REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te hata ifadesini içeren 198 kelime bulundu...

müteşabihat / müteşâbihât

  • Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.

afüvv

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Afvı çok olan, günâhlardan, hatâ ve kusurlardan dolayı cezâlandırmayan, günahları affedip amel defterinden silen.

ağlat / ağlât / اغلاط

  • Hatalar. (Arapça)

ahtab

  • (Tekili: Hatab) Odunlar.

ahtar

  • (Hıtar - Hatarat) Tehlikeler.

akabe

  • (Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
  • Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
  • Muhatara, tehlike.
  • Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
  • Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da

akl-ı mead / akl-ı meâd

  • Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

akl-ı selim / akl-ı selîm

  • Selîm akıl, hiç yanılmayan, hatâ etmeyen akıl.

aksam-ı muhatab / aksâm-ı muhatab

  • Muhatapların kısımları.

amir-i hatadar / âmir-i hatâdar

  • Hâtâlı idareci, yönetici.

anet

  • Günah. Zinâ .
  • Helâk.
  • Fesâd.
  • Meşakkat.
  • Kalb darlığı.
  • Hata. Galat.
  • Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.

arube

  • Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur.
  • Cuma günü.

avarız-ı müktesebe

  • Cehil, sarhoşluk, hezel, sefeh, hata, ikrah gibi insanın ibtidâen dahli bulunan şeyler.

ba-asam / bâ-âsâm

  • Günahlarla, hatalarla.

bast-ı özür etmek

  • Bir hata işleyerek başkalarına da nümune olmak, aynı hatayı işlemelerine zemin hazırlamak.

belagat-ı irşadiye / belâgat-ı irşadiye

  • Doğru yolu göstermek için sözün muhataba ve amaca uygun olarak söylenmesi.

belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye

  • Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.

betr

  • Kat', kesme.
  • Hatalı, eksik bırakma.

beze

  • Kabahat, suç, hata. Günah. (Farsça)

bilagalat / bilâgalat

  • Hatasız, yanlışsız.

celal

  • (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
  • İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr

cenef

  • Hata ve cehilden dolayı haktan meyletmek.
  • Zulmetmek.

cürm

  • (Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.

dürüst

  • Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim. (Farsça)
  • Doğru, hatasız. (Farsça)
  • Bütün, tam. (Farsça)

egalit

  • (Tekili: Uglute) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.

eser-i hata / اَثَرِ خَطَا

  • Hatâ eseri.
  • Hata eseri, sonucu.

estağfirullah

  • Allahü teâlâdan hatâ ve kusurlarımı bağışlamasını dilerim, mânâsına; mübârek, kıymetli bir söz.

ev-kema kal

  • Söylediği gibi. Söylendiği gibi.
  • Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.

fasih / fasîh

  • Fasahat sâhibi. Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan.

felah / felâh / فلاح

  • Kurtulma, rahata erme. (Arapça)

fesahat / fesâhat / فَصَاحَتْ

  • Sözün açık ve hatasız olması.

fezayıh / fezâyıh

  • Suç ve hatalar, kusurlar.

fütüvvet

  • Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim

gafur / gafûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh, ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.

galat / غلط / غَلَطْ

  • Hata. Yanlış.
  • Kaideye uymaz söz.
  • Hata.
  • Hata.
  • Hata.

galatat

  • Hatalar, yanlışlar.
  • Galatlar, hatalar, yanlışlar.

galatsız

  • Yanlışsız, hatasız.

gavs

  • Suya dalmak. Dalgıçlık.
  • Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
  • İyi anlamak.
  • Maslahata gayret ile girmek.

guful

  • Dikkatsizlikten veya şaşırmaktan dolayı bir işte hata yapma.

habt

  • Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
  • Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
  • Fesada vermek.
  • Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
  • Cin çarpmak.
  • Yanlış hareket.
  • Maktulün kanının heder olması.
  • Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme.
  • Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.

habt u hata

  • Düzensizlik, yanlış, hata.

halt

  • Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek.
  • Karıştırma, hata.

hata / hatâ / خطا

  • Yanlış, hata. (Arapça)
  • Kusur. (Arapça)

hata ender hata

  • Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata.

hata savab cetveli

  • Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)

hata-ender / hatâ-ender

  • Hatâ içinde.

hata-i biedebane / hatâ-i bîedebâne

  • Edebe aykırı bir şekilde işlenilen hatâ.

hata-i ilmi / hatâ-i ilmî

  • İlimdeki hata.

hata-puş

  • Kabahatleri örtbas eden, suçları örten, hataları göstermeyen. (Farsça)

hata-yı adli / hata-yı adlî

  • Adalet dairesine âit hata, yanlışlık. (Farsça)

hata-yı azime / hatâ-yı azîme

  • Büyük hata.

hata-yı ekseriyet

  • Çoğunluğun hata ve kusuru.

hata-yı mahz / hatâ-yı mahz

  • Hatanın ta kendisi.

hata-yı umumi / hatâ-yı umumî

  • Genelin yaptığı hatâlar; genele yönelik yapılan hatâlar.

hataalud / hataâlûd / خطا آلود

  • Hatalı, yanlış dolu. (Arapça - Farsça)

hatabahş / hatâbahş / خطا بخش

  • Hataları affeden. (Arapça - Farsça)

hataen

  • Hatâ olarak, yanlışlıkla.

hataender / hatâender

  • Hata içinde.

hatai

  • Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
  • Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.

hataiyyat / hatâiyyât / خطائيات

  • Hatalar, yanlışlıklar. (Arapça)

hatakar / hatakâr / hatâkâr / خطاكار

  • Yanlışlık yapan, hatâ eden, yanılan. (Farsça)
  • Hatalı, suçlu.
  • Hatalı.
  • Hatalı, hata yapan. (Arapça - Farsça)

hatakarane / hatâkârane / hatâkârâne

  • Hatalı ve kusurlu.
  • Hata edercesine.

hatapuş / hatâpûş / خطاپوش

  • Hataları örten. (Arapça - Farsça)

hatarkar / hatarkâr

  • Hatarlı, korkulu. (Farsça)

hataya / hatâyâ / خطایا

  • (Tekili: Hatâ) Hatâlar. Yanılmalar.
  • Hatalar.
  • Yanlışlar, hatalar. (Arapça)

hatayi

  • (Bak: Hatâi)

hati / hatî

  • Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.

hatia / hatiâ

  • Hata, yanlış.

hatiat / hatîât

  • Hatalar, yanlışlar.
  • Hatalar.

hatıb

  • (Hatab. dan) Oduncu, odun toplayan.
  • İyiyi kötüyü ayırd edemeyen kimse.

hatib-i fasih / hatib-i fasîh

  • Meseleleri çok net ifadelerle muhataplarına veciz şekilde anlatan hatip.

hatie / hatîe

  • Hatâ. Günah. Kabahat. Suç.

hatir

  • Muhâtaralı, tehlikeli, korkulacak durum. Büyük ve şerefli kimse.

hatita

  • (Çoğulu: Hatâyit) İki tarafındaki yerlere yağdığı hâlde kendisine yağmur yağmayan yer.

havk

  • Ev süpürmek.
  • İhâta etmek, kaplamak.

hefve

  • (Çoğulu: Hefevât) Sürçme, ayak kayması.
  • Mc: Hata, yanılma. Zelle.

hıdk

  • Kesmek.
  • İhâta etmek, kaplamak, içine almak.

hitab / hitâb / خطاب

  • Konuşma, hitap etme. (Arapça)
  • Hitâb etmek: Muhatap alıp konuşmak. (Arapça)

hitabat-ı nebeviye / hitabât-ı nebeviye

  • Hz Peygamberi (a.s.m.) muhatap alan ifadeler, hitaplar.

hitabet-i umumiye

  • Bütün toplumu muhatap alarak seslenme; kamuoyuna hitap etme.

hitap çiçeği

  • İnsanın Allah'ın hitabına muhatap olabilme özelliği.

hıtar

  • (Tekili: Hatar) Tehlikeler, hatalar.
  • Misli, benzer, denk, eş.
  • Bir çevreyi ihâta edip çevresini dolaşan nesne.

hufye

  • Saklanma, gizlenme.
  • Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey.

hutae

  • (Çoğulu: Hatâit) Kısa boylu kimse.

hutaf

  • (Çoğulu: Hatâtif) Demir çengel.
  • Makaranın iki tarafında olan eğri demir.

huttaf

  • (Çoğulu: Hatâtîf) Kırlangıç kuşu.

i'caz / i'câz

  • Aciz bırakma.
  • Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme.
  • Aciz bırakma.

i'lem eyyühe'l-aziz" notekey

  • 'Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!' mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade.

i'tizal

  • (İtizal) Bir şeyi işlemeğe tamamen kasd ve teveccüh eylemek.
  • Nefsine müracaatla cürüm ve hatasını itiraf etmek.

içtihad-ı hata / içtihad-ı hatâ

  • Yanlış ve hatâlı hüküm çıkarma.

idliham

  • Galip olmak.
  • İhâta edip kaplamak.

iflah / iflâh / افلاح

  • Rahata erme, kurtulma. (Arapça)
  • İflâh etmek: Ondurmak, dertten kurtarmak. (Arapça)
  • İflâh olmak: İyileşmek, kurtulmak. (Arapça)

ihata / ihâta / احاطه

  • Kavrama. (Arapça)
  • Kuşatma, sarma. (Arapça)
  • İhâta edilmek: Çevrelenmek, sarılmak, kuşatılmak. (Arapça)
  • İhâta etmek: (Arapça)
  • Kavramak. (Arapça)
  • Kuşatmak, sarmak. (Arapça)

ihatat / ihâtât

  • İhatalar, kuşatmalar, kavrayışlar.

ihatavi / ihatavî

  • İhata edecek şekilde. Kaplayıp içine alacak yolda.

ıhta'

  • Hatâ etmek, yanılmak.

ihta'

  • Yanılma veya yanıltma.
  • Hatâya düşürme veya düşürülme.

ihtisas

  • (Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur'âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san'ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması.
  • Gr: Mütekellim veya muhatab zamiri olan mübtedanın haberinin hükmünü bir isme âit (mahsus) kılma. Bu isim zamir

ihtitab

  • (Hatab. dan) Odun toplamak, odun kesmek.

ilzam etme

  • Delillerle muhatabı susturma.

irfah

  • Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma.

ismet

  • Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
  • Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.

iştimal

  • İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.

ıtar

  • (Çoğulu: Utur) Dudak kenarı.
  • Elin kasnağı.
  • Diğerlerini ihâta eden nesne.

itmi'nan / itmi'nân

  • Huzûr, sükûn ve râhata kavuşma.

kabil-i hitap

  • Muhatap alınabilen.

kàbil-i hitap

  • Muhatab olabilen, hitaba lâyık.

kabul-i adem

  • Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.

kar'-ul asa / kar'-ul asâ

  • Doktorun, hastanın bedenine vurup muâyene etmesi.
  • Mc: Hatayı hatırlatmak için işaret vermek ve ikaz etmek.

keffaret / keffâret

  • İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.

keffaret-i katl

  • Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.

kusur / kusûr / قصور

  • Bk. kusûr
  • Kusur eylemek: İhmalde bulunmak, hata yapmak.
  • Kasırlar. (Arapça)
  • Eksiklik, hata, ihmal. (Arapça)

kusurat / kusurât / kusûrât

  • Kusurlar, hatalar.
  • Eksikler, hatâlar.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

lafz-ı am / lafz-ı âm

  • Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.

lagv

  • Faydasız çirkin söz.
  • Köpeğin ürkmesi.
  • Deve avazı.
  • Rağbet olunmayan nesne.
  • Hükümsüz.
  • Kaldırmak.
  • Hata etmek.
  • İbtâl etmek.

lağv

  • Faydasız, boş şey.
  • İptal etmek.
  • Hata etmek.
  • Hükümsüz kılmak.

lahn

  • Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
  • Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir.
  • Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mâ
  • Güzel ve kaideli ses.
  • Nağme.
  • Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
  • Usulüne uygun okumak.
  • Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
  • Meyl.
  • Fehmeylemek.
  • Lisan.
  • Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.

lahn-ı celi / lahn-ı celî

  • Açık ve herkesin bildiği tecvîd hatâsı.

lahn-ı hafi / lahn-ı hafî

  • Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir.

layuhti / lâyuhtî

  • Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.
  • Hatâsız, hatâ işlemez. Yanılmaz.
  • Hatasız.

lisan-ı beliğane / lisân-ı beliğâne

  • Belâgatli dil, maksadı muhatabın hâline tam bir uygunluk içinde anlatan dil.

ma'kul-ül-ma'na

  • Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele.

mahtur

  • (Hatar. dan) Hatara, tehlikeye yakın.
  • Düşünme. Fikir ve endişe.

maslahatkarane / maslahatkârâne

  • Maslahata, işe ve maksada uygun surette. (Farsça)

mazhar-ı hitap

  • Muhatap alınma, muhatap kabul edilme.

mu'tezil

  • Hatâsını itiraf edip, idrâk ederek melâmeti kabul eden. Kendi kötülüğünü kabul eden.

müdebbir

  • Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören.
  • İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.).

mugalata / mugâlata

  • (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
  • Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.

muhat

  • İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.

muhatab-ı has

  • Özel muhatap.

muhatab-ı ilahi / muhatab-ı ilâhî

  • Allah'a muhatap olan.

muhatab-ı mahzun

  • Hüzünlü muhatap.

muhatab-ı samedaniye / muhatab-ı samedâniye

  • Her şeyin Kendine muhtaç olduğu, fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın muhatabı.

muhatab-ı zihniye

  • Zihnin muhatabı, fikren muhatap alınan kimse.

muhatabat

  • (Tekili: Muhâtaba) Konuşmalar.

muhatabin / muhatabîn

  • Muhataplar.

muhatarat

  • (Tekili: Muhatara) Zararlar, ziyanlar, hasarlar.
  • Korkular. Tehlikeler.

muhit / muhît

  • İhata eden, kuşatan.
  • Çevre.
  • Okyanus.
  • Allah'ın isimlerinden.
  • İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren.
  • Etraf. Çevre.
  • Büyük deniz. Okyanus.
  • Mc: Büyük âlim.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhâta eden, çeviren, ilmi her şeyi kuşatan.

muhtetıb

  • (Hatab. dan) Koruluk, orman, meşelik.
  • Odun toplıyan.

muhti / muhtî

  • Hata yapan.
  • Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
  • Hatâya düşürten. Yanıltan.

mukil / mukîl

  • Hataları, yanlışları afveden.
  • Hataları affeden.

müreffeh

  • (Rüfuh. dan) Terfih edilmiş, rahata, refaha kavuşturulmuş.
  • Nizam-ı hâle, refah ve huzura kavuşmuş olan.

müsevver

  • Etrafı sur ile çevrilmiş olan.
  • Kaplanmış. İhâta olunmuş.
  • Kolun bilezik takacak yeri.

mutaffifin

  • Alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler.

mütehatti

  • Hatâ işleyen, yanılan.
  • Atlayıp geçen.

müterezzik

  • Rızka muhatap olan, rızıkları verilen varlık.

müzill

  • (Zelle. den) Yanlış iş gördüren, hata işleten, ayak kaydırıcı.

müzzemmil

  • Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
  • Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
  • Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
  • Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
  • Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce

nevrah

  • İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu. (Farsça)
  • Yeni yol. (Farsça)

nutk-u beliğane / nutk-u beliğâne

  • Balâgatli nutuk; kusursuz ifadelerle muhatapların hallerine ulgun olarak akıl ve kalplerini aydınlatan nutuk.

sahi

  • (Sehv. den) Hata işleyen.

şaibe

  • Leke, kir, pislik, süprüntü.
  • Eksiklik, noksanlık, hata.
  • Leke, kir.
  • Süprüntü. Pislik.
  • Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik.

sakam

  • (Sekam) İllet, hastalık, dert.
  • Hata ve yanlış.
  • Zillet.

sanatüttedelli / sanâtüttedelli

  • Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

seda'

  • (Çoğulu: Esdiye) Bezin hatâsı.

sefih / sefîh

  • Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.

sehiv / سَهِوْ

  • Hatâ, unutarak yapılan yanlış.
  • Hata, yanlışlık.
  • Hata.

sehv

  • Hata, yanlış, yanılma.
  • Yanlış, hata.
  • Hata, yanlış.
  • Yanılma, hata, yanlış.

sehven / سَهْوًا

  • Hata olarak.

seref

  • Boş yere ve lüzumsuz harcamak, israf etmek.
  • Hatâ etmek.
  • Âdet, haslet iyi huy.

sete'

  • Bezin hatâsı.

sıhhi / sıhhî

  • Sıhhata, sağlamlığa, doğruluğa dâir ve müteallik.

su-i tefsir / sû-i tefsir

  • Yanlış ve hatalı yorum, kötüye yorumlama.

ta'sib

  • İhata edip kaplamak, içine almak.
  • Bir kimsenin başına taç koymak.
  • Açlıktan dolayı karnını bağlamak.

tahattur

  • Hatırlamak.
  • Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak.

tahtie / tahtîe

  • Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek.
  • Ist: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, savaba ihtimal var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir.
  • Hatalı görme.
  • Hatâya düşürme; "Benim yolum doğrudur, hatâ ihtimali var. Başkalarının yolu hatâdır, doğru olma ihtimali var." görüşünde olmak.

tahtıe / تخطئه

  • Hata bulma. (Arapça)

tahtie / تَخْطِئَه

  • Hatalı görme.

tahtieci

  • "Doğru bir tanedir, fazla olmaz" diyerek muhataplarının görüşlerini hatâlı bulan kimselere metodoloji ilminde Tahtieci denir.

tahtiye

  • Hatâya düşürmek, yanıltmak.

taksir

  • (Kasr. dan) Kısaltma, kısma.
  • Kusur, hata, kabahat, suç. Günah.
  • Bir işi eksik yapma.
  • Bir şeyi yapabilir iken yapmama.
  • Zayıflatmak, süstlük etmek.
  • Geri kalmak.

tamam-ı ismet

  • Hata ve günahlardan tamamıyla uzak.

taraf / طرف

  • Yön. (Arapça)
  • Ülke. (Arapça)
  • Muhatap iki kişiden her biri. (Arapça)
  • Yer. (Arapça)

tashif

  • (Çoğulu: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma.
  • Hatâ yapma.
  • Tağyir etme, değiştirme.

tecvid ilmi

  • Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir.

tedmin

  • Yığıp toplamak.
  • İhâta edip kaplamak.
  • Lâzım olmak, icab etmek.

tehatu'

  • Hatâ etmek, kabahat işlemek.

tekellül

  • Götürü gelmek.
  • İhâta etmek, kaplamak, içine almak.

tenezzülat-ı kelam / tenezzülât-ı kelâm

  • Sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması.

tenezzülat-ı kelamiye / tenezzülât-ı kelâmiye

  • Sözün muhatapların seviyelerine göre ayarlanması.

tercüman-ı beliğ

  • Çevirileri açık seçik ve muhatabın hâline uygun tercüman.

terdid

  • Geri çevirmek, geriletmek.
  • Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek.
  • İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.

teşmil

  • Şâmil kılmak. İhata eylemek. Kaplamak. İhrama bürünmek ve sür'atle yürümek.

tevsi / tevsî

  • Genişletme, kuşatma, ihata etme, kavrama.

ümmet-i muhammed

  • Hz. Peygamberin (a.s.m.) davetine muhatap olan bütün insanlar.

üslub-u hakimane / üslûb-u hakîmâne

  • Hikmetli olan ifade tarzı; muhâtaba herşeyin gaye ve faydasını anlatan ve herşeyin gerçek mahiyetini bildiren tarzı, üslûbu.

usube

  • İhâta etmek, kaplamak, içine almak.

vahamet

  • Zor, güçlük.
  • Ağırlık. Tehlike. Muhatara. Neticesi fena.
  • Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu.
  • Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet.

varta

  • Her çukur yer. Uçurum.
  • Kurtuluşun zor olduğu yer. Tehlike. Muhatara.

velediyet

  • Birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri.

vizr

  • Günah, hata, ağırlık.

yehmum

  • Kömür gibi simsiyah olan şey.
  • Zifir ve kara duman.
  • Cehennem ahalisini ihata eden perde.

zamir

  • Bir şeyi gizlemek.
  • İç.
  • Huk: Bir şeyin iç yüzü.
  • Niyet.
  • Vicdan. Kalb.
  • Gaye.
  • Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin ye

zellat

  • (Tekili: Zelle) Yanılmalar, yanlışlar.
  • Sürçmeler, kaymalar.
  • Hatalar.

zelle

  • Ayak sürçüp kayma.
  • Hata, suç.

zellet-ül kari / zellet-ül kârî

  • Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.

zevk-i i'caz / zevk-i i'câz

  • Mu'cizeliğin zevki; mu'cize özelliklerle muhatap olan kişinin aldığı mânevî zevk.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın