REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te koç ifadesini içeren 140 kelime bulundu...

acaiz

  • (Tekili: Acuze) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar.

acuz / acûz / عجوز

  • Çok yaşlı kadın. Kocakarı.
  • Kılıç.
  • Şarap.
  • Sırtlan.
  • Kocakarı. (Arapça)
  • Cadı. (Arapça)

acuze / acûze / عجوزه

  • Güçsüz kocakarı.
  • Kocakarı. (Arapça)
  • Cadı. (Arapça)

acuze-i şemta

  • Saçı ağarmış kocakarı.

aşir

  • Onda bir. On kısma taksim edilen bir şeyin herbir parçası.
  • Kur'an-ı Kerimin on cüz'ünden herbiri veya on âyetlik bir parçası.
  • Dost, yardımcı, yardak.
  • Koca.
  • Kabile.
  • Kötülükte yardımcılık eden.
  • Sahip.
  • Toz.

asy

  • Yaşamak.
  • Kocamak, ihtiyarlamak.

azebe

  • Kocası olmayan kadın.

ba'l

  • (Çoğulu: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı.
  • Karıkocadan herbiri.
  • Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer.
  • Hayret.
  • Zaaf, zayıflık.

bahte

  • Semiz, besili koyun.
  • Burulmuş üç yaşında koç.

baziger

  • Oynayan, rakseden, köçek. (Farsça)

berd-ül acuz / berd-ül acûz

  • Kocakarı soğuğu. (Rûmi şubatın 26'sında başlar ve 7 gün şiddetle devâm eder.)

berdülacuz / بردالعجوز

  • Kocakarı soğuğu. (Arapça)

bevar

  • Mahvolma, çürüme, yok olma.
  • Kadının kocaya varmayıp evde kalması.

beyn-ez zevceyn

  • Karı-koca arasında.

bi-fasal / bî-fasal

  • (Kürtçe) Fırsat vermeyen, kocaman mahlûk.

bive

  • Dul kadın, kocasız kadın. (Farsça)

bivegi / bivegî

  • Dulluk. Kocasız kadının hâli. (Farsça)

buulet

  • Zevciyet. Karıkocalık.
  • İmtinâ ve red ve muhalefet etmek.

cadu

  • Büyücü, cadı. (Farsça)
  • Hortlak, gulyabani. (Farsça)
  • Acuze, çirkin kocakarı. (Farsça)
  • Çok güzel söz. (Farsça)

cesim / cesîm

  • İri, kocaman.

cülazi / cülazî

  • Kocaman ve kuvvetli. İriyarı.
  • Hâdim, hademe, hizmetkâr.
  • Kilise veya manastır uşağı.
  • Papaz veya keşiş.

dahamet / dahâmet

  • İrilik, kocamanlık, kabalık, vücutça büyük olmaklık.
  • Tıb: Hipertrophie.

dahm

  • İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın.

ehl

  • Sahip, malik,
  • Maharetli, usta.
  • Bİr yerde oturan.
  • Karıkocadan herbiri.

er'es

  • Başı büyük, kocakafa.

eramil

  • (Tekili: Ermele) Bekârlar. Dul kadınlar. Kocaları ölmüş veya boşanmış kadınlar.

ezvac

  • Çiftler. Zevceler. Nikâhlı karılar.
  • Kocalar.

fena

  • (Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma.
  • Geçici dünya.
  • Geçip gitme.
  • Tas: Kendi varlığından geçmek.
  • Kötü.
  • Devamlı olmayan.
  • Çok kocamış olmak.

fertut

  • Pir, çok ihtiyar. (Farsça)
  • Bunak, kocamış. (Farsça)

fükuk

  • Yaşamak.
  • Kocalmak, ihtiyarlamak.
  • Ayrılmak.

fürfur

  • Semiz, besili koç.
  • Bir kuşun adı.

ganec

  • Koca.
  • Şeyh.

gebeş

  • Koyunun erkeği. Koç.
  • Mc: Akılsız, ahmak adam.

hadaka

  • Elmas.
  • Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın.

halil / halîl

  • Zevc, koca. Nikâhlı karı. Zevce.
  • Dost.
  • Zevc, koca.

halvet-i faside / halvet-i fâside

  • Karı-kocanın aralarında şer'î mâni olmasına rağmen birleşmeleri.

halvet-i sahiha

  • Karı-kocanın aralarında şer'î mâni bulunmaması halinde birleşmeleri.

hani'

  • Karısını boşamış koca veya kocasından boşanmış kadın.

hecmec

  • Koç.

hem-ser

  • Arkadaş, Karı kocadan her biri. (Farsça)

hemser / همسر

  • Eş, karı kocadan her biri. (Farsça)

herem

  • Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
  • Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
  • Geo: Mahrutî şekil, piramit.
  • İhtiyarlama, kocama.
  • Mısır ehramlarından biri.

heremdide / heremdîde

  • Yaşlanmış, kocamış, ihtiyarlamış. (Farsça)

herim

  • Çok ihtiyarlamış ve kocamış kimse.

heymere

  • Koca avret. İhtiyar kadın.

hiba

  • Bahşiş.
  • Kadına kocasından kalan hisse.
  • Vergi.

hillevf

  • Kocamış, ihtiyarlamış.
  • Yalancı, hilekâr.

hızve

  • Kadının, kocası yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması.

huc

  • Horoz ibiği. (Farsça)
  • Kuş tacı, ibik. (Farsça)
  • Koç. (Farsça)
  • Horoz ibiği adlı bir çiçek. (Farsça)

hukuk-u zevciye

  • Karı ile kocanın birbirlerine karşı hâiz olduğu haklar. Aile hukuku.

hulle

  • Ağır, pahalı.
  • Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
  • Cennet elbisesi.
  • Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,

iddet

  • Bekleme müddeti.
  • Sayılmış. Madud.
  • Cemaat.
  • Hıfz.
  • Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
  • Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
  • Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
  • Kocası ölen kadının bekleme süresi.

iddet-i haml

  • Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.

iddet-i vefat

  • Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.

ihtila'

  • (Kadın) Nikâhı bozdurma. Kadın mehrinden vazgeçip veya çok para vererek kocasından boşanması.

ihtişar

  • Büyük kafalı olma, koca başlı olma.
  • Toplanma, cem' olma.

iktihal

  • İhtiyarlama, yaşlılanma, kocama.
  • Saç ve sakala kır düşme.

ila / îlâ

  • Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.

ırs

  • Koca ile karıdan her biri.
  • Nâmus.

irs

  • Karı ile kocadan her biri.

ismail

  • Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.

karlayl

  • (Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.

kaside / kasîde

  • Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.

kasırat-üt tarf

  • Kocasından başkasına aslâ bakmayan. (Cennet kadınlarının bir vasfı) Huriler.

kaus

  • Yaşlı, koca, ihtiyar.

kayın

  • Kadının veya kocanın erkek kardeşi.

kaynata

  • Karı ve kocaya göre birbirlerinin babası.
  • Kayınpeder.

kazulet

  • Kocaman.

kebş / كبش

  • (Çoğulu: Kibâş) Erkek koyun. Koç.
  • Koç. (Arapça)

kenud

  • Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
  • Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
  • Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
  • Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
  • Kölesini, uşağını çok döven kimse.

kerraz

  • Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.

kibaş

  • (Tekili: Kebş) Erkek koyunlar, koçlar.

kıtfir

  • Zeliha'nın kocası olan Mısır azizinin ismi.

koçkar

  • Dövüş için terbiye olunmuş iri koç.

kühensal / kühensâl

  • Yaşlanmış, ihtiyarlamış, kocamış. Eskimiş. (Farsça)

kuş'am

  • (Çoğulu: Kaşâım) Yaşlı ihtiyar, koca kimse.
  • Belâ.
  • Arslan.
  • Sırtlan.
  • Örümcek.
  • Karınca yuvası.

lefüt

  • Evvelki kocasından çocuğu olan ve daima çocuğuna iltifat eden evli kadın.

libas

  • Giyilecek şey. Elbise.
  • Karı ve koca.
  • Mc: İctima'.
  • Şübhe kabul eden söz.

mahule

  • Kocası ölmüş kadın.

me'vum

  • Koca başlı ve gövdeli kimse.

mefred

  • Çok büyük, kocaman, aşırı derecede iri.

mesfiyy

  • Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)

metruke

  • (Terk. den) (Erkekten) boşanmış.
  • Kocası tarafından bırakılmış kadın.

mizvac

  • Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın.

mualleka

  • (Çoğulu: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar.
  • Kocası kaybolan kadın.
  • İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.

muamele-i zevciye

  • Karı koca ilişkisi.

muazzam

  • Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.

mübaale

  • Cilveleşme, oynaşma (karı-koca arasında).

müfarakat

  • Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
  • Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.

muhalaa / muhâlaa

  • (Muhâlaat) Birbirlerinden resmen ayrılma (karı-koca.)
  • Kadının mal karşılığı kocasına kendini boşattırması.

muhallil

  • (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
  • Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
  • Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

mühtecin

  • Pek küçük yaşta iken evlendirilerek kocaya verilmiş olan kız.

muhteli'

  • Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.

muktir

  • Dar hâlli, durumu sıkıntılı.
  • Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.

nafaka-i iddet

  • Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.

naşiz

  • Karısına karşı çok zâlim olan koca.
  • (Kalb) heyecanla coşma.
  • Kalkmış, kabarmış, atan (damar).

naşize / nâşize

  • Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir.
  • Kabarmış, şişmiş.
  • Kocasının izni olmaksızın evinden kaçan ve kendisini beyinden haksız yere men eden kadın.
  • Kocasına üstünlük taslayan kadın.

nüşuz / nüşûz

  • Kocasına kötü muamelede bulunma, geçimsizlik.
  • Kadının kocasına kafa tutup isyan edici bir durum almasıdır. Güya kendisini yüksek sayıp itaatını kaldırmış olur.
  • Kadının kocasına itaat etmemesi.

nüşuze

  • Kadının, kocasından nefret edip kaçması.
  • Fık: Kocasına karşı üstünlük iddia eden kadın.

padav

  • Kocakarı. (Farsça)

parav

  • Kocakarı, acûze. (Farsça)

paru

  • (Pârub) Kocakarı, acûze. (Farsça)

paykub

  • Ayak vuran. (Farsça)
  • Mc: Rakseden, köçek. (Farsça)

pirezen

  • Kocakarı, acuze. (Farsça)

piri / pirî

  • İhtiyarlık. Kocamışlık.

pirsal

  • Kocamış, ihtiyar, yaşlı. (Farsça)

pirzen

  • Kocakarı, acuze. Yaşlı kadın. (Farsça)

rabbat

  • Kadınların efendileri, sâhipleri, kocaları.

rakkas

  • Oynayan, dans eden, köçek.

rebiz

  • Semiz ve kuyruğu büyük olan koç.

refik / refîk

  • Koca, eş.
  • Arkadaş.

revv

  • Çift, karı-koca, zevc.

ric'i / ric'î

  • Geri dönmeye ait ve mensub.
  • Üç talakla boşanmamış kadın. Tekrar kocasına dönmesi mümkün olan. Buna talak-ı ric'î denir.

şekahteb

  • İki boynuzlu koç.

şemta

  • Saçı ağarmış kadın. Kocakarı, acuze.
  • Akı karasına karışmış saç.
  • Kocakarı.

şevher / شوهر

  • Erkek eş, koca, zevc. (Farsça)
  • Koca. (Farsça)

sıhr

  • Damat yahut enişte.
  • Huk: Karı-kocadan biri ile diğerinin kan hısımları arasındaki akrabalık.

şuy / şûy / شوی

  • Koca, eş, zevc. (Farsça)
  • Koca. (Farsça)

taarrus

  • (Çoğulu: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.

talak-ı bayin / talâk-ı bâyin

  • Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk.

teba'ul

  • Kadının kocasıyla konuşup görüşmesi.

tehrim

  • Kocaltma.

telvih

  • Açıklamak.
  • Zâhir ve aşikâre kılmak.
  • Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
  • Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
  • Posa hâline getirmek.
  • Kocamak. Saç ağarması.
  • Almak.
  • İşaret etmek.

teremmül

  • Dul kalma. (Kadının) kocası ölme.

tesellüb

  • Soyunma.
  • Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.)

tezvic / tezvîc

  • Evlendirme, kocaya verme.

tivele

  • Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.

vebr

  • Kocakarı soğuğundan bir gün.
  • Ada tavşanı, ak tavşan.

venn

  • Zebunluk, zayıflık, zaaf.
  • Çengilerin ve köçeklerin parmaklarıyla çaldıkları çalpara.

verdane

  • Toplu oklava.
  • Koca başlı kertenkele.

zat-üz-zevc / zât-üz-zevc

  • Kocası olan kadın.

zeff

  • Kişinin nikâhlısını kocasına teslim etmek.

zefif

  • Çabuk davranan. Çevik.
  • Deve kuşunun yelmesi.
  • Gelini kocasına göndermek.
  • Hızla gitmek.

zemim

  • Burun suyu, sümük.
  • Koç ve teke zekerinden akan bevl.
  • Koyun emziğinden akan süt.

zevc / زوج

  • Çift. İki şeyden meydana gelen.
  • Sınıf, cins, nev'.
  • Karı ve kocanın herbiri.
  • Koca, eş.
  • Erkek eş, koca.
  • Koca, eş.
  • Koca. (Arapça)
  • Çiftin teki. (Arapça)

zevceteyn / زوجتين

  • Karıkoca. (Arapça)

zevceyn / زوجين

  • Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
  • Karıkoca. (Arapça)

zevciyyet

  • Karı kocalık.
  • Kocalık, karılık. Eşlik. Karı ve koca oluş.

zevcyen

  • Karı-koca, iki eş.

zıhar

  • İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
  • Karşılıklı yardımlaşmak.
  • Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
  • Kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın