayılmak) yâni her işte İslâmiyet'e uymak. Meselâ zekâtı İslâmiyet'in gösterdiği yere seve seve vermek, komşu, akrabâ, fakir ve ödünç istiyenin hakkını gözetmek ve başkalarının hakkına tecâvüz etmemek (saldırmam ak) ve malı zevk ve sefâya, eğlenceye vermemek.
teşebbüh-ü bi'l-vacib / teşebbüh-ü bi'l-vâcib
Cenâb-ı Hakka benzemek mânâsında felsefi ifade.
teseffüh
Sefihleşme.
Mütegayyer olmak, değişmek.
Akılsızlık etmek.
teşfi'
Şefaat etmek, affı için sebep olmak.
tesfih
(Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek.
Sefihlikle itham etme, ahmak ve cahil sayma.
Sefih görme, kıt akıllı sayma, eğlence düşkünü olarak tanıma.
tesfil
(Çoğulu: Tesfilât) (Süfl. den). Aşağılaştırma, sefilleştirme, bayağılaştırma.
tesfir
(Sefer. den) Yolcu etme, yola çıkarma, sefere gönderme.
teşrihat-ı hikemiye
Hikmet ve felsefe nazarıyla yapılan araştırma, açıklama.
tetkikat-ı felsefe
Felsefenin inceleme ve araştırmaları.
teveccüh
Yönelme.
Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velîni
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
tilmiz-i avrupa
Avrupa öğrencisi; Batı felsefesinden ders alan, hayata bu gözle bakan öğrenci.
tuni
Sefih, alçak, rezil.
(Farsça)
Külhanbeyi.
(Farsça)
Hırsız.
(Farsça)
ukul-u aşere
On akıl; eski bir felsefî iddiaya göre kâinatı on aklın idare etmesi.
ukul-ü aşere / ukûl-ü aşere
Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah'ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllar.
Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl (Onlara göre birinci akıl Allah'ın yarattığı akıldır, diğerleri ise, her biri, sırasıyla bir sonrasını türetmiştir.).
ulum-u akliye ve felsefiye / ulûm-u akliye ve felsefiye
Felsefi ve aklî ilimler.
ulum-u felsefe / ulûm-u felsefe
Felsefî ilimler.
ulum-u felsefi / ulûm-u felsefi
Felsefî ilimler.
unsur-u kesif / unsur-u kesîf / عُنْصُرُ كَثِيفْ
Şeffaf olmayan, katı, yoğun madde.
utufet / utûfet / عطوفت
Nezaket, lütuf. şefkat.
Şefkat.
(Arapça)
va
"Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.
va esefa
Vah, esefler olsun! Eyvah, çok yazık!
va esefa, va hasreta / vâ esefâ, vâ hasretâ
"Esefler olsun/yazıklar olsun" anlamında bir ifade.
vaesefa / vâesefa / vâesefâ
Esefler olsun, yazık!
Esefler olsun.
vahdetü'l-mevcud
"Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.
vedud / vedûd
Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)
Kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah.
Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.
ya rahim / yâ rahîm
Ey rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
ya vedud / yâ vedûd
Ey kullarını çok seven ve şefkat eden, kendisine çok sevgi beslenen Allah.
yavuz sultan selim
(Hi: 875-926) Osmanlı Padişahlarından dokuzuncusudur. Sultan Süleyman Han'ın babası, 2. Bayezid Han'ın oğludur.Azim ve sebat örneği olan ve memleket mes'elelerinde en küçük kusurları bile afvedemiyen Yavuz Selim, Çaldıran seferine çıkmıştı. Uzun müddet seferde olan askerleri bir gün padişahın çadırı
yekrişte
Uygun, muvafık, yaraşır.
(Farsça)
Şefkatli.
(Farsça)
yeni hikmet
Yeni felsefe, çağdaş bilim.
yoga
Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.
yolcu
Yola çıkan, konuk, seferî kimse.
zaim
(Zeâmet. den) Zeâmet sahibi. Kefil.
Prens. Şef, lider.
zat-ı rahim / zât-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat merhamet sahibi Zât; Allah.
zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm
Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
zat-ı rahmanü'r-rahim / zât-ı rahmânü'r-rahîm
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Zât, Allah.
zeri'
Araya giren, şefaat edici.
zerre-i şeffafe / zerre-i şeffâfe
Şeffaf ve saydam zerre, ayna gibi yansıtma özelliği olan küçük maddeler.
zındıka-i felsefe
Felsefe dinsizliği, felsefeden gelen inkârcılık.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
acled
nazar-endaz
müteessir etme
Inkar
hiss-i kablelvuku
didar
hüccetullah
ışık
Nahve
Mukaddime
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
şef
sayılan
Hasena
ışık
gāî
esbab-ı cefasın
Şikiş
Inkar
nefs-i emmâre
cevher-i