Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
üstün
ifadesini içeren
672
kelime bulundu...
ab-süvar
Su üstünde yüzen.
(Farsça)
Sudaki kabarcık.
(Farsça)
adatın harıkı / âdâtın hârıkı
Âdetlerin, kanunların olağanüstünü, bir mu'cize olarak gerçekleşmiş olanı.
adi / âdî
Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz.
Her zamanki.
Âd kavmine âid.
afir
Güneşte kum üstünde kurutulan et.
ahfa / ahfâ
Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
aky
Koyu olan ve birbiri üstüne sağılmış olan koyun sütü.
ala / âlâ
En üstün.
alamet-i mümtaze ve farika / alâmet-i mümtaze ve fârika
Başkalarından üstün ve ayrıcalıklı olduğunu gösteren işaret.
ale'r-re's-i ve'l-ayn
Baş göz üstüne.
ale'r-re'si ve'l-ayn
Baş göz üstüne; seve seve.
alem-i emr / âlem-i emr
Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.
alem-i melekut / âlem-i melekût
Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem.
aler-re's
Baş üstüne. Hemen. Derhâl.
aler-re's-i vel'ayn
Baş göz üstüne.
aler-re'si-vel-ayn
Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)
alerresivelayn
Baş ve göz üstüne.
aleyhi efdalüssalatü ve ekmelüsselam / aleyhi efdalüssalâtü ve ekmelüsselâm
En üstün selâmlar ve en mükemmel salâtlar onun üzerine olsun.
aleyhi ekmelü't-tehaya / aleyhi ekmelü't-tehâyâ
En üstün selâmlar ve dualar onun üzerine olsun.
ali
Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib.
aliyy-ül a'la
En üstün, birincilerin birincisi. En yüksek. Pek iyi.
aliyyü'l-a'la / aliyyü'l-a'lâ
En üstün, en iyi şekilde.
allet
Kişinin, avreti üstüne aldığı ikinci avret.
Üvey ana.
amit
Yünü, üstüne yumak edip sarmak.
amme / âmme
Tülbent sargı.
Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum.
Umumi. Herkese ait.
arş
Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlık. Yedi kat göklerin ve kürsînin üstünde olup, halk (madde) âleminin sonu, emr (maddesizlik) âleminin başlangıcı. Arşullah, Arş-ı mecîd ve Arş-ı a'lâ da denir.
arz-ı belde
Ast: Herhangi bir bölgenin üstünden geçen arz dairesi.
asalak
Başka hayvan veya bitkilerin üstünde yaşayan ve onlara zarar veren hayvan veya bitki. Parazit.
Mc: Başkalarının sırtından geçinen kimse.
aslah / aslâh
Daha iyi, en üstün.
atban
Tek ayak üstüne sıçramak.
Davarın üç ayak üstüne yürümesi.
aziz / azîz
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
Kıymetli, şerefli, üstün.
aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr / عَز۪يزِ جَبَّارْ
Dâima üstün gelen, dilediğini yapmaya ve yaptırmaya gücü yeten (Allah).
baharet
Üstünlük, seçkinlik.
bahas
Deve tırnağı.
Ayak eti.
Parmak diplerinin ayak tarafındaki etleri.
Gözün üstünde veya altında beliren yumruca et.
baladest / bâlâdest
Galip, eli üstün.
(Farsça)
baladesti / bâlâdestî
El üstünlüğü, galibiyet.
(Farsça)
Zulüm.
(Farsça)
bari'
Tam üstün. Mükemmel.
baria
Yakınlarından üstün vasıflı. Emsalinden üstün. Tam ve mükemmel.
basiret
Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat.
İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Bir evin iki tarafının arası.
Yer üstündeki kan.
baskın
t. Ağır, sakil.
Basıp geçen, galip, üstün.
Ansızın, birdenbire hücum.
be-ser ü çeşm
Başgöz üstüne.
(Farsça)
beda
(Bedâat) Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur etme.
bedi / bedî
Benzersiz güzel, üstün, özgün.
bela-ender-bela / belâ-ender-belâ
Belâ üstüne belâ. Zahmet içinde zahmet.
(Farsça)
beraa
(Beria, Berua) İlim ve fazilet ve cemalde üstünlük (manasına fiil kökü.)
beraat / berâat
Haşmet, metanet. İlim ve şecaatta, güzel vasıflarda emsâlinden üstünlük. Hüsn ve cemâlde tam olmak,emsâlinden üstün olmak.
Güzellik, parlaklık, üstünlük.
berhem-zede
Karmakarışık, altı üstüne getirilmiş.
(Farsça)
berhem-zen
Karmakarışık eden, altını üstüne getiren.
(Farsça)
beria
Akılda güzellik, zekâda ve kıyasette emsalinden üstün olan.
berkaa
Dört ayak üstüne durmak.
bertarum
Kubbe üzerinde. Dam üstünde.
(Farsça)
berter / برتر
Daha üstün.
(Farsça)
berterin / berterîn / برترین
En üstün.
(Farsça)
beserüçeşm / بسر و چشم
Başüstüne, başım gözüm üstüne.
(Farsça)
bevg
Üstünlük, galibiyet, galib gelme.
bezbeze
Galibiyet, zafer, galebe, üstünlük.
Sıkılma, daralma.
Kısmet, nasib, pay. Hisse.
bihteri / bihterî
Üstünlük, en iyi ve üstün olma.
(Farsça)
bilicma
Üstünde birleşmekle, topluca.
buhari-işerif / buhârî-işerîf
İslâm dîninde Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli, en üstün kitap. Kütüb-i sitte adı verilen meşhur altı hadîs kitabının birincisi.
bün
Meziyyet, üstünlük.
bür'
(Büru') Hastanın iyileşmeğe başlaması.
Kurtulmak.
Fazilette ve bilgide üstünlük.
büru'
Fazilet, ilim ve iyilikte benzerlerine olan üstünlük.
(Hasta) iyiliğe yüz tutma.
büsuk
Bir kimsenin, akranına üstün olması.
Ağacın uzaması.
Uzunluk.
çal
Alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at.
car / câr
Kadınların, elbisenin üstünde örtündükleri çarşaf.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
cebae
Üstünde birşey düzeltilen ağaç.
cebel-i aziz
Şerefli, üstün ve yüce dağ.
cedeli / cedelî / جدلى
Tartışmaya dayalı, münakaşa üstüne oturmuş.
(Arapça)
celenza
Arkası üstüne yatıp ayaklarını kaldıran kişi.
cemi-i ahlak-ı aliye / cemi-i ahlâk-ı âliye
Bütün yüksek ve üstün ahlâklar.
çerb
Besili, semiz, yağlı.
(Farsça)
Muvafık, münasib, uygun.
(Farsça)
Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma.
(Farsça)
cevdet-i fehm
Fehm ve anlayış üstünlük ve iyiliği.
cezalet-i nazmiye
Kur'ân'ın nazmındaki güzellik, üstünlük ve akıcılık.
cihet-i imtiyaz
Üstünlük yönü, üstünlük tarafı.
cihet-i rüchaniyet
Üstünlük ciheti.
cihet-i rüçhaniyet
Üstünlük yönü, tercih sebebi.
cihet-i tefevvuk
Üstünlük yönü.
cihet-i tercih
Üstünlük yönü, tercih sebebi.
cübab
Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü.
cüdd
Cem'etmek, toplamak.
Yol üstünde olan kuyu.
cülbe
Yara iyi olduğunda üstünde olan ince deri.
cünu'
Yüzü üstüne düşürmek.
cüsu
Diz üstünde çökmek.
cüsy
Diz üstüne çökmek.
da'va / da'vâ
Takib edilen fikir, iddia.
Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi.
Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek.
Mes'ele.
İnat. Ayak diremek.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek.
dagısa
(Çoğulu: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik.
Sâfi su.
dahi / dâhî
Deha sahibi, üstün zekâ ve hikmet sahibi.
Üstün yetenekli.
dahiye
Üstün yetenekli kimse.
daire-i hakimiyet / daire-i hâkimiyet
Egemenlik, üstünlük, âmirlik dairesi.
daiye-i tefevvuk / dâiye-i tefevvuk
Üstünlük iddiası.
damd
Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek.
davet makamı / dâvet makâmı
Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm.
deha / dehâ
Üstün zekâ.
deruhde
Üstüne almak. Kendini vazifeli bilmek.
(Farsça)
Üzerine alınan iş.
(Farsça)
Deruhde edilmek:
Üste alınmak, görev bilinmek.
Deruhde etmek:
Üstüne almak.
dest-bürd
Kuvvet, kudret.
(Farsça)
Üstünlük, zafer, muvaffakiyet.
(Farsça)
devahi / devâhî
(Tekili: Dâhiye) Büyük belâler. Afetler. Kazâlar.
Çok üstün zekâ sahipleri.
Büyük belâlar, üstün zekâlılar.
dilalet
Kılavuzluk etmek.
Nazlanma. İşve.
Üstünlük, galebe.
dımad
Yara üstüne yapılan yakı ve bağlanan bez.
dühat / dühât
Dahiler, üstün zekalılar.
ebhas
Gözlerinin üstünde veya altında bir miktar yumruca et parçası olan kişi.
eblağ
Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ebva'
Medine-i Münevvere'ye bağlı olup, Mekke-i Mükerreme yolunda bir köyün adıdır. Medine'ye yirmiüç mil uzaklıktadır. Köyün üstünde dik ve kuru bir dağın adı da Ebvâ'dır. Bu köy iki şey ile meşhurdur. Biri: Peygamberimizin annesi Hz. Amine'nin kabri orada bulunmaktadır. İkincisi ise: Hicretin birinci se
ecell
(Celil. den.) Çok güzel. çok büyük. En üstün. Çok celil.
ecell-i mahlukat / ecell-i mahlukât
Mahlukların en üstünü. İnsan.
efadıl / efâdıl
Üstün nitelikli kimseler.
efdal / افضل
Faziletli, üstün.
Daha üstün.
En üstün, en iyi.
(Arapça)
efdaliyet / efdâliyet
Faziletçe üstünlük. Fazileti, iyiliği ziyâde olmak.
Faziletli oluş, üstünlük.
efdalü'l-halk
Yaratılmışların en faziletlisi, en üstünü.
ehl-i fazilet
Güzel huylu, üstün özelliklere sahip kişiler.
ehl-i istidraç
Kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler.
ekseriyet
(Ekseriyyet) En büyük kısım, çokluk.
Bir topluluk ve hey'etin yarısından fazlası.
Bir mecliste üyelerin verdikleri rey'lerin büyük kısmı ve bunların üstünlüğü.
elma'
(Elmaî) Çok zeki, zekâveti kuvvetli, idrak derecesi üstün olan kimse.
embel
Kılıcı ve silahı olmayan.
Eyer üstünde doğru oturamayan.
Boynu eğri olan.
enaniyet-i taassubkarane / enaniyet-i taassubkârâne
Kendisini beğenme ve üstün görmede çok katı ve inatçı davranma.
ercah
Daha üstün, daha râcih.
Daha üstün, en üstün.
ervah-ı harika
Harika ruhlar, üstün ruhlar.
esas-ı azimet
Azimetin (en üstün hükmün) esası, temeli.
esma-i fatır / esmâ-i fâtır
Herşeyi yoktan ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah'ın isimleri.
eşref
En şerefli, en üstün.
etan
Dişi eşek.
(Farsça)
Bir kısmı havada, bir kısmı suyun içinde kalan kaya; yosunlu taş.
(Farsça)
Kuyu kenarında üstüne oturup su içmeye mahsus taş.
(Farsça)
evsaf-ı mümtaze / evsâf-ı mümtaze
Seçkin ve üstün özellikler.
evzar
(Tekili: Vizr) Ağırlıklar. Yükler.
Mc: Günahlar.
(Vezer) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler.
Üstünlükler, galebeler.
Dağlar.
fadıl / fâdıl
Üstün nitelikli.
fadl
İhsân.
Üstünlük, fazîlet.
fadl-i cüz'i / fadl-i cüz'î
Bir bakımdan üstünlük.
fadl-i külli / fadl-i küllî
Her bakımdan üstünlük.
fahiş fiyat / fâhiş fiyat
Piyasa fiyatının üstündeki fiyat.
fahl
İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılır adam.
Erkek. (hayvan)
Aygır.
Beyitler, hadis-i şerifler, rivâyetler anlatan kimse.
İleri gelen, üstün.
faik / fâik / فائق / فَائِقْ
Üstün, üstünde. Diğerinden daha değerli ve üstün. Her şeyin güzide ve a'lâsı. Âli.
Başın boyun ile bitiştiği yer.
Üstün.
Üstün.
Üstün.
(Arapça)
Üstün.
faik-ül akran / fâik-ül akrân
Akranlarından daha üstün.
faikiyet / fâikiyet
Üstünlük.
Üstünlük, başkalarından farklı ve üstün olmak.
faikiyyet / fâikiyyet / فائقيت
Üstünlük. Kıymetlilik.
Üstünlük.
(Arapça)
faiz
(Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan.
Kapının üstündeki eşik.
fakakı'
Su üstünde olan kabarcıklar.
fanus
yun. Fener. Sâbit ve süslü fener.
Kim: Bazı şeylerin üstüne kapatmak için camdan yapılmış kapak.
fart-ı zeka / fart-ı zekâ
Üstün zekâ.
Âdetin üstünde, çok ileri zeki olmak. Emsâli bulunmayan zekâvette oluş.
fatır / fâtır
Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. Hârika üstün san'atiyle yaratan. Halkedici Allah (C.C.)
fatır-ı alim / fâtır-ı alîm
Herşeyi bilen ve harika üstün san'atıyla yaratan, sonsuz ilim sahibi Allah.
fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal
Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı hakim-i zülcemal / fâtır-ı hakîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı kerim-i zülcemal / fâtır-ı kerîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı zülcelal / fâtır-ı zülcelâl
Sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah.
fazail / fazâil
Faziletler, üstünlükler.
fazıl / fâzıl
(Fâdıl) Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
Faziletli, üstün, değerli.
Faziletli, üstün.
fazilet / fazîlet / فَض۪يلَتْ
Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Üstünlük. İyi ahlâklılık.
Farz ve vâciblerin hâricindeki nâfile ibâdetler yâni müstehâb ve sünnetler.
Üstün nitelik, meziyet.
Değer, üstünlük.
fazilet-i a'mal / fazilet-i a'mâl
Amellerdeki fazilet, üstünlük.
fazilet-i imaniye
İmanın kazandırdığı üstünlük.
fazilet-i islamiye / fazilet-i islâmiye
İslâmın insanlara kazandırdığı erdem, üstünlük.
fazilet-i külliye / فَضِيلَتِ كُلِّيَه
Genel üstünlük, erdem.
Umumi olan değer ve üstünlük.
fazilet-i uhreviye
Âhirete ait fazilet, üstünlük.
fazilet-meab / fazîlet-meâb
Faziletli, üstün özelliklere sahip.
faziletfuruş / fazîletfuruş
Üstünlük taslayan.
faziletfuruşluk
Üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma.
faziletkar / faziletkâr / fazîletkâr
Erdemli, faziletli, üstün niteliklere sahip.
Faziletli, üstün nitelikli.
faziletmeab / faziletmeâb / fazîletmeab
Çok faziletli, erdemli, üstün özelliklere sahip.
Üstün nitelikleri olan.
faziletperver / fazîletperver
Üstün nitelikleri seven.
fazl / فضل
Âlimlere yakışır olgunluk.
İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
Artmak.
Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak.
Fazla, ziyade, artık, bâki.
Fazlalık, üstünlük.
Üstünlük, lütuf.
Erdem.
(Arapça)
Üstünlük.
(Arapça)
fazl-ı israil-i kudret / fazl-ı isrâil-i kudret
Lâkabı İsrâîl olan güçlü Yakup'un (a.s.) üstünlüğü, fazileti.
feraşe
Pervane denilen kelebek.
Kilit damağı.
Su gittikten sonra yer üstünde kalıp kuruyan balçık.
Az su.
Hafif kimse.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd / فَرْدِ فَر۪يدْ
En büyük velilerin üstünde Ferdiyet makamına mazhar en büyük veli.
ferraşin ovası / ferrâşîn ovası
Hakkari sınırları dahilinde bulunan ve rakımı 2.000 m'nin üstünde olan bir ova.
ferzane-gi / ferzane-gî
Üstünlük, rüçhaniyet.
(Farsça)
Bilgi.
(Farsça)
fetehat
(Tekili: Fetha) Fethalar, arapçadaki üstün işaretinin adı.
fetha
Gr. Arabçada harfleri (E, A) diye okutan işâret, üstün.
fettah
Zafer kazanmış, üstün gelmiş.
Fetheden, açan.
Kullarının kapalı işlerini açan, Cenab-ı Hakk.
fevka'l-küll
Hepsinin, herşeyin üstünde.
fevka'l-me'mul
Ümid edilenin üstünde.
fevkalade / fevkalâde
Âdetin üstünde, duyulmadık, görülmedik, olağanüstü.
Âdetin fevkinde. Ayrıca, hususi surette. Bilinenlerin üstünde. Müstesna ve yüksek bir surette.
fevkalbeşer
(Fevk-al beşer) İnsan gücünün üstünde, insanüstü.
fevkalhad
Sınırın üstünde.
fevkalküll
(Fevk-al kül) Hepsinin fevkinde. Bütününün üstünde.
Her şeyin üstünde.
fevkalme'mul
Umulmadık bir şekilde, beklenenin üstünde.
fevkalmemul
Umulanın, beklenilenin üstünde.
fevkalmêmul
Umulanın üstünde.
fevkalmu'tad / fevkalmu'tâd
(Fevk-al mu'tâd) Her zamankinden üstün. Âdetin fevkinde.
fevkaniyet
Üstünlük.
fevkattahammül
(Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.
fevkınde
Üstünde.
fevkinde
Üstünde.
fevkine
Üstüne.
fevz
Galiplik, zafer, üstünlük, selamet, kurtuluş.
fezail / fezâil
Faziletler, üstün özellikler.
Faziletler, meziyetler, üstün özellikler.
Faziletler, üstün nitelikler.
fezail-i a'mal / fezâil-i a'mâl
Amellerin faziletleri, üstünlükleri.
fezail-i ilmiye / fezâil-i ilmiye
İlmi faziletler, üstünlükler.
fezail-i islamiye / fezâil-i islâmiye
İslâmiyetin üstün prensipleri, güzel yönleri.
fezail-i kelamiye / fezâil-i kelâmiye
Sözün üstünlükleri.
fihal
(Tekili: Fahl) İtibarlı, seçkin ve üstün kimseler.
firavunlaşmış
Firavun gibi kendisini üstün gören, tanrılık iddiasında bulunan.
firavunluk
Firavun gibi kendini beğenen, kendini üstün gören.
fudala / fudalâ
Üstün nitelikli kimseler.
fuhul
(Tekili: Fahl) Büyük âlimlerin ileri gelenleri. Emsalinden üstün olanlar.
fuhul-i şuara
Şâirlerin en üstünleri.
fuhul-i ulema
İlim ve faziletçe emsallerinden üstün olan âlimler.
fuhul-u ulema / fuhûl-u ulemâ
İlim ve faziletçe benzerlerinden üstün olan âlimler.
fukka'
Ekseriya şerbet içilen kap.
Yağmur suyunun üstünde olan kabarcık ve köpük.
fürzum
Yuvarlak ağaçtan yapılıp, üstünde bir şey yontmağa mahsus dülgerler örsü.
fütüvvet
Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim
gabit / gabît
(Çoğulu: Gubut) Çukur yer.
Bir dere ismi.
Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan.
gafa
Her şeyin kemi ve yaramazı.
Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)
galeb
(Galb) Üstünlük. Yeğinlik.
galebe / غَلَبَه
Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk.
Bastırmak.
Yeğin olmak.
Üstünlük, üstün gelme.
Yenme, üstün gelme.
Üstün gelme.
galebe çalan
Üstün gelen.
galebe çalma
Üstün gelme.
galebe çalmak
Üstün gelmek.
Galib olmak, üstün gelmek.
galebe eden
Üstün gelen.
galebe etme
Üstün gelme.
galebe etmek
Gâlip gelip üstünlük sağlamak.
galebe-i ilmiyye
İlmî üstünlük.
galebe-i vahşet
Vahşetin üstünlüğü, ilkelliğin üstünlüğü.
galib / gâlib
Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser.
Galip, üstün, yenen.
galib-i mutlak / gâlib-i mutlak
Mutlak galip; her yönden üstün gelme.
galibane / galibâne
Başarılı ve üstün olarak.
galiben
Çok zaman, üstün olarak.
Ekseriya. Çok zaman. Üstün olarak. Tahmin olduğu üzere.
galibiyet
Üstünlük.
Üstünlük, yenme.
galibiyyet
Üstünlük. Yenmek. Mağlub etmek.
galip etmek
Üstün kılmak.
gulane
Üstün bir gayretle. Yüksek bir himmetle.
(Farsça)
hacace
(Çoğulu: Hıcc) Su üstünde olan yağmur kabarcığı.
hacegan yolu / hâcegân yolu
Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına, üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun, Yusuf-ı Hemedânî hazretlerinden îtibâren aldığı isim. Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını almıştır.
hacelan
Ayağında köstek olan kişinin yürümesi.
Bir ayak üstüne yürümek.
hadin
Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yediğini hemen hazmedip yine yemek ister, yüksek yerleri sever, değme yer üstüne konmaz, ağaç başlarına konup bütün yemişini yer, yemişleri kalmazsa başka yerlere gider.)
hakim / hâkim
Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
hakimiyet / hâkimiyet
Hakimlik, üstünlük, egemenlik.
hakimiyet-i nev'iye / hâkimiyet-i nev'iye
Bir sınıfın üstün olduğu egemenlik.
hakimiyyet / hâkimiyyet
Hâkim oluş. Hükmediş. Âmirlik. Üstünlük. Müdahale ve rakibi kabul etmemek hali.
hakperest
Hakkı üstün tutan, hak taraftarı.
hamd
En üstün şekilde senâ, övgü.
hamden sümme hamden
Hamd üstüne hamd olsun, sonsuz şükürler olsun.
hamiyetperver
Din, millet gibi üstün değerleri koruma gayretinde olan.
hamşek
Mestin üstüne vurulan parça.
han
Yemek sofrası. Üstüne yemek konan tepsi.
(Farsça)
Yemek, taam.
(Farsça)
Ahçı dükkânı, lokanta.
(Farsça)
hareke
Arapça harflerin u, e, i şeklinde okunacağını gösteren işaretler. (Zamme "ötre" fetha "üstün" kesre "esre" (gibi)
Hareket lafzının Arapça terkibde aldığı şekil.
harf-i nasıb / harf-i nâsıb
Muzari fiilinin sonunu üstün (e, a diye) okutan harf.
harika / hârika
İmkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, hayranlık vren. Büyük ve görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli.
Normalin üstünde olup hayret uyandıran şey.
harizme
Azgın hayvanların ağzına ve ayının dudağının üstüne geçirilen demir halka.
hasail-i gàliye / hasâil-i gàliye
Yüksek ve üstün hasletler, özellikler.
hasiyetli / hâsiyetli
Üstün özellikli.
hass
Zannetmek.
Silkmek.
Davarı kaşağılamak.
Közün üstünde birşey pişirmek.
Katletmek, öldürmek.
hayhay
Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.)
(Türkçe)
Baş üstüne.
hayta
Serseri, serkeş kimse.
Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt
hazevan
Eti birbiri üstüne yığılıp cem'olmuş olan etli nesne.
hazz
(Çoğulu: Huzuz) Deniz koyunu. (denizde olur)
"Vurmak" mânâsına masdar.
Duvar üstüne direk koymak.
hegemonya
yun. Kuvvetle ve kıymetli vasıflarla olan üstünlük.
Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı.
Üstünlük ve baskı.
hek'a
Menazil-i Kamer'den bir yıldız.
Atın göğsü üstündeki dâire.
hicare
(Çoğulu: Hıcer) Su üstünde olan kabarcık.
Taş.
hicir
Başkalarından üstün ve faziletli olan. Bir kimsenin sireti ve mesleği. Huy, âdet, tabiat.
hicr
Ayrılık.
Başkalarından ayrı fâzıl ve üstün kimse.
Sayıklama.
hiddet-i zeka / hiddet-i zekâ
Akıl üstünlüğü, zekâ keskinliği.
hiramis
İnsanın üstüne sıçrayıp hamle eden arslan ve kaplan eniği.
hükkam-ı fesahat / hükkâm-ı fesahat
Güzel, akıcı ve etkili konuşmada üstün ve otoriter olanlar.
hünsa / hünsâ / خنثى
Erkek ve dişi organları üstünde bulunduran.
(Arapça)
Nötr.
(Arapça)
huyela / huyelâ
Harbde düşmana karşı tekebbür etmek (büyüklenmek, üstün görünmek), kibirlenmek.
huzur-u irfanınıza baş koydum
"Üstün ilim ve zekâdan hâsıl olan olgun şahsiyetinizin önüne baş koydum" anlamında karşısındakine karşı bir saygı ve hürmet bildiren ifade.
idad
(İded) Üstünlük, galibiyet, zafer.
Kuvvet, zor.
iddia-yı rüçhan
Üstünlük iddiası.
ıdrar
Zarar vermek.
Avret üstüne avret almak, evli iken bir daha evlenmek.
iglinta'
Vurmakla ve sövmekle üstün gelip galebe etmek.
ikahe
Düşmana üstün gelme, galibiyet.
ikbab
Yüzüstü düşme, kapanma.
Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı derecede çalışma.
ilhah
Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.
ilzam / ilzâm
Susturma, sözle üstün gelme, yenme.
imam-ı busiri / imam-ı busirî
(Mi: 1213-1295) İmam-ı Muhammed bin Said "Busayrî" diye bilinir. Kaside-i Bür'e ve Hemziyesi ile meşhur üstün bir İslâm şâiridir.
iman-ı kamil / îmân-ı kâmil
Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.
insan-ı kamil / insan-ı kâmil
Kemâle ermiş, olgun insan. İslâmiyet'in emrettiği bütün emirleri yapan, yasaklardan sakınan, Peygamber efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanan, hareketleri ve sözleri hep Allahü teâlânın ilhâmı ile olan üstün insan.
intizam-ı faik / intizam-ı fâik
Pek üstün düzenlilik.
irtisad
İstif etme. Birbiri üstüne düzgün bir şekilde yerleştirme.
işfaf
Üstün tutma.
ıslihmam
Ayak üstüne durmak.
ism-i tafdil
"En üstün, daha üstün, daha iyi" gibi karşılaştırma ve üstünlük ifâde eden sözler.
Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdil
ıstıham
Ayak üstüne dikili durmak.
istiva
Müsavi oluş. Temasül.
İ'tidal, istikamet ve karar.
Kemalin sâbit olması.
Kaba kuşluk zamanı.
Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak.
İstila eylemek.
ittifaki / ittifâkî
Birleşmeye dair, üstünde birleşilen.
ittiza'
Alçak gönüllülük, tevazu, mütevazilik.
Devenin, boynuna basarak üstüne binebilmek için, başını aşağı eğme.
ız'af
Bir şeyin üstüne bir misli koyma.
Zayıflama.
izhar-ı fazl
Değerini, üstünlüğünü ortaya koyma.
ıztıca'
Namaz kılarken secdede koltukları sıkarak göğsü yere değdirme.
Yan üstüne yatma.
izzet
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
Bulunmaz derecede az olan şey.
Üstünlük, yücelik, azîz olma.
Hürmet, saygı. Çünkü bildin mü'minin kalbinde bir Allah var, Niçin izzet etmedin ol beyte kim Allah var.
Üstünlük, yücelik.
Üstünlük, galibiyet.
izzet ve şehamet-i islamiye / izzet ve şehamet-i islâmiye
İslâmiyetten gelen cesaret ve üstünlük.
izzet-i kudret
Kudretin izzet ve üstünlüğü.
izzet-i rütebi / izzet-i rütebî
Rütbeden gelen izzet; rütbe ve makam açısından çok büyük ve üstün olma.
kabise / kâbise
Ucu üstüne eğri ve kıvrık olan burun.
kahır
Üstünlük, galebe.
kahir / kâhir
Üstün.
(A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen.
Zorlayan. Mecbur eden.
Üstün gelen.
Kahreden, zorlayan.
Üstün gelen, ezen, ezici.
Yok eden, ortadan kaldıran.
kahr
Zorlama, zorla bir iş gördürme.
Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme.
Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
kaplıca
Üstüne bina yapılmış sıcak maden suyu, üstü örtülü kaynarca, ılıca.
kariha-i ulviye / karîha-i ulviye
Üstün ve yüksek zekâ, kàbiliyet.
kase / kâse
Tas veya çanak. Kâse gibi olan çukurluk.
(Farsça)
Başı kaplayan ve başın üstündeki kemik.
(Farsça)
kasib
(Çoğulu: Kasâyib) Kadınların yüzleri üstüne bıraktıkları kıvırcık saç. Kâkül.
kav'
(Çoğulu: Akvâ) Erkek dişiye aşmak.
Üstüne hurma ve buğday döktükleri düz yer.
kavliracih / kavlirâcih
Üstün bulunan söz.
kavmiyetçilik
İslâmiyetin âyet-i kerime ve hadis-i şerifle men'ettiği, soy sop üstünlüğü ileri sürerek, kendi kavminden olmayanlardan ayrılmak ve onları hakir görmek.
kazaz
Ufak taş.
Döşek üstünde olan toprak.
Toz toprak bulaşmaz nesne.
kazze
(Çoğulu: Kuzâ) Su üstündeki çörçöp.
Göze düşen çöp.
Gözün çapağı.
kebb
Hor ve zelil etmek, yüzü üstüne bırakmak, helâk etmek.
kebkebe
Yüz üstüne düşürme.
Çukur bir yere döne döne düşme.
kecabe
Devenin üstüne konan oturulacak bir çeşit tahtırevan.
(Farsça)
kecave
Deve üstüne konulan bir cins tahtlrevan.
(Farsça)
keda
Mekke-i Mükerreme üstünde, Mekâbir yakınında bir yolun adı.
kefaet
Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)
kelb
(Çoğulu: Ekâlib-Eklüb-Kilâb) Köpek, it.
Meşhur bir yıldız.
İki adım arasına koyarak dikilen kayış.
Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel.
Şiddet.
Hırs.
kemalat-ı ahlakiye / kemâlât-ı ahlâkiye
Ahlâkî mükemmellikler, üstün özellikler.
kemalat-ı ahmediye / kemâlât-ı ahmediye
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in üstün özellikleri, mükemmellikleri.
kemalat-ı hakikiye / kemâlât-ı hakikiye
Hakikî, gerçek mükemmellikler ve üstünlükler.
kemalat-ı harika / kemâlât-ı harika
Olağanüstü üstün ve mükemmel özellikler.
kemalat-ı maneviye / kemâlât-ı mâneviye
Mânevî mükemmellikler, üstünlükler.
kemalat-ı medeniyet / kemâlât-ı medeniyet
Medeniyetin mükemmellikleri, üstünlükleri.
kemalat-ı nübüvvet / kemâlât-ı nübüvvet
Peygamberliğe âit üstünlükler olup, evliyâlığın çok yüksek makamlarından biri.
kemalat-ı vilayet / kemâlât-ı vilâyet
Evliyâlığa âit üstünlükler, olgunluklar.
keramet / kerâmet
İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.
kerim / kerîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudreti (gücü) var iken affeden, vâd ettiğini yapan, vermesi ve ihsânı (lütfu) bol olan, ümîd edilenin üstünde olan, ne kadar verdiğini ve kime verdiğini hesâb etmeyen, kendisine sığınanı ko ruyan ve isteyeni zenginleştiren.
Mu
kesb-i imtiyaz
Üstünlük, ayrıcalık kazanmak.
kesis
Hurma şarabı.
Darı bozası.
Arapların taş üstünde kurutup ve dövüp azık edip yedikleri et.
ketmetmek
Söylemeyerek gizlemek, üstünü örtmek.
key
Arapçada muzari fiilini nasbeden (son harfini üstün okutan) ve "İçin, tâ ki, hangi, nasıl?" yerinde kullanılan harf.
keyfiyyet
Bir şeyin mâhiyeti, esâsı, içyüzü, nasıl olduğu. "Allah Arş üstündedir" buyurur Rabbimiz Lâkin keyfiyyetini, anlayamaz aklımız.
kıbal
(Bir yazıyı) karşılaştırma, mukabele etme.
Pabucun ayak üstüne gelen yeri.
kibir
(Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı.
Şeref ve şan.
Bir şeyin muazzamı. Büyük.
kibr
Kendini başkasından üstün görme.
kibriya / kibriyâ
Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik.
kirfi / kirfî
Bazısı bazısının üstüne yağılmış olan yüksek bulutlar.
Yumurtanın dış kabuğu.
kırla
Bir kuş cinsidir ve sulardan balık avlar; derler ki su içine girdiğinde bir gözüyle üstünü gözler, bir gözüyle su içinde avını gözler. Gayet korkak bir kuştur.
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
kırtab
Kafası üstüne yıkmak.
kişaf
Bir kaç yıl üstüne yük vurulmayan deve yavrusu.
Dişi deve hâmile iken erkek devenin ona cimâ etmesi.
kisr
Üstünde eti çok olmayan kemik.
Çadır eteği.
kisve-i şerife / kisve-i şerîfe
Resûlullah efendimizin medfûn bulundukları hücre-i seâdet üstündeki kubbe üzerine serilen örtü.
kıt'
(Çoğulu: Aktâ-Aktu) Deve palası.
Yük üstüne örttükleri palas.
Gecenin bir miktarı.
Yassı ve büyük olan ok temreni.
kıymet
Değer, îtibâr, üstünlük.
künne
Ev kapısı üstüne yapılan sundurma.
kunzua
(Çoğulu: Kanâzı') Çakıl taşı.
Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.
kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi
kur'an-ı mecid / kur'ân-ı mecîd
Her şeyin üstünde şeref sahibi olan ve takdis ve senâlara lâyık olan Kur'ân.
kurfusa
Mak'adı üstüne oturup dizlerini karnına yapıştırıp iki kolunu baldırları üstüne kavuşturmak.
kurme
İşaret için devenin burnundan bir miktar deri kesip tam ayrılmadan yine burnu üstüne yapıştırmak.
kus / kûs
Kös. Eskiden muharebelerde deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul.
(Farsça)
kusare
Hususi hücre.
Gemilerde güvertelerin en üstündeki yarım güverte.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuvve-i an-il-merkeziye
Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
kuvve-i galibe
Üstün ve ezici kuvvet.
lasg
Kemik üstündeki derinin zayıflıktan kuruması.
layu'la / lâyu'la
Üstüne çıkılmaz, çok yüksek.
Galip ve üstün gelinemez.
lefk
Giymek.
Örtünmek.
İki parçayı birbiri üstüne koyup dikmek.
leyte
"Keşke olsa idi. Ne olaydı" meâlinde olan huruf-u müşebbeh bir fiildir. İsimlerini nasbeder, (yâni, üstün okutur), haberini ref'eder (yâni ötre okutur).
lübed
Çok mal mânasınadır ki sanki birbiri üstüne yığıla yığıla keçe gibi birbirine geçmiştir.
lübud
Kuşun göğsü üstüne çöküp yatması.
Yapışmak.
lütufname-i fazılane-i mergube / lütûfname-i fâzılane-i mergube
Beğeniyi ifade eden üstün, yüksek iltifatlara mazhar olan mektup.
ma-fevk
Üstünü. Üstün olanı.
Bir şeyin üstü, üst tarafı. Baş.
mabihi'l-imtiyaz / mâbihi'l-imtiyaz
Başkalarından ayıran üstünlük ve ayırt edici vasıf.
maddeten terakki
Maddî açıdan gelişme, ilerleme ve üstün hâle gelme.
mafevk / mâfevk
Üstün, üstünde olan.
magalıb
Üstün gelen, galebe eden.
mahmil
Deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ.
makam-ı ibrahim / makâm-ı ibrâhim
Kâbe'de İbrâhim aleyhisselâmın, Kâbe'yi inşâ ederken veya insanları hacca dâvet ederken üstüne çıktığı taşın bulunduğu yer.
makam-ı mümtaz
Seçkin, üstün makam.
makleb
Kalbetme. Bir şeyin altını üstüne çevirme.
Kalbedilecek, çevrilecek veya değişecek yer.
maklub / maklûb
(Kalb. den) Altı üstüne çevrilmiş, kalbolunmuş. Ters döndürülmüş. Başka şekle sokulmuş.
Harfleri tersinden okunduğu zaman yine aynı olan kelime veya cümle. (Anastas mum satsana cümlesi gibi)
Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.
maklubiyet
Ters döndürülmüşlük, altı üstüne getirilmişlik. Maklub olma hâli.
mansub
Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş.
Konulmuş, dikilmiş.
Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan.
maul
Üstün gelinmiş.
maz'
Gön yağlamak.
Ağaç kabuğunu soymayıp üstünde bırakmak.
mecami-i ahlak-ı mütezahime / mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime
Hepsi de birbiriyle üstünlük yarışında olan ahlâkî vasıf mecmuaları, toplulukları.
medar-ı imtiyaz / medâr-ı imtiyaz
Üstünlük, ayrıcalık sebebi.
medar-ı rüçhaniyet / medar-ı rüçhâniyet
Üstünlük sebebi.
medeniyet-i fuzla
En faziletli, üstün ve erdemli medeniyet.
mefrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer.
meftuh
Fethedilmiş, açılmış, açık.
Zaptedilmiş, ele geçirilmiş. Sonu üstün ile harekeli isim.
Açılmış. Fethedilmiş.
Ele geçirilmiş, zabtedilmiş.
Gr: Fethalı (üstünlü) okunan harf.
mefzul
Üstün gelen. Fazla gelmiş olan.
meh-çe
Minâre, kubbe ve bayrak direğinin üstüne konulan küçük hilâl, ay.
mekarim-i ahlak / mekârim-i ahlâk
Güzel ve üstün ahlâk.
mercuh
Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey.
Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.
meremmet
Onarma, tamir.
Üstünkörü tamir edip onarma.
merkaş
Bir şeyin üstünde siyah ve beyaz noktalar olması.
merkel
(Çoğulu: Merâkil) Yol.
Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.
mersud
Birbiri üstüne yığılmış kumaş.
mert
Üstün karakterli.
merteba'
Dağ üstünde olan yüksek yer.
meşgul
İşli, iş üstünde olan.
meydan-ı galebe
Galibiyet meydanı; üstün gelinen alan.
meyl-i tahaddi / meyl-i tahaddî
Meydan okuma meyli. Üstünlüğünü göstermek fikri.
meyl-i tefevvuk
Başkalarından üstün olma meyli, eğilimi.
meyl-üt tefevvuk
Üstünlük elde etmek meyil ve arzusu.
meylü't-tefevvuk
Üstün görünme meyli, arzusu.
meyz
Ayırmak, birşeyi denklerinden üstün tutmak.
Bir yerden bir yere geçmek.
mezaya / mezâyâ / مزایا
Meziyetler, üstün özellikler.
Meziyetler, üstünlükler.
(Arapça)
mezaya-yı aliye / mezâya-yı âliye
Yüce, yüksek meziyetler, üstünlükler.
mezaya-yı maani / mezâyâ-yı maânî
Mânâlardaki meziyetler, üstünlükler.
meziyet / مَزِيَتْ
Üstün özellik.
Üstün vasıf.
Üstünlük.
meziyet-i belagat / meziyet-i belâgat
Belâgatin üstün özelliği.
meziyet-i belağat / meziyet-i belâğat
Belâğatın meziyeti, üstün özelliği.
meziyet-i cezalet / meziyet-i cezâlet
İfade güzelliğindeki üstünlük.
meziyet-i dindarane / meziyet-i dindarâne
Dindarlık fazileti ve üstünlüğü.
meziyet-i i'caziye / meziyet-i i'câziye
Mu'cizelik meziyeti, üstünlüğü.
meziyyat / meziyyât / مزیات
(Tekili: Meziyyet) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.
Meziyetler, üstün nitelikler ve özellikler.
Meziyetler, üstünlükler.
(Arapça)
meziyyet / مزیت
Üstünlük.
(Arapça)
miktebe
Tabak üstüne örttükleri nesne.
mirba
Gözcülerin üstüne çıkıp baktıkları yüksek yer.
mirt
(Çoğulu: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise.
Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise.
mizz
Bir şeyin diğeri üzerine olan fazlı, üstünlüğü.
mu'izz / mu'îzz
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kullarından bâzılarını, maddî ve mânevî mülk ve saltanat vermek sûretiyle, azîz (üstün) kılan.
muamelat-ı galiye / muamelât-ı galiye
Üstün davranışlar.
mücadele / mücâdele
Karşısındakinin câhilliğini veya haksızlığını ortaya koymak ve kendisinin akıl, fazîlet ve şeref bakımından üstün olduğunu isbât etmek için iki kişinin bir şey üzerinde tartışması.
müde'as
Kırda Arabların ekmek pişirdikleri tennur.
Sıcak kül döküp üstünde et pişirilen yer.
müdruz
Kapı üstünde veya sokak başında duran kimse.
mufadale
Bir şeyi diğerine üstün tutma.
mufaddıl
Dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah.
Üstün eden, yükselten.
müfafaza
Şeref hususunda akrânına üstün olmak.
müfahere
Üstünlük yarışı.
mufazzal
(Fazl. dan) Başkalarına üstün tutulmuş. Tafdil edilmiş.
mugalebe
Üstün olmağa, galib gelmeyeğe çalışmak. Birisine galib gelmek.
muhassenat
(Tekili: Muhassene) Üstünlük sebepleri.
Güzel, hayırlı ve faydalı işler.
muhtar kavl / muhtâr kavl
Bir mes'elede, bir mezhebin âlimlerinin çoğu tarafından mezhebin içinde mevcûd ictihâdlardan (büyük âlimlerin kitâb ve sünnetten çıkardıkları hükümlerden) seçilen ve bu seçime göre üstün tutulan ve fetvâya esâs alınan kavl, söz.
mukaddem
Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan.
Askerin ön tarafına sevkedilen karakol.
Değerli, üstün.
Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.
mukaddim
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden: Mahlûklardan (yaratılmışlardan) bâzısını bâzısından önce var ve yok eden; dilediğini kendine yakınlaştıran, dilediğini uzaklaştıran, kendisine yakın kıldığı meleklerini, peygamberlerini aleyhimüsselâm ve âlimlerini üstün kılan.
mukantar
(Kantara. dan) Kemer şeklinde olan köprü.
Birbiri üstüne yığılmış çok şey.
Muhkem.
mükavaha / mükâvaha
Muharebede üstün gelme, galib olma.
mükibb
(Kebb. den) Bir şeyin üzerine çok düşen. Gayretle çalışan.
Çok lüzumlu olan.
Yüzü üstüne sürünen, zelil olan.
mümtaz / mümtâz
İmtiyazlı, seçkin, üstün tutulmuş.
Diğerlerinden ayrılmış, üstün, seçkin, seçilmiş.
Ayrı tutulan.
Seçkin, üstün.
Seçkin, üstün.
mümtaze / mümtâze
Seçkin, üstün.
mümtaziyet / mümtâziyet
Mümtazlık, seçkinlik, üstünlük.
Ayrılık, ayrı vasıf sahibi olmak, ayrı ve üstün vasıflılık. Yüksek vasıf sâhibliği.
Edb: İfadenin diğer sözlerden daha güzel ve farklı olması.
Seçkinlik, üstünlük.
müntesıb
Bekleyen. Muntazır kimse.
Ayak üstüne dikilip duran.
müracaha
(İyilikte) Üstün gelmek için yarışma.
müreccah
(Rüchân. dan) Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen.
Tercih edilir, üstün.
müreccahiyet
Üstünlük, müreccah oluş.
müreccih
Tercih eden, üstün tutan, bir şeyi daha iyi ve mühim gören.
Tercih ettiren sebep.
Meyilli ve sakil, ağır şey.
mürtecim
Birbiri üstüne istif olmuş olan.
müşavir
İstişare olunacak kimse, kendisine danışılan kişi.
İdare işlerinde yakın yardımcı memur.
Kovanlık üstünde yapılan örtünün direkleri.
müşt
(Çoğulu: Emşât) Taramak.
Ayak üstündeki ufak kemikler. (Ayak tarağı derler.)
müsta'liye
(İsti'la. dan) İsti'la eden, yükselen, üstün gelen, üste çıkan.
müstesnaiye / müstesnâiye
Başkalarından üstün, başkalarından ayrı bir tarza tâbi. Başkalara benzemeyen.
mutasallıf
Dalkavuk, şarlatan; seviyesinin üstünde fazilet ve zerafet iddiasında bulunan.
mutazammın
İçine alan, tazammun eden.
Üstüne alan. Tazmini kabul eden.
Muhit ve müştemil olan.
mütedehhi
Üstün zekâlı ve anlayış sahibi gibi harekette bulunan.
mütedehhiyane
Üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda.
(Farsça)
mütefavvız
Mal sahibi olan.
Üstüne alan.
mütefevvik
(Çoğulu: Mütefevvikîn) (Fevk. den) Üstün gelen, tefevvuk eden, üstün.
mütefevvikane
Üstünlükle, üstün gelerek.
(Farsça)
mütefevvikin / mütefevvikîn
(Tekili: Mütefevvik) Üstün gelenler, tefevvuk edenler, üstün olanlar.
mütegallib / مُتَغَلِّبْ
Zorla üstünlük sağlayan.
mütekabbil
(Kabul. den) Kabul eden, üstüne alan.
mütekalib / mütekâlib
(Çoğulu: Mütekâlibîn) (Kelb. den) Köpek gibi birbirinin üstüne atılan.
mütekalibane / mütekâlibâne
Köpek gibi birbirinin üstüne sıçrayarak.
(Farsça)
mütekamil / mütekâmil
Kemâle erişmiş, olgun, üstün.
mütekebbir
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
mütelebbid
Birbiri üstünü yığılıp kat kat olmuş.
müterakib
(Rükub. dan) Kiremit gibi birbiri üstüne binmiş olan.
mütesabık
Müsabaka eden. Birinden üstün gelmek için çalışan.
İleri geçmek için yarışmak, birisinden ileri geçmek.
mütezahim
(Çoğulu: Mütezahimîn) (Ziham. dan) Birbirini iterek, herbirinin üstüne çıkarak biriken kalabalık.
Halkın kalabalığından sıkıntıya uğrayan.
mütezahimin / mütezahimîn
(Tekili: Mütezahim) İzdihamdan dolayı birbirinin üstüne çıkanlar. Kalabalıktan sıkışanlar.
mutreka
Üstüne sahtiyan bürünmüş kalkan.
müttefekunaleyh
Üstünde birleşilen mesele.
muvasebe
Birbirinin üstüne atlama, zıplama, sıçrama.
muzafferen
Muzaffer olarak. Üstün gelerek, muvaffak olarak, galip olarak.
muzafferiyet
Üstünlük, muzafferlik, düşmana üstün gelme.
nabiga
(Çoğulu: Nevabig) Şanı, şöhreti büyük adam. ulu, şerefli kimse.
Sonradan şâir olan.
Üstün zekâlı hârika ve çok fasih kimse.
nahr
Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek.
İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması.
Boyun. Boğaz çukuru.
Sadır.
Gündüzün evveli.
Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
Kurbanlık deveyi göğsü üstünden (evdâcını yâni iki büyük damarını) kesmek.
nakr
Oymak, kazmak. Taş oymak.
Kuşun yem toplaması.
Vurmak.
Sıklık vermek.
Ağaç üstüne nakşetmek.
Tanbur çalmak.
Üflemek.
Dille ıslık çalmak.
Parmak çıtlatmak.
nasb
Dikme. Bir rütbe alma. Bir memurluğa tayin edilme.
Gr: Arapçada kelimenin i'rabının mensub ( üstün) olması, yani; (e, a) diye okunuşu.
Dikme, bir rütbe alma, bir memurluğa atama. Bazı Arapça kelimelerin sonunun üstünlü olma durumu.
nasib
Nasbeden, bir şeyi bir şeye diken.
Gr: Harfi (e) diye üstün okutan.
naşize / nâşize
Kocasına üstünlük taslayan kadın.
nasnaa
Depretmek.
Devenin, kalkarken dizi üstünde çok eğlenmesi.
nasr
Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma.
Yağmurun her yeri sulaması.
nassi / nassî
Nass'a ait. Her türlü şübhe ve tereddüdün ve tenkidin üstünde tutulacak şekilde olan kesinlik, kat'ilik, açıklık. Bedahet.
Âyet ve hadisle doğruluğu sâbit olan.
nehz
Süngü demirini inceltmek.
Kemik üstündeki eti soyup gidermek.
Çok et.
nek'a
Kalkan dikeni üstündeki kızıl kap.
Her kırmızı olan şey.
nell
Yüz üstüne bırakmak.
nesuc
Üstünde yük doğru durmayan deve.
nevres
Su kuşlarından mavi renkli bir kuştur; başının yarısı siyah yarısı beyaz olur; güvercin büyüklüğündedir. Su üstüne yakın uçar ve balık gördüğü gibi kapar.
nişangah / nişangâh
Hedef yeri. Nişan tahtası.
(Farsça)
Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım.
(Farsça)
nübüvvet yolu
Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo
nüffaha
(Çoğulu: Nefehâ) Suyun üstünde olan kabarcığı.
nurun ala nur / nurun alâ nur / nûrun alâ nur / nûrun alâ nûr / نُورٌ عَلٰي نُورْ
Daha âlâ, daha iyi, nur üstüne nur.
Nur üstüne nur; çok iyi.
Nur üstüne nur, güzelden de güzel, iyiden de iyi.
Nur üstüne nur, iyiden de iyi.
Nûr üstüne nûr.
nurunalanur / nurunâlânur
Nur üstüne nur.
nusrat
Nusrat vermek:
Üstünlük vermek.
nusret / نصرت
(Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
Tanrı'nın yardımı.
(Arapça)
Üstünlük.
(Arapça)
nüşuze
Kadının, kocasından nefret edip kaçması.
Fık: Kocasına karşı üstünlük iddia eden kadın.
orijinal
Bir şeyin aslı. Tuhaf, garib hâli olan.
(Fransızca)
Değişik.
(Fransızca)
Nev'i şahsına mahsus, kendine mahsus.
(Fransızca)
Vasıf ve keyfiyetleri cihetinden benzerlerinden ayrı ve üstün.
(Fransızca)
Bir nümuneye göre olan.
(Fransızca)
pençe
El ayası ile beş parmağın tamamı.
(Farsça)
Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları.
(Farsça)
Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra.
(Farsça)
Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.
(Farsça)
perviz
Üstün, galib, muzaffer.
(Farsça)
Elek. Süzgeç.
(Farsça)
Güzellik.
(Farsça)
Balık.
(Farsça)
Cilve.
(Farsça)
Tar: İran Hükümdarı Husrev'in lâkabı.
(Farsça)
peygamber
Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar.
pişi / pişî
İlerleme, üstünlük, tefevvuk.
(Farsça)
Önünü gören, ileri görüşlü.
(Farsça)
racih / râcih / رَاجِحْ
Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan.
Fık: Beyyinatta, bürhan ve delilin tercihinde delili üstün, beyyinesi evlâ ve makbul olan taraf.
Ağır basan, üstün gelen, diğerinden üstün.
Üstün, seçilen.
Üstün olan.
racih gelme
Ağır basma, üstün gelme.
racih-i mercuh
Bürhan ve delillerin tercih ve üstünlük esasları.
racih-raciha
Değerlerinden üstün, daha önce, tercihli.
raciha
Tercihli, daha önce diğerlerinden üstün.
racihane / râcihane
Üstün tutarak, tercih ederek.
Üstün olurcasına.
rad
Cömert, eli açık, faziletli, üstün, değerli.
(Farsça)
rakib
(Rekabet. den) Daima görüp kontrol eden, gözeten.
Bekçi.
Herhangi bir işte birbirinden üstün olmaya çalışanlardan her biri. Rekabet edenlerin beheri.
Esma-i Hüsna'dandır.
rasafe
(Çoğulu: Risâf) Ok üstüne sarılan kiriş.
rekabet
Başkalarını geçmeye çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
Kıskanmak.
Hıfzetmek.
Gözetmek.
Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
Kendi işini yürütmeğe çalışmak.
rekam
Birbiri üstüne kat kat yığılmış nesne.
rekk
İlzâm etmek, susturmak.
Birbiri üstüne bırakmak.
resd
Eşyaları birbiri üstüne yığmak.
reşk-i alem / reşk-i âlem
Herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.
resul / resûl
Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
Elçi, haberci.
resul-i ekrem / resûl-i ekrem
Peygamberlerin en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâm.
ribat / ribât
Sınır karakolu; İslâm dînini üstün kılmak, müslümanlardan kâfirlerin şerrini, zararını def etmek için düşman sınırında nöbet beklemek.
rifade
Yara üstüne sarılan bez.
Ziyâfet.
riva'
(Çoğulu: Erviye) Deve üstünde yük bağlanılan ip.
rivayet yolu / rivâyet yolu
İctihâdda Medîne-i münevvere halkının âdetlerini kıyastan üstün tutan. Hicâz âlimlerinin yolu. Rivâyet yolundaki müctehidlerin büyüğü İmâm-ı Mâlik rahmetullahi aleyhtir.
rüchan
Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
Üstünlük.
rüçhan
Üstünlük.
rüchan / رجحان
Üstünlük.
(Arapça)
rüchaniyet
Üstünlük.
Üstün oluş, rüçhanlık, daha mühim olma hali.
rüçhaniyet
Üstünlük.
rüsti / rüstî
Üstünlük, muvaffakıyet.
(Farsça)
Yiğitlik.
(Farsça)
Kuvvet.
(Farsça)
rüyun
Galebe etmek, üstün gelmek.RÜZ' : Noksan etmek, eksiltmek, noksanlaştırmak.
sadakte ve bilhakkı natakte
"Doğru söyledin ve hakkı konuştun".
safin
(Çoğulu: Sâfinât) Cins at.
Üç ayağı üstünde durup dördüncü ayağının tırnağını yerde dikip duran at.
şah-ı eser / şâh-ı eser
Şâheser, üstün ve büyük eser.
şaheser / şâheser / شاه اثر
Üstün ve büyük eser. Eserin şâhı.
(Farsça)
Yüksek değerde olan.
(Farsça)
Üstün ve büyük eser.
En üstün eser, baş eser.
Üstün nitelikli eser.
(Farsça - Arapça)
sahib-i kemal / sahib-i kemâl
Üstün özellik ve fazilet sahibi.
sahib-i kemalat / sahib-i kemâlât
Üstün özellik ve fazilet sahibi.
sahib-kıran
Her zaman muvaffak olan ve üstünlük kazanan hükümdar.
(Farsça)
sahire
İçine kızmış taş koyup kaynatılan ve üstüne yağ döküp içilen süt.
sallallahü aleyhi ve sellem
Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.
sanayi-i nefise
Güzel san'atlar. insanın çok hoşuna giden ve çok üstün san'atkârlıkla yapılmış eserler.
sanduka
Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan y
sarb
Sütü birbiri üstüne sağmak.
Bevlini hapsetmek.
Çok ekşimiş süt.
"Zamk-ı talh" denilen ağaç sakızı.
sathi / sathî / سطحى / سَطْح۪ي
Görünüşe göre, derinliğine dalmadan, üstünkörü olarak, satha dâir ve âit.
Yüzeysel, üstünkörü.
(Arapça)
Üstün körü.
satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye
Maddeten ve mânen üstün olmak.
savat
(Aslı: Sevâd'dır) Gümüş üstüne kurşunla yapılan kara kalem nakışlar.
Derede hayvanlara su içirilen yer.
sayibe
(Çoğulu: Siyeb) Adak için ayrılıp üstüne binilmeyen ve sütü içilmeyen dişi deve.
"Ümm-ül bahire" adı verilen ve peşpeşe üç dişi deve doğuran deve. Bu deveye de binilmez, sütü sağılmaz. Yabana salarlar, ölünceye kadar gezer.
sebeb-i izzet
Şeref ve üstünlük sebebi.
sebeb-i temayüz
Seçkinlik ve üstünlük sebebi.
şebib
Bıçak üstüne sürçmek.
secif
Perde, setre.
Bir kapıya birbiri üstüne iki perde asmak.
sedh
Döşemek.
Uçuk hastalığı.
Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
Deve çökertmek.
Kırba doldurmak.
şefi'
Şefaat eden.
Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
seft
Kabir üstüne koyulan taş.
Tabut.
sehay
Nâme üstüne nesne bağlamak.
Keşf etmek.
Kabuk soymak.
selika
Üstüne binen kişinin, ayaklarını sallamasından dolalyı, devenin yanlarında meydana gelen ayak izleri.
Tabiat.
selk
Bir yerden haber getirmek.
Yumurtayı rafadan pişirmek. Bir kimseyi başı üstüne bırakmak.
Katı ve sert söylemek.
Çağırmak.
semi'na ve ata'na
" İşittik ve kabul ettik, itaat ederiz, baş üstüne" meâlindedir.
semire
Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.
semit
Temiz pişirilmiş olan kebap.
Arınmış, temizlenmiş ve pâk olmuş.
Doldurulmuş bağırsak.
Birbiri üstüne yığılmış kiremit.
Bir kat sahtiyan.
şemşem
Ağaç üstünde kalan azıcık hurma.
ser-efraz
Başını yükselten, yukarı kaldıran.
(Farsça)
Benzerlerinden üstün olan.
(Farsça)
Baş kaldıran.
(Farsça)
Başı dik, alnı açık.
(Farsça)
Haklı ve galib.
(Farsça)
şerc
Kıç, dübür.
Cem'etmek, toplamak. Birbiri üstüne yığmak.
Fırka.
Nev, cins.
şeref / شرف
Şeref.
(Arapça)
Üstünlük.
(Arapça)
Kıvanç.
(Arapça)
serefraz / serefrâz
Başı dik alnı açık, haklı ve üstün.
Başı dik, üstün.
serer
(Çoğulu: Esirre) Ayın son gecesi.
Ebenin doğan çocuğun göbeğinden kestiği parça.
Mantar üstünde olan kabuk, balçık, toprak (Bu mânâya Çoğulu: Esrâr ve C: Esârir).
serfiraz / serfirâz
Başını yukarı kaldıran, yükselten. Benzerlerinden üstün olan.
(Farsça)
Başlar üstünde.
şeriat-i aliye / şeriat-i âliye
Üstün, yüce, ilâhî şeriat.
şerşere
Ateş üstüne koyunca cızlayıp ötmek.
Yarmak.
Kesmek.
Meta, mal mülk.
Ağırlık. (Bu mânâya Çoğulu: Şerâşir)
sertak
Evin üstünde bulunan etrafı açık oda veya daire.
(Farsça)
server-i alem / server-i âlem
Âlemin efendisi, en üstünü Muhammed aleyhisselâm.
şesasa
şiddet.
Yaramazlık.
Sığır üstüne yük vurmak.
Kuru ve sert yer.
Acele.
setih
Arkası üstüne yatmış.
Dağarcık.
Büyük tulum.
şeyn-i temenna / şeyn-i temennâ
Eli başa getirerek "baş üstüne" deme kusuru, temenna kiri.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
şiar
İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet.
Üstünlük veren işaret.
İnsanın gömleği.
Ölüm.
(Tekili: Şa'r) Kıllar.
şibab
Bıçak üstüne sürçmek.
At neşesi.
sıhve
(Çoğulu: Sahevât) Dağ üstünde yapılan burc.
sıka'
Kadınların, kirlenmemesi için başörtülerinin üstüne örttükleri ikinci örtü.
sikke
Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür. Umumi damga.
Dirhem.
Para üstüne vurulan damga.
Düz, doğru yol.
Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi.
Basılmış madeni para.
Paranın üstüne basılan damga.
silka'
Arkası üstüne yatmak.
sinimmar
Ay, kamer.
Gece uyumayan erkek.
Harami.
Tar: Rum milletinden bir üstâdın adıdır. Numan bin Münzir için Hira'da bir köşk yapmıştı. Bunun bir eşini daha kimseye yapmasın diye Numan bin Münzir o köşkün üstünden attırıp öldürdü. (Ahter-i Kebir'den)
sır
Gizli, gizlenilen şey.
Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.
sırat
Âhirette cennete gitmek için üstünden geçilen köprü.
sırr-ı tefevvuk
Üstünlük sırrı, esprisi.
siyer
Gidişât. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin hayâtını, güzel ahlâkını, üstün vasıflarını anlatan ilim dalı; bu hususta yazılmış kitab.
sofra
Üstünde yemek yenilen yaygı.
sohbet
Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.
ta'zim / ta'zîm
Hürmet ve saygı gösterme, üstün tutma.
taassub
(Asab. dan) Bir şeye veya bir kimseye taraflı olma.
Din bakımından fazla salâbetli olma.
Kendi dinini çok üstün görmek.
Haksız yere husumet etmek.
Bir düşünüşe, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmemek hâli.
tabakat-ı hüsün ve cemal ve fazl ve kemal / tabakat-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl
Güzellik, üstünlük ve mükemmellik tabakaları.
tafaddul
Faziletlilik iddia etmek, üstünlük iddiasında bulunmak.
Üstünlük iddiası.
tafazzul
(Fazl. dan) Üstünlük taslama.
tafdil / tafdîl / تَفْض۪يلْ
Bir şeyi üstün kılmak. Birisini ötekisinden mühim görmek.
Gr: Bir şeyi "en üstün, daha üstün daha çok, en iyi, daha iyi" gibi mânâ ifâde etmesi için mukayese ve üstünlük gösteren ismini söylemek ki, buna "ism-i tafdil" denir. Ef'al () vezninde; efdal (daha faziletli), ekber; (en büyü
Üstün tutma.
Üstün tutma.
Üstün tutma.
tafdil etmek
Üstün tutmak.
tafi
Her nesnenin üstüne gelen.
Hâriç, dış.
tagallüb / تَغَلُّبْ
Zorbalık.
Hilâf-ı hak olarak musallat olmak. İstilâ etmek.
Üstün gelmek.
Üstün gelme, zorbalık, baskı.
Zorla üstün gelme.
tagmiye
Evin üstüne direk yapmak.
Yüzü bir şeyle örtmek.
tahammül
Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak.
Sabretmek. Katlanmak.
Kaldırmak.
Yüklenmek, yükü üstüne almak, kaldırmak.
Sabretmek, katlanmak.
tahammül-ü beşer fevkinde
İnsanın tahammül gücünün üstünde.
tahkir etmek / tahkîr etmek
Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.
tahrif / tahrîf / تحریف
Üstünde kalem oynatarak bozma, asıl anlamını bozma.
(Arapça)
tahrifat / tahrîfat / تحریفات
Anlamından uzaklaştıracak şekilde üstünde kalem oynatmalar.
(Arapça)
takabbül
(Kabul. den) Kabullenme. Üstüne alma. Bir şeyi taahhüd ve iltizam etme.
Öpülme.
takallüd
(Çoğulu: Takallüdât) (Kald. dan) Bir işi üstüne almak.
Takınma, kuşanma. Gerdanlık veya muska gibi boyuna geçirme.
(Kılıç) kuşanma.
takazic
Dövülüp ufalanarak yemeklerin üstüne ekilen otlar. Baharat.
takdime
(Çoğulu: Tekadim) Kendisinden üstün kişiye sunulan armağan, hediye.
Takdim.
tallahi lekad aserakallahü aleyna / tallâhi lekad âserakâllahü aleynâ
Yemin olsun ki Allah seni bize üstün kılmıştır.
tanef
Kayış.
Dağ burnu. Dağ başı.
Kapı üstüne yapılan örtü.
Duvar üzerine yapılan saçak.
tantil
Hasta olan uzuv üstüne sıcak su ve yağ dökmek.
tarak
Bulutların bir yere toplanması.
Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının üstünde olması.
tavf
Dönmek.
Fırat Nehri gibi sularda üstüne binilen vasıta.
te'sif
Sacayak üstüne çömlek koymak.
teas
Sürçüp yüzü üstüne düşmek.
tecahüf
Darbetmek, vurmak.
Üstün gelmek, galebe etmek.
tecasü
Diz üstüne çökmek.
tecsim
Diz üstüne veya göğüs üstüne çökmek.
tefaddul
Faziletlilik iddiasında bulunmak. Üstünlük taslamak.
Bir kimseyi inâyet, ihsan ve kerem ile memnun etmek.
Üstünlük taslama.
tefani / tefanî
Birbirinde fâni olma; fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama, onun üstün özelliklerini kendisinin gibi kabul edip onunla iftihar etme.
tefavvuk / تفوق
Üstünlük.
(Arapça)
tefazzul / تفضل
Üstünlük taslama, fazilet satma.
Bağışlama, iyilik.
Üstünlük taslama.
(Arapça)
tefevvuk / تفوق / تَفَوُّقْ
Üstünlük.
Üstün gelme.
Üstünlük. Fâik ve daha büyük olma. Üstün gelme.
Üstünlük.
(Arapça)
Üstün olma.
tefevvuk eden
Üstün gelen.
tegalüb
Birbirine galebe etmek, birbirine üstün gelmek.
tehafüt
Düşürmek, düşmek.
Birbirinin üstüne atılmak. Birbirinin ardınca olmak.
tekebbür etme
Büyüklenme, üstün görünmeye çalışma.
tekvis
Yüz üstüne düşürmek.
telebbüd
Birbiri üstüne yığılmak.
Bir yere gizlenip av gözlemek.
tell
(Çoğulu: Tilâl) Tepe, yığın, küme.
Düz yer üstüne yatırmak.
temayüz / temâyüz / تمایز
Kendini göstermek. Farklı ve yüksek vasfı olmak. Başka vasıflarla üstün olmak.
Seçkin olma; başkalarından üstün olma.
Yükselme, üstün olma.
Seçkinlik, üstünlük, ayrıcalık.
(Arapça)
Temayüz etmek:
Seçkinlik kazanmak, ayrıcalık kazanmak, dikkat çekmek.
(Arapça)
temayüzat
(Tekili: Temayüz) Üstün olmalar, temayüzler, yükselmeler.
temayüzü
Üstün olan farkı.
temeyyüz
Benzerlerinden farklı ve üstün olma. Diğerleri arasından kendini gösterme.
Benzerlerinden farklı, üstün olan.
tenvin
Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hali.
tenvin-i tenkir
Gr. nekre tenvini; kelime sonlarına gelerek o kelimeye kapalılık ve belirsizlik mânâsı veren iki üstün (en), iki esre (in) ve iki ötre (ün) işareti.
tenziye
Sıçramak.
Üstüne binmek.
terb
Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.
tercih
Üstün tutmak. Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmek.
Üstün tutma, seçme.
tercih bila müreccih / tercih bilâ müreccih
Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak.
tercihan
Üstün tutarak, seçerek.
tercihat / tercihât
Tercihler, üstün tutmalar.
(Tekili: Tercih) Üstün tutmalar, tercihler.
tercihun bila müreccih / tercîhun bilâ müreccih
Tercih sebebi olmadığı hâlde bir şeyi diğerine tercîh etmek yâni üstün tutmak.
tereccuh
Üstün olmak. Bir tarafa meyletme.
Üstün gelme .
tereccüh / تَرَجُّحْ
Üstün gelme.
Üstün olma.
tereccuh bila müreccih / tereccuh bilâ müreccih
Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir.
tereccuh bila müreccih muhaldir / tereccuh bilâ müreccih muhaldir
Sebepsiz üstünlük olmaz. Yani, bir şeyin başka seçeneklere üstün gelen bir sebebi, bir özelliği bulunmazsa onlardan üstün olması mümkün değildir.
tereccüh bila-müreccih / tereccüh bilâ-müreccih
Sebepsiz üstünlük. Yani, bir üstünlük sebebi ve niteliği olmadan üstünlüğün olması.
tereccuh etme
Üstün gelme, ağır basma.
tesciye
(Seciye. den) Üstün ahlâk kazandırma.
Bir nesneyi örtmek.
teselluk
Yüksek yere, duvar üstüne çıkma.
Sırt üstü uyuma.
tesennüm
Ufak olmak.
Yerden iki üç karış yüksek olmak.
Hörgüç üstüne binmek.
teskif
Evin üstünü örtmek.
teşric
Cem'etmek, birbiri üstüne yığmak.
Kerpiçi yerinden ayırmak.
tevakkul
Dağ üstüne çıkmak.
tevazu' / tevâzu'
Alçak gönüllülük; kendisini başkaları ile bir görmek, başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemek.
teverrük
Sol yanı üstüne oturup iki ayaklarını sağ tarafından uzatmak.
tevrik
Davarın üstüne oturmak.
tezerri
Üstüne binmek.
timşek
İç mest üstüne vurulan parça, yapılan yama.
tuff
Tırnak arasında olan kir.
Parmakların üstünde olan kir.
türr
Yapı üstüne çekilen ip.
ucb
Kendini başkasından üstün bilmek, ayıplarını görmeyip kendini beğenmek, yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek, bunlarla övünmek.
uhde
Bir işi üzerine alma. Söz verme.
Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey.
Mes'uliyet hududu.
Ric'at ve taalluk dâiresi.
Becerme, yapma.
Mes'uliyet, sorumluluk.
ulat
Demir örs.
Üstünde keş kurutulan taş.
ulüvv-ü derece
Derecenin yüksekliği, üstünlüğü.
urca
Bir nesnenin üzerine durmak veya üstüne çıkmak.
üslub-u adi / üslub-u âdî
Alelâde ifade tarzı. İfadesinde hiçbir üstünlük bulunmayan tarz.
üslub-u ali / üslub-u âlî
Edb: Üstün ifade tarzı. İfadenin yüksek ve nezih olanı.
üstad
(Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.
İlimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim.
üstad-ı a'zam
En büyük üstad. Muallimlerin en üstünü ve reisi olan.
vakib / vâkib
Ayak üstüne duran kişi.
vakl
Yükselmek.
Bir nesnenin üstüne çıkmak.
Mukul ağacı.
vasıta-i galebe
Üstünlük vesilesi.
vegir
Kızmış taş üstüne koyarak pişirilen et.
vehmi / vehmî / وهمى
Kuruntuya dayalı, evham üstüne kurulmuş.
(Arapça)
veka'
Ayak parmaklarından baş parmağın, şehâdet parmağı üstüne gelmesi.
veli / velî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mü'minleri seven, onlara yardım eden, işlerini bitiren, sevdiklerini sevmediklerine gâlib, üstün kılan, kâfirleri sevmeyen.
Bir çocuğun veya kadının babası yoksa baba tarafından dedesi, yoksa kâdı veya bunların vasî tâyin ettik
veş'
Bir şeyin üstüne çıkmak.
veşia
(Çoğulu: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç.
Tarikat.
ya
"Hey, ey!" mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i'rabını ötre okutur. "Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu" da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi "üstün" meftuh okutur. "Yâ Rabbe-l Âlemîn" de olduğu gibi."Yâ" üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri
zaan
Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.
zafer / ظفر
Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme.
Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.
Başarma, üstün gelme.
Üstünlük kazanma.
(Arapça)
zafer-yab
Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen.
(Farsça)
zaferyab / zaferyâb / ظفریاب
Üstünlük kazanan, muzaffer olan.
(Arapça - Farsça)
Zaferyâb olmak:
Üstünlük kazanmak, muzaffer olmak.
(Arapça - Farsça)
zamme
Ötre denilen, üstüne konulan harfi o, ö, u, ü okutan hareke.
zann-ı galibi / zann-ı galibî
Üstün gelen kanaat.
zann-ı galip
Üstün gelen kanaat.
zat-ı ekmel / zât-ı ekmel
Mükemmel, olgun ve üstün zât, kimse.
zat-ı kerimü's-sıfat / zât-ı kerîmü's-sıfat
Kendisine, sınırsız üstün sıfat ve meziyetler ikram edilen zât.
zeberdest
En üstün, galib, hâkim, âmir.
(Farsça)
Mâhir.
(Farsça)
zeberdesti / zeberdestî
Maharetlilik, ustalık.
(Farsça)
El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet.
(Farsça)
zegab
Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.
zela'
Ayağın altında ve üstünde; elin ise arkasında olan yarık.
zeydiyye fırkası
Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
vücud-u ilmi
vech-i tevfik
fudul
kasik
Mütâlâ
makam-ı mahbubiyet
sadrazam
Hafta
cüraşe
تأس
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
üstün
at arabası
Meshe
muvaffak etsin
miad
Filân
Menbaı
isimleri
Lâm
odunun