REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te şüphe ifadesini içeren 243 kelime bulundu...

adem-i tereddüd

  • Tereddütsüz, şüphesiz.

ala-yı illiyyin-i yakin / âlâ-yı illiyyîn-i yakîn

  • Şüphesizlik derecesinin en yükseği, doruğu.

an'aneli sened

  • Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.

asar-ı kat'iye / âsâr-ı kat'iye

  • Kesin delil ve eserler; Peygamber Efendimizden (a.s.m.) geldiğinde şüphe bulunmayan doğru haberler.

aya / âyâ

  • (Şüphe ve tereddüt bildiren edât; hayret ve taaccüb, soru ile beraber ümid ifâde eder) Acabâ. Âyâ, nasıl oluyor. Hayret, sen bu işi nasıl olur da yaparsın?.. der gibi.

ba-vehim

  • Vehim ile, şüphe ile.

bavehim / bâvehim

  • Vehim ve korku ile, şüpheyle.

belki

  • Şüphesiz, kesinlikle.
  • Umulur, ihtimal, olabilir.
  • Hattâ.
  • Kat'iyyetle. Dahi. Şüphesiz.

berahin-i katıa

  • Şeksiz ve şüphesiz olan kat'i deliller, bürhanlar.

bi-güman / bî-güman

  • Şeksiz, şüphesiz. (Farsça)

bi-irtiyab / bî-irtiyab

  • Şüphesiz. (Farsça)

bi-iştibah / bî-iştibah

  • Şüphesiz. Şeksiz.

bi-rayb / bî-rayb

  • (Bî-reyb) şüphesiz. şeksiz.

bi-reyb / bî-reyb

  • Şüphesiz, şeksiz. (Farsça)

bi-şek

  • Şüphesiz, şeksiz. (Farsça)

biilmelyakin / biilmelyakîn

  • Şüphesiz ve kesin bir ilimle.

biilmilyakin / biilmilyakîn

  • Şüphesiz bir ilimle bilme.

biiştibah / bîiştibah

  • Şüphesiz.
  • Şüphesiz.

bilaşek vela şüphe / bilâşek velâ şüphe

  • Şeksiz ve şüphesiz.

bilaşüphe / bilâşüphe

  • Şüphesiz.
  • Şüphesiz.

bilyakin / bilyakîn

  • Bir şeyi şeksiz ve şüphesiz olarak itikad-ı kavi ve sahih ile bilmek, derk etmek.

bişübhe / bîşübhe / بى شبهه

  • Kuşkusuz, şüphesiz. (Farsça - Arapça)

bürhan-ı satı' / bürhan-ı sâtı'

  • Aşikâr, şeksiz ve şüphesiz, parlak delil.

burhan-ı yakini / burhan-ı yakînî

  • Şüphelerden uzak, güçlü ve sarsılmaz kesin delil.

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

cezm

  • Kesinlik, şüphesizlik.

dai-i şüphe / dâî-i şüphe

  • Şüphe çekecek, şüphe sebebi.

delail-i katıa / delâil-i katıa

  • Kesin ve şüphesiz deliller.

delil-i yakini / delil-i yakînî

  • Şüphe edilmeyecek derecede kesin olan delil.

dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek

  • Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
  • Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.

ecel-i mev'ud

  • Mukadder olan ölüm. şüphesiz gelecek olan ölüm.

eceliyyet

  • Sonradan vukuu şüphesiz olan hâdise.

ehl-i rayb

  • Şüpheciler, şüphe edenler.

ehl-i sünnet

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir. (Farsça)

emin

  • Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz.
  • Kendisinden korkulmayan.
  • Kendine inanılan. İtimat edilen.
  • İnanan, güvenen.
  • Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.

emza

  • Çok te'sirli olan, çok müessir.
  • Hükmü çok geçen.
  • Kat'i, şüphesiz.

engar

  • Sanma, zan, tasavvur. şüphelenme. (Farsça)
  • Tamamlanmayan, eksik kalan iş. (Farsça)

esas-ı müselleme

  • Doğruluğu şeksiz, şüphesiz kabul edilen temel esas.

eşekk

  • Pek şüpheci.
  • Çok şek ve şüphe sahibi. Tereddütte ileri giden.

etka

  • (Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.

evham etmek

  • Olmayan bir şeyi var zannederek şüphelenmek, kuruntuya kapılmak.

evham vermek

  • Şüphelendirmek.

evhamlandırma

  • Şüphelendirme.

evhamlandırmak

  • Kuruntulandırmak, şüphelendirmek.

fela cerem / felâ cerem

  • Şüphesiz. Muhakkak.
  • Düşündürücü değil.

fihi nazar / fîhi nazar

  • Şüphe edilen bir mes'ele hakkında söylenir. "Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır" demektir.

garer

  • Tehlike, zarar. Sonu belli olmayan şüphe ihtimâli olan satış.

gıll u gışş

  • Şüphe ve tereddüt, kararsızlık. Kin ve hile. Hiyanet ve düşmanlık.

güman

  • Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe. (Farsça)
  • Zan, şüphe.

hab-ı harguş / hâb-ı harguş

  • Tavşan uykusu. Şüpheli ve hafif uyku.
  • Yalan, hile.

haber-i sahih

  • Peygamber Efendimizden (a.s.m.) geldiğinden şüphe duyulmayan doğru ve güvenilir haber.

hadis-i sahih / hadîs-i sahîh

  • Hakkında şüphe edilemiyen ve doğru senetlere ve râvilere isnad edilerek müsbet olarak kat'i bilinen hadis-i nebevidir.

hads-i sadık / hads-i sâdık

  • Tam ve şüphesiz idrak etme ve bilme.
  • Tam, doğru ve şüphesiz idrâk etme ve bilme.

hayhay

  • Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.) (Türkçe)

hemezat

  • (Tekili: Hemeze) Kuruntular, vesveseler, şüpheler, tereddütler.

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hüccet-i kàtı'

  • Kesin, şüphesiz delil.

hüccet-i katıa

  • Kat'i delil. Bir şeyin doğruluğunu şeksiz, şüphesiz isbata vesile olan. (Farsça)

hücec-i hattiye

  • Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)

hun'a

  • şekk, şüphe, zan.
  • Töhmet.

ihticac

  • (Çoğulu: İhticacat) Delil, vesika, şahit göstermek. Münâzaa ve mürâfaada hüccet ve delil göstermek. Bir mes'elenin şüphesizliğini delillerle isbat etmek.

ihtiyat / ihtiyât

  • Dîne uygun olmayan bir işi yapma şüphesinden kurtulmak için, tedbirli hareket etme.

iltibas

  • Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık.
  • Tereddüt. Şüphe.

iman-ı hakiki / îmân-ı hakîkî

  • Kalbe yerleşen, şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân.

iman-ı taklidi / iman-ı taklidî

  • Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.

iman-ı yakini / îmân-ı yakînî

  • Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îmân, îtikâd.

imma

  • (Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.

imtira'

  • Çıkarma, ihrac etme, dışarı atma.
  • Şüphelenme, kuşkulanma.
  • Tereddüt, mütereddidlik, kararsızlık.

inna / innâ

  • (İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)

inne rahmetallahi karibün mine'l-muhsinine / inne rahmetallâhi karîbün mine'l-muhsinîne

  • "Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.".

inni / innî

  • Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.

irabe

  • Şüphelendirme, şüpheye düşürme.

irtiyab

  • Duraklama, şüphelenme, tereddüt.

isbatiyecilik

  • Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.

işkal / işkâl

  • Güçleştirme, müşkilleştirme.
  • Zorlaştırma.
  • Şüpheli ve karışık olma.

işkil

  • Şüphe, vesvese. Vehimlenmek. (Farsça)
  • Hile, tezvir. (Farsça)
  • Sağ ön ayağı ve sol arka ayağı beyaz olan at. (Farsça)

iştibah / iştibâh

  • Şüphelenmek. Şüphe etmek.
  • Kolay fark olunmaz derecede benzemek.
  • Şüphelenme, şüpheye düşme.
  • Şüphelenme, benzerlik.

istibra / istibrâ

  • Temizlenme.
  • Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
  • Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekr

istikan

  • Şüphesiz ve zansız olmak.

istirabe

  • Bir kimsenin hâlinden şüpheye düşme, kuşkulanma.

itikad-ı yakin / itikad-ı yakîn

  • Şüphesiz ve kesin olarak bilme.

itmi'nan-ı kalb / itmi'nân-ı kalb

  • Yürekten inanma, kalbinde şüphe ve vesvese bulunmaksızın tam bir kanaatla inanma.

ittifak-ı evham-saz

  • Evham ve şüphe veren birlik.

ittikan

  • Muhkem yapılmak. Esaslı ve şüphesiz yakından bilmek.

iz'an / iz'ân

  • Şüphesiz anlama ve inanma.

kalb-i selim / kalb-i selîm

  • Şek (şüphe) ve şirkten (Allahü teâlâya ortak koşmaktan), küfür ve nifâktan arınmış, dâimâ Allahü teâlâya bağlı kalb.

karlayl

  • (Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.

kasame

  • (Kasem. den) Katili bilinmeyen kimsenin bulunduğu, şüphelenildiği mıntıka halkından elli kişiye yemin ettirme.

kat'i / kat'î

  • Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.

kat'i delalet / kat'î delalet

  • Şüphesiz, kat'i delil.

kat'i delil / kat'î delil

  • Kesin, şüphesiz delil.

kat'iyetle

  • Kesin bir şekilde, şüphesiz.

kat'iyy-üd delale

  • Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.

kat'iyy-ül metin

  • Metnin, ibârenin kat'i ve şüphesiz oluşu. (Ayet gibi)

kat'iyyet

  • Kesinlik, şüphesizlik.

kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet

  • Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.

kat'iyyü'd-delalet olmak / kat'iyyü'd-delâlet olmak

  • Sözün hangi mânâyı gösterdiği kat'î ve şüphesiz olmak.

kat'iyyü'l-metin

  • Metnin (sözün) kesin ve şüphesiz oluşu; ibarenin ilk kaynaktan aynen geldiğinin kesin olarak bilinmesi (meselâ metnin âyet veya hadis olduğu kesin olarak bilinmesi).

kat'iyyü'l-metin olduğu gibi / kat'iyyü'l-metîn olduğu gibi

  • (Delil olan) Söz kat'î ve şüphesiz olduğu gibi (sözün, âyet veya hadis olduğu kesin ve şüphesiz olduğu gibi).

kati / katî

  • Şüphesiz, tereddütsüz, kesin.

katiyet

  • Kesinlik, şüphesizlik.

kaviyyen

  • Kuvvetle, kat'i olarak. Şüphesiz olarak.

kemal-i iz'an / kemâl-i iz'an

  • Kesin bir şüphesizlik, tam bir inanç.

keşfiyat-ı kat'iye

  • Kesinliğinde şüphe olmayan keşifler; mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme.

küfr-i meşkuk

  • Küfürde ve itikatsızlıkta şüpheli olma.

küfr-ü meşkuk / küfr-ü meşkûk / كُفْرِ مَشْكُوكْ

  • İnkârda, küfürde şüpheye düşme.
  • İnkârında şüpheye düşme.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

labüd / lâbüd

  • Şüphesiz, kesin.

lacerem

  • şüphesiz, elbette, besbelli.
  • Nâçar, zaruri.

laedri / laedrî / lâedrî

  • Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm.
  • Kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci.

laedriyye / lâedriyye

  • Şüphecilerle alakalı. Şüphecilik üzerine kurulu felsefe ekolü.

larayb / lârayb

  • Şüphesiz, şeksiz, tereddütsüz.

laraybe fih / lâraybe fih

  • Onda hiçbir şüphe yoktur.

laşek / lâşek

  • Şek ve şüphe yok. şüphesiz. Elbette.
  • Şüphesiz.

lebs

  • Giyecek şey.
  • Giyme. Giyinme.
  • Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.

ma-imeşkuk / mâ-imeşkûk

  • Şüpheli su; ehlî merkebin ve ondan doğan katırın artığı olan su.

mahsebe

  • Şüphe etme, şüphelenme, sanma.

malumat-ı yakiniye / malûmat-ı yakîniye

  • Şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olarak bilinen şeyler.

maraz-ı vesvese

  • Kuruntu, şüphe hastalığı.

maznun

  • (Zann. dan) Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen.
  • Huk: Bir suç dolayısı ile sorguya çekilen kimse. Sanık.

maznunin / maznunîn

  • (Tekili: Maznun) Zan altında bulunanlar. Şüpheli kimseler.

medar-ı şüphe / medâr-ı şüphe

  • Şüphe sebebi.

mekruh / mekrûh

  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

meşkuk / meşkûk / مشكوک

  • Şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen.
  • Şüpheli.
  • Şüpheli.
  • Şüpheli.
  • Şüphe götürür. (Arapça)

meşkukiyet

  • Şüphelilik. Şüpheli oluş.

meşkukiyyet / meşkûkiyyet / مشكوكيت

  • Şüphe götürme. (Arapça)

mirye

  • Şek, şüphe.
  • Münazara. Cedel.

mu'cize-i mutlaka

  • Meydana geldiğinde şüphe duyulmayan mu'cize.

mukarrer

  • Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.
  • Kesinlik kazanmış; hakkında şüphe olmayan mesele.

mukın / mûkın

  • Şüphesiz ve kat'i olarak bilen.

mukınun / mûkınûn

  • Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar.

mültebis

  • İltibas etmiş, birini öteki zannetmiş, karıştırmış olan.
  • Karışık, şüpheli ve benzer olan.

mümter

  • Şüpheci, şüphe eden.

murib / murîb

  • Şüpheli. şüphelendirici.

müşekkek

  • (şekk. den) şüpheli olan, şüpheli, kuşkulu. şekke düşürülmüş.

müsellem

  • Doğruluğu şüphesiz kabul edilmiş.

müsellemat

  • (Tekili: Müsellem) Doğruluğunda şüphe edilmeyen umumi bilgi ve kaideler. İslâmiyete ait, sağlamlığında şüphe olmayan esâslar.
  • Man: Dinleyenin hemen münakaşasız kabul ettiği kaziyeler.

müsellemat-ı şer'i / müsellemât-ı şer'î

  • Doğruluğuna şüphe olmayan, şeriatın hükümleri; kabul ve tasdik edilmiş genel düsturları.

müştebih

  • Birbirine benzer, benzeyen; şüpheli.
  • Şüphelenen, şüpheci, iştibah eden.

mütekalkıl

  • Kararsız, şüpheci, endişeli.

mütereddid

  • Tereddütlü, şüphelenen.

mütereddit

  • Kararsız, şüpheye düşmüş.

müteşekkik

  • Şek ve şüphede kalan. Şek ve şüpheden kurtulamayan.

mütevatir

  • Çok kimselerin naklettikleri haber. Yaygın haber. Herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri kat'i, şüphesiz, sağlam haber. Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatın bir hâdise hakkında verdikleri haber.

mütevatiren / mütevâtiren

  • Kesin ve şüphesiz bir haber olarak.

müteyakkın

  • (Yakîn. den) Teyakkun eden, yakîn ve kat'î olarak şüphesiz bilen.

mutlak / مطلق

  • Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest.
  • Kat'i. Şüphesiz.
  • Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
  • Sonsuz, şüphesiz.

mutmain

  • Şüphesiz, tam kanaatle inanma.

mutmainane / mutmainâne

  • Şüphesiz bir şekilde.
  • Şüphesizce. Rahatlık ve emniyet içinde olarak. (Farsça)

mutmainn

  • İtmi'nanlı. İçi rahat. Müsterih. Şüphesi kalmamış. Emin.

mutmainne

  • İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.

müttehem

  • (Müttehim) (Vehm. den) Kendinden şüphe olunan, ittiham olunan şey. Töhmetli. Maznun. Zan ile kendine kabahat isnad edilen.

müvesvis

  • Vesvese veren, şek veren. Şüphelenmeğe sebeb olan.
  • Vesvese veren, şüphe ve kuruntu veren.

nakl-i sahih

  • Doğru, şüphesiz gelen haber nakli.

nasiyye

  • Nass oluş. Kat'ilik, şüphesizlik, kesinlik.

nazar-ı şübhe / نظر شبهه

  • Şüpheli göz, şüpheli bakış.

netice-i muhakkaka

  • Gerçekleşmesinden şüphe edilmeyen sonuç.

rayb / ریب

  • Şüphe.
  • Şek, şüphe, reyb.
  • Şüphe, tereddüt.
  • Kuşku, şüphe. (Arapça)

ribet

  • (Çoğulu: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.

rivayet-i sadıka / rivayet-i sâdıka

  • Senet ve delillerle sâbit, şüphesiz, doğru rivâyet.

rivayet-i sahiha / rivâyet-i sahîha

  • Doğruluğu ve Peygamberimize ait olduğu şüphe götürmeyen rivâyet, hadis.

riyeb

  • (Tekili: Ribet) Şüpheye düşmeler.

rüyub

  • (Tekili: Reyb) şekler, şüpheler.

şahid-i kàtı'

  • Kesin, şüphesiz delil.

sahih

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y

şaibe / şâibe

  • Kuşku, şüphe.

şaibe-i tereddüt

  • Şüphe lekesi.

şakk

  • Silahlı kişi.
  • Şek ve şüphe eden.

şek

  • Şüphe, zan.
  • Şüphe, zan.
  • Şüphe.

şekk / شك

  • (Çoğulu: Şükuk) Şüphe, zan. Bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek.
  • Lüzum.
  • Yarmak.
  • Yapışmak.
  • Şüphe; iki şey arasında aklın bir tercihte bulunamadığı zihinsel durum.
  • Şüphe kuşku, sanı, zan.
  • Kuşku, şüphe. (Arapça)

şekk-i itiraz

  • İtirazdan kaynaklanan şüphe.

şekk-i küfri / şekk-i küfrî

  • İnkâr ettiği şey hakkında şüpheye düşme.
  • Küfürdeki şüphe. Kâfire ait şek.

şekketmek

  • Kuşkulanmak, şüphelenmek.

şeksiz

  • Kuşkusuz, şüphesiz.

semi-i mutlak

  • Her şeyi şeksiz, şüphesiz, mutlak surette işiten Allah (C.C.).

septisizm

  • Fls: Müsbet veya menfi hiçbir kat'i hükme varamıyan ve dâim şüphe içinde olmayı kabul eden sapık felsefe sistemi. Şüphecilik. (Fransızca)
  • Şüphecilik felsefesi, kararsızlık.

şeriat-ı mutahhara

  • Temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet.

şevaib

  • (Tekili: Şâibe) Kusurlar, lekeler, noksanlar, ayıplar.
  • Şüpheler
  • Eserler, izler, nişânlar.

sofestai / sofestaî / sofestâî

  • Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
  • (Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar
  • Şüpheci; herşeyi, hattâ kendisini dahi inkâr eden, olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan daima şüphe içinde kalmayı esas alan bir felsefi zihniyet ve tutum sahibi, septik.

sofizm

  • Hakikatı tanımayan şüpheci filozofların felsefesi.

su-i vesvese / sû-i vesvese

  • Kötü vesvese, şüphe.

şübeh

  • Şüpheler.
  • Şüpheler.

şübehat / şübehât

  • Şüpheler.
  • Şüpheler, tereddütler.

şübehat-alud / şübehat-âlûd

  • Şüphelerle karma karışık olmuş, şüphelerle dolu.

şübehat-ı şeytaniye

  • Şeytanî şüpheler.

şübehat-ı uhreviye

  • Âhiretle ilgili şüpheler.

şübhe / شبهه

  • Şüphe. (Arapça)

şübhe-i tarık / şübhe-i târık

  • Zulmetten gelen şüphe belâsı.

şübhedar / شبهه دار

  • Şüpheli, kuşkulu. (Arapça - Farsça)

şükuk / şükûk

  • (Tekili: şekk) şekler, şüpheler.
  • Şekler; şüpheler.
  • Şüpheler.

şüphe iras etme / şüphe îras etme

  • Şüphe verme, şüphede bırakma.

şüphe-i hakiki

  • Gerçek şüphe.

şüphe-i tarık / şüphe-i târık

  • Hırsız şüphe.

şüpheli şeyler

  • Helâl ve haram olduğu açıkça bildirilmeyen şeyler; şüpheliler.

tahaddi mu'cizesi

  • Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.

takva / takvâ

  • Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.
  • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.

tasavvuf

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ

tayyib

  • İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
  • Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
  • Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.

te'min

  • Güvenlik, emniyet hissi vermek.
  • Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
  • Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
  • Elde etme.

tebehhüm

  • Şüpheli ve belirsiz olma.

tebrie

  • (Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak.
  • Borçtan kurtarmak.
  • Nezahet, ismet.
  • Beraet ettirmek.

temari

  • Şek şüphe etmek. Mücadele etmek.

tereddüd

  • Şüphe.
  • Kararsızlık. Bir mes'ele hakkında karar veremiyerek şüphede kalmak.

tereddüt

  • Şüphe.

tereddütsüz

  • Şüphede kalmayacak şekilde.

teşekkük

  • Şek ve şüphe etme.

teşkik

  • Şüphede bırakmak. Şüpheye atmak.
  • Şüphede bırakma.

teşkikat / teşkikât

  • Şüpheye düşürme.
  • Şek ve şüpheler. Şüphede bırakmalar.

teşkikat yapmak / teşkikât yapmak

  • Şüphede bırakmak.

teşkikat-ı vehmiye / teşkikât-ı vehmiye

  • Vehmî ve asılsız şüpheler, tereddütler.

teverru'

  • Haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmak.

teyakkun

  • İyiden iyiye araştırıp şüphesiz tam olarak bilmek.
  • Tam yakınlık hâsıl etmek.

tukat

  • Nefsini haramdan ve şüpheli nesnelerden saklamak.

ukdegir

  • Müşkil, zor. (Farsça)
  • Şüpheli. (Farsça)
  • Düğümlü. (Farsça)

uzuf

  • Nefsi kötülüklerden ve şüphelerden menedip uzaklaştırmak.

vakıa-i sadıka / vâkıa-i sâdıka

  • Doğruluğundan şüphe edilmeyen olay, doğru rüya, keşif.

vareste-i rayb ve zunun / vareste-i rayb ve zunûn

  • Zan ve şüphelerden beri, uzak.

vehham

  • Çok vehimli. Fazla şüphe eden.
  • Aşırı derecede vehimli, kuruntulu, şüpheci.

vehim

  • Zan, şüphe, kuruntu.

vehm-i mahz

  • Tam bir kuruntu, zan, şüphe.

vera' / verâ'

  • Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti.
  • Haramlardan ve helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmak.

vesvas

  • Şüphe ve vesveseye sürükleyen.

vesvese

  • Kuruntu, şüphe.
  • Zararlı olan şüphe, kuruntu.

vesvese-i şeyatin / vesvese-i şeyâtîn

  • Şeytanların verdiği şüphe ve kuruntular.

vesvese-i şeytan

  • Şeytanın kalbe düşürdüğü şüphe, asılsız kuruntu.

vesvese-i siyasiye

  • Siyasî şüphe ve kuruntular.

vesveseli

  • Şüphe ve tereddüt içinde olan.

vücub-u kat'i / vücub-u kat'î

  • Kesin zorunluluk; kesin ve şüphesiz farz oluş.

yakin / yakîn

  • Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman
  • Şüphesiz ve kesin bilgi.
  • Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
  • Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
  • Ölüm.

yakin-i imani / yakîn-i imanî

  • Kesin ve şüphesiz iman.

yakin-i kat'i / yakîn-i kat'î

  • Şüphesiz ve kesin bilgi.

yakinen / yakînen / يَق۪ينًا

  • Kesin ve şüphesiz olarak.
  • Şüphesiz olarak.

yakini / yakinî / yakînî

  • Şüphe edilmeyecek derece kesinlik.
  • Şüphe edilmeyecek ilmî halde, hiç şeksiz bilinmeğe dair.

yakini burhan / yakînî burhan

  • Şüphesiz, kesin delil.

yakiniyat / yakîniyat

  • Şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olan şeyler.

yakiniyet

  • Kesinlik, şüphesizlik; yakîn ile kesin olarak bilinme durumu.

yevm-i şek

  • Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.

zahid / zâhid

  • Dünyâya düşkün olmayan kimse.
  • Şüpheli olur korkusu ile mübâhların (dînen izin verilenlerin) çoğunu terk eden.

zahir

  • (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan.
  • Görünüşe göre.
  • Şüphesiz.
  • Suret. Dış yüz. Görünüş.
  • Anlaşılan.
  • Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.

zaman-ı tereddüt ve evham

  • İnsanların şüpheye düştüğü ve kuruntulara kapıldığı dönem.

zanlı

  • Şüpheli.

zann

  • Şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın