REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Şem ifadesini içeren 645 kelime bulundu...

mesbuk / mesbûk

  • Cemâatle namaz kılınırken imâma birinci rek'atte yetişemeyen yâni ilk rek'atin rükûundan sonra imâma uyan kimse.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.

abher / عبهر

  • Nergis. (Arapça)
  • Zerrinkadeh çiçeği. (Arapça)
  • Yasemin. (Arapça)

acür

  • Yoğunluk, semizlik, besililik.
  • Yoğun.
  • Her nesnenin hacmi ve cüssesi olmak.

adem-i mübalat / adem-i mübâlât

  • Önemsememe, aldırış etmeme.

afat-ı semaviye

  • Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için verilen belâ ve musibetler.

aftab-gir

  • Güneşlik, şemsiye. (Farsça)
  • Güneş gören yer. (Farsça)

aftabi / aftabî

  • Güneşlik, şemsiye, tente. (Farsça)
  • Güneşe ait, güneşle ilgili. (Farsça)

agu

  • Zehir, sem.

ahmak

  • (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.

ahşam

  • (Tekili: Haşem) Bir büyük zâtın yakınları, maiyeti, taraftarları.

akar

  • Köşk, yüksek bina.
  • Bâbil vilayetinde bir yer adı.
  • Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
  • Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.

akim / akîm / عقيم

  • Kısır. (Arapça)
  • Sonuçsuz. (Arapça)
  • Akim kalmak: Gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak. (Arapça)

akreb

  • Zehirli ve tehlikeli küçük hayvancık.
  • Saatin kısa ibresi.
  • Semâda bir burç ismi.

alaim-i sema / alâim-i semâ

  • (Alâim-üs semâ) Al yeşil kuşak.

alcün

  • Ahmak kadın.
  • Semiz dişi deve.

alem-i zati / alem-i zâtî

  • Zâta özgü olan sembol, işaret.

aliyy

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.

anan / anân

  • Bulutlar.
  • Gökyüzü, semâ.

apolet

  • Askerî üniformaların omuz kısmına takılan ve rütbeyi belirten sembol, işaret.

arabi sene / arabî sene

  • Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiği mîlâdî 622 senesinden başlayan kamerî veya şemsî sene.

argon

  • yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur.

arş-ı hakikat

  • Hakikat zirvesi, seması.

arsat

  • Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh.

arzi / arzî

  • (Arziye) Toprağa ait ve müteallik. Yere ait, toprakla alâkalı.
  • Semavî olmayan. Beşerî olan.

asar-ı muhteşeme / âsâr-ı muhteşeme

  • Muhteşem eserler.

asime

  • Akılsız, şaşkın, sersem. (Farsça)

asime-gi / asime-gî

  • Akılsızlık, şaşkınlık, sersemlik. (Farsça)

asiven / âsiven

  • Şaşkın, sersem, aklı dağınık. (Farsça)

asman

  • Gökyüzü, sema. (Farsça)

asuman / âsuman

  • Gökyüzü. Semâ. (Farsça)
  • Felek. (Farsça)
  • Gökyüzü, sema.

asumani / asumanî

  • Beşerî olmayan. Semavî olan. Göğe âit ve müteallik.

aval

  • Sersemlik derecesinde saf olma, bönlük.

avali / avalî / avâlî

  • Büyük ve sayılı kimseler. Büyükler. Yüceler.
  • Medine etrafındaki semtler.
  • Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.

avrupalılaşmak

  • Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği

ayastafanos

  • İstanbul'da Yeşilköy semtinin eski adı.

ayin-han / âyin-han

  • Mevlevihâne ve semâhânelerde sema edilirken, yüksek bir yerde bulunan ve mutribhâne adı verilen mahfilde âyin okuyan kimse. (Farsça)

ayn-üs sevr

  • Boğa gözü.
  • Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.

azer

  • Ateş. (Farsça)
  • Şemsî senenin dokuzuncu ayı. Kasım. Her şemsî ayın dokuzuncu günü. (Farsça)
  • Mecusilere göre güneşe memur meleğin adı. (Farsça)
  • Hz. İbrahim'in (A.S.) babasının veya amcasının ismi. (Farsça)

azerşeb

  • Batıl bir inanışa göre ateş içinde yaşadığı sanılan ve semender denilen bir hayvan. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)

azim / azîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi

babük

  • Ahmak, sersem adam.

bad-gir / bad-gîr

  • Vantilatör. (Farsça)
  • Baca. (Farsça)
  • Semaver ve nargilenin başlığı. (Farsça)

baden

  • Semiz, iri gövdeli kimse.

bahte

  • Semiz, besili koyun.
  • Burulmuş üç yaşında koç.

bakla'

  • Bakla.
  • şahtere dedikleri ota " baklat-ül melik" derler.
  • Semizotu denilen bitki.

bam-ı bülend

  • Yüksek çatı.
  • Gökyüzü, sema.

barbaros

  • Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir

baryum

  • yun. Kim: "Ba" sembolü ile gösterilen bir element.

basite

  • Yükseklik ölçen yayvan güneş saati.
  • Döşeme minder.
  • Düz yer.

bayezid

  • İstanbul'da bulunan ve ismini Bayezid Camiinden alan semt.

bayrak-ı vahdaniyet

  • Allah'ın bir ve tek olduğunun sembolü olan bayrak.

becbac

  • Semiz, besili.
  • Zayıf kimse.

beçe-i tavus-u ulvi / beçe-i tavus-u ulvî

  • Gökteki tavusun yavrusu.
  • Kamer, ay.
  • Güneş, şems.
  • Ateş, nar.
  • Gündüz.
  • Yâkut.

bedanet

  • Yağlı, besili olma. Semizlik.

behzere

  • (Çoğulu: Behâzere) Semiz davar.

beladet

  • Ahmaklık, sersemlik, kalınkafalılık. Budalalık.

beleh

  • Sersemlik, bönlük, ahmaklık, budalalık.

belid

  • (Belâdet. den) Ahmak, sersem, bön, budala.

berh

  • Balık, semek. (Farsça)
  • Parça, kısım, hisse, nasib. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)
  • Yaş olan odunun, yanarken çıkardığı yaşlık. (Farsça)

berilyum

  • yun. Zümrüt gibi bazı taşların bileşiminde bulunan bir elementtir. (Be) sembolü ile gösterilir.

beşaret-i semaviye / beşâret-i semâviye / بَشَارَتِ سَمَاوِيَه

  • Semadan (Kur'ânla) gelen müjde.

best

  • Döşemek.
  • Yaymak, neşr.

beşyun / beşyûn

  • Semiz, besili, yağlı. (Farsça)

bevl / بول

  • İdrar. (Arapça)
  • İşeme. (Arapça)

beyn-es sema ve-l arz / beyn-es semâ ve-l arz

  • Yer ile gök arasında. Arz ile sema arasında.

bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân

  • Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.

bi-huş / bî-huş

  • Akılsız. Sersem, bunak.

bidanet

  • Semizlik, besililik, yoğunluk.

bifütur / bîfütûr

  • Fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen.

bihuş / bîhuş / bîhûş

  • Akılsız, sersem.
  • Şaşkın, sersem.
  • Şaşkın, sersem.

birsa'

  • Uzun boylu, semiz.

birzevn

  • (Çoğulu: Berâzin) Semer vurdukları at. (Farisîde "esb-i palanî" derler)

bisat

  • (Çoğulu: Büsüt) Döşek.
  • Döşeme, kilim, minder.

bügeyg

  • Koyun.
  • Besili erkek geyik.
  • Semiz keçi.
  • Bir yerin adı.

buhle

  • Semizotu. (Farsça)

büruc

  • (Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
  • Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su

büteyra

  • Sonunda evlâdı kalmayan.
  • Vitir namazını bir rekat kılmak.
  • Şems, güneş.
  • Sabah.

caadet

  • Etli, semiz ve kıllı kişi.
  • Su kenarında biter bir ot.
  • Bir kabile adı.

çader-i kuhli / çader-i kuhlî

  • Sema, gök.
  • Karanlık gece.

çağ

  • Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim.
  • Yaş.
  • Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.
  • Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)

cahdel

  • Semiz.

cam-ı seher

  • Güneş, şems.

çarh

  • Çark, tekerlek.
  • Felek, gök, sema.
  • Ok yayı.
  • Elbisede yaka.
  • Tef.
  • Devreden, dönen.
  • Çakır doğan.
  • Talih.

cariye

  • Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden.
  • Güneş, şems.
  • Gemi.
  • Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet.
  • Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.

cazz

  • Semiz,iri gövdeli adam.

cebel-i selamet / cebel-i selâmet

  • Kurtuluşun sembolü olan esenlikli ve güvenli dağ.

cemi'-i edyan-ı semaviye / cemî'-i edyân-ı semâviye

  • Semâvî dinlerin tamamı; Allah tarafından gönderilmiş olan bütün hak dinler.

çerb / چرب

  • Besili, semiz, yağlı. (Farsça)
  • Muvafık, münasib, uygun. (Farsça)
  • Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma. (Farsça)
  • Semiz. (Farsça)

çerb-pehlu

  • Besili, semiz, gövdeli, yağlı. (Farsça)

çetr / چتر

  • Gece. (Farsça)
  • Gölgelik, çadır, şemsiye. (Farsça)
  • Gölgelik. (Farsça)
  • Şemsiye. (Farsça)

çetr-i nur

  • Güneş, şems.

cevahir-ül-kelimat

  • Şemsi adındaki bir zat tarafından Arapçadan Türkçeye kaleme alınan 108 sahifelik bir lügat kitabının adı.

cevv-i asuman / cevv-i âsuman

  • Gökyüzü, semâ.

cezre

  • Kasaplık koyun, keçi gibi davar.
  • Semiz koyun.

cihet

  • (Çoğulu: Cihât) Yan, yön, taraf.
  • Sebeb, mucib.
  • Vesile, bahane.
  • Evkafça olan vazife, maaş.
  • Yer, mahâl, semt.

cinn

  • Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi

cum'a

  • Toplanma.
  • Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest

cum'a gecesi / cum'â gecesi

  • Perşembe'yi Cumâ'ya bağlayan gece.

cum'at

  • (Tekili: Cum'a) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.

cumeat

  • (Tekili: Cum'a) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.

cumuat

  • (Tekili: Cum'a) Perşembe gününden sonra gelen günler. Cum'alar.

dagfasa

  • Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik.
  • Bol geniş nesne.

dahis

  • Kokmuş, kemiksiz et.
  • Semiz nesne.
  • Çok adet, fazla miktar.

dahy

  • (Dahv) Yayıp döşemek.
  • Deve kuşu yumurtası.

dal

  • Semiz avrat. Şişman kadın.

debub

  • Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve.

deha

  • Yaymak, döşemek.

deng

  • Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem. (Farsça)
  • İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses. (Farsça)
  • Pergel noktası. (Farsça)

derya-yı ahdar

  • Yeşil deniz.
  • Mc: Sema, gök.

devsere

  • Büyük, semiz, kuvvetli deve.

deyn-i kavi / deyn-i kavî

  • Ödünç verilen zekât malı ve zekât malının satışı karşılığı alınacak olan semen (bedel).

dıhh

  • Güneş, şems.

dıhvenne

  • Habis kimse.
  • Semiz kısa boylu, tıknaz kişi.

duhan-ı mübin

  • Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür

dumur

  • Büyüyüp gelişememek. Zayıflıktan, hayvanların karnının içeri çökmesi.

dürer-i semavi / dürer-i semavî

  • Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar. Semâvi inciler.

düsum

  • (Tekili: Desem) Yağlar.

ebrkar / ebrkâr

  • Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.) (Farsça)

ebvab-ı sema / ebvâb-ı semâ

  • Semâ kapıları, gök kapıları.

ecel-i muallak

  • Levh-i Mahv İsbat'ta mukadder olarak yazılı, bâzı şartlarla mukayyed olan ecel. Ecel-i müsemma.

edyan-ı sabıka-i semaviye / edyân-ı sâbıka-i semâviye

  • İslâmdan önceki semâvî dinler.

edyan-ı semaviye / edyân-ı semâviye

  • Semâvî dinler; Allah tarafından gönderilmiş olan dinler.

edyan-ı semaviye ve islamiyet / edyân-ı semâviye ve islâmiyet

  • İslâm ve diğer semavî dinler.

edyan-ı semaviyye / edyân-ı semaviyye

  • Semavî dinler. Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm dinleri.

ehali

  • (Tekili: Ehl) Bir memleket, şehir, kasaba köy veya semt veyahut da mahallede yerleşip oturanlar.
  • Avam, halk umum.

ehemmiyyet / اهميت

  • Önem. (Arapça)
  • Ehemmiyet atfetmek: Önem vermek, önemsemek. (Arapça)
  • Ehemmiyet kesb eylemek: Önem kazanmak. (Arapça)

ehvar

  • Şaşkın, şaşırmış kimse. Alık, sersem adam. (Farsça)

ekkaf

  • Eğerci, semerci.

elsine-i semaviye / elsine-i semâviye

  • Semâvî diller; göklerdeki ve mânevî âlemlerdeki meleklerin ve ruhanî varlıkların konuştukları diller.

eluh

  • Kasem, and, yemin.

elule

  • Semiz, besili koyun.

elve

  • Yemin etmek, kasem.

eminönü

  • İstanbul'da bir semt.

enbub

  • Minder, döşek, yatak. Döşeme. (Farsça)

erid

  • Besili, semiz.

esasat

  • Temel malzemeler, mobilya, dekorasyon, döşeme gibi ev eşyaları.

esbtaz

  • At koşturucu, at koşturan. (Farsça)
  • At koşturacak meydan, saha. (Farsça)
  • Her şemsî ayın onsekizinci günü. (Farsça)

esmah

  • Çok cömert, pek eli açık, en semahatli.

esmak

  • (Tekili: Semek) Semekler, balıklar.

esman

  • (Tekili: Sümn-Semen) Her şeyin pahası, tutarları, semenleri.
  • Sekizde birler.

esmar

  • (Tekili: Semer) Meyveler, Yemişler.
  • (Tekili: Semer) Masallar. Akşam sohbetleri.

eşya

  • (Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
  • Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
  • Yük, yük eşyası.

etraf-ı sema

  • Semanın çevresi, tarafları, ufukları.

eyman

  • (Tekili: Eymün) (Yemin) Andlar. Yeminler. Kasemler.
  • Fık: Zevcesi ölmüş er.
  • Sağ taraflar. Sağlar.

eyyam-ı kur'aniye

  • Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra

fahrul islam

  • Mavera-ün Nehir'deki Hanefî fukahasının meşhurlarındandır. Hicri 482 tarihinde Semerkant'ta vefat etmiştir.

fakleyun

  • Semizotuna benzer bir ot.

fasic / fâsic

  • Semiz.
  • Yüklü olmayan kısır deve.
  • Kısır, semiz davar.

fecm

  • Geniş.
  • Bevletmek, işemek.

fehd

  • (Çoğulu: Fühud) Pars denilen canavar.
  • Semer ortasındaki mıh.
  • Gafil olmak.

felek

  • Gök, gök katı, devir.
  • Tâli', baht.
  • Büyük ve dâirevi olan şey.
  • Her gök seyyaresinin gezdiği âlem.
  • Dünyâ, âlem,
  • Bir zilli âlet.
  • Yuvarlak kütük, kızak. (Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
  • Gökyüzü, sema.
  • Âlem, dünya.
  • Talih, kader.

felfel

  • İri gövdeli, semiz adam.

fenafirresul

  • (Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Hassaten, sünnî olan tarikat mensubuna göre Hz. Peygamber'in (A.S.M.) rivayet yolu ile nakledilen hadisleri ile beraber hareketlerini benimsemek ve O'na en küçük mes'elede aykırı hareke

ferbih / فربه

  • Etli, besili, semiz. (Farsça)
  • Semiz. (Farsça)

ferbihi / ferbihî

  • Semizlik, topluluk, etlilik. (Farsça)

ferfah

  • Semizotu.

ferraş / ferrâş / فراش

  • Döşemeci. (Arapça)
  • Hizmetkâr. (Arapça)

ferş / فرش

  • Yer. Yeryüzü.
  • Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
  • Küçük develer.
  • Döşeme, yayma.
  • Yayılan şey.
  • Seccade, hasır,
  • Yeryüzü, kır, sahra.
  • Yer, döşeme.
  • Döşeme. (Arapça)
  • Yaygı. (Arapça)

fesh

  • Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
  • Zayıf olmak.
  • Bilmemek. Cehil.
  • Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
  • Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
  • Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
  • Unutmak.
  • Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak

fetret

  • Uyuşukluk, zayıflık.
  • Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
  • Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
  • İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,

fetret-i mutlaka

  • İnsanlara, doğru ile yanlışı ayırt ettirecek hiçbir semâvî dinin hükmetmediği dönem.

fevhed

  • Semiz oğlan, şişman çocuk.

fevr

  • Hemen. Birdenbire. Acele. Sür'at.
  • Bir adamın geldiği semt ve cihet.
  • Suyun kaynayıp fışkırması.

feza-yı feyz / fezâ-yı feyz

  • Feyiz sahası, feyiz semâsı.

firuze-rivak

  • Gökyüzü, sema.

fürfur

  • Semiz, besili koç.
  • Bir kuşun adı.

füruş / fürûş

  • (Tekili: Firaş) Döşemeler. Yerlere serilen örtüler.
  • Yataklar.
  • Döşemeler, yaygılar.

gabt

  • "Koyun semiz mi" diye el ile yoklamak.

gallat

  • (Tekili: Galle) Mahsuller, zahireler.
  • El emekleri, çalışmanın semereleri.
  • Ev kirası gelirleri.

galle-i vakf

  • Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.

gass ü semin

  • Fakir ve zengin. Zayıf ve semiz.

gaybi-yi asümani / gaybî-yi âsümânî

  • Gaybî ve semâvî bilgileri veren.

gerdun-mina / gerdun-mîna

  • Gök, sema, asuman. (Farsça)

gevden

  • Sersem, ahmak, şaşkın, anlayışsız. (Farsça)

gul

  • Safdil, ahmak, bön, sersem. (Farsça)

günbed-i hadra

  • Yeşil kubbe.
  • Mc: Gökyüzü, sema.

güsiste

  • Kopmuş, kırılmış. (Farsça)
  • Sökülmüş, çözülmüş, gevşemiş. (Farsça)

haç / hâç

  • Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
  • Hıristiyanların sembolü olan şekil.

hacerü'l-esved

  • Kabe'nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş.

haim

  • (Hâyim) Hayrette kalan. Mütehayyir. Sersem.

hakaret

  • Küçüklük. İtibarsızlık. Hor ve hakir görmek. Küçümseme. Küçük görme. Tâzimsizlik.

hakb

  • Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip.
  • Tutulmak.

half

  • Yemin etmek. Andiçmek. Kasem etmek.

halid bin sinan

  • Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.

halka-i ab-gun / halka-i âb-gûn

  • Gökyüzü, semâ.

hamis / hamîs

  • Beşinci. Hamis günü. Perşembe günü.

handefeşan

  • Gülümsemeler dağıtan, gülmeler saçan. (Farsça)

harf-i cerr

  • Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem)

haşeme

  • (Çoğulu: Haşem) Kol. Kollukçu. Hizmetkâr.

haşim

  • Haşmetli, gösterişli, muhteşem.

haşmet

  • (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme.
  • Hiddet, kızgınlık.
  • Alçak gönüllülük.

hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ

  • Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. (Farsça)
  • Ekvator. (Farsça)
  • Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi. (Farsça)

havıt

  • Deve semeri. Devenin hörgücüne takılan küçük semer.

hayme-i kebud

  • Mavi çadır.
  • Mc: Sema, gök.

hayt-ı semavi / hayt-ı semâvî / خَيْطِ سَمَاوِي

  • Semavi ip.

hebr

  • (Çoğulu: Hübur) Çukur yer.
  • Kesmek.
  • İki dağ arasında olan düz yer.
  • Etli, semiz olmak.

hebs

  • Şâdlık, sürür, neşe, neşat.
  • Döşemek.

herkül

  • yun. Cesaretiyle meşhur olup, efsaneleşmiş bir Yunanlının adı. (Onlarda kuvvet sembolüdür)

heşeme

  • (Çoğulu: Heşemât) Dağ keçisinin oğlağı.

hetr

  • Bunama, alıklaşma. Ateh getirme, ihtiyarlıktan çocuk gibi olma.
  • Sersemleşme, aptallaşma.
  • Birisini kötüleme.
  • Acib emir.
  • Zahmet, meşakkat.
  • Enine yarmak.

hey'etşinas

  • Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan. (Farsça)

hezartabe

  • Güneş, şems. (Farsça)

hicar

  • Aygır atın ön ayağını arka ayağının birisine sağlamak.
  • Devenin ayağını bileğinden semer ağacına bağladıkları ip.

hicr

  • (Hicir) Men'etmek, bırakmak.
  • Şer'an haram olan şey.
  • Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi.

hicri / hicrî

  • Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan hicrî kamerî veya hicrî şemsî takvime göre olan târih.

hımdıd

  • Havuz dibinde olan döşeme.

hitab-ı semavi / hitab-ı semâvî

  • Allah tarafından gelen semavî hitaplar.

hıyre-ser

  • Sersem, alık. (Farsça)

hıyre-serane

  • Alıkçasına, sersemcesine. (Farsça)

hıyre-seri / hıyre-serî

  • Alıklık, sersemlik. (Farsça)

hıyreser / خيره سر

  • Sersem. (Farsça)

hokka-i mina

  • Sema, gök yüzü.

hüdafet

  • Semizlik, besililik, etlilik.

humar / humâr

  • Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
  • Sersemlik.
  • Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.
  • Sarhoşluğun verdiği sersemlik, başağrısı.

humari / humarî

  • Sarhoşluktan gelen sersemlik hâli.

humeka

  • (Tekili: Hamik) Ahmak, sersem.

hur

  • Güneş, şems. (Farsça)
  • Güneş, şems. (Farsça)

hurc

  • Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında

hurşid / hurşîd

  • Güneş. Afitab. Hur. Mihr. şems. (Farsça)

huruf-u şemsiye

  • Gr: "El" harf-i tarifinin "lâm" harfi ile yan yana geldiğinde, kendisi okunmayıp "Lâm" harfine kalboluyorsa, o harflere "huruf-u şemsiye" harfleri denir. (Te, se, dal, zel, rı, ze, sin, şın, sad, dat, tı, zı, lem, nun harfleri) Meselâ: El-turab yazılıyor, etturab okunuyor. El-şems yazılıyor, eşşems

hüsn-ü kabul-ü halk

  • Halkın güzellikle kabul etmesi, benimsemesi.

hut

  • Balık. Büyük balık.
  • Şubat ayı içinde güneşin girdiği ve semanın cenub yarısındaki burcun ismi.

huzub

  • Semiz olmak, besili olmak.

i'tizal / i'tizâl

  • Bir tarafa çekilme.
  • İşten çekilme.
  • Vâsıl b. Ata'nın kurduğu Mutezile mezhebini benimseme.
  • Takımdan ayrılma.

ibnü'l-hacer

  • İbn Hacer el-Heysemî'nin (ö.1567) fıkıh esasları üzerine kaleme aldığı eseri.

ibtisam

  • Tebessüm etmek. İnce ve hafif gülümsemek.

ibzaz

  • Yağlanma, şişmanlama, semirme.

ıcre

  • Başına tülbent sarmak.
  • Besili ve semiz olmak.

iczal

  • Semerin, devenin boynunu yara etmesi.

ıfdac

  • (Çoğulu: Ufâzic) Semiz, besili hayvan.
  • Yumuşak nesne.

iftiraş

  • İzine uyma.
  • Namusa dokunur söz söyleme.
  • Yayılma.
  • Cima.
  • Döşemek.

ihmal / ihmâl / اهمال

  • Önemsememe, savsaklatma. (Arapça)

ihza'

  • Semirme, yağlanma. Semirtme, semirtilme.

ıksam

  • Kasem etme, and içme, yemin etme.

iksam

  • Kasem etme, yemin etme, and içme.

iktiras

  • Bir işe ehemmiyet verme, bir şeyi mühimseme.
  • Kederli ve hüzünlü olma.

ilahi dinler / ilâhî dinler

  • Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş olan dinler. Hak dinler ve semâvî dinler de denir.

ille-i gaiye

  • Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.

inale

  • Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma.
  • Yemin, kasem, and.
  • İhsanda bulunma, bağışta bulunma.

intihal

  • Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme.
  • Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.

inzal / inzâl

  • İndirmek.
  • Kur'ân-ı kerîmin, Ramazân-ı şerîf ayında Kadir gecesinde Levh-i mahfûzdan, dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma bir defâda, topluca indirilmesi.

irade-i istihfaf

  • Başkalarını küçükseme ve hafife alma iradesi.

islami şeair / islâmî şeâir

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler; ezan gibi.

islamın şeairi / islâmın şeâiri

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

islamiyet / islâmiyet

  • Semâvî dinlerin sonuncusu; Müslümanlık.

işmam / işmâm

  • "Şemm"den:
  • Koklatma, koklatılma.
  • Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.

ismar

  • (Semere. den) Meyve ve semere vermek, fayda vermek.

ismirar

  • (Semrâ. dan) Esmerleşme, kara olma, kararma.

isti'sar

  • Seçme, ayırma, intihab etme.
  • Seçip benimseme.

istiare-i mutlaka

  • (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)

istibdal / istibdâl

  • Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.

istiğrab / istiğrâb

  • Yadırgama, garipseme.

istihfaf / istihfâf / استخفاف

  • Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek.
  • Küçük ve aşağı görme, ehemmiyet vermeme, küçümseme.
  • Hafife alma, küçümseme. (Arapça)

istihfaf-ı hayat

  • Hayatı küçümseme, hafife alma.

istihfaf-ı nizam

  • Nizamı hafif görme; düzeni küçümseme.

istihfafkar / istihfafkâr

  • Ehemmiyet vermeyerek. Küçümsemek suretiyle. Tahfif ve tahkir ederek. (Farsça)

istihfafkarlık / istihfafkârlık

  • Küçümseme, hafife alma. (Arapça - Farsça - Türkçe)

istihkar

  • Küçümseme.

istihkar etmek

  • Küçümsemek, küçük düşürme.

istikbar

  • (Kibr. den) Önemseme, ehemmiyet verme.
  • Kibir, gurur, enaniyet. Kendini büyük görme, mağrurluk.

istima'

  • (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek.

istirak-ı sem' / istirâk-ı sem'

  • İstirâk-ı sem' etmek: Kulak misafiri olmak.

istirha'

  • (Rehavet. den) Gevşeme, uyuşma, tembelleşme, rehavet gelme.

istirha-yı a'sab / istirha-yı a'sâb

  • Sinirlerin gevşemesi.

istirha-yi adelat / istirha-yi adelât

  • Adalelerin, kasların gevşemesi.

istisgar

  • Küçümsemek. Küçük görmek. Kerih görmek.
  • Küçümseme.

istiz'af

  • (Za'f. dan) Zayıf ve âdi görme, küçümseme.

itnan

  • (Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe.

iz'an / iz'ân / اِذْعَانْ

  • İyice anlama, benimseme.

izafet-i maklub

  • Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-

kaid

  • (A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
  • Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
  • Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
  • Sıradağ.
  • Geniş ark.

kainat-ı muhteşeme / kâinat-ı muhteşeme

  • Allah'ın sonsuz haşmet ve yüceliğini gösteren muhteşem kâinat.

kalib aleyhisselam / kâlib aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını ins anlara tebliğ etti (bildirdi).

kamus-i türki / kamus-i türkî

  • Türkçe lügat kitabı, Türkçe sözlük.
  • Şemseddin Sâmi'nin yayınladığı Türkçe lügat.

karanitıs

  • Kişiyi sersem eden dimağ dolgunluğu.

kas'

  • Bir şeye el ayası ile vurmak.
  • Gidermek.
  • Tahkir etmek, küçümsemek.

kasame

  • (Kasem. den) Katili bilinmeyen kimsenin bulunduğu, şüphelenildiği mıntıka halkından elli kişiye yemin ettirme.

kasem-i cami-i muazzama / kasem-i câmi-i muazzama

  • Büyük ve kapsamlı kasemler, yeminler.

kated

  • (Çoğulu: Aktâd-Kutud) Semer ağacı.

katube

  • Arkasında semeri olan deve.

kavs-ı kuzah

  • (Kavs-i kuzeh) Gök kuşağı. Alâim-i semâ. Ebem kuşağı.

kayıd

  • (Çoğulu: Kıvâd-Kâde-Kavâyid) Çekici, çeken.
  • Çavuş.
  • Koyunların önünde yürüyen "kösem" dedikleri koyun.

kazan

  • Semiz şişman kimse.

kebn

  • Kova ağzını iki kat edip dikmek.
  • Udul etmek, dönmek, vazgeçmek.
  • Besili ve semiz olmak.
  • Kaybetmek.

kehat

  • Büyük, semiz dişi deve.

kelime-i tevhid / kelime-i tevhîd

  • "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde; Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak, Urvet-ül-vüs kâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.

kell

  • (Çoğulu: Külul) Ağırlık.
  • Yorgunluk.
  • Ufak taneli yağmur.
  • Yetim.
  • Semizlik, besililik.
  • Cibinlik dedikleri ince örtü.

kemal sıfatları / kemâl sıfatları

  • Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl

kevden

  • (Çoğulu: Kevâdân) Semerli at.
  • Akılsız, ahmak, düşüncesiz.

kın'ar

  • Dağ keçisinin semiz ve büyük olanı.

kitab-ı semavi / kitab-ı semâvî

  • Semavî kitap.

kitab-ı semaviyye-i kur'aniye / kitab-ı semâviyye-i kur'âniye

  • Semâvî kitaplardan olan Kur'ân.

kitabi / kitabî

  • Kitaba dair ve müteallik. Kitaba tabi olan. Kitaba uygun. Kur'an, İncil, Tevrat kitablarından birine inanan. Semavî kitaplardan birine inanan.

kıyas-ı mukassim

  • Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")

kıymet

  • Değer, baha, semen, bedel.

kubbe-i ulya / kubbe-i ulyâ

  • Sema, gökyüzü.

kubbe-i zerrin

  • Güneş, şems.

kur'an

  • Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığ

kürsi / kürsî

  • Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer.
  • Taht, serir. Erike. Koltuk.
  • Kaide.
  • Merkez.
  • Vazife.
  • Saltanat, kudret ve mülk.
  • Başkent, hükümet merkezi.
  • Mânevi makam.
  • Arş'ın altına bir semâ tabakas
  • Makam.
  • Arşın altındaki sema tabakası; Allah'ın yer ve gökleri kaplayan hükümranlığı ve ilminin tecellî ettiği yer.

kutr

  • Taraf. Canib.
  • Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
  • Çap.
  • Bölük. Bölge.
  • Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.

kütüb-i salife / kütüb-i sâlife

  • Allahü teâlâ tarafından, Peygamber efendimizden önce gelmiş olan peygamberlere gönderilen fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiş olan ilâhî kitablar. Bunlara semâvî kitablar da denir.

kütüb-ü ilahiye / kütüb-ü ilâhiye

  • İlâhî kitaplar, Allah tarafından gönderilen semavî kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm.

kütüb-ü mukaddese-i semaviye / kütüb-ü mukaddese-i semâviye / كُتُبُ مُقَدَّسَۀِ سَمَاوِيَه

  • Semâvî mukaddes kitaplar.

kütüb-ü salife / kütüb-ü sâlife

  • Kur'ân'dan önce gelen Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş semavi kitaplar.

küvviret suresi

  • Kur'an-ı Kerim'de 81. Suredir. İzeşşemsü Küvviret veya Tekvir Suresi de denir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

kuy

  • Karye, mahalle, sokak. (Farsça)
  • Yol. Semt. (Farsça)

lafz-ı am / lafz-ı âm

  • Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.

lafz-ı müşterek

  • Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.

lahamet

  • Semizlik, etlilik, şişmanlık.

lahim / lahîm

  • Semiz, etli, şişman.

lakaydane / lâkaydane

  • Kayıtsız ve alâkasızca. Mühimsemiyerek.

lefef

  • Pelteklik, kekemelik.
  • Yorgunluk.
  • Besililik, semizlik.

lehame

  • Etlilik, semizlik.

lek

  • Ahmak, ebleh, sersem. (Farsça)
  • Yüzbin. (Farsça)
  • Kırmızı boya çıkarmaya yarayan bir maden. (Farsça)

leys

  • (Çoğulu: Lüyus) Arslan.
  • Sinek avlayan örümcek.
  • Arasında yaş ot bitmiş olan kuru ot.
  • Birbirine girmiş ot.
  • Semiz ve şişman kimse.

lika-yı afak / lika-yı âfâk

  • Sema. Gökyüzü.

likaf

  • Semer, palan.

lisan-ı semavi / lisan-ı semâvî

  • Semavî lisan, İlâhî dil.

liv

  • Güneş, şems. (Farsça)

maaliyat / maâliyât

  • İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
  • İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikirler ve derin bilgiler.

mahi

  • Balık. Semek. (Farsça)

mahiyan

  • (Tekili: Mâh) Aylar.
  • (Mâhî) Balıklar, semekler.

mahluf

  • Yemin etme, and içme, kasem etme.

mahmur

  • (Hamr. dan) Sarhoşluğun verdiği sersemlik.
  • Uyku basmış ağırlaşmış göz. Baygın göz.

maturidi / maturidî

  • Mâturidi Mezhebi ve bu mezhebden olan. Semerkand şehrinin Mâturid köyünden olan Ebu Mansur-u Mâturidi'yi (Hicri: 280-332) itikadda imam olarak kabul edenler. Amelde Hanefi Mezhebinden olanlar, itikadda Maturidi mezhebindendir. Çünkü bu Zât, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleri ile redd

me'le

  • (Çoğulu: Miâl) Hazırlanmak.
  • Şişman kadın, semiz avret.
  • Bahçe.

me'sem

  • (Me'seme) Günah. Kabahat, suç.

mebhut

  • Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem.

mebsem

  • (Çoğulu: Mebâsim) Tebessüm etmek, hafif gülümsemek.

mecerre

  • (Mecerret-üs Sema) Kehkeşan, Samanyolu denilen büyük, parlak yıldız kümesi.

meclis-i muhteşem

  • Muhteşem, görkemli meclis.

med

  • Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme.
  • Çoğaltmak.
  • Bir şeye dikkatlice bakmak.
  • Nihayet, son.
  • Sönmek. Bir şeyi söndürmek.
  • Yardım etmek, mühlet vermek.
  • Yâr ve yâver olmak.
  • Tarlaya fışkı ve gübre dökmek.
  • Sel suyu.

medd

  • Uzatma, çekme.
  • Yayma, döşeme.

mefruşat / mefrûşat / مفروشات

  • (Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s.
  • Döşeme. (Arapça)

mehd

  • Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer.
  • Yeryüzü.
  • Yayıp döşemek.
  • Kâr kazanmak.
  • Hazırlanmak.

mehyum

  • Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış.
  • Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.

mencuk

  • Bayrak direkleri ve minâre başına takılan küçük ay. (Farsça)
  • Sancak, bayrak. (Farsça)
  • Şemsiye. (Farsça)

merasim

  • (Tekili: Mersem) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler.
  • Şiveler. Âdetler.

merkez-i alem / merkez-i âlem

  • Güneş, şems.

mesamm

  • (Tekili: Mesemm) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler.

meşamm

  • (şemm. den) Koku alacak yer. Burun. Geniz.

meşrık

  • Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti.
  • Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer.
  • Tövbe kapısının adı.

metali'

  • Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler.
  • Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzeri

mevcudat-ı süfliye / mevcudât-ı süfliye / مَوْجُودَاتِ سُفْلِيَه

  • (Semavata göre) Aşağıdaki varlıklar.

mevlel-muvalat / mevlel-muvâlât

  • Bir zımmînin yâni gayr-i müslim (müslüman olmayan vatandaşın) veya harbî yâni vatandaş olmayan pasaportlu bir kâfirin bir müslümanın yardımı ile îmâna gelerek, bu müslümanı velî kabûl edip ona; "Sen benim mevlâmsın (velîmsin), şâyet ben bir cinâyet(suç) işlersem diyetini (borcunu) sen ver, ben ölünc

mezamin / mezâmin / مضامن

  • Kavramlar. (Arapça)
  • İncelikler. (Arapça)
  • Semboller. (Arapça)

mezraa-i semaviye / mezraa-i semâviye / مَزْرَعَۀِ سَمَاوِيَه

  • Semâvi tarla.
  • Semâya âit tarla.

mihad

  • Yer. Arz.
  • Beşik.
  • Döşeme. Döşek.

mihmer

  • (Çoğulu: Mehâmir) Semer atı.

mihrab-ı cemşid

  • Güneş, Şems.

mihver-i alem / mihver-i âlem

  • Arzın merkezinden geçerek semâ küresini her iki tarafta kesen mevhum hat.

milvah

  • Tuzak yanında koydukları kuş.
  • Semiz olmayan hayvan.

mirac / mîrâc

  • Peygamberimizin semaya çıkma mucizesi.

mirfak

  • Dirsek.
  • Mutfak. Kiler.
  • Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi.

misma'

  • (Çoğulu: Mesâmi') (Sem'den) Kulak.
  • Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet.

mü'hare

  • (Mü'hire) Deve semerinin ağaç kısmıdır ve binen kimse ona dayanır.

muaheze

  • Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.

mücadile suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 58. Suresi olup Kad-semi' ve Sure-i Zıhâr da denilmiştir.

mücessemat

  • (Tekili: Mücesseme) (Cisim. den) Katı nesneler, cisimler.
  • Geometrik cisimler. Üç boyutlu geometri cisimleri.

mücesseme

  • (Bak: MÜCESSEM)

müennes-i semai / müennes-i semaî

  • Gr: Kelimenin kendisinde müenneslik edatı olmadığı halde, müennes sayılan ve öyle kullanılagelen kelime. Yed, şems... gibi.

müessese-i celile

  • Büyük ve muhteşem müessese, kurum.

muhaberesizlik

  • Haberleşememe.

mühre-i zer

  • Güneş, şems.

muhtar

  • İhtiyar eden. Seçilmiş olan.
  • Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür.
  • Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse.
  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.

muksem

  • (Kasem. den) Yemin edilmiş, kasem edilmiş.

muksim

  • (Kasem. den) Yemin edilecek yer.
  • Yemin eden, kasem eden.

muktedi / muktedî

  • İktidâ eden, uyan; namazda, iftitâh (başlama) tekbîrine yetişemeyen.

mülahham

  • (Lâhm. dan) Etli, semiz, şişman.

mülhid-i bihuş / mülhid-i bîhuş

  • Sersem mülhid, akılsız inkârcı.

müsamahat

  • (Tekili: Müsamaha) (Semâhat. dan) Müsamahalar, göz yummalar, görmezden gelmeler, hoş görmeler. Aldırış etmemeler.

müsamere

  • (Semr. den) Gece eğlencesi.
  • Mekteplerde talebelerin oynadıkları piyes.

müsamih

  • (Semâhat. dan) Aldırış etmeyen, göz yuman, hoş gören.

muşamma'

  • (şem'. den) Muşamba.

müsemmem

  • (Semm. den) Zehirlenmiş, ağulu, içine zehir atılmış.

müşemmes

  • (şems. den) Güneşlemiş, güneş görmüş. Çok güneşli.

müsmekat

  • (Mesmükât) Gökler, semavat.

müsmin

  • Semiz, şişman.

müstaksim

  • (Kısım. dan) Bölüşen, pay eden, taksim eden.
  • (Kasem. den) Yemin isteyen.

müstemian

  • (Semi'. den) İşiterek, duyarak. Dinleyici olarak.

müsterhi / müsterhî

  • (Reha. dan) Gevşek, sarkık, gevşemiş.

müteahhirin / müteahhirîn

  • Sonra gelenler. Kelâm ilminde İmâm-ı Gazâlî ile, diğer İslâmî ilimlerde Şems-ül-Eimme Hulvânî ile başlayıp onlardan sonra gelen âlimler.

mütehassir

  • (Hasr. dan) Özleyen, hasret çeken. Mahrum kalan. İsteğine erişemiyen.

mütehavin

  • (Hevn. den) İşinde gevşek ve kayıtsız olan. Bir işe ehemmiyet vermiyen, mühimsemiyen.

mütekaddimin / mütekaddimîn

  • Önce gelenler; kelâm ilminde, İmâm-ı Gazâlî'ye, fıkıh ilminde Şems-ül-Eimme Hulvânî'ye kadar gelen İslâm âlimleri.

mütekasim

  • Kısmet eden.
  • Aralarında bir şey taksim edenlerin her biri.
  • Birbiriyle kasemleşen, andlaşan.

mütesemmi

  • Bir isim ile isimlenen, müsemma olan.

müteşemmil

  • İhrama bürünen. Teşemmül eden.

müteşemmim

  • Koklayan, teşemmüm eden.

müteşemmir

  • (Şemer. den) İşe hazırlanan. İşe hazırlanmış olan.

müteşemmis

  • (Şems. den) Güneşlenen, güneşe çıkan.

mütevellihane / mütevellihâne

  • Sersemlik ve hayranlıkla. (Farsça)

na-perva

  • Pervasız, korkusuz, aldırışsız, çekinmez. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

necd

  • Açık ve işlek yol.
  • Yüksek yer.
  • Minder, döşeme gibi oturacak şeyler.
  • Ağaçsız mekân.
  • Hâzık ve mâhir kılavuz.
  • Yiğitlik hâli. Gamlılık, gussa.
  • Hasma galip gelmek.
  • Çok terlemek.
  • Meme.
  • Suudi Arabistan'ın doğu mıntıkası.

nehel

  • Susuz olmak.
  • İçmenin evveli.
  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Semiz etli deve.

nesr

  • Arş ve sema ile ilgili meleklerden biri.

netice

  • (Çoğulu: Netâic) Son, gaye. Semere, hülâsa.
  • Döl, evlâd.

nevaye

  • Devenin semiz olması.

neyy

  • Pişmemiş çiğ et vs.
  • Devenin semiz olması.
  • Semiz ve besili deve.

neyyir

  • (Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim.
  • Yıldız. Cisim halindeki nur.
  • Güneş, şems.

neyyir-i a'zam

  • Güneş, şems.

nihale

  • Yeni, taze fidan. (Farsça)
  • Avcı korkuluğu. (Farsça)
  • Sahan altlığı. (Farsça)
  • Döşenecek şey. Döşeme. (Farsça)

nili perde / nilî perde

  • Gökyüzü, sema.

nimhande

  • Gülümseme, tebessüm. (Farsça)

ninan

  • (Tekili: Nun) Balıklar, semekler.

niva

  • Düşmanlık.
  • Besili, semiz deve.

nun

  • Kur'an alfabesinde yirmibeşinci harf. Ebced hesabına göre değeri ellidir.
  • Divid, kalem.
  • Kılıcın ağzı. Kılıç.
  • Çene çukuru.
  • Balık, semek.

nur-u asümani / nur-u âsümânî

  • Semâvî nur, göksel ışık.

nur-u semavi / nur-u semavî

  • Semavî nur, vahiy ile gelen aydınlık, ışık.

palan / pâlân / پالان

  • Palan, semer, eğer. (Farsça)
  • Semer, palan. (Farsça)

palan-duz

  • Semerci, palancı. Semer diken. (Farsça)

palanduz / pâlânduz / پالان دوز

  • Semerci. (Farsça)

palani / palanî

  • Semerci. (Farsça)

paldüm

  • Hayvanın semerinin ileri geri kaymaması için arka ayaklarının kaba etleri üzerinden geçirilen kayış. (Farsça)

pencşenbih

  • Beşinci gün. Perşembe. (Farsça)

perde-i nilgün

  • Gökyüzü, sema.

perviz-i felek

  • Güneş, şems.

rahal

  • (Çoğulu: Rihâl) Semer. Palan.

rahl / رحل

  • (Çoğulu: Rihâl) Semer, palan.
  • Yağmurluk ve saire gibi yol levâzımı.
  • Semer. (Arapça)

raht

  • (Çoğulu: Ruhut) Binek atlarına vurulan eyer, takım.
  • Pencere ve kapıların menteşe takımı.
  • Yol levazımı.
  • Döşeme ve ev takımı.

raib

  • Korkmuş.
  • Semizliğinden yağı damlar olan.
  • Dolu.

rasf

  • Oka kiriş sarmak.
  • Birbirine zammetmek.
  • Kaldırım döşemek.

rayet-i ulviyet-i şeyh-i hakkani / râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanî

  • Mânevî mertebelere ulaşma ve hakikatleri elde etme yolunda Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin elinde tuttuğu yücelik sembolü olan sancak.

rebil

  • (Çoğulu: Rubul) Yoğun, semiz, besili.
  • Yer kuruyunca biten bir ot.
  • Uyluğun iç yanı.

rebile

  • Semizlik, besililik.

rebiz

  • Semiz ve kuyruğu büyük olan koç.

refref

  • İnce, yumuşak kumaş.
  • Kemer saçağı.
  • Döşek, döşeme.
  • Kuşu çok çimenlik.
  • Dalları salkım salkım ağaç.

regaib gecesi

  • Receb ayının ilk perşembe gününün akşamı (Cuma gecesi).

remiz / رمز

  • Sembol, işaret. (Arapça)
  • Rumuz. (Arapça)

remz / رمز

  • Sembol, işaret. (Arapça)
  • İmalı konuşma. (Arapça)

ress

  • Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu.
  • Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı.
  • Maden.
  • Dere.
  • İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.

ricle

  • Semizlik otu.

rihale

  • At semeri, eyer.

ruhud

  • Etli, besili, şişman, semiz. (Müe: Ruhude)

rukba

  • Muntazır olmak, beklemek.
  • Bir kimseye, "Ben senden evvel ölürsem bu elbiseler senin olsun, eğer sen evvel ölürsen yine benim olsun" demek.

rukbi / rukbî

  • İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.

rumuz / rumûz / رموز

  • İşaretler, semboller. (Arapça)

sada-yı semavi / sadâ-yı semâvî

  • Semâvî ses; yüce ve mukaddes kaynaktan gelen ses.

sada-yı semavi ve ruhani / sadâ-yı semâvî ve ruhânî

  • Semâvî ve ruhanî olan sadâ, gökten gelen ses.

sada-yı semavi-i kur'ani / sadâ-yı semâvî-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın semâvî sedâsı.

safih

  • Gökyüzü, semâ.
  • Yassı veya düz olan şey.

sahabet / sahâbet

  • Sahip çıkma, benimseme.

şahamet

  • Semizlik, yağlılık, şişmanlık.

şahim

  • Semiz, yağlı, şişman, besili.

sahret

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddeste çok eski ve tarihi bir kaya. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da der. Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mîrac Gecesinde bu kayadan Burak'a binerek semâya çıktığı hakkında rivâyet vardır.

saika

  • Yıldırım. Ölüm, mevt.
  • Nüzul ateşi.
  • Semadan gelen şiddetli ses.
  • Mühlik ve azab.
  • Bulutları sevke vazifeli melek.

salib / salîb

  • Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz.

salih

  • Büyük peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi Âd kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma'muriyet bulup küfür ve dalâlete meyl ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden

salih aleyhisselam / sâlih aleyhisselâm

  • Semûd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğullarından Sâm'ın neslindendir. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu kuşaktan torunudur.

sam

  • Ölüm, mevt.
  • Yer altındaki altın damarı.
  • Gök kuşağı.
  • Ateş.
  • Sersemlik hastalığı.
  • Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.

samin

  • Semiz, yağlı, besili.

şamm

  • (şemm. den) Koklayan, koku alan.
  • Koklama duygusu. Burun.

sarre

  • Kapı, kalem ve semer cızıldaması.
  • Çağırıp söylemek.
  • Sayha, yüksek ses.

satıh

  • Düz. Bir şeyin dış yüzü, üstü.
  • Evin damı.
  • Yayıp döşemek.
  • Genişlik.

saye-ban

  • Gölgelik. Büyük çadır. Şemsiye.
  • Mc: Koruyan, himaye eden.

şeair / şeâir

  • İşaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.
  • İslâmî alâmetler, semboller, âdetler.

şeair-i ahmediye / şeâir-i ahmediye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sembol hükmündeki sünnetleri, prensipleri.

şeair-i diniye / şeâir-i diniye

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.

şeair-i islam / şeâir-i islâm

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

şeair-i islamiye / şeâir-i islâmiye

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler.

şeair-i islamiyet / şeair-i islâmiyet

  • İslâma sembol olmuş işaret, iş ve ibadetler.

sebat etmek

  • Kararlılık göstermek, gevşememek, sabretmek.

sedane

  • Etlilik, semizlik, besililik.

şedd-i rihal

  • Hayvana semer vurma. Yolculuk için hayvanın semerini bağlama.
  • Yolculuğa çıkma.

sedh

  • Döşemek.
  • Uçuk hastalığı.
  • Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
  • Deve çökertmek.
  • Kırba doldurmak.

sedin

  • Semiz, besili, etli ve cüsseli kimse.

şehamet

  • Yağlılık, semizlik, besililik.

sehhah

  • (Mübalağa ile) Semiz ve besili nesne.

sekene-i semavat / sekene-i semâvât

  • Semada yaşayan varlıklar.

seki

  • Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
  • Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.

selil

  • Netice, semere.
  • Yeni doğmuş erkek çocuk.
  • Büyük, geniş dere.

şem'un

  • Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerindendir. Petros veya Sen Piyer de denir. Antakya kilisesini yaptırmıştır. Mi: 65'de Roma'da Neron tarafından hapsedilmiş ve çarmıha gerilerek şehid edilmiştir. Hristiyan âlemine büyük hizmeti vardır. Esas adı, Şem'un-us Safâ'dır.

şem'un aleyhisselam / şem'ûn aleyhisselâm

  • İsrâiloğulları'na gönderilen peygamberlerden. İsminin Şemsûn olduğu da bildirilmiştir.

sema-i dünya / semâ-i dünya

  • Dünya semâsı, gökyüzü.

sema-i kur'an / semâ-i kur'ân

  • Kur'an'ın semâsı, yüceliği.

sema-i kur'ani / semâ-i kur'âni

  • Kur'ân'ın semâsı; Kur'ân'ın yüce makam ve mânâsı.

sema-i risalet / semâ-i risalet

  • Peygamberlik semâsı, göğü.

sema-yı irfan / semâ-yı irfân

  • İrfân semâsı; bilme, anlama göğü.

sema-yı kur'an / semâ-yı kur'ân

  • Kur'ân seması.

sema-yı maneviye / sema-yı mâneviye

  • Mânevî sema, gök.

sema-yı risalet / semâ-yı risalet

  • Peygamberlik semâsı, göğü.

semaan

  • (Semaen) İşiterek, dinleyerek, dinlemek suretiyle.

semahane / semâhâne / سماع خانه

  • Mevlevî dervişlerinin semâ ettikleri özel mekan. (Arapça - Farsça)

şemaim

  • (Tekili: Şemime) Güzel kokular.

şemal

  • (Çoğulu: Şemâlât) Kıble ardında kutup tarafından esen yel.
  • Ahlâk.
  • Kılıç.

semame

  • (Çoğulu: Semâm) Bir nevi kuş.
  • Sür'atle yürüyen dişi deve.

semanet

  • Semizlik, yağlılık, besililik.

semavat / semâvât

  • (Tekili: Sema) Gökler, semalar.
  • Semalar, gökler.

semavat ehli / semâvât ehli

  • Semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhanîler.

semavat-ı hakaik / semâvât-ı hakaik

  • Hakikatlerin semâsı, yüceliği.

semavi / semavî / semâvî / سَمَاو۪ي

  • Gökle alâkalı, semaya dair ve müteallik.
  • İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.
  • Sema ile ilgili.
  • Semâdan gelen.

semavi kitab / semâvî kitab

  • Hak dinlerin kitapları. Semâvî kitapların bize bildirileni yüz dörttür. Bunlardan on suhuf Şist (Şit) aleyhisselâma otuz suhuf İdris aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildi. Mushaflar; Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebur kitabı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitabı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'

semaviyyat / semaviyyât

  • Semavî olan şeyler.

semen / سمن

  • Yâsemin. (Farsça)
  • Semizlik. (Arapça)
  • Yasemin. (Farsça)

semen-bu

  • Yâsemin gibi kokan, yâsemin kokulu. (Farsça)

semen-fam

  • Yâsemin renkli, rengi yâsemin gibi olan. (Farsça)

semenber / سمنبر

  • Yasemin göğüslü. (Farsça)

semerat / semerât

  • (Tekili: Semere) Meyveler, faydalar. Kârlar. Menfaatler.

semerat-ı medeniyet

  • Medeniyetin semereleri, sonuçları.

semere / ثمره

  • (Bak: SEMER)
  • Meyva. (Arapça)
  • Ürün. (Arapça)
  • Sonuç. (Arapça)
  • Semere vermek: (Arapça)
  • Meyva vermek. (Arapça)
  • Sonuç vermek. (Arapça)

semeredar / semeredâr

  • Verimli, semereli, kârlı. (Farsça)
  • Yemiş veren. (Farsça)

semerrece

  • (Bak: SEMERREC)

semher

  • Eskiden süngü ağacı yapan bir kimsenin adı. (Ona nisbet edip "rumh-i semherî" derler.)

semic

  • (Semc) Çirkin, kötü görüşlü.

şemime

  • (Çoğulu: Şemâim) Güzel kokulu şey, râyiha.

semin / سمين

  • (Semine) Çok değerli, pahalı, kıymetli.
  • Semiz. Eti yağı bol.
  • Semirmiş, semiz. (Arapça)

semlak

  • (Çoğulu: Semâlik) Düz, yüksek yer.

şemlal-şemlil / şemlâl-şemlil

  • (Bak: ŞEMİLLE)

semmi / semmî

  • (Semmiye) Zehirle alâkalı. Zehirli.

semn

  • Semizlik, beslilik, yağlılık.
  • Tereyağı.

semre

  • (Çoğulu: Semür-Semürât) Sakız ağacı.

semsak

  • Yâsemin.

semsam

  • (Çoğulu: Semâsim) Hafif edepsiz kişi.
  • Aceleci kimse.

şemseddin

  • (Şems-üd din) Dinin güneşi.
  • Erkek adıdır.

şemşir-ger

  • (Çoğulu: Şemşirgerân) Kılıççı. (Farsça)

şemsiye / شمسيه

  • Güneşlik. (Arapça)
  • Şemsiye. (Arapça)

semuh

  • (Semahat. dan) Çok cömert.

senbol

  • (Bak: Sembol)

sene-i şemsiyye / سنهء شمسيه

  • Şemsî yıl.

şenun

  • Aç. Ne zayıf, ne semiz olan deve.

serasime / serâsîme / سراسيمه

  • Sersem. (Farsça)
  • Afallamış, sersemleşmiş. (Farsça)

serasimegi / serasimegî

  • Sersemlik. (Farsça)

sergeşte

  • Sersem. Başı dönmüş. Avâre ve mütehayyir olan. Hayrette kalmış. (Farsça)

serhed

  • Hörgüç yağı.
  • Semiz, yağlı, besili.

sersam

  • İnsana sersemlik veren bir hastalık. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

sevgend

  • Yemin, kasem, and. (Farsça)

şeyyir

  • (Çoğulu: Şiyâr) Semiz ve besili hayvan.

şi'ra-ül yemani / şi'ra-ül yemanî

  • Semanın güney yarım küresinde bulunan "Kelb-i Ekber" denilen burcun ve bütün semanın görünen en parlak yıldızı. (Sirius)

şiar / şiâr / شِعَارْ

  • Timsal, sembol, parola.
  • Sembol, belirgin işaret.
  • Alâmet, sembol.

şiar-ı irfan

  • İrfan ve bilgi işareti, irfan sembolü.

şiar-ı islam / şiar-ı islâm

  • İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.

şiar-ı medeniyet

  • Medeniyet alâmeti, sembolü.

şibh-i beşer

  • İnsana benzeyen şempanze, goril gibi hayvanlar.

sidret-ül-münteha / sidret-ül-müntehâ

  • Yedinci kat semâda (gökte) Arş'ın sağında bulunan ağaç. Bu hususta değişik rivâyetler vardır.

sıfat-ı sübutiye / sıfât-ı sübutiye

  • Cenab-ı Hakk'ın sıfatları: Hayat, İlim, Sem', Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin sıfatları. Bunlara "Sıfât-ı semaniye" de denir.

simak

  • (Tekili: Semek) Balıklar.
  • Parlak yıldız.
  • İki parlak yıldızdan birisi.
  • Bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet.

simam

  • (Tekili: Semm) Zehirler.

siman

  • (Tekili: Semin) Semizler, besililer, yağlılar.

simar

  • (Tekili: Semere) Meyveler, yemişler.
  • Mc: Faydalar.

simen

  • Semizlik, yağlılık, besililik.

simn

  • (Simâne) : Semizlik, yağlılık, besililik, şişmanlık.

şimrac

  • (Çoğulu: Şemâric) Seyrek seyrek dikmek.
  • Yalan karışık söz.

şimrah

  • (Çoğulu: Şemârih) Hurma veya üzüm salkımı.
  • Dağ tepesi.

simsar

  • (Çoğulu: Semâsire) Komisyoncu, tellâl, aracı.

sımsım

  • (Çoğulu: Semâsım) Şişman ve etli adam.

şimşir

  • (Bak: Şemşir)

şişhane

  • (Aslı: Şeşhane) Eskiden kullanılan namlusu altı yivli tüfek.
  • İstanbul'da bir semt adı.

su'ban

  • (Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
  • Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)

süheyl

  • Kolay, uygun ve yumuşak.
  • Semânın güney tarafında ve Yemenden daha iyi görülen bir yıldız adı. (Bunun için buna Süheyl-i Yemâni denir. Kuzey kutup yıldızının naziri, benzeridir.)

sühuh

  • Dökülmek.
  • Semiz ve besili olmak.

sukuf

  • (Tekili: Sakf) Tavanlar, ev örtüleri.
  • Uzun ve sarkık şeyler.
  • Semavat.

sultanahmed

  • İstanbu'lda bulunan ve ismini Sultanahmed Camiinden alan semt; Sultanahmed Camiinin olduğu yer.

sümle

  • (Bak: SEMELE)
  • (Bak: SEMELE)

şümu'

  • (Tekili: Şem') Mumlar.
  • Balmumları.

sümud

  • Taganni eylemek.
  • Eğlenmek.
  • Kibirlenip somurtmak.
  • Kafa tutmak.
  • Sersem olmak.

sümum

  • (Tekili: Semm) Zehirler, ağular.

şümus

  • (Tekili: şems) şemsler, güneşler.

sümut

  • (Tekili: Semt) Semtler, yönler.

sürdah

  • (Çoğulu: Serâdih) Semiz etli dişi deve.
  • Ufak otlar yetişen yumuşak yer.

şürr

  • Ayıp.
  • Yayıp döşemek.
  • Kurutmak için güneşe sermek.

suy

  • Cihet, yön, taraf. Semt. Yan. (Farsça)

tadabbüb

  • Besililik. Semizlik.

tadbib

  • Semiz etmek, beslemek.
  • Geri koymak.

tadmir

  • Atı semirince yulaf verip beslemek. (Kırk günde olur.)
  • İnce belli yapmak.

tahkir / tahkîr / تحقير

  • Küçümseme, aşağılama. (Arapça)
  • Tahkîr edilmek: Aşağılanmak. (Arapça)
  • Tahkîr etmek: Aşağılamak. (Arapça)

tahsib

  • Ufak taşları mescide veya başka yere döşemek.

tanh

  • Semiz olmak, besili ve şişman olmak.
  • Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.

tararet

  • Semizlik, besililik, şişmanlık.

tebessüm / تبسم

  • Gülümseme. Nazikâne ve dişlerini göstermeyerek gülme.
  • Gülümseme.
  • Gülümseme, kendinin işitmeyeceği şekilde sessiz gülme.
  • Gülümseme.
  • Gülümseme. (Arapça)
  • Tebessüm etmek: Gülümsemek. (Arapça)

tebessüm etme

  • Gülümseme.

tebessümat

  • (Tekili: Tebessüm) Gülümsemeler, tebessümler.

tebevvül / تبول

  • Bevl etmek. İşemek.
  • İdrar yapma, işeme. (Arapça)

tecazüp

  • Birbirini cezbetme; birbirine duyulan yakınlık, sempati.

tecessüm

  • Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek. Cisimleşmek.

tefriş / تفریش / tefrîş / تَفْر۪يشْ

  • Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme.
  • Ev eşyasını düzenleme.
  • Döşeme.
  • Döşeme, yayma.
  • Döşeme. (Arapça)
  • Tefriş edilmek: Döşenmek. (Arapça)
  • Tefriş etmek: Döşemek. (Arapça)
  • Döşeme.

tefriş etmek

  • Döşemek.

tefrişat / تفریشات

  • Döşemeler. (Arapça)

tehavün / tehâvün

  • Mühimsememek, ehemmiyet vermemek, ağır davranmak. Aldırış etmemek.
  • İstihkar, horlama, hakir görme.
  • Önemsememek, hafife almak, aldırış etmemek.

tehekküm

  • Alay etme, hafife alma, küçümseme.

tekasüm

  • (Kasem. den) Andlaşma.
  • Bölüşme.

teke

  • Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen. (Farsça)
  • Bir cilt defter. (Farsça)
  • Tezek. (Farsça)

telahhum

  • (Lahm. dan) Semirme, etlenme.

telhim

  • (Lâhm. dan) Etlendirme, semirtme.

temasil / temâsil / temâsîl / تماثيل

  • Timsaller. Suretler. Resimler. Putlar. Semboller. Tasvirler.
  • Timsaller, semboller.
  • Resimler. (Arapça)
  • Semboller. (Arapça)

temhid

  • (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme.
  • İskân etme.
  • Bir maddede özür, bahane beyan eylemek.
  • Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek.
  • Serd etme, izah etme, arz etme.
  • Mukaddeme yapma. Hazırlama.
  • Hazırlama, döşeme.

temsil / temsîl / تمثيل

  • Tiyatro oyunu. (Arapça)
  • Sözgelişi. (Arapça)
  • Özümseme. (Arapça)

tenedduh

  • Koyunun otlamaktan semiz ve besili olması.

tennure / tennûre / تنوره

  • Mevlevî dervişlerinin sema giysisi. (Arapça)

tenzil / tenzîl

  • İndirmek, indirilmek; Allahü teâlâ tarafından indirilen kitab, Kur'ân-ı kerîm. İnzâl kelimesinde bir defada indirmek mânâsı bulunduğu halde, tenzîlde azar azar indirme mânâsı vardır. Kur'ân-ı kerîm Levh-i mahfûzdan Beyt-ül-izze (Kur'ân-ı kerîmin bir bütün hâlinde indirildiği ve dünyâ semâsında bulun

terk-i şeair

  • İslâmiyete sembol olmuş iş ve ibadetleri terk etme.

teşahhum

  • (Şahm. dan) Yağlanma, semirme, şişmanlama.

tesahub

  • Sahip çıkma, benimseme.
  • Koruma.
  • Arkadaşlık etme.

teşamuh

  • (şemh. den) Yüce, büyük, yüksek olmak. Yükselmek.

teşemmüm

  • (şemm. den) Koklama.

tesemmümat / tesemmümât

  • (Tekili: Tesemmüm) Zehirlenmeler.

tesemmün

  • (Semen. den) şişmanlama, semirme.

teşemmüs

  • (Şems. den) Güneşleme, güneşe çıkma.
  • Güneş çarpması.

tesmi'

  • (Çoğulu: Tesmiât) (Sem'. den) İşittirme, duyurma.

teşmi'

  • (Şem'. den) Mumlama, bal mumuna batırma.

teşmim

  • (Şemm. den) Koklatma. Koklatılma.

tesmin

  • (Semen. den) Semirtme, yağlatma.

tesmir

  • (Semer. den) İktisad ederek malın çoğalması.
  • Ağaçların çiçeklerini döküp yemiş bağlaması.

teşmir

  • (Şemr. den) Sıvama veya sıvanma.

teşmis

  • (Şems. den) Güneşe tutma, güneşe serme.
  • Güneşe tutup hasta etme.

tesmit

  • Edb: Gazel yahut kasideyi "müsemmat" tarzında tanzim etme.

teva'un

  • Davarın, beslenip semizlemek hususunda nihayet hududu bulması.

tevehhün

  • Gevşeme. Kuvvetsiz hale gelme.
  • Gevşeme.

tevellüh

  • (Çoğulu: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme.
  • Hayran etme.
  • Kadını çocuğunden ayırma.

tevlih

  • Şaşırtma. Sersemleştirme.

timsal / timsâl / تمثال

  • Resim, suret, sembol, nümune. Tasvir. Bir şeyi başka bir şeye benzetmek. Heykel.
  • Sembol, örnek, nümune.
  • Sembol, model.
  • Resim. (Arapça)
  • Sembol. (Arapça)

timsal-i belagat / timsal-i belâgat

  • Belâğat örneği, sembolü.

timsali / timsâlî / تمثالى

  • Sembolik. (Arapça)

tinnin / tinnîn

  • Büyük yılan, ejder, ejderha.
  • Koz: Gökte yedi burc boyunca uzanan hafif beyazlık.
  • Ejderha burcu. Semânın şimal yarım küresinde Küçük Ayı burcunu etrafından saran, kıvrılıp bir yıldız dörtgeni ile nihayet bulan bir burç.

tırk

  • Kuvvet.
  • Besililik, semizlik.

türkistan

  • Türklerin anayurdu olan ve Hive, Fergana, Taşkent, Buhara, Semerkant ve Kırgız şehirlerini içine alan büyük bölge.Doğu Türkistan bugün Çin'de, Güney Türkistan ise Afganistan'da, büyük parçası olan Batı Türkistan ise Rusya'da kalmaktadır. (Farsça)

tuyur-u semaviye / tuyur-u semâviye

  • Semâvî kuşlar.

ukne

  • (Çoğulu: Uknâ-Akân-Uknât) Karın büklümü. (Şişmanlık ve semizlikten olur.)

ümm-ün nücum

  • Gök. Sema.

umman-ı sema

  • Sema, gökyüzü deryası.

ura'ır

  • (Çoğulu: Arâır) Semiz etli deve.
  • Şerefli adam.
  • Kavmin reisi.

üveys-el karani / üveys-el karanî

  • Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u

vari

  • Semiz et.
  • Vahşi hımar, yabani eşek.

vav-ı kasem

  • Gr: Herhangi bir kelimenin, çok defa Allah isminin evveline gelerek, yemin için kullanılan vav harfi. Vallahi, Veşşemsi, Velfecri kelimelerinde olduğu gibi.

vech

  • (Vecih) Yüz, çehre, surat.
  • Tarz, üslub.
  • Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
  • Tarih.
  • Suret.
  • Sebeb.
  • Bir şeyin nefsi ve zatı.
  • Semt. Cihet.
  • Münasebet.

vehy

  • Gevşeme, yırtma.

velhan

  • Şaşakalmış, şaşkın, sersem.

vesim

  • (Çoğulu: Vüsemâ-Visâm) Güzel yüzlü. Güzel çehre.
  • Damgalı.

veşşemsi suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 91. suresidir. Suret-üş Şems de denir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.

vikaf / vikâf

  • Eşek semeri ve palanı.

vuzu'

  • Hakir etme. Kendini, nefsini tezlil ve tahkir etme, küçümseme.

yasemen / yâsemen / یاسمن

  • Yasemin. (Farsça)

yelended

  • Etli, semiz kimse.

yemin

  • Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem.
  • El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.
  • Mübarek.
  • Sağ taraf, sağ el.

yevm-ül hamis

  • Perşembe günü. Beşinci gün.

yuda

  • Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerindendir ve onu ihbar edip ihanet etmiştir. Yehuda veya Yuda Şem'un da denir.

zahid / zâhid

  • Din için dünyayı önemsemeyen.

zahidane / zâhidâne

  • Din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi.

zahir

  • Engin denizler.
  • Taşkın, coşkun.
  • Semiz, tavlı ve bol olan.

zakkum

  • Cehennem'de bir ağacın ismi, cehennemliklerin yiyeceği.
  • Gösterişi güzel, çiçekli ve zehirli meyvesi olan yâsemine benzeyen bir bitki ismi.

zayan

  • Yasemin çiçeği.

zehr

  • (Zehir) Zehir, ağu, semm. (Farsça)

zena'

  • Kısa boylu ve dar nesne.
  • Sidiğini tutup işemeyen kişi.

zenbak

  • Güzel kokulu bir çiçek. Zambak.
  • Yâsemin yağı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın