REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te üzüntü ifadesini içeren 110 kelime bulundu...

ağıt

  • Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)

ahval-i müessife / ahvâl-i müessife

  • Teessüf ve üzüntü verici hâller.

ahzan / ahzân

  • Hüzünler, üzüntüler.

alam / âlâm

  • (Tekili: Elem) Elemler. Kederler. Üzüntüler.
  • Elemler; acılar, üzüntüler.

alim

  • Üzüntülü, kederli, ıztırab çeken.

armani / armanî

  • Müteessif, kederli, üzüntülü. Pişman, nâdim. (Farsça)

azreng

  • Çok üzüntü, meşakkat, eziyet. (Farsça)
  • Son derece sert ve katı. (Farsça)

befm

  • Keder, tasa, iç sıkıntısı, üzüntü. (Farsça)

bela / belâ

  • Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.

belel

  • Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
  • Zafer, galibiyet.
  • Mihnet, keder, üzüntü.
  • Mücadele, kavga.
  • Hastalıkdan iyileşen.
  • Düşkünlük.

cevir

  • (Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
  • Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.

dağdar

  • Pek acıklı, üzüntülü. (Farsça)
  • Gönlü yaralı. (Farsça)
  • Kızgın demirle nişan vurulu. Damgalı. (Farsça)

dağidar

  • Üzüntülü, kederli.

derd

  • Dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.

ekdar / ekdâr / اكدار

  • (Tekili: Keder) Kederler, acılar, üzüntüler.
  • Kederler, üzüntüler.
  • Kederler, üzüntüler. (Arapça)

elem / الم

  • Keder, dert, üzüntü, sıkıntı, acı.
  • Acı, üzüntü. (Arapça)

elemkarane / elemkârâne

  • Acı duyarak, üzüntülü bir şekilde.

endişe-i istikbal

  • Gelecek zamanı düşünmekten gelen merak, üzüntü, keder. Geleceği düşünmek.

enduh

  • (Endüh) : Keder, elem, gam, gussa, kaygı, sıkıntı, ıztırab, üzüntü. (Farsça)

enduh-nak / enduh-nâk

  • Kederli, sıkıntılı, gamlı, üzüntülü. (Farsça)

ervenan

  • Dik ses, sadâ.
  • Iztırablı, sıkıntılı, üzüntülü gün.

esef / اَسَفْ

  • Üzüntü, acı.
  • Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
  • Tasa, üzüntü, gam.
  • Üzüntü.

esyan

  • Kederli, gamlı, tasalı, kaygılı, hüzünlü, üzüntülü.

etrah

  • (Tekili: Terah) Tasalar, kederler, elemler, gamlar, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.

evham

  • Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.

fek'

  • Üzüntü veya kızgınlıktan dolayı başını aşağı eğip, nereye gittiğini bilmeden gitmek.

feryad-ı matem

  • Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.

firak-ı elimane / firâk-ı elîmâne

  • Acı ve üzüntü verici ayrılık.

gaile

  • Üzüntü veren belalı iş.

gaile çıkarmak

  • Sıkıntı meydana getirmek, üzüntü vermek.

gam / غم

  • Sıkıntı, üzüntü.
  • Keder, üzüntü. (Arapça)

gam ve keder

  • Sıkıntı ve üzüntü.

gamlı

  • Üzüntülü.

giriban-çak / girîban-çâk

  • Yakası yırtık. (Farsça)
  • Mc: Kederli, hüzünlü, üzüntülü. (Farsça)

gubar-ı hüzün / gubâr-ı hüzün

  • Üzüntü dalgası, üzüntü tozları.

gussa / غصه

  • Üzüntü, tasa.
  • Üzüntü, keder. (Arapça)

gusse

  • Üzüntü, tasa, gam.

habal

  • Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık.
  • Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü.

hadşe

  • (Çoğulu: Hadeşât) Vesvese, kuruntu, merak, ye's, üzüntü, hüzün.

hadşe-i derun

  • İç sıkıntısı, gönül üzüntüsü.

hal-i müessif

  • Üzüntü verici durum, hâl.

halet-i mahzunane / halet-i mahzunâne

  • Üzüntülü durum.

harhar

  • Devamlı arzu, sürekli istek. (Farsça)
  • Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı. (Farsça)
  • Devamlı kaşıntı. (Farsça)

hasret

  • Özleyiş. İç çekme. Bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü.

hasur

  • Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
  • Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
  • Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
  • Oğlu ve kızı olmayan.
  • Avrete cimâ edemeyen.
  • İhlili dar olan deve.

hazin / hazîn

  • Hüzünlü, üzüntü verici.

hemahim

  • (Tekili: Hemheme) Üzüntüler, kederler, dertler, tasalar.

hereb

  • Kaçma, firar.
  • şiddetli üzüntü, keder.

hicran-ı la yezali / hicran-ı lâ yezalî

  • Sonsuz ayrılık. Ayrılıktan gelen sonu gelmez üzüntü.

hicran-zede

  • Ayrılmış, üzüntülü, hicrâna uğramış.

hüzn / حزن

  • Üzüntü, keder. Sevincin zıddı. Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır. Tasavvuf yolunda bulunanlara âit bir hâl.
  • Üzüntü.
  • Hüzün, üzüntü. (Arapça)

hüzn-engizane / hüzn-engizâne

  • Hüzün ve üzüntü verici bir şekilde.

hüzn-ü elim / hüzn-ü elîm

  • Acı verici hüzün, üzüntü.

hüzn-ü müştakane

  • Kavuşmanın gecikmesinden doğan hüzün, üzüntü.

hüznengizane / hüznengizâne

  • Üzüntü veren bir hâlde.

hüzün / حُزُنْ

  • Üzüntü.
  • Üzüntü.
  • Üzüntü.

hüzünlü

  • Hüzün verici, üzüntülü.

kahır

  • Aşırı üzüntü, acı, keder.
  • Ezici davranış, zulüm.
  • Baskı ile iş gördürme, zorlama.
  • Derin üzüntü.

kahr

  • Zorlama. Cebir.
  • Ezme. Mahvetme.
  • Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme.
  • Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.)
  • Mahvetme, helâk etme.
  • Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
  • Zorlama, zorla bir iş gördürme.
  • Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme.
  • Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.

kasavet

  • Kalb katılığı, gaflet.
  • Kaygı, tasa, üzüntü, keder.

kasavetli

  • Üzüntülü, sıkıntılı.

keder / كدر

  • Sıkıntı, üzüntü.
  • Üzüntü.
  • Üzüntü. (Arapça)
  • Bulanıklık. (Arapça)

kederengiz

  • Üzüntü, keder ve sıkıntı meydana getiren. (Farsça)

kederli

  • Sıkıntılı, üzüntülü.

kedernak / kedernâk / كدرناک

  • Üzüntülü, kederli. (Arapça - Farsça)

kedersiz

  • Sıkıntısız, üzüntüsüz.

kemal-i teessür / kemâl-i teessür

  • Tam bir üzüntü.

kemal-i telaş ve teessüf / kemâl-i telâş ve teessüf

  • Tam bir telâş ve üzüntü.

kemal-i telehhüf / kemâl-i telehhüf

  • Son derece keder ve üzüntü.

kerb

  • Keder, üzüntü, tasa.

küdur

  • (Tekili: Keder) Kederler, hüzünler, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.

lehif / lehîf

  • (Lehfân) Mahzun, hüzünlü, üzüntülü, kederli.

maalesef

  • Üzülerek, üzüntüyle beraber.

mahzuniyet

  • Mahzunluk. Kederli ve kaygılı oluş. Üzüntülü olma.

mahzuniyetle

  • Üzgün olarak, üzüntüyle.

matem / mâtem

  • Ağlama. Üzüntü veya kederden ağlayıp sızlama. Kederinden yas tutma.

matemalud / mâtemâlûd

  • Matemli, hüzne bulanmış, üzüntüye boğulmuş.

matemi / mâtemî

  • Yaslı, mâtemli, üzüntülü.

medar-ı teessüf / medâr-ı teessüf

  • Üzüntü veren, üzüntü kaynağı.

mekbut

  • Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse.

mekzum

  • Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı.

melhufan / melhufân

  • (Tekili: Melhuf) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler.
  • Hasrette kalanlar.

mersiye

  • Birisinin ölümü hakkında yazılan, üzüntüyü dile getiren manzume, ağıt.

mucib-i teessür / mûcib-i teessür

  • Üzüntüye sebep olan.
  • Üzüntü verici.

müferrah

  • Ferahlanmış. Sıkıntıdan, üzüntüden kurtulmuş.

mükedder

  • Dertli, üzüntü duyan.

müteessif

  • Üzüntülü.

müteessifen

  • Üzüntü duyarak, teessüf ederek.

müteessir / مُتَأَثِّرْ

  • Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş.
  • Üzüntülü.
  • Üzüntülü, etkilenen.

müteessirane / müteessirâne

  • Üzüntülü bir halde.
  • Üzüntü ile, üzülerek, teessürle. (Farsça)
  • Üzüntü duyarak, etkilenerek.

müteessiren

  • Üzüntülü olarak.

nar-ı teessüf / nâr-ı teessüf

  • Bir ateş gibi insanın içini yakan üzüntü ve kırgınlık.

pişmanlık

  • Kişinin işlediği bir iş veya günâh sebebiyle vicdânen üzüntü duyması; tövbeye gelme; nedâmet.

rahat

  • Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih.
  • Dinlenmek.
  • El ayası.
  • Sıkıntısız, üzüntüsüzlük.

şayan-ı esef

  • Üzücü, üzüntü verici.

şematetkarane / şemâtetkârâne

  • Başkalarının üzüntüsüne, acısına hayasızca gülerek sevinmek.

şiddet-i teessür

  • Üzüntü ve ıztırabın şiddeti.

tahaddüş

  • Tırmalanma.
  • Üzüntü duyma.

teellüm

  • Üzüntü, acı çekme.

teessür / تأثر

  • Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek.
  • Te'sir altında kalmak.
  • Kederlenmek.
  • Üzüntü.
  • Üzülme, üzüntü. (Arapça)
  • Etkilenme. (Arapça)

teessürat / teessürât

  • Üzüntüler.
  • Üzüntüler. Teessürler.

teessürat-ı hazine / teessürât-ı hazîne

  • Hüzün dolu üzüntüler.

teessürat-ı manevi / teessürat-ı mânevî

  • Mânevî üzüntüler.

teneddi

  • Gamkin ve üzüntülü olmak.

teselli verme / tesellî verme

  • Üzüntüyü hafifletme, acıyı dindirme, rahatlatma.

ukde / عقده

  • Düğüm. (Arapça)
  • Gönül üzüntüsü. (Arapça)
  • Sorun. (Arapça)

vasıta-ı nakl-i hüzün ve elem ve gam

  • Üzüntü, acı ve sıkıntıya sebep olan.

vaveyla

  • Çığlık, yaygara, feryat.
  • Eyvah, yazık gibi üzüntü ifadeleri.

vaziyet-i elimane / vaziyet-i elîmâne

  • Acı ve üzüntülü bir vaziyet.

velval

  • Üzüntü ile ağlama. Ağlayıp inleme.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın