REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te alıp ifadesini içeren 233 kelime bulundu...

a'fer

  • Pek beyaz.
  • Beyazı kırmızılığına galip olan geyik.

afra'

  • Beyazı kızıllığına galip olan geyik.
  • Ayın onüçüncü gecesi.

ahz / اخذ

  • Alma. (Arapça)
  • Ahz ü kabul etmek: Alıp kabul etmek. (Arapça)

ahz u kabul

  • Alıp kabul etmek.

ahzükabz / اخذ و قبض

  • Alıp sahip çıkma. (Arapça)

anvet

  • Kahretmek.
  • Galip olmak.

aşiret-i galib

  • Galip gelen aşiret.
  • Aşiretin ekseriyeti, çokluğu.

aşiret-i galip

  • Galip gelen, kazanan aşiret.

atv

  • El ile alıp yiyip içmek.

avr

  • Bir kimseyi kör etme.
  • A'ver kılma. Bir şeyi alıp götürmek.
  • Telef etme.
  • Gözsüzlük.

ayıklanma

  • (Biyolojide) Çevre şartlarına en iyi uyabilen canlıların hayatta kalıp çoğaldığı, uyamıyanların öldüğü ve nesillerinin yok olduğu, böylece canlılardan tabii bir tekâmül (evrim) meydana geldiğini savunanların ileri sürdüğü bir tâbirdir. (Türkçe)

azaze / azâze

  • Kuvvet.
  • Azamet, büyüklük.
  • Şiddet.
  • Azlık.
  • Gâlip olmak.

aziz / azîz

  • Pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen.

baharet

  • Galip olmak.

bahir / bâhir

  • Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık.
  • Güzel.
  • Meşhur, namdar.
  • Galip.

baladest / bâlâdest

  • Galip, eli üstün. (Farsça)

banka

  • İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu mal

bari'

  • Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (C.C.)

baskı

  • t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik.
  • Basan, ağırlık veren şey.
  • Kalıp, damga.
  • Bir eserin yeni basılışlarının her seferi.
  • Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.

baskın

  • t. Ağır, sakil.
  • Basıp geçen, galip, üstün.
  • Ansızın, birdenbire hücum.

behr

  • Nasip.
  • Galip olmak.
  • Nefesi tutulmak.
  • Ümidin boşa çıkması.
  • Felâket, musibet.
  • Uzaklık, mesafe.

berrüste

  • Karpuz, kavun, kabak, çimen gibi dalbudak salıp da yükselmiyen nebat. (Farsça)
  • Mc: Alçak, edepsiz, rezil kimse. (Farsça)

bevk

  • Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
  • Musibet, felâket.
  • İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
  • Çalıp çırpma.
  • Yalan söz.
  • Boşboğaz (adam).
  • Şiddetli yağmur.

beyya'

  • (Bey'. den) Dellal.
  • Alıp satan kimseler.
  • Perâkende olarak satış yapan küçük tüccar.

bezz

  • Galip olmak.

bilal-i habeşi / bilal-i habeşî

  • Resûl-i Ekrem'in (A.S.M.) müezzini idi. Sesi çok güzeldi. Ezan okurken çokları ağlardı. Kölelikten Hz. Ebu Bekir-i Sıddîk (R.A.) satın alıp azâd etmişti. Her gazada hazır bulunmuştu. (Hi: 20) de dâr-ı bekaya göçtü. (R.A.)

bina-i meçhul

  • Gr. edilgen kalıp, yapı.

bina-i meçhul sigası

  • Gr. edilgen kip, kalıp.

bühr

  • Galip olmak.
  • Yürümekten nefesini tez tez verip solumak.

cehuf / cehûf

  • Kuyudan suyu alıp yukarı çekmeye mahsus kova.

cenab-ı rabbü'l-izzet / cenâb-ı rabbü'l-izzet

  • Herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah.

cüses

  • (Tekili: Cüsse) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler.

cüsse

  • Gövde, kalıp, beden.
  • Gövde, kalıp, beden,

defif

  • Ağır ağır gitmek.
  • Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi.

desfan

  • (Çoğulu: Desâfi) Bir şeye tâlip olan kişi.

devle

  • "Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
  • İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)

devr

  • Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.

devvar

  • Durmayıp dönen, devreden. Devredip gezen.
  • Gerdân.
  • Kâbe-i Muazzama'nın bir adı.
  • Haremden alıp beraber tavaf edilen taş.

dolap

  • (Çoğulu: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine.
  • Her çeşit döner çark, çıkrık.
  • İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
  • Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmez

eariz

  • (Tekili: Aruz) Aruzlar, şiir vezinlerinden bahseden ses kalıpları. Şiirde beytin birinci mısraının son kısımları.

eazz

  • Galip.
  • Daha aziz, daha şerefli, en şerefli, azizler.

ehl-i dünya

  • Dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler.

ehl-i dünya ve siyaset

  • Dünya ve siyasi hayata dalıp, âhireti düşünmeyenler.

ehl-i gaflet

  • Dünyâya dalıp, âhireti unutanlar.

erbab-ı kulub / erbâb-ı kulûb

  • Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.

esalib-i arab / esâlîb-i arab

  • Arap edebiyatında kullanılan üsluplar, ifade ve anlatım tarzları, Arap kelâmının kalıpları.

ett

  • Galip olmak.

evrak

  • (Çoğulu: Vuruk) Sivri ve uzun dişli.
  • Yüzü renkli güvercin.
  • Siyahı beyazına galip olan at ve deve. (Müe: Vürka)

fagosit

  • yun. Organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen hücre.

fena fillah makamı / fenâ fillâh makamı

  • Allah'ın varlığında tamamen yok olma makamı, Onun varlığına dalıp kendinden tamamen vazgeçme makamı.

fena-i nefs / fenâ-i nefs

  • Nefsi eritmek, ona galip gelmek.

feraşe

  • Pervane denilen kelebek.
  • Kilit damağı.
  • Su gittikten sonra yer üstünde kalıp kuruyan balçık.
  • Az su.
  • Hafif kimse.

ferid

  • Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
  • Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
  • Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
  • Dizilmiş inci.
  • Bir tane, nefis ve müntehab

feth-i mübin

  • Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i

fevz

  • Galiplik, zafer, üstünlük, selamet, kurtuluş.

feyfa-neverd

  • Çöl yolcusu. Çöllerde yol alıp ilerliyen. (Farsça)

feyz

  • (Çoğulu: Füyuz) Bolluk, bereket.
  • İlim, irfan. Mübareklik.
  • Şan, şöhret.
  • İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak.
  • Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.
  • Bir haberi fâş etmek.
  • İçindeki düşüncesini izhar etmek.

fonoğraf

  • Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet. (Fransızca)

füyuz

  • (Tekili: Feyz) Feyizler. İnâyetler. Keremler.
  • Suyun çoğalıp taşması.
  • İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi.
  • Bir haberin fâş ve şayi' olması.

galebe etmek

  • Gâlip gelip üstünlük sağlamak.

galebe-i i'cazkarane / galebe-i i'cazkârâne

  • Mu'cizeli bir şekilde galip gelme.

galib / gâlib / غالب

  • Galip, üstün, yenen.
  • Ağır basan. (Arapça)
  • Galip. (Arapça)

galib-i mutlak / gâlib-i mutlak

  • Tam olarak galip. Kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi.
  • Mutlak galip; her yönden üstün gelme.

galibane / galibâne

  • Galip şekilde.

gark etme

  • Kaplama, sarma, içine balıp boğma.

gılab

  • Birbirine galip olmasını dilemek.

gute

  • Su içine bir defa dalıp çıkma, suya dalma. (Farsça)

habus

  • Galip kimse.

hacc

  • Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak.
  • Bir yere çok tereddütle varıp gelme.
  • Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh.
  • Bir şeyden feragat etmek.
  • Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şer

haccac

  • Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı.
  • Delil ile galip olan.

haml

  • Yük.
  • Sırtına yük alıp getirmek.
  • Kadının karnındaki çocuk.
  • İsnad. Yüklenme.

harbat

  • Ahmak, bön, ebleh. (Farsça)
  • İri yapılı kaz. (Farsça)
  • Kalıp ve kıyafeti yerinde olduğu halde ahmak olan kimse. (Farsça)

hast-gari / hâst-gârî

  • Tâliplik, isteyicilik. (Farsça)

haya-huy

  • Çığlık, vâveyla. (Farsça)
  • Çalıp eğlenmeden çıkan gürültü, ses. (Farsça)

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

herc

  • İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad.
  • Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak.
  • Kapıyı açık bırakmak.
  • İnsanların işlerinin karışması.
  • Seğirtmek.
  • Katletmek.

herşefe

  • Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.)
  • Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın.
  • Çok eski olan kova.

hicr

  • Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
  • Dostluğu bırakmak, dargın

hitab / hitâb / خطاب

  • Konuşma, hitap etme. (Arapça)
  • Hitâb etmek: Muhatap alıp konuşmak. (Arapça)

hizlan

  • (Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak.
  • Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet.

huneyn vak'ası

  • Hicretin sekizinci senesinde şirkten kurtulmamış bazı Arap kabileleri Mekkeyi geri almak maksadıyla hücum ettikleri zaman burada müslüman askerlere karşı gelerek başlangıçta galip gibi görünmüşlerse de daha sonra galebe ve zafer, İslâm askerlerine nasib olmuştur. Bu muhârebede Sahabe-i kiramdan birç

i'tibar

  • (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
  • Taaccüb etmek.
  • Şeref, haysiyet.
  • Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
  • Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
  • <

i'tikaf / i'tikâf

  • Bir şeye devam etmek.
  • Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.

i'zaz

  • Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.

icra memuru

  • Mahkeme kararını tatbik ile borçludan borcunu alıp alacaklıya vermekle vazifeli olan adliye memuru.

idliham

  • Galip olmak.
  • İhâta edip kaplamak.

ifham

  • İkna edip sükût ettirmek. Delil göstermekle ve isbat etmekle galip gelmek.

igtilam

  • Hırs ve şehvetin galip gelmesi.
  • Muzdarib olmak, acı çekmek.

ihtikar / ihtikâr

  • Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.

ıhtilas

  • Hırsızlık için gelip bir şey alıp kaçmak.

ihtilaskarane / ihtilaskârane

  • Çalıp aşıranlara yakışacak şekilde, hırsızlar gibi. (Farsça)

ihtiyac

  • Çaresiz kalıp istemek. Muhabbetle meyletmek. Acz, fakr ve yoksulluk. Zaruret hali.

iksam

  • Çok miktarda mal alıp biriktirme.
  • Kökünü kırma. Hepsini silip süpürme.

ılac

  • Bir şeyi yerinden alıp gidermek.

inabe / inâbe

  • Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek.
  • Bir mürşidden el alıp yerine geçme.

irgam

  • Aşağılatma. Hor, hakir kılma.
  • Burunu kırma.
  • Yere sürtme.
  • Galip olma.
  • Kahretme.

irtimas

  • Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık.

istiarat / istiârât

  • İstiareler; hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı.

istiare / istiâre

  • Hakiki mânâ ile mecâzi mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı; "arslan" kelimesini "cesur adam" için kullanmak gibi.

istifraş

  • Yataklık yapma. Odalık alma. Yatağa alıp beraber yatma.
  • Haremi ile beraber yatma.

istiğrak / istiğrâk

  • İlâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime.

istihare / istihâre

  • Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek.
  • Hayırlı olmayı istemek.
  • Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek.
  • Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma.
  • Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatma.
  • Hayır istemek.
  • Bir işin hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra bu husustaki duâyı okuyarak o işle ilgili rüyâ görmek üzere hiç konuşmadan uykuya yatmak.
  • Her gün evden çıkmadan iki rek'at namaz kılıp Allahü teâlâdan o günün ve işinin

istihlak / istihlâk

  • Boş yere harcamak.
  • Yeyip bitirmek.
  • Müstahsilin yaptığı istihsali alıp kullanmak.

ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm

  • İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl

iztiba / iztibâ

  • Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.

kahhar / kahhâr

  • Herşeye her zaman mutlak galip gelen ve boyun eğdiren Allah.

kahhar-ı zülcelal / kahhâr-ı zülcelâl

  • Haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah.

kahir

  • (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen.
  • Zorlayan. Mecbur eden.

kaid

  • (A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
  • Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
  • Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
  • Sıradağ.
  • Geniş ark.

kalbüd / kâlbüd / كالبد

  • Kalıp, şekil. (Farsça)
  • Gövde, beden, insan veya hayvan cesedi. (Farsça)
  • Beden. (Farsça)
  • Kalıp. (Farsça)
  • Kireç kalıpı. (Farsça)

kaleb

  • (Çoğulu: Kavâlib) Kalıp.

kalıb / kâlıb / قالب

  • Kalıp. (Arapça)
  • Beden. (Arapça)

kalıb-ı ilmi / kalıb-ı ilmî

  • İlim yoluyla belirlenen kalıp.

kalıb-ı kelam / kalıb-ı kelâm

  • Söz kalıbı; söz ve ifadelerin içine döküldüğü kalıp.

kalıb-ı manevi / kalıb-ı mânevî

  • Mânevî kalıp, ölçü.

karabet-i sıhriyye

  • Kız alıp vermekle meydana gelen akrabalık, yakınlık, hısımlık.

kasr

  • Men'etmek.
  • Zorla bir şeyi yaptırmak.
  • Galip olmak.

kavalib

  • (Tekili: Kalıb) Kalıplar.

kavvam

  • Nezaret ve muhafaza eden kimse. İşlerin mes'uliyetini üzerine alıp iyi idare eden.

kaziye-i zanniye

  • Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.

kesm

  • Doldurmak.
  • Ağzına alıp kırmak.

kevh

  • Gâlip olmak.

kezm

  • Bir şeyi ağzına alıp ön dişiyle kırmak.
  • Burnun kısa ve yüksek olması.
  • Parmakları kısacık olmak.
  • Atın dudaklarının kaba ve kısa olması.

kitab-ı akide / kitab-ı akîde

  • İnanç esaslarını ele alıp açıklayan kitap.

komprime

  • Tablet; bir konuyla ilgili olarak kalıplaşmış bilgi.

küsbe

  • Bir parça süt ve hurma.
  • Taamdan veya başka şeyden az iken çoğalıp toplanan nesne.

layu'la / lâyu'la

  • Üstüne çıkılmaz, çok yüksek.
  • Galip ve üstün gelinemez.

ledd

  • Düşmana galip olmak.
  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.

levh

  • Görünen ibretli manzara.
  • Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük.
  • Seyredilen yerin çizili sureti.
  • Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey.
  • Şimşek çakmak.
  • Susamak.
  • Zâhir olmak.
  • Çalıp almak.

ma'l

  • Evmek, acele etmek, tez tez gitmek.
  • Alıp kaçmak.

maddi felsefe / maddî felsefe

  • Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.

maile / mâile

  • Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri.
  • Eğri, eğilmiş.

mazmaza

  • Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.

mefhum-u kıyasi / mefhum-u kıyasî

  • Kıyâsî kavram; bir ölçüye göre yapılmış kavram, kalıplaşmış kavram.

meık

  • Gayretli kişi.
  • Hiddeti galip kimse.

melhufin / melhufîn

  • Hasrette kalıp yardım isteyenler.

mergame

  • Kahretmek.
  • Galip olmak.

mezil

  • Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan.
  • Ayağı uyuşmuş.
  • Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan.
  • Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.

mübalağalı ism-i fail / mübalağalı ism-i fâil

  • Gr: ( : fa'âl) ve ( : faul) gibi bazı kalıplara giren kelimelere denir. Bu vezinden gelen kelimeler "mübalağa" ifade ederler. "En, pek, çok" mânasına gelirler.

müdavele

  • Elden ele gezdirme. Alıp verme, devretme.
  • Fikir verme, konuşma.
  • Çevirme, döndürme.
  • Alıp verme, konuşma.

müdayene / müdâyene

  • Borç alıp vermek. Ödünç almak ve vermek.
  • Ödünç alıp verme.

müfred siga

  • Gr. tekil kalıp, kip.

muhacir / muhâcir

  • İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli

muhalese

  • Bir şeyi alıp kaçmak.

muhtelis

  • Beylik maldan çalan. Çalıp çırpan.

muhtelisane / muhtelisâne

  • Çalarcasına. Çalıp çırparcasına. (Farsça)

mühtezim

  • Bir kimsenin malını zorla alıp gasbederek zulmeden.

mükeddi / mükeddî

  • Israr ile alıp israf ile yiyen kişi.

multekit

  • Bir çocuğu atılmış olduğu yerden alıp kaldıran.

murabaha

  • Bir malı kâr ile satmak.
  • Bir miktar ilâve ederek ödünç para alıp vermek.
  • Fâiz ile para alıp vermek.

müridd

  • Cima hırsı ve iştihası galip kişi.
  • Suyu çok olan deniz.

mürüvvet

  • İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak.
  • Ana baba saadeti.
  • Mertlik, yiğitlik.
  • Reculiyet.

müşagare

  • Mehir alıp vermemek için, iki kişi birbirlerinin yakınlarından birer kadınla evlenme.

musaytır

  • Bir şeyin üzerine kaim olup, ahvâlini görüp gözetir olan kimse.
  • Musallat.
  • Galip. Yaramaz işlerden men' edip saklayan ve koruyan.

müşekkel / مشكل

  • Biçimli, kalıplı. (Arapça)

müsellat

  • Galip.
  • Havâle olunmuş.

müseytır

  • Galip.
  • Havâle.
  • Musallat kişi.

mustashib

  • (Sahâbet. den) Birini yanına alıp berâberinde götüren.

müstehas

  • Toprağın altında kalıp saklanmış.

müstezad

  • (Ziyade. den) Artmış, çoğalmış.
  • Edb: Aruz kalıplarından " Bahr-i recez" denilen vezin ile yazılmış manzume. (Mef'ulü mefâîlü mefâîlü faûlün) gibi. Veya (Mef'ûlü faûlün) veznine denk parça ilâvesi ile yapılır. Ziyadeli mısralı manzumelerdir.

mutaffif

  • Alış verişde hilekârlık eden. Fazla alıp noksan mal veren.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ticârette hile yapanlar, fazla alıp noksan veren ve eksik tartanlar.

mütedavil

  • Elden ele geçen, alıp verilen.
  • Kullanılan.

mütegallib

  • Zor kullanarak galip gelen, zorba.

mütenavil

  • Tenavül eden. Alıp yiyen. El uzatıp alan.

mütenavilin / mütenavilîn

  • (Tekili: Mütenavil) Alıp yiyenler.

mütenebbih

  • Uyanmış, tenbih ile uyarılmış olan. Bir şeyden ders alıp aklını başına toplayan.

mütesellim

  • (Selm. den) Teslim edilen şeyi alıp kabul eden.
  • Tanzimattan evvel vali ve mutasarrıfların uhdelerinde bulunan sancak ve kazâların idaresine memur edilen kimseler. Bunlara "voyvoda" denirdi.
  • Vergi tahsildarı.

müttehiz

  • Alan, ittihaz eden, kabul eden, nefsine alıp kabul eden.

muzaffer

  • Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
  • Zafer kazanmış, galip.

muzafferen

  • Muzaffer olarak. Üstün gelerek, muvaffak olarak, galip olarak.

muzari'

  • Ortak. Arkadaş.Benzer, müşabih.
  • Gr: Geniş zamanı ifade eden fiil hali. "Yazar, okur, görür, gelir" gibi.
  • Edb: Aruz kalıplarından birisinin ismi.

muztar

  • Zorlanmış. Cebr olunmuş. Mecbur kalış. Çaresiz kalıp başı sıkılan.

nafir

  • Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen.
  • Galip olan.
  • Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun.

nahhas

  • Esirci, esir ticareti yapan kimse.
  • Hayvan alıp satan kişi.

nasr

  • Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma.
  • Yağmurun her yeri sulaması.

necd

  • Açık ve işlek yol.
  • Yüksek yer.
  • Minder, döşeme gibi oturacak şeyler.
  • Ağaçsız mekân.
  • Hâzık ve mâhir kılavuz.
  • Yiğitlik hâli. Gamlılık, gussa.
  • Hasma galip gelmek.
  • Çok terlemek.
  • Meme.
  • Suudi Arabistan'ın doğu mıntıkası.

necih

  • Galip ve muzaffer.
  • Sabırlı.
  • Sağlam rey.

nehit

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek, nefes alıp vermek.

nevş

  • Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek.
  • Yürümek.
  • Sür'atle deprenip kalkmak.
  • Alıp yemek.

özr sahibi / özr sâhibi

  • Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.

piş-müzd

  • Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para. (Farsça)

ra'sa'

  • Kulakları küpe gibi uzunca sarkık olan yahut ucunu kesmekten ilişik kalıp sallanıp duran kulakları asılı olan dişi koyun.

ragım

  • Galebe eden, galip olan.

rehak

  • Gaşyetmek, sarıp bürünmek. Bir adamın arkasından yaklaşıp çatmak.
  • Haramlara ve menhiyata dalıp, hep onunla uğraşmak.

rezilürüsva

  • Ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek.

sahhaf

  • (Sahf. dan) Eski kitap alıp satan kimse.

sebaik

  • (Tekili: Sebika) Eritilip kalıplara dökülmüş mâdenler. Külçeler.

şebak

  • Şehvet galip olup cimaa çok hırslı olmak.
  • Koyu karanlık.

sekenat / sekenât

  • Oturumlar; bir yerde kalıp ikamet etme halleri; Durgunluklar.

sifsir

  • (Çoğulu: Sefâsir-Sefâsire) Simsar. Bir şeyi alıp satan.
  • Zarif, zerâfetli.
  • Hizmetçi, hâdim.
  • Tabi, itaat eden, uyan.

siga / sîga

  • Gr. kip, kalıp.

sıga-i mübalağa / sıga-i mübalâğa

  • Arapça dilbilgisinde bir şeyin çokluğunu ve fazlalığını ifade için kullanılan kalıp, kip.

şühbe

  • Siyaha galip olan beyazlık.

ta'riz

  • Gizleme, saklama.
  • Sağlamlaştırma.
  • Alıp götürme.

taff

  • Tamam alıp eksik vermek.

tağlib

  • Galip getirme.

taht-ı hıfz ve muhafaza

  • Koruma altına alıp kollama, kaydetme.

taklib

  • (Çoğulu: Taklibât) (Kalb. dan) Döndürme, çevirme.
  • Bir şeyin kalıp ve şeklini değiştirme.

taklis

  • Def çalıp nağme söylemek.

tanagguz

  • Taaccüb edip, şaşırıp, hayrette kalıp başını sallamak.

tasvig

  • (Çoğulu: Tasvigat) (Siga. dan) Kalıp şekline koymak. Eritip kalıba dökme.
  • Batırmak.
  • Kuyumculuk yapmak.

tazaffür

  • Galip olmak, yenmek.

tazfir

  • Galip etmek.
  • Tırnaklaşmak.

teamül

  • Olagelen iş.
  • Birbiriyle alıp vermek.
  • Yapılagelen muamele ve münasebet.
  • Usul.
  • Reaksiyon, tepki.

teati / teâti

  • Karşılıklı alıp vermek.
  • Bir şeye el uzatıp almak. Hakkı olmayan şeye el uzatmak.
  • Fık: Pazarlıksız ve konuşmadan fiilen vâki olan mal alış verişi.
  • Alıp verme.

tebkit

  • Tekdir etmek. Azarlamak. Vurmak. Başa kakmak.
  • Delil ve bürhanla galip gelip susturmak.

tefeşşu'

  • Galip olmak, yenmek.
  • Çoğalmak, çok olmak.

tefhir

  • Fahirlendirmek, gururlandırmak.
  • Gâlip olmakla hükmetmek.

tefil / tefîl

  • Fiilleri etken hâle getiren kalıp.

tegallüb

  • Galip olma, zorbalık, kuvvete dayalı baskı.

telfik-i mezahib

  • Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb y

tenavüş

  • Aşağı tutmak.
  • Sonraya bırakmak, tehir etmek.
  • Alıp yemek.

tenşif

  • (Çoğulu: Tenşifât) Suyu veya rutubeti emdirme. Sünger veya bez ile suyu alıp kurulama.
  • Ter kurulama.

tesellüm

  • Teslim edilen şeyi tekrar teslim alma.
  • Verilen bir şeyi alıp kaydetme.
  • Teslim olma.
  • İslâm olma.

tesevvül

  • Galip olmak, yenmek.

teşvir

  • İçinde bulunma. İçine alma, içine alıp gizleme.
  • Satılık olan hayvanı pazara çıkarıp gösterme.

tezakkuf

  • Bir şeyi sür'atle alıp yemek.

tiyaka

  • Cimaa pek ziyade düşkün olmak.
  • Şehvetin galip olması.

ümmi / ümmî

  • Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse.

vafir

  • (Vefret. den) Bir çok, bol, çok.
  • Edb: Aruz kalıplarından bahr-ı rabi'nin ismidir.

vasl

  • Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
  • Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd

vatan-ı ikamet / vatan-ı ikâmet

  • Geçici olarak ikâmet edilen yer. Hanefî mezhebinde on beş gün veya daha çok kalıp sonra çıkmaya niyet edilen yer.

vatı'

  • Ayak altına alıp çiğneme. Basma.
  • Cima'.
  • Uygun hale koyma.
  • Tümseklikler arasında basık ve engin yer.
  • Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.

vezin

  • Nazmın belli kalıplarından her biri; ölçü, tartı.

vezn-i mahsus

  • Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı.
  • Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.

vezne

  • Tartı. Terazi.
  • Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
  • Barut

veznedar / veznedâr

  • Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur. (Farsça)

vücuh şirketi / vücûh şirketi

  • Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârları ile veresiye alıp-satmak üzere kurulan şirket.

vukud

  • Ateş alıp yanma. Tutuşma.

vürka

  • Siyahı galip olan bozluk.

ya-i nidai / yâ-i nidâî

  • Arapçada birisine seslenmeyi ifade eden ve "Ey" anlamına gelen iki harfli kalıp.

zat-ı bari / zât-ı bâri

  • Herşeye bir kalıp ve bir şekil veren ve güzelce yaratan Zât, Allah.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın