REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Yeter ifadesini içeren 64 kelime bulundu...

adem-i kifayet

  • Yetersizlik.

ale-l-kifaye

  • Yetecek kadar, kâfi gelir derecede, yeter derecede.

alelkifaye / alelkifâye / على الكفایه

  • Yeterince. (Arapça)

allah bes baki heves / allah bes bâkî heves

  • Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.

ayet-i hasbiye / âyet-i hasbiye

  • "Allah bize yeter; O ne güzel Vekîl'dir" mânâsındaki "Hasbünallâhü ve ni'me'l-Vekîl" âyet-i kerimesi; Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.

ayet-i hasbiye-i nuriye / âyet-i hasbiye-i nuriye

  • "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.

ayet-i nuriye-i hasbiye / âyet-i nuriye-i hasbiye

  • "Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebeleri, nurları.

basiretsiz

  • Ferasetsiz, görüşü ve sezişi yetersiz.

beliğ

  • Edb: Belâgatli kimse. Meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmağa muktedir olan.
  • Kâfi derecede olan. Yeter olan.

bes / بس

  • Yeter, kâfi.
  • Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves) (Farsça)
  • Yeter.
  • Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
  • Yeterli. (Farsça)
  • Çok. (Farsça)

besend / بسند

  • Kâfi, kifayet eder, tamam, yeter, yetişir. (Farsça)
  • Yeterli. (Farsça)

besende / بسنده

  • Yeterli. (Farsça)

deneycilik

  • (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş

dik-ı elfaz / dîk-ı elfaz

  • İfadelerdeki, sözlerdeki darlık, yetersizlik.

diku'l-elfaz / dîku'l-elfaz

  • Sözlerin ve ifadelerin bir mânâyı aktarmada yetersiz kalışı, lâfız darlığı.

ehliyyet / اهليت

  • Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dâir vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak. Meharet ve mensubiyet.
  • Yeterlik, ustalık, yetki.
  • Beceri sahipliği, yeterlilik, yetki. (Arapça)
  • Yeterlilik belgesi. (Arapça)

erzani / erzânî / ارزانى

  • Ucuzluk. (Farsça)
  • Liyakat, yeterlilik. (Farsça)

esas-ı kafi / esâs-ı kâfi

  • Yeterli esas, yeterli temel taşı.

fakat

  • ("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.

gına

  • Zenginlik. Yeterlik.
  • Tok gözlülük.
  • Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
  • Bıkma, usanç.
  • Şarkı söylemek. Teganni etmek.

hadd-i kifaye

  • Kifâyet derecesi, yeterlik derecesi.

hasbüna / hasbünâ

  • Bize yeter. Bize kâfidir (meâlinde).
  • Bize yeter.

hasbünallah

  • Allah bize yeter.

hiyerarşi

  • Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. (Fransızca)
  • Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. (Fransızca)
  • Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka. (Fransızca)

icazet alma / icâzet alma

  • Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.

ictiza'

  • İktifa etmek, yeter bulmak.

iktifa

  • Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.

iktifaen / iktifâen

  • Yetinerek, yeterli görerek.

islam-ı mecazi / islâm-ı mecâzî

  • Nefsin, itminâna gelmeden yâni Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmeye başlamadan önce, kişide bulunan ve Cennet'e girmek için yeterli olan İslâmiyet.

istikfa

  • Yetinme, kâfi bulma, yeter sayma. Mevcud olan ile iktifâ etme.

istikfaf

  • (Kifâf. dan) Kanaat etme, az şeyi yeter bulup râzı olma.
  • Yetişme.
  • Dilenci gibi el uzatma.

istitaat

  • (Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak.

kafi / kâfi / kâfî / كافى / كافي / كَاف۪ي

  • Yeterli.
  • Yeter.
  • Elveren, yetişen, yeter.
  • Yeterli. (Arapça)
  • Yeterli.
  • Yeterli.

kafi gelme / kâfi gelme

  • Yeterli gelme.

kafi ve vafi / kâfi ve vâfi

  • Yeterli.

karar / قرار

  • Durma. (Arapça)
  • Devamlılık. (Arapça)
  • Yeterli ölçü. (Arapça)

kasır / kâsır

  • Eksik, kısa, yetersiz.

kefaet

  • Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
  • Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)

kefen-i kifaye / kefen-i kifâye

  • Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen.

kifayet / kifâyet / كفایت

  • Yeterlik.
  • Yeterli olma.
  • Yeterli olma. (Arapça)
  • Yararlılık. (Arapça)

kifayet derecesinde

  • Yeterli derecede.

kifayet etme / kifâyet etme

  • Yeterli olma.

kifayet-i ilmiye

  • İlmî yeterlilik.

kifayetle

  • Yeterli düzeyde.

kifayetsiz

  • Yetersiz.

kifayetsizlik / kifâyetsizlik

  • Yetersizlik. (Arapça - Türkçe)

Kulleteyn

  • Alıntı:
    "iki kulle" (yaklaşık 13 ton) su. Durağan suyun temiz ("tahir") sayılabilmesi için Şafii mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu, içinde ne bulunursa bulunsun "temiz"di artık. "pislik"lerle dolu bile olsa...

    Turan Dursun, Kulleteyn,
    Akyüz Kitabevi, 1990


lezzet-i kafi / lezzet-i kâfi

  • Yeterli lezzet.

maalkifaye / maalkifâye

  • Yeterli olmakla birlikte.
  • Yeterli olmakla beraber.

mertebe-i nuriye-i hasbiye

  • "Hasbünallahu ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)" âyetinin mertebesi, derecesi.

mikdar-ı kafi / mikdar-ı kâfi

  • Yeter derecede.

miktar-ı kafi / miktar-ı kâfi

  • Yeterli miktarda.

muktedirane / muktedirâne

  • Gücü yeter biçimde.

müktefi / müktefî

  • (Kifâyet. den) İktifâ eden, kanaat edici olan. Kâfi ve yeter bulan.

müstevfa

  • (Müstevfi) (Vefa. dan) Yeter, yetişir, kâfi derecede, yeteri kadar.
  • Tam, mükemmel.

na-kafi / na-kâfi

  • Kâfi olmayan. Yetersiz, kâfi değil. (Farsça)

risale-i hasbiye

  • "Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl (Allah bize yeter O ne güzel vekildir.)" âyetinin sırlarını ve mertebelerini anlatan risale.

şafi

  • Hastaya şifa veren (Allah. C.C.).
  • Yeter görünen, kifayet eden.

şahid-i kafi / şâhid-i kâfi

  • Yeterli seviyede şahitlik.

sebeb-i kafi / sebeb-i kâfi

  • Yeterli sebep.

tavil-ül ba' / tavil-ül bâ'

  • Uzun kulaçlı. Gücü yeter.
  • Eli açık, vergili, verimli.

vafi / vâfi / vâfî / وَاف۪ي

  • Yeterli.
  • (Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter.
  • Sözünün eri.
  • Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
  • Tam, yeter.
  • Yeterli.

vafi ve kafi / vâfi ve kâfi

  • Bol bol yeter.

vüs'at / وسعت

  • Genişlik. (Arapça)
  • Kapasite. (Arapça)
  • Parasal yeterlik. (Arapça)
  • Genlik. (Arapça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın