REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te İtma ifadesini içeren 171 kelime bulundu...

abr

  • Rüya tabir etmek. Düş yormak.
  • Yaş akıtmak. Sudan veya başka yerden geçmek.
  • Söylemeden bir şeyi düşünmek.

anofel

  • yun. Sıtma mikrobunu taşıyan ve aşılayan sivrisinek.

ark

  • Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark.

arra'

  • Sıtma tutmak, titremek.

arv

  • Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
  • İş için birinin yanına varma.
  • Yemişsiz bir çeşit ağaç.

ba'seret

  • Dikkatle teftiş etme.
  • Keşif ve istihrac etme.
  • Perâkende edip dağıtma.
  • İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma.
  • Meydana çıkma.
  • Kirli leke.

bahş-ı kalenderi / bahş-ı kalenderî

  • Cömertçe ihsan yapma, dağıtma.

bahsere

  • Dağıtma.
  • Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
  • Kesilerek tane tane olma.

bedmesti / bedmestî / بدمستى

  • İçip içip dağıtma. (Farsça)

bedmestlik

  • İçip içip dağıtma. (Farsça - Türkçe)
  • Bedmestlik etmek: İçip için dağıtmak. (Farsça - Türkçe)

büdd

  • Uzaklaşma. Birbirinden uzak düşme.
  • Perâkende etmek, dağıtmak. Put, sanem.
  • Firak.
  • Tâkat, kudret.

bürda

  • Tıb: Sıtma hastalığı.

cilve / جلوه

  • Görünme. (Arapça)
  • Kırıtma. (Arapça)

dıkk

  • Yufka gibi ince olan şey.
  • Bir nevi sıtma.

ehl-i ihtisas

  • İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar.

ekolali

  • yun. Psk: Sesleri taklit etme, yansıtma. Çocuk dünyaya geldiği zaman çevresinde konuşulan dilin seslerini çıkaramaz. Kendine mahsus sesleri çıkarır. Çevrede konuşulan dilleri dinleye dinleye çevredeki sesleri taklid etmeye başlar, bu taklid edebildiği sesleri sık sık tekrar eder. Meselâ: ba, ba, ba

erga

  • (Ergav) : Irmak, dere, çay, nehir, akarsu. (Farsça)
  • Su akıtmak için açılan yol, ark. (Farsça)

fazz

  • Kırmak. Dağıtmak.
  • Fethetmek, açmak.

fers

  • Dağıtmak. Saçmak.
  • Ciğer parçalamak.
  • Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak.
  • Atın pisliği. Fışkı.

feşg

  • Dağıtmak.
  • Vurmak.

fesh

  • Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma.

fida

  • Dağıtmak.
  • Atâ etmek. Hediye veya bahşiş olarak vermek.
  • Bedel vermek.

gabb

  • Sıtmanın gün aşırı tutması.

gasl

  • Yıkama. Gusül. Şartlarına uygun şeklide boy abdesti almak.
  • Birisini döğüp vücudunu acıtmak.

gümrahi / gümrahî

  • Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma. (Farsça)

gunc

  • Eda, naz, kırıtma, cilve.

gurre / غره

  • Arap aylarının ilk günü. (Arapça)
  • Akıtma. (Arapça)

harfi / harfî

  • Harfe âit.
  • Sahibi tanıtmak için olan.
  • Başkasının mânası için yazılan.

hasaret

  • Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek.

haşir ve neşir / حَشِرْ وَ نَشْرِ

  • Ölüleri dirilterek toplama ve amel defterlerine göre hak ettikleri yerlere dağıtma.

hemr

  • Su dökmek.
  • Göz yaşı akıtmak.
  • Süt sağmak.
  • Atâ etmek, hediye vermek.

hisab

  • Hesap, saymak, aritmatik.

humevi / humevî

  • Tıb : Sıtmaya ait.

humma

  • Ateşli hastalık. Sıtma.

hümma

  • (Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
  • Nöbetli hastalık.
  • Sıtma.

humma / hummâ / حما

  • Nöbet, ateş nöbeti. (Arapça)
  • Sıtma. (Arapça)

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

husr

  • Zarar.
  • Ele avuca girmemek.
  • Dalâlete gitmek.
  • Noksan.
  • Sapıtmak.

ibsas

  • Sırrı açıklama.
  • Yayma, dağıtma.

ica'

  • (Veca. dan) Ağrıtma, veca verme.

icra

  • Bir işi yürütmek.
  • Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme.
  • Vekil göndermek.
  • Mahkeme kararını yerine getirmek.
  • Suyu akıtmak.
  • Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.

iddifa'

  • Isınma, ısıtma.

idfa'

  • Soğuktan sakınıp giyinmek.
  • Isıtmak.

idla'

  • Delil gösterme.
  • Kovayı suya sarkıtmak.

ıdlal / ıdlâl

  • Saptırma, azıtma.

idlal / idlâl

  • Dalâlete sokma, sapıtma.

idrar

  • Sidik. Bevl.
  • Çokça akıtmak.
  • Devamlı vermek.

ifaza

  • (Feyz. den) Bereketlendirmek. Feyz vermek. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp yayılmak.

ifrag

  • Bir halden başka bir hale sokma. Kalıba dökmek. Şekil vermek.
  • Boşaltmak. Akıtmak. Dökmek. Câri kılmak.

ihrak

  • Akıtma, dökme.

ihrak-ı dümu'

  • Gözyaşı akıtma, ağlama.

imrar

  • Geçirmek. Mürur ettirmek.
  • İpi sağlam bükmek.
  • Acıtmak. Acı olmak.

ingıva

  • Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.

ıraka / ırâka

  • Akıtma.

iraka

  • Dökmek, akıtmak.

ıraka-i dem / ırâka-i dem

  • Kan akıtma.

iraka-i dem

  • Kan akıtmak. İnsan öldürmek.

irfal

  • Elleri sallıyarak yürüme.
  • Eteği sarkıtma.

irha'

  • Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme.
  • Dilmek, dilim dilim etmek.

irsad

  • Gözetlemek.
  • Hâzır ve âmâde eylemek.
  • Mükâfat vermek.
  • Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)

iş'a'

  • Güneş, ışığını dağıtma. Şuâlanma.

isaka

  • Akıtma.
  • Arkadan sürme. Sevk etme.

isale / isâle / اساله

  • Akıtmak, dökmek.
  • Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek.
  • Akıtma.
  • Akıtma. (Arapça)

ishan

  • Isıtma, ısıtılma.
  • Kızdırma veya kızdırılma.

israf / isrâf

  • Malı, İslâmiyet'in ve mürüvvetin uygun görmediği yâni lüzumsuz, fâidesiz yerlere dağıtmak.

iştat

  • Dağıtma veya dağıtılma.

istıktar

  • Damla damla akıtma, damlatma.

istiktar

  • (Katr. den) Damıtma. Damla damla akıtma.

itmam / itmâm / اتمام

  • Tamamlama, bitirme. (Arapça)
  • İtmâm edilmek: Tamamlanmak, bitirilmek. (Arapça)
  • İtmâm etmek: Tamamlamak, bitirmek. (Arapça)

iz'aç / iz'âç

  • Rahatsız etme, can sıkma, baş ağrıtma.

ızaet

  • Parlatmak. Işıtmak. Işıklı olmak. Aydınlık etmek.

kalori

  • Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
  • Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.

kaş'

  • (Kış') Şaşkın ve ahmak adam. Zayıf adam.
  • Açmak.
  • Gidermek. Dağıtmak.
  • Kuru deri. Deriden olan çadır.
  • Hamam pisliği.
  • Deriden yapılmış döşek.
  • Balgam.

kerkere

  • Tavuğa çağırmak.
  • Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.

kinin

  • Ateşli hastalıkların ve özellikle sıtmanın tedavisinde kullanılan bir tür bitki.

kitman / kitmân / كتمان

  • Sır saklama, ketumluk. (Arapça)
  • Kitmân etmek: Saklamak. (Arapça)

külhan

  • Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer. (Farsça)

kuvveden fiile çıkma

  • Potansiyel özellikleri dışa yansıtma, uygulama.

latt

  • (Çoğulu: Litât) Gerdanlık.
  • Lâzım olmak.
  • İnkâr etmek.
  • Sarkıtmak.
  • Örtmek.

mahmum

  • Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.

makes / معكس

  • Yansıma yeri. (Arapça)
  • Makes bulmak: Yansımak, yansıyacak yer bulmak. (Arapça)
  • Makes olmak: Yansıtmak, yansıma yeri olmak. (Arapça)

malarya

  • ing. Sıtma.

matmah-ı nazar

  • Hırsla, dikkati dağıtmadan bakılan, bakma.

meyl-i tahrip

  • Yıkma ve dağıtma eğilimi.

misyoner

  • Hıristiyanlığı neşre ve tanıtmağa çalışan kimse. (Fransızca)
  • Hıristiyanlığı tanıtmaya ve yaymaya çalışan kimse.

mütenekkiren

  • Kıyafet değiştirip kendini tanıtmayarak.

nafız

  • Çok titreten. Sıtma.

nafiz

  • Çok fazla titreten sıtma.

nakz

  • Bozmak. Çözmek. Kırmak.
  • Bir sözleşmeyi yok saymak.
  • Kalın bir şeridi çözüp dağıtmak.
  • Parmaklarda veya âzâda oynak yerler.
  • Kiriş.
  • Palan. Deri.

neks

  • Sözünden dönmek.
  • Bozmak. Çözmek.
  • Üzmek.
  • Dağıtmak.
  • Münhal ve muhtel olmak.

neşir

  • Dağıtma, yayma, herkese duyurma.

neşr

  • Âhirette, ölülerin diriltilip, hesâbları görüldükten sonra, cennetliklerin Cennet'e ve cehennemliklerin Cehennem'e dağılmaları.
  • Yayma, dağıtma.
  • Yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması.

nisar

  • Saçmak, dağıtmak.
  • İ'ta etmek. Vermek.

nüsur

  • (Tekili: Nesr) Nesirler, manzum olmayan yazılar. Dağıtmalar.
  • Çok çocuk doğuran kadın.

nüşur / nüşûr

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama
  • Yaymalar, dağıtmalar.

perakende

  • Dağınık. Dağıtma. (Farsça)
  • Azar azar yayılan veya satılan. (Farsça)

renf

  • (Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.

rib'

  • Sıtmanın bir gün tutup iki gün tutmaması ve dördüncü gün yine tutması.

ruhasa'

  • Sıtma teri.

ruhda'

  • Sıtma.

sa'saa

  • Perakende etmek, dağıtmak.

şa'va'

  • Perâkende, dağınık.
  • Dağıtmak.

sabb

  • Dökmek, akıtmak, boşaltmak. Dökülmek.
  • Aşık, tutkun.

şakul

  • (Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.

saky-ı ma / saky-ı mâ

  • Su dağıtma.

sav'

  • Perâkende etmek, dağıtmak, parça parça yapmak.

seab

  • (Çoğulu: Sâbân) Sel yolu. Su akıtmak mânasına mastar.

sebeb-i dalalet / sebeb-i dalâlet

  • Doğru yoldan sapıtma sebebi.

sebt

  • (Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
  • Boyun vurmak.
  • Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
  • Cumartesi günü.
  • Şaşırmak, hayrette kalmak.
  • Çok zeki, dâhiye.
  • Başı tıraş etmek.

sefk

  • Dökme, akıtma.
  • Kan dökme, kan akıtma.
  • Kan akıtma, kan dökme.

sefk-i dima / sefk-i dimâ

  • Kan dökmeler, akıtmalar.

sehavet / sehâvet

  • Cömert olmak. Parayı, malı hayırlı, iyi yerlere dağıtmaktan, lezzet almak.

seml

  • (c.: Esmâl) Sulh etmek, barışmak.
  • Göz çıkarmak.
  • Pâk edip temizleyip arıtmak.

şett

  • Dağınık olmak, târumar etmek, dağıtmak. Başka başka olmak.

sulfato

  • (Sulfata) Kinin. Sıtma hapı. (Fransızca)
  • Kinin, sıtma ilacı.

sulfato-misal / sulfato-misâl

  • Sulfato gibi; kınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit (kinin) gibi.

ta'rif / تعريف

  • (İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
  • Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
  • Gr: Bir ismi marife etmek.
  • Arafat'ta vakfe yapmak.
  • Tanıtma.

taarrüf

  • Kendini tanıtma.

taarrüf-ü rabbani / taarrüf-ü rabbânî / تَعَرُّفُ رَبَّان۪ي

  • Allahın kendini tanıtması.

taarrüfat / taarrüfât

  • Tanıtmalar, tanımalar.

tadlil

  • Doğru yoldan sapıtmak.
  • Azdırmak, ayartmak. Günah işletmek. Dalâlete saptırmak.

tahallüb

  • Sızma. Ter çıkarma.
  • Sütlenme. Süt peyda etme.
  • İmrendiğinden ağzının suyu akmak.
  • Pâre pâre etmek, dağıtmak, parçalamak.

taharüc

  • Tevzi etmek, dağıtmak.

tahmil

  • Yüklemek. Taşıtmak. Bir kimse üzerine bir işi bırakmak.

taktir / taktîr / تقطير

  • Damla damla akıtmak. Damlatmak. İnbikten çekmek.
  • Damıtma. (Arapça)

taktirat

  • Damla damla akıtmalar.

tandır

  • Ufak fırın.
  • Elleri ve ayakları ısıtmak için üstü kapalı küçük mangal.

tarif

  • Tanım, tanıtma.

tarife

  • Tanıtma yazısı.

tarifename

  • Tanıtma yazısı.

tarümar / târümâr / تارومار

  • Dağınık. (Farsça)
  • Perişan. (Farsça)
  • Târümâr etmek: (Farsça)
  • Dağıtmak, karıştırmak. (Farsça)
  • Perişan etmek. (Farsça)
  • Tarümâr olmak: (Farsça)
  • Dağılmak, karışmak. (Farsça)
  • Perişan olmak. (Farsça)

tasdi / tasdî

  • Rahatsız etme, baş ağrıtma.

tasdi' / tasdî' / تصدیع / تَصْد۪يعْ

  • Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak.
  • Yarmak.
  • Perâkende etmek, dağıtmak.
  • Baş ağrıtma, rahatsız etme. (Arapça)
  • Tasdî' etmek: Baş ağrıtmak, rahatsız etmek. (Arapça)
  • Baş ağrıtma, rahatsız etme.

tasfiye / تصفيه

  • Arıtma. (Arapça)
  • Temizleme. (Arapça)
  • Tasfiye edilmek: (Arapça)
  • Arıtılmak. (Arapça)
  • Temizlenmek. (Arapça)
  • Tasfiye etmek: (Arapça)
  • Arıtmak. (Arapça)
  • Temizlemek. (Arapça)

tavsiye

  • Vasiyet bırakma.
  • Ismarlama, sipâriş etme.
  • Birini iyi tanıtma. Öğütleme.
  • Vasiyet bırakma.
  • Ismarlama, sipariş etme.
  • Birini iyi tanıtma, işinin olmasını dileme.

teb / تب

  • Hararet. (Farsça)
  • Tıb: Sıtma. (Farsça)
  • Ateş, hastalık harareti. (Farsça)
  • Sıtma. (Farsça)

teb-zede

  • (Çoğulu: Teb-zedegân) Sıtmaya tutulmuş. (Farsça)

teblerze / تب لرزه

  • Sıtma nöbeti. (Farsça)

tebtit

  • Kesmek.
  • Dağıtmak.
  • Bitirmek.

tebzir / tebzîr

  • Boş yere malını sarf etmek.
  • Serpmek. Dağıtmak.
  • İsraf etmek, lâyık olmayan yere malını sarfetmek.
  • Malı, İslâmiyet'in ve aklın uygun görmediği yerlere dağıtma, isrâf.

tecmir

  • Buhur etmek.
  • Taş atmak.
  • Hapsetmek.
  • Aşağı sarkıtmamak.
  • Kadının saçını toplayıp bağlaması.

tedliye

  • Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
  • Şaşırma, dehşete düşme.
  • Delil ve vesika hazırlama.
  • (Akıl) gitmek.
  • Ahmak etmek, salaklaştırmak.

tefci'

  • (Çoğulu: Tefciât) Canını yakma, acıtıp ağrıtma. Dertli kılma.

tefcir

  • Yerden su kaynatıp akıtma.
  • Drenaj, oluk vs. gibi su yolları yaparak, bir yerde birikmiş olan suları akıtma işi.
  • Yarmak.

teharüc

  • Çıkışmak.
  • Tevzi etmek, dağıtmak.
  • Fık: Ortakların bir kısmı akar (para getiren mülk), bir kısmı arazi, bazısı da para üzerine yaptıkları anlaşma.

tekattu'

  • Tıb: Sıtma nöbetinin muntazam vakitlere ayrılması.

temessül etme

  • Benzeme, aynı görüntüyü yansıtma.

temzig

  • Ayırmak.
  • Dağıtmak.

tenahüd

  • Tevzi etmek, dağıtmak.
  • Hediye vermek, atâ etmek.

tenattu'

  • Çok arıtmak.
  • Ayırmak.

tenfiz

  • Silkmek.
  • Saçmak, dağıtmak.

tercil

  • Arıtmak.
  • Saçını tarayıp düzeltmek.

tersim

  • Resim ve görüntü olarak yansıtma.

teşbit

  • Dağıtmak, perâkende etmek.

teşdib

  • Arıtmak, temizlemek.
  • Tımar etmek.

teshin

  • Isıtmak, soğukluğunu gidermek.

teshinat / teshinât

  • (Tekili: Teshin) Isıtmalar, kızdırmalar.

teşrid

  • Ayırma, dağıtma. Dilim yapıp kesmek.
  • Nefyetme, kovalama.
  • Belâya atma. Ürkütüp kaçırma. Sevketme.
  • Birisinin ayıbını teşhir eylemek.

teştit

  • Dağıtma, dağıtılma. Perişan etme.

tesyil

  • Akıtma. Akıtılma. Sel gibi akıtılma.

tevzi / tevzî

  • Dağıtma.
  • Dağıtma, paylaştırma.

tevzi' / tevzî' / توزیع / تَوْز۪يعْ

  • Dağıtmak. Herkesin hisselerini ayırıp vermek. Pay ederek dağıtmak.
  • Dağıtım, dağıtma. (Arapça)
  • Tevzî' edilmek: Dağıtılmak. (Arapça)
  • Tevzî' etmek: Dağıtmak. (Arapça)
  • Dağıtma.

tevzi' etmek

  • Dağıtmak.

tevziat / tevziât / tevzîât / تَوْز۪يعَاتْ

  • Tevziler, dağıtmalar.
  • (Tekili: Tevzi') Tevziler, dağıtmalar.
  • Herkese payını vermeler.
  • Dağıtmalar.

udlul

  • Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.

urva

  • Sıtma. Sıtmaya tutulma.

va'k

  • Sıtma ve harareti.

vahz

  • Sivri bir şey batırarak acıtma.
  • Çimdikleme.
  • Isırma.
  • Sokma.

virat

  • Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak.

yehova şahidleri / yehova şâhidleri

  • Amerika Birleşik Devletleri'nde Ch. Şarl Russel tarafından 1872'de kurulan, 1931 senesinden sonra kendilerini bu adla tanıtmaya çalışan mezheb ve misyoner teşkîlâtına verilen ad.

zerre-i şeffafe / zerre-i şeffâfe

  • Şeffaf ve saydam zerre, ayna gibi yansıtma özelliği olan küçük maddeler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın