REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Ölçü ifadesini içeren 412 kelime bulundu...

abir

  • (Ubur'dan) Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen.
  • Hz. İbrâhimin (A.S.) dedelerinden birisinin adı.

abir-i sebil / âbir-i sebîl

  • Yolda giden yolcu.

adaletname-i şeriat / adaletnâme-i şeriat

  • Şeriatın adalet ölçüsü, belgesi.

adem

  • Yokluk, varlığın zıddı.
  • Tasavvufda sâlikin (tasavvuf yolcusunun) kendisini kaplayan mânevî hal sebebiyle kendinden geçmesi hâli.

adil

  • Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.

ahfa / ahfâ

  • Kalbe bağlı duyguların en gizli, en kapalı olanıdır ki, Cenâb-ı Hak sıfat, şuûnat ve Zât'ına ait en gizli, en mahrem mânâları izin verdiği ölçüde bu duyguya hissettirir.
  • Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).

akça

  • (Akçe) Beyaz, oldukça beyaz.
  • Para.
  • Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke.

akliyyun / akliyyûn

  • Aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler.

alem-i ecsad / âlem-i ecsâd

  • Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.

alem-i emr / âlem-i emr

  • Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.

alem-i melekut / âlem-i melekût

  • Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem.

arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka

  • Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

arşın

  • Yaklaşık 68 cm'lik bir ölçü birimi.
  • Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. (Farsça)
  • Zirâ'. (Farsça)
  • 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü.

aruz

  • Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
  • Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
  • Bir beytin birinci

aşiret / aşîret

  • Dil ve kültürü büyük ölçüde aynı türden olan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında sosyal, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk; oymak.

astronot

  • yun. Feza yolculuğu yapan vasıtaları kullanan kişi. (Amerikada ve batıda astronot; Rusyada ve komünist ülkelerde kozmonot tâbiri kullanılmaktadır.)

ayar-dan

  • Ölçüden anlar, değerbilir. (Farsça)

aydın

  • Aydınlık.
  • Açık, âşikâr, açıkça görünen.
  • Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile

bagaj

  • Yolcu eşyası. (Fransızca)
  • Yolcu eşyası koymaya mahsus yer, yolcu eşyası vagonu. (Fransızca)

bar-hane

  • Yük yeri, yüklük. (Farsça)
  • Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer. (Farsça)

barimetri

  • Beden ölçümü yardımıyla hayvanların ağırlığını tayin etme. (Fransızca)

barograf

  • yun. Hava basıncını ölçen bir alet. (Bu alet vasıtasıyla bir yerin yüksekliği de ölçülür.)

batman

  • Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
  • Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
  • İki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.

bazgeşt / bâzgeşt

  • Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.

bedihiyat / bedîhiyât

  • Delil ve ispatı gerektirmeyecek ölçüde apaçık şeyler.

bedreka / بدرقه

  • Uğurlama, yolcu etme. (Farsça)
  • Kılavuz. (Farsça)

betat

  • Azık. Bir yolculukta gereken öteberi.
  • Ev eşyası.
  • Kesin, kat'i.

bi-kıyas / bî-kıyas

  • Kıyassız, ölçüsüz. (Farsça)

borsa

  • (Ticarette) Vasıfları belli ölçülere uyan yani standartlaştırılabilen malların örnekleri üzerinden alım satımının yapıldığı devlet kontrolü altında teşkilâtlanmış pazar yeri.

çeki

  • Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.

cerib

  • İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü.
  • Dönüm.
  • Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.

cihanşümul / cihânşümûl

  • Dünya ölçüsünde.

cimri

  • Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy olarak bilinir. Cömertlik ve tutumluluk ise övünülen ahlâkî vasıflardandır. Cömertlikte de ölçülü olmak tavsiye e (Farsça)

dakik

  • İnce, ufak, nâzik.
  • Toz haline getirilmiş şey, un.
  • Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.

dakika

  • (Çoğulu: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri. Altmış saniyelik zaman.
  • İnce fikir, mülâhaza, nükte.
  • Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar.

dekar

  • Lât. Bin metrekarelik ölçü birimi.

din

  • (Dyne) Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü. (Fransızca)

direm

  • (Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. (Farsça)
  • Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça. (Farsça)

dirhem

  • Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
  • Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü.
  • Gümüş para.
  • Üç gramlık ağırlık ölçüsü.

dönüm

  • 919 m2 lik eski bir arazi ölçüsü.

doz

  • Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı.
  • Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı.
  • Ölçü, miktar.

ebna-yı sebil / ebnâ-yı sebil

  • Yolcular, seyahat edenler, seyyahlar.

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

ekyal

  • (Tekili: Keyl) Keyller, kileler, hububat ölçüleri, ölçekler.

endaze / endâze / اندازه

  • Ölçü, mikyas. (Farsça)
  • Arşının bez, basma vesâire ölçmeğe mahsus küçük cinsi. (60 cm.dir) (Farsça)
  • Tahmin, takdir. (Farsça)
  • Derece, mertebe. (Farsça)
  • Mc: Hesap. (Farsça)
  • 60 cm.lik uzunluk ölçüsü. (Farsça)

endiş

  • Düşünen, mülâhaza eden, ölçülü davranan mânasında sıfat terkiblerinde kullanılır. Meselâ: Akibet-endiş : Her işin sonunu düşünen.

erdeb

  • Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.

esfar / esfâr / اسفار

  • (Tekili: Sefer) Seferler, yolculuklar, yola gidişler.
  • Düşmana karşı gidişler, akınlar.
  • (Sifr) Büyük kitaplar, ciltler.
  • Seferler, yolculuklar. (Arapça)

esfar-ı bahriyye

  • Deniz yolculukları. Deniz seferleri.

esfar-ı baide / esfar-ı baîde

  • Yolculuklar, uzak seferler.

esna-i tarik / esnâ-i tarik

  • Yolculuk esnasında, sırasında.

esna-yı rah / esnâ-yı rah

  • Yolculuk esnasında.

esna-yı sefer / esnâ-yı sefer

  • Yoluculuk esnasında, yolculuk sırasında.

evran

  • Biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim, endam, tenasüb.

evsaf-ı nisbiye / evsâf-ı nisbiye

  • Ölçü ve kıyasa göre olan vasıflar. (Sıcaklık, soğuklukla bilindiği, karanlık derecesi aydınlıkla görüldüğü gibi.) (Farsça)

evzan / evzân / اوزان

  • Ölçüler. (Arapça)
  • Vezinler. (Arapça)
  • Ağırlıklar. (Arapça)

eyyam-ı kur'aniye / eyyâm-ı kur'âniye

  • Kur'ân'ın tarif ettiği ölçülere uyan günler.

eyyam-ı şer'iye / eyyâm-ı şer'iye

  • Kur'ân'daki ölçülere uyan günler; gökyüzünde her cismin kendi etrafında dönmesiyle gün, bağlı olduğu sistem etrafında dönmesiyle de yine ona ait sene oluşur. Meselâ Sirius yıldızının bir günü ise bin senedir.

fabrika

  • Sanayi mâmüllerinin büyük ölçüde imal edildiği yer.

faz'

  • Şiddet.
  • Miktarından tecâvüz etmek, ölçüsünü aşmak. Rezillik etmek.

feddan

  • (Çoğulu: Fedâdin) Bir çift öküz.
  • Bir günde bir çift öküzle sürülebilen arazi.
  • Daha çok mısırda yer ölçülerinde kullanılan bir kelime.

fersah

  • Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m.
  • İki şey arasındaki açıklık.
  • Sükun ve hareket arasındaki vakit.
  • Zaman. Saat.
  • Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.
  • Üç mil, beş kilometre veya dört saatlik mesafe, muhtelif mesafelere tekabül eden bir uzunluk ölçüsü.

feyfa-neverd

  • Çöl yolcusu. Çöllerde yol alıp ilerliyen. (Farsça)

feyhec

  • İçki ölçülen bardak. Şarab. Hamr. Bâde.

fiil-i tevzin ve mizan

  • Birşeyi ölçülü ve dengeli yapma fiili, işi.

fitil

  • Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
  • Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
  • Topa

fıtra

  • Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v

gabari

  • Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü. (Fransızca)

gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş

  • Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.

gadir / gadîr

  • Durgun su, gölcük, sel suyu birikintisi.

gardiyan

  • Kolcu, nöbetçi, muhafız. (Fransızca)

gazreme

  • (Çoğulu: Gazarim) Ölçüsüz, tartısız bir şeyi satmak.

götürü

  • Tartı veya ölçü ile olmayarak, toptan ve kesin olan.

götürü satış

  • Alış-verişte bir malı tartı veya ölçü ile olmayarak toptan pazarlık sûretiyle almak veya satmak; kabala.

hakaik-ı nisbiye

  • Nisbete, ölçüye göre olan hakikatlar.

hakhaka

  • Zahmetli ve meşakkatli yolculuk yapmak.

han

  • Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. (Farsça)
  • Ticaret ehlinin sakin olduğu yer. (Farsça)

hane-i avarız

  • Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre ta

harita

  • yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı.
  • Dağarcık, kulplu kese.

hatt

  • Sınır. Çizgi. Hudud.
  • Yazı. El yazısı.
  • Nâme. Mektup.
  • Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
  • Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
  • Deniz yalısı.
  • Gemilerin hareketteki istikameti.
  • Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
  • Ferman, buyruk

havz-ı kebir

  • Fık: Büyüklüğü 45 - 50 metre kare genişliğinde olan akmayan, durgun su bulunan havuzdur. Genişliği bu ölçüden küçük olursa ona havz-ı sagir denilir.

hazar

  • Sulh zamanı. Barış zamanı.
  • Bir kimsenin huzuru, yakını.
  • Mukim olmak. Yolcu olmamak.

hazar ve sefer

  • Barış ve muharebe zamanı.
  • Evde mukim olma ve yolculuk.

hazer ve sefer

  • Memleketinde olma ve sefer, yolculuk hâli.

hece vezni

  • Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine ha

hektar

  • Yüz ar değerinde ölçü birimi. (Fransızca)

hektometre

  • Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi. (Fransızca)

helva sohbetleri

  • Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana

hem-seng

  • Aynı ölçüde, aynı mizanda, bir tartıda.

hendese / هَنْدَسَه

  • Geo: şekil bilgisi.
  • Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.
  • Ölçü ve şekil ilmi, mühendislik.

heyl

  • Dökmek.
  • Bir şeyi ölçüsüz def'etmek.

hezecat / hezecât

  • Ölçülü nağmeler, sesler.

hin-i sefer / hîn-i sefer

  • Yolculuk.
  • Ölüm zamanı. Sefer zamanı.

hostes

  • ing. Umumi taşıtlarda, daha ziyade uçaklarda yolcuları ağırlayan kız veya kadın.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

hurc

  • Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında

i'tidal / i'tidâl / اِعْتِدَالْ

  • Ölçülü olma.

ibhar

  • (Bahr. dan) Deniz yolculuğu.

ibn-i sebil

  • Yolcu. Seyyah.

ibre

  • Ölçü aletlerindeki iğne.

idrak-i basit / idrâk-i basît

  • Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.

igrab

  • Uzak yerlere yolculuk etme.
  • Garb (batı) tarafına gitme.

ihtisab resmi

  • Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.

ikraz / ikrâz

  • Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi.

iktisad / iktisâd

  • Orta yol, orta hâl. Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama.
  • Üretim ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı.

ılgıdır

  • Bir metre kadar uzunluğunda, uçlarına birer karış kadar iki çivi sokulmuş ağaçtan yapılma bir ölçü âletidir.

irtihal

  • Âhiret yolculuğuna çıkmak, ölmek.

isbi'

  • (Çoğulu: Esâbi) Parmak.
  • Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri.

istar

  • Yüzletme, astar çekme.
  • (Çoğulu: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü.
  • Dört tane.
  • Dört veya dört buçuk miskal.

itidal / itidâl / اعتدال

  • Denge, ölçülü olma. (Arapça)

itidal-i mizac

  • Mizaçtaki denge ve ölçülü yapı.

itidal-i mizacı

  • Karakterinin, tabiatının ölçülülü ve aşırılıklardan uzak olması.

ittizan / ittizân

  • Ölçülü olmak. Vezne girmek.
  • Ölçülülük.

ittizan-ı san'at / ittizân-ı san'at

  • Ölçülü san'at.

iznen

  • Şeriatın müsaade ettiği, izin verdiği ölçüde.

kabil-i kıyas

  • Düşünülebilen, ölçülebilen, kabul edilebilir olan.

kadem

  • Ayak, adım.
  • Yarım arşın uzunluğunda bir ölçü.
  • Uğur.

kadr

  • Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.

kafile

  • Yolculuk eden topluluk.

kalıb-ı manevi / kalıb-ı mânevî

  • Mânevî kalıp, ölçü.

kanata

  • ing. Bol ağızlı su testisi.
  • Sıvı koymaya mahsus kap.
  • Bazan ölçü gibi de kullanılır.

kantar

  • Ağırlık ölçüsü âleti.
  • Binikiyüz dinar, onikibin okiyye, yüz okiyye gibi hudutsuz bir vezindir.
  • Kırk okka.

karar / قرار

  • Değişmez hâle gelmek.
  • Sabit ve sakin olmak.
  • Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük.
  • Gitmeyip kalmak.
  • Oturaklı yer. Sâkin olacak yer.
  • Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü.
  • Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama.
  • Dolanmak.
  • Hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.
  • Durma. (Arapça)
  • Devamlılık. (Arapça)
  • Yeterli ölçü. (Arapça)

karban-saray / kârban-saray

  • Kervansaray. Şehirlerde veya yol üzerlerinde kervanların ve yolcuların gecelemelerine mahsus büyük han. (Farsça)

kaside-i kader

  • Kader kasidesi; yaratıcısının medhine lâyık, İlâhî takdir ve ölçülerle yaratılmış bir kaside gibi olan varlıklar.

kasr-ı namaz

  • Namazın kısaltılması; yolculukta 4 rekâtlık farz namazların 2 rekât olarak kılınması.

kasr-ısalat / kasr-ısalât

  • Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak.

kavafil

  • (Tekili: Kafile) Kafileler. Birlikte yolculuk eden topluluklar.
  • Sıra sıra ve takım takım gönderilen şeyler.

kelb

  • (Çoğulu: Ekâlib-Eklüb-Kilâb) Köpek, it.
  • Meşhur bir yıldız.
  • İki adım arasına koyarak dikilen kayış.
  • Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel.
  • Şiddet.
  • Hırs.

kemal-i intizam ve mizan / kemâl-i intizam ve mizan

  • Mükemmel bir düzen ve ölçü.

kemal-i mevzuniyet / kemâl-i mevzuniyet

  • Mükemmel bir ölçü ve denge.

kemal-i mizan / kemâl-i mîzan / kemâl-i mîzân / كمَاَلِ م۪يزَانْ

  • Mükemmel ölçü ve denge.
  • Mükemmel bir ölçü.

kemal-i mizan ve intizam / kemâl-i mizan ve intizam

  • Tam bir düzen ve ölçü.

kemal-i mizan ve nizam / kemâl-i mîzan ve nizam

  • Mükemmel ölçü ve düzen.

kemal-i muvazene / kemâl-i muvazene

  • Tam ve kusursuz ölçü, denge.

kemal-i muvazenet / kemâl-i muvazenet

  • Mükemmel denge, ölçü.

kervan / kervân

  • Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve hey'etle giden yolcular takımı. (Farsça)
  • Yolculuk kafilesi.
  • Topluca yolculuk edenler kafilesi.

kervan-ı beni beşer / kervân-ı benî beşer

  • İnsanlık kervanı, dünya yolculuğunu sürdüren insanlık kafilesi.

keyl

  • Ölçme.
  • Kile. Hububat ölçüsü. Ölçek.

keyli / keylî

  • Kile ile ölçülen şeyler.

kile

  • 40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü.
  • Ölçek. Tahıllar için kullanılan bir ölçü.
  • 36,5 kg'a denk gelen bir ölçü birimi.
  • 40 litrelik tahıl ölçüsü.

kırat / kırât

  • Dirhemin onaltıda birini ifade eden eski bir ağırlık ölçüsü.
  • Değerli metallerin ölçülmesinde kullanılan ağırlık birimi.

kısmet

  • Nasîb. Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey.
  • Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma.

kıst

  • Ölçü ve tartıda doğru davranma.
  • Pay, parça.
  • Parça parça verilen bir şeyin bir defada ödenmesi.
  • Pay. Hisse. Nasib. Kısım. Mizan. Rızık. Kısım kısım verilen bir hediyenin, borcun her defada verilen bir parçası. Tartı ve ölçüde doğruluk. Adalet etmek.

kıstas / قسطاس

  • Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
  • Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
  • En doğru tartan.
  • Taksit. Taksit ile ödenen şey.
  • Ölçü.
  • Terazi, ölçü, ölçü birimi.
  • Ölçü. (Arapça)
  • Terazi. (Arapça)

kısteyn

  • İki hisse, iki pay. İki ölçü, iki parça.

kıyye / قِيَّه

  • Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram.
  • Okka; şimdiki 1282 grama denk gelen eski bir ağırlık ölçüsü.
  • 1282gr ağırlık ölçüsü.

kıyye-i aşari / kıyye-i âşâri

  • Kilo. Bin gram olan ağırlık ölçüsü.

kompartıman

  • Yolcu trenlerinde vagonların bölümlerle ayrılmış kısımlarından her biri. (Fransızca)

konak

  • Menzil, yolculukta gece vakti inilen yer.
  • Yolculukta bir yerde durma, dinlenme. İki menzil arasındaki yol.
  • Büyük ev, zengin ve mükellef ikâmetgâh.
  • Resmi dâire.

kontenjan

  • İlgililerin her birine düşen pay ölçüsü.

kuful

  • (Tekili: Kufl) Kilitler.
  • Seferden veya yolculuktan dönme.

kurban

  • Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri

kustar

  • Kesedar. Sarraf.
  • Tüccar, tâcir.
  • Mizan, ölçü.
  • Bir şehre veya bir beldeye vâli olan kimse.

laik

  • Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm (Fransızca)

latife / latîfe

  • Hoş, tatlı söz, şaka.
  • Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.

leng

  • Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması. (Farsça)
  • Tenasül organı. (Farsça)

litre

  • İtl. Akıcı maddelerin, sıvıların ölçü birimi.

lügaz

  • (Çoğulu: Elgâz) Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
  • Yaban fâresinin delikleri.
  • Yolcuya zahmet veren çapraşık yol.
  • Bilmece.

lüks

  • Lât: Aşırı süs.
  • Işık ölçü birimi.
  • Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.

maddi felsefe / maddî felsefe

  • Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.

mahatt

  • Konak, menzil. Yolculuk esnâsında inilip durulacak yer.

makadir

  • Mikdarlar. Kısımlar. Ölçüler.
  • Muayyen ve mâlum olan kısımlar.

maket

  • Bina, şehir gibi eserlerin, belirli bir ölçüde küçültülmüş modeli. (Fransızca)

malumun mekayisi / malûmun mekayisi

  • Bilinenin ölçüleri.

manzum / manzûm / مَنْظُومْ

  • Ölçülü, mizanlı, tertibli.
  • Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler. (Kaside ve şiirler gibi).
  • Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş.
  • Tertip, ölçü ve kafiye ile yazılmış yazı.

manzume / manzûme / مَنْظُومَه

  • Tertibli, ölçülü yazı, şiir. Vezinli ve kafiyeli olan söz.
  • Sıra, dizi. Sistem.
  • Tertibli, ölçülü ve kafiyeli söz.

matara

  • Askerlerin kullandığı üzeri aba ve çeşitli kumaşlarla kaplı madeni su şişesi veya yolculukta kullanılan deriden yapılmış su kabı.
  • Kavanoz; özellikle askerlerin kullandığı veya yolculukta kullanılan bir çeşit su kabı.

meczub / meczûb

  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.

mefhum-u kıyasi / mefhum-u kıyasî

  • Kıyâsî kavram; bir ölçüye göre yapılmış kavram, kalıplaşmış kavram.

mehenk

  • Ölçü, altının ayarlarını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
  • Ölçü. Miyar.
  • Altın ve gümüş ayarını anlamaya mahsus taş. Üzerinde altın tecrübe edilen siyah taş.
  • Ölçü taşı.

mekadir

  • Miktarlar, ölçüler.

mekayis / mekayîs / mekâyis

  • Ölçüler.
  • Mikyaslar. Ölçüler.
  • Mukayeseler.
  • Ölçütler.

mekil / mekîl

  • Kile ve ölçek ile yâni hacim ile ölçülen mal.
  • Ölçmek.
  • Kilo ile ölçülen şey.

mekilat / mekîlât

  • (Tekili: Mekîl) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler.

mekyul

  • Kile ile ölçülmüş.

mel'em

  • Ölçüsünde cimrilik yapan.

meleke-i tadil-i ahlak / meleke-i tâdil-i ahlâk

  • Ahlâken ölçü ve kurallara uyma melekesi, pratiği.

memnun

  • (Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan.
  • Kesilmiş.

merahilpeyma

  • Seyyah, yolcu. Seyahat eden kimse. (Farsça)

merhalenişin

  • Seyyah, yolcu, turist. (Farsça)

mersud

  • Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş, hesab edilmiş.

mesaha / mesâha / مساحه

  • (Arazi vs.) Ölçme, ölçüm.
  • Yüz ölçümü.
  • Ölçüm. (Arapça)

mesakil / mesakîl

  • (Tekili: Miskal) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.

messah / مساح

  • Ölçü âletleriyle arazi ölçen. Mühendis.
  • (Mesh. den) Uğuşturan, mesheden. Masaj yapan. Dellâk.
  • Ölçümcü. (Arapça)

mevazin / mevâzin

  • (Tekili: Mizan) Mizânlar. ölçüler. Terâziler.
  • Mizanlar, ölçüler.

mevzun / mevzûn / مَوْزُونْ

  • Ölçülü, tartılı.
  • Ölçülü.
  • Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün.
  • Yakışıklı.
  • Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.
  • Ölçülü, tartılı, ağırlıkla ölçülen, tartılan mal.
  • Ölçülü.

mevzune

  • Ölçüler.

mevzunen

  • Ölçülü ve dengeli olarak.
  • Vezinli olarak. Ölçülü olarak.
  • Ölçülü ve tartılı olarak.

mevzuniyet

  • Ölçülülük, tartılılık.
  • Ölçülü olma.

mezru'

  • (Çoğulu: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.

mezruat

  • (Tekili: Mezru) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler.

mi'rac

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mi'yar / mi'yâr

  • Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan.
  • Ölçü âleti.
  • Kendisinde yalnız bir vâcibin (farzın) edâ edildiği, başka bir vâcibin edâ edilemediği vakit.

miheng

  • Ölçü, altını ölçmeye yarayan ölçü taşı.

mihenk / مِهَنْكْ

  • Mihenk taşı, denek taşı; birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.
  • (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
  • Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
  • Ölçü.

miktar-ı ilmi / miktar-ı ilmî

  • İlâhî ilim ile belirlenen ölçü.

miktar-ı kaderi / miktar-ı kaderî

  • Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçü.

miktar-ı kamet

  • Boy ölçüsü.

miktar-ı manevi / miktar-ı mânevî

  • Mânevi miktar, ölçü.

miktar-ı muayyen

  • Belirlenmiş miktar, ölçü.

miktar-ı muntazam

  • Düzenli bir miktar, ölçü.

miktar-ı muntazama

  • Mükemmel ve muntazam ölçü, miktar.

miktar-ı suri / miktar-ı surî

  • Görünürdeki miktar, ölçü.

mikyas / مقياس / mikyâs / مِقْيَاسْ

  • Kıyas edecek, ölçecek âlet. Ölçü âleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek.
  • Ölçü, ölçek.
  • Ölçek, ölçü. (Arapça)
  • Ölçü.

mikyas ederek

  • Ölçek yaparak, ölçü aleti yaparak.

mikyas-ı azamet

  • Büyüklük ölçüsü.

mikyas-ı ma'rifet / mikyâs-ı ma'rifet / مِقْيَاسِ مَعْرِفَتْ

  • Tanıma ölçüsü.

mikyas-ı marifet

  • Allah'ı tanıma ölçüsü.

mikyasvari / mikyasvâri

  • Ölçü gibi.
  • Ölçü şeklinde.

mil

  • Bin dokuz yüz yirmi metre olan bir uzunluk ölçüsü.

mirac / mirâc

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

miraç

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmedi / mirac-ı ahmedî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün mânevî âlemleri gezdiği yolculuk.

mirac-ı ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı azam / mirac-ı azâm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı azim / mirac-ı azîm

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği büyük yolculuk.

mirac-ı nebevi / mirac-ı nebevî

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mirac-ı nebeviye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk.

mısdak / mısdâk / مصداق

  • (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti.
  • Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur.
  • Değer ölçüsü.
  • Doğrulayıcı delil, ölçüt, kriter.
  • Ölçüt, kriter. (Arapça)

miskal

  • Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.)
  • Yaklaşık 4.5 grama denk olan bir ağırlık ölçüsü.
  • Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
  • Bir çeşit ağırlık ölçü birimi.

mısra'

  • Kapı kanadı.
  • Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.

miyar / mîyâr / miyâr / معيار

  • Ölçü, ölçüt, ayar.
  • Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.
  • Ölçü.
  • Ölçü. (Arapça)

mizac-ı mutedile-i adalet / mizâc-ı mutedile-i adalet

  • Adaletin ölçülü karışımı, adil ve dengeli yapı.

mizan / mîzan / mîzân / ميزان / م۪يزَانْ

  • Terazi, ölçü, tartı.
  • Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
  • Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
  • Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
  • Terazi, ölçü âleti, tartı, ölçü.
  • Mahşerde amellerin tartılmasını yapacak olan şey.
  • Ölçü, denge.
  • Terazi, tartı, ölçü.
  • Terâzi, ölçü âleti.
  • Kıyâmet günü insanların günâh ve sevâbını tartan ve nasıl olduğu bilinmeyen terâzi.
  • Ölçü.
  • Terazi. (Arapça)
  • Ölçü. (Arapça)
  • Terazi burcu. (Arapça)
  • Mahşer günü, kıyamet günü. (Arapça)
  • Ölçü.

mizan-ı azam / mizan-ı âzam

  • Mahşer günü amellerin ölçüldüğü büyük terazi.

mizan-ı ekber

  • Mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi.

mizan-ı hacet / mizan-ı hâcet

  • İhtiyaç ölçüsü.

mizan-ı ilim

  • İlim ölçüsü.

mizan-ı ilmi / mizan-ı ilmî

  • İlmî ölçü.

mizan-ı kasti / mizan-ı kastî

  • İstek ve irade dahilinde bir ölçü, denge.

mizan-ı kaza / mîzân-ı kazâ / م۪يزَانِ قَضَا

  • Kaderde olan hükmün gerçekleşmesindeki belirleyici ölçü.

mizan-ı kemal / mizan-ı kemâl

  • Mükemmellik ölçüsü.

mizan-ı mahsus / mîzân-ı mahsûs / م۪يزَانِ مَخْصُوصْ

  • Özel ölçü.
  • Hususî ölçü.

mizan-ı nizam

  • Düzen ölçüsü, terazisi.

mizan-ı şeriat

  • Şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü.

mizancık / mîzancık

  • Küçük terazi, ölçücük.

mizani / mizanî

  • Ölçülü, dengeli.

mizanlı / mîzanlı

  • Ölçülü.

mizansız / mîzansız

  • Ölçüsüz.

mizanü't-ta'dil

  • Dengeleme ölçüsü; adâlet terazisi.

mu'cize-i mirac

  • Mirac mu'cizesi, Peygamberimizin (a.s.m.) Allah'ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk mu'cizesi.

muaddele

  • Adaletli; adalet ölçülerine uygun hale getirilmiş.

muayyen

  • Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
  • Belli, ölçülü, tartılı.

müdd

  • İki avuç dolusu kadar bir ölçü. Ağırlıkça da 875 gr. kadardır.

müfrit

  • (Fart. dan) İfrat eden. Haddini aşan.
  • Ölçüsüz ve taşkın hareket eden.
  • Mübalağalı.
  • İfrat eden, haddini aşan, ölçüsüz ve taşkınca hareket eden.

mukadderat

  • (Tekili: Mukadder) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı.

mukaddir

  • Herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah.

mükayele / mükâyele

  • (Mükâyelet) Bir kimsenin davranışına aynıyla karşılık verme.
  • Ölçülmek.

murad / murâd

  • İstenilen; arzû edilen şey.
  • Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.

müradefe

  • Müradiflik. İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
  • Arkadaşlık, beraber yolculuk.

müsaferet

  • (Sefer. den) Misafirlik.
  • Yolculuk, seyahat.

müsafir / müsâfir / مسافر

  • Seferde ve muharebede olan. Yola çıkmış olan, yolcu. Yoldan gelen, başkasının evine gelmiş olan.
  • Fık: Onsekiz fersahtan uzak olan yerlere giden.
  • Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.
  • Yolcu. (Arapça)
  • Konuk. (Arapça)

müsafirhane / müsafirhâne

  • Yolcu konağı, han, otel. (Farsça)
  • Misafir olarak geçen resmi kimselerin konaklıyacağı yer. (Farsça)
  • Mc: Dünya. (Farsça)

müsafirin / müsafirîn

  • (Tekili: Müsafir) (Sefer. den) Misafirler, konuklar. Yolcular.

müsavat ve müvazene-i etvar

  • Bir kimsenin tavır ve hareketlerinin ölçülü ve dengeli olması.

musiki / musikî

  • Müzik. Ses ölçülerinden, ölçülü ses ve san'atkârlığından bahseden ilim.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ölçüde ve tartıda hile yapanlar, haksızlık edenler.

mütedebbir

  • İleriyi gören, tedbirli ve ölçülü hareket eden.

mütedebbirane / mütedebbirâne

  • İlerisini görerek. Tedbirli ve ölçülü olarak. (Farsça)

mutedil / mûtedil

  • Ölçülü, aşırıya kaçmayan.
  • Ilımlı, ölçülü.

muvazenat / muvâzenat

  • Dengeli ve ölçülü oluşlar.

müvazene

  • Ölçü, denge.

muvazene-i adalet

  • Adaletin denge, ölçü ve terazisi.

muvazene-i eşya

  • Varlıklardaki ölçü ve denge.

muvazene-i gayat

  • Gayelerin ölçüsü, dengesi.

muvazene-i idare

  • İdaredeki denge ve ölçü.

muvazene-i kainat / muvazene-i kâinat

  • Kâinattaki denge ve ölçü.

muvazene-i mevcudat

  • Kâinattaki varlıkların ölçü ve denge içinde olması.

muvazene-i umumiye

  • Genel denge, ölçü.

muvazeneli

  • Dengeli, ölçülü.

muvazenesiz / muvâzenesiz

  • Dengesiz, ölçüsüz.

müzaraa

  • 75 - 90 cm. lik bir uzunluk ölçüsü olan zira' ile satma.

müzy

  • Şam ahalisinin kullandığı bir ölçüdür ve onbeş kile alır.

na-mevzun

  • Ahenksiz, ölçüsüz, vezinsiz, orantısız. (Farsça)
  • Edb: Vezni bozuk veya hiç olmayan manzume. (Farsça)

na-sencide

  • Ölçülmemiş, tartılmamış. (Farsça)
  • İyi düşünülmemiş. (Farsça)
  • Değerlenmemiş. (Farsça)

nazar ber kadem

  • Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak.

nazım / نَظِمْ

  • Tertip, ölçülü ve kafiyeli söz.

nazm

  • Kur'ân-ı Kerim'in yazısı. Manzume, ölçü ve kâfiyeli yazı.

nekib

  • (Çoğulu: Nukabâ) Halkın iyisi.
  • Kâhya.
  • Kefil.
  • Müfettiş, kontrolcü.

nesi'

  • (Çoğulu: Ensâ) Yolcuların ve misafirlerin konakladıkları menzilde düşürdükleri esvap.
  • Unutkan.
  • Unutulan. Unutulmuş olmak.

nesir

  • Saçma, serpme.
  • Vezinsiz, ölçüsüz söz.

nevl

  • Yolcuların verdiği vapur parası. Gemi kirâsı.
  • Bahşiş, atiyye.

nevrah

  • İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu. (Farsça)
  • Yeni yol. (Farsça)

nevsefer

  • Yeni yolculuğa çıkan. (Farsça)

nihy

  • Gölcük.

nisab / nisâb

  • Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
  • Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
  • Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
  • Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
  • Bir m
  • Zekat ölçüsü.
  • Dinde zenginlik ölçüsü. İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır.

nisbet

  • Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü.
  • Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.

nisbetsiz

  • Oransız, ölçüsüz.

nisbetsizlik

  • Ölçüsüzlük, oransızlık.

nisbi / nisbî

  • (Nisbiye) Kıyaslama ile olan. Diğerine, öncekine göre. Diğerlerine göre kıyaslıyarak olan. Nisbete, ölçüye göre.

niseb

  • Nisbetler, oranlar, ölçüler.
  • Nisbetler, kıyaslamalar ve ölçüler.

nispet

  • Oran, ölçü.

nizam-ı kaderi / nizam-ı kaderî

  • Kader ölçüsü.

okiyye

  • (Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.

okka

  • Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye. (Türkçe)
  • 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü.

oran

  • Ölçü, mikyas.
  • Biçim, tenasüb, endam.
  • Tahmin, keşif.

öşür

  • Tek yıllık ürün veren buğday gibi mallardan alınan onda bir ölçüsünde zekât.

para

  • Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.

peyma

  • Ölçen, ölçücü. (Farsça)

peymay

  • Tartıcı, ölçücü. (Farsça)

peymude

  • Ölçülmüş. (Farsça)

politika

  • İtl. Memleket işlerini idare için tutulan ölçülü yol. Siyaset.

rahile / râhile

  • Yük hayvanı.
  • Kervan, yolcular sürüsü.

rahrev

  • Yolcu. (Farsça)

rasyonalizm

  • Aklı tek ölçü kabul eden sapkın felsefe.

rasyonel

  • Fls: Akla uygun, hesaplı, ölçülü, biçili. (Fransızca)

ratl

  • (Ratıl) Eskiden kullanılan sıvı ölçüsü olup bâzı yerlerde yüzotuz dirhem sayılmıştır. Bâzen oniki kıyyedir. Kıyye kırk dirhemdir.

reh-averde

  • Yolcunun getirdiği hediye. (Farsça)

rehayab

  • Kurtulan. (Farsça)
  • Yolcu olan. (Farsça)

rehneverd

  • Yola çıkan. Yolcu. (Farsça)

rehpeymayi / rehpeymayî

  • Yolculuk. (Farsça)

rehrev

  • Yolcu. Yola giden. (Farsça)

revan / revân

  • Yolcu, gidici.

riba

  • Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
  • Faiz.
  • Muamelede meşru miktardan tecavüz.
  • Bir şeyin artması, çoğalması.
  • Verilen borç para veya mal karşılığında

riba'l-fadl / ribâ'l-fadl

  • Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.

riba-i fazl

  • Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.

ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe

  • Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.

rıhlet

  • Yolculuk, göç.
  • Yolculuk, göç.

rıhlet-i sayfiye

  • Yaz seyahati, yaz yolculuğu.

rıhlet-i şitaiye / rıhlet-i şitâiye

  • Kış seyahati, kış yolculuğu.

rıtl

  • 130 dirhem-i şer'îlik (436.8 gram) bir ağırlık ölçüsü birimi.

ritmik

  • Ölçülü, âhenkli.

riyazet-i şer'iye

  • Şeriatın izin verdiği ölçüde açlık ile nefsi kırarak yaşamak.

rub'-ı daire / rub'-ı dâire

  • Namaz vakitlerinin hesaplanmasında, yükseklik ölçülmesinde ve bâzı trigonometrik hesapların yapılmasında kullanılan el âleti. Bâzı geometrik şekillerden ibâret olup, dörtte bir dâire şeklinde tahta üzerine şekiller işlendiği için buna Rub'-ı dâire ta htası da denilmiştir.

rubu'

  • (Tekili: Rub') Dörtte birler.
  • Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.

ruhsat

  • İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.

sa' / sâ'

  • Genelde tahıl ve yiyeceklerde kullanılan yaklaşık olarak 3 kg. ağırlığında ölçü birimi.
  • Hanefî mezhebinde 3500 gr'lık veya 4.2 litrelik ölçü birimi. Bu miktar diğer mezheblerde farklıdır.

sabil

  • Gezkere denilen nesne. (Onunla ters, balçık ve gayri ne olursa taşırlar).
  • Yolcu kimse.

sadaka-i fıtır

  • İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v

sair

  • Seyreden, harekette olan.
  • Bir şeyden geri kalan.
  • Maadâ. Geçen, dolaşan.
  • Yolcu. Seyyar.
  • Başkası, diğeri.

salik / sâlik

  • Tasavvuf yolcusu.

sayis-hane

  • Üzerine yük yüklenip yolcunun da bindiği hayvan. (Farsça)

şebrev

  • (Şeb-rev) Gece giden. Karanlıkta yürüyen. Gece yolculuğu eden. (Farsça)

şedd-i rihal

  • Hayvana semer vurma. Yolculuk için hayvanın semerini bağlama.
  • Yolculuğa çıkma.

sefer / سفر

  • Yolculuk.
  • Muharebe. Harb. Muharebeye hazır bulunma hali.
  • Def'a, kerre.
  • Fık: Muayyen bir mesafeye gitmek.
  • Yolculuk.
  • Yolculuk, savaş, kez.
  • Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.
  • Yolculuk. (Arapça)
  • Savaş. (Arapça)
  • Kez. (Arapça)

sefer-i hac

  • Hac yolculuğu.

sefer-i imtihan

  • İmtihan yolculuğu.

sefergüzin

  • Yolculuk yapan, seyahat eden. (Farsça)

seferi / seferî / سفری

  • Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.
  • Yolcu. (Arapça)
  • Savaş ile ilgili. (Arapça)

semerat-ı manzume ve mevzune

  • Tertipli, düzenli, ölçülü ve san'atlı meyveler.

sencide

  • Ölçülmüş, tartılmış, değerli. (Farsça)
  • Tam yerinde söylenmiş söz. (Farsça)

sere

  • Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.

seyahat

  • Yolculuk, gezi.
  • Yolculuk.

seyahat-i berzahiye ve uhreviye

  • Ahiret ve berzah yolculuğu.

seyahat-i cüz'iye

  • Kısa zaman içindeki yolculuk.

seyahat-ı fikriye

  • Düşünce ile yapılan yolculuk.

seyahat-i fikriye

  • Düşünceye yapılan yolculuk.

seyahat-ı fikriyede

  • Düşünce ile yapılan yolculuk.

seyahat-i hayaliye

  • Hayalî yolculuk.

seyahat-i hayaliye-i fikriye

  • Hayalde ve düşüncede yapılan yolculuk.

seyahat-i kalbiye

  • Kalple yapılan manevî yolculuk.

seyahat-i ruhiye

  • Ruhla yapılan mânevî yolculuk.

seyir

  • Yolculuk, gezinti.

seyr

  • Yürüyüş.
  • Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme.
  • Görülecek şey ve yer.
  • Uzaktan bakıp karışmama.
  • Yolculuk.

seyr ü sefer eden

  • Yolculuk yapan.

seyr ü seyahat eden

  • Yolculuk eden.

seyr ü süluk / seyr ü sülûk

  • İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk.

seyr ü süluk-i kalbi / seyr ü sülûk-i kalbî

  • Kalp yoluyla mânevî makamlarda İlâhî hakikatlara ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk.

seyr ü süluk-i ruhani / seyr ü sülûk-i ruhanî

  • Mânevî âlemlerde ruh ile bazı mertebelere yükselme ve yolculuk etme.

seyr ü süluk-u velayet / seyr ü sülûk-u velâyet

  • Velayet yoluyla çıkılan mânevî yolculuk.

seyr ve süluk / seyr ve sülûk

  • Tasavvuf yolculuğu, tasavvuf yolunda ilerlemek.

seyr-i afaki / seyr-i âfâkî

  • Dış âlemdeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Nefsin iç âlemindeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.

seyr-i enfüsi ve afaki / seyr-i enfüsî ve âfâkî

  • Kişinin kendi iç âleminde ve dış dünyada yaptığı tefekkür ve mânevî yolculuk.

seyr-i ilallah

  • Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu.

seyr-i süluk / seyr-i sülûk

  • Mânevî makamlarda seyir ve seyahat; velayet yolunda mânevî ilerleme yolculuğu.

seyrüsefer

  • Gidiş geliş, yolculuk.
  • Gezinti ve yolculuk.

seyyah / seyyâh / سَيَّاحْ

  • (Siyâhat. tan) Seyahat eden, dolaşan, gezen. Turist, yolcu.
  • Gezgin, yolcu.
  • Gezgin, yolcu.

seyyah-ı alem / seyyah-ı âlem

  • Dünya yolcusu.

seyyah-ı talib / seyyâh-ı tâlib / سَيَّاحِ طَالِبْ

  • İstekli yolcu.

şiir

  • Güzel tertibli manzume. Tahayyül ve tasavvurları ve bâzı hakikatları hoşa gidecek şekilde ifâde eden ölçülü söz.
  • Man: Muhayyelâttan terekküb eden kıyas.

şinik

  • On litre su alabilen teneke kutu kadar olan mahsul ölçüsü. Yarım gaz tenekesi. (Isparta havalisine mahsus hububat ölçüsü)
  • Yaklaşık on litre su alabilen mahsul ölçüsü.

sır

  • Gizli, gizlenilen şey.
  • Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.

sofu

  • Sofi, tasavvuf yolcusu.

solcu

  • solculuğu benimseyen, ilerici düşünceler taşıyan, toplumcu, ilerici (kimse, görüş).

süffar

  • (Tekili: Sâfir) Yolcular.

süftece

  • Tahrîmen mekrûh olan bir havâle şekli. Yolcuya borç verip, gittiğin yerde, falancaya ödeyeceksin demek.

sühan-senc

  • (Çoğulu: Sühansencân) Hesaplı ve ölçülü konuşan, lüzumsuz konuşmayan. (Farsça)

süluk-ü tarikat / sülûk-ü tarikat

  • Tarikat yoluna girme; nefsi düzeltmek ve vuslata erişmek amacıyla tasavvuf yoluna girme, mânevî yolculuğa çıkma.

suret-i mevzune

  • Ölçülü, güzel sûret.

takdim tehir

  • Öne alma-sonraya bırakma; yolculukta öğleyi ikindi vaktinde, akşamı yatsı vaktinde kılmaya tehir denilir. Bunun zıttı ise takdimdir.

takdir / takdîr / تَقْدِيرْ

  • Belirleme, ölçüleme, beğenme.
  • Ölçüleri belirleme, planlama.

tamam-ı mizan

  • Tam ve mükemmel ölçü, denge.

tavr-ı akıl / طَوْرِ عَقِلْ

  • Akıl ölçüsü.

tavr-ı akl

  • Akıl ölçüsü, akıl sınırı.

tebaüd-ü acib / tebâüd-ü acîb

  • Hayret verici ölçüde birbirinden uzaklaşma.

tecelli-i ef'al / tecellî-i ef'âl

  • Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi. Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler.

temkin / temkîn / تَمْك۪ينْ

  • Ağır başlılık, usluluk.
  • Ölçülü hareket sâhibi.
  • Vakar, izzet. İktidar, kudret.
  • Birini bir şeye muktedir kılmak.
  • Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak.
  • Tedbir, ihtiyat.
  • Ölçülü hareket etme.
  • Ölçülü hareket.
  • Ölçülü hareket etme.

tesbil

  • (Sebil. den) Bir şeyi Allah rızası için vakfetme, Allah yoluna bağlama.
  • Yolcu etme, yola çıkarma.
  • Yol gösterme.
  • Kesme.

tesfir

  • (Sefer. den) Yolcu etme, yola çıkarma, sefere gönderme.

teşyi / teşyî

  • Uğurlama, yolcu etme.

teşyi'

  • Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek.
  • Cesaretlendirmek.

tevazün / tevâzün / تَوَازُنْ

  • Muvazene, denge, ölçü.
  • Ölçülü, dengeli olma.

tevzin / tevzîn / تَوْز۪ينْ

  • Tartmak. Ölçülü hâle koymak.
  • Zihinde düşünüp kararlı hâle koymak.
  • Ölçülü yapma, dengeleme.
  • Ölçülü kılma.

tevzin-i adalet

  • Adaletin her şeyi teraziye alması; her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesindeki ölçü, tartı, denge.

tevziniyet

  • Dengeli ve ölçülü olma.

ühbe

  • Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme.
  • Süt.

vahid-i kıyasi / vâhid-i kıyasî

  • Ölçü birimi.

vasıta-i seyahat

  • Yolculuk aracı.

vasıta-i seyir ve seyahat

  • Seyir ve yolculuk vasıtası.

vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî

  • Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.

vezanet

  • Fikir ve görüş isabeti.
  • Ölçülü olma.

vezin / وَزِنْ

  • Nazmın belli kalıplarından her biri; ölçü, tartı.
  • Ölçü, tartı.
  • Ölçülü ve kāfiyeli söz.

vezn

  • Ölçü, tartı.

vezn-i kasdi / vezn-i kasdî

  • Kasıtlı, bir hedefe yönelik yapılan ölçü.

vezn-i mahsus

  • Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı.
  • Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.

vicdan-ı münsıfane / vicdan-ı münsıfâne

  • İnsaf ölçülerine göre hareket eden vicdan.

zaviye / zâviye

  • Köşe.
  • Küçük tekke.
  • İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
  • Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g
  • Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
  • Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.

zer'i / zer'î

  • (Çoğulu: Zer'iyyât) Arşın ile ölçülen şey.

zeynab

  • Gölcük.

zıra'

  • Arşın, el kol uzunluğu, yaklaşık bir metrelik uzunluk ölçüsü.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın